Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

KONUNUN ÖZETİ

Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. Amacı Türkçeyi incelemek ve geliştirme çalışmaları yapmaktır. Konuya TDK’nın tespit ile ilgili tanımlamalarından başlayacağız.

Bu yazıda anlatmak istediğimiz, tespit etmenin ne demek olduğu, vergi incelemelerinde eğer varsa düzenleme ve kullanma durumlarında bu fiillerin soru işaretine yer vermeyecek derecede vergi matrahının doğru hesaplanıp hesaplanamadığı konusu üzerinde duracağız.

TESPİT ETMEK, ANLAMI VE BENZER KAVRAMLAR İLE VERGİ İNCELEMELERİ 

TDK’ya göre tespit etmek şu anlama gelir;

“Bir şeyi sağlam bir biçimde yerleştirmek, oynamaz duruma getirmek, saptamak

– bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde göstermek

– belirlemek

– sabitlemek”

Arapça kökenli bir sözcük olan tespit, belirsiz olan bir durum hakkında hüküm verme, kararlı davranma ve sağlamlaştırma gibi anlamlara gelir. Ancak, günümüzde bu kelimenin daha çok ikinci anlamı kullanılmaktadır. Tespit kelimesinin yan anlamı, bir konuya dair bilinmeyen şeyleri belirleme ve açıklamadır.

Vergi Usul Kanununun “Vergi İncelemeleri/Maksat” başlıklı 134. maddesine göre “vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır. İncelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikına da teşmil edilebilir. Fiili envanterin yapılmasının gerektirdiği ve incelemeyi yapan tarafından tasdik edilen giderler Hazinece mükellefe ödenir.”

Birçok Danıştay kararında sahte belge veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanıldığının ve düzenlendiğinin öne sürülebilmesi için  yeterli araştırma ve inceleme yapılması gerekmektedir.

Vergi Usul Kanununun 425 sıra numaralı genel tebliğinde şu ifadelere yer verilmiştir.

“…Vergi Usul Kanununun 134 üncü maddesinde vergi incelemesinden maksadın, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu hüküm altına alınmış ve mezkûr Kanunun müteakip maddelerinde vergi incelemesine müteallik hükümlere yer verilmiştir. Bunlardan “incelemede uyulacak esaslar” başlıklı 140 ıncı maddenin 5 numaralı bendinde vergi incelemesi yapanların vergi kanunları ile ilgili kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ ve sirkülere aykırı vergi inceleme raporu düzenleyemeyecekleri, ancak, bu düzenlemelerin vergi kanunlarına aykırı olduğu kanaatine varırlarsa bu hususu bağlı oldukları birimler aracılığıyla Gelir İdaresi Başkanlığına düzenleyecekleri bir rapor ile bildirecekleri hüküm altına alınmıştır…”

Bu tebliğde de doğruluğun tespitinin yapılması gerektiği vurgulanmış ve tanzim edilen raporların yayımlanmış mevzuat hükümlerine aykırı olamayacağından bahsedilmiştir.

VERGİ İNCELEME RAPORLARINDA YEVMİYE DEFTERİ ÜZERİNDEN TESPİT EDİLECEK HUSUSLAR

Delil, bir maddi vakıanın vuku bulup bulmadığına hâkimi inandırmaya yarayan ispat vasıtasıdır.

Delil konusunda ticari defterlerle ilgili aşağıdaki hususlara değinmek istemekteyiz:

Ticari defterlerin kapsamı oldukça geniş belirlenmiştir. Ticaret Ka­nununa göre; yevmiye defteri, envanter defteri, defteri kebir gibi mu­hasebe ile ilgili defterlerin yanı sıra, muhasebe ile ilgisi bulunmayan, pay defteri, yönetim kurulu karar defteri ve genel kurul toplantı ve müzakere defteri de ticari defter niteliğini haizdir.

“Tacirin, ticarî işletmesiyle ilgili tüm faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi davranması” gerekir.

Bu cümleden olarak tacir, ticarî işletmesiyle ilgili sözleşmeleri yaparken ve bu sözleşmelerden doğan borçlarını ifa ederken basiretli bir iş adamı gibi davranmak zorundadır. Aldığı ve sattığı emtialara ilişkin işlemlerin gerçekliğini ispat etmeye yarayan olabildiğince delilleri işyerinde bulundurmalı, dosyalamalı gerektiğinde fatura ve defterden ziyade bu bilgilerle hem vergi denetimine yardımcı olmalı hem de aleyhine doğabilecek ciddi zararları önleyebilmelidir.

Ticari defterler delil niteliği taşımaktadır. Bunun yanında fatura, ödeme belgesi ve fiili sevkiyatlarla ilgili ispat edici olguların neler olabileceği, teslim yönünden KDV Genel Uygulama Tebliğinde detaylıca yazılmıştır.

Vergi Usul Kanununun Defter Tutma/Maksat başlıklı 171’inci maddesinde şu ifadelere yer verilmiştir.

“Mükellefler bu kanuna göre tutacakları defterleri vergi uygulaması bakımından aşağıdaki maksatları sağlıyacak şekilde tutarlar:

  1. Mükellefin vergi ile ilgili servet, sermaye ve hesap durumunu tesbit etmek;
  2. Vergi ile ilgili faaliyet ve hesap neticelerini tesbit etmek;
  3. Vergi ile ilgili muameleleri belli etmek;
  4. Mükellefin vergi karşısındaki durumunu hesap üzerinden kontrol etmek ve incelemek;
  5. Mükellefin hesap ve kayıtlarının yardımıyla üçüncü şahısların vergi karşısındaki durumlarını (emanet mahiyetindeki değerler dahil) kontrol etmek ve incelemek.  “ 

Tespit etmek fiili burada da karşımıza çıkmaktadır. Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir.

Basiretli bir iş insanı ve kayıt yapan basiretli bir meslek mensubuna defter ve belgeler tutulurken, yevmiye defterine alış faturası işleneceği zaman bazı detaylara yer vermesini öneriyoruz.

Örnek bir uygulamayla yevmiye defterine yapılacak bir kaydın esasında fiziki ürünlerle ilgili de bilgi vereceğini görmekteyiz.

Mükellef kurum, 31.03.2022 TARİHİNDE 30.000 METRE polyester kumaşı A Ltd.Şti. den satın almıştır.

700000000—–00031—–MAHSUP—–31/03/2022 TL
HESAP KODU HESAP ADI AÇIKLAMA DETAY BORÇ ALACAK
153 TİCARİ MALLAR 300.000,00  
153.01 Ticari mallar FT GIB2022000000088 21/03 (A) Ltd.Şti. –POLYESTER  KUMAŞ-30.000 METRE 300.000,00
191 İNDİRİLECEK KATMA DEĞER VERGİSİ 24.000,00  
191.08 %8 İndirilecek KDV FT GIB2022000000088 21/03 (A) Ltd.Şti. –POLYESTER  KUMAŞ-30.000 METRE 24.000,00
320 SATICILAR 324.000,00
320.B002 (A) LTD.ŞTİ. FT GIB2022000000088 21/03 (A) Ltd.Şti. –POLYESTER  KUMAŞ-30.000 METRE 324.000,00

Yevmiye kaydı bu şekilde yapıldığında açıklama kısmında görüldüğü gibi kaydi envantere de yardımcı olacak şekilde bu fatura ile ne kadar polyester kumaş alındığı miktar ve tutar itibariyle kaydedilmiştir. Bu ve diğer alım ve satıma ilişkin kayıtların bu şekilde yapıldığını varsaydığımızda, maliyet muhasebesi sistemine göre de giriş ve çıkış fiziki olarak sadece yevmiye defterinden tespit edilebilecektir. Buna ilişkin ödemeler de bu minvalde açıklamalı olarak yevmiye kayıtlarına yansıtıldığında hangi ödemenin hangi emtia için ödendiğinin tespiti de yapılabilecektir. Yevmiye defteri ile ilgili olarak kayıt unsurlarının ne kadar önemli olduğunu gözlemlemekteyiz. Açıklama kısmına örneğin, sevk irsaliyesinin numarası, kantar fişi varsa onun numarası gibi bilgiler de yazılabilir.

Vergi Usul Kanunu yevmiye defteri ile ilgili olarak YEVMİYE DEFTERİ başlıklı 183’üncü maddesinde aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir.

“Yevmiye defteri, kayda geçirilmesi icabeden muamelelerin tarih sırasiyle ve madde halinde tertipli olarak yazıldığı defterdir.

Yevmiye defteri ciltli ve sahifeleri müteselsil sıra numaralı olur. Mükellefler diledikleri takdirde yevmiye defteri ve tutulması zorunlu diğer defterlerini müteharrik yapraklı olarak kullanabilirler.”

Dikkat edilirse madde hükümlerine göre açıklama kısmının nasıl olacağı tarif edilmemiş defterin şekli bakımdan nasıl olacağına değinilmiştir. Yevmiye defterinin içeriğine ilişkin ifadelere 171’inci maddede yer verilmiştir. (yukarıda değinildiği gibi)

BİRİNCİ KISIM OLAN BU YAZIYLA İLGİLİ SONUÇLAR VE DEĞERLENDİRMELER

1. Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.

2. İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir.

3. Gerçekliğin ispatıyla ilgili ve tespitiyle ilgili ticari defterlerden biri olan yevmiye defterlerinde miktara ilişkin saptamaların yapılabilmesini sağlamak amacıyla bir örnek yevmiye maddesi sunduk.

4. Genelde incelemelerde de indirilecek katma değer vergisinin ihticaca salih olmama durumundan bahsedilerek indirimler reddedilmektedir. Kazanç vergileri yönünden ise bir tarhiyat yapılmamaktadır.

5. Defterlerin önemini izafe eden bir özelgeden de bahsetmek konuya idarenin de bakışını yansıtacak şekilde açıklamamızı sağlayacaktır.

6. “…Vergi Usul Kanununun 30/3 ncü maddesine göre re’sen tarhiyat nedeni olup, bu defterlere kaydı yapılan belgelerde yer alan KDV nin de indirimi Kanunun 29 ve 34 üncü maddeleri gereğince mümkün bulunmamaktadır. Ancak, yapılacak incelemede ya da dönem matrahının takdiri sırasında tasdik ettirilmemiş defterlere kaydedilen belgelerin gerçek olduklarına kanaat getirilmesi ve bu verginin satıcı tarafından beyan edildiğinin tespit edilmiş olması kaydıyla bu belgelerdeki KDV’nin  indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır…”

7. Çanakkale Valiliği Defterdarlık Müdürlüğünün verdiği özelgede görüldüğü üzere tasdiksiz olsa dahi önemli olan gerçeği yansıtacak şekilde defter ve alt beyannameler üzerinden bir tespitin yapılmasını şart koşmuştur. (B.07.4.DEF.0.17.10.00-KDV-2010-02-15 16/02/2012)

Dr. Özgür AKKAYA
S.M. Mali Müşavir
Denetçi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Dip Notlar:

* Bu makale konuyla ilgili birinci kısımdır.

** Bu makalenin hazırlanma aşamasında İLKNUR CEBECİOĞLU’ndan ilham alınmıştır.

https://www.alomaliye.com/2022/09/26/incelemelerde-tespit-etmek-ne-anlama-gelir/

Salı, 27 Eylül 2022 08:01

Holding Niçin ve Nasıl Kurulur?

HOLDİNG şirketleri; üretim ve satış gibi faaliyetlerde bulunmayan, şirketlere iştirak eden ve çoğunlukla iştirak ettiği şirketlerin büyük ortağı durumunda olan veya başka yollarla hakimiyetini elinde bulunduran şirketlerdir. Diğer bir ifadeyle Holding, elinde başka şirketlere ait hisse senedi bulunduran anonim şirkettir. Holdingler; kendisi veya başkaları tarafından kurulmuş veya kurulacak şirketlerin sermaye ve yönetimine katılarak bunların yatırım, finansman, organizasyon ve yönetimlerini tek bir organizasyon gibi yürütür. Holdinglerin, nakdi sermaye ile kurulması ve sonradan elindeki bu sermaye ile başka şirketlerin hisse senetlerini satın alması da mümkün.

KURULUŞ AMACI VE AVANTAJLARI

Holdingleşmede; satışa sunulacak malın hazırlık, üretim, ambalajlama, taşıma, pazarlama, reklam ve sigortalama gibi aşamalarında grup içindeki bütünlüğün sağlanması, üretim ve pazarlama süreçlerinin uyumlaştırılması da etkili olmaktadır. Amaç ve avantajları ise iki başlık halinde özetlemek mümkün.

a) Holding şirketleri, iştirak ettikleri bağlı şirketlerine; finansman temini, pazarlama ve dağıtım, yatırım projelerinin hazırlanması, hedeflerin tayini, planlama, örgütlendirme ve kararların uygulanması, bilgisayar hizmetleri, sevk ve idare, mali revizyon ve vergi müşavirliği, piyasa araştırmaları, halkla ilişkilerin tayini, personel temini ve eğitimi, muhasebe ve organizasyon kontrolü, hukuk müşavirliği hizmetleri verebilmektedir.

b) Holding kurmanın genel avantajları ise şöyle sıralanabilir; şirketler grubunun etkin yönetilmesi, daha büyük yatırım gücü ve özkaynak karlılığı sağlanması, riskin dağıtılması, ekonomik faaliyetler sonucu oluşan karın aynı grup içinde kalması, daha geniş finansman imkanlarının yaratılması, uluslararası boyut kazanması, bazı vergisel avantajların elde edilmesi, pazarlama ve rekabet gücünün artırılması, şirketler arasında ortak stratejinin belirlenmesi, planlama-bütçeleme ve koordinasyonun sağlanması, uzmanlaşmak ve grup içi sinerjiyi artırmak.

KURULUŞ PROSEDÜRÜ

Holdingler;

a) Saf Holding-Karma Holding,

b) Yatay Holding-Dikey Holding,

c) Ana Holding-Ara Holding şeklinde kurulabilmektedir.

Türk Ticaret Kanununda (TTK) holding şirketlerin nasıl kurulacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, bu konuda Ticaret Bakanlığı uygulamaları bulunmaktadır. Holding şirketlerin kuruluşu söz konusu bakanlığın iznine bağlı olup bakanlık sadece anonim şirket olarak yapılan başvurulara izin vermektedir. Kanunlarda holdinglerin nasıl kurulacağına ilişkin açık hüküm olmadığından, holdingler de Türk Ticaret Kanunu’nun anonim şirket kurulmasına ilişkin hükümleri doğrultusunda kurulurlar.

Halihazırda var olan bir şirketin holding şirkete dönüştürülmesi de mümkündür. Bu durumda; mevcut bir anonim şirketin ana sözleşmesinin ticaret unvanı ile amaç ve konu maddesinde değişiklik yapılmakta, böylece anonim şirket holding şirkete dönüştürülmektedir. Ancak bu değişiklik için de Ticaret Bakanlığı’ndan izin almak gerekir. Holding şirketlerin genel kurullarında Ticaret Bakanlığı temsilcisinin bulunması şarttır. Holdinglerin tasfiye işlemleri TTK’daki tasfiye hükümlerine tabidir. Holdingler var olan şirketlere ortak olabilecekleri gibi, önce holding şirket kurulup sonra, holding şirketin hakimiyetini sağlayıcı şartlar ve hissedar yapılarıyla bağlı şirketler de kurulabilmektedir.

Görüldüğü üzere, holdinglerin birçok avantajının yanında vergisel avantajları da öne çıkmaktadır. Anonim şirket olarak kuruldukları için, Kurumlar Vergisi mükellefi olarak kabul edilmiştir. Kurumlar Vergisi mükelleflerine uygulanan bütün vergi kanunları holdinglere de uygulanır. Ayrıca, holdinge bağlı şirketler için doğrudan verilen hizmetlere ilişkin giderlerin ilgili şirketlere aktarılarak o şirketlerde gider yazılabilme imkanı sağlanmıştır.

Talha APAK
Yeminli Mali Müşavir
Öğretim Görevlisi
Alomaliye.com Yayın Kurulu Başkanı
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

İktibas: Paradergi

https://www.alomaliye.com/2022/09/27/holding-nicin-ve-nasil-kurulur/

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılacağı 1 Ekim tarihinde en önemli mesaisini seçim öncesi hazırlanacak son büyük torba teklife harcayacak. Pandeminin tahribatını azaltmak ve seçim öncesi toplumun ekonomik yönden sıkıntılı kesimlerini kısmen rahatlatacak önlemleri içeren Torba Kanun teklifinde son aşamaya gelindi.

Bütçeye getirdiği yük konusunda ciddi tartışmalar yaşanan kur korumalı mevduatın 6 ay veya 1 yıl uzatılmasına ilişkin düzenleme torba teklife girecek. Kamuya olan borçların yapılandırılmasında ödemesiz dönem seçeneği masaya getirilirken, bunun seçim sonrasına sarkacak şekilde belirlenebileceği ifade ediliyor. Çalışanlara nakit olarak ödenen yemek ücretlerinin gelir vergisi ve SGK priminden muaf tutulmasına yönelik bir madde yanı sıra kamuoyundan gelen tepkilere rağmen, enflasyon muhasebesinde uygulama tarihinin geri çekilmesine yönelik bir madde olmayacak.

Önümüzdeki yıl Haziran ayında yapılması öngörülen seçimlerin öncesinde etkileri görülecek birtakım kritik önlemleri içeren torba kanun teklifi üzerinde çalışmalar devam ediyor. TBMM tatilde olmasına rağmen uzun süredir başta Hazine ve Maliye Bakanlığı olmak üzere, ilgili bakanlıkların bürokratları uzun süredir torba hazırlıkları için mesailerinin önemli bölümünü Meclis’te geçiriyorlar. Bir yandan 2023 yılı bütçesi hazırlanırken, diğer yandan da torba teklife yavaş yavaş son şekli veriliyor.

Torba kanun teklifinde yer alması beklenen bazı kritik konular şöyle:

Borç yapılandırmada ilk taksit seçim sonrasına kalabilir

Son olarak geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren ve ödemeleri hâlen devam eden yapılandırma düzenlemesi, bu torba teklifin de önemli unsurlarından birisini oluşturacak. Bu teklifte daha öncekilerden farklı olarak ödemesiz dönem seçeneğinin de gündemde olduğu kaydediliyor. Eğer bu seçenek torbaya girer ve ödemesiz dönem 6 ay olarak belirlenirse, yapılandırmaya giren borçların ilk taksit ödemesi seçim sonrasına kalacak. Yapılandırmada daha öncekilerden farklı olarak başvuru süresinin de uzun tutulması bekleniyor. Bu süre yılbaşına kadar verilebilecek. Ayrıca, daha önceki yapılandırmalarda taksitlerini aksattığı için yapılandırma kaynaklı hakkını kaybedenlere yeni bir hak verilmesi üzerinde çalışma yapılıyor.

Öte yandan teklifin yapılandırmayla ilgili kısmında, belirli koşullara bağlı olarak tahsil edilmesi mümkün olmayan 90 milyar lira civarındaki kamu alacağının silinmesine yönelik bir hükmün yer alması bekleniyor.

Daha önce getirilen matrah affıyla ilgili, işletmelere yeni bir imkan verilip verilmemesi konusunun da gündemde. Ancak bunun torba teklife girip girmeyeceği henüz netlik kazanmadı.

KKM’de süre uzatımı gündemde

Kurda yaşanan artışın hızını kesmek amacıyla uygulanmaya başlanan kur korumalı mevduat sisteminde, yeni bir süre uzatımına ilişkin bir maddenin teklifte yer alması bekleniyor. Süre uzatımı konusunda 30 Haziran ve 31 Aralık 2023 tarihlerinin gündemde olduğu kaydediliyor.

Nakit ödenen yemek ücretine vergi muafiyeti

Çalışanların yemek ücretini nakit ödeyen işverenlere yönelik bir vergi muafiyeti geliyor. Hâlen yemek çekleri aracılığıyla yapılan ödemelerde vergi muafiyeti uygulanırken, nakit yapılan ödemelerden gelir vergisi ve SGK primi kesintisi yapılıyor. Torba teklifte bu ödemeden vergi ve prim kesintisinin kaldırılmasını içeren bir düzenlemenin yer alması bekleniyor. Buna ilişkin açıklama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından önceki gün İTO’da düzenlenen toplantıda da kamuoyuna duyurulmuştu.

TORBADA NELER VAR?

■ Kur korumalı mevduata 6 ay veya 1 yıl süre uzatımı gündemde.

■ Enflasyon muhasebesine uygulama geriye çekilmeyecek.

■ Yapılandırmada ilk taksit seçim sonrasına.

■ Yapılandırmada ödemesiz dönem seçeneği masada.

■ Çalışana nakit ödenen yemek ücretlerine gelir vergisi muafiyeti geliyor.

https://www.dunya.com/gundem/torba-son-seklini-aliyor-kismen-rahatlama-geliyor-haberi-670043

Salı, 27 Eylül 2022 07:54

Haksız İşlemlerde Yeni Yol İhtiyacı

Hemen her idari işlemde olabileceği gibi vergilendirme işlemlerinde da hata olabilir. İdari işlemlerde hataların düzeltilmesi, iptal, geri alma, düzeltme gibi çok çeşitli yollarla ve idare hukukunun genel esaslarına göre düzeltilebilirken, vergi işlemlerinde hata kavramı Vergi Usul Kanunu’nda (VUK) dar anlamda tanımlanmış ve düzeltilme yöntemleri sınırlı bir şekilde düzenlenmiştir.

VUK’un “vergi hatası” başlığını taşıyan 116. maddesinde vergi işlemlerinde ortaya çıkabilecek hata kavramı, “vergiye ilişkin hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınması” şeklinde tanımlanmıştır. İzleyen maddelerde ise vergi hatası, hesap hataları ve vergilendirme hataları olarak iki ayrı kısma ayrılmıştır. Kanunun 117. maddesi hesap hatalarını, matrah hataları, vergi miktarında hatalar, verginin mükerrer alınması şeklinde üç türde belirlemiştir. 118. madde de ise vergilendirme hatası olarak, mükellefin şahsında hata, mükellefiyette hata, verginin konusunda hata, vergilendirme veya muafiyet döneminde hata şeklinde dört tip belirlemiştir.

Bu maddelerin uygulamasında Vergi İdaresi, hatanın genel tanımında yer alan “haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınması” ibaresini ikinci plana iterek, sadece 117 ve 118. maddelerde sayılan türlerde bir hata iddiası varsa verginin haksız yere alınıp alınmadığının bu hükümlere göre irdelenebileceği görüşünü benimsemiştir. Bu görüş ortaya çıkan ihtilaflarda yargı tarafından da benimsenmiştir. Dolayısıyla uygulamada hata hükümlerinin yüklendiği, haksız vergilendirmeyi önleme işlevi tam olarak yerine gelemez hale gelmiştir. Bu durumun verginin yasallığı ilkesi, kanuni idare ilkesi gibi Anayasal ilkelerin ve vergi hukukunda bu ilkelerin ışığında idareye olabildiğince sınırlı olarak takdir hakkı tanınması eğilimin bir sonucu olduğu da elbette savunulabilir.

Bu durumda sorunun çözümünün bir irdelemeye, maddi olayların değerlendirilmesine, bir hukuki tahlile bağlı olduğu haller, hata kapsamı içerisinde değerlendirilmemektedir. Öte yandan 6183 sayılı Kanun’da düzenlenen cebri icra işlemlerinde ortaya çıkan hatalar için ise 6183 sayılı Kanun’da bu konuda 213 sayılı Kanun’a bir gönderme yapılmadığı gerekçesi düzeltme yolu kapalı tutulmaktadır. Bu konudaki yargı anlayışını ve gerekçelerini daha önce aktarmıştım.

Ancak bu düzenlemelerin ve uygulamasının önemli hak kayıplarına yol açtığı ve pek çok halde mükellef haklarını ve mülkiyet hakkını zedelediği de bir gerçektir. Buradaki ilk sorun, hangi değerlendirmenin hata halini oluşturduğunun, pek çok olayda net olarak anlaşılamamasıdır. Yargı yoluna başvurmak yerine, ihtilafların idare ile barışcıl çözüm yolu olarak gösterilen ve kısa sürede çözüm almaya yönelik olan hata ve düzeltme hükümlerine göre başvuruda bulunan pek çok kişi, taleplerinin reddi üzerine yargıya başvurduklarında, yaşadıkların olayın “hata ve düzeltme hükümleri kapsamına girmediği gerekçesi” ile karşılaşmakta ve davalarının süreden reddine dayalı olarak hak kayıplarına uğramaktadır. Öte yandan hata hükümlerinin dar yorumlanması ve yasalarda haksız alınan vergilere ilişkin olarak mükelleflere başkaca bir yolun gösterilmemiş olması da haksız alınan vergilerin hazinenin kazanç hanesine yazılmasını sorununa yol açmaktadır.

Örneğin kendisine kesilen üç kat vergi ziyaı cezasını ödeyen, ancak daha sonra ceza mahkemesinde beraat eden bir mükellefin, haksızlığı yargı kararı ile sabit olan üç kat cezanın bir kata dönüştürülmesini talep edebileceği her hangi bir yol hukukumuzda yoktur. Defter ve belgelerini süresinde ibraz edemeyen ve dolayısıyla KDV indirimleri reddedilmek suretiyle hakkında cezalı tarhiyat yapılan bir mükellefin, defter ve belgelerini bulduğunda idarenin yeniden inceleme yaparak tarhiyatın gözden geçirilmesini isteyebileceği bir yol mevcut değildir. İnceleme raporuna dayalı olarak tarh edilen vergi ve cezaya itiraz etmeyen bir mükellefin bu raporda toplama hatası bulunduğunu sonradan belirlemesi halinde veya toplama hatası bulunan bir ödeme emrini itirazsız ödeyen bir mükellefin sonradan bunu fark etmesi durumunda yahut amortisman ayırmayı unutan bir mükellefin sonradan bu amortisman giderinin dikkate alınmasını istemesi halinde, başvurabileceği bir hukuki yol yoktur.

Özel hukukta dahi kişiler birbirlerine yaptıkları haksız ödemelere karşı menfi tespit davası, sebepsiz zenginleşme davası gibi hukuksal yollarla korunurken, devletin egemenlik hakkından yararlanarak güçlü yetkilerle donatılmış vergi idaresi karşısında zayıf durumdaki bireylerin korunmamasını, hukuk devleti ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Yaşanan bütün bu sıkıntılar, vergi usul hukukunun hata ve düzeltme hükümlerini gözden geçirmeyi ve müesseseyi, ihtilafların barışçıl yoldan veya idari aşamada ortadan kaldırılmasını gerçek anlamda sağlayan bir yapıya kavuşturmayı zorunlu kılmaktadır. Bunun yapılması söz konusu ilkeler uyarınca yerinde görülmüyorsa, haksız vergilendirme işlemleri karşısında da mükellefleri koruyacak yeni barışçıl idari başvuru yolları oluşturulması gerekmektedir.

DÜZELTME

Geçen Perşembe yayımlanan önceki yazımın başlığının “Nakit Sermaye Artırımı Teşviki Geçici Vergide Kayıp mı Oldu?” şeklinde olması gerekirken sehven “Nakit Sermaye Artırımı Teşviki Geçici Olarak Vergide Kayıp Mı Oldu?” şeklinde yayınlanmıştır. Yazımın düzeltilmiş başlıkla dikkate alınmasında yarar vardır. Bumin DOĞRUSÖZ           

https://www.dunya.com/kose-yazisi/haksiz-islemlerde-yeni-yol-ihtiyaci/670024

Salı, 27 Eylül 2022 07:51

Kanun Yolu Kapalı Mahkeme Kararları

Gerek adli yargılamada, gerek idari yargılamada üç aşamalı bir süreç söz konusudur. Birinci aşama ilk derece mahkemelerden (örneğin, asliye hukuk, idare mahkemesi, vergi mahkemesi) oluşur. İkinci aşama istinaf olup bölge idare veya bölge adliye mahkemesi devreye girer. Son aşamada ise Danıştay veya Yargıtay temyiz incelemesi yapar. İkinci ve üçüncü aşamalar, ilk aşamada verilen hükmün denetlenmesi olup olağan kanun yolu adını alır.

Üç aşamalı yargılama süreci, aşamaların birinde verilen hatalı kararların düzeltilmesini amaçlamaktadır. Diğer tatarftan, üç aşamalı kanun yolunun istisnaları bulunmaktadır. Yargılamanın makul süre içinde tamamlanması ve usul ekonomisinin sağlanması açsından gerek adli gerek idari yargıdaki bazı kararlar ilk derece veya istinaf aşamasında kesinleşmektedir. Örneğin, idari ve vergi davalarında 2022 yılı için 9.000 TL ve altındaki davalar ilk derece mahkemesinde, 261.000 TL ve altındaki davalar ise istinaf aşamasında kesinleşmektedir. (Vergi davalarında dava değerinin hesaplanması başlı başına sorun teşkil etmekte olup ayrı bir yazıyı hak etmektedir.) Söz konusu sınırlar her yıl yeniden değerleme oranı ile artırılmaktadır. Ayrıca söz konusu istinaf ve temyiz sınırları yüksek yargı içtihatları uyarınca, davanın açıldığı tarihte değil, ilgili mahkemenin kararını verdiği tarihteki tutarlar dikkate alınarak uygulanmaktadır. Ülkemizde yargılamaların ne kadar uzun sürdüğü düşünüldüğünde, dava açıldığında istinafa/temyize tabi olabilecek bir karar sırf yargılama uzun sürdüğü için kanun yolu denetimi kapsamı dışında kalabilmektedir. Bu durum da ciddi hak kayıplarına neden olmaktadır.

Mahkeme kararının bir başka mahkeme tarafından denetlenmesi hak arama özgürlüğünün bir uzantısı olmakla birlikte, AYM bu hakkın mutlak olmadığı ve ölçülü şekilde sınırlandırılabileceği ve muhatap kitle üzerinde ekonomik etkisinin nispeten daha düşük olan işlemler yönünden orantılı bir sınırlama getirilebileceği görüşündedir.

AYM, 1/10/2020 tarih ve 2020/21 E., 2020/53 K. sayılı kararında, Yapı Denetimi Hakkında Kanun uyarınca kesilen idari para cezalarına yapılan itiraz üzerine verilen mahkeme kararının kesin olduğunu söyleyen kanun düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığını değerlendirirken, söz konusu Kanun uyarınca verilen idari para cezalarının bir kısmının yapı yaklaşık maliyetine göre değişiklik gösteren yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedeli esas alınarak ve nispi oranlarla hesaplandığı ve bu cezaların somut olayın niteliğine göre yüksek meblağlara ulaşabildiği, yüksek meblağlara ulaşabilen idari para cezalarının kişinin malî durumu üzerinde yarattığı etki itibarıyla ağır ve ciddi bir yaptırım olduğu, dolayısıyla ceza niteliği taşıdığı, bu itibarla söz konusu idari para cezalarını konu alan yargılamaların suç isnadı kapsamında olduğu ve kişinin malî yönden oldukça ağır bir ceza ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabilen bu nitelikteki hükümlerin denetime tabi tutulmasının önemli olduğu, yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amacıyla da olsa bu denli yüksek idari para cezalarını konu alan hükümlerin denetime tabi kılınmamasının kişiye aşırı bir külfet yükleyeceği ve itiraz konusu kuralın hükmün denetlenmesini talep etme hakkına yönelik orantısız bir sınırlama getirdiğini belirtmiştir.

Konuyu hapis cezaları açısından da değerlendiren AYM, 27.12.2018 tarihli ve 2018/71 E., 2018/118 K. sayılı kararında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararının istinaf incelemesinde ilk kez iki yılın altında hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir mahkumiyete dönüşmesi ve temyiz edilememesi halini Anayasa’ya aykırı görmüştür.

AYM, 2.6.202 tarihli ve 2017/19906 başvuru numaralı kararında, 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılan başvurucunun adli para cezasına karşı üst mahkemeye başvurma imkanı tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasını kabul etmemiştir. (Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 272. maddesi uyarınca üç bin TL altındaki adli para cezalarına ilişkin ilk derece mahkemelerine karşı istinaf yolu kapalıdır.) Yüksek Mahkeme, CMK’daki kuralın ve verilen cezanın kanuni, meşru amacı haiz ve ölçülü olduğu sonucuna varmıştır.

AYM’nin yukarıdaki içtihatları incelendiğinde, hapis cezalarında sanık aleyhine verilen ilk mahkumiyet kararına karşı kanun yolunun kapalı olmasının Anayasaya aykırı olduğu, idari ve adli para cezalarında ise AYM’nin cezanın tutarına göre bir değerlendirme yaptığı ve yüksek tutarlı para cezalarını Anayasa açıdından sorunlu gördüğü sonucuna varılmaktadır. Bir para cezasının hangi eşiğe geldiğinde veya hangi durumlarda yüksek olarak kabul edileceği cevabı net olmayan bir sorudur. Bununla birlikte, temyiz sınırına yakın ve kişiler aleyhine ilk kez verilen istinaf kararlarının Anayasal açıdan sorun yaratma ihtimali mümkündür. Bu durumda, temyiz sınırını aşmamakla birlikte yüksek tutardaki bir davada, kişiler/mükellefler lehine olan bir ilk derece mahkemesinin istinafta bozulması durumu Anayasa içtihatları ışığında sorun yaratabilir.

Konuya ilk derece mahkemelerinin kesin kararları açısından bakarsak; söz konusu kararların hatalı olması bağlamda Anayasal sorun yaratmacak gözükse de, bu mahkemelerin hatalı kararlarının açtığı mağduriyetler az değildir. Söz konusu kararlara karşı olağan kanun yolları kapalı olduğundan başvurulabilecek iki yöntem kalmaktadır. İlk yöntem olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına temyiz (bozma)’dir. Söz konusu müessese Danıştay/Yargıtay incelemesinden geçmeden kesinleşen kararlardaki hukuka aykırılıkların tespitini sağlamaktadır. Ancak kanun yararına bozma kararı gelecekteki benzer uyuşmazlıklara yön vermekte olup mevcut (başvuru yapılan) davaya etkisi yoktur. Dolayısıyla kanun yararına temyiz, hukuka aykırı olan kesin bir ilk derece mahkemesi kararının somut olaydaki olumsuz etkisini bertaraf etmemektedir.

İkinci yöntem, kararın Anayasa’da koruma altına alınan temel hakları ihlal etmesi durumunda AYM’ye yapılacak bireysel başvurudur. Ancak bireysel başvurunun kabul edilebilmesi için “anayasal ve şahsi öneme sahip olma” kriterinin sağlanması gerekmektedir. Öncelikle bir konununun şahsi öneme sahip olup olmadığının değerlendirmesi oldukça subjektif olup kişiden kişiye, aynı kişi için zamandan zamana göre değişmektedir, AYM’nin de bu konuda ilkeler veya objektif kriterler belirlediğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla, bu kriterin kendisi başlı başına hak arama özgürlüğünün önünde çok önemli bir engeldir. Belirlenen istinaf sınırlarının tutarları dikkate alındığında, temel hakları ihlal eden ve kanun yolu kapalı kesin olarak verilen bir çok ilk derece mahkeme kararının “şahsi önem” kriteri nedeniyle anayasal denetimi de yapılamamaktadır. İlk derece mahkemelerinin hatalı kararlarının denetim dışında kalması hak kaybına ve mağduriyete neden olmaktadır.

Yaşanabilecek mağduriyete örnek olması açısından tecrübe etmiş olduğum bir durumu paylaşmak istiyorum. Açılan bir davada, benzer/aynı konuda birçok üst yargı kararı, hatta içtihadı birleştirme kararı olmasına ve bu kararlar dosyaya sunulmasına rağmen rağmen, davaya bakan hakimin bu kararları dikkate almadan, gerekçeli kararında da neden bu kararlardan ayrıldığını açıklamadan verdiği kesin karar maalesef Anayasa Mahkemesince de anayasal ve şahsi öneme sahip olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Dolayısıyla, hukuk fakültesinin ilk sınıfında öğretilen içtihadı birleştirme kararının herkesi bağlayacağı kuralı hakim tarafından göz ardı edilebiliyor ve bu durum da anayasal bir öneme sahip olmayabiliyormuş (!).

İlk derece mahkemelerinin hatalı veya hukuka aykırı kararlarının yarattığı mağduriyetler düşünüldüğünde, söz konusu kararların tamamının istinaf denetimine açılması gerektiğini; AYM bireysel başvuru kriterlerinden olan “şahsi önem”in de ya kanunda açıkça tanımlanmasını, ya da bu kriterin giderek artan sayıda yapılan başvuruların elenmesinde bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sözün özü: Adaletin küçüğü büyüğü olmaz. Numan Emre ERGİN

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kanun-yolu-kapali-mahkeme-kararlari/670029

Bu açıklamadan desteğin aylık bin TL ve geçici bir süre için (yani 2023 sonuna kadar) uygulanacağını anlıyoruz. Desteğin bu giderler için ayrı ayrı değil toplam olarak aylık bin TL olacağı da anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanı tarafından “vergi müjdesi” diye lanse edilen vergi istisnalarını bugünkü yazımda değerlendirmeye çalışacağım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 25 Eylül’de Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen İstanbul Ticaret Odası 140. Yıl Özel Ödülleri Töreni'nde yaptığı konuşmada vergi ile ilgili şu üç önemli konuda açıklama yaptı:

  • Çok sayıda çalışanı ve işvereni ilgilendiren yemek yardımlarında gelir vergisi istisnası uygulamasında yöntem değişikliği,
  • Yurt dışındaki inşaat projelerinde çalıştırılan işçilerle ilgili gelir vergisi sorunu,
  • Çalışanlara yapılan elektrik, doğalgaz ve ısınma destek ödemelerinde gelir vergisi ve SGK prim yükünün kaldırılması.

Şimdi sırasıyla bu konuları açıklamaya çalışalım.

Nakit ödenecek yemek yardımları da istisna kapsamına alınıyor

Mevcut yasal düzenlemeye göre, hizmet erbabına işverenlerce işyeri ve eklentilerinde yemek verilmek suretiyle sağlanan menfaatler tutarına bakılmaksızın gelir vergisinden istisna. Çalışanlara işyerinde veya eklentilerinde yemek verilmediği durumlarda, sağlanan menfaatler için ise belli şartlarla yine istisna uygulanıyor.

Bu şartlar neler?

  • Günlük yemek bedelinin KDV hariç 51 TL’yi aşmaması,
  • Yemek bedeline ilişkin ödemenin yemek verme hizmetini sağlayan mükelleflere (yemek kartı ile bu hizmetin sağlanması halinde yemek kartı firmasına) yapılması.

Ödemenin istisna tutarını aşması halinde, aşan kısım üzerinden gelir vergisi hesaplanması gerekiyor.

Hizmet erbabına yemek bedeli olarak nakden yapılan ödemeler ve bu amaçla sağlanan menfaatler de ücret olarak vergilendiriliyor.

İşte Cumhurbaşkanının açıkladığı, Ekim ayında Meclis açıldıktan sonra hızlı bir şekilde yasalaşması beklenen torba yasaya konulacak hükümle istisna uygulamasına restoran, lokanta ve yemek kartı kullanma zorunluluğunun kaldırılması öngörülüyor.

Değişiklik bu şekilde gerçekleşirse, nakit ödenecek yemek yardımlarına da istisna uygulanacak, yani nakit ödenecek yemek bedelleri üzerinden de gelir vergisi hesaplanmayacak. İstisna uygulaması için ödenen tutarın yemek satın alınması için kullanıldığına dair belgeleme şartının da aranmayacağı anlaşılıyor (Zaten böyle bir şartın kontrolü çok zor!).

Bu değişikliğin geçici değil, kalıcı olacağı ve ülkemizde 1990’ların ikinci yarısından itibaren yaygınlaşan yemek çeki, yemek kartı, akıllı yemek kartı veya mobil uygulamalar kullanılmak suretiyle çalışanlara yemek sağlayan yemek kartı sektörü başta olmak üzere 50 binden fazla restoran, kafe, büfe ve marketi etkileyeceği tahmin ediliyor.

Yemek kartı sektörünün 110 binden fazla işverene hizmet verdiği, 5 milyon çalışanın bu hizmette yararlandığı söyleniyor. Yemek Kartı Şirketleri Derneğine göre, toplam sektör büyüklüğü 20 milyar TL ve toplam çalışan sayısı yaklaşık 3 bin kişi.

Yapılması düşünülen değişikliğin yemek kartı şirketlerine ilaveten restoran, lokanta ve kafelerde de gelir kaybına neden olması kaçınılmaz gözüküyor.

Ayrıca verilecek bu nakit desteğin zaman içinde ücrete dönüşmesi ve ücretlerin bu destek tutarı kadar azaltılarak (yani nakit yemek yardımına dönüştürülerek) hakkın ortadan kalkması bile söz konusu olabilir.

Tabii ki bu değişikliğin iki açıdan vergi kaybına sebep olacağı da söylenebilir.

Öncelikle sağlanacak bu destek ile belli bir miktarda gelir vergisi tahsilatından vazgeçileceği açık. İkinci olarak, yemek kartı sektörünün kayıt dışı ile mücadelede verdiği destekten mahrum kalınacak.

Yemek kartı sektörü, henüz yemek yenilmeden yemeğe ait KDV’nin peşin olarak devlete ödenmesini ve yemek satıcısı üye firmaların (lokanta, restoran, büfe vs.) fatura düzenlemesini sağlayan, bu yönüyle de gerek KDV gerekse gelir/kurumlar vergisi tahsilatını destekleyen bir sektör.

Umarım böyle bir düzenleme yapılması karar verilirken bu hususlar değerlendirilmiştir.

Yurt dışındaki inşaat projelerinde çalıştırılan işçilerle ilgili gelir vergisi

Mevcut yasal düzenlemeye göre, Türkiye'de yerleşmiş olanlar ve yerleşmiş sayılan gerçek kişiler Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden “tam mükellefiyet” esasında vergilendiriliyorlar.

İkametgahı (yerleşim yeri) Türkiye'de bulunanlar ile bir takvim yılı içinde Türkiye'de devamlı olarak 6 aydan fazla oturanlar Türkiye’de yerleşmiş (mukim) sayılıyorlar. Tabii ki ilgili ülke ile imzalanmış çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması varsa bunun dikkate alınması lâzım.

Türkiye’den yurt dışı inşaat projeleri için yurt dışına gönderilen kişilere yurt dışındaki çalışmaları karşılığında ödenen ücretlerden yurt dışında gelir vergisi ödeniyorsa, Türkiye’de ayrıca gelir vergisi alınmıyor.

Bu durumdaki kişilere yurt dışındaki çalışmaları karşılığında Türkiye’de (kendisi veya eşi adına açılan hesaplara) ücret ödemesi yapılırsa, bu ödemeler Türkiye’de gelir vergisine tabi tutulur mu?

Bence tutulmaması gerekir, çünkü hizmet yabancı ülkede veriliyor, vergisinin de o ülke tarafından tahsil edilmesi gerekir. Bu vergi, ödeme Türkiye’de yapılmak suretiyle ilgili ülkeye ödenmezse, Türkiye karşı ülkenin tahsil edemediği vergiyi tahsil edemez. Çünkü kayba uğratılan vergi Türkiye’nin değil yabancı ülkenin vergisidir. Ancak maalesef bu konularda yapılan vergi incelemeleri böyle bir istisna talebini gündeme taşıdı. Yapılan açıklamalardan tam olarak ne tür bir düzenleme yapılacağı anlaşılmıyor. Ancak sorun bu olduğu için bu soruna yönelik bir düzenleme yapılacağını tahmin ediyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya ilişkin açıklaması aynen şöyle:

"İnşaat, bakım, onarım, montaj gibi işleri ve teknik hizmetlerde Türk vatandaşlarını çalıştıran işletmelerimiz bu kişiler için gelir vergisi ödemeyecekler. Bu uygulamayla amacımız, yurt dışında inşaat projesi yürüten firmalarımızın kendi vatandaşlarımızı istihdam etmelerini desteklemektir."

Elektrik, doğalgaz ve ısınma destek ödemelerinde gelir vergisi ve SGK prim istisnası

Mevcut yasal düzenlemeye göre, çalışanlara yapılan elektrik, doğalgaz ve ısınma destek ödemeleri üzerinden gelir vergisi ve SGK prim kesintisi yapılması gerekiyor.

Bu konuda yapılan açıklama şöyle:

Çalışanlara yapılacak elektrik ve doğal gaz ödemelerinden vergi ve prim yükünün kaldırılmasıyla ilgilidir. İşverenlerin 2023 Nisan ayı sonuna kadar çalışanlarına yapacakları elektrik, doğal gaz ve ısınma gideri desteklerinin 1000 liraya kadar olan kısmını hem gelir vergisinden hem de sigorta prim kesintisinden muaf tutuyoruz."

Bu açıklamadan desteğin aylık bin TL ve geçici bir süre için (yani 2023 sonuna kadar) uygulanacağını anlıyoruz. Desteğin bu giderler için ayrı ayrı değil toplam olarak aylık bin TL olacağı da anlaşılıyor.

Bu yazı için son sözlerim...

Yukarıda açıklamaya çalıştığım, çalışanlar lehine yapılması düşünülen değişiklikler, seçim hazırlıklarının son hızla yürütüldüğünü gösteriyor. Hükûmet, finansmanına devletin vergi almayarak kısmen katıldığı destek ödemelerini işverenlerin yapacağını öngörüyor olmalı. Mevcut durumda bu ödemeler zaten çoğunlukla yapılmadığı için vazgeçildiği söylenen vergilerin fiilen tahsil edilmediğini söylemek yanlış olmaz. Yemek uygulamasında ise verilen yemek bedelinin istisna haddinin altında kalması halinde vergi tahsil edilmiyor, üstünde ise aşan kısım üzerinden vergi hesaplanıyor.

Demek ki yapılması düşünülen düzenlemeler ile tahsil edilmekte olan vergilerden vazgeçilmiş olunmuyor. Sadece istisna kapsamına alınan destek ödemelerinin işverenlerce yapılması teşvik ediliyor. Erdoğan Sağlam

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/cumhurbaskani-tarafindan-aciklanan-vergi-istisnalari-ne-anlama-geliyor-hangi-kosullara-bagli,36875

Vadesinde ödenmeyen vergi ve sigorta borçları; son 6 yılda darbe girişimi, aşırı kur yükselişleri, yükselen kredi faizleri, pandemi, ekonomik kriz ve son olarak hiper enflasyon nedeniyle sıkça gündemi meşgul etmektedir. Ödenemeyen kamu borçları sadece ödeyemeyenler için değil devlet için de ciddi bir sorun. Vergi toplamanın maliyeti, her 100 TL'lik tahsilat için 50 kuruş iken, şu anda Hazine dolar bazında borçlanmada %12 faiz ödüyor ve bu faiz oranı ile dünya birincisiyiz.

Bugün sizlere; 31 Ağustos itibarıyla tahsil edilemeyen vergi borçlarını gösteren bir  tablo hazırladım.

2016 ile 2021 yılları arasında 3 adet af ve yapılandırma 2 adette sadece yapılandırmayı ilgilendiren kanun çıkartıldı. Bu kanunlar kapsamında 31 Ağustos 2022 tarihine kadar vergi dairelerince yapılan vergi tahsilatları toplamı 180 milyar 698 milyon TL'dir.

EKİM AYINDA YENİ BİR FIRSAT GELİYOR

1 Ekim'de Meclis'in açılması ile beraber yeni bir torba yasa teklifi Meclis'e sunulacak. Bu yasa teklifinde; Temmuz 2022 tarihi itibarıyla Kredi Yurtlar Kurumu'ndan alınan ancak ödenemeyen öğrenim kredisi borçları nedeniyle oluşan 26 milyar TL'lik gecikme zammının ana paraya mı ilave edileceğini yoksa gecikme zamları silindikten sonra kalan tutarın mı yapılandırıldığını göreceğiz. Dar gelirlilerin icralık ve varlık yönetim şirketlerine olan 2.000 TL'lik borçlarının da nasıl silineceğini göreceğiz.

Yaz mevsimi vergi mükellefleri açısından oldukça sıcak geçti. Yoğun vergi incelemeleri ve ödenmeyen borçlar için e-hacizler yağdı. Torba yasa teklifinde; yapılandırmayı ihlal edenlerin sisteme tekrar dönmeleri için yeni bir hak verilecek.

Vergisini düzenli ödeyenler haklı olarak bu yapılandırmalara karşı çıksalar da ödeyemeyenlere de hak vermek gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizde, %97'si KOBİ kapsamına giren işyerleri söz konusu. Sadece bir işçi çalışan işyeri sayısı 750.000. Öz sermayesi yetersiz ve verimsiz işyerlerinden oluşan bir ekonomide; bir Alman ya da Norveçli müteşebbisin 40 yılda yaşayamayacağı öngörülemez ekonomik değişimleri çok kısa bir zamanda yaşayan küçük esnaf ne yapsın?

Sürekli ve düzenli nakit akışı yaratılamayan bir ekonomide bu tür yapılandırma yasalarına şaşırmamak gerektiğini düşünüyorum. Karşılıksız çek, konkordato ve iflas da bu durumun bir sonucu. Krediye erişimi kesilen işletmeler katma değer vergilerini ödemedi ve kredi gibi kullandı. Bunun üzerine gecikme zammı oranı yıllık %19.2'den %30'a çıkartıldı. Bu önlem de tahsilatı artırmadı.

Vergi mükellefi olup sistem içine girmiş hiçbir mükellefin, tahakkuk etmiş borcunu ödemeden faaliyetini sürdürebileceği düşüncesini taşıdığını düşünmüyorum. İdarenin elinde e-haciz gibi güçlü bir silah varken, bunu akıldan geçirmek saflık olacaktır.

Seçime bir yıldan az bir zaman kaldığı dikkate alındığında; yeni düzenlemenin sadece yapılandırma değil, af hükümleri de içereceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Nedim Türkmen

https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/nedim-turkmen/yapilandirmayi-ihlal-edenlere-yeni-bir-firsat-7383274/

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 2. fıkrasında “Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tâbi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez.” hükmü yer almaktadır.

Fıkranın devamında ise 28. madde uyarınca Cumhurbaşkanı tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup indirilemeyen ve tutarı Cumhurbaşkanınca tespit edilecek sınırı aşan verginin, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödeneceği belirtilmektedir.

Ancak mahsuben iade edilmeyen verginin, Maliye Bakanlığınca belirlenen sektörler, mal ve hizmet grupları ve dönemler itibarıyla yılı içinde nakden iade edilebileceği, yılı içinde mahsuben iade edilemeyen verginin izleyen yıl içinde talep edilmesi şartıyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilebileceği ifade edilmektedir.

KDV Genel Uygulama Tebliği’nde indirimli orana tabi işlemlerde iade uygulamasının usul ve esaslarına yer verilmiştir.

Söz konusu Tebliğ’in “Yılı İçinde İade Edilemeyen Vergilerin İadesi” başlıklı bölümünde; indirimli orana tabi işlemlerden doğan KDV iade alacağının yılı içinde iade edilemeyen kısmının, izleyen yıl içinde mükellefin isteğine bağlı olarak, nakden veya mahsuben iade edilebileceği belirtilmiştir.

KDV Genel Uygulama Tebliği’nde değişiklik yapan (23) No.lu Tebliğ’de ise aşağıdaki düzenlemeler yapılmıştır.

Buna göre mükelleflerin, indirimli orana tabi işlemlerden doğan iade taleplerini, en geç indirimli orana tabi işlemin gerçekleştiği yılı izleyen yılın Ocak-Kasım vergilendirme dönemlerine ilişkin beyannamelerin (Ocak-Kasım vergilendirme dönemlerine ilişkin yılın sonuna kadar verilen düzeltme beyannameleri dahil) herhangi birinde iadeye konu olan KDV alanında beyan etmeleri ve indirimli orana tabi işlemin gerçekleştiği yılı izleyen yılın sonuna kadar standart iade talep dilekçesiyle birlikte iade talepleri için Tebliğ’in ilgili bölümlerinde sayılan belgelerle (teminatla talep edilen iadelerde teminat dahil) vergi dairelerine başvurmaları zorunludur.

Buna göre, 2021 takvim yılında gerçekleşen indirimli orana tabi işlemler nedeniyle doğan KDV iadelerinin talep edilebilmesi için son başvuru tarihi, 2022/Kasım dönemi KDV beyannamesinin verilme süresinin son günü olan 26 Aralık 2022 Pazartesi günü olmaktadır. İade talebi en geç 2022/Kasım dönemi KDV beyannamesi ile yapılacaktır. En geç bu tarihe kadar (veya 31.12.2022 tarihine kadar düzeltme beyannamesi vermek suretiyle) iade talebinde bulunmayan mükellefler bu haklarını kaybedeceklerdir.

Bu nedenle; 2021 takvim yılında indirimli orana tabi işlemleri bulunan ve bu işlemleri nedeniyle yüklenmiş oldukları vergiler için iade talebinde bulunmayı planlayan mükelleflerin 31.12.2022 tarihine kadar aşağıdaki şekilde başvuru yapmaları gerekmektedir.

  • KDV beyannamelerinin ilgili satırına bugüne kadar herhangi bir rakam yazılmamış olması durumunda süresinde verilecek Ağustos, Eylül, Ekim veya Kasım dönemleri beyannamelerinin (veya 31.12.2022 tarihine kadar verilecek düzeltme beyannamelerinin) indirimli orana tabi işlemlerin beyan edildiği satırına iade tutarı yazılmalıdır.
  • Tebliğ’in ilgili bölümünde belirlenmiş olan iade talebinde aranacak belgeler (İndirim KDV Listesi, Yüklenim KDV Listesi, Satış Faturaları Listesi, Hesaplama Tablosu) aynı süre içerisinde eksiksiz olarak elektronik ortamda veya kâğıt ortamında vergi dairesine sunulmalıdır.
  • İadesi talep edilen tutarın tamamını kapsayan “Standart İade Talep Dilekçesi” 31.12.2022 tarihine kadar internet vergi dairesi sistemine girilmelidir.
  • Teminat ile nakden veya mahsuben iade talebinde bulunulacak ise teminatın da aynı süre içerisinde Vergi Dairesine verilmesi gerekir.

İade talep süresinin dolmasından sonra (31.12.2022), “Düzeltme Beyannamesi” ve/veya “Standart İade Talep Dilekçesi” ve ilgili belgeler ibraz edilmek suretiyle 2021 takvim yılı indirimli orana tabi işlemlerden kaynaklanan KDV iade alacakları için iade talebinde bulunulması mümkün değildir.

Ancak, Tebliğ’in ilgili bölümlerinde aranan belgelerin, süresinde ibraz edilmekle birlikte bu belgelerin muhteviyatında eksiklik bulunması halinde, eksikliklerin bu süreden sonra tamamlanabilmesi mümkündür.

Yukarıda yer alan açıklamalar dikkate alındığında, 2021 takvim yılında gerçekleşen indirimli orana tabi işlemlerden kaynaklanan KDV iade alacakları ilgili olarak;

  • KDV iade alacak tutarının 31.12.2022 tarihine kadar KDV beyannamelerinin ilgili satırına yazılmamış olması,
  • Beyannamelere yazılmış ve standart iade talep dilekçesi verilmiş olmakla birlikte Tebliğ’in ilgili bölümlerinde tek tek sayılmış olan KDV iadesinde aranacak belgelerden herhangi birinin verilmemiş olması,
  • Beyannameye yazılmış olması ve ilgili tüm belgelerin verilmiş (hatta YMM raporu ibraz edilmiş) olmasına rağmen 31.12.2022 tarihine kadar iade alacak tutarının tamamını kapsayan bir standart iade talep dilekçesinin verilmemiş olması,

durumlarında iade talebinde bulunulmamış kabulü ile iade hakkı kaybedilecektir.

Diğer taraftan izleyen yıl içerisinde talep edilen iade tutarının aynı yıl içerisinde olmak kaydıyla düzeltme beyannamesi verilmek suretiyle artırılması mümkündür. Ancak bu durumda artırılan kısmın iadesi münhasıran vergi inceleme raporuna göre yerine getirilecektir. Bu nedenle, iade tutarının süresinde verilen KDV beyannamelerinde tam ve doğru olarak hesaplanıp beyan edilmesi önem arz etmektedir. Fazla beyan edilen iade tutarını azaltıcı yönde düzeltme beyannamesi verilmesi hususunda ise herhangi bir engel bulunmamaktadır. https://www.vergidegundem.com/

Bilindiği üzere 7104 sayılı Kanun ile KDV Kanunu’nun 32’nci maddesinde yapılan ve 1 Ocak 2019 tarihinden itibaren yürürlüğe giren değişikliğe göre; Kanun’un 11, 13, 14, 15 ile (17/4-s) maddesi uyarınca vergiden istisna edilen işlemlerle ilgili faturalarda gösterilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV, istisna işlemlerin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar talep edilmesi şartıyla, iade edilebilecektir.

Bu hükme göre 2020 takvim yılında gerçekleşen tam istisna niteliğindeki işlemlerden kaynaklanan KDV iade alacaklarının 31 Aralık 2022 tarihine kadar talep edilmesi gerekmektedir. Bu tarihten sonra 2020 yılı için düzeltme beyannamesi vermek suretiyle iade talebinde bulunulması mümkün değildir.

Bununla birlikte dileyen mükelleflerin, 2017 ve 2018 yıllarında gerçekleşen tam istisna işlemlerinden kaynaklanan KDV iade alacakları için, eskiden olduğu gibi 5 yıllık düzeltme zamanaşımı süresi içinde geriye dönük tercih değişikliğine giderek iade talebinde bulunmaları mümkündür.

Maliye Bakanlığı kanununda geçen “iadenin talep edilmesi” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğini 23 Seri No.lu KDV Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile açıklığa kavuşturmuştur.

Buna göre; iade talebinde bulunacak mükelleflerin, en geç istisna işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar ilgili dönem beyannamelerindeki istisnaya ilişkin “Yüklenilen KDV” sütununu doldurmaları ve yine en geç bu süre içinde ekinde iade talepleri için Tebliğ’in ilgili bölümlerinde sayılan belgelerin yer aldığı (teminatla talep edilen iadelerde teminat dahil) “Standart İade Talep Dilekçesi” ile vergi dairelerine başvurmaları zorunludur.

Bu düzenlemelere göre 2020 takvim yılında tam istisna kapsamında işlemleri bulunan ve bu işlemler nedeniyle yüklenmiş oldukları vergileri için iade talebinde bulunmayı planlayan mükelleflerin 31 Aralık 2022 tarihine kadar aşağıdaki şekilde başvuru yapmaları gerekmektedir:

  • KDV beyannamelerinin ilgili satırına bugüne kadar herhangi bir rakam yazılmamış olması durumunda 31 Aralık 2022 tarihine kadar düzeltme beyannamesi verilerek istisna işlemlerinin beyan edildiği satıra iade tutarı yazılmalıdır.
  • İade talebinde bulunulacak her bir istisna türü için Tebliğin ilgili bölümünde belirlenmiş olan iade talebinde aranacak belgeler (İndirim KDV Listesi, Yüklenim Listesi, Satış Fatura Listesi, İhracat Listesi vb.) aynı süre içerisinde eksiksiz olarak elektronik ortamda veya kağıt ortamında vergi dairesine sunulmalıdır.
  • İadesi talep edilen tutarın tamamını kapsayan “Standart İade Talep Dilekçesi” 31 Aralık 2022 tarihine kadar internet vergi dairesi sistemine girilmelidir.
  • Teminat ile talep edilen iadelerde ise teminatın da aynı süre içerisinde Vergi Dairesine verilmesi gerekir.

İade talep süresinin dolmasından sonra (31 Aralık 2022), “Düzeltme Beyannamesi” ve/veya “Standart İade Talep Dilekçesi” ve ilgili belgeler ibraz edilmek suretiyle 2020 yılı vergilendirme dönemleri için iade talep edilmesi mümkün değildir.

Ancak, Tebliğ’in ilgili bölümlerinde aranan belgelerin, süresinde ibraz edilmekle birlikte bu belgelerin muhteviyatında eksiklik bulunması halinde, eksikliklerin bu süreden sonra tamamlanabilmesi mümkündür.

Bu düzenlemelere göre 2020 takvim yılında gerçekleşen tam istisna işlemlerden kaynaklanan KDV iade alacakları ilgili olarak;

  • KDV iade alacak tutarının 31 Aralık 2022 tarihine kadar KDV beyannamelerin ilgili satırına yazılmamış olması,
  • Beyannamelere yazılmış ve standart iade talep dilekçesi verilmiş olmakla birlikte her bir istisna işlem türü için Tebliğin ilgili bölümlerinde tek tek sayılmış olan KDV iadesinde aranacak belgelerden herhangi birinin verilmemiş olması,
  • Beyannameye yazılmış olması ve ilgili tüm belgelerin verilmiş (hatta YMM raporu ibraz edilmiş) olmasına rağmen 31 Aralık 2022 tarihine kadar iade alacak tutarının tamamını kapsayan bir standart iade talep dilekçesinin verilmemiş olması

durumlarında iade talebinde bulunulmamış kabulü ile iade hakkı kaybedilecektir.

Yukarıda yer alan hususlar 2020 takvim yılında gerçekleşen “Kısmi Tevkifata Tabi İşlemlerden” kaynaklanan iade talepleri için de geçerli olmaktadır. https://www.vergidegundem.com/

7394 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi Ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesi ile vergi kaçakçılığı suçunu oluşturan bazı fiillerin (sahte belge düzenleme/kullanma, defter, kayıt ve belgeleri yok etme, ödeme kaydedici cihazlara yasa dışı müdahale vs.) ceza üst sınır 8 yıl olarak hüküm altına alınmıştır. Söz konusu fiiller özelinde ceza üst sınırının 8 yıl olarak belirlenmesi bu suç fiillerinin yargılanmasına ilişkin dava zamanaşımını süresini de değiştirmektedir.

Bu yazımızda yapılan değişiklik dâhilinde vergi kaçaklığı suçlarına ilişkin dava zamanaşımı müessesi detayları ile birlikte açıklanacaktır.

Vergi kaçakçılığı suçlarında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu özel bir ceza kanunu hüviyetine sahiptir. 213 sayılı VUK, vergi kaçakçılığı suçlarında dava zamanaşımı müessesesine ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir.

Bu nedenle ceza yargılaması açısından ilgili suç fiillerine yönelik zamanaşımı süresinin takdir ve tespiti, genel ceza kanunu niteliğini haiz 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre belirlenecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Dava Zamanaşımı” başlıklı 66. maddesi, suç fiillerinin soruşturulması ve kovuşturulmasına yönelik zamanaşımı mevzuunun esaslarını hüküm altına almaktadır.

İlgili madde metninin hükümlerini vergi kaçakçılığı suçunu oluşturan fiiller yönünden değerlendirdiğimizde, zamanaşımı süresi, 213 sayılı VUK’ un 359. maddesinin (A) fıkrasının 1 ve 2. bentlerinde yer verilen ceza üst sınırı 5 yıl olan fiillerde 8 yıl, mezkûr maddenin (B),(C) ve (Ç) fıkralarında yer verilen ceza üst sınırı 8 yıl olan fiillerde ise 15 yıldır.

Zamanaşımı müessesesine ilişkin sürelerin belirlenmesi kadar bu sürelerin başlangıcı, durması ve kesilmesi de oldukça önem arz etmektedir. Vergi suçlarının kendine özgü yapısının olması bu durumun ehemmiyetini daha da artırmaktadır.

5237 sayılı Kanunu’nun 66. maddesinde, zamanaşımı süresinin başlangıcı, suç fiillerinin hukuki tavsifine göre farklılık arz etmektedir. Söz konusu hususları vergi kaçakçılığı suçunu doğuran fiiller özelinde dikkate aldığımızda, madde metninde yer verilen tamamlanmış suç hali, teşebbüs hali ve zincirleme suç hali ayrı ayrı dikkate alınıp, ona göre dava zamanaşımı süresi tespit edilebilecektir. Esasında fiilin, suçun oluş biçimi karşısındaki durumu direkt zamanaşımı süresinin başlangıcı etkilemektedir.

Vergi kaçakçılığı suçlarını oluşturan filleri, suçun oluş biçimi bakımından doğru bir şekilde nitelendirmek gerekmektedir. Zira zamanaşımı süresinin takdir ve tespiti ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.

Olayı somut bir şekilde ifade edecek olursak, herhangi bir mükellefin aynı takvim yılının birkaç farklı vergilendirme döneminde sahte belge düzenleme/kullanma fiilini işlemesi durumunda, bu fiil nedeniyle zamanaşımı süresinin başlangıcı suçun zincirleme suç kapsamında değerlendirilip değerlendirilmemesine göre farklılık arz edecektir.

7394 sayılı Kanunu’nun 4. maddesi ile 213 VUK’ un 359.maddesine eklenen hüküm gereği, bahsetmiş olduğumuz hususun aynı suç işleme kararının icrası kapsamında değerlendirmesi halinde suç zincirleme suç vasfını kazanacak olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı son hareketin yapıldığı tarih olarak dikkate alınacaktır.

Önem arz eden bir başka husus ise vergi kaçakçılığı suçlarında bazı fiiller itibarıyla suçun tamamlandığı tarihin tespitidir. Sahte belge kullanma fiilinde doktrinde yer alan yaygın görüşe göre suçun, belgeye isabet eden tutarların yasal defter kayıtlarına intikali ile sübuta ereceği yönündedir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 2013/2593 E., 2014/21446 K. sayılı kararında ise sahte belge kullanma fiilinde suçun tamamlandığı tarihi, sahte belgeye isabet eden tutarların kanuni beyannamelere yansıtıldığı an olarak dikkate almıştır. Netice itibarıyla suçun varlığına ilişkin değerlendirme zamanaşımı süresinin tespiti açısından oldukça önem arz etmektedir. Sahte belge kullanma fiilinde kanaatimiz, Yüksek Mahkeme’nin de hüküm verdiği gibi suçun tamamlanması için sahte belgeye isabet eden tutarların kanuni beyannamelere yansıtılması gerektiği yönündedir. Söz konusu tutarların salt yasal defter kayıtlarına yansıtılmasını teşebbüs hali olarak nitelendirmekle birlikte bu teşebbüsün soruşturulmasında ve kovuşturulmasında yasal defter kayıtlarına intikal tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin başlaması gerektiğini düşünmekteyiz.

Mükellefin vergi kaçakçılığı suçlarına yönelik fiiller bağlamında hareketi neticesinde suçun tamamlanması ve devam etmemesi durumunda örnek vermek gerekirse gizleme fiilinde, zamanaşımı süresi suçun tamamlandığı tarih (usulüne uygun bir şekilde yapılan defter ve belge isteme tebligatı neticesinde ibraz için geçerli olan yasal süreyi takip eden gün) itibarıyla başlayacaktır.

Zamanaşımı süresini belirleyen bir başka husus ise sürenin durması ya da kesilmesi halidir. Söz konusu haller 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 67. maddesinde hüküm altına alınmıştır.

Madde metninde zamanaşımı süresini durduran hususlar tahdidi olarak belirtilmiştir. Vergi kaçakçılığı suçuna ilişkin durma nedeni olarak kabul edilecek en önemli hüküm kuşkusuz soruşturma veya kovuşturma yapılabilmesinin ancak bir karar dahilinde mümkün olacağı haldir ki buna en bariz ve tipik örnek olarak söz konusu suçların yargılanmasına yönelik dava şartı olan Rapor Değerlendirme Komisyonu mütalaasını verebiliriz. Vergi kaçakçılığı suçunu oluşturan bir fiile yönelik suç duyurusunda bulunulması halinde bir an için dava şartı olan Rapor Değerlendirme Komisyonu mütalaasının bulunmadığı varsayımında ilgili suç fiili için öngörülen zamanaşımı süresi söz konusu mütalaanın dava dosyasına ya da soruşturmayı ya da kovuşturmayı yapan makama intikaline kadar duracaktır. Bu şartın sağlaması durumunda zamanaşımı süresi kaldığı yerden devam edecektir.

Vergi kaçakçılığı suçlarında zamanaşımı süresini durduran ve 5237 sayılı Kanunu’nda lafzen belirtilen bir başka husus ise, soruşturmaya veya kovuşturmaya konu vakıanın başka bir mercide çözülmesi gereken bir meseleye bağlı bulunması halidir.

213 sayılı VUK’un 367. maddesinin 3. fıkrasında yer verilen “kamu davasının açılması, inceleme neticesinin Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesine talik olunur” hükmü bu duruma en güzel örnektir. İnceleme mercii tarafından vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğine yönelik Cumhuriyet başsavcılığına bildirimde bulunulan tarihe kadar dava zamanaşımı süresi duracaktır. Bu tarihten sonra söz konusu süre kaldığı yerden devam edecektir.

Zamanaşımı süresinin hesaplanmasında ve bu sürenin uzamasında en çok etki gösteren durum ilgili sürelerin kesilmesi sonucunu doğuracak iş ve işlemlerdir.

Kanun koyucu, 5237 sayılı Kanunu’nun 67. maddesinde bu halleri sınırlı bir şekilde ortaya koymuştur. Yeri gelmişken belirtmemiz gerekir ki, gerek zamanaşımı durduran hallerin gerekse de kesen hallerin kanun koyucu tarafından lafzen belirtmek suretiyle açıkça ifade edilmesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesi, kıyas yasağı ve kıyasa neden olacak yorum yasağı bakımından oldukça yerinde ve isabetlidir. Neticeten, ceza yargılamasının kapsamını ve yöntemini ortaya koyan bu husus, bireyi sürekli ceza tehdidi altına almaktan korumakla birlikte temel hak ve hürriyetleri teminat altına alacak usuli güvenceleri de ortaya koymaktadır.

İşlendiği iddia olunan herhangi bir vergi kaçakçılığı suçunda zamanaşımını kesen durum ancak bu suç fiilinin adli makamlar tarafından soruşturulması ya da kovuşturulması halinde mümkün olabilecektir. Şöyle ki 5237 sayılı Kanunu’nun 67. maddesi ile hüküm altına alınan dava zamanaşımını kesen sebepler salt yargısal faaliyetleri inhisar eder. (Savcının ifade alması/sorgu yapması, iddianame düzenlenmesi vb.)

Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımı süresini kesen hususlara ilişkin hükümlerini dikkate aldığımızda, herhangi bir vergi kaçakçılığı fiilinin soruşturulmasında zamanaşımını kesen birden fazla sebebin bulunması halinde (savcının ifade alması ve daha sonra iddianamenin oluşturulması hali) dava zamanaşımı süresi son kesilme halini müteakip tarihten itibaren yeniden başlayacak olup, bu şekilde uzayacak süre kanunda ilgili suç için önerilen temel zamanaşımı süresinin yarısından fazla olamayacaktır.

Son olarak belirtmemiz gerekir ki, vergi kaçakçılığı suçlarına ilişkin bazı fiiller itibarıyla ceza üst sınırın 8 yıl olarak yeniden belirlenmesi nedeniyle dava zamanaşımı süresinin 15 yıl olarak tatbiki, 5237 sayılı Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrası gereği (yalnızca lehe kanunun geçmişe yürümesi) değişiklik sonrası fiiller açısında-n mümkün olmaktadır. Samet YÜCEL

https://vergialgi.com/vergi-kacakciligi-suclarinda-dava-zamanasimi-muessesesi

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Mal Teslimi veya Hizmet İfası Gerçekleşmeden Fatura Düzenlenmesinin Vergisel Sonuçları ve Muhasebe Kayıtları I. GİRİŞ Ticari ilişkilerde normalde mal tesliminden veya hizmet ifasından…
  • GİB, KOOPERATİFLERE  İLİŞKİN VERGİ DÜZENLEMELERİ REHBERİ YAYINLADI GİRİŞ 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununa göre kooperatifler kurumlar vergisi…
  • Holding Şirketleri Tarafından Bağlı Şirketlere Tanzimi Gereken Fatura Holding şirketler tarafından bağlı şirketlere araştırma ve geliştirme, finansman temini,…
Top