Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) veya Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TFRS) ile uyumlu finansal tablolar hazırlanırken standartlardaki değişiklikler ve yorumlar dipnotlarda aşağıdaki şekilde gösterilmelidir:

Yeni TMS/TFRS’nin finansal tablolara etkileri ile ilgili açıklamalar:

a. TMS/TFRS’nin başlığı,

b. muhasebe politikası değişikliğinin varsa ilgili geçiş hükümlerine uygun olarak yapıldığı,

c. muhasebe politikasında değişikliğin açıklaması,

d. varsa geçiş hükümlerinin açıklaması,

e. varsa geçiş hükümlerinin ileriki dönemlere olabilecek etkileri,

f. mümkün olduğunca, cari ve sunulan her bir önceki dönem ile ilgili düzeltme tutarları:

1. etkilenen her bir finansal tablo kalemi için sunulmalı ve

2. şirket için “TMS 33, Hisse Başına Kazanç” standardı geçerliyse adi hisse ve seyreltilmiş hisse başına kazanç tutarları tekrar hesaplanmalıdır.

g. eğer mümkünse sunulmayan dönemlerden önceki dönemlere ait düzeltme tutarları ve

h. geçmişe dönük uygulama herhangi bir dönem veya dönemler için mümkün değilse bu duruma yol açan olaylar açıklanmalı ve muhasebe politikasındaki değişikliğin hangi tarihten itibaren ve ne şekilde uygulandığı açıklanmalıdır.

31 Mart 2023 tarihi itibarıyla yürürlükte olan yeni standartlar ile mevcut önceki standartlara getirilen değişiklikler ve yorumlar:

  • TMS 1, Uygulama Bildirimi 2 ve TMS 8’deki dar kapsamlı değişiklikler; 1 Ocak 2023 tarihinde veya bu tarihten sonra başlayan yıllık raporlama dönemlerinde geçerlidir. Bu değişiklikler muhasebe politikası açıklamalarını iyileştirmeyi ve finansal tablo kullanıcılarının muhasebe tahminlerindeki değişiklikler ile muhasebe politikalarındaki değişiklikleri ayırt etmelerine yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
  • TMS 12, Tek bir işlemden kaynaklanan varlık ve yükümlülüklere ilişkin ertelenmiş vergiye ilişkin değişiklik; 1 Ocak 2023 tarihinde veya bu tarihten sonra başlayan yıllık raporlama dönemlerinde geçerlidir. Bu değişiklikler, şirketler tarafından ilk defa finansal tablolara alındığında vergilendirilebilir ve indirilebilir geçici farkların eşit tutarlarda oluşmasına neden olan işlemler üzerinden ertelenmiş vergi muhasebeleştirmelerini gerektirmektedir.
  • TFRS 17, ‘Sigorta Sözleşmeleri’; 1 Ocak 2023 tarihinde veya bu tarihten sonra başlayan yıllık raporlama dönemlerinde geçerlidir. Bu standart, hali hazırda çok çeşitli uygulamalara izin veren TFRS 4’ün yerine geçmektedir. TFRS 17, sigorta sözleşmeleri ile isteğe bağlı katılım özelliğine sahip yatırım sözleşmeleri düzenleyen tüm işletmelerin muhasebesini temelden değiştirecektir.

Bununla birlikte, Kamu Gözetimi Kurumu'nun (KGK) Türkiye Sigorta, Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği'ne gönderdiği 06.04.2023 tarihli yazısında sigorta, reasürans şirketleri ile emeklilik şirketleri, bu şirketlerde ortaklıkları/yatırımları bulunan bankalar ve yine bu şirketlerde ortaklıkları/yatırımları bulunan diğer şirketlere ait konsolide ve bireysel finansal tablolarda TFRS 17’nin 1/1/2024 tarihinden itibaren uygulanmasının yerinde olacağı kanaatine ulaşıldığı bildirilmiştir.

31 Mart 2023 tarihi itibarıyla yayımlanmış ancak henüz yürürlüğe girmemiş olan standartlar, değişiklikler ve yorumlar:

  • TMS 1, Sözleşme koşulları olan uzun vadeli yükümlülüklere ilişkin değişiklik; 1 Ocak 2024 tarihinde veya bu tarihten sonra başlayan yıllık raporlama dönemlerinde geçerlidir. Bu değişiklikler, işletmenin raporlama döneminden sonraki on iki ay içinde uyması gereken koşulların bir yükümlülüğün sınıflandırmasını nasıl etkilediğine açıklık getirmektedir.
  • TFRS 16, Satış ve geri kiralama işlemleri; 1 Ocak 2024 tarihinde veya bu tarihten sonra başlayan yıllık raporlama dönemlerinde geçerlidir. Bu değişiklikler, işletmenin TFRS 16’daki bir satış ve geri kiralama işlemini işlem tarihinden sonra nasıl muhasebeleştirdiğini açıklayan satış ve geri kiralama hükümlerini içerir. Kira ödemelerinin bir kısmı veya tamamı bir endekse veya orana bağlı olmayan değişken kira ödemelerinden oluşan satış ve geri kiralama işlemlerinin etkilenmesi muhtemeldir. vergi portalı
Salı, 13 Haziran 2023 07:55

Zincirleme İş Sözleşmesi Nedir?

Belirli süreli iş sözleşmeleri çalışanların iş güvencesine ilişkin haklarını sınırlandıran sözleşmeler olduğu için birtakım şartlara bağlanmıştır. Bu şartların başında işçinin yapacağı işin belirli süreli sözleşme yapmaya uygun olması gelmektedir. Buna ek olarak belirli süreli sözleşmenin tekrar yapılacak olmasında ise esaslı bir yineleme nedeni olmalıdır. Bu şartları taşımadan yapılacak belirli süreli iş sözleşmesi başlıklı sözleşmeler de belirsiz süreli kabul edilecektir. İşçi başta iş güvencesi olmak üzere, kıdem, ihbar gibi haklara sahip olacaktır.

İş Kanununa göre; belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak belirli süreli sözleşme yapılabiliyor. Yapılan işin niteliği belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilmesi için önem taşıyor. Sözleşme konusu işin bahsedilen objektif koşulları taşımaması halinde sözleşmeye belirli süreli denilse de sözleşme baştan itibaren belirsiz süreli kabul ediliyor.

Borçlar Kanununa tabi çalışanlar için ilk defa yapılacak olan belirli süreli sözleşmelerde objektif neden zorunluluğu öngörülmemiş, herhangi bir nedene bağlı olmaksızın belirli süreli sözleşme yapma hakkı getirilmiştir.

Belirli süreli iş, iş sözleşmesi yapıldığı sırada işin ne kadar süreceğinin bilindiği veya bilinebildiği iştir. Örneğin mevsimlik işler bu kapsamda sayılabilir. Mevsimin veya sezonun ne kadar sürdüğü bilinebileceğinden bu işlerde belirli süreli sözleşme yapılabilir. Fuar organizasyonları, dönemsel tarım işleri, turizm sezonuna bağlı işler belirli süreli sözleşme yapmaya uygun işlerdir.

Esaslı neden şart

Belirli işleri tamamlamaya yönelik olarak da belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilir. Belirli süreli bir işin yapılmasına başlanmış ancak çeşitli nedenlerle iş bitirilememiş ise, bu işin bitirilmesine yönelik olarak da belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilir. Belirli süreli işlerde kural olarak üst üste belirli süreli sözleşme yapmak, sözleşmeyi belirsiz süreli hale getirir ve çalışanın iş sözleşmesinin sona ermesi halinde, çalışan iş hukukunun işe iade dahil tüm koruyucu düzenlemelerinden yararlanır. Belirli bir işin tamamlanması için getirilen düzenleme ise, hukuk sistemimizin zincirleme yapılan belirli süreli sözleşmelere ilişkin yasağının bir istisnasını oluşturmaktadır. Kural olarak bir sözleşmenin belirli süreli yapılması için objektif neden var olsa da aynı nedene dayanarak ikinci belirli süreli sözleşme yapıldığında, sözleşme birincisinin başından itibaren belirsiz süreli kabul edilmektedir. Fakat belirli süreli bir işe başlanmış, iş bitirilememiş ve ikinci belirli süreli sözleşme yapılmışsa, her bir sözleşme belirli süreli olma özelliğini korumaktadır. Bu nedenle belirli bir işin tamamlanması için yapılan sözleşmeler de belirli süreli kabul edilmektedir.

Aynı esaslı nedene dayanarak yineleme daha çok kanundan doğan belirli süreli sözleşmelerde kabul edilmektedir. Örneğin özel öğretim kurumlarındaki öğretmenlerle yapılan sözleşmeler. Fakat kanundan doğmayan işin niteliğinin belirli süreli olduğu işlerde, yineleme için yinelemeye yönelik bir esaslı neden aranmaktadır. Örneğin belirli süreli yapılan bir proje işinin, işin bitmemesi nedeniyle uzaması halinde olduğu gibi. İşverenin işinin sürekli proje bazlı olduğu durumlarda yeni proje genellikle yineleme için esaslı neden sayılmamaktadır. Fakat aksi yönde kararlar da bulunmaktadır. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/zincirleme-is-sozlesmesi-nedir-6961286

Türk Lirası’na (TL) güven zayıflığı ve 1971- 2004 arasında ve sonrasında 2017’den günümüze iki hanenin altına inmeyen enflasyon oranı (https://data.worldbank.org/indicator/ FP.CPI.TOTL.ZG?locations=TR), Türkiye’de başta Amerikan Doları (USD) ve euro (EUR) olmak üzere dövizi serveti/sermayeyi korumada her zaman tercih edilen bir araç yapmıştır.

Firmalardan sade vatandaşa kadar imkanı olan herkes, bir köşede döviz tutar. Bu, şirketler bakımından bazen ticari faaliyetlerinin getirdiği bir zorunluluk da olabilir.

Örneğin, ihracat ve ithalatla uğraşan firmalar için durum böyledir. TL’nin USD karşısında son bir haftada yüzde 7, yılbaşından bu yana ise yüzde 23 civarında değer kaybetmesi ve bunun daha da artacağı beklentisi, kur farkının gelir kabul edilip vergilendirilmesi nedeniyle büyük bir sorun ortaya çıkardı. Hemen belirtelim, bu sorun işletmeleri ilgilendiriyor.

Çünkü, sade vatandaşın bir köşede tuttuğu dövizi bozdurduğunda ortaya çıkan kur farkı gelir kabul edilmediğinden, ona vergi yok. Buna karşılık, şirketler (/kurumlar) bakımından durum böyle değil; çünkü, şirketler kayıtlarındaki yabancı paraları dönem sonunda değerlemeye tabi tutmak zorundalar ve burada borsa rayicini esas alacaklar. Dolayısıyla, TL’nin değer kaybı nedeniyle ortaya yüksek bir kur farkı çıkacağı kesin.

Eğer enflasyon muhasebesi uygulansaydı ve şirket kazançlarının enflasyondan arındırılmasına izin verilmiş olsaydı, bu bir sorun teşkil etmeyebilirdi. Ancak, enflasyon muhasebesinin olmadığı bir sistemde kur farklarını kazanç olarak kabul edip vergilendirmek, fiktif kazancı vergilendirmek demektir.

Oysa, verginin mali güçle orantılı olması ilkesi, sadece “gerçekten var olan” mali gücün vergilendirilmesini emreder. Olmayan bir kazancı vergilendirmek, ilkeye yani Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Diğer yandan, bir başka Anayasa’ya aykırılık itirazı, kur korumalı mevduat hesabı nedeniyle düşünülebilir.

Çünkü, Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenen bir geçici madde ile (geçici md.14), yabancı paralarını TL’ye çevirerek TL mevduat veya katılma hesabı açan şirketlerin vade sonunda tekrar dövize dönmek istemeleri durumunda, vade sonundaki kur farkının TL’ye çevirme kurundan daha yüksek olması halinde kendilerine ödenen aradaki “kur farkı”, “diğer kazanç” adı altında vergiden istisna edilmiştir.

Bu istisna, TL’ye dönüşü desteklemek üzere getirilmiş bir istisnadır. Bunun, “TL’de değer kaybını önleme”de ifadesini bulan kamu yararına ölçülülük ilkesine uygun şekilde ulaşmaya izin veren bir araç olduğu kabul edilebilir.

Ancak, ticari faaliyeti gereği sürekli döviz bulundurmak zorunda olan şirketlerin, bu istisnadan yararlanma imkanları bulunmamaktadır. Merkez Bankası’nın döviz satışı yoluyla döviz kurlarının yükselişini frenleyebildiği bir ortamda, bu durum bir ölçüde göz ardı edilebilirdi.

Ancak, döviz kurunun frenlenmediği/frenlemediği ve böylece hızlı yükseldiği bir durumda, TL’ye dönüşü desteklemek üzere getirilen bir istisnadan faaliyeti gereği yararlanamayan mükelleflerin eşitlik ilkesine aykırılık savında bulunmaları pekala mümkündür.

Ticari faaliyeti gereği kullanamadığı bir istisnadan dolayı daha fazla vergi ödemek zorunda olmak, eşitlik ilkesine aykırıdır. Üreten firma adeta cezalandırılmaktadır. Nihayet, kurdaki yükseliş, döviz üzerinden borçlu şirketleri de, finansman gideri kısıtlaması nedeniyle etkilemektedir.

Ortada gerçek bir gider olmasına rağmen, bunun tamamını indirememeleri gerçek olmayan mali güçleri üzerinden vergilendirilmelerine yol açmaktadır. Yasa koyucu, bir an önce harekete geçerek, TL’deki değer kaybının -en azından- katlanılabilir eşiği aştığı durumlar için bu sorunları Anayasa’ya uygun şekilde çözmelidir.

Aksi halde, ek kurumlar vergisinden etkilenmiş pek çok şirket bir de kur farkı üzerinden vergi yüküyle karşılaşacak ve zora girecektir. Yasa koyucunun bunu düzeltmemesi halinde, mükellefler Ağustos ayını beklemek zorundadırlar. Kurum 2023 ikinci geçici vergi beyannamesi 17 Ağustos’ta verileceğinden, ancak ihtirazi kayıtla verilecek beyanname üzerinden yapılacak tarha o zaman dava açıp, bu Anayasa’ya aykırılığı ileri sürebileceklerdir.

Çünkü, vergi davaları idari yargı mevzuatına tabidir ve idari yargıda sadece idari işlem ve eylemlere karşı iptal ve tam yargı davaları açılabilmektedir; “tespit davası”na yer verilmemiştir. Bu ise, Anayasa’ya aykırı düzenleme uygulandıktan sonra mükellefin hak arayabilmesi anlamına gelmekte ve pek çok şirketin zora girmesine yol açmaktadır. Bunun da biran önce değiştirilerek, tespit davasına izin verilmesi elzemdir. Prof. Dr. Funda BAŞARAN YAVAŞLAR

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kur-farklarinin-vergilendirilmesi-anayasaya-aykiridir/695971

KDV iadeleri; tam istisnaya tabi işlemler, indirimli orana tabi işlemler, kısmi tevkifat uygulaması, fazla veya yersiz ödenen vergiler ve uluslararası anlaşmalar olmak üzere beş farklı kaynaktan doğabilmektedir. Bununla birlikte, KDV iadelerinin temelinde tam istisnaların bulunduğunu söylemek mümkündür.

Tam istisnaya tabi işlemlerden doğan iadelerin kanuni dayanağı KDV Kanunu’nun 32’nci maddesidir. Bahse konu düzenlemeye göre; KDV Kanunu’nun 11, 13, 14, 15 ve 17/4-s maddeleri uyarınca vergiden istisna edilmiş bulunan işlemlerle ilgili fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanacak KDV’den indirilir. Vergiye tabi işlemlerin mevcut olmaması veya hesaplanan verginin indirilecek vergiden az olması hallerinde indirilemeyen KDV, işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar talep edilmesi şartıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından tespit edilecek esaslara göre bu işlemleri yapanlara iade olunur.

Tam istisnalar içinde ağırlığı oluşturanlar KDV Kanunu’nun 11’inci maddesinde düzenlenen mal ve hizmet ihracatı ile aynı Kanunun 13’üncü maddesinde hüküm altına alınan araçlar, kıymetli maden ve petrol aramaları ile ulusal güvenlik harcamaları ve yatırımlarda istisnadır. Diğer yandan KDV Kanunu’nun geçici maddelerinde düzenlenmiş önemli istisnalar bulunmaktadır.

KDV Kanunu’nun 13’üncü maddesi ile geçici maddelerde yer alan istisnaların önemli kısmı için KDV Genel Uygulama Tebliği ile istisna belgesi alınması şartı getirilmiştir. Çok sayıda özelgede de bu yönde görüş verilmiştir. KDV Genel Uygulama Tebliğinde bahse konu şarta ilişkin düzenlemelerin bir kısmının bilgileri aşağıda belirtildiği gibidir.

-KDV Kanunu’nun 13/1-a maddesinde düzenlenen; deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının tesliminde, tadil, bakım ve onarımında, imal ve inşasına ilişkin alımlarda istisna için KDV Genel Uygulama Tebliği’nin II/B-1 bölümü (adı geçen Tebliğin 6A, 6B, 6C, 6D, 6E, 6F numaralı ekindedir),

-KDV Kanunu’nun 13/1-c maddesinde yer alan; altın, gümüş, platin arama, işletme, zenginleştirme, rafinaj ve Türk Petrol Kanunu hükümlerine göre petrol arama faaliyetlerine ilişkin olmak üzere, bu faaliyetleri yürütenlere yapılan teslim ve hizmetler ile aynı Kanun hükümlerine göre boru hattıyla taşımacılık yapanlara bu hatların inşa ve modernizasyonuna ilişkin yapılan teslim ve hizmetlerdeki istisna için KDV Genel Uygulama Tebliği’nin II/B-3 bölümü (adı geçen Tebliğin 7A, 7B, 7C, 7D, 7E, 8B numaralı ekindedir),

-KDV Kanunu’nun 13/1-ı maddesinde hüküm altına alınan; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından tescil edilen gübreler ve gübre üreticilerine bu ürünlerin içeriğinde bulunan hammaddelerin teslimi ile yem teslimlerinde istisna için KDV Genel Uygulama Tebliği’nin II/B-11 bölümü (adı geçen Tebliğin 23B numaralı ekindedir).

Ancak ilgili kanun hükümleri tetkik edildiğinde, istisna belgesi alınması gerektiği yönünde bir şart bulunmamaktadır. Konuya ilişkin Danıştay 4. Dairesinin 18/04/2013 tarihli ve Esas No: 2011/8714, Karar No: 2013/2589 sayılı kararında; istisna kapsamında mal satın almak isteyen alıcıların, istisna belgesi alma zorunluluklarının tebliğ ile getirildiği, Kanunla verilen bir hakkın tebliğ ile geri alınması veya Kanunda yer alan düzenlemenin tebliğ hükmü ile daraltılması mümkün olmadığından davalı idarenin tebliğe dayanarak davacıdan bu yazıyı istemesinde yasaya uyarlık bulunmadığı yönünde hüküm verilmiştir.

Bu açıklamalar uyarınca, KDV iadelerinde istisna belgesinin aranması, kanuni bakımdan yerinde bir düzenleme değildir. Zira Kanunda yer almayan bir şartın, KDV iadesini sınırlandıracak bir şekilde Tebliğ ile düzenlenmesi, verginin kanuniliği ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Dr. İsmail PAMUK-Yeminli Mali Müşavir

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kdv-iadelerinde-istisna-belgesinin-hukukiligi/697849

Konuyu önce kendi uzmanlık alanımdan ve penceremden irdeleyecek, sonra da genele değineceğim. Bildiğiniz üzere, ticaretin temel kuralları Türk Ticaret Kanunu ile belirlenmiştir. 2011 yılı Ocak ayında kabul edilen 6102 sayılı TTK, 1 Temmuz 2012 tarihinden bu yana yürürlüktedir. TTK’nın muhtelif maddelerinde birtakım kabahatlere ve suçlara yer verilmişse de (örneğin; m.33, m.38, m.51), ticari suçlar ve kabahatlerin ağırlıklı kısmı “Suçlar ve cezalar” başlıklı 562. maddede düzenlenmiştir. Hemen belirtelim ki, maddenin içeriği başlığı ile uyumlu değildir. Zira, anılan maddede yer alan fiillerin çoğu kabahat vasfındadır ve başlığı da aslında “Suçlar ve kabahatler” olmalıdır. Ama, anılan maddede zaman içerisinde suçlardan kabahatlere dönüşüm sağlandığı halde, madde başlığında değişiklik yapılması atlanmıştır. 

TTK’nın 562. maddesinde ticari kabahatler için üç ayrı tutarda idari para cezası (İPC) öngörülmüştür. Bunlar, TTK’nın ilk halinde sırasıyla 1.000, 2.000 ve 4.000 TL olarak belirlenmiştir. Kabahatler Kanunu şart koştuğundan, bu İPC tutarları her yıl yeniden değerleme oranı (YDO) uyarlanarak artırılmaktadır. Anılan İPC’lerin 2023 yılı tutarları sırasıyla 7.755, 15.529 ve 31.096 TL’dir. Bu yönüyle bakıldığında, ticari kabahatlere ilişkin İPC tutarları, 11 yılda tam 7.755 kat artmıştır.  

562. maddede suç olarak belirtilen fiillerden adli para cezasını gerektirenlerin yaptırımları ise yıllardır değişmemiştir. Çünkü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 52. ikinci fıkrasında, bir gün karşılığı adlî para cezasının miktarının en az yirmi, en fazla yüz Türk Lirası olması hükme bağlanmış ve miktarın bu alt ve üst sınırlar arasında takdir edileceği ifade edilmiştir. Kabahatler Kanunu’nun aksine TCK’da adli para cezalarının her yıl yeniden değerleme oranında artırılması gerektiğine dair bir hüküm yer almamaktadır. Bu nedenle, TTK’nın adlî para cezası öngördüğü suçların ekonomik yaptırımı 11 yıldır değişmemiştir.

Bir örnek verelim: TTK’nın 562/6 hükmüne göre, ticari defter tutmamanın yahut saklamamanın yaptırımı 300 günden az olmamak üzere adlî para cezasıdır. TCK, adli para cezalarında alt sınırı 5 gün, üst sınırı da 730 gün olarak belirlemiştir. Dolayısıyla, ticari defterlerini tutmayan bir şirkete verilecek adli para cezasının alt sınırı 6 bin, üst sınırı da 73 bin liradır. Bu rakamlar Yasanın yürürlüğe girdiği 2012 yılında ne ise bugün de aynıdır.

Ticari defterlerin açılış ve kapanış onaylarının (tasdiklerinin) yaptırılmaması ise 562/1.c’de kabahat olarak öngörülmüş ve idari para cezası yaptırımına bağlanmıştır. Bu fiil için verilecek İPC; 2012 yılında 4 bin lira iken 2023 yılında 31.096 TL olarak uygulanmaktadır. Hatta, kabahatin birden fazla işlenmesi, örneğin aynı defterin hem açılış hem kapanış onayının olmaması halinde ceza 2 katı artırılarak uygulanmakta ve 93 bin liraya kadar çıkmaktadır.      

Ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi esastır. Ancak, ekonomik suçun karşılığı olan ceza değerini yitirmiş ve bugün itibariyle faili açısından “ekonomik” bir niteliğe bürünmüştür. Çözümü, adli para cezalarının günlük değerlerinin öncelikle günümüz koşullarına uyarlanarak güncellenmesi ve ardından da Kabahatler Kanunu’nda olduğu gibi Türk Ceza Kanunu’nda da her yıl için yeniden değerleme oranında artırılmaları yönünde yasa değişikliğine gidilmesidir. Mevcut düzenlemeyle devam edilmesi halinde, adli para cezaları etkin bir yaptırım yöntemi olmaktan çıkacaktır.

Dr. Soner ALTAŞ

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/idari-para-cezasi-ile-adli-para-cezasi-arasindaki-fark-aciliyor/697803

Hem Anayasanın 2. maddesinde vurgulanan hukuk devleti olmanın gereği hem de Anayasanın 125. maddesinin açık hükmü sonucu, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.  Bu düzenlemelerin doğal sonucu olarak, birer idari işlem niteliğinde olan vergilendirme işlemleri de yargı denetimi dışında tutulamaz. Nitekim ikmalen ve re’sen yapılan tarhiyatları ilgilisine (mükellefe veya vergi sorumlusuna vb.) tebliğ eden “vergi / ceza ihbarnameleri de bu kapsamda vergi mahkemesinde dava konusu edilebilirler.

İhbarnameler aleyhine açılan davalarda verilen kararların büyük çoğunluğu “kabul”, “ret” veya kısmen kabul / kısmen ret” şeklinde oluşmaktadır. Konumuz dışında kalan başkaca karar tipleri de hiç şüphesiz vardır.

Mükelleflerin davalarının tamamen veya kısmen reddedilmesi halinde, karara karşı istinaf yoluna başvuru hakları vardır. Ancak bu şekilde verilen kararlara karşı istinaf yoluna gidilmesi, işlemin icrasını durdurmaz. İcranın durması için istinaf mahkemesinden yürütmenin durdurulması kararının alınması gerekmektedir.

Yürütmenin durdurulması halini bir kenara bırakırsak, kaybedilen dava konusu tutarın (vergi ve ceza) ve dava konusu vergi borcuna normal vade tarihinden mahkeme kararının idareye tebliğine kadar işleyen gecikme faizinin, mahkeme kararı üzerine hemen ödenmesi gerekmez. Çünkü Vergi Usul Kanununun 112. maddesine göre idarenin, vergi mahkemesi kararına göre yeniden bir ihbarname düzenlemesi ve ilgilisine tebliğ etmesi gerekmektedir. Bu ihbarnamede hem ilk yapılan tarhiyata ilişkin rakamlar hem de vergi mahkemesi kararına göre oluşan ve dolayısıyla ödenmesi gereken tutarlar yer alır. Mükellef davasını tamamen kaybetmişse, bu rakamlar aynı olacak, kısmen kaybetmişse farklı olacaktır. Bu ihbarnamede ayrıca yargı harçları ile gecikme faizi de yer alır. İHB 2 kodu ile düzenlenen bu ihbarnameye uygulamada “iki numaralı ihbarname” veya “ikinci ihbarname” de denilmektedir.

Mahkemenin red veya kısmen red kararı sonucu ödenmesi gereken tutarların ve gecikme faizi ile yargı harçlarının, işte bu ihbarnamenin tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenmesi gerekmektedir.

Uygulamada bu konuda duraksama yaşanan hususlardan birisi de, bu İHB2 kodlu ihbarnameye karşı vergi mahkemelerinde dava açılıp açılmayacağı konusundadır.

İki numaralı ihbarname, içerdiği vergi ve ceza tutarlarının vergi mahkemesi kararı ile uyumlu olması koşulu ile yeni bir borç doğuran, tarhiyatı ifade eden bir idari işlem olmadığı, bir bildirim niteliğinde olduğu için ayrıca dava konusu edilemez. Zaten bu gibi bir durumda iki numaralı ihbarnamenin dava konusu edilebileceğini kabul etmek, bu davaya bakacak mahkemeyi, ilk kararı veren mahkemenin üzerine ve onun denetimini yapar konuma koymak sonucunu doğurur ki bu hukuken mümkün değildir.

Ancak iki numaralı ihbarnamede vergi mahkemesi kararına göre ödenmesi gereken tutarlar ile mahkeme kararına göre oluşan sonuç farklı ise, örneğin 200.000 liralık tarhiyat aleyhine açılan davada mahkemenin tarhiyatın 100.000 lirasını iptal etmesine rağmen İki numaralı ihbarnamede mahkeme kararına göre ödenmesi gereken tutar 120.000 lira yazılmışsa, bu fark, yani 20.000 liralık kısım yeni bir dava konusu yapılabilir.

Öte yandan iki numaralı ihbarnamede yazılı “gecikme faizi”, ilk defa bu ihbarname ile doğmaktadır. İki numaralı ihbarname özünde, gecikme faizi için iki numaralı değil, bir numaralı ihbarnamedir ve gecikme faizi açısından tarh işlemini ifade etmektedir. Bu nedenle iki numaralı ihbarnamenin gecikme faizi yönünden dava konusu edilmesi mümkündür. Zaten Danıştay’ın yerleşik içtihadı da bu yöndedir. 

2 numaralı ihbarnamede gecikme faizinin dava konusu yapılması halinde, tarh işlemine karşı dava açılmış olacağından yürütmenin de kendiliğinden durması gerekmektedir. Ancak buna rağmen bazı vergi dairlerinin ödeme emri de düzenleyerek gönderdikleri görülmektedir. Bu yanlıştır.

Benzeri bir durumda uzlaşmalar sonrasında düzenlenen ve gecikme faizinin de dâhil edildiği tahakkuk fişlerinde yaşanmaktadır. Ancak gecikme faizi tahakkuk fişine yazılmakla tahakkuk etmez. Tahakkuk fişi burada gecikme faizi açısından tarh işlemini ifade etmektedir. Zaten tarh olunmayan bir kamu alacağı tahakkuk edemez. Gecikme faizi, tahakkuk fişinin tanziminden 30 gün sonra –dava konusu yapılmadığı takdirde- tahakkuk eder. Zira tarh işlemi olmadan tahakkuk olmaz. Bu nedenle gecikme faizi için tahakkuk fişine karşı dava 30 günlük sürede açılabilir. Burada da yürütmenin dava açılması ile birlikte kendiliğinden durması gerekmektedir. Bumin DOĞRUSÖZ

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ikinci-ihbarname-dava-konusu-edilebilir-mi/697798

Tarih

Öğe Başlığı

29 Mayıs 2023

İtalyan Lisesi personelinin ücretinin, ükelerindeki yasa gereği İtalya'nın yetkili kurumu tarafından Avro olarak gönderilen ve özel fon hesabında tutulan tutardan ödenmesi halinde vergilendirme

29 Mayıs 2023

İnternet Sitesi Aracı Kılınarak Yapılan Satışların Vergisel Durumu

29 Mayıs 2023

Ticari Bilanço Zararına Kanunen Kabul Edilmeyen Giderlerin Eklenmesi Suretiyle Kurumlar Vergisi Matrahı Oluşmuş İse İhracat Ve Üretim Faaliyetlerinin Zararla Sonuçlanması Nedeniyle, Kurumlar Vergisi Matrahına 1 Puan İndirim Uygulanamayacağı

25 Mayıs 2023

Nevi Değişikliği Dolayısıyla Anonim Şirkete Dönüşen Şirkette Nevi Değişikliği Nedeniyle Ortaklara Verilen Hisse Senetlerinin İlk İktisap Tarihi

23 Mayıs 2023

Kıst Dönem KDV Beyannamesinin Süresinde Verilmemesi Nedeniyle % 5 Vergi İndiriminden Yararlanılıp Yararlanılmayacağı

23 Mayıs 2023

Uluslararası Taşımacılık Hizmetlerine Kurumlar Vergisi Kanunu Kapsamında 1 Puan Kurumlar Vergisi Oranında İndirim Uygulanması

23 Mayıs 2023

Tamamlama vizesi müracaat tarihini içeren geçici vergilendirme döneminin son gününe kadar diğer faaliyetlerden elde edilen kurum kazançlarına indirimli kurumlar vergisinin uygulanabilmesi

22 Mayıs 2023

İlişkili Kişilerden Yapılan Mal Ve Hizmet Alımları Dolayısıyla Vade Farklarının Örtülü Sermaye Kapsamında Kazanç Tespitinde Dikkate Alınıp Alınmayacağı

22 Mayıs 2023

Yürürlük Tarihleri Geriye Dönük Olacak Şekilde Sözleşme İmzalanmasında Durumunda İndirimli Kurumlar Vergisi

22 Mayıs 2023

Yatırım Teşvik Belgesi Kapsamında Diğer Faaliyetlerden Elde Edilen Kazançlara İndirimli Kurumlar Vergisi Uygulanıp Uygulanamayacağı

22 Mayıs 2023

Şirket Adına Kayıtlı Araç Giderlerinde Gider Kısıtlaması

18 Mayıs 2023

Tasarım Merkezi Fiziki Sınırları Dışında Gerçekleştirilen İlk Madde Ve Malzeme Harcamalarından Tasarım Faaliyetinde Fiilen Kullanılan Kısma İlişkin Maliyetlerin Tasarım İndirimine Konu Edilmesi

18 Mayıs 2023

ERP Lisansı Ve ERP Yazılımı İçin Yapılan Ödemelerin İndirimli Kurumlar Vergisi Uygulamasında Yatırım Harcaması Olarak Dikkate Alınıp Alınmayacağı

17 Mayıs 2023

Kooperatife Ait Arsaların Açık Artırma Usulüyle Satışında KVK ve KDV Uygulaması

12 Mayıs 2023

Türkiye'den Yurtdışı Mukimi Firmaya Verilen Tasarım/Dizayn Hizmetleri

11 Mayıs 2023

Yurtdışı İnşaat Ve Montaj İşlerinden Elde Edilen Kazancın Kurumlar Vergisi Ve KDV Yönünden İstisna Olup Olmadığı

09 Mayıs 2023

Nakdi Sermaye Artışında Faiz İndirimi - Otoyol Projesini Yürütmek Amacıyla Satın Alınan Demir Malzemesinin Bir Kısmının Hurda Olarak Satılması Nedeniyle Elde Edilen Kazancın Pasif Nitelikli Gelir Olarak Dikkate Alınmayacağı

09 Mayıs 2023

Kiralanan Binek Otomobile İlişkin Tazminat Bedeli Ödemesinin Giderleştirilmesi (Finansman Gider Kısıtlaması)

02 Mayıs 2023

2021 Yılı Kurumlar Vergisi Beyannamesinde Yararlanılan Tasarım İndirimi Tutarının Yüzde İkisinin Pasifte Geçici Bir Hesaba Aktarılması

ÖZELGELER

Turizm sezonunun başladığı bugünlerde, ticari yat işleten ve tam boyu 24 metreye kadar olan tekne, motorlu tekne, gezi teknesi, yelkenli tekne ve yelkenli/motorlu tekne olarak tanımlanan deniz araç alımlarının Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13/a maddesine göre, istisna olup olmadığı konusunda yaşanan güncel tartışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Konunun ilginçliği, hiçbir mevzuat değişikliği olmaksızın yıllardır tanınan istisnanın Gelir İdaresi Başkanlığı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 25.04.2023 tarih ve E-39044742-130 (Duyuru)-289327 sayılı yazısı ile istisna uygulanamaz, şekline dönüştürülmesinden kaynaklanıyor.

VERGİ İDARESİNİN GEREKÇESİ

İdarenin yukarıda tarih ve sayısını belirttiğim yazısında özetle;

– KDVK'nın 13/a maddesinde faaliyetleri kısmen veya tamamen deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçların kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarım ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetler ve faaliyetleri deniz taşıma araçları ile yüzer tesis ve araçların imal ve inşası olanlara bu araçların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılacak teslim ve hizmetlerin KDV'den istisna olduğu,

– KDV Genel Uygulama Tebliğinin “Araç ve Tesislerin Tesliminde İstisna” başlıklı (II/B-1.1.) bölümünde; “Sportif eğlence amacına yönelik deniz motosikletleri, paraşüt çekme tekneleri, sürat motorları, yelkenli tekneler, motorlu paraşüt ve balonlar ile benzerlerinin ve bunların ana motorlarının teslimlerinde istisna uygulanmaz. Simülatör olarak adlandırılan cihazlar ile yüzer tesis niteliğinde olmayan balık çiftlikleri, su ürünleri üretme tesisleri ve benzerleri de istisna kapsamında değerlendirilemez”,

– 60 no'lu KDV Sirkülerinin “Deniz, Hava ve Demiryolu Taşıma Araçlarının Yüzer Tesis ve Araçlarının Teslimi” başlıklı bölümünde; “Söz konusu tebliğ ve kanun maddesinin gerekçesinde yer alan açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda; KDV Kanunu'nun 13/a maddesinin uygulanmasında deniz ve hava ticaret filomuz ile deniz ve hava ulaştırma sistemimizin geliştirilmesini teşvik eden araçların teslimleri istisna kapsamında değerlendirilecektir.

Ancak, sportif eğlence amacına yönelik hizmet veren deniz motosikletleri, paraşüt çekme tekneleri, sürat motorları, yelkenli tekneler, motorlu paraşütler, balonlar ile benzeri araçlar deniz ve hava taşıma aracı niteliğinde olmadığından, bunların teslimleri istisnadan faydalanamayacaktır (08.08.2011 tarihli 60 seri nolu KDV Sirküleri)” açıklamaları yapılarak aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır.

Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13/a maddesi ile düzenlenen istisna uygulaması; deniz ve hava ticaret filosu ile demiryolu ulaşım sisteminin geliştirilmesi/teşvik edilmesi esasına dayandığından, söz konusu istisna belgesi taleplerinin değerlendirilmesinde bu hususun göz önünde üzerinde bulundurulması gerekmektedir.

Deniz taşıma araçlarının tesliminde, tadil, bakım ve onarımında, imal ve inşasına ilişkin alımlarda istisna uygulamasına yönelik olarak, tam boyu 24 metreye kadar olan turistik, gezi, eğlence ve sportif amaçlı tekne, motorlu tekne, gezi teknesi, yelkenli tekne, yelkenli/motorlu tekne olarak tanımlanan deniz araçları, istisnadan yararlanabilecek deniz taşıma araçları arasında değerlendirilmediğinden, bu araçlar için KDV istisnası uygulanamaz.

Mevzuatta değişiklik yok ama yorum değişmiş!

Maliye'nin görüş ve uygulama değiştirmesinin en büyük mağdurlarının, Turizm Bakanlığı'ndan Belgeli Ticari Yat İşletmecileri olduğu anlaşılıyor. Bu sektör, deniz üzerinde konaklamalı yat kiralama işi yapıyor, Yunanistan ve Hırvatistan ile bu alanda rekabet etmeye çalışıyor.

Sektör temsilcileri; teknelerin sınıflandırılmasında iki temel yönetmenlik olduğunu ifade ediyor. Ulaştırma Bakanlığı‘nın Gemilerin Teknik Yönetmeliği'nin 4. maddesinin (ü) bendinde küçük deniz aracı tanımının yolcu gemileri hariç, tam boyu 24 metreden küçük olan her türlü ticaret gemisini, Turizm Bakanlığı'nın Deniz Turizm Yönetmeliği'nin “Belgelendirilecek araçlar ve aranacak özel şartlar” başlıklı 9. maddesinin a) bendinde “Yatlar: 24 metrenin altındaki mürettebatlı ve mürettebatsız kiralanan yatlarda klima, çamaşır ve bulaşık makinesi, tuvalet masası ihtiyaridir” sınıflandırması mevcut. Teknelerin 24 metreye kadar boy tanımlamasının; tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde belirtilen tonaj sertifikası kuralları gereği olduğu, teknenin deniz turizm aracı olmasını etkilemeyeceği ifade edilmektedir. 60 seri no'lu sirkülerde ifade edilen su sporları araçları; Deniz Turizm Yönetmeliği Uygulama Tebliği'nin 9. maddesinin d) bendinde tanımlanan “Turizm amaçlı su üstü faaliyet araçları”dır.

Turizm Bakanlığı'ndan İşletme Belgesi alan 24 metreye kadar teknelerin, su sporlarında kullanılan teknelerinden olmadığı aşikardır. İstisnadan yararlanamayacak olan araçların tamamı, su sporlarında kullanılan araçlardan olduğu ortada iken, ”yelkenli tekneler” ifadesi de yine su sporlarında kullanılan optimist, lazer, hobi katamaranları gibi motorsuz küçük teknelerin kastedildiği kolayca anlaşılıyor. Yatlar için, 24 metre gibi bir sınırlama veya sınıflandırma ilgili düzenlemelerin hiçbirinde mevcut değil. Uygulamayı değiştiren görüş yazısı; kanun, tebliğler ve yönetmelikler de yer alan örneklere de açıkça aykırı.

Turizm Bakanlığı'ndan İşletme Belgesi alıp, kayıt içinde ülkeye döviz kazandıran işletmeleri; mevzuat da bir değişiklik olmadığı halde yorum değiştirerek, tekne satın alırken Katma Değer Vergisi ödememek şeklinde tanınan istisnadan yararlandırmamak ciddi kaos yaratmıştır. Geçmişe yönelik yararlanılan istisna tutarı vergi aslı, gecikme faizi ve vergi ziyaı cezası ile geri alınmaya çalışılınca, asıl kıyamet o zaman kopacak. Konunun yargı tarafından çözülmesini beklemeden, verilen görüşün değiştirilmesinde fayda var. Bütün döviz beklentisini turizme bağlayan bir ülke olarak, ticari tekne kiralama sektörüne “yorum“ yoluyla darbe vurmak, kayıt dışı charter yapanlara yarayacaktır. Nedim Türkmen

https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/nedim-turkmen/2-329-865-fazla-oy-icin-250-milyar-dolar-7708574/?utm_source=yazardetay&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber

Pazartesi, 12 Haziran 2023 08:03

KGK Açısından Yatırım Teşvikleri

Geçtiğimiz hafta sonu Resmi Gazete ’de Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) tarafından alınan bir karar yayımlandı. Karar yatırım teşviklerinin ertelenmiş vergi etkisi üzerineydi.

Konuya biraz uzak olanlar “Hiç vergi ertelenir mi?” diyebilir. Eğer şirketiniz Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TFRS) kapsamında finansal tablo hazırlıyorsa bal gibi de ertelenir. TFRS’ler ayrı bir uzmanlık alanı tıpkı vergi uygulamalarında yatırım teşviklerinin ayrı bir ihtisas konusu olması gibi.

Karar özellikle borsa şirketlerimiz açısından önemli.

KGK neden böyle bir karar almaya ihtiyaç duydu? Kararın detayları neler ve hangi şirketleri kapsıyor? Kısa kısa hepsini değerlendirmeye çalışalım.

İsterseniz Karar’ın detaylarına geçmeden önce ertelenmiş vergi varlığı kavramına kısaca değinelim.

Ertelenmiş Vergi Varlığı Nedir?

TFRS’lere göre raporlama yapan şirketlerin belki de vergi bilgisine ihtiyaç duydukları tek standart 12 Numaralı Türkiye Muhasebe Standardı “Gelir Vergileri” standardı.

Dönem içerisinde TFRS finansal tablolarda gider olarak raporladığınız bir kalem, vergi otoritesi tarafından gelecekte elde edeceğiniz kazançlar neticesinde ödeyeceğiniz gelir vergisinden indiriliyorsa, indirime konu edilecek tutar kadar finansal durum tablonuz da bir varlık muhasebeleştirmenize izin veriyor. Buna da ertelenmiş vergi varlığı diyoruz. Örneğin TFRS tablolarımızda kıdem tazminatı kapsamında bir karşılık ayırdınız, dolayısıyla bir gider raporladınız. Vergi otoritesine göre bu gideri fiilen ödediğinizde matrahtan indirebilirsiniz. Böyle bir durumda bu gider kadar gelecekte matrahtan indireceğiniz bir avantaj söz konusu. Öyleyse bu tutar kadar ertelenmiş vergi varlığı hesaplamak durumundasınız.

Gelecekte kullanacağımız mali zararlar ve diğer vergi avantajları da bu hesaba dahil.

Karar’a Neden İhtiyaç Duyuldu?

Vergi otoritesi yatırım teşvikleri kapsamında şirketlerimize ciddi vergi avantajları sağlıyor. Bu vergi avantajları da TMS 12 kapsamında finansal tablolarda önemli tutarlarda ertelenmiş vergi varlıklarının raporlanmasına sebebiyet veriyor. Varlık deyip geçmeyin karşı bacağı “Ertelenmiş Vergi Geliri” kalemiyle Kar ve Zarar tablosunda raporlanıyor ve dönem karını doğrudan etkiliyor.

Etkinin varabildiği boyutları görmeniz açısından çarpıcı bir örnek; Sasa Polyester Sanayi A.Ş.’nin 2022 yılı kar veya zarar tablosuna baktığınızda vergi öncesi karı 54 Milyon TL iken, yatırım teşviği neticesinde raporlanan 10 Milyar TL’lik gelirle birlikte dönem karının 10,5 Milyar TL’ye çıktığını görebilirsiniz. Yine aynı hesap döneminde Ford Otomotiv Sanayi A.Ş.’nin 6 Milyar TL ve Pegasus Hava Taşımacılığı A.Ş.’nin de 3 Milyar TL’nin üzerinde Teşvik kaynaklı vergi geliri raporladığını görüyoruz.

Dolayısıyla yatırım teşviklerinin finansal tablolar üzerindeki etkisi arttıkça bu etkinin nerden ve nasıl kaynaklandığının daha anlaşılabilir ve daha şeffaf bir biçimde sunulması da ihtiyaç haline geldi.

Karar Ne Diyor?

Karar öncelikle yatırım teşviği neticesinde raporlanan tutarların “Yatırım Teşvik Sistemi Kapsamında Elde Edilen Vergi Avantajları” başlığı altında ayrı bir biçimde sunulmasını istiyor. Açıklamanın ayrı bir başlık altında yapılması finansal tablo kullanıcılarının doğrudan dikkatini çekmesi açısından son derece önemli.

Peki bu başlık altında neleri açıklayacağız?

En önemli kısım burası. Açıklamalara yatırım teşviğinin kaynağını açıklayarak başlayabiliriz. Kaynağını açıkladıktan sonra yatırım teşviği neticesinde raporlanan tutarın hesaplamasının nasıl yapıldığını, hangi tahminlerin ve varsayımların kullanıldığının açıklanması gerekiyor. Ertelenmiş vergi hesabı özü itibarıyla zaten önemli tahmin ve varsayımlar içeriyor. Bu bilgilere erişmek de finansal tablo kullanıcılarının en doğal hakkı.

Yatırım teşviği neticesinde raporlanan bu vergi avantajının hangi dönemleri kapsayacağını açıklamak da önemli. Cari dönem dahil olmak üzere şirketin bu teşvikten dönemler itibarıyla nasıl ve hangi tutarlarda faydalanılacağını açıklanması da zorunlu tutuluyor.

Kar Beklentilerinin Bu Açıklamadaki Yeri?

Ertelenmiş vergi varlığı muhasebeleştirirken en temel husus gelecekte bu avantajdan faydalanacak kadar kar elde edilmesidir. Şirket kar elde edebilsin ki ileride vergi otoritesine ödeyeceği gelir vergisinden söz konusu tutarı indirebilsin.

Bu sebeple dönemler itibarıyla faydalanılacak teşvik tutarı açıklanırken bu dönemlerdeki muhtemel kar beklentilerinin de göz önünde bulundurulması önemli.

Ertelenmiş vergiyle alakalı ilave bir bilgi vermek gerekirse; belki de paranın zaman değerinin hesaba katılmadığı tek hesaplama diyebiliriz. Ortada bir vergi geliri var ancak bu gelirden filli olarak hangi dönemlerde hangi tutarlarda yararlanılacağının açıklanması ayrı bir önem kazanıyor. Bu kapsamda bir projeksiyon oluşturmak ve açıklamak iyi bir çözüm gibi duruyor.

Karar Hangi Şirketleri Kapsıyor?

Halka açık şirketlerimiz başta olmak üzere kamu yararını ilgilendiren kuruluşların bu karara uyması zorunlu. Bir de büyük işletme tanımına uyan ve zorunlu ya da ihtiyari olarak TFRS uygulayan şirketler kararın kapsamında.

Zorunluluk Ne Zaman Başlıyor?

Karar 01.01.2023 tarihi ve sonrasını kapsayan hesap dönemleri için uygulamayı zorunlu kılıyor. Ara dönemlerde de uygulaması öngörüldüğünden, Karar’ın ilk uygulamalarını ara dönem finansallarda görmeye başlayacağız. Ara dönem raporlama yükümlülüğü bulunmayan şirketler ise Karar’ı 2023 yılı yıllık finansal tablolarda uygulayacaklar.

Nusret AYYILDIZ
Bağımsız Denetçi – Kamu Gözetimi Kurumu Eski Uzmanı

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kgk-acisindan-yatirim-tesvikleri/697721

14 Ocak 2023 tarihli ve 32073 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 547 seri numaralı Tebliğ ile 14 Mayıs 2022 tarihli ve 31835 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 537 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’ne 26’ncı maddeden sonra gelmek üzere “Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri ile belirlenenden farklı muhasebe tekniği kullanan kurumlarda değer artış fonu hesabının oluşturulması” başlıklı 26/A maddesi eklenmiştir.

Söz konusu maddede Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğ (Sıra No: 537) ile uygulama ve esasları belirlenen geçici ve sürekli yeniden değerleme uygulamaları kapsamında “Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri” ile belirlenenden farklı muhasebe tekniği kullanılan kurumlarda (banka, sigorta ve emeklilik şirketleri ile vb. finansal kurumlar) değer artış fonu hesabının oluşturulmasına ilişkin açıklamalarda bulunulmuştur.

26.12.1992 tarihli ve 21447 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan (1) sıra numaralı Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği ve daha sonra bu konuda yayımlanan diğer tebliğlerde, bilanço esasına göre defter tutmakla beraber faaliyet konuları itibarıyla farklı muhasebe tekniği kullanmak durumunda bulunan mükelleflerin; belirlenen "Muhasebenin Temel Kavramları"na, "Muhasebe Politikalarının Açıklanması"na ve "Mali Tablolar İlkeleri"ne uymaları kaydıyla söz konusu Tebliğde öngörülen diğer mecburiyetleri yerine getirme yükümlülükleri bulunmamaktadır.

Ayrıca, bu söz konusu mükelleflerin de 213 sayılı Vergi Usul Kanunu Mükerrer 298’inci maddesinin (Ç) fıkrası ile Geçici 32’nci maddesinde düzenlenen yeniden değerleme imkanlarından yararlanabilmelerine olanak tanınmıştır.

Özel fon hesabının oluşturulması hakkında açıklamalar yapılmıştır. Şöyle ki;
“Mezkur madde hükümleri ile bu tebliğin ilgili bölümlerinde belirlenen usul ve esaslar dahilinde yeniden değerlemenin yapılması, ancak yeniden değerleme işleminin tabi oldukları mevzuat gereğince kayıtlarına bu Tebliğde öngörülen şekilde yansıtılmasının, dolayısıyla hesaplanan değer artışına ilişkin doğrudan değer artış fonu hesabı oluşturulmasının mümkün olmaması halinde, tabi oldukları muhasebe ve finansal raporlama standartları kuralları çerçevesinde (213 sayılı Kanun’un mezkur hükümleri kapsamında da yeniden değerlemeye tabi tutulabilen iktisadi kıymetlere ilişkin olarak) değerleme yapmış olmaları durumunda, bu işlem neticesinde hesapladıkları değer artışlarını izledikleri fon hesabından ve/veya yedek akçelerden pay verilmek suretiyle; mükerrer 298’inci maddenin (Ç) fıkrası ve geçici 32’nci madde kapsamında bilançonun pasifinde özel bir fon hesabının oluşturulması şartının, en geç yeniden değerleme işleminin yapıldığı hesap dönemine ait kurumlar vergisi beyannamesinin verildiği tarihe kadar sağlanması mümkündür.”

Söz konusu mükellefler tarafından mezkur düzenlemeler kapsamında hesaplanan değer artışına ilişkin bilançonun pasifinde özel bir fon hesabı oluşturulmasında, yukarıda belirtilen hesapların yetersiz olması halinde, öncelikle mevcut tutarlar mükerrer 298’inci maddenin (Ç) fıkrasına ve/veya geçici 32’nci maddeye ilişkin özel fon hesabına alınacak, eksik kalan fark tutarlar ise hesabın oluşturulma nedenine ilişkin açıklamayı da içerecek şekilde nazım hesaplarda izlenip, bilanço dip notlarında belirtilecektir.

Öte yandan, gelecek dönemlerde tabi olunan muhasebe ve finansal raporlama standartları çerçevesinde yukarıda belirtilen mahiyette fon hesabı oluşturulması ve/veya aktarıma konu edilebilecek yedek akçe ayrılması halinde ise aşağıdaki adımların izleneceği hüküm altına alınmıştır.

a) Daha önce özel fon hesabı oluşturulmakla birlikte eksik tutar bulunması durumunda, ilgili hesaplardan pay verilerek özel fon hesabındaki eksiklik tamamlanacak,
b) Daha önce ilgili hesaplarda pay verilecek tutarın yer almaması nedeniyle özel fon hesabının oluşturulamamış olması durumunda ise, yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alınarak bahse konu özel fon hesabı oluşturulacak, müteakiben de eksik tutar bulunması halinde eksiklik tamamlanacaktır.

Özel fon hesabının oluşturulmasına veya bu hesaptaki eksikliğin tamamlanmasına bağlı olarak, özel fon hesabına aktarılması/pay verilmesi gereken tutarların takibi için daha önce oluşturulan nazım hesaplara, kaydın mahiyetine ilişkin açıklamayı içerecek şekilde ters kayıt yapılacaktır.

Yeniden değerlemeye konu edilen iktisadi kıymetlerin satılması

Ek madde ile açıklandığı üzere 213 sayılı Kanunun mükerrer 298’inci maddesinin (Ç) fıkrası uygulamasına tabi tutulduktan sonra elden çıkarılan iktisadi kıymetler hesbından ters kayıt ile çıkarılacak ve satış karı veya zararının tespitinde değer artış tutarlarının da dikkate alınacağı açıklanmıştır.

213 sayılı Kanun’un mükerrer 298’inci maddesinin (Ç) fıkrası uygulamasına ilişkin olarak Tebliğin bu maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında oluşturulan hesaplarda yer alan tutarlar, ilgili amortismana tabi iktisadi kıymetin elden çıkarılması (satış, devir, işletmeden çekiş, tasfiye gibi) halinde, bu hesaplardan daha önce pay aktarımında kullanılan hesaplara aktarılacak veya nazım hesaplardan ters kayıtla çıkarılacaktır.

Ancak, bu durumda elden çıkarmaya ilişkin olarak 213 sayılı Kanun uygulaması bakımından hesaplanacak kar/zararın tespitinde söz konusu değer artış tutarlarının aynen amortismanlar gibi muameleye tabi tutulacağı tabiidir.

Değer artışlarının hesaplara ayrıntılı şekilde intikal ettirilmesi

Söz konusu hüküm ile yeniden değerlemeye tabi tutulmuş her bir iktisadi kıymete ilişkin değer artışlarının ayrı hesaplarda takip edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Tebliğin bu maddesi kapsamında oluşturulan hesapta mükerrer 298’inci maddenin (Ç) fıkrasına ve geçici 32’nci maddeye ilişkin değer artış tutarları ve iktisadi kıymetlere ilişkin hesaplanan değer artışlarının ayrıntılı olarak gösterilecek şekilde izlenmesi gerekmektedir. Yeniden değerlemeye tabi tutulan iktisadi kıymetlerin her birine isabet eden değer artışları en geç yeniden değerlemenin yapıldığı dönem sonuna kadar envanter defterinde gösterilir.

Tanınan istisnai olanakların diğer hükümlere etkisi

213 sayılı Kanun’un mükerrer 298’inci maddesinin (Ç) fıkrası ve/veya geçici 32’nci maddesi kapsamında iktisadi kıymetlerini yeniden değerlemeye tabi tutmak isteyen tebliğin bu maddesi kapsamındaki mükellefler tarafından, hesaplanan değer artışı ile ilgili özel bir fon hesabına ilişkin olarak bu maddede öngörülen istinai duruma yönelik düzenlemeler hariç olmak üzere, Tebliğin ilgili diğer maddelerinde belirlenen usul ve esaslara uyulması zorunludur. Tebliğ 14 Ocak 2023’te yürürlüğe girmiştir. Veysi SEVİĞ

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/vukda-degisiklik-yapilmasina-dair-547-seri-numarali-teblig/697704

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • YURT DIŞINDA ÖDENEN VERGİLERİN, YURT İÇİNDE ÖDENEN VERGİLERİN VE GEÇİCİ VERGİNİN MAHSUP SIRASI  Kurumlar Vergisi Kanununa göre Hesaplanan Kurumlar Vergisinden aşağıdaki sıra dahilinde…
  • Müjde! Birinci Geçicide Enflasyon Düzeltmesi Uygulanmayacak! İsteyen Mükellefler Enflasyon Düzeltmesi Uygulayabilir Mi? 2023 yılı kurumlar vergisi beyannameleri epeyce zaman aldı, 2023 kasım…
  • Reklam Harcaması Sponsorluk Harcaması Farkı * Reklam Harcaması: Şirketin pazarlama ve tanıtımı kapsamında ticari kazancın…
Top