Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

İlk sigorta başlangıcım 17/5/1999 tarihinde Bağkur’dan oldu. 15 yıl 3600 günden kıdem tazminatı alarak işten ayrılmak istiyorum. İlk sigorta başlangıcımın ve primlerinin bir kısmının Bağkur’dan olması kıdem tazminatı almama engel olur mu?

1475 sayılı eski İş Kanununun 14. maddesine göre ilk defa 8/9/1999 tarihinden önce sigortalı olanlar, aynı işveren yanındaki çalışma sürelerinin en az bir yıl olması ve 15 yıllık sigortalılık süresi ile 3600 prim gün sayısını doldurmaları halinde kıdem tazminatı alarak işinden ayrılabileceklerdir.

Bu şartları sağlayan sigortalının işten ayrılma dilekçesinde, işten ayrılma nedeninin yaş dışında diğer emeklilik şartlarının yerine getirilmesi olarak açıkça belirtmesi ve SGK’dan alacağı ”kıdem tazminatı alabilir” şeklinde yazıyı da dilekçe ekinde işverenine vermesi gerekiyor.

Sosyal Güvenlik Kurumunca yayımlanan 2018/38 sayılı Genelgede “kıdem tazminatı alır” yazısının verilmesi sırasında gerek sigortalılık süresi, gerekse gün koşulunun tespitinde farklı statülerde geçen hizmetlerin birleştirileceği, ayrıca hizmet ve sigortalılık sürelerini etkileyen itibari hizmet süresi, fiili hizmet süresi zammı gibi faktörlerin de dikkate alınacağı ve 2829 sayılı Kanunun 8. maddesine göre değerlendirme yapılmaksızın son statünün 4/1-(a) kapsamında olmasının bu belgenin verilmesi için yeterli olacağı belirtilmiştir.

Bu bakımdan 15 yıl 3600 gün şartlarının sağlanmasında, ilk defa sigorta başlangıcının Bağkur (4/b) veya Emekli Sandığı (4/c) statüsünde olması “kıdem tazminatı alır” yazısının alınmasına engel olmayacağından 3600 günün tamamının SSK (4/a) statüsünde geçmiş olması gibi bir şart da bulunmamaktadır. Bu kapsamdaki sigortalıların iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte İş Kanunu kapsamında işçi olmaları yeterlidir. Haliyle işyerinde bir yıllık kıdemini doldurmuş sigortalılara SGK’dan kıdem tazminatı alır yazısının verilmesi sırasında, fiili hizmet süresinin son 7 yıllık süresinin 3,5 yıl veya üzerindeki kısmının (1260 günün) SSK statüsünde geçmiş olması gibi bir şart da aranılmamaktadır.

Yarım çalışma ödeneği alan sigortalıların Şubat ayı SGK bildirimleri nasıl yapılır?

Yarım çalışma ödeneği alan bir işçimizin Şubat ayı bildirimini yaparken prim gün sayısını 15 gün girdiğimizde, sistem eksik gün sayısını 15 gün girmemize izin vermiyor. İşçinin 15 günlük yarım çalışma ödeneği alabilmesi için prim gün sayısını ve eksik gün sayısını nasıl girmemiz gerekir? Ahmet E.

Yarım çalışma ödeneği ile ilgili çıkartılan usul ve esaslarda, ödeme döneminde, yarım çalışmanın başlayıp sona erdiği ayların parmak hesabı yapılarak fiili gün sayısı üzerinden, ara ayların 30 gün olarak değerlendirileceği belirtilmiştir.

Dolayısıyla yarım çalışma ödeneğinin verilmesi sırasında Şubat ayını, ara aya rastlıyorsa 28 veya 29 gün çektiğine bakmaksızın 30 gün kabul etmek gerekiyor. Bu durumda Şubat ayında haftalık çalışma süresinin yarısı kadar çalışmış sigortalı için 15 günlük ücret ödeyip 15 günlük SGK bildirimi yapılması, haliyle MUHSGK’ya da eksik gün sayısını 13 gün olarak girmek gerekecektir. Bu durumda İŞKUR tarafından usul ve esaslarda açıklandığı üzere Şubat ayının 30 günlük kabul edilip, eksik gün sayısı 13 gün bile girilse kalan 15 günlük süre için yarım çalışma ödeneği verilmesi icap etmektedir.
Buna karşın Şubat ayının ara ay olması ve sigortalının prim gün sayısının 13 gün girilmesi halinde yarım çalışma ödeneği de 13 gün üzerinden ödenecektir.

7103 teşvikinden yararlanılan sigortalı şirket ortağı olduğunda teşvikten yararlanılabilir mi?

27103 teşvikinden yararlandığımız bir işçimiz şirkete ortak oldu. Halen işyerimizde çalışmaya da devam ediyor. 27103 teşvikinden yararlanmaya devam edebilir miyiz? Hakkı S.

İşçinizin çalıştığı şirkete mi, başka bir şirkete mi ortak olduğunu belirtmemişsiniz. Eğer ki çalıştığı şirket ortak olmuşsa (anonim şirkete yönetim kurulu ve ortak olması durumu da dahil) 5510/53. maddeye göre ortak olduğu tarihten itibaren ortağı olduğu şirketten 4/a kapsamında bildirilmesi zaten mümkün değil. Haliyle şirket ortağı olduğu tarihin bir gün öncesinde 4/a kapsamında işten ayrılış bildirgesi düzenlemeniz gerekecektir.

Yok eğer başka bir şirkete ortak olmuşsa bu durum mevcutta çalıştığı işyerinden 4/a kapsamında sigortalı olmasına engel değildir. Bu durumda da her ne kadar 4447/Geçici 19. maddede yer alan teşvikten sigortalının işe girdiği tarihten önceki üç aylık sürede isteğe bağlı sigortalılık hariç toplam 10 günden fazla 4/a, 4/b veya 4/c, Ek-6 veya Ek-9 (10 gün ve üzerinde) sigortalısı olmama şartı aranılsa da, bu şarta işe alındığı tarihten önceki üç aylık süre için bakılmaktadır.

Haliyle 27103 teşvikinden yararlandığınız sigortalı sonradan başka bir şirkete ortak olmuş olsa bile bu durum 27103 teşvikinden yararlanmanıza engel teşkil etmediğinden 31/12/2022 tarihi aşılmamak kaydıyla teşvikten kalan süre zarfında yararlanabilirsiniz. Eyüp Sabri Demirci

https://www.karar.com/yazarlar/eyup-sabri-demirci/kidem-tazminati-alabilir-yazisinda-onemli-noktalar-1592399

Bu durumda mevcut ödemenin üzerinde iddia olunan fazla çalışma HER TÜRLÜ DELİLLE İSPATLANABİLİR!

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.

İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazi kayıt ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının her türlü delil ile ispatı mümkündür.

İlgili Kanun / Madde : 4857 S. İşK/41

Örnek Karar : Y9. HD. E. 2021/11508 K. 2021/15706 T: 22.11.2021

Anıl Çevik

İhracat bedellerinin yurda getirilmesine ilişkin usul ve esasları Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından yayınlanan İhracat Genelgesi ile düzenlenmektir.

2018-32/48 sayılı Tebliğ'in yürürlüğe girdiği tarihten itibaren fiili ihracatı gerçekleştirilen işlemlere ilişkin ihracat bedellerinin yurda getirilme süresi fiili ihraç tarihinden itibaren 180 günü geçemez. 180 gün azami süre olup bedellerin ithalatçının ödemesini müteakip doğrudan ve gecikmeksizin yurda getirilmesi esastır. İhracat işlemlerine ait sözleşmelerde bedellerin tahsili için fiili ihraç tarihinden itibaren 180 günden fazla vade öngörülmesi durumunda, bedellerin yurda getirilme süresi vade bitiminden itibaren 90 günü geçemez. Öngörülen vadenin tespiti için ihracatçının yazılı beyanıyla birlikte vade içeren sözleşmenin ya da vadeyi tevsik niteliğini haiz proforma fatura veya poliçenin aracı bankaya ibrazı zorunludur.

Söz konusu Genelge güncellenmiş olup yapılan değişiklikler şu şekildedir:

Muafiyet Tanınan Ülke Sayısı Artırıldı

Bununla birlikte İran, Suriye ve Lübnan'a yapılan ihracat işlemleriyle ilgili olarak bedellerin yurda getirilmesine muafiyet tanınmaktaydı.

Yeni düzenleme ile muafiyet tanınan ülke listesi 29 olarak güncellendi:

1

Afganistan

11

Gine

21

Nijerya

2

Angola

12

İran

22

Senegal

3

Belarus

13

Kamerun

23

Somali

4

Benin

14

Kenya

24

Sudan

5

Cibuti

15

Kırgızistan

25

Suriye

6

Etiyopya

16

Kuzey Kore

26

Suudi Arabistan

7

Fildişi Sahili

17

Küba

27

Tacikistan

8

Filistin

18

Liberya

28

Tanzanya

9

Gabon

19

Lübnan

29

Venezuela

10

Gana

20

Moldova

Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı şirketleri tarafından yapılan ihracat işlemleri muafiyet kapsamına alındı.

Tasarruf Serbestisi Kapsamı Genişletildi

Hizmet ihracatı, transit ticaret, Türkiye'de ikamet etmeyenlere özel fatura ile yapılan satış, Türkiye'de ikamet etmeyenlere KDV hesaplanarak yapılan satış, mikro ihracat ve serbest bölge işlem formu kapsamında gerçekleştirilen 5.000 ABD doları veya karşılığı döviz ya da Türk lirasını geçmeyen tutardaki ihracat işlemlerinde bedellerin tamamının tasarrufu serbest durumdaydı.

Mezkur Genelge'nin 4. maddesinin altıncı fıkrası "Ek:2'de yer alan ülkelere yapılan ihracat işlemleriyle ilgili olarak 2018-32/48 sayılı Tebliğ'in 3. maddesinin birinci fıkrası uygulanmaz." şeklinde, aynı Genelge'nin 8. maddesinin dördüncü fıkrası "Suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanına yönelik mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla ihracat bedellerinin bankacılık sistemiyle doğrudan ülkemize transferinin mümkün olmadığı Irak ve Libya'ya yapılan ihracat işlemlerinde ihracat bedelinin bankalarca kabulünün;

a) İthalatçının Türkiye'deki bankalarda bulunan hesaplarından transferi yoluyla veya

b) İhracat bedelinin ihracat işlemiyle ilişkisi kurulmak şartıyla üçüncü bir ülkeden bankalar aracılığıyla transferi yoluyla veya

c) İhracatçının yazılı beyanının yanı sıra işlemin niteliğine göre satış sözleşmesi ya da kesin satış faturası (veya proforma fatura) ile GB'nin bir örneği/GB bilgileri ibraz edilmek kaydıyla NBF aranmaksızın efektif olarak

d) Peşin döviz olarak getirilen bedellerde, ihracatçının yazılı beyanının yanı sıra işlemin niteliğine göre satış sözleşmesi ya da kesin satış faturası (veya proforma fatura) ibraz edilmek kaydıyla NBF aranmaksızın efektif olarak yapılması mümkündür." şeklinde,

söz konusu Genelge'nin 22. maddesinin birinci fıkrası "Hizmet ihracatı, transit ticaret, Türkiye'de ikamet etmeyenlere özel fatura ile yapılan satış, Türkiye'de ikamet etmeyenlere KDV  hesaplanarak yapılan satış, mikro ihracat ve serbest bölge işlem formu kapsamında gerçekleştirilen 5.000 ABD doları veya karşılığı döviz ya da Türk lirasını geçmeyen tutardaki ihracat işlemlerinde bedellerin tamamının; Ek:3'te yer alan ülkelere yapılan ihracat işlemlerinde ise bedellerin yüzde ellisinin tasarrufu serbesttir." şeklinde değiştirilmiştir.

Bu çerçevede, anılan Genelge'nin ikinci ekinde (Ek:2) yer alan ve ihracat bedelinin yurda getirilmesinde istisna tanınan ülkeler arasında Afganistan'ın da bulunması nedeniyle söz konusu ülkeye yapılan ihracata ilişkin açık ihracat hesaplarının kapatılması mümkün bulunmaktadır. Ayrıca, aynı Genelge'nin üçüncü ekinde yer alan (Ek:3) ve GB'de yer alan tutarın yüzde ellisinin tasarrufunun serbest bırakıldığı ülkeler arasında Türkmenistan da bulunmaktadır.

Yeni düzenleme ile Genelge Ek-2'de yer alan aşağıdaki ülkelere yapılan ihracat işlemlerinde bedellerin yüzde ellisinin tasarrufu serbest bırakıldı:

1

Azerbaycan

2

Cezayir

3

Fas

4

Kazakistan

5

Mısır

6

Özbekistan

7

Tunus

8

Türkmenistan

9

Ukrayna

10

Yemen

Ayrıca, Anılan Genelge'nin 8. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan istisna mevcut durumda yalnızca Irak ve Libya'ya tanınmış olup söz konusu istisnadan faydalanabilmek için Gümrük Beyannamesinin 17. hanesinde kayıtlı Varış Ülkesinin söz konusu ülkeler olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Bu durumda, anılan maddedeki (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde belirtildiği şekilde bankalarca bedel kabul edilerek hesap kapatılması mümkündür.

Peşin Döviz Ek Süre Tanındı

Peşin bedel karşılığı ihracatın 24 ay içerisinde yapılması zorunludur. Ancak 2018-32/48 sayılı Tebliğ'in 9. maddesinde yer alan mücbir sebep ve haklı durum hallerinin varlığı nedeniyle 24 ay içerisinde ihracat yapılamayacağının anlaşılması halinde belirtilen süre dolmadan ihracatçı tarafından peşin bedelin transfer edildiği/getirildiği bankaya mücbir sebep/haklı durum hallerinin 2018-32/48 sayılı Tebliğ'in 9. maddesinde belirtilen şekilde tevsik edilmesi kaydıyla banka tarafından ihracatçıya en fazla 1 yıla kadar ek süre verilebilir. Banka tarafından verilen toplam 1 yıllık ek sürenin sonunda mücbir sebep/haklı durum devamının belgelenmesi halinde ihracatçı hakkında 2018-32/48 sayılı Tebliğ kapsamında yapılacak işlemlere Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından karar verilir.

İhracat Hesabının Kapatılması Maddesine Ekleme Yapıldı

Yürürlükteki İhracat Rejimi ve Finansal Kiralama (leasing) Mevzuatı çerçevesinde kiralama yoluyla yapılan ihracatta; sözleşme sürelerinin 180 günden fazla olması ve 180 gün sonunda sözleşmenin vadesi gelmemiş borçları da içermesi, aylık kira ücreti toplamının 15.000- ABD Doları veya karşılığı döviz ya da Türk Lirasını geçmemesi halinde kiralananın toplam değeri göz önüne alınmaksızın ihracat hesabı doğrudan bankalarca veya ihtarname süresi ile ek süreler içinde kalınması koşuluyla Vergi Daireleri tarafından terkin edilerek kapatılır.

Söz konusu genelgeye;

https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/e90670f7-fc2e-453c-acd3-88098334b484/%C4%B0hracat+Genelgesi.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-e90670f7-fc2e adresinden erişim sağlanmaktadır. https://tim.org.tr/

04.09.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ (İhracat Bedelleri Hakkında Tebliğ No:2018-32/48)”de; “Türkiye’de yerleşik kişiler tarafından gerçekleştirilen ihracat işlemlerine ilişkin bedeller, ithalatçının ödemesini müteakip doğrudan ve gecikmeksizin ihracata aracılık eden bankaya transfer edilir veya getirilir. Bedellerin yurda getirilme süresi fiili ihraç tarihinden itibaren 180 günü geçemez. Söz konusu bedellerin en az %80’inin bir bankaya satılması zorunludur.” hükmü yer almaktaydı. (12.09.2018 tarihli ve 45 sayılı Duyuru)

Anılan düzenlemeye ilişkin olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından 06.11.2018 tarihinde yayımlanan “İhracat Genelgesi”nin 8. maddesinde de aynı sonucu doğuran ifadeler yer almakta, ancak bu Genelgede Merkez Bankası’na satış zorunluğu getiren bir düzenleme bulunmamaktaydı.

Akabinde;

  • 31.12.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Tebliğ ile ihracat bedellerinin Türkiye’ye getirilmesi uygulaması kalıcı hale getirilirken, anılan bedellerin en az %80’inin bankaya satılması zorunluluğu kaldırılmış, (06.01.2020 tarihli, 6 sayılı Duyuru)
  • TCMB’nin internet sitesinde yayımlanan ihracat bedellerinin yurda getirilmesine ilişkin 06.11.2018 tarihli İhracat Genelgesi yayından kaldırılarak, bunun yerine, 16.01.2020 tarihinde yeni “İhracat Genelgesi” yayımlanmıştı. (27.01.2020 tarihli, 9 sayılı Duyuru)

Bu defa, İhracat Genelgesine eklenen Ek 1. maddeyle ihracat bedellerinin (bu kez %25’i oranında olmak üzere) bankaya satılması uygulaması tekrar getirilmiş, ayrıca TCMB tarafından “İhracat Genelgesinin Ek 1 İnci Maddesi Kapsamında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına Yapılacak Döviz Satışına İlişkin Uygulama Talimatı” yayımlanmıştır. Genelgeye eklenen madde aşağıdaki gibidir:

“EK MADDE 1-Bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren İBKB’ye veya DAB’a bağlanan ihracat bedellerinin %25'i İBKB’yi veya DAB’ı düzenleyen bankaya satılır. Bu bedeller bankaca Merkez Bankası tarafından ilan edilen ve işlem günü için geçerli döviz alış kuru üzerinden aynı gün Merkez Bankasına satılır ve Merkez Bankasının banka nezdindeki hesabına aktarılır. Söz konusu tutarın tam karşılığı banka tarafından ihracatçıya Türk parası olarak ödenir.”

Buna göre;

  • 03.01.2022 tarihinden itibaren, İhracat Bedeli Kabul Belgesi (İBKB)’ye veya Döviz Alım Belgesi (DAB)’a bağlanan ihracat bedellerinin %25'i İBKB’yi veya DAB’ı düzenleyen bankaya satılacaktır. Bu bedeller bankaca Merkez Bankası tarafından ilan edilen ve işlem günü için geçerli döviz alış kuru üzerinden aynı gün Merkez Bankasına satılacak ve Merkez Bankasının banka nezdindeki hesabına aktarılacaktır. Söz konusu tutarın tam karşılığı banka tarafından ihracatçıya Türk parası olarak ödenecektir.
  • Banka nezdinde Merkez Bankası adına ABD doları, Euro ve İngiliz sterlini hesapları açılacak ve bankanın bu Uygulama Talimatı kapsamında satın aldığı dövizler saat 17:00’ye kadar Merkez Bankasına bildirilerek toplu bir şekilde söz konusu hesaplara aktarılacaktır.
  • Merkez Bankasının hesabına aktarılan dövizlere ilişkin dekont, ekstre ve benzeri belgeler ile bilgiler ve döviz alışı yapılan tutarlara ait bilgiler bankalarca Uygulama Talimatı’nın 1 no.lu ekinde yer alan bildirim formuna uygun olarak Merkez Bankasına aynı gün elektronik ortamda bildirilecektir.
  • Banka tarafından Merkez Bankasının hesabına aktarılan dövizler, Merkez Bankasınca işlem kuru üzerinden satın alınacaktır.
  • Döviz alış işlemleri karşılığı Türk lirası tutarları Merkez Bankasınca bankanın EFT merkezine masrafsız olarak gönderilecektir. Saat 17:30’a kadar sonuçlandırılamayan işlemler için ise Türk lirası tutarlar bankanın Merkez Bankası nezdindeki zorunlu karşılık hesabına aktarılacaktır.
  • Bir gün valörlü olarak transfer edilecek döviz tutarlarına ilişkin bankanın kendi muhabirine göndereceği döviz transferlerinde; MT202’nin 21. Alanına “CIRCULAR”, 72. alanına “/BNF/…. (Firma Unvanı) EXPORT CIRCULAR ADD.ART.1 REF:……… IBAN:............... (söz konusu işlemler için Merkez Bankası nezdinde açılacak hesaba ilişkin IBAN bilgisi)” ve MT202’nin 58. alanına “TCMBTR2A” açıklamaları yazılacaktır.
  • Banka tarafından yapılan döviz transferlerine ilişkin tüm masraflar, aylık olarak toplu bir şekilde banka tarafından gönderilen MT291 mesajına istinaden ödeme gününde saat 11:00’de Merkez Bankası tarafından ilan edilen döviz alış kuru üzerinden, takip eden ayın son iş gününe kadar Merkez Bankasınca Türk lirası olarak ödenecektir.

"İhracat Genelgesinin Ek 1 İnci Maddesi Kapsamında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına Yapılacak Döviz Satışına İlişkin Uygulama Talimatı"na ulaşmak için tıklayınız.

İhracat Genelgesi’nin son haline ise buradan ulaşabilirsiniz.

https://vergiport.com/blog/ihracat-bedellerinin-25inin-turkiye-cumhuriyet-merkez-bankasina-satisina-iliskin-uygulama-yururluge-girmistir

Anayasa Mahkemesi (AYM), vergi kaçakçılığı davaları ile ilgili önemli bir iptal kararı verdi. “Bir kişi, aynı olay nedeni ile iki kez yargılanıp cezalandırılamaz” ilkesini hatırlatan AYM, Vergi Usul Kanunu’nun ilgili fıkrasını iptal etti. İptal ile birlikte, vergi davasını kazandığı halde hapis cezası alan kişi, cezayı veren mahkemeye başvurarak yargılanmanın yenilenmesini talep edebilecek.

BURSA 17. Asliye Ceza Mahkemesi ile İstanbul 7. Vergi Mahkemesi’nin, kanunun ilgili bölümüne ilişkin itirazlarını değerlendiren AYM’nin iptal kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. AYM, kaçakçılık suçu ve vergi kabahatlerine dair yargılamada diğerini etkileyebilecek unsurların dikkate alınmasını sağlayacak güvencelere engel olan ve iki sürecin birbirinden bağımsız yürütülmesi kuralının anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline hükmetti. İptalle, vergi davasını kazandığı halde hapis cezası alanların, ceza mahkemesine yargılamanın yenilenmesi için başvuruda bulunabileceği bildirildi.

GENİŞ BİR ÇEVREYİ ETKİLİYOR

İptal ile birlikte yürürlüğe giren AYM kararını Hürriyet’e yorumlayan Avukat Doç. Dr. Serkan Ağar şu değerlendirmeyi yaptı: “AYM’nin, Vergi Usul Kanunu 367/6 fıkrasının iptal gerekçesi, ‘aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama’ ilkesidir. AYM bu düzenlemeyi adil yargılanma hakkına aykırı buldu. Yeni bir yasal düzenlemeye de gerek görülmedi. Öyle olsa AYM, süre verir ve iptal kararının yürürlüğünü de ertelerdi. Bu Karar ışığında, vergi incelemesinde, vergi kaçakçılığı tespit edilirse, inceleme; savcılığın takipsizlik kararı veya dava açıldıysa ceza mahkemesi kararının kesinleşmesine kadar bekletilecek. Vergi davasını kazandığı halde hapis cezası alanlar ise ceza mahkemesine yargılamanın yenilenmesi için başvuruda bulunabilecek. Bu karar çok önemli bir iptal kararı. Etki ve sonuçlarıyla da uzun süre tartışılacağa benziyor.”

OYÇOKLUĞUYLA İPTAL EDİLDİ

İKİ ayrı mahkeme, vergi kaçakçılığı ile suçlanan kişinin cezalandırılması talebiyle açılan davalarda itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasını haklı bularak, AYM’ne başvurdu. AYM de 4 Kasım 2021’de oyçokluğu ile ilgili fıkrayı iptal etti. İptal kararında özetle “Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, yargılama/cezalandırma süreçlerine etki edebilecek hususların dikkate alınmasını gerekli kılıyor. Bu kapsamda bağlantılı olarak işlenen kaçakçılık suçu ve vergi kabahatlerine ilişkin yargılama/cezalandırma süreçlerinde de bir diğerini etkileyebilecek unsurların dikkate alınmasını sağlayacak güvencelerin getirilmesi gerekmektedir. Bu gerekliliğin yerine getirilmesine engel olan kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralların Anayasa’ya aykırı olduğuna ve kuralın iptaline karar vermiştir” denildi.

https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/aymden-vergi-suclariyla-ilgili-kritik-karar-42020157

Amacım sizlere içinde bulunduğumuz, çok yakınımızda cereyan eden Rusya- Ukrayna savaşının insani boyutlarını göz önüne sermek değil. Yaşananlar aklın ve mantığın çok ötesinde… Ben sizlerle daha ziyade Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve daha birçok ülke tarafından Rusya’ya uygulanmaya başlanan finansal yaptırımların etkilerini konuşmak istiyorum. Sırası gelmişken bir bilgi paylaşayım.  Bir köşede sessiz sedasız oturuyor zannettiğiniz finansal tablolar, bir kelebek kadar hassaslardır. Kara haber tez yayılır derler ya, bizim finansal tablolar da bu haberlerle yavaş yavaş ürpermeye başladılar bile.  

Finansal tabloları bir fincan ıhlamurla dinginleştiremeyeceğimiz göre, en iyisi savaş ortamının finansal tablolara olası sonuçlarını beraberce analiz edelim.

Yılsonu finansallarına etkisi

Bunun için önce konuyu 2021 yıl sonu ve 2022 yılı diye ayırmakta fayda var. İlki, henüz yayımlanmamış 31.Aralık.2021 tarihli finansal tablolara ne olacak?

Laf aramızda, 31.Aralık.2021 tarihli finansal tablolar bu bahtsız ortamdan bir şekilde paçayı sıyırdılar. Neden mi dersiniz? Çünkü yıl sonu finansalları sırtını TMS 10 Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar Standardı’na yaslamış durumda. Buna göre raporlama dönemi sonu ile finansal tabloların yayımlanması için onaylandığı tarih arasında işletme aleyhine veya lehine meydana gelen olaylar “düzeltme gerektiren” ve “düzeltme gerektirmeyen olaylar” olmak üzere ikiye ayrılır.

Her ne kadar Rusya- Ukrayna arasındaki gerginlik 31 Aralık 2021 tarihinde var olsa da savaşın başlaması ve ekonomik yaptırımların uygulanması Şubat 2022 tarihinde meydana gelmiştir. Bu nedenle 31.Aralık.2021 tarihli finansal tablolarda savaşın olası etkileriyle ilgili herhangi bir düzeltme yapılmaksızın, finansal tablolara olan etkinin önem derecesine (materiality) göre Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar Dipnotunda açıklama yapılması gerekir. 

2022 ilk çeyrek finansallara etkiler

Ukrayna veya Rusya’da bağlı ortaklığımız veya yatırımlarımız varsa, önemli ticari bağlantılarımız mevcutsa, mal alıp-satıyorsak, Rus bankalarında paramız varsa, bu durumda üzülerek söylemeliyim ki 2022’nin ilk çeyrek finansalları, 31.Aralık.2021 tarihli yıl sonu finansal tablolarımız kadar şanslı olmayacaktır.

Her şeyin başında Ukrayna ve Rusya’da önemli bir iş kolunuz, bağlı ortaklığınız varsa, yapılacak iş “işletmenin sürekliliği - going concern” değerlendirmek olacaktır. Biliyorsunuz, Uluslararası/Türkiye Finansal Raporlama Standartlarla (UFRS/TFRS) uyumlu finansal tablolar işletmenin sürekliliği esasına göre hazırlanır. Buna göre işletme olağan faaliyet döngüsüne en az bir yıl daha devam etmelidir.

SWIFT kısıtlaması, Rus Merkez Bankasının ve Rus bankalarının varlıklarının dondurulması, Ruble’nin piyasalarda işlem görememesi dikkate alındığında, Rus şirketlerinden olan alacak tutarları için TFRS 9 Finansal Araçlar Standardı çerçevesinde ayrılan değer düşüklüğü karşılık tutarının (beklenen kredi zararları - expected credit losses) tekrar gözden geçirilmesi gerekecektir. 

Getirilen kısıtlamalar sonucu bankalardaki mevduat ve yatırımlara ulaşılmaması durumunda “nakit ve nakit benzeri” olarak sınıflandırdığım varlıklarım ya “bloke mevduat” olarak sınıflanacak veya bu varlıklar artık nakit ve nakit benzeri değil, “diğer finansal varlıklar” olarak sunulacaktır.

Sıkıntılar maalesef bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Ukrayna veya Rusya’da faaliyet gösteren şirketin ileride yaratacağı ekonomik faydaya bağlı olarak kullanabileceğini düşündüğü “ertelenmiş vergi varlıkları -deferred tax assets” bu gelişmeler ışığında riskli hale gelmiştir. İşletmenin ileride faydalanamayacağı tutar giderleştirilmelidir.

Finansal varlıklarımı ve/veya yatırımlarımı gerçeğe uygun değerinden ölçüyorsam; binalara, arsalara, makinelere veya kiraya vermek üzere kullandığım binalara yeniden değerleme modeli uyguluyorsam mevcut şartlar altında bu varlıkların ne Ukrayna’da ne de Rusya’da güncel değerlerini tespit etmem mümkün olamayabilir.

Ticari alacaklar gibi finansal varlıklardaki olası değer düşüklüğünün etkilerini benzer şekilde TMS 36 Varlıklarda Değer Düşüklüğü Standardı kapsamında maddi, maddi olmayan varlıklar ve yatırım amaçlı gayrimenkuller ve TMS 2 Stoklar Standardı kapsamında net gerçekleşebilir değerden ölçülen stok kalemleri için dikkate alınmalıdır. Varlıklarımdaki değer düşüklükleri kâr-zarar tablosunda giderleşecektir.

Bilanço kalemlerinin yanı sıra, satışlardaki olası düşüşlerin, artan hammadde ve enerji maliyetlerinin şirket kar-zararını nasıl etkileyeceği malumunuz… 

İç açıcı bir yazıyla karşınıza çıkmadığımın farkındayım ama bu şartlarda elden ne gelir. Aslı Gedik

https://www.dunya.com/kose-yazisi/savasin-finansal-tablolara-kacinilmaz-etkileri/651545

Mesleki deneyimi olmayan kişilere mesleki deneyim ve iş tecrübesi kazandırarak bu kişilerin istihdam edilebilirliklerini artırmak amacıyla işbaşı eğitim programı düzenlenmektedir. Ayrıca, program ile birlikte işverenler işe alacakları kişileri, kendi işyerlerinde yetiştirmektedirler. Bu anlamda İşbaşı Eğitim Programlarının çok faydalı olduğunu ve en büyük sorunumuz olan belgeli ve yetişmiş işgücü eksikliğinin giderilmesinde önemli bir misyonu olduğunu belirtmemiz lazım.

Program süresi bilişim ve imalat sektörlerindeki işyerleri ve mesleklerde en fazla 6 ay, diğer sektörlerde ise en fazla 3 ay olarak uygulanmaktadır. Siber güvenlik, bulut bilişim, oyun geliştirme uzmanı ve kodlama gibi çağımızın ve geleceğin meslekleri olarak görülen alanlarda düzenlenecek olan işbaşı eğitim programlarına katılan 18-29 yaş arası gençler için işbaşı eğitim programlarının süresi en fazla 9 ay uygulanmaktadır. Tehlikeli ve çok tehlikeli mesleklerde MEB Hayat Boyu Öğrenme modüllerinin veya üniversite eğitim modüllerinin asgari sürelerinden az olmamak kaydıyla program düzenlenmektedir. Program günde en az 5 en fazla 8 saat olmak üzere ve haftada 6 günü aşmamak kaydıyla haftalık 45 saati geçmeyecek şekilde planlanabilmektedir.

İŞKUR İl Müdürlükleri tarafından düzenlenmekte olan işbaşı eğitim programlarından Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği ve Genelgesi kapsamında gerekli şartların sağlanması durumunda iş başı eğitim programları açılabilmektedir.

19/02/2022 tarih ve 31755 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 43. maddesinin 8. fıkrasında değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklik kapsamında İŞKUR tarafından işbaşı eğitim programı ve benzeri programlar kapsamda kurumlarda eğitim personeli görevlendirilmeyecektir. Bu kapsamda görevlendirilecek diğer personel ile İŞKUR programlarında belirtilen süre kadar sözleşme yapılabilecektir.

19/02/2022 tarihinden itibaren, belirtilen özel öğretim kurumlarında ve eğitim personeli olan kişilerin yetiştirilmesine yönelik mesleki eğitim kursu veya işbaşı eğitim programı düzenlenmesi mümkün değildir.

Fakat özel öğretim kurumlarında “Diğer personel” olarak tanımlanan kurumda eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı dışındaki görevli personel için mesleki eğitim kursu veya işbaşı eğitim programı düzenlenebilecektir.

19/02/2022 tarihi ve sonrasında kurs ve program düzenlenmemesi gereken statülerde yer alan kişiler ile düzenlenen kurs ve programlar iptal edilecektir. Yapılmış ödemelerin ise (katılımcı zaruri gideri ile sigorta prim giderleri) işverenden tahsil edilmesi gerekmektedir.

Çağrı merkezi faaliyetinde bulunan işyerleri ve toptan veya perakende ticaret yapan market ve süpermarketler ile kurs ve/veya program düzenlenmemesi gerekmektedir. İşyeri faaliyet kodu farklı sektörlerde olsa dahi, belirtilen kapsamda faaliyette bulunan işyerleriyle de kurs ve/veya program düzenlenemeyecektir.

Ticareti yapılan ürün veya hizmete bakılmaksızın toptan veya perakende ticaret yapan işyerleri ile çağrı merkezi faaliyetinde bulunan işyerleri ile hiçbir şekilde kurs veya program düzenlenmeyecektir.

Bu çerçevede; satış temsilcisi, reyon görevlisi, kasiyer, perakende satış elemanı (tezgâhtar), perakende satış elemanı (gıda), market elemanı gibi toptan ve perakende ticaret sektörüne yönelik meslekler ile çağrı karşılama personeli, çağrı merkezi elemanı, çağrı merkezi müşteri temsilcisi, çağrı merkezi müşteri temsilcisi (banka), çağrı merkezi takım lideri, çağrı merkezi yöneticisi gibi çağrı merkezi faaliyetlerine yönelik mesleklerde kurs veya program düzenlenemeyecektir.

Kurs veya program düzenlenecek işyerinin faaliyet alanı yukarıda belirtilen faaliyet alanları dışında bir alan olması durumunda; kurs veya program düzenlenecek mesleğe göre değerlendirme yapılarak karar verilecektir. Resul Kurt

https://www.dunya.com/kose-yazisi/hangi-mesleklerde-isbasi-egitimi-duzenlenemeyecek/651542

7338 sayılı Kanunun 59. maddesiyle yapılan düzenleme ile nakdi sermaye artışlarının, yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısmı için yüzde 50 olan indirim oranının yüzde 75 olarak uygulanması hükme bağlandı. Bu değişiklik, yararlanılabilecek indirim tutarının artmasını sağlayacak.

Sermaye şirketlerinin özvarlıklarının güçlendirilmesi amacıyla 2015 yılında sistemimize kazandırılan, “nakdi sermaye artırımında faiz indirimi” olarak adlandırabileceğimiz teşvikle, ortakların şirkete yaptıkları nakit sermaye ödemeleri üzerinden hesaplanan varsayımsal faizin vergi matrahından indirilmesine olanak tanınıyor. Yani vergi daha az ödeniyor. Bu sermaye şirkette kaldığı (yani sermaye azaltılmadığı) sürece indirim uygulanabiliyor.

Faaliyetlerini özvarlık yerine borçla yürüten şirketler bu borcun yarattığı kur farkı ve faiz gibi finansman maliyetlerini gider yazarak ödeyeceği vergiyi düşürüyorlar. Bu müessese ile faaliyetlerini özvarlıkla yürüten şirketlerin maruz kaldığı bu haksız rekabet giderilmek isteniyor.

Uygulamaya Merkez Bankasınca açıklanan “bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı" esas alınıyor. Fikir vermesi için, son açıklanan (12 Kasım 2021 tarihli) ticari krediler faiz oranının yüzde 18,54 olduğunu söyleyebilirim. Kesin oran Aralık ayı sonunda belli olacak.

Vergi matrahından indirilecek tutar şöyle hesaplanıyor:

İndirim tutarı = nakdî sermaye artışı x ticari krediler faiz oranı x indirim oranı x süre

İndirim tutarını, kredi faiz oranının yanında indirim oranı da belirliyor. Genel indirim oranı yüzde 50, ancak bu oranın bazı durumlarda yüzde 0 veya halka açıklık oranına ya da sermaye artımının teşvikli yatırımlarda kullanılması durumuna göre yüzde 75, yüzde 100 veya yüzde 125 olarak uygulanması mümkün.

Örneğin, 2021 yılı Ocak ayında 10 milyon TL nakit sermaye artışı yapan bir şirket, son açıklanan oranla hesaplama yaptığımızda vergi matrahından (10 milyon TL x %18,54 x %50 x 12/12=) 927.000 TL indirim hakkına sahip oluyor. 2021 yılında kurumlar vergisi oranı yüzde 25 olduğuna göre, bu indirim nedeniyle eksik ödenecek kurumlar vergisi 231 bin 750 TL. Bu indirim tabii ki yıl sonunda kesinleşecek orana göre yapılacak.

Gördüğünüz gibi, nakdi sermaye artırımında faiz indirimi uygulamasıyla sürekli ve önemli bir vergisel avantaj sağlanıyor.

Bu uygulamayı ve yaşanan sorunları 1 Haziran 2020 tarihli yazımda değerlendirdiğim için bugün daha fazla detaya girmeden, geçen ay yapılan bir düzenlemeye geçiyorum.

Ne değişti?

7338 sayılı Kanunun 59. maddesiyle yapılan düzenleme ile nakdi sermaye artışlarının, yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısmı için yüzde 50 olan indirim oranının yüzde 75 olarak uygulanması hükme bağlandı. Bu değişiklik, yararlanılabilecek indirim tutarının artmasını sağlayacak. Yukarıdaki örnekte matrahtan indirilebilecek tutar 347 bin 625 TL’ye yükselecek. Yani indirim tutarı yüzde 50 oranında artacak.

Bu düzenleme, yayım tarihi olan 26 Ekim 2021 tarihinden itibaren yapılacak nakdi sermaye artışlarına uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girdi. Bu nedenle 26 .10.2021 tarihinden itibaren ticaret siciline tescil ettirilen nakdi sermaye artırımları için yeni oran geçerli olacak. Sermaye artırım avansı bu tarihten önce Türkiye'ye getirilmiş olsa da sermaye artırımına ilişkin kararın tescil ettirildiği tarih 26 Ekim 2021 ve sonrası ise yeni oran geçerli olacak.

Gerekçede bu değişikliğin, ülkemize yabancı sermaye/yurtdışından kaynak girişinin artırılması amacıyla yapıldığı ifade ediliyor. Bu artışın döviz ihtiyacı nedeniyle sadece yurt dışından yapılan sermaye ödemelerine tanınmasını, yerli sermayeye yapılan bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. İçinde bulunduğumuz kriz ortamı şirketlerin özvarlıklarının güçlendirilmesini ve dolayısıyla bunun teşvikini önemli hale getirdi. Yabancı sermayeli şirketler kadar yerli sermayeli şirketlerimizin de özvarlıklarının acilen güçlendirilmesine ihtiyaç var. Bu nedenle, yasal düzenleme yapılarak teşvik artışından yerli sermayenin de yararlandırılmasını bir zorunluluk olarak görüyorum. Ülkeye döviz girişini teşvik etmek için bir müesseseyi amacından uzaklaştırmak doğru değil!

Yapılan düzenlemeye göre, sermaye artışının yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısmı için genel oran olan yüzde 50 yerine yüzde 75 uygulanacak. Dolayısıyla halka açıklık oranı ve nakdi sermayenin yatırımda kullanılma durumlarına göre uygulanabilecek indirim oranı yüzde 150’ye kadar çıkabilecek. Değişiklikten önce indirim oranı en fazla yüzde 125’e çıkabiliyordu.

Örneğin halka açıklık oranı yüzde 50’nin üzerinde olan bir şirkete bu kapsamda yurt dışından getirilen nakdi sermayenin teşvik belgeli bir yatırımda kullanılması durumunda indirim oranı maksimum oran olan yüzde 150 olarak uygulanabilecek.

Bu değişiklik bana uygulamaya dair bazı konuları yeniden düşündürdü.

Ortak alacaklarının sermayeye ilavesi de indirimden yararlandırılmalı!

Kanuni düzenlemede, ortaklardan alacakların sermayeye ilavesi ile ilgili herhangi bir kısıtlama olmaması nedeniyle özellikle nakit kaynaklı ortak alacaklarının sermaye eklenmesinde de indirimden yararlanılabilmesi gerekir. Çünkü bu durumda da şirkete nakit girişi oluyor ve müessesenin amacına uygun olarak özvarlıklar güçlendiriliyor. Yani teşvik edilen amaç hâsıl oluyor. Nakit kaynaklı olmayan ortak alacaklarında ise her ne kadar nakit girişi olmasa da ileride nakit çıkışı engelleniyor ve şirket özvarlığı güçleniyor.

Buna rağmen Hazine ve Maliye Bakanlığı (Bakanlık), ortak alacaklarının sermayeye eklenmesi durumunda alacağın kaynağına bakılmaksızın faiz indiriminden yararlanılamayacağını düşünüyor. Sanırım Bakanlık bu görüşe, bu artırımı bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışları kapsamında değerlendirdiği için ulaşıyor. Bu gerekçe iç kaynaklardan artırım için geçerli olabilir, çünkü bu durumda özvarlık artışı gerçekleşmiyor. Ancak sermaye şirketlerinde ortaklara borçlar, gerçek bir borç sayıldığı için ortak alacaklarının sermayeye eklenmesi şirketin özvarlığını tartışmasız bir şekilde artırır. Bu nedenle söz konusu gerekçe ortak alacakları için geçerli değil.

Üstelik Bakanlığın indirim maddesiyle ilgili yetkisi maddeden yararlanma usullerinin belirlenmesi ile sınırlı olup, bu şekilde bir kapsam belirleme ve dolayısıyla kısıtlama yetkisi yok.

Bu durumdaki mükelleflere önerim, beyanlarını ihtirazî kayıtla yapıp dava açmaları yönündedir. Bu konuda yargı olumlu kararlar vermeye başladı. Uyuşmazlıklar artmadan Bakanlığın görüş değiştirmesini umuyorum.

Peki, ortaklarca nakden artırılan sermayenin bir kısmının ortaklara olan borçların ödenmesinde kullanılması indirime engel teşkil eder mi?

Bence etmez, çünkü madde metninde nakdi sermayenin kullanımına yönelik böyle bir kısıtlama yer almıyor. Cumhurbaşkanına veya Bakanlığa verilmiş bir yetki de yok!

Bu nedenle şirket, sermaye artırımı yoluyla gelen nakit parayı ücret veya satıcı borcunu ödemek veya kredi kapatmak için kullanabileceği gibi pekâlâ ortaklara olan borcunu ödemede de kullanabilir.

Ayrıca kanunda, ortaklar veya ortaklarla ilişkili kişilerce kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışlarının da indirim hesabında dikkate alınmayacağı hükme bağlanmış bulunuyor. Sanırım mükerrer indirimden yararlanmayı önlemek için… Bence bu şartın da kaldırılması lazım. Kaldı ki böyle bir şartın gerçek kişi ortaklarla yurt dışında yerleşik yabancı ortaklar açısından anlamı yok. Çünkü bu hallerde Türkiye’de mükerrer indirimden yararlanmak söz konusu olamaz. Şirketlerin yurt dışındaki ortaklarının sermaye artırımını hangi kaynakla yaptığını tespit edebilmeleri de her olayda mümkün değil. Bunu vergi inceleme elemanlarının denetlemeleri ise neredeyse imkânsız.

Diğer taraftan, tebliğdeki bir örnekte yer alan, ortağın şirkete borcu varken yapılan nakdi sermaye artırımının borca isabet eden kısmı için, borç ödeninceye kadar indirimden yararlanılamayacağı görüşünün de haklı bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Tebliğden, sermaye artışının bu borçla finanse edildiği sonucuna hangi tespite dayanarak ulaşıldığı anlaşılmıyor. Ortak aldığı borçla taşınmaz satın almış, ücret vs. başka gelirleri ile de sermaye artışını finanse etmiş olabilir. Böyle bir tespit ancak vergi incelemesi ile yapılabilir. Tebliğ ile varsayımlara dayanılarak bu tür çıkarımlar yapılamaz.

Uyumlu mükelleflere yüzde 5 vergi indiriminde de benzer bir yaklaşım sergilendiğinden indirimden yararlanmak çok zordu. Arka arkaya yapılan olumlu düzenlemelerle sorunların önemli bir kısmı çözüme kavuşturuldu. Nakdi sermaye artırımında varsayımsal/farazi faiz indiriminde de aynı yaklaşımı bekliyoruz.

Son olarak, dönem kazancının yeteriz olması halinde indirim potansiyelinin izleyen yıllara yeniden değerlenmeksin devrinin de müessesenin etkisini azalttığını vurgulamak isterim. 22 Kasım 2021 Erdoğan Sağlam

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/yabanci-sermayeye-ilave-tesvik-nakdi-sermaye-artiriminin-yurt-disindan-getirilen-nakitle-karsilanan-kismi-icin-indirim-orani-yuzde-50-den-yuzde-75-e-yukseltildi,33218

İyi niyetle 2015 yılında getirilmiş olan bu teşvik, kısa bir süre içinde birçok uyuşmazlığın çıkmasına neden oldu

Sermaye şirketlerinin özvarlıklarının güçlendirilmesi amacıyla yapılan nakdî sermaye artırımları üzerinden hesaplanan varsayımsal faizin matrahtan indirilmesi şeklinde uygulanan bu teşvik maalesef beklenen yararı sağlayamadı. Bunda gerek yasal gerekse ikincil düzenlemeler ile getirilen kısıtlamaların önemli bir payı var. Yürütme organına uygulamayı neredeyse imkânsız kılacak çok sayıda yetki verilmiş durumda, bu yetkilerin tamamı da kullanıldı. Tartışmalı durumlar var. Bu nedenle iyi niyetle 2015 yılında getirilmiş olan bu teşvik, kısa bir süre içinde birçok uyuşmazlığın çıkmasına neden oldu.

Mevcut karmaşık uygulamanın daha basit bir hale getirilmesini tüm uzmanlar öneriyor. Geçmişte, bilançoda yer alan özvarlık tutarı üzerinden makul bir faiz oranıyla hesaplanacak tutarın matrahtan indirilmesi konusu çok tartışılmıştı. Böyle bir düzenlemenin ortakları kârları şirkette tutmaya veya yeni sermaye koymaya özendireceği düşünülmüştü. Çünkü "nakdî sermaye artırımına faiz indirimi" olanağı getirilmeden önce ortakları bu açıdan motive edecek hiçbir şey yoktu. Hatta sermayedarın şirkete sermaye olarak koyacağı parayı kişisel olarak değerlendirmesini özendiren bir yapı vardı. Çünkü kişisel gelirler üzerinden yapılan yüzde 10-15 gibi vergi kesintileri çoğu durumda nihai vergi haline geliyor. Oysa şirketin gelir elde edip ortağına kar payı dağıtması süreci hem daha uzun ve belirsiz hem de vergi yükü daha yüksek. Dolayısıyla ortakları şirkete yeni sermaye koymayı veya şirketteki kazancı dağıtmayıp şirkette tutmayı özendirecek yeni düzenlemelere veya değişikliklere ihtiyaç var.

nakdî sermaye artırımında faiz indirimi uygulamasını ve yaşanan sorunları soru - cevap şeklinde açıklamaya çalışacağım.

1. Faiz indiriminden hangi şirketler yararlanıyor?

nakdî sermaye artışında faiz indiriminden finans, bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde faaliyet gösteren kurumlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki tüm sermaye şirketleri yararlanabilir.

2. Hangi sermaye artırımları indirimden yararlandırılıyor?

1 Temmuz 2015 tarihinden itibaren ticaret siciline tescil edilmiş nakdî sermaye artışları veya bu tarihten itibaren yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden indirimden yararlanılabiliyor.

Bu indirimden, sermaye artırımına ilişkin kararın veya ilk kuruluş aşamasında ana sözleşmenin tescil edildiği dönemden itibaren başlamak üzere izleyen her yıl için ayrı ayrı yararlanılıyor. Yani artırılan tutar sermaye içinde varlığını koruduğu sürece bu indirim uygulanıyor. Ancak sonraki dönemlerde sermaye azaltımı yapılırsa azaltılan tutar indirim hesabında dikkate alınamıyor.

3. İndirim tutarı nasıl hesaplanıyor?

İndirim tutarı şu formülle hesaplanıyor:

İndirim tutarı = nakdî sermaye artışı x ticari krediler faiz oranı x indirim oranı x süre

Genel indirim oranı yüzde 50 ve Merkez Bankası tarafından 2019 yılı için en son açıklanan ticari krediler faiz oranı yüzde 12,02 olduğuna göre, 2019 yılı Ocak ayında yapılan 1 milyon TL sermaye artışı için indirim tutarı;

1.000.000 TL x yüzde 12,02 x yüzde 50 x 12/12= 60.100 TL olarak hesaplanır.

Genel indirim oranı olan yüzde 50, payları borsada işlem gören halka açık sermaye şirketlerinde, halka açıklık oranına göre 25 veya 50 puan ilave edilmek suretiyle uygulanıyor.

Nakdî olarak artırılan sermayenin, yatırım teşvik belgeli üretim ve sanayi tesisleri ile bu tesislere ait makine ve teçhizat yatırımlarında ve/veya bu tesislerin inşasına tahsis edilen arsa ve arazi yatırımlarında kullanılması durumunda da yüzde 50’ye 25 puan ilave ediliyor. nakdîn bu işlerde kullanıldığının nasıl takip edileceği belirsiz…

Aşağıda durumlarda ise yüzde 50 oranı yüzde 0 (sıfır) olarak uygulanıyor. Yani indirim yapılamıyor.

- Gelirlerinin yüzde 25 veya fazlası şirket faaliyeti ile orantılı sermaye, organizasyon ve personel istihdamı suretiyle yürütülen ticarî, ziraî veya serbest meslek faaliyeti dışındaki faiz, kâr payı, kira, lisans ücreti, menkul kıymet satış geliri gibi pasif nitelikli gelirlerden oluşan sermaye şirketleri,

- Aktif toplamının yüzde 50 veya daha fazlası bağlı menkul kıymetler, bağlı ortaklıklar ve iştirak paylarından oluşan sermaye şirketleri,

- Artırılan nakdî sermayenin başka şirketlere sermaye olarak konulan veya kredi olarak kullandırılan kısmına tekabül eden tutar,

- Arsa ve arazi yatırımı yapan sermaye şirketlerinde arsa ve arazi yatırımına tekabül eden tutar.

4. İndirim hesabında dikkate alınmayan sermaye artışları neler?

İndirim hesabında şu artışlar dikkate alınmıyor:

* Sermaye şirketlerine nakit dışındaki varlık devirlerinden kaynaklanan sermaye artışları,

* Sermaye şirketlerinin birleşme, devir ve bölünme işlemlerine taraf olmalarından kaynaklanan sermaye artışları,

* Bilançoda yer alan öz sermaye kalemlerinin sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışları,

* Ortaklarca veya ortaklarla ilişkili olan kişilerce kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışları,

* Şirkete nakdî sermaye dışında hisse senedi, tahvil veya bono gibi kıymetlerin konulması suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışları.

5. Faiz indiriminde yaşanan sorunlar nelerdir?

Gerek yasal düzenlemeden gerekse ikincil düzenlemeden kaynaklanan nedenlerle faiz indirimine bir türlü işlerlik kazandırılamıyor. Şirketlerin nakit sermaye artımına şiddetle ihtiyaç duyduğu bu ortamda nakit sermaye artırımında faiz indirimi uygulamasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Yapılmasını önerdiğim düzeltmeler şunlar: 

* Esas alınan indirim oranının düşük olduğunu düşünüyorum. Merkez Bankası'nca belirlenen faiz oranının neden yüzde 50’si esas alınıyor? Bu bile beklenen faydayı yarı yarıya azaltıyor.

* Kazanç yetersizliği nedeniyle indirim konusu yapılamayıp sonraki dönemlere devreden tutarlar izleyen yıllarda yeniden değerleme ile artırılarak dikkate alınmalıdır.

* Sermaye avansları için avansın konulduğu tarihten itibaren indirimden yararlanılmalıdır. Mevcut durumda tescilden itibaren yararlanılabiliyor.

* Ortak alacaklarının sermayeye eklenmesinde de indirim uygulanmalıdır. Çünkü bu işlem de özkaynakları artırmaktadır. Bu konudaki olumlu yargı kararları artmaktadır.

* Özkaynaktan yapılan sermeye artışları özkaynağı artırmadığı gerekçesiyle indirimden yararlandırılmıyor. Örneğin bilançodaki geçmiş yıl kârlarından sermayeye eklenen tutarlar indirim kapsamında değil. Bence bu tutarların da düşük bir oranla da olsa indirimden yararlandırılması gerekir. Çünkü geçmiş yıl kârlarından karşılanan sermaye artışı bu aşamada özvarlığı artırmasa da gelecekteki azalmayı engeller veya zorlaştırır. Çünkü geçmiş yıl kârını dağıtmak çok kolay gerçekleştirilebilen bir işlem iken sermaye azaltımı uzun ve belli prosedürleri gerektiren zahmetli bir işlemdir.

* Ortağın gerçek kişi veya yabancı kurum olması halinde sermaye artırımının borçla finanse edilmiş olması indirimden yararlanmaya engel teşkil etmemelidir. Sermaye artışı yapan şirketler, ortaklarının sermaye ödemelerinin kaynağını bilmek zorunda değildir.

* Kâr dağıtan şirketin daha sonra nakit sermaye artırımına gitmesi halinde, dağıtılan nakdîn şirkete tekrar geri döndüğü varsayılarak ortaklarca konulan nakdî sermayenin dağıtılan kâr payına isabet eden kısım için indirimden yararlanılamayacağını söyleyen bir özelge var. Bu özelgeden etkilenen bazı kişiler önce sermaye artırımı yapılması sonra kar dağıtılması durumunda da indirim uygulanamayacağını söylüyorlar. Bu görüşlere katılmıyorum, çünkü artırım yoluyla gelen nakdin başka şirketlere sermaye olarak konulması halinde indirimden yararlanılamayacağı düzenlenmiş, ancak kar dağıtımı yapılamayacağına dair bir yasak yok. 01 Haziran 2020 Erdoğan Sağlam

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/5-soruda-nakdi-sermaye-artiminda-vergi-matrahindan-faiz-indirimi,26835

Nakdi sermaye artırımı öncesi veya sonrasında ortağa olan borcu ödemek faiz indirim hakkını ortadan kaldırır mı?

Yazımın sonunda linki bulunan yazılarımda, nakit sermaye artırımında uygulanan faiz indirimi teşvikini detaylı bir şekilde açıklamıştım. Bugün uygulamayla ilgili çok tartışılan bir konuya değineceğim.

Faiz indirimi ne anlama geliyor?

Sermaye şirketlerinin öz kaynaklarının güçlendirilmesi amacıyla 2015 yılında sistemimize giren ve sermaye artışlarını teşvik eden bu düzenleme ile ortakların şirkete yaptıkları nakit sermaye ödemeleri üzerinden hesaplanan bir faizin vergi matrahından indirilmesine olanak tanınıyor. Yani nakit sermaye artırımı yapan şirketler bu olanak sayesinde daha az vergi ödüyorlar. Bu sermaye şirkette kaldığı (yani sermaye azaltılmadığı) sürece indirim uygulanabiliyor.

Böylece faaliyetlerini borçla (yabancı kaynakla) finanse eden mükelleflerle öz kaynakla çalışan mükellefler arasında vergisel açıdan denge sağlanmak isteniyor. Çünkü faaliyetlerini borçla yürüten şirketler bu borçların yarattığı kur farkı ve faiz gibi finansman maliyetlerini gider yazarak daha az vergi öderken, öz kaynakla çalışmayı tercih edenler, sermayeye faiz ödeyemedikleri için daha yüksek vergi yüküne maruz kalıyorlar.

İşte nakdi sermaye artırımına faiz uygulaması ile ortağa faiz ödenmemiş olmakla birlikte düşük de olsa nakit sermaye artırımları üzerinden hesaplanan bir faizin beyanname üzerinde vergi matrahından indirilmesine imkân sağlanarak haksız rekabet bir ölçüde giderilmiş oluyor.

2021 başından itibaren finansman gider kısıtlamasının uygulanmaya başlamasından sonra bu iki düzenlemenin aynı anda uygulanıyor olması ayrı bir tartışma konusu. Üstelik finansman gider kısıtlamasına ilişkin Maliye’nin tasarladığı karmaşık uygulama modeli pek çok açıdan tartışmalı. 2021 yılı kurumlar vergisi beyannamesine yönelik bu konuda çok sayıda ihtirazî kayıtla beyan ve dava açma hazırlığı yapıldığını duyuyoruz. Faiz indirimine işlerlik kazandırılarak finansman gider kısıtlamasının kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.

Gelelim bugünkü konumuza.

Nakdi sermaye artırımı öncesi veya sonrasında ortağa olan borcu ödemek faiz indirim hakkını ortadan kaldırır mı?

Bu soruyu cevaplandırabilmek için önce kanuna, sonra ikincil düzenlemelere bakmak gerekir.

Kanunda, indirim hesabında dikkate alınmayacak sermaye artışları şu şekilde belirlenmiş bulunuyor:

  • Sermaye şirketlerine nakit dışındaki varlık (taşınmaz, hisse senedi vs.) devirlerinden kaynaklanan sermaye artışları,
  • Sermaye şirketlerinin birleşme, devir ve bölünme işlemlerine taraf olmalarından kaynaklanan sermaye artışları,
  • Bilançoda yer alan öz sermaye kalemlerinin sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışları,
  • Ortaklarca veya ortaklarla ilişkili olan kişilerce kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artışları.

Görüldüğü gibi kanun bu konuda bir sınırlama/yasak içermiyor. Başka bir ifade ile artırılan nakit sermaye, bankalara olan kredi borcunun ödemesinde kullanılabileceği gibi, ortaklara olan borcun ödemesinde de kullanılabilir. Artırım öncesinde borcun ödenmesi ve sonra sermaye artırımı yapılması hali de kanunda indirime engel bir durum olarak düzenlenmemiş.

Peki, bu durumda indirim oranı ne olur?

Önce indirim oranının ne anlama geldiğini açıklayalım. Kanuna göre vergi matrahından indirilebilecek faiz tutarı şöyle hesaplanıyor:

İndirim tutarı = nakdî sermaye artışı x ticari krediler faiz oranı x indirim oranı x süre

Bu formülde yer alan indirim oranı kanunda yüzde 50 (yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısım için yüzde 75) olarak belirlenmiş bulunuyor.

Kanunda, bu oranın artırılması veya indirilmesi konusunda Cumhurbaşkanı'na tanınmış yetkiler var.

Cumhurbaşkanı indirim oranını,

  • Şirketlerin aktif büyüklükleri, ortaklarının hukuki niteliği, çalışan personel sayıları ve yıllık net satış hasılatlarına göre,
  • Sermayenin kullanıldığı yatırımdan elde edilen gelirlerin kurumun esas faaliyeti kapsamında olmayan faiz, kâr payı, kira, lisans ücreti, menkul kıymet satış geliri gibi pasif nitelikli gelirlerden oluşmasına göre,
  • Sermayenin kullanıldığı yatırımların teşvik belgeli olup olmadığına veyahut makine ve teçhizat veya arsa ve arazi yatırımları için sermayenin kullanıldığı alanlar itibarıyla,
  • Bölgeler, sektörler ve iş kolları itibarıyla,

ayrı ayrı sıfıra kadar indirmeye veya %100’e kadar artırmaya; halka açık sermaye şirketleri için halka açıklık oranına göre %150’ye kadar farklı uygulatmaya yetkili.

Bu yetki, Bakanlar Kurulu’nun yetkili olduğu dönemde 6/6/2015 tarihli ve 2015/7910 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bir kez kullanıldı.

Ancak bu kararla Bakanlar Kurulu kanaatimce kendisine kanunun vermediği bir konuda da yetki kullanarak, artırılan nakdi sermayenin başka şirketlere sermaye olarak konulan veya kredi olarak kullandırılan kısmına tekabül eden tutarla sınırlı olmak üzere indirim oranını yüzde 0 olarak belirledi.

Sermayenin kullanıldığı alanlar itibarıyla kullanılabilecek yetki, makine ve teçhizat veya arsa ve arazi yatırımları ile sınırlı olduğu halde Bakanlar Kurulu kullanım alanına ilişkin genel olarak yetki kullandı.

Her ne kadar bu yetki kullanımı, artırılan tutarın mevcut ortak borcunun ödenmesinde kullanılması halinde oranın yüzde 0 olarak uygulanmasını gerektirmese de (çünkü kararda yetkisiz de olsa bu konuda bir düzenleme söz konusu değil), başka şirketlere borç verilmesi halinde sıfır olarak belirlenmiş olması nedeniyle kanuna uygun değil. Diğer yandan, artırım sonrası borç verilmesi ile ilgili bu kısıtlama, artırımdan önce verilmiş borçlar için geçerli olamaz.

Açık bir yetki aşımı olduğu için olası bir ihtilafta kararın bu bölümünün iptalinin istenmesi halinde iptal edilme olasılığını çok yüksek görüyorum.

Diğer taraftan kararda indirim oranının yüzde 0 belirlendiği durum, artırılan nakdi sermayenin başka şirketlere sermaye olarak konulan veya kredi olarak kullandırılan kısmı ile sınırlı. Bu nedenle, gerçek kişi veya şirket statüsünde olmayan kurumlara borç verilmesi durumlarını kapsamadığını, dolayısıyla borç verilen muhatabın “şirket” olmadığı durumlarda indirim oranının yüzde 0 olarak uygulanmaması, yani yüzde 50 (veya yüzde 75) olarak uygulanması gerektiğini düşünüyorum.

Buraya kadar yaptığım açıklamalar çerçevesinde, kanun ve kararname düzeyinde, artırılan nakdi sermayenin artırım öncesinde veya sonrasında ortaklara olan borçların ödenmesinde kullanılmasını, indirime engel bir durum olarak değerlendirmiyorum.

Tebliğde bu konuya ilişkin açıklama var mı?

1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin ilgili bölümünde, artırılan nakdi sermayenin başka şirketlere sermaye olarak konulan veya kredi olarak kullandırılan kısmına tekabül eden tutarla sınırlı olmak üzere indirilebilecek tutarın hesaplanmasında indirim oranının yüzde 0 olarak uygulanacağı, Bakanlar Kurulu Kararına dayanılarak belirtildikten sonra aşağıdaki örneğe yer veriliyor:

Örnek 2: 17/9/2015 tarihinde 5.000.000 TL nakdi sermaye artırımında bulunan (T) A.Ş. sağladığı bu kaynağın 2.000.000 TL'sini ortağına 27/10/2015 tarihinde borç olarak vermiştir.

(T) A.Ş.'nin 5.000.000 TL tutarındaki nakdi sermaye artırımının, ortağına borç olarak verdiği 2.000.000 TL'si için indirilebilecek tutarın hesaplanmasında dikkate alacağı indirim oranı %0 olacaktır. Ancak nakdi sermaye artırımının kalan 3.000.000 TL'lik kısmı için, diğer şartların sağlanması kaydıyla, tespit edilecek orana göre indirim uygulamasından yararlanabilecektir. Öte yandan, borç olarak verilen 2.000.000 TL'nin kısmen veya tamamen tahsil edildiği dönemden itibaren, tahsil edilen tutarla sınırlı olmak üzere indirim uygulamasından faydalanılması mümkündür.”

Görüldüğü gibi tebliğde de ilgili Bakanlar Kurulu Kararına istinaden yapılan değerlendirme ve verilen örnekte, artırılan sermayenin, sermaye artırımından sonra ortaklara borç olarak verilmesi halinde indirim oranının yüzde 0 olarak kullanılması gerektiği belirtiliyor.

Sermaye artırımından önce alınmış borçların ödemesinde kullanılması halinde oranın yüzde 0 olarak uygulanacağına dair herhangi bir açıklama ise tebliğde yer almıyor. Keza artırımdan önce ortak borçlarının ödenmesi durumuna da değinilmiyor.

Ortak borçlarının sermayeye eklenmesi halinde indirimden yararlanılabilir mi?

Öncelikle belirtelim Hazine ve Maliye Bakanlığı bu konuda sadece ilgili maddenin uygulanmasına ilişkin usulleri belirlemeye yetkili. Yani kapsama ve indirim oranına ilişkin herhangi bir düzenleme yapma yetkisi yok.

Buna rağmen ilgili tebliğde, ortak borçlarının sermayeye eklenmesi halinde indirimden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmemekle birlikte, bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışlarının indirim tutarının hesaplamasında dikkate alınmayacağı belirtilmek suretiyle örtülü bir şekilde ifade ettiği kabul ediliyor.

Bu kısıtlamanın kanunda yer almaması ve Maliye’ye bu konuda yetki verilmemiş olması nedeniyle bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışlarının indirim tutarının hesaplamasında dikkate alınmayacağına ilişkin düzenlemenin yetkisiz yapıldığını düşünüyorum. Maliye kapsam dışında kalacak sermaye artışlarını bu şekilde -üstelik yetkisiz- belirleyerek, kapsama müdahale edemez. Bu düzenlemenin de olası bir davada iptal ettirilmesi mümkün gözüküyor.

Kanuni düzenlemede, ortak alacaklarının sermayeye ilavesi ile ilgili herhangi bir kısıtlama olmadığı için özellikle nakit kaynaklı ortak alacaklarının sermaye eklenmesinde indirimden yararlanılabileceğini düşünüyorum. Çünkü bu durumda da şirkete nakit girişi oluyor ve müessesenin amacına uygun olarak öz kaynaklar güçlendiriliyor.

Peki Maliye’nin ortak borçlarının sermayeye eklenmesine ilişkin (örtülü) olumsuz görüşü, yapılan nakit sermaye artırımı ile sağlanan nakdin ortak borçlarının ödenmesinde kullanılması veya artırım öncesinde ortağa olan borcun ödenmiş olması hallerine emsal teşkil eder mi?

Bence etmez, çünkü benzer sonuçları olsa da bu işlemler aynı değil. Birinde nakit hareketi olmaksızın ortak borçları sermayeye dönüştürülüyor, diğerlerinde ise ortağın alacağı, artırım öncesinde veya sonrasında nakit olarak ödeniyor.

Özelge ile ifade edilen ilginç bir görüş ve bunun konumuza etkisi

Kanun, kararname ve tebliğde açık bir kısıtlama olmadığı halde 27/01/2020 tarihli bir özelgedebilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışlarının indirim tutarının hesaplamasında dikkate alınamayacağı gerekçesine dayanılarak , “331-Ortaklara Borçlar" hesabında takip edilen şirket borcunun ortağa geri ödenmesi ve ödenen bu tutarın ortak tarafından sermaye artırımı dolayısıyla kendisine isabet eden taahhüdün yerine getirilmesinde kullanılması halinde, bu tutarla sınırlı olmak üzere indirim uygulamasından yararlanılamayacağı ifade ediliyor.

Bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu şeklinde gerçekleştirilen sermaye artışlarının indirim tutarının hesaplamasında dikkate alınamayacağı hususu, ortak alacaklarının doğrudan sermayeye eklenmesi halinde indirimden yararlandırılmamasının da gerekçesi olarak kabul ediliyor.

Yukarıda açıkladığım gerekçelerle, ortak alacaklarının sermayeye eklenmesine ilişkin Maliye'nin bu görüşünün hatalı olduğunu düşündüğüm gibi, sermaye artırımından önce ortağa olan borcun ödenmesi ve sonra sermaye artırımı yapılması halinde de bu gerekçeye dayanılarak indirimin kabul edilmemesini doğru bulmuyorum.

Bu görüşün, ortağa olan borcun sermaye artırımı sonrasında ödenmesi durumuna da emsal teşkil etmeyeceğini düşünüyorum.

Özetle ifade etmek gerekirse, aşağıda belirtiğim işlemler birbirinden farklı olup, faiz indirimi açısından da ayrı değerlendirilmek durumundadır:

  • Ortağa olan borcun sermayeye eklenmesi,
  • Artırılan nakdi sermaye ile ortağa borç verilmesi,
  • Artırılan nakdi sermaye ile ortağa olan borcun ödenmesi,
  • Önce ortağa olan borcun ödenmesi, sonra nakit sermaye artırımı yapılması.

Bu işlemlerin benzer sonuçlar doğurduğu iddia edilerek faiz indiriminden yararlandırılmaması kabul edilemez.

Diğer yandan bu özelgeyi talep eden şirket sermaye taahhüt borcunu ortağın şirketten alacağına karşılık tahsil ettiği para ile karşıladığını açıkça belirterek görüş talep etmiş. Bu şekilde açıkça belirtmese idi, Maliye aynı şekilde cevap verecek miydi?

Başka bir soru daha sormak isterim: Ortağın şirketten olan alacağını tahsil ettikten sonra sermaye taahhüt borcunu başka kaynaklarla karşılamış olması indirimden yararlanmaya engel midir? Bence bu durumda indirimden tereddütsüz yararlanılabilmesi gerekir.

Bu yazı için son sözlerim

Maliye’nin tebliğ bazında yapacağı bir açıklama ile ortak alacakları ile ilgili yukarıda belirtiğim işlemlerde indirimden yararlanılabileceğini açıklaması/kabul etmesi, müessesenin amacına uygun olacak ve verimini artıracaktır. Artık faiz indirimi uygulamasında yasakçı yaklaşımın terk edilmesi zamanı gelmiştir!

Erdoğan Sağlam

YMM


TIKLAYIN - 5 soruda nakdî sermaye artımında vergi matrahından faiz indirimi

TIKLAYIN - Yabancı sermayeye ilave teşvik: Nakdi sermaye artırımının yurt dışından getirilen nakitle karşılanan kısmı için indirim oranı yüzde 50’den yüzde 75’e yükseltildi

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/nakdi-sermaye-artiriminda-faiz-indirimi-uygulamasinda-ortak-alacaklari-ile-ilgili-tartismali-konular,34489

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Enflasyon Düzeltmesi Hakkında Yardımcı Bilgiler 7440 sayılı Kanunun 6/1 maddesi kapsamında mükellefler stoklarında bulunan ancak kayıtlarında…
  • Emeklilik Başvurusu Ve Bayram İkramiyesi Ramazan’da 3.000 TL olarak ödenen emeklilere bayram ikramiyesi, bir değişiklik…
  • 296 GEÇİCİ HESAP VE ENFLASYON DÜZELTMESİ 7440 Sayılı Kanunun 6/3. Fıkrasına Göre Mükelleflerin Bilançolarında Görülmekle Birlikte…
Top