Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Bir takvim yılı içinde gerçekleştirilen gayrimenkul ve/veya taşıt alım-satımından elde edilen kazançların 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu açısından nasıl vergilendirileceğine ilişkin açıklamalar yer aldığı “Gayrimenkul ve Taşıt Satışında Vergi Mükellefiyetinin Esasları Broşürü”  kullanıma sunulmuştur.

Söz konusu Broşürde;

  • Ticari Faaliyetin Özellikleri Nelerdir?
  • Gayrimenkul Alım Satım İşlemi Ticari Kazanç mıdır?
  • Gayrimenkul Alım-Satım İşlerinde Değer Artışı Kazancı veya Ticari Kazanç Ayrımı Nasıldır?
  • İkinci El Motorlu Kara Taşıtı Alım Satımı Yapanların Vergilendirilmesi Nasıldır?
  • İşletmenin Aktifinde Kayıtlı Olan Gayrimenkul ve Taşıtların Satışından Elde Edilen Gelir Nasıl Vergilendirilir?
  • Gayrimenkul veya Taşıt Alım Satım Faaliyetinden Dolayı Vergi Mükellefi Olanlar Hangi Beyannameleri Verirler?
  • Ticari Kazanç Yönünden Mükellefiyet Tesisi Nasıl Yapılır?
  • Değer Artışı Kazancı Yönünden Mükellefiyet Tesisi Nasıl Yapılır?

gibi sorular için açıklayıcı cevaplar yer almaktadır.

Broşüre ulaşmak için TIKLAYINIZ

Kaynak: GİB

14 Aralık 2021 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 31689

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2021/24 Karar Sayısı: 2021/79 Karar Tarihi: 4/11/2021

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Bakırköy 54. Asliye Ceza Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 62. maddesinin (a) bendinin anılan Kanun’un 55. maddesinin (c) bendinin (1) numaralı alt bendi ile alt bentlerini bağlayan hükmü yönünden Anayasa’nın 38. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Sanıkların, personeli olarak çalıştıkları şirketin hizmet verdiği müşterilere ait vergi numarası dâhil birçok bilgiyi kopyalayarak kurdukları kendi şirketlerinde kullandıkları gerekçesiyle 6102 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan cezalandırılmaları talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ

A. İptali İstenen Kanun Hükmü

Kanun’un 62. maddesinin itiraz konusu kuralın da yer aldığı ilgili kısmı şöyledir:

“I- Cezayı gerektiren fiiller

MADDE 62- (1) a) 55 inci maddede yazılı haksız rekabet fiillerinden birini kasten işleyenler,

fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, 56 ncı madde gereğince hukuk davasını açma hakkını haiz bulunanlardan birinin şikâyeti üzerine, her bir bent kapsamına giren fiiller dolayısıyla iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılırlar. ”

B. İlgili Görülen Kanun Hükmü

Kanun’un 55. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“II- Dürüstlük kuralına aykırı davranışlar, ticari uygulamalar

MADDE 55- (1) Aşağıda sayılan hâller haksız rekabet hâllerinin başlıcalarıdır:

c) Başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma; özellikle;

1. Kendisine emanet edilmiş teklif, hesap veya plan gibi bir iş ürününden yetkisiz yararlanmak,

II. İLK İNCELEME

1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın katılmalarıyla 18/3/2021 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

III. ESASIN İNCELENMESİ

2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ömer DURSUN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A. İtirazın Gerekçesi

3. Başvuru kararında özetle; suç oluşturan haksız rekabet hâlinin itiraz konusu kural tarafından yapılan atıf uyarınca belirlenmesinin suç teşkil eden fiilin ve bu fiil karşılığında öngörülen cezanın açık bir biçimde tespit edilememesi sonucunu doğurduğu ve suçun tanımında belirsizliğe neden olunduğu belirtilerek kuralın 6102 sayılı Kanun’un 55. maddesinin (c) bendinin (1) numaralı alt bendi ile alt bentlerini bağlayan hükmü yönünden Anayasalın 38. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

B. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

4. 6102 sayılı Kanun’un 62. maddesinin itiraz konusu (a) bendinde anılan Kanun’un 55. maddesinde yazılı haksız rekabet fiillerinden birini kasten işleyenlerin fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, şikâyet üzerine iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılacağı öngörülmüş olup kural 55. maddenin (c) bendinin (1) numaralı alt bendi ile alt bentlerini bağlayan hükmü yönünden incelenmiştir.

5. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulman kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” denilerek suçun kanuniliği, üçüncü fıkrasında da “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek cezanın kanuniliği ilkesi güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın anılan maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belirli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2019/9, K.2019/27,11/4/2019, § 13).

6. Kanun’un 55. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin alt bentlerini bağlayan hükmünde başkasının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma haksız rekabet hâli olarak düzenlenmiş olup, (c) bendinin (1) numaralı alt bendinde ise bu duruma giren hâllerden biri olarak kendisine emanet edilmiş teklif, hesap veya plan gibi bir iş ürününden yetkisiz yararlanmak öngörülmüştür. Bu itibarla kendisine emanet edilmiş teklif, hesap veya plan gibi bir iş ürününden yetkisiz yararlanma, başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma suretiyle gerçekleştirilen haksız rekabet hâllerinden biri olarak hükme bağlanmıştır. Söz konusu haksız rekabet hâlinin suç teşkil edebilmesi için ise 62. maddenin itiraz konusu (a) bendi uyarınca kasten işlenmesi gerekmektedir.

7. Öte yandan itiraz konusu kuralın atıfta bulunduğu Kanun’un 55. maddesinin (c) bendinin (1) numaralı alt bendi ile alt bentlerini bağlayan hükmünde ifade edilen başkasının iş ürününden yetkisiz yararlanma kavramının genel kavram niteliğinde olmakla birlikte belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Nitekim 55. maddenin (c) bendinin (1) numaralı alt bendinde “…teklif, hesap veya plan gibi…” ürünler iş ürünlerine, “Kendisine emanet edilmiş…” olma hâli de iş ürününün başkasına ait olma durumuna yönelik örneklerden biri olarak gösterilmiştir.

8. Bu bağlamda haksız rekabet suçunu teşkil eden eylemin, failin, suça konu yaptırımın ve takip usulünün açık ve net olarak belirlendiği görülmektedir. Bu itibarla haksız rekabet suçunun tüm unsurları kuralın yer aldığı ve atıfta bulunduğu maddeler kapsamında açıkça belirlendiği için kuralın belirsizliğinden ve öngörülmezliğinden söz edilemez. Dolayısıyla kuralın Anayasa’nın 38. maddesini ihlâl eden bir yönü bulunmamaktadır.

9. Öte yandan hiç kuşkusuz her kuralda olduğu gibi itiraz konusu kuralın da uygulanması ile ilgili bazı uygulama sorunları çıkabilir. Bu bağlamda mevcut uyuşmazlıklara ilişkin sorunların her somut olayın Özellikleri dikkate alınarak kuralın amacına uygun şekilde yorumlanması suretiyle mahkeme içtihatlarıyla çözülmesi gerekmektedir. Kuralın lafzı ile amacı birlikte yorumlanarak ve ceza hukukunun genel kabul görmüş ilkeleri göz önünde bulundurularak çözülebilecek sorunların uygulamaya ilişkin olduğu açıktır. Bu nedenle de kuraldan ziyade kuralın yorumlanması ile ilgili olarak çıkabilecek sorunlar anayasallık denetiminin konusu dışında kalmaktadır (AYM, E.2017/135, K.2019/35, 15/5/2019, § 31; E.2020/82, K.2021/20,18/3/2021, § 14).

10. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 38. maddesine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.

IV. HÜKÜM

13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 62. maddesinin (a) bendinin anılan Kanun’un 55. maddesinin (c) bendinin (1) numaralı alt bendi ile alt bentlerini bağlayan hükmü yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE 4/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan Zühtü ARSLAN

Başkanvekili Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili Kadir ÖZKAYA

Üye Engin YILDIRIM

Üye Hicabi DURSUN

Üye Celal Mümtaz AKINCI

Üye Muammer TOPAL

Üye M. Emin KUZ

Üye Rıdvan GÜLEÇ

Üye Recai AKYEL

Üye Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Üye Yıldız SEFERİNOĞLU

T.C.

HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI

Gelir İdaresi Başkanlığı

Sayı     : E-92723040-110 6802-126 -146067

Konu   :  Matrah Artırımı ve İşletme Kayıtlarının Düzeltilmesinin  Tecili                                                                                           13.12.2021

 

DAĞITIM YERLERİNE

TAHSİLAT İÇ GENELGESİ

SERİ NO: 2021/1

 

Resim

14 Aralık 2021 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 31689

Yargıtay Başkanlığından:

YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARI

ESAS NO : 2019/3

KARAR NO : 2021/2

KARAR TARİHİ : 22.10.2021

ÖZET:

Üzerinde yazılı olmaması halinde çekin rehin cirosu ile devredilmiş olması hususunun başka delillerle ispat edilip edilemeyeceği konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 173 sayılı kararıyla Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 03.08.2020 tarihi itibariyle kapatılarak baktığı işlerin Yargıtay 11. Hukuk Dairesine devredilmiş olması, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 30.05.2018 tarihli ve 2017/19-817 E., 2018/1145K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması ile Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin belirtilen konuda içtihadının bulunmayışı karşısında içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna varılmıştır.

I. GİRİŞ

A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU

Av. Burak Kuldemir tarafından sunulan 06.06.2018 tarihli dilekçe ilecekteki cironun hangi durumlarda rehin cirosu sayılacağı hususunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 11,12 ve 19. Hukuk Dairelerinin kararları arasında içtihat aykırılığı bulunduğu, 19. Hukuk Dairesinin rehin cirosunda şekli şartlar aradığı, 11 ve 12. Hukuk Dairelerinin ise çekin teminat olarak verildiği hususunun kayıt veya alacaklının kabulüyle belirlenmesi halinde çekteki cironun rehin cirosu olduğunun kabulü gerektiği yönünde içtihatları bulunduğu belirtilerek içtihatların birleştirilmesi talep edilmiştir.

B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 29.05.2019 tarihli ve 182 sayılı kararı ile; “Bankaya ciro edilen çeklerin hangi durumlarda rehin cirosu olarak kabul edileceğine ilişkin çelişkili kararlar” konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi ve Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi kararları arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine oy birliğiyle karar verilmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kumlunun 13.09.2021 tarihli ve 244 sayılı kararı ile; 2019/3 Esas sayılı İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu dosyasında içtihadı birleştirme kararının konusu her ne kadar “Bankaya ciro edilen çeklerin hangi durumlarda rehin cirosu olarak kabul edileceğine ilişkin çelişkili kararlar” olarak belirlenmiş olsa da, konunun “Üzerinde yazılı olmaması halinde çekin rehin cirosu ile devredilmiş olması hususunun başka delillerle ispat edilip edilemeyeceği” olarak değiştirilmesinin ihtiyacı daha iyi karşılayacağı gerekçesiyle içtihadı birleştirme kararının konusu oy birliğiyle alman karar sonucunda bu şekilde değiştirilmiştir.

C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR

Yargıtay Hukuk Genel Kumlunun 30.05.2018 tarihli ve 2017/19-817 E., 2018/1145K. sayılı kararı; Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 11.04.2018 tarihli ve 2016/15070 E., 2018/2588 K.; 26.09.2017 tarihli ve 2016/2019 E, 2017/4745 K.; 26.09.2017 tarihli ve 2016/7396 E, 2017/4744 K. ve 03.10.2012 tarihli ve 2011/6984 E., 2012/14883 K. sayılı kararları; Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 08.07.2013 tarihli ve 2013/17239 E., 2013/25547 K. sayılı kararı ile Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 26.10.2017 tarihli ve 2016/12558 E, 2017/7361 K.; 09.10.2017 tarihli ve 2016/11979 E, 2017/6726 K.; 17.06.2016 tarihli ve 2016/1716 E., 2016/10943 K.; 26.05.2016 tarihli ve 2015/17823 E., 2016/9441 K.; 25.05.2016 tarihli ve 2015/17598 E., 2016/9405 K. ve 13.10.2015 tarihli ve 2015/8447 E., 2015/12650 K. sayılı kararları.

D. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU YARGITAY HUKUK GENEL KURULUNUN, YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNİN, YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİNİN VE YARGITAY (KAPATILAN) 19. HUKUK DAİRESİNİN GÖRÜŞ ÖZETLERİ

1. Hukuk Genel Kurulunun Görüşü:

Hukuk Genel Kurulu ile Yüksek Dairelerin görüşleri ve kararları dikkate alındığında Hukuk Genel Kumlu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 12. Hukuk Dairesi ve 19. Hukuk Dairesi kararları arasında içtihat aykırılıklarının bulunduğu, içtihat aykırılığının giderilmesi için İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca içtihatların birleştirilmesine gerek bulunduğu yönünde görüş bildirilmiştir.

2. On Birinci Hukuk Dairesinin Görüşü:

Alacaklının çeki alacağının teminatı olarak aldığının kabulü hâlinde veya hamil alacaklı bankanın çek tevdi bordrosu veya kayıtlarında teminat – rehin amaçlı çeki aldığının kayıtlı olması hâlinde çek üzerinde rehin – teminat cirosu olduğu açıkça yazılı olmasa dahi çek hamilinin rehin cirosuyla devraldığı ve çekin meşru hamili olmadığı kabul edilmesi gerektiği, bu hallerde çekin rehin amaçlı gizli ciro ile verildiğinin kabulü gerektiği, alacaklının kendi kayıtlarındaki aleyhine kayıt veya teminat olarak hamil olduğuna dair açık ikrarı karşısında çekin temlik cirosuyla meşru hamili olduğunun kabulü mümkün olmadığı, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için aynı konuda farklı görüşlerin istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiği, evrak ekinde yer alan Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesi içtihatlarına aykırı olan kararları istikrar kazanmış ise, içtihatların Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin içtihatları yönünde içtihatların birleştirilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.

3. On İkinci Hukuk Dairesinin Görüşü:

Bir çekin teminat olarak verildiğinin kabulü için o çek üzerinde teminat ibaresinin yazılı olmasının zorunlu olmadığı, ibare bulunsa bile sadece “teminattır” şeklinde şerh düşülmesinin yeterli bulunmadığı, neyin teminatı olduğunun açıkça belirtilmesi ve teminat olarak verildiğinin ispatlanması gerektiği, dolayısıyla rehin cirosu iddiasının ayrı bir sözleşme ile ispat edilebileceği gibi alacaklının bu yöndeki ikrarının da Dairece yeterli kabul edildiğini, içtihatların Yargıtay 12. Hukuk Dairesi ve 11. Hukuk Dairesinin görüşleri doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.

4. (Kapatılan) On Dokuzuncu Hukuk Dairesinin Görüşü:

Dairenin çek üzerindeki ciro yazılarında rehin cirosu olduğuna dair bir kayıt olmadıkça, çek haricindeki bir takım belgelerden hareketle çekin rehin cirosuyla devredilmiş sayılamayacağı görüşünde olduğunu, bu itibarla Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin uygulamasının kambiyo hukukunun ruhuna ve kanuna uygun bir uygulama olup, Daire ile 11.ve 12. Hukuk Daireleri arasındaki içtihat aykırılığının Daire görüşü doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.

II. ÖN SORUN

İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, Yargıtay Birinci Başkanlığınca belirlenen konuyu görüşmek üzere 01.10.2021 tarihinde toplanmış, raportör Başkan Murat Kıyak tarafından hazırlanan rapor okunduktan sonra işin esasına geçilmeden önce, birinci ön sorun olarak içtihadı birleştirmenin konusunun “Çek metninde yer almamasına rağmen rehin cirosuyla devredildiği iddiasının ciro yolu ile hamil olan üçüncü kişilere karşı keşideci tarafından ileri sürülüp sürülemeyeceği” şeklinde değiştirilmesi hususu ön sorun olarak tartışılmış, Büyük Genel Kurulda birinci ön sorunun bulunmadığı sonucuna oy çokluğu ile karar verilerek ikinci ön sorunun görüşülmesine geçilmiştir.

İkinci ön sorun olarak ise; içtihadı birleştirmenin konusunun “TTK’nın rehin cirosunu düzenleyen 689. maddesinde belirtildiği üzere çekte bulunan cironun “bedeli teminattır”, “bedeli rehindir ” ibarelerini veya rehin etmeyi belirten herhangi bir kayıt içermediği takdirde temlik cirosuyla devredilen çekin, teminat amacıyla verildiğinin anlaşılması halinde çekteki cironun rehin cirosu olarak kabul edilip edilemeyeceği, hamilin yetkili hamil sayılıp sayılamayacağı “şeklinde değiştirilmesi hususu ön sorun olarak tartışılmış, Büyük Genel Kurulda ikinci ön sorunun bulunmadığı sonucuna oy çokluğu ile karar verilerek, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesi, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 173 sayılı kararıyla Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 03.08.2020 tarihi itibariyle kapatılarak baktığı işlerin Yargıtay 11. Hukuk Dairesine devredilmiş olması ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden kararlarının istikrar kazanmamış olması karşısında içtihatların birleştirilmesine yer olup olmadığı hususu üçüncü ön sorun olarak tartışılmıştır.

III. GEREKÇE

Ön sorunun çözümü için içtihadı birleştirme kararlarının özelliklerine değinmekte yarar bulunmaktadır.

Yargıtay içtihadı birleştirme kararları (İBK) kaynağım, Yargıtay Kanunu,nun45. maddesinden almaktadır. Sadece Türk Hukukuna özgü olan ve ilk defa 834 sayılı Mahkeme-i Temyiz Kanunu’nda yapılan değişiklikle, temyiz daireleri kararları arasında yeni kanunların uygulanması dolayısıyla çıkabilecek ihtilâfları çözmek üzere tevhidi içtihat/içtihat birleştirme müessesesi kabul edilmiş ve sonraki değişikliklerde de hep muhafaza edilmiştir (Bilge, Necip: Yargıtay Kurullarında Gelişme ve Reform, AÜHFD, s. 311, yöneliş BMMZabıt Ceridesi 1926, sıra: 150).

İçtihadı birleştirme kararları kesin olup aleyhine yargı yoluna başvurulamaz (Yargıtay K. m. 16/son). Diğer yargı mercilerini bağlar (Yargıtay K. m. 45/5).

İçtihadı birleştirme kararları nitelik olarak, diğer yargı kararlarının üzerinde ve tüm yargı organlarını bağlayan özelliği itibariyle, yargısal kararlardan çok, yasama işlevine yakın ve bir kural koyucu işlem niteliğindedir (Gözler, Kemal: Hukuka Giriş, s. 341).

İçtihadı birleştirme kararları, somut bir dava veya uyuşmazlıkla ilgili olmayıp, İBK ile aynı tür uyuşmazlıkların tümü için geçerli soyut ve genel nitelikte kurallar konulmalıdır. Zira. İBK’nın temel amacı hukukta birliği ve bütünlüğü sağlamaktır. Öte yandan İBK konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçları itibariyle bağlayıcı nitelikte kararlardır (YHGK, 20.02.1963 T. 4/71-21).

İçtihadı birleştirme kararı alındığı andan itibaren uygulanmaya başlayacağı gibi geçmişe yürümeyeceği başka bir deyişle kesinleşmiş kararları etkilemeyeceği açıktır.

Ayrıca içtihatları birleştirme kararlarının alınmasının ön koşulu; Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerini, kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarıyla ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasıdır. Bir başka anlatımla, içtihatların birleştirilmesine konu Yargıtay Özel Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararlarında istikrar kazanan bir uygulama bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla Yargıtay Özel Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu arasında sadece somut uyuşmazlığa ilişkin verilen ve istikrar kazanmayan farklı kararların bulunması içtihatların birleştirilmesine gerekçe olmayacaktır.

Yargıtay Kanunu’nun “Daire Başkanlarının Görevleri’’ başlıklı 24. maddesinin 1. bendi ise;

“Daire başkanlarının görevleri şunlardır:

1. Dairelerinde ahenkli, verimli ve düzenli bir çalışmanın gerçekleşmesini ve işlerin mümkün olan süratle incelenip karara bağlanmasını sağlamak, dairenin kendi kararları arasında çelişkiyi önlemek amacıyla gerekli göreceği bütün tedbirleri almak, dosyaları takrir edecek kişileri, bu esaslar uyarınca tespit etmek ve kendi yazmayacağı kararların hangi üye tarafından yazılacağını belli etmek,…” hükmünü içermektedir.

İçtihadı Birleştirme görüşmelerine ve Kararların yazılmasına ilişkin Yargıtay Başkanlar Kurulunun 19.06.1975 tarihli ilke kararının “Kurulda Görüşmelerin Yürütülmesi” başlıklı 4. maddesi;

“Kurulda ön sorun olarak kararlar arasında aykırılık olup olmadığı veya sair nedenlerle içtihatların birleştirilmesine gerek bulunup bulunmadığı hususları görüşülüp karara bağlanır. ” şeklindedir.

İlke kararının belirtilen bu maddesindeki “sair nedenlerle içtihatların birleştirilmesine gerek bulunup bulunmadığı” ifadesinin mahkemeye yapılan her talep için gerekli olan hukuki yarar şeklinde yorumlanması gerekir.

Eş söyleyişle; bir konudaki Yargıtay kararları arasında aykırılık bulunmasına rağmen, içtihatların birleştirilmesinde hiçbir hukuki yarar yok ise, ilgili kurul içtihatların birleştirilmesine gerek olmadığına karar verebilmelidir (Kuru, Baki: İçtihatların Birleştirilmesi Yolu İle İlgili Bazı Sorunlar, AÜHF Yayınları, No.415, Konferanslar Dizisi No. 1, Ankara 1977, s. 23-24).

İçtihadı birleştirme kararlarının niteliği açıklandıktan sonra tespit edilen ön sorunun değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

Bu kapsamda içtihat farklılığı olduğu belirtilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi ve Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi kararları incelendiğinde;

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2018 tarihli ve 2017/19-817 E., 2018/1145K. sayılı kararında; çekte ancak tahsil veya temlik cirosu yapılabileceği, dava konusu çekin lehtarı tarafından yapılan ciroda yer alan “emrine ödeyiniz ” ibaresinden de anlaşılacağı gibi, çekin rehin cirosu ile devredilmediği, kredinin teminat alınarak kullandırılacağına ilişkin yapılan genel ifadelerin de çekin rehin cirosu ile devredildiğini göstermeyeceği sonucuna varıldığı belirtilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 11.04.2018 tarihli ve 2016/15070 E., 2018/2588 K. sayılı kararında; dosyaya sunulan yazıda çekin kredi borcunun teminatı olarak alındığı ifade edildiği, bu durumda davacının ticari defter ve kayıtları ile çek tevdi bordrosu incelenerek çekin dava dışı şirketin kredi borcuna teminat olarak verilip verilmediğinin değerlendirilmesi, çekin teminat amacıyla alındığının tespit edilmesi halinde ise çekte rehin cirosu geçerli olmadığından davacı bankanın işbu davayı açamayacağının gözetilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı gerekçelerle davanın kabulü doğru olmadığı belirtilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26.09.2017 tarihli ve 2016/2019 E., 2017/4745 K. sayılı kararında; davanın çekten kaynaklanan alacak istemine ilişkin olduğu, mahkemece yazılı şekilde davanın kabulüne karar verildiği, ancak davacı banka vekilinin dava dilekçesinde ve yargılamanın her aşamasında dava konusu çeklerin, lehtar dava dışı şirket tarafından kullanılan krediye teminat olarak müvekkiline verildiğini ileri sürmüş olması karşısında çekin rehin cirosu sonucu davacı bankanın elinde bulunduğu kabul edilmesi gerektiği, çekte rehin cirosu caiz olmayıp, rehin veya bunun sonucunu elde etmeye yönelik olarak teminat amacıyla çekin ciro ile elde edilmesi halinde çeki devir alan kişi çeke dayalı haklan kullanamayacağı gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir,

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26.09.2017 tarihli ve 2016/7396 E., 2017/4744 K. sayılı kararında; mahkemece dava konusu çekin dava dışı şirket tarafından davalı bankaya teslim edilirken teminat başlığı altında verildiği, banka tarafından çekin bloke edilen çek senet hesabına giriş yapıldığı ve yine tevdi bordrosunun alt kısmında çekin rehin olarak alındığının belirtildiği, bu durumda dava konusu çekin dava dışı lehtar tarafından davalı bankadan kullanmış olduğu kredilerin teminatı karşılığında rehin amaçlı gizli ciro olarak verildiği gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin kararın onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 03.10.2012 tarihli ve 2011/6984 E., 2012/14883 K. sayılı kararında; somut olayda her ne kadar dava konusu çek üzerinde çekin rehin cirosuyla devredildiği belirtilmemişse de, söz konusu çekin lehtarı tarafından davacı bankadan alman kredinin teminatı olarak davacı bankaya ciro edildiği diğer bir deyişle çekin rehin cirosu ile davacıya devredildiği mahkemece kabul edilmiş olup bu hususa ilişkin bir temyiz bulunmadığından çekte rehin cirosunun batıl olduğu ve bu durumda davacının yetkili hamil olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 08.07.2013 tarihli ve 2013/17239 E,, 2013/25547 K. sayılı kararında; bir çekin teminat olarak verildiğinin kabulü için o çek üzerinde teminat ibaresinin bulunması zorunluluğunun olmadığı, çek üzerindeki teminat ibaresi neyin teminatı olduğunun ayrıca açıklanmadığı sürece çekin başlı başına teminat çeki olduğunu göstermeyeceği, diğer yandan teminat iddiasının kabulü için bu hususun taraflarca ayrı bir sözleşmede belirtilmesi de zorunlu olmadığı ve somut olayda alacaklının dayanak çekin teminat olarak alındığı yönündeki kabulünün mahkemeyi bağlayacağı gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 26.10.2017 tarihli ve 2016/12558 E., 2017/7361 K. sayılı kararında; çek üzerinde yapılan incelemede çekin dava dışı şirkete verildiği ve bu şirketin cirosu ile davalı bankaya geçtiği, dava dışı şirket tarafından yapılan ciroda rehin, teminat veya tahsil amacıyla yapıldığı yönünde bir ibare bulunmadığından çekin temlik cirosu ile davalı bankaya geçtiğinin kabulü gerektiği ve aksini davacı tarafın ispatlamakla yükümlü olduğu gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 09.10.2017 tarihli ve 2016/11979 E., 2017/6726 K. sayılı kararında; mahkemece dava konusu çekin üzerinde bedeli teminattır ya da bedeli rehindir ibaresi veya rehnetmeyi belirten diğer bir kayıt olmadığı, bu nedenle temlik cirosu sayılacağı ve davalı bankanın borçlunun zararına hareket ettiğinin ispatlanamadığı, yetkili hamil sayılacağı gerekçesiyle davanın reddine dair kararın onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 17.06.2016 tarihli ve 2016/1716 E., 2016/10943 K.sayılı karannda;çekin dava dışı şirket tarafından davalı bankaya temlik cirosu ile ciro edilerek verildiği, ciroda rehin cirosuna ilişkin herhangi bir kaydın bulunmadığı, hal böyle olunca çekin rehin cirosu ile değil, temlik cirosu ile devir edildiğinin kabulünün gerektiği gerekçesiyle davanın reddine dair kararın onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 26.05.2016 tarihli ve 2015/17823 E., 2016/9441 K. sayılı kararında; dava konusu çekler bankaya çek teslim bordrosu ile teslim edilmiş olup çeklerin üzerinde “rehin içindir” şeklinde kayıt olmadığından çekin temlik cirosu ile bankaya devredildiğinin kabulü gerekeceği, keşideci ile lehtar arasındaki şahsîdef ‘ilerin hamile karşı ileri sürebilmesi için hamilin çekleri iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket ettiğinin, başka bir anlatımla keşidecinin borçlu olmadığını bile bile çekleri ciro yoluyla temlik aldığının kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 25.05.2016 tarihli ve 2015/17598 E., 2016/9405 K. sayılı kararında; dava konusu çekte dava dışı kişi tarafından yapılan cironun tahsil cirosu ya da rehin cirosu olduğuna dair bir ifade bulunmadığından, cironun temlik cirosu olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 13.10.2015 tarihli ve 2015/8447 E., 2015/12650 K.sayılı kararında; dava konusu çekin temlik cirosuyla davalı bankaya verildiği 08.08.2012 tarihli “Senet Çek Tevdi Bordrosu ‘başlıklı belgeden anlaşıldığı gibi, çekin arkasında rehin cirosuyla temlik edildiğine dair bir şerh bulunmadığından davalı bankaya yapılan cironun temlik cirosu olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu belirtilmiştir.

İçtihadı birleştirmeye konu uyuşmazlık yukarıda belirtilen şekilde gerçekleşmekle birlikte önemle belirtilmelidir ki; içtihatların birleştirilmesinin ön koşulu Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerinin kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarını ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasıdır. Bu kapsamda mevcut içtihadı birleştirmenin konusu değerlendirildiğinde; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ile 19. Hukuk Dairesinin kararları arasında çelişki olduğu açık ise de Yargıtay 19. Hukuk Dairesi Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 173 sayılı kararıyla 03.08.2020 tarihi itibariyle kapatılarak baktığı işler Yargıtay 11. Hukuk Dairesine devredilmiştir. Bu konuda Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen kararların ise süreklilik ve istikrar kazanmadığı anlaşılmaktadır. Böyle olunca içtihatların birleştirilmesinde hukuki yarar bulunduğu söylenemez.

Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında “Üzerinde yazılı olmaması hâlinde çekin rehin cirosu ile devredilmiş olması hususunun başka delillerle ispat edilip edilemeyeceği “konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesi gerektiği açıktır. Ancak Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 173 sayılı kararıyla Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 03.08.2020 tarihi itibariyle kapatılarak baktığı işler Yargıtay 11. Hukuk Dairesine devredilmiştir. Bu durumda İçtihadı Birleştirme Görüşmeleri ve Kararların Yazılmasına ilişkin Yargıtay Başkanlar Kurulunun 19.06.1975 tarihli ilke kararlarının 4. maddesi ile Yargıtay Kanunu’nun “Daire Başkanlarının Görevleri” başlıklı 24. maddesinin 1. bendi esas alınarak görüş farklılığının Yargıtay 11. Hukuk Dairesince giderilmesi gerektiği gibi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden sadece bir kararının olduğu, süreklilik taşıyan bir içtihat aykırılığının bulunmadığı, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin ise belirtilen konuda içtihadının bulunmadığı gözetildiğinde içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna varılmıştır.

IV. SONUÇ

İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda ön sorun hakkında yapılan görüşmeler sonunda, “Üzerinde yazılı olmaması halinde çekin rehin cirosu ile devredilmiş olması hususunun başka delillerle ispat edilip edilemeyeceği” konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 173 sayılı kararıyla Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 03.08.2020 tarihi itibariyle kapatılarak baktığı işlerin Yargıtay 11. Hukuk Dairesine devredilmiş olması, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin konu ile ilgili bir içtihadının bulunmayışı ve Yargıtay’ın 11. Hukuk Dairesinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 30.05.2018 tarihli ve 2017/19-817 E., 2018/1145K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığına 22.10.2021 tarihinde üçüncü görüşmede ve oy çokluğuyla karar verilmiştir.

E:2019/3

K:2021/2

KARŞI OY YAZISI

İçtihadı Birleştirme Toplantısının konusu “Üzerinde yazılı olmaması halinde çekin rehin cirosu ile devredilmiş olması hususunun başka delillerle ispat edilip edilemeyeceği” şeklinde belirlenmiştir.

Bu hususta temel çekişme Yargıtay 19. Hukuk Dairesi ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesi arasındadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin görüşünü benimsediğinden konunun karara bağlanmasında görevli kurul Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu olmuştur.

Fakat Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu tarafından işin esası incelenememiş ve süreç içinde Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin kapatılmış olması nedeniyle artık içtihadın birleştirilmesinde hukuki yarar kalmadığı gerekçesiyle İçtihadın Birleştirilmesine Gerek Olmadığına karar verilmiştir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi kapatılmış olsa da bu Daire tarafından verilmiş kararların hukuki varlığı devam etmektedir.

Kaldı ki çekişme konusu hususta verilen kararların kahir ekseriyeti Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından verilmiştir.

Ayrıca ortada bu toplantının İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu yerine İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda görüşülmesini gerektiren Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı vardır.

Hal böyle olunca saygıdeğer çoğunluk tarafından İçtihadı Birleştirmeye Gerek Bulunmadığı şeklinde verilen karar; genelde hukukun esas kaidelerine ve özelde Yargıtay Kanunu’na aykırı olmuştur.

2019 yılında esasa kaydedilen bu çekişmenin iki yıl sonra bu şekilde çözümsüz bırakılması toplumda büyük sıkıntılara yol açacaktır.

Bu itibarla saygıdeğer çoğunluğun işin esasının incelenmesine imkân vermeyen bu kararına muhalifim. 22.10.2021

Salı, 14 Aralık 2021 10:21

Son değişikliklerle Yenileme Fonu

Bazı amortismana tabi iktisadi kıymetlerini elden çıkartmak zorunda kalanların, satış kârlarından yararlanarak söz konusu iktisadi kıymetlerini yenileyebilmeleri amacıyla Vergi Usul Kanunu’nun 328/4. maddesinde, uygulamada “yenileme fonu” olarak adlandırılan müessese ihdas edilmiştir. Yine uygulamada zaman zaman bir vergi erteleme müessesesi olarak da kullanılan bu müesseseyi, dönem sonunun yaklaşması dolayısıyla ve 7338 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikleri de dikkate alarak tekrar ele almakta yarar olduğu düşüncesindeyim.

Mükelleflerce iktisadi kıymetlerini yenileme amacı ile satmaları sonucu oluşan kâr, yenileme giderlerini karşılamak üzere pasifte geçici bir hesapta ve yenileme fonu adı altında en fazla üç yıl süreyle tutulabilir. Kanunda yenileme fonunun “pasifte geçici bir hesapta” tutulmasından söz edildiğinden, bu fon sadece bilanço usulüne göre defter tutanlarca ayrılabilir.

Yenileme fonunun ayrılabilmesi veya oluşturulabilmesi, işletmenin iktisadi kıymet satış kârı ile satılan kıymeti yenileme iradesini ortaya koyması koşuluna bağlıdır. Dönem sonundan önce açıklanması gereken bu iradenin, ticaret şirketlerinde yetkili organ kararı şeklinde olması gerekir. Örneğin anonim şirketlerde yönetim kurulunun bu konuda bir karar almış olması yeterlidir. Yenileme amacının dayanağı veya sebebi önemli değildir.

Satış kârının yenileme fonuna alınabilmesi için satılanın amortismana tabi bir iktisadi kıymet olması gerekir. Bu nedenle, örneğin iştirak hissesi satış kazancı yenileme fonuna alınamaz (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 8.3.2012 tarih ve 919 sayılı Özelgesi).

Yenileme fonuna alınan iktisadi kıymet satış kârı, vergisiz olarak bu fonda üç yıl boyunca tutulabilir.  Bu fon, yeni bir iktisadi kıymet alınması halinde alınan iktisadi kıymetin amortismanlarının mahsubu suretiyle kapatılır. Üçüncü yılın sonunda mahsup suretiyle kapatılamayan bir tutar kalmışsa veya yeni bir iktisadi kıymet alınmayarak hiç kullanılmamışsa, fonda yer alan tutar, üçüncü yılın vergi matrahına eklenerek vergilendirilir. Üç yıllık süre sonunda yeni bir iktisadi kıymet alınmamış olunmasının her hangi bir yaptırımı yoktur. Ancak bu kârın –fonda bulunan tutarın- vergilendirilmeden sermayeye eklenmesi veya kâr olarak dağıtımı söz konusu olamaz (Aynı yöndeİstanbul Vergi Dairesi Başkanlığının 66620 sayı ve 25.5.2016 tarihli Özelgesi).

İktisadi kıymetin dövizle satılması ve satış kazancının döviz cinsinden muhafaza edilmesi halinde, üç yıl boyunca doğacak kur farkı gelirinin akıbeti, tartışmalıdır. Bize göre bu gelirin de yenileme fonuna eklenmesi mümkündür. Ancak Maliye Yönetimi aksi görüştedir.

Burada iktisadi kıymetin yenilenmesi söz konusu olduğundan satın alınan iktisadi kıymetin, satılanla aynı cinsten veya nev’iden olması zorunludur. Örneğin matbaa makinesi satılıp yerine ambalaj makinesi alınması için yenileme fonu oluşturulamaz. Ancak satılanla alınanın bire bir aynılığı da aranmaz. Örneğin 9 kişilik minibüs satılarak 16 kişilik bir minibüs alınmasında, yasal amaç gerçekleşir Ancak minibüs satılarak yerine makam aracı alınması, yasanın fon oluşturma amacının dışında kalır.

Ancak idari anlayış, “iktisadi kıymetin yenilenmesi” koşulunu, aynı işe devam edilecek şekilde yenileme olarak anlamaktadır. Örneğin şehirlerarası yolcu taşımacılığı faaliyetinde kullanılan otobüsün satışından elde edilen kâr dolayısıyla ayrılacak olan yenileme fonunun, şehir içi yolcu taşımacılığı faaliyetinde kullanılan minibüs alımında kullanılması mümkün değildir. (Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 6 sayı ve 13.1.2016 tarihli Özelgesi). Benzer bir şekilde kara taşımacılığında kullanılacak akaryakıt tankerlerinin satışından elde edilen kâr dolayısıyla ayrılan yenileme fonunun akaryakıt taşımacılığında kullanılacak olan deniz tankerlerinin alımında kullanılması da mümkün değildir (İzmir Vergi Dairesi Başkanlığının 447 sayı ve 15.9.2015 tarihli Özelgesi).

7338 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle satılanın yerine yeni bir kıymet alınmasından söz edilmişse de, Maliye yönetimince buradaki “yeni”  kelimesi ile kullanılmamış değerin kastedilmediği, satılanın yerine alınan iktisadi kıymetin kastedildiği kabul edilmektedir. Bu nedenle satılanın yerine alınan ikinci el de olabilir.

Yenileme fonu ile ilgili bir diğer tartışmalı konu da, “üç yıl”lık sürenin nasıl hesaplanacağı konusundadır. 7338 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik öncesi bu konuda Maliye yönetimi, satışın yapıldığı ve dolayısıyla yenileme fonunun oluşturulduğu yılın birinci yıl olarak kabul edilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Buna karşılık konuya ilişkin yargı kararlarında, satış yapılarak yenileme fonunun oluşturulduğu yılı izleyen yıl birinci yıl olarak kabul edilmektedir.

7338 sayılı Kanun’la süre sorunu bence tam olarak çözülmemiştir. 7338 sayılı Kanun’la yapılan düzenleme, içerdiği ifade zaafiyeti ile bu konuda sorunludur (daha önce yazdığımdan bu konuya tekrar girmiyorum). Yeni düzenleme ile her iki görüş de savunulabilir hale gelmiştir. Ancak Maliye idaresinden aldığım bilgiye göre idari anlayış, üç yıllık sürenin satışı izleyen yılbaşından itibaren başlayacağı, bir başka deyişle satışın yapıldığı yılın üç yıllık sürenin hesabında dikkate alınmayacağı yönünde oluşacak.

Yakında 7338 sayılı Kanun’la Vergi Usul Kanunu’nda yapılan değişikliklere ilişkin idari anlayışı içeren Genel Tebliğ yayınlanacak ve her şey netleşecek. Bumin Doğrusöz

,https://www.dunya.com/kose-yazisi/son-degisikliklerle-yenileme-fonu/642702

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı

Gelir Kanunları Grup Müdürlüğü 

Sayı : E-11395140-105[VUK3-531]-783778

Tarih: 30.09.2021

Konu :Hatalı düzenlenen e-Fatura'nın iptal edilerek aynı tarihli yeni e-Fatura düzenlenmesinin mümkün bulunup bulunmadığı. 

İlgi : 10/09/2021 tarih ve ... evrak kayıt numaralı özelge talep formunuz.

İlgide kayıtlı özelge talep formunda; iki ay önce düzenlenmiş olan e-Faturanın iptal edilerek aynı tarih, aynı tutar üzerinden sadece mal hizmet bölümünde değişiklik yapılarak yeni bir e-Fatura düzenlenmesinin mümkün bulunup bulunmadığı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun;

- 227 nci maddesinde, "Bu kanunda aksine hüküm olmadıkça bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir.",

- 229 uncu maddesinde, "Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.",

- (231/5) maddesinde, "5. Fatura, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azamî yedi gün içinde düzenlenir. Bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır."

hükümlerine yer verilmiştir.

Diğer taraftan, 213 sayılı Kanunun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendinde Hazine ve Maliye Bakanlığının, tutulması ve düzenlenmesi zorunlu defter, kayıt ve belgelerin mikro film, mikro fiş veya elektronik bilgi ve kayıt araçlarıyla yapılması veya bu kayıt ortamlarında saklanması hususunda izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, bu şekilde tutulacak defter ve kayıtların kopyalarının Hazine ve Maliye Bakanlığında veya muhafaza etmekle görevlendireceği kurumlarda saklanması zorunluluğu getirmeye, bu konuda uygulama usul ve esaslarını belirlemeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.

Mezkur Kanunun mükerrer 242 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Hazine ve Maliye Bakanlığı; elektronik defter, kayıt ve belgelerin oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafazası ve ibrazı ile defter ve belgelerin elektronik ortamda tutulması ve düzenlenmesi uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye, elektronik ortamda tutulması ve düzenlenmesine izin verilen defter ve belgelerde yer alması gereken bilgileri internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında Hazine ve Maliye Bakanlığına veya Hazine ve Maliye Bakanlığının gözetim ve denetimine tabi olup, kuruluşu, faaliyetleri, çalışma ve denetim esasları Cumhurbaşkanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenecek olan özel hukuk tüzel kişiliğini haiz bir şirkete aktarma zorunluluğu getirmeye, bilgi aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, aynı Kanun kapsamına giren işlemlerde elektronik imza kullanım usul ve esaslarını düzenlemeye ve denetlemeye yetkili kılınmıştır.

Söz konusu fıkrada ayrıca, Vergi Usul Kanunu ve diğer vergi kanunlarında defter, kayıt ve belgelere ilişkin olarak yer alan hükümlerin elektronik defter, kayıt ve belgeler için de geçerli olduğu; Hazine ve Maliye Bakanlığının, elektronik defter, belge ve kayıtlar için diğer defter, belge ve kayıtlara ilişkin usul ve esaslardan farklı usul ve esaslar belirlemeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.

Gelir İdaresi Başkanlığınca e-Fatura Uygulamasından yararlanma yöntemlerine göre Teknik Kılavuzlar yayımlanmış ve bu kılavuzların fatura senaryoları ile ilgili bölümlerinde e-Faturaların düzenlenebileceği senaryo türleri açıklanmış olup, şu an e-Fatura Uygulamasında "Temel, Ticari, Yolcu Beraberi Eşya, İhracat, Kamu Fatura ve Hal Tipi Fatura" olmak üzere altı senaryo baz alınarak fatura düzenlenebilmektedir.

Bu senaryo tiplerinden en sık kullanılanlar "Temel Fatura" ve "Ticari Fatura" senaryoları olup, mükellefler kendilerine uygun olan fatura tiplerini (Satış, İade, Tevkifat, İstisna, Özel Matrah, İhraç Kayıtlı) seçerek faturalarını oluşturabilmektedir.

"Temel Fatura" senaryosunda, düzenlenen faturalara e-Fatura uygulaması üzerinden "red yanıtı" dönülme imkanı bulunmamakla birlikte, 8 günlük itiraz süresi dolmamak şartıyla Temel Fatura İptal Portalı üzerinden satıcının ilgili fatura için iptal talebinde bulunma hakkı vardır. "Ticari Fatura" senaryosunda düzenlenen faturalara ise e-Fatura Uygulaması üzerinden itiraz mahiyetinde, mali mühür ile imzalı elektronik bir belge üreten yapıyı barındıran "red yanıtı" dönülebilmektedir. "Temel Fatura" senaryosunda düzenlenen faturalara e-Fatura Uygulaması üzerinden "red yanıtı"nın dönülememesi ya da Temel Fatura İptal Portalı üzerinden iptal talebinde bulunulmamış olması, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen harici yöntemlerle (noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile) itiraz edilebilmesi imkanını ortadan kaldırmamaktadır. Bir başka ifade ile "Temel Fatura" senaryosunda düzenlenen faturalara Türk Ticaret Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen yöntemler ile itiraz edilebilmesi imkanı bulunmaktadır. "Ticari Fatura" senaryosunda düzenlenmiş olan faturalara ilişkin olarak alıcıların e-Fatura Uygulaması üzerinden "red yanıtı" dönmemeleri, Türk Ticaret Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen yöntemlerin, Kanunun 21 inci maddesinde belirtilen sürede kullanılabilme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Gerek e-Fatura Uygulaması üzerinden "red yanıtı" dönülmesi ya da iptal talebinde bulunulması, gerekse Türk Ticaret Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen yöntemler ile faturaya itiraz edilmesine ilişkin olarak Kanunun 21 inci maddesinde belirtilen 8 (sekiz) günlük itiraz süresine uymak tacir olmanın hukuki sonuçlarındandır. Bu süre geçtikten sonra yapılan itirazlar, iptal talepleri ve e-Fatura Uygulaması üzerinden dönülen "red yanıtları" söz konusu faturaların alıcı tarafından fatura içeriğinin kabul edilmiş olduğu sonucunu doğurmaktadır.

Diğer taraftan, bir mal teslimi için fatura düzenlendiğinde mal teslim edildikten sonra kısmen veya tamamen iadesinin yapılması durumunda ortada mal hareketinden kaynaklı bir iade bulunduğundan, düzenlenecek e-Fatura "İade Fatura" tipinde olmalı ve bu şekilde alınan faturaya ilişkin muhasebe kayıtları, muhasebe ilke ve kurallarına uygun olarak düzeltme kayıtları ile düzeltilmelidir.

Ancak alıcısına e-Fatura Uygulaması üzerinden başarıyla gönderilmiş bir e-Faturaya konu malların, alıcısı tarafından hiç teslim alınmaması ve stok kayıtlarına hiç girmemesi veya herhangi bir mal iadesi bulunmaksızın sadece hatalı bir fatura olması, alıcısının faturayı kabul etmek istememesi vb. durumlarda;

- Faturanın "Temel Fatura" senaryosunda düzenlenmiş olması halinde, Türk Ticaret Kanununun 18 inci maddesinde belirtilen harici yöntemlerle veya Temel Fatura İptal Portalı üzerinden yapılan iptal talebiyle,

-  Faturanın "Ticari Fatura" senaryosunda düzenlenmiş olması halinde ise, bu yöntemlere ek olarak e-Fatura Uygulaması üzerinden "red yanıtı"yla

söz konusu faturaya itiraz edilebilmesi mümkün olup, bu durumlarda bir iade faturası düzenlenmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Öte yandan; mezkûr Kanunun 230 uncu maddesi uyarınca faturanın, düzenlendiği tarih bilgisini içermesi zorunlu olduğundan, geçmişte satılmış bir mala ilişkin olarak sonradan düzenlenecek faturalarda düzenlendiği tarih bilgisine yer verilmesi icap etmektedir.

Bu durumda; faturanın malın teslimi ve hizmetin ifasından itibaren tarihinden itibaren 7 gün içerisinde düzenlenmiş olması gerektiğinden, bu süreden sonra düzenlenen faturalar mezkûr Kanun hükümleri çerçevesinde hiç düzenlenmemiş sayılmakta ve bu belgeleri vermek ve almak zorunda olanlar hakkında Kanunun ilgili ceza hükümleri kapsamında işlem tesis edilmektedir.

Diğer taraftan, faturanın yedi günlük süreden sonra düzenlenmiş olması nedeniyle hiç düzenlenmemiş sayılması, faturada yazılı mal veya hizmetin teslim edilmediği anlamına gelmeyeceği gibi faturanın defter kayıtlarına intikalinde geçerli belge olarak kabulünü engellememektedir.

 Bilgi edinilmesini rica ederim.

Pazartesi, 13 Aralık 2021 12:11

Finansal Raporlama Ve Enflasyon Muhasebesi

2021 yılının sonuna yaklaştığımız bu günlerde şirketlerin raporlama, muhasebe ve vergi bölümlerindeki en önemli konulardan birisi 2021 yılında enflasyon muhasebesi uygulanıp uygulanmayacağıdır. Geçen haftaki “Geliyor Gelmekte Olan: Enflasyon Muhasebesi” başlıklı yazımda[1] TÜİK’in Kasım-2021 dönemi için açıkladığı Yİ-ÜFE rakamlarına göre Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) mükerrer 298. maddesinde belirlenen enflasyon düzeltmesi şartlarının oluştuğunu ve yasal bir değişiklik yapılmazsa 2021 yılı için enflasyon düzeltmesi yapılacağını belirtmiş ve Gelir İdaresi Başkanlığı’na 2021 yılına ilişkin enflasyon düzeltmesinin nasıl yapılması gerektiği noktasında ikincil düzenleme yapması çağrısında bulunmuştum.

Enflasyon muhasebesi sadece vergi kanunlarında düzenlenen bir müessese değildir. Yeni Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile birlikte işletmelerin finansal tablolarını Türkiye Muhasebe ve Finansal Raporlama Standartları’na (TFRS) göre hazırlama yükümlülüğü ortaya çıkmıştır. TTK’daki ve kendi kuruluş kararnamesindeki yetkiye dayanarak Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) finansal raporlama standartlarının kapsam ve uygulamasını belirlemektedir. KGK’nın düzenlemeleri sonrasında bağımsız denetime tabi şirketlerin bir kısmı TFRS, diğer bir kısmı ise Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardı’na (Bobi FRS) göre finansal tablolarını hazırlamaktadırlar.

Gerek TFRS, gerek Bobi FRS yüksek enflasyonun olduğu dönemlerde enflasyon muhasebesi uygulanmasını gerektiren düzenlemeler içermektedir. Bu nedenle, enflasyon muhasebesi sadece vergicilerin değil, bağımsız denetçilerin ve finansal raporlama bölümlerinin de radarında olmalıdır.

Bobi FRS’de enflasyon muhasebesine ilişkin düzenlemeler Yüksek Enflasyonlu Ekonomilerde Finansal Raporlama başlıklı 25. Bölüm’de düzenlenmiştir. Buna göre, ağırlıkla kullanılan para birimi Türk lirası olan işletmeler, Türkiye İstatistik Kurumu’nca Türkiye geneli için hesaplanan Yurt İçi Üretici Fiyatları Genel Endeksi’ndeki (Yİ-ÜFE) artışın, içinde bulunulan dönem dâhil son üç raporlama döneminde %100'den ve içinde bulunulan raporlama döneminde %10'dan fazla olması halinde finansal tablolarını enflasyon düzeltmesine tâbi tutarlar. Ağırlıkla kullanılan para birimi Türk Lirası olan işletmelerden ara dönem finansal tablolarını sunanlar, ara dönem sonu itibarıyla yüksek enflasyonun tespitinde son üç raporlama dönemi yerine, ara dönemin son ayı dâhil önceki otuz altı ayı ve içinde bulunulan raporlama dönemi yerine, son on iki ayı dikkate alır.

Yukarıdaki düzenlemeden görüleceği üzere, Bobi FRS enflasyon muhasebesi konusunda VUK’taki düzenlemenin hemen hemen aynısını benimsemiştir. VUK’ta Cumhurbaşkanına verilen yetki Bobi FRS’de yer almamaktadır. VUK’ta bir değişiklik yapılarak 2021 yılında vergi uygulamasında enflasyon düzeltmesi yapılamaması halinde bile Bobi FRS’de bir değişiklik yapılmazsa veya KGK aksi yönde bir karar almazsa, Bobi FRS’ye göre raporlama yapan şirketler 2021 yılı için enflasyon muhasebesi uygulayacak gibi durmaktadır.

TFRS açısından ise enflasyon muhasebesi TMS 29 - Yüksek Enflasyonlu Ekonomilerde Finansal Raporlama Standardı’nda düzenlenmiştir. TMS 29, Bobi FRS’den farklı olarak enflasyon muhasebesi açısından daha genel bir tanımlama yapmıştır. Nitekim TMS 29’da bu standardın yüksek enflasyonun varlığına ilişkin kesin bir oran tanımlamadığı, finansal tabloların bu Standarda göre düzeltilmesinin ne zaman gerekli hale geleceği konusunun bir takdir meselesi olduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan Standartta yüksek enflasyonun, bir ülkenin, bunlarla sınırlı kalmamak üzere, aşağıdakileri de içeren ekonomik özelliklerince belirleneceği belirtilmiştir.

a) Nüfusun çoğunluğu servetini parasal olmayan varlıklarda ya da nispeten istikrarlı bir yabancı para biriminde tutmayı tercih eder. Elde tutulan yerel para, satın alma gücünü korumak üzere hemen yatırıma dönüştürme vb. suretiyle değerlendirilir

b) Nüfusun çoğunluğu parasal tutarları yerel para biriminden değil, nispeten istikrarlı bir döviz cinsinden dikkate alır. Fiyatlar da bu döviz cinsinden belirlenebilir;

c) Kredili satış ve satın almalardaki fiyatlar; süre kısa bile olsa, kredi süresi boyunca satın alma gücünde beklenen zararları karşılayacak şekilde belirlenir

d) Faiz oranları, ücretler ve fiyatlar bir fiyat endeksine bağlıdır ve

e) Son üç yılın kümülatif enflasyon oranı %100’e yaklaşmakta ya da aşmaktadır.

TMS 29’da sayılan yukarıdaki beş koşulu incelediğimizde, koşullarının tamamının sağlandığını düşünüyorum. Bugün yatırımların/tasarrufların büyük bir bölümü dövize veya altına kaymakta, vadeler uzadıkça fiyatlar enflasyonu kapsayacak şekilde vade farklarını içermekte, bugünlerde tam da sıcak konu olan asgari ücret özelinde ücret artışlarında enflasyon rakamları referans olarak alınmaktadır. Faiz ve fiyatlar resmi olarak bir fiyat endeksine bağlı olmasa da piyasa gerçekleri hem fiyatların hem faizlerin (TCMB politika faizi değil!) enflasyonu içerecek şekilde piyasa şartlarında oluştuğunu göstermektedir. Bu şartlar altında TMS 29 açısından da enflasyon muhasebesi şartlarının oluştuğunu kabul etmek gerekir.

Kapımıza dayanan enflasyon muhasebesinin kamuoyunda ve ilgili otoritelerde yeterince farkındalığının (?) olduğu konusunda tereddütlerim bulunmaktadır. Temasta bulunduğum bazı bağımsız denetçilerin gündemine de enflasyon muhasebesinin henüz tam olarak yerleşmediğini görmekteyim. Aslını sorarsanız finansal raporlama açısından gözlerin KGK’da olduğunu söylemek gerekir. VUK’ta yapılacak bir değişikliğin TFRS veya Bobi FRS açısından doğrudan bir etkisi olmayacağını yukarıda izah ettim. Her iki standartta belirlenen koşullar gerçekleştiğinde vergi kanunlarında yapılacak muhtemel bir değişiklik standartlar açısından belirleyici olmayacaktır. Ancak KGK, 2021 yılında enflasyon muhasebesi yapılıp yapılmayacağını belirleyebilir. Bu durumda, KGK’nın bir an önce harekete geçerek konuyu değerlendirmesi ve Kurul kararı ile kamuoyunu ve ilgili paydaşları yönlendirmesi gerekmektedir.

Sözün özü: Su uyur, enflasyon uyumaz. Numan Emre ERGİN

Kaynak:

[1] https://www.dunya.com/kose-yazisi/geliyor-gelmekte-olan-enflasyon-muhasebesi/641883

https://www.dunya.com/kose-yazisi/finansal-raporlama-ve-enflasyon-muhasebesi/642581

Çarşamba, 15 Aralık 2021 11:26

Asgari Ücret Belli Oldu

Milyonlarca vatandaşın günlerdir beklediği 2022 Asgari Ücret Açıklandı. 2022 Asgari Ücret ne kadar oldu? 2022 Asgari Ücret ile ilgili merak edilenler. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2022 Asgari Ücret tutarlarını açıkladı. 2022 Yılı Asgari Ücret rakamlarına göre;

2022 Asgari Ücret Tablosu

2022 Asgari Ücret Brüt 5004 TL
2022 Asgari Ücret Net 4.253,40 TL (BEKAR AGİ DAHİL)
2022 Asgari Ücret Maliyeti 5879 TL
Durum Bekar-GV Yok-DV Yok

ASGARİ ÜCRETTEN VERGİ KALKIYOR

 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Yılbaşından itibaren asgari ücretten, gelir vergisi ile damga vergisini kaldırıyoruz. İşveren kesimini 450 liralık ilave yükten kurtarıyoruz.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan bilgi notuna göre, 2022 yılı için brüt 5 bin 4 lira, net 4253,4 lira olacak.

SGK ve işsizlik sigortası primi dahil olmak üzere işverene toplam maliyet 5 bin 879 lira olacak. Mevcut asgari ücretin işverene toplam maliyeti 4 bin 203 lira düzeyindeydi.

2022 YILI ASGARİ ÜCRETİ (TL, AY)

ASGARİ ÜCRET

5.004,00

SGK PRİMİ % 14

700,56

İŞSİZLİK SİG.PRİMİ  % 1

50,04

KESİNTİLER TOPLAMI

750,60

NET ASGARİ ÜCRET

4.253,40

İŞVERENE  MALİYETİ

SGK PRİMİ % 15.5 ( İşveren Payı ) (***)

775,62

İŞVEREN İŞSİZLİK SİGORTA PRİMİ  % 2

100,08

İŞVERENE TOPLAM  MALİYET (****)

5.879,70

 

Tam mükellefiyete tabi ve bilanço esasına göre defter tutan gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri (kollektif, adi komandit ve adi şirketler dahil, (A) fıkrasının (9) numaralı bendi kapsamında söz konusu fıkranın (1) numaralı bendinde yer alan şartlara bakılmaksızın enflasyon düzeltmesi yapanlar ile kayıtlarını Türk para birimi dışında başka bir para birimiyle tutmalarına izin verilenler hariç), (A) fıkrasında yer alan enflasyon düzeltmesi yapma şartlarının gerçekleşmediği hesap dönemlerinin sonu itibarıyla, bilançolarına dahil bulunan amortismana tabi iktisadi kıymetlerini (bu niteliklerini korudukları müddetçe sat-kirala-geri al işlemine veya kira sertifikası ihracına konu edilenler hariç) ve bunlar üzerinden ayrılmış olup bilançolarının pasifinde gösterilen amortismanları aşağıda belirtilen şartlar doğrultusunda yeniden değerleyebilirler.

  1. İktisadi kıymetlerin maliyet bedellerine eklenmiş bulunan (iktisadi kıymetlerin aktifleştirildiği hesap dönemine ilişkin olanlar hariç) kur farkları ve kredi faizleri (bunlara isabet eden amortismanlar dahil) yeniden değerleme kapsamına girmez.
  2. Yeniden değerlemede, iktisadi kıymetlerin ve bunlara ait amortismanların, bu Kanunda yer alan değerleme hükümlerine göre tespit edilen ve değerlemenin yapılacağı hesap dönemi sonu itibarıyla yasal defter kayıtlarında yer alan değerleri dikkate alınır. Amortismanın herhangi bir yılda yapılmamış olması durumunda, yeniden değerlemeye esas alınacak tutar bu amortismanlar tam olarak ayrılmış varsayılarak belirlenir.
  3. İktisadi kıymetlerin (2) numaralı bende göre tespit edilen değerleri ve bunlara ilişkin amortismanların, yeniden değerlemenin yapılacağı yıla ait olan yeniden değerleme oranı ile çarpılması suretiyle yeniden değerleme sonrası değerleri bulunur.

Yapılacak değerlemede yeniden değerleme oranı olarak (B) fıkrasında belirtilen oran dikkate alınır. Kendilerine özel hesap dönemi tayin olunan mükellefler için, özel hesap döneminin başladığı takvim yılına ait esas alınmak suretiyle belirlenir.

Geçici vergi dönemleri itibarıyla yapılacak değerlemede esas alınacak yeniden değerleme oranı, bir önceki yılın Kasım ayından başlamak üzere; 3, 6 ve 9’uncu aylarda bir önceki 3, 6 ve 9 aylık dönemlere göre Türkiye İstatistik Kurumu’nun Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’nde meydana gelen ortalama fiyat artış oranı esas alınmak suretiyle belirlenir.

  1. Yeniden değerleme neticesinde iktisadi kıymetlerin değerinde meydana gelen değer artışı, yeniden değerlemeye tabi tutulan iktisadi kıymetlerin her birine isabet eden değer artışı ayrıntılı olarak görünecek şekilde, bilançonun pasifinde özel bir fon hesabında gösterilir. Değer artışı, iktisadi kıymetlerin yeniden değerleme sonrası ve yeniden değerleme öncesi net bilanço aktif değerleri arasındaki farktır. Net bilanço aktif değeri, iktisadi kıymetlerin bilançonun aktifinde yazılı değerlerinden, pasifte yazılı amortismanların tenzili suretiyle bulunan değeri ifade eder. İktisadi kıymetler için amortismanın herhangi bir yılda yapılmamış olması durumunda söz konusu değer, bu amortismanlar tam olarak ayrılmış varsayılarak belirlenir.
  2. İktisadi kıymetlerini bu fıkra kapsamında yeniden değerlemeye tabi tutan mükellefler bu kıymetlerini, yeniden değerleme sonrasında bulunan değerleri üzerinden amortismana tabi tutmaya devam ederler. Yeniden değerlemeye tabi tutulanların her birine isabet eden değer artışları ile bunların hesap şekilleri amortisman kayıtlarında ayrıntılı olarak gösterilir.
  3. Pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışı tutarının, sermayeye ilave edilme dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilen veya işletmeden çekilen kısmı, bu işlemin yapıldığı dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin bu dönemde gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulur. Sermayeye eklenen değer artışları, ortaklar tarafından işletmeye ilave edilmiş kıymetler olarak kabul edilir. Bu işlemler kar dağıtımı sayılmaz.
  4. Yeniden değerlemeye tabi tutulan iktisadi kıymetlerin elden çıkarılması (satış, devir, işletmeden çekiş, tasfiye gibi) halinde, bunlara isabet eden pasifte özel bir fon hesabında gösterilen değer artışları aynen amortismanlar gibi muameleye tabi tutulur.
  5. Her yılın yeniden değerleme oranı ancak o yıla ait değerlemede nazara alınabilir. Yeniden değerlemenin herhangi bir yıl yapılmamasından veya değerleme oranının düşük uygulanmasından dolayı daha sonraki yıllarda geçmiş dönemlere ilişkin yeniden değerleme yapılamaz.
  6. Hesap dönemi içinde aktife giren iktisadi kıymetler için aktife girdiği hesap döneminde, yeniden değerleme yapılmaz.
  7. Yeniden değerlemeye tabi tutulan iktisadi kıymetlerin elden çıkarılmasından önce (A) fıkrasında belirtilen enflasyon düzeltmesi yapılmasına ilişkin şartların oluşması halinde, anılan fıkranın (7) numaralı bendi uyarınca enflasyon düzeltmesi yapılır. Söz konusu bent gereği öz sermaye kalemlerinin düzeltilmesinde bu madde kapsamındaki yeniden değerleme değer artış fonu öz sermayeden düşülür. Ayrıca mezkûr değer artış fonunun sermayeye ilavesi nedeniyle oluşan sermaye artışları sermaye artışı olarak dikkate alınmaz ve enflasyon düzeltmesine tabi tutulmaz.
  8. (A) fıkrası uyarınca enflasyon düzeltmesine ilişkin şartların oluştuğu dönemlerde, bu fıkra uyarınca yeniden değerleme yapılmaz. Anılan fıkrada belirtilen enflasyon düzeltmesine ilişkin şartların oluşmadığı ilk hesap döneminden itibaren, bu fıkra hükümleri uyarınca yeniden değerleme uygulamasına devam olunabilir. Bu durumda iktisadi kıymetlerin yeniden değerlemesine esas değerler olarak, enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş son bilançoda yer alan değerler dikkate alınır. Bu değerin tespitinde, iktisadi kıymetler için amortismanın herhangi bir yılda yapılmamış olması durumunda, bu amortismanlar tam olarak ayrılmış varsayılır.
  9. Bu fıkra kapsamında yeniden değerleme yapılan hesap döneminden sonra (A) fıkrası uyarınca enflasyon düzeltmesi şartlarının yeniden oluşması durumunda, bu fıkra hükümlerine göre yeniden değerlemeye tabi tutulmuş olan iktisadi kıymetler ile bunlara ilişkin amortismanlar düzeltilmiş son değerleri dikkate alınarak enflasyon düzeltmesine tabi tutulur.
  10. Yeniden değerlemenin herhangi bir yılda yapılmaması durumunda, sonraki hesap dönemlerine ilişkin olarak bu fıkra kapsamında yeniden değerleme yapılabilir.
  11. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir.

 Not: Bu çalışma 7338 sayılı “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair” kanun ekinden alınmıştır. Veysi Seviğ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/enflasyon-duzeltmesi-yeniden-degerleme-orani-ve-yeniden-degerleme/642583

Pazartesi, 13 Aralık 2021 11:01

SGK Yaptı, Maliye Niye Yapmıyor?

Son bir haftadır en çok sorulan soru bu! Mail atanlar, telefonla ulaşanlar, sosyal medyadan mesaj gönderenler hep bu soruyu sordu ve sormaya da devam ediyor: SGK yaptı, Maliye niye yapmıyor? Çok haklı bir soru, bir o kadar da düşündürücü!

Konu, borç yapılandırma ilk taksitini ödeyemeyenlerle ilgili

Evet, tam da tahmin ettiğiniz gibi, konu, 7326 sayılı Kanun kapsamında yapılan vergi ve SGK borç yapılandırmasının ilk taksitini ödeyemeyenlerle ilgili.

Sahada olan birisi olarak şunu söyleyebilirim, gerçekten bu durumda olan çok sayıda mükellef var ve çeşitli nedenlerle ilk taksitlerini ödeyemediler.

Taksiti ödeyemeyenlerin haklı mazereti var

Maliye ve SGK haklı olarak, ”Borçlulara böyle avantajlı bir yapılandırma imkan sağladık, üstelik ilk taksit ödeme süresini de bir ay uzattık, buna rağmen ilk taksiti ödeyemeyen varsa yapacak bir şey yok, yapılandırmaları bozulacak!” diyebilir. Bu konuda her iki kuruma da yasal olarak diyecek bir şey yok, haklılar.

Ancak, ekonomik hayatta hiçbir şey doğru gitmiyor, pandeminin etkisi azalmış olsa da, bazı sektörler hariç hala devam ediyor, insanlarımız, mükelleflerimiz hala tam olarak kendilerini toparlayamadılar. Düşen satış ve cirolar, kışa hazırlık, okulların açılması, yapılan satışların bedellerinin tahsil edilememesi, hakedişlerin ilgili idarelerce ödenmemesi vb. nedenlerle banka kredileri, kredi kartları ve bu kapsamda yapılandırma taksitleri başta olmak üzere çok sayıda borç ödenmedi, ödenemedi. Ayrıca, başvuru ve 1. taksit ödeme sürelerinin uzatılması da, ödeme süreleri konusunda mükelleflerin kafasını iyice karıştırdı. Bir kısım mükellef ise, ödeme süresinin yeniden uzatılacağına inanıyor ve bekliyordu. Bunu piyasayı, sahayı, reel sektörü, iş dünyasını yakından bilen ve izleyen herkes bilir, bilmek de zorundadır.

Maliye ve SGK, yapılandırma taksitlerini tahsil etmek, borç yapılandırması yapanlar da ödemek istiyor. Buraya kadar bir sorun yok, hemen herkes hemfikir.

Kanun açık, ilk 2 taksiti süresinde ödeyemeyenlerin yapılandırması bozulur

7326 sayılı Kanuna göre hesaplanan vergi (matrah ve vergi artırımları dahil) ve SGK borç tutarları peşin veya taksitler hâlinde ödenebiliyor.

Peşin ödemeyi tercih eden mükelleflerin ödemelerini Maliye’ye 1 Kasım’a, SGK’ya ise 30 Kasım’a kadar yapmaları gerekiyordu. Yine aynı şekilde, taksitle ödemeyi seçenlerin de, 1. taksitlerini Maliye’ye 1 Kasım’a, SGK’ya ise 30 Kasım’a kadar ödemeleri gerekiyordu.

Ancak, peşin veya ilk taksit ödemelerinin bu sürelerde yapılamadığı durumlarda, peşin ödemeyi seçenlerle taksitle ödemeyi seçenler arasında ciddi bir farklılık söz konusu. İlgili düzenlemeye göre, taksitle ödemeyi seçenlerin 1. Taksit ödemelerini süresinde yapamamaları halinde, yapılandırmaları bozuluyor. Peşin ödemeyi seçip yukarıda belirtilen sürelerde ödeyemeyenlerin ise yapılandırmaları hemen bozulmuyor, onların bir şansı daha bulunuyor. Peşin ödemeyi seçen bu mükellefler 1. Taksit ödeme süresinde ödeyemedikleri tutarları, 2. taksit ödeme süresi olan vergide 30 Kasım’a (bugün dahil), SGK’da ise 31 Aralık 2021 tarihine kadar (bugün dahil) geç ödeme zammıyla birlikte ödemeleri halinde, vergi ve SGK yapılandırmaları bozulmadı/bozulmuyor (7326 sayılı Kanun, Mad. 9).

7326 sayılı Kanunda yer alan düzenleme bu şekilde!

SGK taksitle ödemeyi seçip ilk taksiti süresinde ödeyemeyenlere bir şans daha verdi

SGK, yayınladığı Genelge ile, 7326 sayılı Kanunda yer alan söz konusu düzenlemeyi biraz geniş yorumlayarak, 7326 sayılı Kanun kapsamındaki yapılandırmaya yasal süresi içerisinde başvurmak kaydıyla, taksitle ödeme yolunu seçenlerin, ilk taksiti ödeyip ödemedikleri gözönünde bulundurulmaksızın 31 Aralık 2021 tarihine kadar (bu tarih dahil) peşin ödeme talebinde bulunmaları ve peşin olarak hesaplanan tutarı 6183 sayılı Kanunun 51. Maddesine göre belirlenen gecikme zammı oranı üzerinden hesaplanacak geç ödeme zammıyla birlikte 31 Aralık 2021 tarihine (bu tarih dahil) kadar ödemeleri halinde peşin ödeme hükümlerinden yararlandırılarak yapılandırmalarının geçerli sayılacağını açıkladı (SGK’nın 09.06.2021 tarihli ve 2021/20 sayılı Genelgesi).

Maliye, ilk taksiti süresinde ödeyemeyenlerin yapılandırmasını iptal etti

Maliye ise, taksitle ödemeyi seçip, ilk taksit ödemesini 1 Kasım 2021 tarihine kadar yapamayan/yapmayan mükelleflerin yapılandırma, matrah ve vergi artırımlarını iptal etti, borçlarını yapılandırma öncesine döndürdü, matrah ve vergi artırımlarından kaynaklanan borçları ise takibe almaya başladı. Özellikle vergi borcu olmadığına dair yazı almak isteyenler, bu nedenle oldukça zor duruma düştüler.

Sahadan yüksek sesle gelen soru: SGK yaptı, Maliye neden yapmıyor?

Evet, sahadan gelen bu soru oldukça doğru ve yerinde!

SGK, ilk taksit ödemelerini süresinde yapamayanlara tercih değişikliği hakkı vererek, peşin ödeme talep etmeleri ve peşin olarak hesaplanan tutarı geç ödeme zammıyla birlikte 31 Aralık 2021 tarihine kadar ödemeleri halinde yapılandırma haklarını bozmadı, korudu.

Maliye ise, ilk taksiti süresinde ödeyemeyenlerin yapılandırma, matrah ve vergi artırımlarını bozdu, gerekçe olarak da, “Kanuna göre taksitle ödemede ilk 2 taksitin süresinde ödenme zorunluluğunu” gösterdi.

Peki, SGK mı doğrusunu yapıyor, Maliye mi?

Kanun aynı Kanun, madde aynı madde, peki o zaman bu iki kurum nasıl oluyor da söz konusu düzenlemeyi farklı anlayabiliyor ve farklı uygulayabiliyor? Hangisinin yaptığı uygulama doğru?

7326 sayılı Kanun son derece açık, ilk 2 taksitin süresinde ödenmesi şart, ilk 2 taksitin süresinde ödenmemesi halinde ise, gerek Maliye gerekse SGK borç yapılandırması ile matrah ve vergi artırımlarının bozulması gerekiyor. Olması gereken bu!

Konuya kanun hükümleri çerçevesinde bakıldığında, maalesef Maliye’nin uygulaması doğru. Çünkü, 7326 sayılı Kanunda, SGK’ya bu şekilde bir uygulama yapabileceğine dair verilmiş özel bir yetki düzenlemesi bulunmuyor.

Ancak, SGK’nın bulduğu bu çözüm yolu oldukça mantıklı ve yapılandırma düzenlemesinin ruhuna da son derece uygun.

Bu konuda ne yapılmalı?

Sahadan gelen talep; 7326 sayılı Kanun kapsamındaki yapılandırmaya yasal süresi içerisinde başvurmak kaydıyla, taksitle ödeme yolunu seçenlerin, ilk 2 taksiti ödeyip ödemediklerine bakılmaksızın 31 Aralık 2021 tarihine kadar (bu tarih dahil) peşin ödeme talebinde bulunmaları ve peşin olarak hesaplanan tutarı 6183 sayılı Kanunun 51. Maddesine göre belirlenen gecikme zammı oranı üzerinden hesaplanacak geç ödeme zammıyla birlikte 31 Aralık 2021 tarihine (bu tarih dahil) kadar ödemeleri halinde, borç yapılandırması ile matrah ve vergi artırımlarının geçerli sayılması şeklinde.

Peşin ödeme SGK ve Maliye’nin de işine gelir, haklarını kaybeden/kaybetme tehlikesi olan mükelleflerin de! Özellikle matrah ve vergi artırım haklarının kaybedilmesi mükellefler açısından çok önemli sonuçlar doğuruyor. Matrah ve vergi artırımı yaparak buna ilişkin vergiyi ödeyen mükellefler, matrah ve vergi artırımı yaptıkları yıl veya yıllar için, artırım konusu vergi türleri yönünden “vergi incelemesi yapılmama garantisi” elde ediyorlar. Matrah ve vergi artırımı aslında vergi incelemesine karşı bir sigorta niteliğinde! Mükellefler artırım yaptıkları yıllarla ilgili düşük tutarda bir “sigorta parası” ödeyerek incelenmekten kurtuluyor, herhangi bir vergi ve vergi cezası ile karşı karşıya kalmıyorlar! Böyle bir avantaj kim kaybetmek ister?

Aslında ortada çözülmeyecek bir durum söz konusu değil: Maliye ve SGK, yapılandırma borçları ile matrah ve vergi artırım vergilerini tahsil etmek, mükellefler de ödemek istiyor. Ancak, bunun için, yeni bir yasal düzenleme yapılması gerekiyor.

Bize göre, 2022 yılı bütçe görüşmeleri tamamlandıktan sonra çıkması muhtemel Torba Yasa’da, sahadan gelen bu talebe uygun bir düzenlemeye yer verilmesi şart. Bu konuda çok sayıda mükellef mağdur durumda, yapılandırma ve matrah/vergi artırımlarının bozulmamasını istiyor.

İş dünyasının içinden gelen, reel sektörü ve yaşanan sorunları çok iyi bilen birisi olan Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Dr. Nureddin NEBATİ’nin sahadan gelen bu talepleri karşılıksız bırakmayacağını düşünüyorum. ABDULLAH TOLU

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sgk-yapti-maliye-niye-yapmiyor/642617

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • DEVAMSIZLIK NEDENİYLE FESİHTE, İŞÇİNİN İŞ AKDİ FESİH TARİHİ NE OLMALI? İş Kanunu 25/II-g maddesinde işçinin işverenden izin almaksızın kanunda belirtilen…
  • 2023 yılı Kurumlar Vergisi Beyannamesinde Enflasyon Muhasebesi İle İlgili  Bilanço Dipnot Bilgileri Enflasyon Muhasebesi ile ilgili 2023 yılı Kurumlar Vergisi Beyannamesinde Bilanço…
  • DEVAMSIZLIK SAATLERİNİN TOPLANMASI VE HAKLI FESİH Çalışan ve işveren ilişkisi iş akdinin feshine kadar devam eder,…
Top