Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Bu ayın bir önceki yıla ait gelirlerin yıllık beyanname konusu yapıldığı ay olması dolayısıyla bu yazımı, 2021 yılında sermaye şirketlerinden gerçek kişi pay sahiplerince elde edilen kâr paylarının beyanına, istisna olan kısmının belirlenmesine ve yıllık beyanname konusu yapılmasına ilişkin kuralları aktarmaya ayırdım.

Tam mükellef kurumlardan elde olunan kâr paylarının vergilendirme ve istisna uygulamasında en önemli konu, şirketçe dağıtılan kârın hangi yıla ait kazançlardan olduğu noktasında düğümlenmektedir. Bu nedenle genel kurul kararında hangi yıl kazancının dağıtıldığının belirtilmesinde bazen yarar olabilmektedir.

2003 sonrasına ait kâr payları

Gelir Vergisi Kanunu’nun 22/2. maddesine göre, tam mükellef kurumlardan elde edilen ve 75/2. maddesinin 1 - 3. bentlerinde yer alan kâr paylarının yarısı gelir vergisinden istisna edilmiştir.  Bu düzenlemelere göre yarısı vergiden istisna olan kâr payları anonim şirketlerde, hisse senedi veya ilmuhaber sahiplerine, menkul kıymete bağlanmamış çıplak pay sahiplerine, kurucu senetlerine veya intifa senetlerine,  yönetim kurulu başkan ve üyelerine ödenen kâr paylarıdır. Limitet şirketlerde istisnadan yararlanacak kâr payları ise ortaklara ödenen kâr payları ile organ sıfatını haiz müdürlere ödenen kâr paylarıdır.

Söz konusu istisnaya tâbi kâr payları, -kural olarak - Gelir Vergisi Kanunu’nun 94/1-6. Maddesine göre dağıtımda gelir vergisi stopajına tabidir. Bu nedenle istisnadan yararlanabilecek bu kâr payları, stopaja tabi tutulmuş şekilde elde edilecek kâr payları olacaktır.

Stopaja tabi tutularak elde edilen gelirlerin beyannameye aktarılmasında kural, bu gelirlerin brüt olarak nazara alınmasıdır. Net gelir üzerinden vergilendirme yapılmaz. Bu nedenle, kâr payı elde edenlerin, istisna olan yarı tutarı hesaplamadan önce elde ettikleri kâr paylarını brütleştirmeleri, sonra yarısını alarak istisna ve vergiye tabi tutarı hesaplamaları gerekmektedir.

Söz konusu kâr paylarının vergiye tabi olan yarısının, Gelir Vergisi Kanunu’nun 86. maddesinde yazılı beyan sınırını aşması halinde, bu vergiye tabi olan kısmın tamamının yıllık beyanname ile beyan olunması gerekmektedir. Bu sınır 2021 yılında elde edilecek gelirler için 53.000 TL’dir.

Kâr payının yıllık beyanname konusu olup olmayacağı, ancak bu hesaplama ile mümkündür. Zira beyan sınırının hesabında istisna kısım, nazara alınmaz. Mükellefin başkaca gelirleri de olma ihtimalini bir kenara bırakarak basit bir örnek de verelim. Örneğin Bay (A), (B) AŞ’den 480.000 TL brüt, %15 stopaj düşüldükten sonra net 408.000 TL kâr payı almış olsun. Brüt kâr payının yarısı 240.000 TL vergiden istisna olacak ve kalan 240.000 TL vergiye tabi olacak ve sınırı geçtiğinden yıllık beyanname konusu olacaktır. Mükellefin 240.000 TL üzerinden yıllık vergisi hesaplanacak olmakla birlikte stopajın tamamının çıkan yıllık vergiden mahsubu (72.000 TL) yapılacaktır.

2003 öncesine ait kâr payları

Yukarıdaki açıklamalarımız, kurumların 2003 ve izleyen yıllara ait kârlarını dağıtmaları durumunda geçerlidir. Çünkü Gelir Vergisi Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan istisna düzenlemesi, dağıtılan kârın; 2003 yılı ve sonrasına ait olması halinde geçerlidir. Dağıtılan kârın 2002 ve öncesi istisna kazançlardan olması veya kanunun geçici 61. maddesinde kapsamında stopaja tabi yatırım indirimi istisnasından kaynaklanması durumunda, elde edilen kâr paylarının beyan kuralları, Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 62. maddesinde farklı olarak düzenlemeye konu edilmiştir. Bu düzenlemeye göre, söz konusu kaynaklardan dağıtılan ve elde edilen kâr paylarının net tutarının 1/9 fazlasının yarısı vergiden istisna edilecektir. Dolayısıyla elde edilen kâr payının 53.000 liralık beyan sınırını geçip geçmediği, bu şekilde belirlenebilecektir. Sınırın aşılması dolayısıyla yıllık beyannamede bu kapsamda bir kâr payı gelirinin yer alması halinde, bu gelire tekabül eden yıllık vergiden, beyan olunan kar payı tutarının beşte biri indirilecek, kalan vergi ödenecektir. Kurumların 2003 öncesine ait istisna dışı kazançlarından yapacakları kar dağıtımlarında uygulama ise, 2003 sonrası dönemlerle ilgili yukarıdaki açıklamalarımız doğrultusunda olacaktır.

1998 öncesine ait kâr payları

Kurumların 1998 ve öncesine ait kârlarını dağıtmaları halinde ise, tam mükellef gerçek kişilerce elde edilen kâr paylarının tamamı yıllık beyannameye dahil edilmeyecektir. Bu kısma tekâbül eden kâr payının tamamı, gelir vergisinin konusu dışındadır.

Bu belirlemelerin kâr payı elde edenlerce yapılması olanağı, özellikle halka açık anonim şirket ortakları için pek kolay değildir. Bu nedenle kâr dağıtımı yapan şirketlerin, her şeyden önce dağıttıkları kâr paylarının kaynaklarını belirlemeleri, kâr dağıtımı kararının alındığı genel kurul kararında bunu belirtmeleri ve hissedarlarına açıklamaları zorunludur. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/2021-yilinda-elde-edilen-kar-paylarinda-vergileme/652803

Bilindiği üzere, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin tanımına, niteliklerine ve sınıflandırılmasına ilişkin esasların belirlenmesi ve bu tanım ve esasların tüm kurum ve kuruluşların uygulamalarında esas alınmasını sağlamak amacıyla hazırlanan “Küçük Ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri Ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” ilk kez, 18.11.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, sonrasında anılan Yönetmelikte değişiklikler yapılmıştır. Son olarak, 18 Mart 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5315 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararıyla anılan Yönetmelikte, Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme (KOBİ) tanımında parasal hadleri artıran bazı değişiklikler yapılmıştır.

Yapılan bu değişiklikler de dikkate alındığında, küçük ve orta büyüklükteki işletme (KOBİ); İkiyüzelli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri ikiyüzelli milyon (önceki düzenlemede yüzyirmibeş milyon idi) Türk Lirası’nı aşmayan ve aşağıda belirtilen mikro işletme, küçük işletme ve orta büyüklükteki işletme olarak sınıflandırılan ekonomik birimleri veya girişimleri ifade etmektedir.

Küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin sınıflandırılması 18 Mart 2022 tarihinden itibaren, şu şekilde olmaktadır:

  1. a) Mikro işletme: On kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri beş milyon (önceki düzenlemede üç milyon idi) Türk Lirası’nı aşmayan işletmeler.
  2. b) Küçük işletme: Elli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri elli milyon (önceki düzenlemede yirmibeş milyon idi) Türk Lirası’nı aşmayan işletmeler.
  3. c) Orta büyüklükteki işletme: İkiyüzelli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri ikiyüzelli milyon (önceki düzenlemede yüzyirmibeş milyon idi) Türk Lirası’nı aşmayan işletmeler.

İşletmelerin mali durumları ve çalışan sayılarının belirlenmesinde yıllık olarak hesaplanan en son veriler esas alınır. Yeni kurulan ve ilk yıl hesapları henüz onaylanmamış işletmeler ile bilanço esasına göre defter tutmayan işletmelerde, sadece, çalışan sayısı dikkate alınır. Son yıl hesaplarına göre çalışan bulunmadığı durumda ise cari yıl çalışan sayısı dikkate alınır.

Bu Yönetmeliğin uygulanmasında;

  1. a) İlgili işletmede çalışan işçi, işveren vekilleri ve işverenler ile işletme sahipleri,
  2. b) İşletmede düzenli olarak bir iş gören ve bunun karşılığında bir ücret alan ortaklar

çalışan olarak dikkate alınırlar. Çıraklık ve mesleki eğitim sözleşmesi kapsamında işletmede mesleki eğitim gören çıraklar ve staj yapan öğrenciler çalışan sayısına dahil edilmez.

Küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri ilgilendiren mevzuatın uygulanmasında bu Yönetmelik hükümleri esas alınır. Ancak; KOBİ'lere yönelik destek sağlayan kuruluşlar, bu Yönetmelikte belirtilen sınırları aşmamak kaydıyla, kendi sektör ve büyüklük önceliklerini belirleyebilirler. Devlet destekleri dışındaki uygulamalar için sadece çalışan sayıları dikkate alınabilir.

Anılan yönetmelik düzenlemelerine göre, hesaplarının kapanış tarihinde, işletme sınıfları ve KOBİ vasfı belirlenirken dikkate alınan kriterlerden herhangi birini, birbirini takip eden iki hesap döneminde de kaybeden veya aşan işletmeler sınıf değiştirir veya KOBİ vasfını kaybeder. Ancak, destek sağlayan kuruluşlar tarafından bu konuda da farklı belirlemeler yapılabilir.

Ülkenin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında küçük ve orta ölçekli işletmelerin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini ve düzeylerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmek amacıyla, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuş olan “Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı”, kısa adıyla, “KOSGEB” faaliyette bulunmakta olup, anılan kuruluş eliyle çeşitli destek programları uygulanabilmekte ve bu kapsamda geri ödemeli ve/veya geri ödemesiz destekler verilmektedir.

Destek programlarından yararlanacak işletme, meslek kuruluşu ve işletici kuruluşların KOSGEB Veri Tabanı’nda yer alması koşulu aranmakta olup, KOSGEB Veri Tabanında yer almak için KOSGEB’in www.kosgeb.gov.tr internet adresinde belirtilen usulde başvuru yapılması gerekmektedir.

Öte yandan, Türk Ticaret Kanunu’nun birleşme, bölünme veya tür değiştirme ile ilgili hükümlerinde de, yapılması zorunlu işlem ve raporlarla ilgili olarak, KOBİ’ler için bazı kolaylıklardan yararlanmak mümkün olabilmektedir. Akif AKARCA / Dr.Mehmet ŞAFAK

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kobiler-ve-kobi-taniminda-yapilan-degisiklik/652805

1- Giriş

Günümüz hukukî ihtilâflarının giderek çeşitlenen karmaşık ve çözüm için teknik bilgi gerektiren yapısı, bilirkişiliğin gerek yargı faaliyetleri içindeki gerekse de yargı faaliyetleri dışındaki rolü ve önemini daha da artırmaktadır. Nitekim mahkemeye intikal etmiş olaylarda gerek duyulduğunda bilirkişi görevlendirebileceği gibi, mahkeme dışındaki durumlarda da çeşitli amaçlarla bilirkişilerin bilgisine gerek duyulmaktadır. Bu bağlamda özel ve teknik bilgiye gerek duyulan bütün olaylarda bilirkişiye başvurulabilir. Bilirkişilik, konunun uzmanı kişi (bilirkişi), herhangi bir olay, olayın muhatabı kişi ya da kurumu kapsamaktadır. Dolayısıyla bilirkişinin, olayı özel ve teknik bilgisiyle ele alan kişi olması bakımından, bilirkişilik kavramı içinde ayrı bir önemi vardır.

Bilirkişinin mahkeme tarafından görevlendirilmesi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda re' sen araştırma ilkesinin gereğidir. Aynı Kanunun 31'inci maddesinin atıfta bulunduğu Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266'nci maddesinde, hâkimin özel bilgi ve uzmanlık isteyen bir konuda bilirkişi incelemesi yaptırmaya yetkili olduğunun kurala bağlandığı belirtilmiştir. Bu açıdan bilirkişi hâkime yardım eden kişi konumundadır.

Yazımızın bundan sonraki bölümünü ise bilirkişilik müessesinin yargı faaliyetleri dışındaki rollerinden biri olan inşaat maliyetlerinin tespitindeki yerine değinmeye çalışacağız.

2- İndirimli Orana Tabi Konut Teslimlerinde İnşaat Maliyeti

İndirimli orana tabi konutlara ait KDV iadelerine ait yazılan YMM KDV iadesi tasdik raporlarında en çok karşılaşılan eksiklik yazıları genellikle inşaat maliyeti ile ilgili olanlarıdır. Vergi daireleri bu konuda maliyetin detaylandırılması, birim maliyet, birim satış fiyatı ve karlılık oranı rakamlarını talep etmektedir. Esasen vergi dairelerinin bu verileri talep etmesindeki en büyük neden Sayıştay denetimlerinin sonucudur.

3- Sayıştay Ne Diyor?

Konuyla ilgili olarak, Sayıştay Başkanlığı tarafından gönderilen “ Gelir İdaresi Başkanlığı 2015 yılı denetim raporunda yer alan bulgu 20 de özetle; Yüklenilen KDV listelerinde yer alan ve inşaatın temel girdilerini oluşturan demir, hazır beton, çimento gibi niteliği ve kullanılan miktarı konusunda teknik bilgi gerektiren hususlarda YMM’ler tarafından herhangi bir araştırma/sorgulama/değerlendirme yapılmadığı, bilindiği üzere inşaat işlerine ilişkin maliyetlerin birçoğu ve kullanılan malzemeler mühendislik bilgisi gerektiren nitelikte olup, kullanıldığı iddia edilen bu malzemelerin doğruluğu konusunda YMM’ler tarafından araştırma/sorgulama/değerlendirme yapılması ve vergi daireleri tarafından bu hususun kontrol edilmesinin önem arz ettiği, zira yapılan inşaatın türüne göre kullanılacak demir, çimento, hazır beton malzemelerinin miktarının değişebileceği, bu nedenle birim m2 ye isabet edecek malzemelerin sektör ortalaması ve meslek odaları verileri ile kıyaslanmak suretiyle bir araştırma ve değerlendirmeye tabi tutulması, beyan edilen hususların doğruluğu açısından kaçınılmaz olduğu, aksi takdirde ne YMM ne de vergi dairesi tarafından inşaatta kullanıldığı iddia edilen ve yüklenilen KDV listesinde yer alan demir, çimento, hazır beton gibi temel malzemelerin gereken nitelikte ve miktarda olup olmadığının anlaşılamayacağı, ayrıca bu hususun iade edilecek KDV tutarını da doğrudan etkileyeceğini, bu sebeple bu konuda gerekli araştırma ve değerlendirmenin yapılması, ilgili meslek odalarından görüş alınması ve bir standarda ulaşılmasının sağlanmasına yönelik tedbirlerin alınması gerektiğinin değerlendirildiği ” tespitlerine yer verilmek suretiyle söz konusu husus eleştiri konusu yapılmıştır.

4- Maliye İdaresi Ne Diyor?

Sayıştay’ın bir önceki bölümde de ifade edilen konudaki eleştirisi üzerine Gelir İdaresi Başkanlığı genel yazı hazırlayarak taşra teşkilatını bilgilendirmiştir.

Gelir İdaresi Başkanlığının 11.05.2016 tarih ve 64994458-130(5529-1235)-E.50114 sayılı Genelgesi’nin 2’nci maddesi ile de;

“ Net alanı 150 m²’nin altındaki konut teslimlerine ilişkin olarak yersiz iadeye mahal vermemek amacıyla, yüklenilen KDV listelerinde yer alan demir, çimento, hazır beton gibi inşaat ilişkin temel girdilerin teknik bilgi gerektiren kullanım miktarları konusunda gerekli araştırma ve değerlendirmenin yapılması, ilgili meslek odasından görüş alınması ve YMM raporlarında bu değerlendirmelere yer verilmesi sağlanmak suretiyle KDV iade taleplerinin sonuçlandırılması gerekmektedir. ” açıklamasına yer verilmiştir.

Görüleceği üzere, indirimli orana tabi konut teslimleri nedeniyle yüklenilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV’ nin iadesinde, yüklenilen KDV’ nin doğruluğunun tespiti amacıyla bir başka deyişle temel girdi analizlerine ilişkin araştırma ve değerlendirmelerin yapılabilmesi için ilgili meslek odalarından inşaatta kullanılan kesin sarf miktarlarına ilişkin Bilirkişi Raporlarının temin edilebileceği anlaşılmaktadır.

5- Değerlendirme

Bilindiği üzere; 3065 Sayılı KDV Kanununun 28 inci maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak yayımlanan 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesine ekli (I) sayılı listenin 11 inci sırası uyarınca %1 oranında KDV’ ye tabi bulunan konutlara ilişkin yüklenilen ve işlemin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirim yoluyla telafi edilemeyen vergiler Kanunun 29/2 maddesi uyarınca iade edilmektedir.

İndirimli orana tabi işlemler kapsamında net alanı 150 m²’nin altında bulunan konut teslimlerinden kaynaklanan KDV iadesi işlemlerine esas 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’na istinaden çıkarılan 9 seri no’lu Genel Tebliği hükümleri ile anılan Tebliğ ekinde yer alan Rapor Dizpozisyonuna uygun YMM Tasdik raporlarının ilgili vergi dairelerine tevdi edilmesi gerekmektedir.

İndirimli orana tabi konut teslimleri nedeniyle yüklenilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV’ nin iadesinde, yüklenilen KDV’ nin doğruluğunun tespiti amacıyla ilgili meslek odalarından inşaatta kullanılan kesin sarf miktarlarına ilişkin Bilirkişi Raporlarının temin edilmesi şartı bulunmamakta olup, esas olan indirimli orana tabi konut teslimlerine ilişkin yüklenilen KDV listelerinde yer alan ve inşaat işlerine yönelik maliyeti oluşturan hazır beton, demir, çimento gibi temel malzemelerin kullanım miktarlarının doğru bir şekilde belirlenmesidir.

Dolayısıyla konuya ilişkin düzenlenen YMM KDV İadesi Tasdik Raporlarında; yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgeleri, karşıt inceleme tutanakları, iadeye esas inşaatın net-brüt alanı, iadeye esas inşaat birim m² değerlerine ilişkin hesaplama, inşatta kullanılan girdilere ilişkin analiz, arsa sahiplerine yapılan konut teslimlerinde emsal bedel hesaplamaları, sosyal alan, çevre düzenlemesi ve çevre yollarına ait birim m² ve yüklenim açıklamaları, indirilecek KDV tutarının aylık dağılımı, reklam tanıtım hizmet bedeli, sosyal medya danışmanlığı hizmet bedeli, çağrı merkezi hizmet bedeli vb. hizmet bedeli ödemelerinin iadeye ilişkin olduğuna dair açıklama bilgilerinin yanı sıra temel girdi analizlerine ilişkin araştırma ve değerlendirmelerin de yapılması gerekmektedir.

Bu minvalde, inşaatta kullanıldığı iddia edilen bu malzemelerin kullanım miktarlarının YMM raporunda ayrıntılı bir şekilde izah edilmesi, değerlendirme ve tespit yapılması halinde iadenin yerine getirilmesi mümkün olacaktır. Dolayısıyla, YMM’ ler tarafından hazırlanan KDV iadesi raporlarında, yüklenilen KDV listelerinde yer alan ve kullanıldığı iddia edilen demir, hazır beton, çimento gibi temel inşaat girdilerinin kullanımlarının, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından oluşturulan yığma ve karkas binalar için yapı birimi alanına isabet eden yaklaşık metraj birim ölçülerini içeren yapı yaklaşık maliyetine ilişkin tablo, inşaatta kullanılması gereken temel girdi miktarlarını içeren yapı denetim şirketlerinde hazırlanan belge, sarf miktarlarını içeren ilgili meslek kuruluşunca düzenlenecek bilirkişi raporu vb. belgelerle uyumlu olup olmadığının tespitine ve bir uyumsuzluk olması halinde uyumsuzluğun nedenlerine ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmesi gerektiği tabiidir.

Mükellefler, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının ilgili ildeki şubesine dilekçe ile başvurarak indirimli orana tabi konut teslimlerini gerçekleştirdi parseldeki inşa edilen yapıdaki beton, demir tuğla, çimento, …vb. imalatlara ilişkin metrajlarla ilgili Bilirkişi Raporu düzenlemesini talep edebilecektir. Bilirkişi raporlarında belirtilen metraj bilgileri de inşası tamamlanan yapıların tamamında kullanılan malzemeler hakkında bilgi verecek olup, YMM raporundaki bilgiler ve Yapı Kullanma Belgesinde yer alan m2 bilgileri göz önüne alındığında bilirkişi raporu ile yüklenilen KDV listelerinde yer alan ve kullanıldığı iddia edilen demir, hazır beton, çimento gibi temel inşaat girdilerinin kullanımlarının uyumlu olup olmadığının tespiti sağlanacaktır.

6- Sonuç

Konut inşaatlarında kullanılan temel inşaat girdilerine ilişkin maliyet hesabı çok çeşitli ve karmaşıktır. İşin toplam maliyetin ana elemanları arasında işçilik, malzeme maliyeti, makine-teçhizat maliyeti, gündelik işler, ikincil işler, vazifeli taşeron işleri ve ilave işler ile şantiye giderlerini sayabiliriz. Bunların tespitinin çoğunda olduğu gibi malzeme maliyetinin tespitinde de mühendislik bilgisi gerekmekte olup,  kullanıldığı iddia edilen bu malzemelerin doğruluğu konusunda meslek odaları verilerine ulaşmak adına malın teknik ve ekonomik özelliklerinin bilen bilirkişilerce tanzim edilmiş bilirkişi raporlarından faydalanılabilecektir.

Kaldı ki; YMM KDV iadesi tasdik raporlarında konut inşaatlarında kullanılan temel inşaat girdilerine ilişkin maliyet hesabı ile gerekli değerlendirme ve tespitlerin yukarıda yer alan açıklamalar doğrultusunda yapılması, yapılan işlem ve değerlendirmelerin vergi dairesi müdürlüklerince uygun görülmesi halinde indirimli orana tabi konut teslimlerinden doğan KDV iade taleplerinin yerine getirilmesi mümkün bulunmaktadır. Dolayısıyla iade sürecinin verimli, ekonomik ve etkin kullanımının sağlanması ve yersiz yazışmaların önüne geçilebilmesi adına söz konusu hususların göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir.

23.03.2022

Melih Akcan
Vergi Müfettişi
Yüksek Lisans
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

Çarşamba, 23 Mart 2022 08:25

Nace Kodlarında Değişiklik Yapıldı

26/12/2012 tarihli ve 28509 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliğinin Ek-1’indeki İşyeri Tehlike Sınıfları Listesinde yer alan ve aşağıda ayrıntıları belirtilen “86.90.14” satırının tanımı değişmiş; aynı listede yer alan “23.32.01” ve “45.32.02” satırları yürürlükten kaldırılmış; aynı listeye “23.32” satırından sonra gelmek üzere “23.32.02” ve “23.32.03” satırları, “45.32.06” satırından sonra gelmek üzere “45.32.07” ve “45.32.08” satırları ile “93.29.10” satırından sonra gelmek üzere “93.29.11” satırı eklenmiştir.
 
Değişen Nace Kodları İçin Tıklayınız

6802 Sayılı Gider Vergileri Kanununun 33 üncü Maddesinde Yer Alan Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi Nispetlerinin Tespiti Hakkındaki 28/8/1998 Tarihli ve 98/11591 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının Eki Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Ekli Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 5349)

23 Mart 2022 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 31787

Karar Sayısı: 5349

6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 33 üncü maddesinde yer alan banka ve sigorta muameleleri vergisi nispetlerinin tespiti hakkındaki 28/8/1998 tarihli ve 98/11591 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki Kararda değişiklik yapılmasına ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulmasına, 6802 sayılı Kanunun mezkûr maddesi gereğince karar verilmiştir.

22 Mart 2022

Recep Tayyip ERDOĞAN

CUMHURBAŞKANI

22/3/2022 TARİHLİ VE 5349 SAYILI CUMHURBAŞKANI KARARININ EKİ KARAR

MADDE 1- 13/7/1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri Kanununun 33 üncü maddesinde yer alan banka ve sigorta muameleleri vergisi nispetlerinin tespitine ilişkin 28/8/1998 tarihli ve 98/11591 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki Kararın 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine aşağıdaki alt bent eklenmiştir.

“7) 14/1/1970 tarihli ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (I) numaralı bendinin (g) alt bendi hükmüne istinaden Türk lirası mevduat ve katılma hesaplarına dönüşümün desteklenmesi kapsamında açılan Türk lirası hesapların vade sonu hesap bakiyesi kullanılmak suretiyle hesap sahiplerine ilgili banka tarafından yapılan kambiyo satışları,”

MADDE 2- Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 3- Bu Karar hükümlerini Hazine ve Maliye Bakanı yürütür.

Teknolojinin ve elektronik uygulamaların yaygınlaşmasına bağlı olarak kamu kurumlarının gün geçtikçe elektronik uygulamalardan daha fazla yararlandığını görüyoruz.

Sosyal Güvenlik Kurumu da bu uygulamalardan yararlanan, hizmet verdiği kişi ve kurumlara elektronik başvuru yollarını açan kurumların başında geliyor.

SGK en son olarak e-Tebligat uygulamasını işletime almış durumdadır.

Tebligatların elektronik ortamda yapılması; fiziki ortamda haftalarca süren tebligat işleminin, elektronik tebligat sistemi ile saniyeler içinde gerçekleştirilmesine imkan vermesi, gönderim ücretini ortadan kaldırması, hizmet kalitesini artırması, bilgi güvenliğini ve kişisel verilerin korunmasını sağlaması, tebligatların doğru kişiye doğru zamanda tebliğ edilmesinin garanti altına alınmış olması, kâğıt, zaman ve enerji tasarrufu gibi fayda sağlamaktadır.

SGK’nın elektronik tebligat uygulamasının yasal dayanağını, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesindeki,

“Kurum, görev alanı kapsamındaki tebliğleri, bu Kanunun 99 uncu maddesi hükümleri saklı kalmak kaydıyla, tebliğe elverişli elektronik bir adres vasıtasıyla elektronik ortamda yapılabilir. Elektronik ortamda yapılan tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. Kurum, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye, kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir. Kurum tarafından yapılacak tebliğler, Maliye Bakanlığı ile yapılacak protokol çerçevesinde 213 sayılı Kanunun 107/A maddesi hükümlerine göre kurulan teknik altyapı kullanılarak da elektronik ortamda yapılabilir. Bu şekilde yapılan tebligatlar, 99 uncu maddenin ikinci fıkrası kapsamındaki bildirim yerine geçer.” hükmü oluşturmaktadır.

Söz konusu yasal düzenlemeye istinaden “Sosyal Güvenlik Kurumu’nca Elektronik Ortamda Yapılacak Tebligata İlişkin Yönetmelik” 01.10.2021 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.

Yönetmeliğin “Kullanılacak elektronik tebligat sisteminin belirlenmesi” başlıklı 12 nci madde hükmü uyarınca elektronik ortada yapılacak tebligat işlemleri ile ilgili olarak SGK kendi teknik alt yapısını kurmuş ve uygulamanın usul ve esaslarını da 10.11.2021 tarihli ve 2021/38 sayılı SGK Genelgesinde açıklamıştır.

Yönetmelik ve 2021/38 sayılı Genelgeye göre, elektronik tebligat kapsamına giren kişiler aşağıda belirtildiği gibi “zorunlu” ve “isteğe bağlı” olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. 

Elektronik tebligat kapsamına girenler

a) Elektronik Tebligat Adresi Almak Zorunda Olanlar

5510 sayılı Kanunun 4.maddesinin 1.fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre sigortalı sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar (işverenler)

b) İsteğe Bağlı Olarak Elektronik Tebligat Adresi Alabilecek Olanlar

SGK’da işveren durumunda olmayan kişi ve kurumlar

Elektronik tebligat adresi edinme yükümlülüğü, 01.10.2021 tarihinden önce işveren olanlar ile bu tarihten sonra işveren statüsüne girecek olanlar bakımından aşağıda belirtildiği gibi farklı sürelere bağlanmıştır.

Başvuru Yapacak Olanlar

Başvuru Süresi

a)01.10.2021’den önce sigortalı çalıştırmaya başlayıp sonrasında da sigortalı çalıştırmaya devam eden işverenler

www.turkiye.gov.tr adresinden (e-devlet üzerinden) 31.01.2022 tarihine kadar başvuru yapılacaktır.

b)01.10.2021’den sonra ilk defa sigortalı sayılan kişileri çalıştırmaya başlayan işverenler

Sigortalı çalıştırmaya başlanılan ayı takip eden aydan itibaren 3 ay içinde e-devlet üzerinden başvuru yapılacaktır.

c)İsteğe bağlı olarak elektronik tebligat adresi alacak olanlar

İstedikleri tarihte e-devlet üzerinden başvuru yapabileceklerdir.

Elektronik tebligat için e-Devlet sisteminden başvuru yapabilecek olan kişiler, işverenin niteliğine göre farklılaşmakta olup, aşağıdaki tabloda özet olarak gösterilmiştir.

İşverenin Niteliği

E-Devletten Başvuru Yapabilecek Kişi

Gerçek kişi işverenler

Kendisi veya işveren vekili

Tüzel kişi işverenler (A.Ş, Ltd.Şti vd.)

Yönetici/Müdür/Kanuni temsilcileri

Adi ortaklıklar

Ortaklardan herhangi biri

Apartman yönetimi

 Yönetici

Kamu kurum ve kuruluşları

 Yöneticiler

Elektronik tebligat yönteminde tebliğ tarihi

Elektronik tebligat yönteminde, Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü/Sosyal Güvenlik Merkezi/Merkez teşkilatı tarafından tebliğ edilmesi gereken evraklar elektronik ortamda imzalandıktan sonra Kurum tarafından ilgili kişinin elektronik tebligat adresine iletilecektir.

Elektronik imzalı evrak ilgili kişinin elektronik ortamdaki adresine ulaştığı tarihi izleyen 5’inci günün sonunda tebliğ edilmiş sayılacaktır.

Elektronik ortamda imzalanan evrak, muhatabın elektronik ortamdaki adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günden önce okunsa dahi, ulaştığı tarihi izleyen 5’inci günde tebliğ edilmiş sayılacaktır.

Sosyal güvenlik mevzuatında pek çok yükümlülük süreye bağlanmış olup, yasal süresinde yerine getirilmeyen veya geç getirilen yükümlülüklerden dolayı idari para cezası uygulanmaktadır.

Dolayısıyla, elektronik tebligat sistemine geçmiş olanların elektronik tebligat adreslerini düzenli olarak kontrol etmeleri ve süre hesabını da “Elektronik imzalı evrak ilgili kişinin elektronik ortamdaki adresine ulaştığı tarihi izleyen 5’inci günün sonunda tebliğ edilmiş sayılır” hükmünü dikkate alarak yapmaları gerekmektedir.

Kendisine elektronik ortamda tebligat yapılacak olanların sorumluluğu

SGK’ya elektnonik tebligat başvurusu yapmış olanların belli sorumlulukları bulunmaktadır.

Buna göre, kapsama giren kişiler;

  • Başvurusunu süresinde, tam ve doğru olarak yapmakla,
  • Beyan edilen bilgilerde meydana gelecek değişiklikleri bildirmekle,
  • Yönetmelikte belirtilen tüm şartlara riayet etmekle,
  • Elektronik tebligatı alacak kişilerde değişiklik olması halinde bu değişikliği bildirmekle,

Yükümlüdürler.

Belirtilen sorumlulukların yerine getirilmemesinden doğacak hukuki sonuçlar ilgili kişiye ait olacaktır.

Örneğin, elektronik tebligatı alacak olan kişilerde değişiklik olmasına rağmen, bu değişiklik SGK’ya bildirilmemişse, SGK’nın önceki elektronik posta adresine yaptığı tebligat usulüne uygun yapılmış sayılacaktır.

Elektronik tebligat adresinin kullanıma kapatılması

Zorunlu veya isteğe bağlı olarak elektronik tebligat sistemine dahil olanların aşağıdaki durumlar dışında sistemden çıkmaları mümkün olmayacaktır.

Elektronik tebligat adresinin kullanıma kapatılmasını gerektiren durumlar

a)Tüzel kişilerde

Ticaret sicil kaydının silindiği tarih itibariyle e-tebligat adresi kapatılacaktır.

b)Gerçek kişilerde

İlgilinin ölümü veya gaipliğine karar verildiğinin Kurum tarafından tespit edildiği durumlarda ölüm/karar tarihi itibariyle ilgilinin e-tebligat adresi resen kapatılacaktır.

c)Kısıtlılık, ceza infaz kurumuna girme veya askerlik hizmeti gibi hukuki ve fiili sebeplerle

Kurum veya ilgili kişilerin başvurusu üzerine elektronik tebligat adresi kapatılacaktır.

d)Ölüm/gaiplik durumu

Mirasçıları tarafından sosyal güvenlik kurumuna başvuru yapılması halinde kullanıma kapatılacaktır.

Elektronik tebligat başvurusu yapmayanlara SGK idari para cezası uygulayabilir mi?

SGK’nın Yönetmelik, genelge ve genel yazılarında 01.10.2021’den önce sigortalı çalıştırmaya başlayıp sonrasında da sigortalı çalıştırmaya devam eden işverenlerin 31.01.2022 tarihine kadar, 01.10.2021’den sonra ilk defa sigortalı sayılan kişileri çalıştırmaya başlayan işverenlerin ise, sigortalı çalıştırmaya başlanılan ayı takip eden aydan itibaren 3 ay içinde e-devlet üzerinden başvuru yapmaları gerektiği belirtilmiştir.

Yönetmelik ve çıkarılan genelge ve genel yazılarda elektronik tebligat kapsamına girenlerin belirtilen süreler içinde elektronik tebligat başvurusunda bulunmalarının zorunlu olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, hiç başvuru yapılmamasının veya geç başvuru yapılmasının herhangi bir idari para cezası yaptırımı bulunmamaktadır.

Zira, 5510 sayılı Kanunu’nun 89. maddesinde SGK’nın görev alanı kapsamına giren konularda elektronik tebligat yapabileceği düzenlenmiş olmasına rağmen, aynı kanunun “Kurumca verilecek idari para cezaları” başlıklı 102 nci maddesinde, elektronik tebligat zorunluluğuna uymayanlara herhangi bir idari para cezası yaptırımı öngörülmemiştir.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereği, hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamayacağından; yine hiç kimse bir fiil için kanunda gösterilen ceza dışındaki bir ceza ile veya kanunda gösterilen cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamayacağından, SGK elektronik tebligat uygulamasına öngörülen sürelerde başvurmayan kişilere idari para cezası yaptırımı uygulanması yasal olarak mümkün değildir.

Bu durumda, elektronik tebligat zorunluluğu kapsamına girmesine rağmen süresinde SGK’ya elektronik tebligat başvurusu yapmamış olanlara, SGK tarafından eskiden olduğu gibi 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre kâğıt ortamında tebligat yapılmaya devam edilecektir. Celal Özcan

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sgk-e-tebligat-basvurusu-ve-idari-para-cezasi-uygulamasi/652697

FAZLA ÇALIŞMA ÜCRETİ NEDİR?

Fazla çalışma ücreti Madde 41

Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat onbeş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir. İşçi hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında, çalışma süreleri içinde ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır.

Ayrıca; İŞ KANUNUNA İLİŞKİN FAZLA ÇALIŞMA VE FAZLA SÜRELERLE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ

Madde 6 —Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi, isterse işverene yazılı olarak başvurmak koşuluyla, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat onbeş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir.

İşçi hak ettiği serbest zamanı, 6 ay zarfında işverene önceden yazılı olarak bildirmesi koşuluyla ve işverenin, işin veya işyerinin gereklerine uygun olarak belirlediği tarihten itibaren iş günleri içerisinde aralıksız ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır.

İşçinin bu kanundan ve sözleşmelerden kaynaklanan tatil ve izin günlerinde serbest zaman kullandırılamaz.

Fazla çalışma (fazla mesai), İş kanununun belirlediği çerçevede ve şartlarda haftalık 45 saati aşan çalışmalardır. 4857 sayılı İş Kanunu md.63’e göre; işçinin çalışma süresi haftada en çok kırk beş saat olarak tespit edilmiştir. Aksi kararlaştırılmamışsa 45 saatlik bu çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit bir şekilde bölünerek uygulanır.

Çalışma süresi Madde 63- Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırk beş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/7 Md.; Değişik cümle: 4/4/2015-6645/36 Md.) Yer altı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en çok otuz yedi buçuk saattir. Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde on bir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu halde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz. Denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile dört aya kadar artırılabilir. (Ek cümle: 6/5/20166715/3 Md.) Turizm sektöründe dört aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz; denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile altı aya kadar artırılabilir.

Çalışma biçimi ne şekilde olursa olsun, işçinin haftalık 45 saati aşan çalışması, fazla çalışma olarak adlandırılır. 

Fazla Mesai ya da Fazla Çalışma 4857 sayılı İş Kanunu’nun 41. maddesinde düzenlenmiştir. Ayrıca kanunda zorunluluk durumları ile ilgili düzenlemeleri içeren 42. Ve 43. maddeler yer almaktadır.

Fazla çalışma ücreti Madde 41- Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırk beş saati aşan çalışmalardır. 63’üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırk beş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.

Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir. 

Haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle kırk beş saatin altında belirlendiği durumlarda yukarıda belirtilen esaslar dahilinde uygulanan ortalama haftalık çalışma süresini aşan ve kırk beş saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışmalardır. Fazla sürelerle çalışmalarda, her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş yükseltilmesiyle ödenir. 

Fazla çalışmanın detaylarını içeren bir yönetmelik de yayınlanmıştır. Bu yönetmelik 06.04.2004 tarihli Resmî Gazete ’de yayımlanan “İş Kanunu’na İlişkin Fazla Çalışma Ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliği” dir.

Madde 3 —Bu Yönetmelikte geçen:

a) Fazla çalışma: İş Kanunu’nda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati aşan çalışmaları,

b) Fazla sürelerle çalışma: Haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle 45 saatin altında belirlendiği durumlarda bu çalışma süresini aşan ve 45 saate kadar yapılan çalışmaları ifade eder.

İş Kanunu’na göre bir işyerinde haftalık çalışma süresi, en fazla 45 saat olarak belirlenebilir. Dolayısıyla “asıl ücret” ya da “çıplak ücret” dediğimiz sadece çalışma karşılığı alınan ücret, en fazla 45 saatlik çalışmayı kapsamaktadır. 45 saati aşan çalışmalar, “fazla çalışma” olmaktadır

FAZLA MESAİ GÜNLÜK VEYA AYLIK OLARAK DEĞİL “HAFTALIK” OLARAK HESAPLANIR

Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanırken “haftalık çalışma süresi” baz alınır, Haftalık 45 saati aşan çalışma fazla çalışma olarak kabul edilirHaftalık çalışma süresinin sözleşmelerle kırk beş saatin altında belirlendiği durumlarda ortalama haftalık çalışma süresini aşan ve kırk beş saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışma olarak adlandırılmaktadır. YARGITAY 7. Hukuk Dairesi 2014/4246 2014/11488 Karar Tarihi: 28.05.2014 sayılı kararında 4857 sayılı İş Kanunu’nun 45. maddesi uyarınca kural olarak haftalık 45 saati aşan çalışmalar fazla mesai olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle işçinin fazla çalışmaları gece çalışması veya denkleştirme ya da günlük çalışma kararlaştırılmamış ise haftalık esasa göre belirlenmelidir. Hesaplamanın her hafta için belirtilen fazla çalışma sürelerine göre yapılması gerekirken, her iki haftanın ortalaması alınmak suretiyle ve haftalık 12 saat için fazla çalışma ücreti hesaplanması hatalıdır. Denilmiştir.

Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücreti

Madde 4 —Fazla çalışmanın her saati için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen tutarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir.

Fazla sürelerle çalışmalarda her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş yükseltilmesiyle ödenir.

Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanır. Bu usulün uygulanmasında zorluk çekilen hallerde, parça başına veya yapılan iş tutarına ait ödeme döneminde meydana getirilen parça veya iş tutarları, o dönem içinde çalışılmış olan normal ve fazla çalışma saatleri sayısına bölünerek bir saate düşen parça veya iş tutarı bulunur. Bu yolla bulunan bir saatlik parça veya iş tutarına düşecek bir saatlik normal ücretin, yüzde elli fazlası fazla çalışma ücreti, yüzde yirmi beş fazlası fazla sürelerle çalışma ücretidir.

Yüzde usulünün uygulandığı işyerlerinde fazla çalışma ücreti, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 51 inci maddesinde öngörülen yönetmelik hükümlerine göre ödenir.

(Ek fıkra: RG-25/8/2017-30165) Yer altında maden işlerinde çalışan işçilere, 4857 sayılı Kanunun 42’nci maddesi uyarınca zorunlu nedenlerle ve 43’üncü maddesi uyarınca olağanüstü hallerde, haftalık otuz yedi buçuk saati aşan her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yüzden az olmamak üzere arttırılması suretiyle ödenir.

Kanunda yer alan bir diğer terim “fazla sürelerle çalışma” ise, işyerinde belirlenmiş haftalık çalışma süresi kanuni sınırın altında olması durumunda kanuni sınıra kadar yapılan çalışmaları ifade etmektedir. Örneğin yasal olarak maksimum çalışma süresi 45 saatken, A şirketinde çalışma süresi haftalık 40 saat belirlenmişse, haftalık 45 saate kadar yapılmış fazladan çalışmalar “fazla sürelerle çalışma” olarak adlandırılacaktır. Eğer fazladan çalışma ilgili hafta için 45 saati de aşmışsa, 45 saati aşan kısım “fazla çalışma” olarak adlandırılacaktır.

GÜNLÜK 11 SAATİ AŞAN ÇALIŞMALAR

4857 Sayılı İş Kanunu’nun 63.maddesi gereğince haftalık iş süreleri haftanın çalışılan günlerine 11 saati aşmamak koşulu ile farklı şekillerde dağıtılabilir. 11 saat günlük çalışma açısından bir üst sınır oluşturmaktadır. Bu çerçevede günlük 11 saati aşan çalışmalar haftalık çalışma süresinin 45 saati doldurup doldurmadığına bakılmaksızın fazla çalışma sayılmaktadır.

Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin (E: 2007/30201- K: 2008/33618) kararı da bu yöndedir. “11 saati aşan kısmı fazla mesai kabul edilmelidir. 11 saatlik nöbet süresi ise, haftanın diğer günleri ile değerlendirilmeli, 45 saati geçen süre olduğu takdirde aşan süreler ayrıca fazla mesai sayılmalıdır.”

GECE ÇALIŞMASINDA 7.5 SAATİ AŞAN ÇALIŞMALAR

4857 Sayılı İş Kanunu’nun 69.maddesi gereğince işçilerin gece çalışmaları yedi buçuk saati geçemez. Gece çalışmaları açısından yedi buçuk saat bir üst sınırdır. 7,5 saati geçen gece çalışmaları haftalık çalışma süresinin 45 saati aşıp aşmadığına bakılmaksızın fazla çalışma sayılmaktadır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 24.05.2011 tarih ve E:2011/24236K:2011/15142 sayılı kararında "İşçilerin gece çalışmaları günde yedi buçuk saati geçemez (m.69/3). Bu hal de günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın bir sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden haftalık 45 saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da gece çalışmasında 7.5 saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. “Diyerek duruma açıklık getirmiştir.

FAZLA ÇALIŞMA VEYA FAZLA SÜRELERLE ÇALIŞMA SÜRELERİNİN HESABINDA YARIM SAATTEN AZ OLAN SÜRELER YARIM SAAT, YARIM SAATİ AŞAN SÜRELER İSE BİR SAAT SAYILIR

4857 sayılı İş Kanunu’nun 41 inci maddesinin sekizinci fıkrası, “Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz.” hükmünü amirdir. Yine Kanunun 41 inci maddesinin uygulama esaslarını gösteren İş Kanunu’na İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin “Fazla Çalışmada Sınır” başlıklı 5 inci maddesi, “Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz. Bu süre sınırı, işyerlerine veya yürütülen işlere değil, işçilerin şahıslarına ilişkindir. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sürelerinin hesabında yarım saatten az olan süreler yarım saat, yarım saati aşan süreler ise bir saat sayılır.” hükmünü amirdir.

ÜCRETLERİN BANKA ARACILIĞI İLE ÖDENME ZORUNLULUĞU VAR MIDIR?

Bilindiği üzere, 18 Kasım 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Ücret, Prim, İkramiye ve Bu Nitelikteki Her Türlü İstihkakın Bankalar Aracılığı İle Ödenmesine Dair Yönetmelik” ile iş yerinde 10 ve üzeri işçi çalıştıran işverenlerin ücret ödemelerini 01.01.2009 tarihinden itibaren banka aracılığı ile ödeme zorunluluğu getirilmiş ve bu zorunluluk 01.06.2016 tarihinden itibaren 10 işçi kuralının 5 işçiye indirilmesi ile 5 ve üzeri işçi çalıştıran iş yerlerinde ücretlerin banka aracılığı ile yapılması şeklinde değiştirilmiştir. Yani 1.06.2016 tarihinden itibaren 5 ve üzeri işçi çalıştıran işverenler çalışanların ücretlerini banka kanalı ile ödemek zorundadır.

ÜCRET, PRİM, İKRAMİYE VE BU NİTELİKTEKİ HER TÜRLÜ İSTİHKAKIN BANKALAR ARACILIĞIYLA ÖDENMESİNE DAİR YÖNETMELİK

İş Kanunu’na tabi olarak çalışan işçiye yapılan ödemeler

MADDE 10 – (1) İşyerleri ve işletmelerinde İş Kanunu hükümlerinin uygulandığı işverenler ile üçüncü kişiler, Türkiye genelinde çalıştırdıkları işçi sayısının (Değişik ibare: RG-21/5/2016-29718) (2) en az beş olması halinde, çalıştırdıkları işçiye o ay içinde yapacakları her türlü ödemenin kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net tutarını, bankalar aracılığıyla ödemekle yükümlüdürler.

ÜCRET BORDROLARIN İŞÇİYE İMZALATILMA ZORUNLULUĞU VAR MIDIR?

Çalışma hayatında ücret bordrolarının güncel mevzuattaki yeri ve yargı kararlarında ispat delili olarak kullanılması hususu hem işveren hem de işçi açısından farklı bir boyuta taşınmıştır.

Ücret bordrolarının temel amacı aylık prim ve hizmet belgelerinde düzenlenmeyen ayrıntıları (Fazla Mesai, hafta tatili, Ulusal Bayram Genel Tatiller, Sosyal Yardım Kalemleri, icra, Nafaka ve diğer kesinti kalemleri. Bes, SGK Prim Kesintileri, Gelir vergisi vb.) kamu kurumlarına sunulmak üzere ve ibraz etmek üzere düzenlenmesidir. Bu belge işveren tarafından düzenlenir, imza şartı varsa işçiye imzalatılması zorunludur.  Ücret Bordrosu hem Sosyal Güvenlik mevzuatı hem Vergi Hukuku ve hem de İş Hukuku açısından ücret bordrosuna ilişkin bir takım idari yaptırımlar uygulanmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu açısından;

4857 sayılı İş Kanunu’nda ücrete ilişkin ödeme belgesi belirtilirken, 37. maddedeki aşağıdaki unsurlara değinilmiştir.

Ücret hesap pusulası

Madde 37İşveren işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula vermek zorundadır.

Bu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi gerekir.

Bu işlemler damga vergisi ve her çeşit resim ve harçtan muaftır.

4857 İş Kanunu

Konu

Aykırılık Durumunda Cezai Yaptırım

Cezayı Gerektiren Fiil

Ceza Miktarı

37

Ücret Pusulası

102/b

Ücret hesap pusulası düzenlenmemesi,

1.559.00

5510 SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIKSİGORTASI KANUNU Açısından;

Ücret bordrosu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (102/e/5) Ücret bordrosu mevzuat açısından düzenlenmesi zorunlu belgeler arasında yer almaktadır.

5) İşverenler tarafından ibraz edilen aylık ücret tediye bordrosunda; işyerinin sicil numarası, bordronun ilişkin olduğu ay, sigortalının adı, soyadı, sigortalının sosyal güvenlik sicil numarası, ücret ödenen gün sayısı, sigortalının ücreti, ödenen ücret tutarı ve ücretin alındığına dair sigortalının imzasının bulunması zorunludur. Belirtilen unsurlardan herhangi birini ihtiva etmeyen (imza şartı yönünden makbuz mukabilinde veya banka kanalıyla yapılan ödemeler hariç) ücret tediye bordroları geçerli sayılmaz ve her bir geçersiz ücret tediye bordrosu için aylık asgari ücretin yarısı tutarında,

İdari para cezası uygulanır. İbraz süresi geçirildikten sonra incelemeye sunulan ve tümünün veya bir bölümünün geçersiz olduğu tespit edilen defter ve belgeler yönünden, ayrıca geçersizlik fiilleri için idari para cezası uygulanmaz, sadece tutulan defter türü dikkate alınarak bu bendin (1), (2) ve (3) numaralı alt bentlerine göre idari para cezası uygulanır.

Sosyal Güvenlik mevzuatı açısından bakıldığında, ücretlerin banka kanalı ile ödenmesi halinde imza şartı aranmamaktadır.

213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU açısından;

213 sayılı Vergi Usul Kanunu ise ücret bordrosuna ilişkin daha geniş bir kapsamlı açıklama getirmiştir. Vergi Usul Kanunun “Ücretlere İlişkin Kayıt ve Vesikalar” başlıklı 238.maddesinde aşağıdaki unsurlar belirtilmiştir.

Ücret bordrosu:

Madde 238 – İşverenler her ay ödedikleri ücretler için (Ücret bordrosu) tutmaya mecburdurlar. Gelir Vergisi Kanunu’na göre vergiden muaf olan ücretlerle diğer ücret (...) (1) üzerinden vergiye tabi hizmet erbabına yapılan ücret ödemeleri için bordro tutulmaz.

Ücret bordrolarına en az aşağıdaki malümat yazılır.

1. Hizmet erbabının soyadı, adı; ücretin alındığına dair imzası veya mührü (Ücretin ödenmesinde ayrıca makbuz alan iş verenlerin tutacakları ücret bordrosuna imza veya mühür konulması mecburi değildir.);

2. Varsa vergi karnesinin tarih ve numarası;

3. Birim ücreti (Aylık, haftalık, gündelik, saat veya parça başı ücreti);

4. Çalışma süresi veya ücretin ilgili olduğu süre;

5. Ücret üzerinden hesaplanan vergilerin tutarı.

Bordronun hangi aya ait olduğu baş tarafından gösterilir. Bir aya ait bordro ertesi ayın yirminci gününe kadar hazırlanıp tarihlenerek, müessese sahibi veya müdürü ile bordroyu tanzim eden memur tarafından imzalanır.

İşverenler ücret bordrolarını, yukarı ki esaslara uymak şartıyla diledikleri şekilde tanzim edebilirler

ÜCRET BORDROLARIN İMZALI VE İHTİRAZİ KAYITSIZ OLMASI DURUMUNDA, İŞÇİNİN BORDRODA BELİRTİLENDEN DAHA FAZLA ÇALIŞMAYI YAZILI BELGE İLE KANITLAMASI GEREKİR

İşçi tarafından imzalanmış ücret tediye bordrosunun işveren açısından bir delil olduğu açıktır. Nitekim Yargıtay’ın genel içtihadı imzalı ücret bordroları sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğinde olduğu yönündedir

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi Kararında;

İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan hafta tatili ücreti ödemesinin yapıldığı varsayılır. Bordroda ilgili bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi, hafta tatilinde çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi Esas No: 2013/27146 Karar No: 2014/35923

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi başka bir Kararında;

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi Esas No: 2017/35870 Karar No: 2017/15910

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Kararında;

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazı kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazı kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.

İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda ise işçinin ihtirazı kayıt ileri sürmesi beklenemeyeceğinden, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının her türlü delil ile ispatı mümkündür.

Aynı ispat kuralları hafta tatili ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı için de geçerlidir.

SONUÇ OLARAK

Özellikle yaptığımız denetimlerde çok lokasyonlu işçi ve şube sayısı bakımından çok olan işyerlerinde ücret bordrolarının imzalatılmasındaki zorluk nedeniyle ücret bordrolarının işçiye imzalatılmadığı tespit edilmektedir. Ücretlerin bankaya yatırılması sebebiyle imzalı bordronun önemini kalmadığını düşünmek yanlıştır. Ücretlerin bankadan yatırılması halinde banka kayıtları, ödemenin delili olmaktadır; ancak işçiye hangi kalemler için ne ödendiği hangi kesinti kalemlerinin yapıldığı önem arz etmektedir. Ücretin bankaya yatırılma hususu işçi alacağının ödenmiş olduğu mahkemelerce kabul edilmekte, ancak bordro kalemlerinde belirtilen hesaplamaların doğru yapıldığı konusunda işçiye onaylaması hususunu ispat edecek imza yoksa işverenin olası iş davalarını kaybetme ihtimali oldukça yüksek bulunmaktadır.

Ücret bordrolarında işçi imzası; Ücret Hesap Pusulasında pusulanın işçi tarafından alındığına, Ücret bordrosunda ise belirtilen süre, tatil, fazla mesai vb. ücretlerinin ve kesinti kalemlerinin işçi tarafından onaylandığına ve işçinin ücretinin tam olarak alındığına dair mahkemelerce karine teşkil etmektedir. İş Kanunu 37. Maddesinde “İşveren işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula vermek zorundadır. Ücret hesap pusulasının işçiye verildiği ispatlanamadığı takdirde idari para cezası söz konusu olmaktadır. İş müfettişleri hesap pusulasının verilmiş olmasını aramaktadır. Dolayısıyla, Ücret Bordrolarının her işçi tarafından imzalanmış olması ve Ücret Hesap Pusulasının bir örneğinin işçilere verildiğine dair imzalarının alınması işveren açısından da önemlidir.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır

İmzalı ücret bordroları veya ücret hesap pusulalarında İşveren işçiye yapılan tüm ödeme ve kesinti kalemlerini ayrıntılı olarak gösterilmesi gerekmektedir. Yargıtay yerleşik kararlarına göre imzalı bordro veya ücret hesap pusulasına işçi ihtirazı kayıt koymadan imzaladığında kesin delil kabul edilmektedir. Bu halde bordroda görünenin üzerinde fazla çalışma, Ulusal bayram genel tatil çalışması, hafta tatili çalışması yaptığını kesin delillerle işçi ispatlamak zorunda kalmaktadır. İşveren imzalı olarak bu belgeleri sunamaz ise işçi iddiasını tanık dahil her türlü delil ile ispatlayabilmektedir. Bu anlamda işçiye yapılan her türlü ödeme ve kesintiyi gösteren ücret hesap pusulalarının imzalatılma hususun çok önem arz etmektedir.

Ayrıca İşverenler açısından özellikle İnsan Kaynakları işyerlerinde bordro imzalatılmasındaki zorluk nedeniyle bordro imzalatılmaktan kaçınılmaktadır. Bu nedenle İşçi ücretlerini banka kanalı ile ödeyen işverenlerin ücret hesap pusulasının imzalatılmasının imkânsız olduğu durumlarda imza yerine e-imza vs. teknolojik gelişmeleri kullanarak işçilerine göndermesi de mümkündür.

Özellikle son zamanlarda giderek yaygınlaşan ve zorunlu hale gelen Kayıtlı Elektronik Posta (KEP) yolu ile elektronik imza vasıtası ile manuel ortamda ıslak imzaya gerek olmadan e-imza ile işçilere ücret hesap pusulasının imzalatıldığı görülmektedir.

Özellikle hem KEP hesaplarının hem de e-imza uygulamaları ve diğer teknolojik gelişmelerin yaygınlaşması ile yukarıda bahsettiğimiz İlgili Yasal dayanaklarda da ivedi düzenlemeler yapılması gerekmekte olup, e-imza uygulamasının yanı sıra Kayıtlı Elektronik Posta (KEP), cep telefonları ile kullanımın mümkün kılan mobil imza, ve diğer teknolojik gelişmelerin de  ıslak imza yerine geçecek şekilde yasal düzenlemeler yapılarak İşverenlerin  herhangi bir idari para cezası yaptırımlarının önüne geçilmesi gerekmektedir.

22.03.2022

Musa Çakmakçı
Sosyal Güvenlik Uzmanı
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 12. maddesinde; ölüm halinde mükelleflerin ödevlerinin, mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılarına geçeceği, ancak, mirasçılardan her birinin ölünün vergi borçlarından miras hisseleri nispetinde sorumlu olacağı kurala bağlanmıştır.

Diğer taraftan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 7. maddesinde ise;  borçlunun ölümü halinde, mirası reddetmemiş mirasçılar hakkında da bu kanun hükümlerinin tatbik edileceği ve amme alacağından miras hissesi oranında sorumlu olacağı kurala bağlanmıştır.

Kanun hükümlerine göre vergi idaresinin mirası reddetmemiş miraşçılar hakkında ve miras hisseleri doğrultusunda vergi alacağının durumuna göre tarhiyat yapması veya ödeme emri düzenlemesi gerekmektedir.

Ancak uygulamada vergi idaresinin mirasçının miras hissesi oranında ihbarname/ödeme emri düzenlemesi gerekirken ölen muris hakkında ihbarname/ödeme emri düzenlediği görülmektedir.

Ölen muris hakkında düzenlenen vergi ihbarnamesi/ödeme emri ise uygulamada mirasçılara tebliğ edilmekte olup, kendisine murisi hakkında düzenlenen vergilendirme işlemi tebliğ edilen mirasçı bu işleme karşı dava açtığında mahkemelerce ölen muris hakkında işlem tesis edilemeyeceği, mirasçıların miras hissesi oranında takip edilmesi gerektiği gerekçesiyle vergilendirme işleminin iptaline karar verildiği gibi bazı mahkeme kararlarında ölen kişi hakkında işlem tesis edilemeyeceği ve tesis edilen işlemin hukuki geçerliliğinden de bahsedilemeyeceği için mirasçıların hukuki menfaatini de etkilemeyeceği dolayısıyla mirasçılar tarafından açılan davaların ehliyet yönünden reddi yönünde de kararlar verildiği görülmektedir.

Ayrıca ehliyet yönünden davanın reddi kararı verildiğinde mirasçı tarafından açılan davada davacı aleyhine yargılama giderlerine de hükmedildiği görülmektedir. Oysa hukuki geçerliliği bulunmadığı belirtilen işlemi tesis eden ve mirasçıya tebliğ ederek dava açmak zorunda bırakan vergi idaresi aleyhine yargılama giderlerini hükmetmek hakkaniyete daha uygun düşecektir.

Danıştay Dördüncü Dairesi 2020 yılında verdiği bir kararda (15.10.2020 tarih ve E:2016/11627, K:2020/3871 sayılı kararıyla mirası reddetmemiş mirasçılar adına payları oranında düzenlenecek ödeme emirleri ile takip yapılması gerekirken, ölü şahıs adına tanzim edildiği anlaşılan ödeme emirlerinde hukuka uyarlık bulunmadığına hükmetmiştir.

Biz de Danıştay Dördüncü Dairesinin çok isabetli kararına aynen katılıyoruz. Vergi idaresinin kanuna aykırı şekilde tesis ettiği işlemi mirasçıya tebliğ etmek suretiyle mirasçıları dava açmak zorunda bıraktığı açık olup, bir de açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka ve hakkaniyete uygun düşmeyeceği kanaatindeyiz.

Son olarak, yukarıda yaptığımız bu açıklamalar tüzel kişiliği sona eren şirketler hakkında tesis edilen vergi ihbarnamesi/ödeme emirleri için de geçerli olduğunu ekleyebiliriz.

22.03.2022

Cumhur Çetin
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Denetçi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu 32’nci maddesinde 7104 Sayılı Kanun’la  yapılan değişiklik sonrasında 01.01.2019 tarihinden itibaren uygulanmak üzere tam istisna kapsamında teslimlere ilişkin iade taleplerinin, iade hakkı doğuran işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar talep edilmesi şartıyla ve  Maliye ve Gümrük Bakanlığınca tespit edilecek esaslara göre bu işlemleri yapanlara iade olunacağı hüküm altına alınmıştır. Yazımızın konusunun anlaşılır olması acısından indirimli oran ve kısmi tevkifata konu iade talep sürelerine değinilmemiştir.

         Maliye bakanlığı 15.02.2019 tarihi ve 23 seri no’lu KDV Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile  tam istisna kapsamındaki işlemlere ilişkin iade talebinde bulunacak mükelleflerin, istisnaya tabi işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar;

  • İlgili dönem beyannamelerinde istisnaya ilişkin yüklenilen KDV sütununu doldurmaları,
  • En geç bu süre içinde standart iade talep dilekçesiyle birlikte iade talepleri için Tebliğin ilgili bölümlerinde sayılan belgelerle (teminatla talep edilen iadelerde teminat dahil) vergi dairelerine başvurmaları zorunludur şeklinde belirtme yapmıştır.

01.01.2019 tarihinden sonra ilk defa uygulanan yeni düzenlemenin ilk zaman aşımı 2019 yılı için 31.12.2021 tarihinden sonra hüküm ifade etmeye başlamış uygulamada bir başka sorunu da beraberinde getirmiştir. Şöyle ki, buraya kadar açıkladığımız tüm yükümlülükler yerine getirilmesi neticesinde iadesi vergi dairesince uygun görülerek kesinleşen mahsuben iade alacağının  iade talep süresi içerisinde tüketilmesi gerektiği diğer bir deyişle iade hakkı doğuran işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar hem iade talebinin yerine getirilmesi hem de bu süre içinde KDV iade alacağının mahsup ile tüketilmesi gerektiği şeklinde uygulama başlatarak yeni bir itilaf oluşturmuştur. Hatta mükelleflerin 2019 yılına ait iade hakkı doğuran işlemden oluşan kesinleşmiş alacağını 2022 Ocak ve Şubat aylarında mahsup talepleri yerine getirilmiş ardından mahsup zaman aşımı oluştuğu gerekçesi ile vergi ziyaı ile vergi/ceza ihbarnamesi salınmıştır.

Kanunda belirlenen süre iadenin talep edilmesine ilişkin süre olmasına rağmen uygulamada iade alacağın talep zaman aşımı süresinde mahsup edilmesi gerektiği şeklindeki kıyasının  kabul edilir bir dayanağı bulunmamaktadır. Vergi daireleri bu uygulamaya gerekçe olarak bu konuda iç genelgelerinin olduğunu ve uygulamalarının bu yönde olduğu, iade talep süresi ile mahsup itfa süresini bir bütün olarak düşündüklerini ifade etmişlerdir.

Şimdi konunun daha iyi anlaşılması açısından olayı bir örnekle açıklayalım.

Mükellef  “X” Nisan/2019 dönemi tam istisna kapsamındaki teslimlere ilişkin 200.000 TL mahsuben iade talebini iadeye konu dönem KDV beyannamesinin ilgili sütununda belirtmiştir. Haziran/2019’da  iade talep girişini ve tebliğin ilgili bölümlerinde sayılan belgeleri eksiksiz olarak girmiş ve tamamlamıştır. Vergi dairesinin ilgili birimlerince (memur, şef, müdür, muhasebe vs)  iade talebi incelenmiş ve Ağustos/2019 döneminde 200.000 TL iadenin mahsuben iade edilebileceğine karar vermiştir. Mükellef kesinleşen bu iade alacağının 160.000 TL’lık kısmını 2019,2020 ve 2021 yıllarında borçlarına mahsup etmek suretiyle itfa etmiştir. Kalan 40.000 TL iade alacağının mahsubunu ise ARALIK/2021 döneminde doğan borcuna OCAK/2022 döneminde mahsubunu istemiştir. Vergi dairesi önce bu talebi yerine getirmiş ardından alacağın talep süresi içerisinde tüketilmediği,  alacağın zaman aşımına uğradığı gerekçesi ile mükellefe  40.000 TL vergi, 40.000 TL vergi ziyaılı vergi/ceza ihbarnemesi göndermiştir.

İdarece KDV iade talep süresi, kesinleşen alacağın mahsup süresi ile sınırlandırılmış olması bir dizi sorunu da beraberinde getirmektedir. 2019 dönem alacağını 31.12.2021 tarihinde kısmen mahsup/kısmen nakit olarak YMM raporu ile talep eden bir mükellefin YMM raporunu sunmak için 30.06.2022 tarihine kadar süresi bulunmaktadır. Bu halde YMM raporunu 30.06.2022 tarihinde verdiği varsayıldığında idarenin de kontrollerinin tamamlayıp iadeyi 30.11.2022 tamamladığını kabulü halinde bu uygulama ile iade süresi tüm alacak için iki yılı onbir ay geçmiş mi olacaktır. Yoksa nakit kısmı için iade yapılacak mahsup için mi zaman aşımı mı uygulanacaktır.    

Oysa KDVK’da ve KDV Genel Uygulama Tebliğinde mahsup zaman aşımı süresini kısıtlayan bir hüküm bulunmamaktadır. Mükellefin iade talep beyanı için belirlenen iki yıllık sürenin kazanılmış hakkın itfası ile bağdaştırma mükellefi mağdur etmekten ve ihtilaf doğurmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Kazanılmış hakkın kullanılmasında VUK’nu belirlenen 5 yıllık genel zamanı aşımı süresi uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.

Dr. Ufuk ÖZDEMİR
Yeminli Mali Müşavir
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

NOT: Bu makale YMM Engin Ertürk ile birlikte hazırlanmıştır.

22.03.2022

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

Bilindiği üzere, Kurumumuzca yetkilendirilen bağımsız denetim kuruluşlarının, belgenin verildiği yılı takip eden yıllarda 492 sayılı Harçlar Kanununa (Kanun) Ekli 8 sayılı tarifenin XIV’üncü bölümünün “Denetim kuruluşları yetkilendirme belgeleri (Her yıl için)” başlıklı birinci sırasında belirtilen harçları ödemeleri gerekmektedir.

2022 yılı için geçerli olan tutarlar aşağıda gösterilmiştir*:

YETKİ TÜRÜ TUTAR
KAYİK Dahil (Vergi Kodu: 9224) 38.536,90 TL’den az olmamak üzere bağımsız denetim faaliyetlerinden elde edilen bir önceki yıl gayrisafi iş hasılatının Binde 5,75’i
KAYİK Hariç (Vergi Kodu: 9226) 19.267,80 TL’den az olmamak üzere bağımsız denetim faaliyetlerinden elde edilen bir önceki yıl gayrisafi iş hasılatının Binde 5,75’i

Bu kapsamda, Kanunun 113’üncü maddesi uyarınca, kurumlar vergisi beyannamesi verme süresi içerisinde verilen bildirim üzerine, bağımsız denetim faaliyetlerinden elde edilen gayrisafi iş hasılatı esas alınarak tahakkuk ettirilecek harçların, Mayıs ayı içerisinde ödenmesi gerektiği hususu,

Tüm denetim kuruluşlarına önemle duyurulur.

Harçlar Kanunu Genel Tebliğine ulaşmak için Tıklayınız

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 19 Mayıs Atatürk' ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşsiz bir galibiyet olarak yer eden Kurtuluş…
  • ANONİM / LİMİTED ŞİRKET PAY SAHİBİ OLANLAR İLE DİĞER İLGİLİ ŞAHISLARIN ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI Türk Ticaret Kanununun 358 Ve 644. Maddelerine Göre Pay Sahipleri:> Sermaye…
  • YURT DIŞI İŞTİRAK PAYLARININ ELDEN ÇIKARMALARINA İLİŞKİN İSTİSNA Kurumların aktiflerinde bulunan iştirak hisselerinin satılması, buradan elde edilen kazançların…
Top