Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Perşembe, 07 Mayıs 2020 11:16

İlk Dönem Geçici Vergi Uygulanamaz

TÜRMOB Başkanı Emre Kartaloğlu, 18 Mayıs tarihine kadar ödenmesi gereken Ocak-Mart 2020 dönemine ilişkin geçici verginin uygulanmasının fiilen ve teknik olarak imkansız olduğunu bildirdi. Kartaloğlu, konuya ilişkin DÜNYA'ya özel değerlendirme yazısı kaleme aldı.

Pandemi sürecinin başladığı günden itibaren Hazine ve Maliye Bakanlığımız bazı vergileri erteleyerek iş dünyasına bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışmıştır.

Ancak, bugün itibariyle Ocak – Mart 2020 dönemine ilişkin geçici vergiyle ilgili herhangi bir erteleme kararı verilmedi. 18 Mayıs tarihinde, ilk 3 aylık kazançları üzerinden gelir vergisi mükellefleri % 15 oranında, kurumlar vergisi mükellefleri ise % 22 oranında kurumlar vergisi ödemek zorunda kalacaklar.

Mevcut şartlar içerisinde ilk dönem geçici verginin uygulanması mümkün değildir.

NEDEN MÜMKÜN DEĞİL ?

Bunun pek çok sebebi var. Kısaca özetlemeyelim.

1- Öncelikle bu dönemde elde edilen kazançlar üzerinden vergi almak vergi adaleti ilkesini zedeleyecektir.

Şöyle ki; Ocak ve Şubat ayında, hatta Mart ayının ilk 10 günlük sürecinde ekonomik ve ticari faaliyetler gayet canlıydı. Dolayısıyla ilk 3 aylık dönemde işletmelerin mali tabloları genel itibariyle “kar”la kapandı. İlk 3 aylık kazançlar esas alındığında 18 Mayıs tarihinde vergi ödenmesi gerekiyor.

Ancak, pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte ticari ve ekonomik faaliyetler son derece azaldı. Hatta pek çok işletme kapatıldı. Dolayısıyla işletmelerin ikinci 3 aylık dönemleri zararla sonuçlanacak.

Yani tablo şu; ilk 3 ay karlı, vergi ödenecek. Hatta bu vergiyi kapanan işletmeler, mücbir sebep kapsamındaki sektörler de dahil olmak üzere tüm işletmeler ödeyecek. Ancak, ikinci 3 ayla birlikte ilk 6 ay olarak düşünüldüğünde büyük bir zarar çıkacak. Dolayısıyla ilk 3 aylık geçici kazanç üzerinden geçici vergi almak bu pandemi sürecinde devletin işletmeler tarafından finanse edilmesi anlamına gelecek. Güçlü devletimizin buna izin vermeyeceğinden eminim. Bu yüzden ilk 3 aylık geçici kazançlardan geçici vergi alınmamalıdır.

2- Mücbir sebep halinde olan mükelleflerden fatura ve benzeri belgelerin temininde zorluk yaşanmaktadır. Örneğin 65 yaş üstü ya da kronik hastalığı bulunan gelir vergisi mükelleflerinden ya da kapatılan işletmelerden belge temin edilememektedir. Bu nedenle ilk dönem geçici verginin uygulanması fiilen mümkün değildir.

3- Mücbir sebep halinde olduğu kabul edilen mükelleflerin Mart ayına ilişkin KDV beyan süreleri 27 Temmuz 2020 tarihine kadar uzatılmıştır. Mart ayına ilişkin KDV beyannamesi verilmeden, Mart ayını da içinde barındıran geçici vergi beyannamesinin verilmesi mümkün değildir.

4- Aralık/2019 dönemine ilişkin e-Defterlerin oluşturulma ve beratlanması süreleri mücbir sebep halinde olduğu kabul edilen mükellefler için 27 Temmuz 2020, diğer mükellefler için 1 Haziran 2020 tarihine uzatılmıştır. 2019 yılına ilişkin defterlerin kapanış kaydı yapılmadan 2020 yılına ilişkin açılış kaydı yapılamayacağından ilk dönem geçici vergi beyanında bulunulması fiilen mümkün değildir. Bu nedenle dönem sonu mal mevcutlarını kaydi olarak tespiti de yapılamayacaktır. Bir önceki yıl defterleri kapatılmadan, yeni yılın defterleri açılmadan geçici verginin yapılmasını beklemek, mucizeyi beklemek anlamına gelir.

5- Geçici vergi beyanlarında dikkate alınacak geçmiş yıllar zararları, devreden Ar-Ge indirimi, nakdi sermaye artışından kaynaklanan faiz indirimi vb. zarar, istisna ve indirimlerin bir önceki yıla ilişkin Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmeden bilinmesi mümkün değildir. Dolayısıyla 2019 yılına ilişkin Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmeden geçici vergi beyanının verilmesi mümkün değildir.

NE YAPILABİLİR (ÇÖZÜM)

Uygulanması mümkün değildir demek belki de en kolayı. Ama bu zorlu süreçte kamu finansmanını görmezden gelmemiz mümkün değil.

Öncelikle pandemi sürecinde de faaliyet hacmi genişleyen ve kar elde eden sektörler (bankacılık ve finans, perakende gıda ve temizlik ve bunlara bağlı e-ticaret vb) tespit edilmelidir. Yapılacak düzenleme ile bu sektörlerden ilk dönem geçici vergi alınmalı, bunlar dışında kalan tüm sektörlerde Ocak – Mart 2020 döneminden geçici vergi alınmamalıdır. İlk 6 aylık kazanç üzerinden geçici vergi alınması vergilendirmede adalet ilkesini de güçlendirecektir.

https://www.dunya.com/ekonomi/ilk-donem-gecici-vergi-uygulanamaz-haberi-469704

Çarşamba, 06 Mayıs 2020 11:32

Geçici Vergi Alınmalı Mıdır?

18 Mayıs akşamına kadar ticari ve mesleki kazançları dolayısıyla mükellef olan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri geçici vergi beyanında bulunmak ve çıkan vergiyi ödemek zorundadırlar. Öte yandan ticari ve serbest meslek kazançları dolayısıyla mükellef olan gelir vergisi mükellefleri ile bazı sektörlerdeki kurumlar vergisi mükellefleri 30.6.2020 tarihine kadar mücbir sebep içerisinde kabul edilmişler ve bazı beyannameleri verme ve vergi ödeme mükellefiyetleri ertelenmiştir. Ancak mali idare şu ana kadar geçici vergi ile ilgili bir açıklama yapmamıştır.

Geçtiğimiz günlerde bu konuya değinmiştim. Hatta yazımın sonunda; “Nasıl olsa zaman var” diyerek bu açıklamaları geciktirmenin, mükellefleri belirsizlikler içerisinde tutmak suretiyle mükellef haklarını ihlal ettiği ve hukuk devletine yaraşmadığı unutulmamalıdır.” demiştim. Ancak bu yazıyı kaleme alana kadar mali idareden, ne erteleneceği ne de ertelenmeyeceği yönünde bir ses çıkmadı. Bildiğim kadarı ile ticari kesimin temsilcisi TOBB ile beyannameleri imzalayarak verecek meslek mesuplarının temsilcisi TÜRMOB’un bu konudaki başvuruları da beklemede.

Aslında bu konuda çözüm açıktır. Geçici vergiyi düzenleyen Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 120. maddesine göre geçici verginin altışar aylık dönemler halinde (yılda iki defa) ödenmesi gerekmektedir. Geçmişte Bakanlar Kurulu Kararı ile üçer aylık dönemler kabul edilmiştir. Şu anda yetki Cumhurbaşkanı’ndadır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu yetkisini kullanarak söz konusu Kararnameyi – geçici süre ile de olsa - yürürlükten kaldırırsa kanun hükmü devreye girer ve 1. çeyrek için geçici vergi beyannamesi verilmesine gerek kalmaz.

Peki, bu yetki kullanılmazsa veya mali idare bir açıklama yapmazsa geçici vergi beyannamesi vermek gerekir mi? Bu sorunun da cevabı vardır. Bence gerekmez. Bunun gerekçesi mücbir sebep halidir. Zaten Gelir İdaresi Başkanlığı 2006 yılında kuş gribi dolayısıyla illere Bakan (rahmetli Kemal Unakıtan) imzası ile gönderdiği B.07.1. GİB.0.28/2810-13-986 sayılı yazıda “Beyanname verme süresi mücbir sebep halinin başladığı ve bittiği tarihler arasına rastlayan 2005 yılı dördüncü geçici vergi dönemine ilişkin beyannamesinin verilmesine gerek bulunmamaktadır” demiştir. Gelir İdaresi Başkanlığı, her halde ilke bazındaki bu yorumuna yine sahip çıkacaktır.

Ancak tabii ki benim bu açıklamalarım, kişisel görüşlerim olup, mükellefler hukuki güvenlik ilkesi gereği net bir idari görüş veya açıklama beklemektedirler.

Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, pandemi süreci dolayısıyla uygulanmakta olan özel mevzuat uyarınca ortaya çıkan sorunların da çözümlenmesi gereğidir.

Oraya çıkan ilk sorun; geçici vergi beyannamesinin verilecek olması halinde, 1.1.2020 ilâ 31.3.2020 itibariyle dönem mali kazancının saptanmasında şüpheli alacak karşılığının nasıl ayrılacağıdır. Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesi; ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla, dava veya icra safhasında bulunan tahsil edilememiş alacakların şüpheli alacak olarak kabul edilebileceğini ve bu alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceğini kabul etmiştir.

Ancak bilindiği gibi pandemi tedbirleri kapsamında dava açma ve icra hukukuna ilişkin pek çok süre ile yeni icra takibi alınması 15.6.2020 sonuna kadar durdurulmuştur. Dolayısıyla mükelleflerin tahsili şüpheli hale gelmiş veya olanaksızlaşmış alacaklarını dava veya icra yoluna taşıma yolları kapalıdır.

Bu durumda alacağını dava veya icra aşamasına taşıyamayan tacirin, şüpheli alacak karşılığını nasıl ayıracağı konsunun da açıklığa kavuşması gerekmektedir.

Öte yandan kurumlar vergisi beyanname verme süresinin sonunun 30 Haziran olarak belirlenmesi dolayısıyla 2019 mali zararı geçici vergi beyanname tarihinde kesinleşmemiş (daha doğrusu idare nezdinde resmiyete geçmemiş) olacaktır. Önceki yıl mali zararı olarak geçici vergi beyannamesinde mahsup edilecek zarar, bu durumda afaki olacaktır. Mali İdare, geçici vergi beyannamelerini alacak olması halinde bu sorunu da çözmek zorundadır.

518 sayılı VUK Genel Tebliği ile ticari ve mesleki kazanç dolayısıyla gelir vergisi mükellefi olanlar mücbir sebep içerisinde kabul edilmişler ve mart ayına ilişkin KDV beyannamelerini verme süresi 27 Temmuz’a kadar ertelenmiştir. Öte yandan bu mükelleflerin ilgili aya ilişkin KDV beyannamesini vermeleri gereken tarihe kadar defter-beyan sistemi içerisinde aylık gelir-gider kayıtlarını yapma hakları vardır. Dolayısıyla bu mükellefler mart ayına ilişkin gelir-gider kayıtlarını oluşturmamışlardır. Defter- beyan sistemi içerisinde mart ayı gelir-gider kayıtları olmadan geçici vergi beyannamesinin verilmesi de mümkün değildir. Bu durumda, eğer illa beyanname verilecekse, ilk iki ayın gelir-gider kayıtları üzerinden verilebilmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Mali idarenin geçici vergi beyannamelerini süresinde alması gerekiyorsa, bu soruna da bir çözüm getirmesi gerekmektedir.

Burada sayılabilecek başkaca sorunlar da muhakkakki vardır.

Bu durumda geçici vergi beyannameleri süresinde alınacaksa, bütün bu sorunları da açıklığa kavuşturan bir genel tebliğ ihtiyacı ortaya çıkacaktır.

İçerisinde bulunulan ekonomik ortam ve doğabilecek hukuki sorunlar da dikkate alınırsa, bence en uygun olanı ilk dönem geçici vergi beyannamelerinin alınmamasıdır. Kaldı ki bu pandemi ortamında 55 ülkeye uçaklar dolusu insani yardım yapma gücüne sahip Türkiye’nin geçici vergiden gelecek gelire muhtaç olduğu da söylenemez. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/gecici-vergi-alinmali-midir/469504

Sermaye şirketlerinin nakit sermaye artırımlarında faiz indirimi olanağı sağlayan düzenlemeyle ilgili çok sayıda makale yazdım. Makalelerin konusu genel olarak cevabı bulunmayan veya cevabı net olmayan konulara ilişkin. Bu konulardan bir kısmı, örneğin sermaye taahhüdünün ortağın öz kaynağından karşılanması koşulu, çoğu zaman teşvikin uygulanmasını olanaksız hale getiriyor ve yasal düzenleme yapılmadan çözülmesi de olanaklı değil.

Tartışmalı konularda Gelir İdaresi özelgeleri ve yargı kararları çıkmaya başladı. Kurumlar vergisi beyan döneminde olduğumuz bu günlerde, tartışmalı konuları bir kere daha gözden geçirmek istedim.

1- Sermaye artışı yapan kurumun bir başka kuruma devri halinde teşvik son bulur mu?

Tartışmalı bu konuda Gelir İdaresi tarafından verilen bir özelge konuyu netleştirdi.

Gelir İdaresi tarafından verilen 2 Ağustos 2019 tarih ve 66713 sayılı özelgede, devralınan şirketin devir öncesi yaptığı sermaye artışı nedeniyle başlayan teşvikin, devir sonrasında devralan şirkette devam edeceği açıklanmış.

Özelgeyle, nakit sermaye artışında faiz indirimine ilişkin hem önemli bir belirsizlik giderilmiş hem de teşvikin daha etkin olmasına önemli bir katkı yapılmış oldu.

2- Borcun sermayeye eklenmesi halinde faiz indiriminden yararlanılabilir mi?

Borcun sermayeye eklenmesinin teşvik kapsamında olup olmadığı açık değil.

Gelir İdaresi tarafından verilen 12 Ocak 2018 tarih ve 2836 sayılı özelgede İdare görüşünü net olarak açıklamış. İdare işlemi bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu olarak görmüş ve ortaklar cari hesabında izlenen tutarlar kullanılarak yapılan sermaye artırımı nedeniyle faiz indirimi uygulamasından yararlanılamayacağı açıklaması yapmış.

Ortaklara borcun sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışlarında faiz indirimini engelleyen açık bir yasal düzenleme yok.

Kişisel düşüncem, ortaklara borcun sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışı nakit sermaye artışı niteliğinde ve faiz indiriminden yararlanmaya yasal bir engel de yok.

Dolayısıyla konuyla ilgili Gelir İdaresinin görüşünün netleştiği ancak konunun netleşmediği söylenebilir.

3- Gelen paranın teşvikli yatırımların finansmanında kullanıldığı nasıl ispat edilecek?

Sermaye artırımından gelen nakdin teşvik belgeli yatırımlarda kullanılması durumunda, faiz indiriminde genel orana 25 puan ilave ediliyor. Bu durumda indirim oranı %75 oluyor.

Bu düzenleme, sermaye artırımından gelen nakdin teşvik belgeli yatırımlarda kullanıldığının tespitini gerektiriyor. Bu tespitin nasıl yapılabileceği açık değil.

Sermaye artırımı bir defalık bir işlem. Buna karşılık yatırım harcamaları uzun bir süreye yayılıyor. Dolayısıyla şirket hesaplarına bir kerede gelen bir nakdin yatırımlarda kullanılan kısmını tespit etmek çoğu zaman mümkün değil. Bu takibi yapmak mümkün olmadığı gibi anlamlı da değil.

Belirsizliği en aza indirmek için sermaye artışından gelen nakitle yatırım harcamasını olabildiğince ilişkilendirmekte yarar var. Özellikle yatırım süresinin uzadığı durumlarda sermaye artışının bir defada yapılması yerine birden fazla yapılması veya ortakların ödemelerinin zamana yayılması düşünülebilir.

4- Kâr dağıtımı sonrasında yapılan sermaye artırımında teşvik uygulanabilir mi?

İç kaynakların, örneğin geçmiş yıl kârlarının sermayeye eklenmesi teşvik kapsamında değil. Kanun şirkete nakit girmesini teşvik ediyor ama nakit çıkmamasını teşvik etmiyor. Bu aslında kendi içinde çelişkili. Nakdin işletmede kalması ve üretim ve yatırıma gitmesi, yeni nakit girişi kadar değerli.

İç kaynakların sermayeye eklenmesi teşvik kapsamında değil. Peki kâr dağıtılır sonra nakit sermaye artışı yapılırsa veya nakit sermaye artışı yapılır sonra kâr dağıtılırsa teşvikten yararlanılabilir mi? Tartışmaya açık, konu netleşmiş değil.

2017 yılında verilen bir özelgede birinci soruya cevap verilmiş. Şirket kârının önce ortaklara dağıtılıp daha sonra tekrar şirkete sermaye olarak konulması işlemi dolayısıyla ve dağıtılan bu kâr payı tutarıyla sınırlı olmak üzere indirim uygulamasından yararlanılması mümkün değildir denmiş. Sorulsa, muhtemelen ikinci soruya da (önce sermaye artışı, sonra kâr dağıtımı) aynı yanıt verilir.

O zaman şu soruya yanıt aramak gerekir: Nakit sermaye artışı yapan şirketler, faiz indiriminden yararlanmaya devam etmek için, hiç mi kâr dağıtmayacaklar? Veya tersi; kâr dağıtan şirketler daha sonra nakit sermaye artışı yaparlarsa, dağıtılan kâr tutarıyla sınırlı olarak hiçbir zaman indirimden yararlanamayacaklar mı?

Şu söylenebilir; kâr dağıtımı ve sermaye artışı zincirleme olarak arka arkaya yapılırsa, teşvikten yararlanılmaz, özelgede söylenen de budur. Ancak bu durumda da başka sorulara yanıt bulmak gerekir. Arada belli bir süre mi geçmeli? Böyle ise süre ne? Süre yok, her bir şirket özelinde bakmak gerekir denirse, neye bakacağız? İşte bu sorular sorulmaya başlanırsa, teşvik uygulanamaz hale geliyor demektir.

Verilen bir özelgeye rağmen konu netleşmiş değil. Kişisel düşüncem her iki soruda da teşvik son bulmaz. Sermaye artışından gelen nakdin kullanımıyla ilgili yasal bir sınırlama yok. Yatırımlarda kullanılabilir, borç ödemede kullanılabilir, mal ve hizmet tedarikinde kullanılabilir, kâr dağıtımında kullanılabilir. Kâr dağıtımı sonrasında sermaye artışı yapılması durumunda da teşvik açısından bir özellik yok. Ancak bu cevaplar benim kişisel cevaplarım, özelgeyle de çeliştiği söylenebilir. Dikkatli olmakta, belki ihtirazi kayıtla beyanname verilip yargı kararına göre işlem yapmak çözüm olabilir.

5- Ortağın sermaye taahhüdünü nasıl yerine getirdiği nasıl tespit edilir?

Yasal düzenlemeye göre, ortaklar tarafından kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artırımları, indirim hesaplamasında dikkate alınmıyor. Mükerrer faiz indirimi olmasın diye bu düzenleme yapılmış anlaşılan.

Düşünce güzel ama en azından iki soruya anlamlı cevap bulmak gerek. Birincisi, sermaye artıran şirket ortağının parayı nereden bulduğunu nasıl bilecek? Şirket bir de halka açıksa, bu durumu tespit etmek mümkün mü? İkincisi, ortak yurt dışında yerleşikse, bu kurala gerek var mı? Mükerrer indirim yok. Teşvik de mantıklı. Yurt dışında yerleşik bir şirketin borç alıp Türkiye’deki şirkete sermaye koymasını teşvik kapsamı dışında tutmaya gerek yok.

Önemli bir konu ve cevabı net değil. Şirket bazında değerlendirilmesinde yarar var.

6- Sermaye artışından gelen nakitle ortağa/ilişkili kişiye olan borç ödenirse, teşvik sonlanır mı?

Konu tartışmaya açık. Gelir İdaresi ortağa borcun sermayeye eklenmesini teşvik kapsamında görmediğine göre, özünde aynı işlem gibi görüp bu soruya da olumsuz cevap verebilir.

Tespit edebildiğim bir vergi mahkemesi kararında, sermaye artırımından gelen nakdin ortak olmayan ancak ilişkili olan şirkete olan borcun ödenmesinde kullanılmasında, teşvikten yararlanılabileceğine karar verilmiş. Beyanname ihtirazi kayıtla verilmiş, vergi dairesinin teşviki kabul etmemesi üzerine konu yargıya taşınmış, vergi mahkemesi de bu kararı vermiş. Temyiz sonucunu ve yeni kararları beklemek gerekiyor, konunun biraz da olsa netleştiğini söylemek için.

7- Değerlendirme

İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda nakit sermaye artırımı yoluyla şirketlerin mali bünyelerinin güçlendirilmesi önemli. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir düzenlemeyle şirketlerin kâr dağıtımına geçici bir süre için önemli bir sınırlama getirildi, bu amaç çerçevesinde. Bence böyle geçici ve tartışmalı, sonuçları itibariyle çok da amaca hizmet etmeyen bu tür sınırlamalar/yasaklamalar yerine, nakit sermaye artırımında uygulanacak teşvikin yeni baştan, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir yapıya nasıl kavuşturulması düşünülse daha yararlı olur diye düşünüyorum. Bu yapılmayacaksa da belirsizlikler nasıl giderilir, teşvik nasıl etkin uygulanabilir hale getirilir diye bakmanın tam zamanı.Recep Bıyık

https://www.dunya.com/kose-yazisi/nakit-sermaye-artisinda-faiz-indiriminde-netlesennetlesmeyen-konular/469619

Çarşamba, 06 Mayıs 2020 11:15

Malul Ve Engelli Nasıl Emekli Olur?

Sağlık sorunları sebebiyle erken emeklilik mümkün. Yazı dizimizin bu bölümünde malulen emeklilik ve engelli hakkıyla emeklilik için şartları birlikte inceleyelim.

Emekliliğe ilişkin çokça sorulan sorulardan biri, sağlığını yitirenlerin erken emekli olup olamayacağı konusunda. Hastalanan, ameliyat olan ve rapor alıp işine devam edemeyenlerin aklında nasıl emekli olacakları sorusu vardır.

Sosyal güvenlik mevzuatımız kimlerin sağlık sorunları sebebiyle erken emekli olabileceklerini düzenlemiştir. Bu çerçevede, iki emeklilik kavramı öne çıkar. Bunlardan ilki ‘malulen emeklilik’, diğeri de ‘engelli hakkıyla emeklilik’ kavramıdır. Malulen emeklilik ile engelli emekliliği arasında bazı farklar vardır.

Yüzde 60 kayıp şartı

Malulen emekli olabilmek için gerekli ilk ve en önemli şart, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğuna dair sağlık kurulu raporudur. Bu raporun alınabilmesi için kişilerin ilk olarak bulundukları il veya ilçedeki SGK merkezlerine başvurmaları ve yetkili hastanelere sevk edilmeleri gerekir.

Kişiler doğrudan hastaneye başvurarak rapor almak yerine SGK’ya başvurarak sevklerini gerçekleştirmelidir. Sevkin SGK üzerinden yapılmasının nedeni, yalnızca sağlık kurulu raporunun malullük aylığı almak için yeterli olmamasıdır. Kişi, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğunu belgelese bile en az 1.800 gün prim ödemesi yoksa veya prim ödemesini borçlanma ile 1.800 güne tamamlayamıyorsa malullük aylığı alamaz.

Aylık nasıl alınır?

Yani, malul sayılmak, malullük aylığı almaya yetmez. Ancak kişinin çalışma gücünde en az yüzde 60 kaybın olması, bu kişinin engellilik oranının da en az yüzde 40 olacağını gösterir. Bu nedenle her malul engellidir. Ancak her engelli malul sayılmayabileceği gibi, her engelli de malullük aylığı alamaz. Çünkü yüzde 40 engelli olan bir kişinin çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olmayabilir.

Malul ve engelli nasıl emekli olur

Engelli emekliliği koşulları neler?

Malulen emekli olamayan bir kişi engelli hakkıyla emekli olabilir. Malulen emeklilikte sigortalılık süresi ve prim koşulunu yerine getiremeyen kişiler, engellilik tespiti yaptırarak engelli emekliliğinden yararlanabilirler. Engelliler, engellilik oranı ve ilk kez sigortalı oldukları tarihe göre emeklilikte farklı koşullara tabidir.

İlk kez 1 Ekim 2008 ve sonrasında sigortalı olan engelliler, SGK’dan alacakları sevk ile yetkili hastanelerden aldıkları sağlık raporlarındaki çalışma gücündeki kayıp oranına göre emekli olurlar. Bu açıdan, sağlık kurulu raporuna göre çalışma gücü kaybı:

- Yüzde 50 ila yüzde 59 arasında olan sigortalılar 16 yıllık sigortalılık süresi ve en az 3.700 gün,

- Yüzde 40 ila yüzde 49 arasında olanlar ise 18 yıllık sigortalılık süresi ve en az 4.100 gün şartlarını yerine getirdiklerinde emekli olabilirler.

1 Ekim 2008 ila 1 Ocak 2015 arasında ilk kez sigortalı olan engelliler için kademeli geçiş ile belirlenen emeklilik koşulları tablodaki gibidir. İlk kez sigortalı olunan tarih ilerledikçe emeklilik için geçerli koşullar ağırlaşmaktadır.

5 yıl prim ödemek şart

Malullük aylığı alabilmek açısından ikinci şart, kişinin malullük için gerekli sağlık kurulu raporunu almak üzere SGK’ya başvurduğu tarihte en az 1.800 gün ödenmiş priminin olmasıdır. Yani, malullük aylığı talep eden kişilerin SGK’ya başvurdukları tarihte en az 5 yıl prim ödemiş olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, sevk işlemleri yapılamaz ve bu kişiler malullük aylığı da alamazlar.

Malulen emekli olma talebinde bulunan kişinin başvuru tarihinde 1.800 gün primi yok fakat borçlanabileceği bir süre varsa ve bu süreyi borçlanması halinde prim günü sayısı 1.800’e ulaşıyorsa, bu durumda SGK sevk işlemini gerçekleştirmektedir.

Sürekli bakım gerekiyorsa...

SGK’dan aldığı sevk ile birlikte başvurduğu sağlık kurulu tarafından çalışma gücü kaybı belirlenen sigortalının raporunda “başka birisinin sürekli bakımına muhtaç” ibaresi yer alıyorsa, bu durumda malullük aylığı bağlanması için en az 10 yıldır sigortalı olma koşulu aranmamaktadır.

Yani, malullük aylığı alınabilmesi için 10 yıldır sigortalı olma koşulu bütün maluller için gerekli değildir. Malul kişi eğer başka birisinin sürekli bakımına muhtaç durumda ise 10 yıldır sigortalı olma koşuluna tabi olmaksızın malullük aylığı alabilir. Ancak sağlık kurulu raporunda bu yönde bir ibare bulunmuyorsa, bu durumda sigortalının malul sayılabilmesi için hem 5 yıl ödenmiş priminin olması, hem de en az 10 yıldır sigortalı olması gerekir.

1800 gün prim

Örnek olarak ilk kez 30 Ağustos 2005 tarihinde sigortalı olmuş bir kişi, 30 Ağustos 2015 tarihine kadar 1.800 gün prim ödemiş ve çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında kaybetmişse malul sayılır ve malullük aylığı alabilir. Bu nedenle, işverenlerin sigorta girişlerini yapması çok önemlidir. Çalışmaya başladığı halde sigorta girişi yapılmayan kişiler bir sağlık sorunu ile karşılaştıklarında sigortalılık süreleri tamamlanmadığı için malullük aylığı alamayabilirler.

Malul ve engelli nasıl emekli olur

Hangi tarihler önem kazandı?

İlk kez 1 Ekim 2008 öncesinde sigortalı olmuş engelliler, engellilik nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış olduklarını vergi daireleri veya defterdarlıklar tarafından sevk edildikleri ve Sağlık Bakanlığı’nca belirlenen yetkili sağlık kurumlarından aldıkları raporla tespit ettirmeliler.

Engelliliği nedeniyle vergi indiriminden yararlanan sigortalılardan 6 Ağustos 2003 tarihi itibarıyla 12 yıl ve daha fazla sigortalılık süresi bulunanlara, engellilik derecelerine göre kademeli geçiş ile emeklilik hakkı sağlanmıştır. Ancak bu tarihten sonra ilk kez sigortalı olanlar için aşağıdaki koşullar geçerlidir:

- Engellilik oranı yüzde 80 ila yüzde 100 arasında olanlar için 15 yıl ve 3.600 gün,

- Engellilik oranı yüzde 60 ila yüzde 79 arasında olanlar için 18 yıl ve 4.000 gün,

- Engellilik oranı yüzde 40 ila yüzde 59 arasında olanlar için 20 yıl ve 4.400 gün.

Kademeli geçiş

6 Ağustos 2003 tarihinden önce sigortalı olanlar ise emeklilik için kademeli geçişe tabi tutulmuşlardır. 6 Ağustos 2003 tarihi itibarıyla 12 yıl ve daha fazla sigortalılık süresi olanlar eski hükümlere göre, yani 15 yıl ve 3.600 gün prim koşulunu yerine getirerek emekli olabilirler.

Ancak 6 Ağustos tarihi itibarıyla 12 yıldan az sigortalılık süresi bulunanlar için engellilik dereceleri göz önüne alınarak kademeli bir geçiş süreci öngörülmüştür. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/malul-ve-engelli-nasil-emekli-olur-6206188

Salı, 05 Mayıs 2020 13:51

Hangi Kâr Dağıtımı Ertelendi?

Covid-19 güncesi

Çin’in Wuhan şehrinde başlayan yeni koronavirüs (Covid-19) salgını Dünya Sağlık Örgütü’nce 11/3/2020’de “pandemi” olarak ilan edildi. Salgın artık dünyanın her yerinde. Avrupa Birliği Salgın Önleme ve Kontrol Merkezi’nin 29/4/2020 tarihli verilerine göre salgın, 206 coğrafi bölgede (tanınmayan ülkeler dahil) 3,05 milyon vaka 216,56 bin ölüm ve son 14 günde 1,1 milyon vaka olarak seyrediyor. (https://www.ecdc.europa.eu/en/geographical-distribution-2019-ncov-cases)

Salgın nedeniyle hükümetler, “toplum sağlığı, işletmeler ve insan kaynağını korumak” amacıyla parasal ve mali teşvik paketleri açıklamayı sürdürüyor.

Türkiye’deki son önlemler

Salgın mücadele amacıyla Türkiye’de son olarak “kâr dağıtımı” sınırlandırılmasının da yer aldığı değişiklikleri içeren 7244 sayılı Kanun 17/4/2020’de Resmî Gazete’de yayımlandı. Değişiklikler ana hatları ile aşağıdaki gibidir:

  • Ücretsiz izinde olup kısa çalışma ödeneği alamayanlar veya işten çıkarılıp işsizlik ödeneği alamayan çalışanlara ücret desteği verilmesi, işverenlerin iş akitlerini 3 ay süreyle feshedememesi,
  • Gelir ölçütü ve ağır engellilik şartından bağımsız “yaşlılar ile engellilere” yapılan yardımların 3 ay süreyle yapılması,
  • Faaliyeti durdurulan veya faaliyet yapamayan işletmelerden “ilan ve reklam” ile “çevre temizlik” vergileri alınmaması,
  • Hazine ve belediye, Milli Parklar ve Orman Genel Müdürlüğü taşınmazları ve izinleri için ödenen borçlar ile Kredi Yurtlar Kurumuna olan borçların 3 ay süreyle ertelenmesi,
  • Belediyelerin gelir vergisi tevkifatı ve sosyal sigorta prim ödemelerinin 3 ay süreyle ertelenmesi,
  • Belediyelerce toplu taşıma faaliyetlerinin 3 ay süreyle desteklenmesi, belediyelerce konutlar ve faaliyeti durdurulan işyerlerinin su fatura tahsilatının 3 ay süreyle ertelenebilmesi,
  • Kaçakçılıkla mücadelede el konulan ve salgın hastalıkla mücadelede kullanımı mümkün tıbbi cihaz ve malzemelerin kullanılabilmesi,
  • Tarım satış kooperatifleri birliklerinin DFİF kaynaklı kredi taksit ödemelerinin 2021’e ertelenmesi,
  • Seyahat Acentaları Birliği üyelerinden 2020 yılı aidatlarının alınmaması ve seyahat acentaları işletme belgelerinin acenta unvanından bağımsız olarak devredilebilmesi,
  • TEDAŞ’ın elektrik tüketiminden kaynaklanan alacaklarının yapılandırılması,
  • Birlik, dernek ve benzeri kurum / kuruluşların genel kurullarının ertelenmesi ve mevcut organlarla yönetimlerinin devamı,
  • Boşalan muhtarlık seçimlerin ertelenmesi,
  • Ticari gemilerin denize elverişlilik belge süreleri ile denetimlerin 1/8/2020’ye uzatılması,
  • Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk faaliyet lisans sürelerinin 1 yıl uzatılması,
  • Ar-Ge ve tasarım merkezleri ile teknokentlerdeki faaliyetlerin geçici süreyle bölge merkez / bölge dışından yürütülmesi izni,
  • Mücbir sebep halinde “bilgi ve belgelerin oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafazası ve ibrazı için gerekli yöntemlerin” Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenmesi,
  • Devlete ait üniversitelerin tıp ve diş hekimliği fakültelerine kaynak aktarılabilmesi,
  • 30 Eylül 2020’ye kadar “şirketlerin kâr dağıtımlarının 2019 yılı net dönem kârının %25’ine kadar sınırlandırılması, daha önce alınan kararlar kapsamında henüz ödenmeyen dağıtımların da 2019 yılı net dönem kârının %25’ini aşamaması.
  • Fahiş fiyat artışı, stokçuluk ile mücadele için “Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu” oluşturulması.

Kâr dağıtımına sınırlama

Tüm dünya olağanüstü bir dönemden geçtiğinden, olağanüstü kuralların uygulanması gündeme geliyor. Diğer ülkeler gibi ülkemizde de 7244 sayılı Kanun ile Türk Ticaret Kanunu’na eklenen geçici 13’üncü madde sermaye şirketlerindeki kaynakların nakit kâr dağıtımı yoluyla azaltılmaması ve ek finansmana ihtiyaç duyulmaması için mevcut özkaynakların korunması hedeflenmiştir.

Yapılan düzenlemeyle 30 Eylül 2020’ye kadar 2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’i dağıtılabilecektir. Bu sürede geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçeler dağıtıma konu edilemeyecek, avans kâr payı dağıtımı yapılamayacaktır. Bu süreyi üç ay uzatma veya kısaltma yetkisi Cumhurbaşkanı’na verilmiştir. Ancak kapsamdaki sermaye şirketlerine ilişkin istisnalar ile uygulama hakkında düzenlemeler yapmaya Hazine ve Maliye Bakanlığı görüşüyle Ticaret Bakanlığı’na yetki verilmiştir.

Ayrıca, bu değişiklik öncesinde sermaye şirketlerinin genel kurullarınca 2019 yılına ilişkin kâr payı dağıtımı kararı alınmış ve fakat henüz pay sahiplerine ödenmemiş veya kısmen ödenmişse, bu ödemelerin de 2019’un net dönem kârının %25’ini aşan kısmı 30 Eylül 2020’e kadar ertelenecektir.

Kâr dağıtımına getirilen düzenlemeyle 30 Eylül 2020’ye kadar 2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’inin dağıtımı mümkündür. Değişiklik öncesinde alınan kâr dağıtım kararlarının ödenmemiş kısımlarının da %25’i aşan kısmı 30 Eylül 2020’ye ertelenmiş, dağıtılması kısıtlanmıştır. Ancak, değişiklik öncesinde sermaye şirketlerinin genel kurullarınca 2019 yılı net kârı dışında “geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçelerin” dağıtımına karar verilmişse, geçici 13’üncü maddenin 2’nci fıkrasının bu dağıtıma engel olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bu sınırlamayı düzenleyen madde lafzı açıkça “2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’i” ile ilgilidir.

Kâr dağıtımının bazı nedir?

Net dağıtılabilir dönem kârı, net dönem kârından varsa “geçmiş yıllar zararları” ve “genel kanuni yedek akçe” indirilerek tespit edilir. “Net dağıtılabilir dönem kârı” dışında, dağıtılması mümkün olan “diğer kaynaklar” da “kâr dağıtımına” konu edilebilir. “Geçmiş yıl kârları”, “olağanüstü yedekler” ile “TTK ve esas sözleşme uyarınca dağıtılabilir diğer yedekler” bunlara örnek olarak verilebilir. Sermaye şirketleri yıl sonunda yetkili organlarının kararı ile ortaklarına “kârı payı" dağıtabilir. “Kârı payı", ister kanun isterse esas sözleşme gereği olsun, ortaklıkların yetkili organlarının kararına bağlı olup, “nakit” ve/veya “bedelsiz pay” olarak ödenebilir. Ortaklık yetkili organları dağıtımın nakit ve/veya bedelsiz pay olarak yapılmasına karar verebilir.

Bedelsiz kâr dağıtımı mümkün mü?

TTK’na eklenen geçici 13’üncü madde ile sermaye şirketlerinin nakit kâr dağıtımı yapılması ertelenmiş, “bedelsiz pay” vermek suretiyle kâr dağıtımına bir sınırlama getirilmemiştir. Bu kapsamda gerek 2019 yılı net dönem kârının %25’ini aşan kısmı, gerekse geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçeler “sermayeye ilave edilmek suretiyle bedelsiz pay” olarak dağıtılabilir. 

Böylece sermaye şirketlerindeki kaynaklar, bedelsiz kâr dağıtımı yoluyla şirketlerin özkaynakları arasında kalmaya devam edecektir. Bedelsiz kâr payı dağıtımı, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunlarında yer alan “kârın sermayeye eklenmesi kâr dağıtımı sayılmaz” hükmü gereği tevkifata da tabi olmayacaktır.

Ayrıca sermaye şirketlerinin net dönem kârını sermayeye ekleyerek gerçekleştirdikleri kâr dağıtımları gerçek kişi ortaklarca elde edilen kâr payı olarak beyana tabi olmayacaktır. Diğer taraftan, gerçek kişilerin kurumların kârlarını sermayeye eklenmesi dolayısıyla sahip oldukları hisse senetlerinin edinim tarihinin tespitinde, daha önceden sahip olunan payların edinim tarihi esas alınmaktadır. Diğer bir deyişle, ortakların bu hisseleri elden çıkarmada elde tutma süreleri ile ilgili bir kaybı söz konusu değildir.

Diğer taraftan temettü geliri bekleyen yatırımcılarda bedelsiz kâr payı dağıtımından elde ettikleri hisseleri borsada elden çıkararak nakit ihtiyaçlarını karşılayabilirler.

Bütün bu nedenlerle, gerek 2019 net dönem kârının gerekse geçmiş yıl kârlarının bedelsiz kâr payı olarak dağıtılması hem bireyler hem de kâr dağıtan kurumlar tarafından avantajlı bir durum olup, sermaye piyasalarının gelişmesi, derinleşmesi açısından da faydalı olabilecektir. 

Bedelsiz kâr payı ödemesi, kârı hisseye dönüştürür.

Abdulkadir Kahraman/https://www.vergidegundem.com/

 

Salı, 05 Mayıs 2020 11:41

Emekli Olunca Ne Kadar Aylık Alırım?

Tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de emekli olunca alacağımız aylık çalışırken kazandığımız maaşla aynı olmuyor. Yani emekli olduğumuzda hak ettiğimiz aylık azalıyor. Ancak emekli aylığının daha da azalmasını engellemek mümkün. Bu detaylara girmeden önce emekli aylığı nasıl hesaplanıyor ona bakalım.

3 dönemde 3 farklı oran var

Emekli aylıklarının hesaplanması yönteminde de memur, kendi hesabına çalışan ve işçi ayrımı söz konusu. Bunun yanı sıra çeşitli dönemlerde yapılan sosyal güvenlik reformları ile sadece emekli olma yaşı değil emekli aylığı hesaplama yöntemleri de değiştiği için birkaç farklı hesap dönemi var. Bu dönemler 2000 yılı öncesi dönem, Ocak 2000 ile Ekim 2008 arası dönem ve Ekim 2008 sonrası dönem olarak üçe ayrılmakta.

2000 yılından itibaren çok temel olarak emekli aylıklarının hesaplanmasındaki formül şu şekilde: Emekli aylığı: Aylık bağlama oranı X Ortalama aylık kazanç
Ortalama aylık kazanç, kişinin her yıla ait prime esas kazançlarının, kazancın ait olduğu yıldan emekli aylığı talep edilen tarihe kadar güncelleme katsayısı ile güncellenmesiyle bulunuyor. Bu şekilde bulunan ortalama aylık kazanç aylık bağlama oranı ile çarpılıyor ve ortaya emekli aylığı çıkıyor. Ocak 2000 ile Ekim 2008 arası dönem için güncelleme katsayısında büyüme hızının tamamı dikkate alınmakta iken Ekim 2008 sonrası dönemde büyüme hızının sadece yüzde 30’u güncelleme katsayısında dikkate alınıyor.
2000 yılından önceki çalışmalar için ise emekli aylık formülü şu şekilde: Memur maaş katsayısı X Gösterge X Aylık Bağlama Oranı

Düşük prim ödeyenler...

Düşükten prim ödeyenler açısından gerek 1 Ocak 2000 tarihi öncesindeki aylık bağlama oranının yüksek belirlenmesi gerekse alt sınır aylık uygulamasının bulunması nedeniyle Ekim 2008 dönemi öncesine ait çalışmaların emekli aylığına etkisi yüksek oluyor. 2000 öncesi çalışması çok olan kişinin az olana göre emekli aylığı yüksek oluyor. 2000 sonrası dönemde ortalama aylık kazancın hesaplanmasında güncelleme katsayısı ve TÜFE ile gayri safi yurt içi hâsıla gelişme hızının tamamı dikkate alınmakla birlikte bu dönemin aylık bağlama oranı 2000 öncesine göre daha düşük belirlendiği için aylık miktarı da düşük oluyor.

Ancak 1 Ekim 2008 sonrasında aylık bağlama oranı eski dönemlere göre daha da düşürüldü. Ortalama aylık kazanç hesaplanırken gayri safi yurt içi hâsıla gelişme hızının tamamı değil yüzde 30’u dikkate alındığı için en düşük emekli aylıkları bu dönemde ortaya çıkıyor. Bunda Ekim 2008 sonrası çalışmalar için eski alt sınır aylığının uygulanmamasının ciddi payı var. Ekim 2008 sonrası çalışmaların emekli aylığına etkisi daha az hatta düşükten prim ödeyenler için negatif oluyor. Diğer dönemlerdeki çalışmaları daha fazla olan kişilerin bir an önce emekli olmaları onlara daha yüksek bir emekli aylığının bağlanmasını sağlayabiliyor.

Memurların emekli aylıkları nasıl hesaplanıyor?

Memurlar emekli aylıkları en rahat hesaplanan grup. Memurun emekli aylığını memurun derecesi, kademesi, hizmet süresi ve ek göstergesi belirliyor. Memurların emekli aylığını en çok etkileyen husus ise ek gösterge. Bu da memurun görevine ve unvanına göre belirleniyor. Ekim 2008’den önce göreve başlayan memurların emekli aylığı hesaplamasında gösterge ve katsayı sistemi esas alınıyor. Bu hesaplamaya göre 25 yıl hizmet vermiş memurun aylık bağlama oranı yüzde 75. Yani ortalama aylık kazancın yüzde 75’i emekli aylığı olarak bağlanıyor. Ekim 2008 sonrası ilk kez sigortalı olan memurlar 25 yıl çalışmaları karşılığı ancak ortalama aylık kazançlarının yüzde 50’sini yani yarısını emekli aylığı olarak alabiliyorlar. Dolayısıyla bu durum, eski memurların emekli aylıkları ile yeni memurların emekli aylıkları arasında ortalama yüzde 30’luk bir fark doğmasına neden oluyor.


BAĞ - KUR’LULARIN EMEKLİ AYLIĞI NASIL HESAPLANIYOR?

Bağ- Kur’luların emekli aylıklarının hesaplanmasında aynı SSK’lılar gibi üç dönem çalışmaları ve bu çalışmaların karşılığında belirlenen aylık bağlama oranı söz konusu. Bu çerçevede Bağ-Kur’lular da 2000 öncesi dönemde yüksek gelir düzeyi üzerinden yani yüksek basamaktan prim ödemişler ise emekli maaşları daha yüksek oluyor. 1 Ekim 2008 sonrasında ise Bağ-Kur’luların da emekli aylıkları ne yazık ki daha düşük hesaplanıyor. Bu nedenle emekli aylığının yüksek olmasını isteyen Bağ-Kur sigortalılarının prime esas kazançlarını yükseltmeleri, yüksekten prim ödemeleri menfaatlerine olacak.

Eski SSK’lıların emekli aylığı nasıl hesaplanıyor?

SSK’lıların emekli aylığı hesaplamasında ise üç ayrı dönem ve üç ayrı hesap var. 2000 yılından önceki çalışmalar için gösterge sistemi esas alınıyor ve bu dönemde aylık bağlama oranı yüksek. Bu dönem içerisinde ne kadar çok prim ödenmiş ise emekli aylığı o kadar yüksek oluyor.


İkinci dönem 2000 sonrası ile 2008 Ekim ayı öncesi dönem. Bu dönemde aylık hesabında gösterge sistemi yerine TÜFE ve gelişme hızının birlikte dikkate alındığı güncelleme katsayısı sistemi uygulanıyor. Bu tarihler arasında aylık bağlama oranı düşük olduğu için ödenen primlerin etkisi biraz daha az.

En düşük aylık bağlama oranı

Üçüncü dönem 1 Ekim 2008 sonrası dönem. Bu dönemde en düşük aylık bağlama oranı ortaya çıkıyor. Çünkü bu dönemdeki hesaplamalarda güncelleme katsayısı hesaplanırken gayri safi yurt içi hâsıla gelişme hızının yüzde 30’u dikkate alınıyor. Dolayısıyla üç dönem içerisinde en düşük aylık bağlama oranı bu dönemde oluşuyor.

Eski SSK’lıların şimdiki adıyla 4/a’lıların emekli aylıkları da bu şekilde üç dönemdeki aylık bağlama oranları ve ortalama aylık kazançları üzerinden hesaplanıyor. Ancak aylık bağlama oranı hesaplanmasındaki farklılık dolayısıyla düşükten prim ödeyenler açısından 2000 öncesi dönemlerdeki çalışmaların karşılığı en yüksek, 2000 sonrası ile Ekim 2008 öncesi dönemdeki çalışmaların karşılığı daha düşük ve Eylül 2008 sonrası çalışmaların karşılığı en düşük aylık bağlama oranı üzerinden hesaplanıyor ve emekli aylığını etkiliyor.

Belirtmek lazım, yüksekten prim ödeyenler açısından da 2000 ile 2008 dönemleri arası en avantajlı dönem, 2008 sonrası dönem de 2000 öncesi döneme göre daha fazla emekli aylığı ödenmesini sağlıyor. Bunun en büyük nedeni 2000 yılından önce yüksekten prim ödeyenlere düşükten prim ödeyenlere nispeten düşük maaş bağlanması.
Sosyal güvenlik reformu ile getirilen değişiklikler daha çok sistemin ekonomik dengesini gözettiği için emekli aylıkları eskiye nazaran düşük olacak. Bu nedenle emeklilikte gelir desteği sunacak bireysel emeklilik gibi sistemlerin tercih edilmesinde fayda var. Bu şekilde emeklilikteki maaş düşmesi ile mücadele etmek için ek bir gelir yaratılmış olacaktır.


Emekli aylığı çalıştıkça düşüyor mu?

Aylık bağlama oranı bakımından üç dönemin söz konusu olduğunu ifade etmiştik. Birinci dönem 31.12.1999 öncesi dönem; bu dönemde aylık bağlama oranı göstergeden aylık hesaplanacaklar için 25 yıl sigortalılık süresi üzerinden ele alınırsa yüzde 76 olarak belirlenmişti. Bu dönemde 3600 gün üzerinden emekli olanların da aylık bağlama oranı yüzde 70’idi.


İkinci dönem 1.1.2000 ve 30.09.2008 arası dönem; Bu dönemde aylık bağlama oranı 25 yıllık sigortalılar için yüzde 65’e geriledi. Üçüncü dönem 1.10.2008 sonrası dönem; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasıyla 25 yıl sigortası olanların aylık bağlama oranı yüzde 50’ye düşürüldü.


Aylığı düşürtmemek veya yükseltmek mümkün mü?

Emekli aylığını düşürmeyecek aksine yükseltecek en basit çözüm prime esas kazanç tutarının yüksek gösterilmesi. Yani SGK’ya yüksek ücret seviyesinden prim yatırmak. Dolayısıyla çalışanların sık sık kendi adlarına SGK’ya yatırılan primleri takip etmeleri gerekiyor.

İşverenlerinin gerçek ücretleri üzerinden prim yatırıp yatırmadığını kontrol etmek sigortalı açısından çok önemli. Aksi takdirde emeklilik vakti geldiğinde hayal kırıklıkları yaşanabilir.

Emekli aylığını yükseltecek bir diğer yöntem ise Ocak 2000 dönemi öncesi askerlik, doğum ve yurt dışı borçlanmaları. Bu dönem için borçlanma yapılırsa, bir de tavandan yani en yüksekten ödeyerek borçlanılırsa emekli aylığını yükseltmek mümkün. Askerlik borçlanmasının emekli aylığına etkisi, prim ödeme gün sayısı, askerlik yapılan dönem ve göstergeye bağlı olarak değişiyor. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/emekli-olunca-ne-kadar-aylik-alirim-6205394

Anlatımımızı standart form üzerinde yazılı olan bilgiler üzerinden gerçekleştireceğiz. Örnek olarak yapım işlerinde kullanılan standart form alınmıştır. Standart formda yer alan bilgiler verilirken, olası hata durumlarına da dikkat çekilecektir. Anlatılanlar çerçevesinde, kolaylıkla iş bitirme belgesi örneği, iş deneyim belgesi örneği hazırlanabilecektir.

EKAP Kayıt no: 31 Ağustos 2014 tarihinden sonra, Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabi olan idareler tarafından düzenlenen her türlü iş deneyim belgesinin EKAP kaydının olması gerekmektedir. EKAP kaydı olmayan belgeler, kanaatimiz farklı olsa da, ihale dışı bırakılmaktadır. İş deneyim belgelerinin EKAP üzerinden düzenlenmesi gerekmekte olup, alımın doğrudan temin veya istisna kapsamında olması da önemli değildir.

İş sahibi: Kamu kurum ve kuruluşunun adı yazılacaktır. Özel sektöre gerçekleştirilen yapım işlerinde ise, iş sahibi firma veya kişinin adı buraya yazılacaktır. Burada yazılı olan bilgi eğer kamu kurum veya kuruluşu adını taşımıyorsa, özel sektöre gerçekleştirilmiş yapım işi olması ihtimal dahilindedir. Ayrıca, iş sahibi idare ile belgeyi düzenleyen idare adları da bazı hallede farklılık arzedebilir. Örneğin, iş sahibi idarenin kapanmış olması veya özelleştirilmesi hallerinde belge iş sahibi haricinde bağlı, ilgili veya ilişkili kamu kurum veya kuruluşu tarafından düzenlenecektir.

İşin adı ve varsa ihale kayıt numarası: Bu kısma işin adı ve İKN no yazılacaktır. İşin adı özellikle benzer iş düzenlemesi açısından önemlidir. Ancak, bazı durumlarda işin adı ile benzer iş düzenlemesi arasında tam bir uyum bulunmayabilir. Bu gibi hallerde eğer tereddüt yaşanıyorsa bilgi eksikliği kapsamında gerekli tamamlatmalar yapılmalı ve incelemeler bunun üzerine gerçekleştirilmelidir. İKN no, kamu ihale mevzuatına tabi olarak gerçekleştirilen işlerde EKAP tarafından verilmektedir. Ancak, EKAP üzerinden yapılmayan işlerde ve özel sektöre gerçekleştirilen yapım işlerinde İKN no bulunmayabilir. İlave olarak, İKN no üzerinde durulmalıdır. Çünkü belgede yer alan bilgiler ile ihale bilgileri arasında kimi zaman farklılıklar olabilmektedir. Burada yazılı olan İKN no üzerinden belge üzerindeki bilgilerin teyidi yapılabilir.

İşin yapıldığı yer: İşin yapıldığı yer yazılacaktır.

Uygulanan yapı tekniği: Bu bilgi yapım işlerinde gereklidir ve doldurulmaktadır. Uygulanan yapı tekniğinin iş deneyim belgelerine yazılmasının amacı, benzer iş düzenlemeleriyle uyumunun bulunup bulunmadığının ortaya konulması içindir. Benzer iş tanımına dikkat edilirse, işin yapı tekniğine atıf yapıldığı görülecektir. Ancak, pratikte bu kısma çok fazla bakılmadığı ve benzer işlere ilişkin gruplar üzerinden sonuca gidildiği de bir gerçektir. Neticede ve kanaatimizce, bu alan istenilen seviyede verimli kullanılmamaktadır.

Yüklenicinin adı soyadı veya ticaret unvanı: Gerçek kişi olan yüklenicilerde ad soyada, tüzel kişi yüklenicilerde ise ticaret unvanına bu kısımda yer verilmektedir. Eğer ihale ortak girişim olarak alınmışsa, bu kısma ortak girişimi oluşturan kişilerin ad veya unvanları yazılmalıdır. İhaleye katılan firma ismi ile burada yazılı isimlerin kontrol edilmesi gerekmekle birlikte, aynı olmaması firmanın doğrudan elenmesine neden olmayacaktır. Çünkü bazı hallerde iş deneyim belgesindeki isim ile ihaleye katılan firma ismi farklılık arz edebilmektedir.

T.C.Kimlik No/Vergi Kimlik No: Yüklenici gerçek kişi ise TC nosuna, tüzel kişi ise vergi kimlik nosuna bu kısımda yer verilir.

İş ortaklığı ise ortaklar ve ortaklık oranları, konsorsiyum ise ortaklar ve gerçekleştirdikleri iş kısmı ve tutarları: İhaleye ortak girişim olarak katılma halinde, bu kısım idareler tarafından dikkatle doldurulacaktır. İş ortaklığında ortaklar ve hisse oranlarına yer verilmesi birkaç açıdan önemlidir. Öncelikle hisse oranlarına göre bu iş deneyim belgesinde hisse sahibi olmaktadırlar. İkinci olarak ise iş ortaklığını oluşturan kişilerin yaptıkları ciroların tespiti açısından da bu kısım önemlidir. İlave olarak, iş ortaklığındaki hisse oranlarının hem ihalede hem de sonra girilecek ihalelerde korunup korunmadığının tespiti açısından önemlidir. Dikkat edilecek olursa, konsorsiyumlarda hisse oranları değil, bitirilen kısımlar üzerine kurgu yapılmıştır.

Bu kısım doldurulurken, her bir ortağa ayrı düzenlenmesi şeklinde bir işlem yapılmaması gerekir. Ortaklar bağımsız olarak iş deneyim belgesi idarelerden talepte bulunabilirler. Bu halde de bu kısmın işi yapan bütün ortaklar dikkate alınarak doldurulması doğru olacaktır. Aksi yöntem, bu belgenin kullanılacağı sonraki ihalelerde sorunlara neden olabilecektir.  

İlk sözleşme bedeli: İlk sözleşme bedeli, yüklenici ile idarenin veya iş sahibinin arasında mutabakata vardığı bedeldir. İlk sözleşme bedeli iş deneyim belgesinin özellikle değerlendirilmesi açısından önemlidir. Bu kısma yazılı bedelin ne kadarlık kısmının yapıldığı, iş eksilişi olup olmadığı, yasal sınırlar dahilinde mi iş artışlarının yapıldığı burada yer alan bedel üzerinden tespit edilir. Ayrıca, iş durum belgesi düzenlenmesi hali de bura ile ilgilidir. Malumlarınız olduğu üzere, iş durum belgesi yapım işlerinde düzenlenmekte ve ilk sözleşme bedelinin belli bir yüzdesi tamamlanan işlerde düzenlenebilmektedir.

Toplam sözleşme bedeli: İş artışları veya iş eksilişleri olması halinde, toplam sözleşme bedeli buna uyarlı olarak değişmektedir. Fiyat farklarına bu kısımda yer verilmeyeceği gibi, iş deneyim belgesi düzenlemesi uygulamasında fiyat farklarına kural olarak yer verilmez. İş artış veya eksilişinin olmadığı hallerde toplam sözleşme bedeli ile ilk sözleşme bedeli aynıdır.

Gerçekleştirilen iş tutarı: Yüklenici tarafından yapılan iş bedelidir. Bu kısımda yer alan tutar, iş deneyim belgesinin tutarını gösterir. Ancak, uygulamada bazı özellikli haller de bulunmaktadır. Örneğin yapım işlerinde; gerçekleşen iş tutarı, varsa idarece verilen malzeme tutarı da dikkate alınarak  yazılacaktır.

Sözleşme tarihi: Sözleşenin imza edildiği tarihtir. Özellikle iş deneyim belgelerinin güncellenmesi açısından bu tarih önemlidir.

İşin geçici kabul/tasfiye veya iskan tarihi: Mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde, belirli bir yıl içerisinde kabulü veya geçici kabulü yapılan işler, iş deneyim belgesi olarak kabul edilmektedir. Bu tarih iş deneyim belgelerinin süre yönünden geçerli olup olmadığını ortaya koymak açısından önemlidir ve iş deneyim belgeleri incelenirken bu kısma özellikle dikkat edilmelidir. İlan tarihinden geriye doğru hesap edilecek 5 veya 15 yıllık sürelerin işin kabul veya geçici kabul tarihinden önce olması gerekecektir.

Belge tutarı: İş deneyim belgesinin tutarını gösterir. Bu kısımda yer alan bedel üzerinden ihale komisyonları incelemelerini yaparlar.

Bu kısım doldurulurken sıklıkla yapılan hatalar:

1. Fiyat farklarının belge tutarına dahil edilmesi.

2. KDV tutarlarının bu kısma dahil edilmesi.

3. Ceza kesintilerinin belge tutarından düşülmesi.

4. Nefaset işte eksiklik (Kanaatimiz bu yönde olmakla birlikte, bazı farklı yorumlar olduğu için bu ifada tercih edilmiştir.) olarak ele alınmışsa, nefaset kesintisinin belge tutarından düşülmesi gerekir.

5. Ödenen damga vergileri veya geçici kabul kesintileri belge tutarını etkilemez.

Yukarıda yer verdiğimiz izahatların iş deneyim belgelerinin hazırlanması, düzenlenmesi sürecinde dikkate alınması olası hataları azaltacaktır. İş deneyim belgesi örneğini de yapmış olduğumuz açıklamalarla oluşturmuş olduk.

iş deneyim belgesi Örneği için TIKLAYINIZ

https://www.malihakem.com/analizler/is-deneyim-belgesi-nasil-hazirlanir-is-deneyim-belgesi-ornegi_an355.html

2020 yılı hepimiz için iyi başlamadı; deprem ve virüs salgını oldukça olumsuz etkiledi. Koronavirüs sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın sorunu oldu, şu an ülkeler bu salgınla mücadele ediyor.

Tez zamanda tüm dünyanın bu salgından kurtulmasını diliyorum. Salgın nedeniyle duran üretim ve tüketimdeki azalma nedeniyle uğranılan kayıplar, işgücü kayıpları vb.nin ülke ekonomilerine getireceği maliyet, henüz tam olarak hesaplanamıyor. Ancak, salgının tüm dünyaya maliyetinin oldukça ağır olacağı tahmin ediliyor.  

Salgın Nedeniyle Ciddi Önlemler Alındı, Alınmaya da Devam Ediliyor!

Devletimiz salgın nedeniyle ciddi önlemler aldı, almaya da devam ediyor. Vergi ve SGK ertelemeleri, kısa çalışma ödeneği, karşılıksız yardımlar, banka kredileri, mevcut kredilerin ertelenmesi, salgının yayılmaması için iş yerlerinin kapatılması, toplantı ve organizasyonların ertelenmesi, seyahat yasağı gibi.

Çok şükür, salgın hızını kaybetmeye başladı, normalleşmeye dönüş için planlar yapılmaya başlandı. Herkes heyecanlı, bir an önce bu yasakların kaldırılmasını ve normal yaşama dönülmesini istiyor ve bekliyor. Ancak, bunun kısa bir zaman içerisinde olması zor, sabırlı olmamız lazım.

Normale Dönüşte Ana Gündem Kira!

İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 19.03.2020 tarihli Koronavirüs Genelgesi kapsamında; ülke genelinde 149.382 iş yerinin geçici süreliğine faaliyetlerine ara verildi. Perakendecilerin mağazalarını kapatması ve söz konusu Genelge ile bazı iş yerlerinin kapatılması üzerine AVM’ler de kendi inisiyatifleri ile kapandı. Marketler, dezenfektan üreticileri ve satıcıları, kargo şirketleri, maske üretimi ve satışı yapanlar, sağlık malzemesi satanlar vb. dışında faaliyet gösteren sektör ve iş kolu hemen hemen yok gibi.

Salgının etkisinin hafiflemesiyle birlikte, iş yerlerinin kademeli olarak açılması konusunda hazırlıklara da başlandı. Evet, iş yerleri açılacak ama daha şimdiden kiralarla ilgili tartışmalar başladı. Çünkü, Mart ayından bu yana kiracıların büyük bölümü kira ödemiyor, iş yeri sahipleri de tahsil edemiyor! Mart ayının ikinci yarısından sonra iş yerleri kapalı ve faaliyetlerine ara vermiş durumda. Diğer yandan, kiracılar (mağaza sahipleri vb.), talebin düşeceği endişesiyle iş yeri kirasının ciroya bağlanmasını isterken, iş yeri sahipleri buna pek yanaşmıyor.

Kapanan İşyerlerinin Kiraları İle İlgili Bir Düzenleme Yapıldı Mı?

Evet, yapıldı.

7226 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi ile, 1 Mart 2020 tarihinden 30 Haziran 2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesinin kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacağı hükme bağlandı (26 Mart 2020 tarihli ve 31080 mükerrer sayılı Resmi Gazete).

Yapılan bu düzenleme ile, 1 Mart 2020 tarihinden 30 Haziran 2020 tarihine kadar işleyecek kira borcu ortadan kaldırılmıyor. Bu süre içerisinde kira borcu devam ediyor, ancak kira sözleşmesi, bu dönemdeki kira borçlarının ödenmemesi sebebiyle kiraya verenler tarafından feshedilemiyor ve kiracının tahliyesi istenemiyor. Bu süreçte, herhangi bir fesih bildirimi olmadığı hallerde kiracı ve kiraya veren arasında kira sözleşmesi ve tarafların hak ve yükümlülükleri aynen devam ediyor. İş yerlerinin faaliyetlerini devam ettirmemesi, kira bedelinin ödenmemesi yönünde kiracılara bir hak sağlamıyor.

Kiraya Verenlerce Tahsilinden Vazgeçilen Kira İçin Fatura Düzenlenecek Mi? KDV Hesaplanacak Mı?

İş yerlerinin kapatıldığı süreye isabet eden kiraların tahsil edilip edilmeyeceği ile ilgili bir düzenleme yapılmadı, yapılmaması da gerekir. Çünkü, bu, Devlet tarafından değil, tamamen tarafların kendi aralarında kararlaştırması gereken bir konu. Nitekim, 7226 sayılı Kanunun geçici 2. Maddesinde de, “kiraya veren ile kiracıya işyerinin kapalı olduğu süre için aranızda uzlaşın, ona göre hareket edin; kiracı bu süreçte kirasını ödeyemezse kira sözleşmesi feshedilemez ve tahliye edilemez” diyor.

Kiraya verenlerin büyük bir bölümü, işyerlerinin kapalı olduğu dönem için kira almama eğiliminde, hatta bunu kiracılarına da bildirdiler. Yani, Mart – Haziran ayları için kira talep etmeyecekler. Kalan küçük bir kısmı ise, kapalı da olsa kira sözleşmesinin yürürlükte olduğunu belirterek, söz konusu döneme ilişkin kiraları salgın sonrası da olsa alma eğiliminde.

Şu an uygulamada 3 tür kira söz konusu: Birincisi, ciroya göre belirlenen kira, ikincisi, sabit kira, üçüncüsü ise ciroya göre belirlenen ancak asgari bir tutarın altında kalmayan kira.

Kiranın Ciroya Göre Belirlendiği Durumlarda Ciro Yok, Fatura ve KDV’de Yok!

Salgın nedeniyle kapatılan iş yerlerinde kira tutarı cironun belli bir yüzdesi olarak belirlenmişse herhangi bir sorun yok. Çünkü, iş yerleri kapalı ve satış olmadığı için ciro ve kira da olmayacak. Dolayısıyla, olmayan kira için fatura düzenlenmeyecek ve KDV hesaplanmayacak. Ortada kira olmadığına göre, gelir ve kurumlar vergisi yönünden de vergilendirme yapılmayacak.

Tahsilinden Vazgeçilen Aylık Sabit Kira İçin Fatura Düzenlenecek Mi? KDV Hesaplanacak Mı?

Vergilendirme ve faturalandırma sorunu, kira bedelinin sabit bir kira tutarı olarak belirlendiği durumlarda ortaya çıkıyor. Çünkü, aylık olarak alınacak kira tutarı belli olup, mevcut düzenlemelere göre her ay itibariyle kiracılar adına faturanın düzenlenerek KDV hesaplanması gerekiyor.

İşyerlerinin Devlet tarafından genelge ile kapatıldığı tarihten yine alınan karar veya yayınlanacak genelge ile açıldığı tarihe kadar bu yerlerde faaliyette bulunulması söz konusu değil. İş yerini kapatma ve açma işlemleri iş yeri sahibi ve kiracının iradesi ile değil, tamamen bunların iradesi dışında gerçekleşiyor. Yani, mücbir sebep söz konusu. Kiraya veren iş yeri sahipleri, salgın nedeniyle iş yerlerinin kapalı olduğu süre boyunca kira almama eğilimindeler. Bunu da kiracılara bildirmiş durumdalar. Peki, bunlar, almadıkları kiralar için fatura düzenlemeyecekler mi? KDV hesaplamayacaklar mı? Bu konuda Maliye’nin şu ana kadar açıklanmış yazılı bir görüşü yok. Kanun veya ikincil mevzuatla yapılmış bir düzenleme de söz konusu değil. Yani, konu tam olarak net değil.

Normal zamanlarda, iş yeri sahiplerinin “ben kira almıyorum” demesinin vergi uygulamaları bakımından bir geçerliliği bulunmuyor. Çünkü, vergilendirmede “Para faizsiz, ev kirasız olmaz.” diye genel bir kural var. Kira alınmasa dahi, tespit edilmiş bulunan kira bedeli üzerinden fatura düzenlenmesi ve KDV hesaplanması gerekiyor.

Ancak, virüs salgını nedeniyle iş yerlerinin kapatılması olayında geçerli ve herkse tarafından kabul edilmiş bir mücbir sebep var, ihtiyarilik ya da tarafların iradelerine dayalı bir durum söz konusu değil. Yani, normal zamanlarda olduğu şekilde, kira alacağından vazgeçme durumu yok. İşyerleri salgın nedeniyle devlet tarafından kapatılmış durumda. Kira sözleşmesi var ama sadece kağıt üzerinde. İş yerlerinin salgın nedeniyle kapalı olduğu süreler için, hukuken geçerli bir kira sözleşmesi var, ancak iş yerinin devlet tarafından kapatılmış olması nedeniyle fiili olarak verilen bir kiralama hizmeti söz konusu değil.

Dolayısıyla, virüs salgını nedeniyle iş yeri sahipleri tarafından alınmamasına karar verilen ve kiracılara bildirilen kiralar nedeniyle fatura düzenlenmemesi ve KDV hesaplanmaması gerekir. Ancak, bunun için taraflar (kiraya veren ve kiracı) arasında mutlaka ek bir kira sözleşmesi yapılmalı, iş yerinin virüs salgını nedeniyle kapalı kaldığı süreye (3 ay, 4 ay gibi) ilişkin kiraların alınmayacağı ve bu konuda taraflar arasında mutabık kalındığı açıkça belirtilmeli.

Kişisel görüşümüze göre, Maliye’nin bir Sirküler çıkararak, virüs salgını nedeniyle kapatılan iş yerlerinden alınmayan kiralar için fatura düzenlenmeyeceği ve KDV hesaplanmayacağı, alınmayan kiraların gelir ve kurumlar vergisine tabi olmayacağı hususunda düzenleme yapması uygun olacaktır. Çünkü, salgın nedeniyle kira almaktan vazgeçen mükelleflerin ileride sıkıntılı bir durumla karşılaşmamaları için, yazılı bir düzenleme yapılması şart.

Ciroya Göre Belirlenen Ancak Asgari Bir Tutarın Altında Kalmayan Kiralardan Vazgeçilmesi Halinde KDV ve Fatura Ne Olacak?

Kira tutarının belirlenen asgari sabit bir kira bedelinden aşağıya düşmemek üzere ciroya göre hesaplanan iş yerleri, salgın nedeniyle kapalı olduğundan, kapalı kaldığı süre boyunca satış ve ciro olmayacağından, sözleşmede belirtilen asgari kira tutarı geçerli olacak. Kiraya verenlerin iş yerinin kapalı olduğu süreye isabet eden asgari kirayı almamaları halinde de, bu kiralar için fatura düzenlemeleri ve KDV hesaplamaları söz konusu olmayacak. Yukarıda yapılan açıklamalar, bu tür kiralamalar için de aynen geçerli.

Kiraya Verenlerin, Kiradan Vazgeçmemeleri Halinde Ne Olacak?

İş yerleri salgın nedeniyle kapalı da olsa kiraya veren iş yeri sahiplerinin kiraları almaktan vazgeçmemeleri halinde, fatura düzenlemeleri ve KDV hesaplamaları gerekiyor.

Sonuç Olarak;

Salgın nedeniyle iş yerlerinin kapatılması hem kiraya verenler hem de kiracılar açısından oldukça zor bir konu. Kapalı kalan süreye ilişkin kiraların alınıp alınmayacağı hususunun taraflar arasında karara bağlanması gerekiyor. Eğer kira alınmayacaksa, mutlak suretle ek bir kira sözleşmesi düzenlenmesi ve iş yerinin kapalı kaldığı süreye isabet eden kira tutarının alınmayacağının belirtilmesi gerekiyor. Maliye’nin de olası risklere karşı konuya açıklık getiren bir Sirküler çıkarmasında fayda var.

Devletimize güveniyoruz, Devletimizin yanındayız. ABDULLAH TOLU

https://www.ogunhaber.com/yazarlar/abdullah-tolu/salgin-nedeniyle-tahsilinden-vazgecilen-kiralarda-fatura-ve-vergi-tartismasi-100788m.html

Pazartesi, 04 Mayıs 2020 11:57

Emekli Aylıklarında Püf Noktalar

Emekli aylığı en değerli, en sadık dost derim her zaman. Zira sadık eş gibidir iyi günde de kötü günde de sizi terk etmez.

Kötü senaryo olsa ve son yıllarınızı huzurevinde geçirmek zorunda kalsanız yaşam konforunuzun ölçüsü gene emekli aylığınızdır.

Emekli (Yaşlılık) aylığınızı belli eden genellikle sadakate göre belirlenen kamu koltuklarında geçirmediyseniz ödediğiniz prime bağlıdır aylığınız, özellikle de SSK ve Bağ-Kur aylıklarında böyledir. Ne kadar ekmek o kadar köfte kaba tabirinde karşılık bulur. Bu bakımdan üzerinde durmaya değer mahiyettedir.

İşte bunun için bazı değerli yurttaşlar emekliliğini planlar, “Ne ödersem ne alırım? Sorusuna yanıt arar emekli olmadan çok önce. Onlara herkesin durumuna uygun çözümler bulur, kimine bir koyup iki-üç kazanma formüllerini uygulatabiliriz.

Kimi de aylık zamanı bize gelir ve ona kuruşu kuruşuna doğru aylığı hesaplar, aylık bağlandığında aylığın doğru mu yoksa yanlış mı bağlandığını kendisinin tespit etmesini sağlarız. Evet, maalesef zaman zaman insani hatalardan aylıklar yanlış bağlanabilmektedir.

Kimi de aylık bağlandıktan sonra bize gelir ve “Böyle aylık mı olur, çok düşük, bir yanlışlık olmalı” der. Ona da aylığında bir yanlışlık varsa bunu tespit ederiz veya aylığında yanlışlık olmamasına rağmen neden düşük olduğunu delilleriyle ortaya koyar, kuşkularını gideririz.

SSK Aylıkları

SSK aylıklarında üç dönemden 2000 yılı öncesi dönemde gösterge önemlidir, aylık bağlama oranının 5 bin güne kadar olan kısmı da göstergeye göre belirlenir. 5 bin günden sonrası her 240 gün için 1 puan ilave biçiminde uygulanır.

2000 – 2008 Ekim arası dönemde güncelleme katsayısı ile güncellenmiş prime esas kazanç ortalamaları önemlidir, önce yıllık ortalama bulunur ve sonra aylığa çevrilir. Bu dönemde aylık bağlama oranı ilk 3600 gün için yüzde 35, sonrası için her 360 gün için yüzde 2 şeklindedir.

2008 Ekim ve sonrası için ise her 360 güne yüzde 2 oranıyla aylık bağlama oranı hesaplanır, burada da güncelleme katsayısı ile kazançlar güncellenir ve ortalaması alınır.

Güncelleme yapılırken 2000-2008 arası için TÜFE ve büyüme hızının tamamı ile 2008 Ekim ve sonrasın da ise TÜFE’nin tamamı, büyüme hızını yüzde 30’u oranında güncelleme yapılır.

Bağ-Kur Aylıkları

Bağ-Kur aylıklarında 2000 yılı öncesi için 31.12.1999 tarihi itibariyle en az 12 ay prim ödenmiş olan en yüksek basamağın 2003 yılı ikinci yarısındaki gelir karşılığı esas alınır.

2000-2008 Ekim arası için yaşlılık aylığı, sigortalının, sigortalılık süresi içinde aylar itibariyle prim ödediği gelir basamaklarının, bu basamaklardaki prim ödeme süreleri de dikkate alınarak, aylık başlangıç tarihinde yürürlükte bulunan gelir tablosu üzerinden hesaplanacak ağırlıklı ortalamanın aylık bağlama oranı ile çarpılması suretiyle hesaplanır. Buradaki aylık bağlama oranı, sigortalının toplam sigortalılık süresinin ilk on tam yılının her bir yılı için %3,5 takip eden onbeş tam yılın her bir yılı için %2 ve yirmibeş yıldan fazla her bir tam yıl için %1,5 oranlarının toplamı olmaktadır.

2008 Ekim sonrasına ilişkin aylık da tıpkı SSK aylığı gibi prime esas kazanç tutarlarının güncellenmiş bir aylık tutarının her bir yıla yüzde 2 aylık ölçüsünde saptanacak bağlama oranının tatbikiyle oluşur.

Emekli Sandığı Aylıkları

Emekli Sandığı aylıklarında ise ek gösterge başat aktördür. Ek göstergede önemli olanın emekliliğe esas derece değil de kazanılmış hak aylık derecesi olması gerektiğinin üzerinde durmak gerekiyor. Zira bu yanlış düşünceyle hatalı bir tarihte emekli olarak ömür boyu görece düşük bağlanmasına neden olabiliyor.

SSK ve Bağkur aylıklarında her üç dönem aylıkları bu dönemlerde geçen gün sayısına bağlı olarak ağırlıklı ortalama alınarak birleştirilirken Emekli Sandığı aylıklarında tek sistem uygulanır.

Elbette Emekli Sandığı aylıkları derken ilk defa kamuda çalışması Ekim 2008’den sonra başlamış 4/c sigortalılarının emekli aylığını ek gösterge bazlı değil, prime esas kazanç ortalamaları güncelleme esaslı olarak hesaplanması gerektiğini vurgulamak gerekiyor.

Bazı kamu görevleri için makam, görev veya temsil tazminatları söz konusu olabilmektedir. Bunlar da aylığa eklenerek ödenip, ölüm halinde hak sahiplerine geçiyor.

Özel Banka Sandığı Aylıkları

Özel banka sandığı sigortalılarının emekli aylıkları da SSK aylık hesabı gibi yapılır.

Engelli veya Malulen Emeklilik Aylıkları

SSK veya Bağ-Kur kapsamında bağlanacak engelli ve malulen emeklilik aylıkları aylık bağlama oranı bakımından destekli biçimde yapılmaktadır. Gün sayısı düşük olanları desteklemekte, gün sayısı çok fazla olanlara bir yarar sağlamamaktadır. Emekli, Sandığından bağlanacak engelli ve malul aylıklarında ise aylık bağlama oranı eksenli bir destek bulunmamakta ancak bu aylıklarda taban aylığın görece yüksekliği koruyucu kalkan oluşturmaktadır.

Son Söz

Pek çok teknik ayrıntı içeren emekli aylıklarının hesabını bilen bir uzmandan alınacak bilgi bu alana yani geleceğine yatırım yapmak isteyenler için önemli bir güvence verisi olacak, bu anlamlı yatırımını sigortalamış olacaktır.

Corona dönemi hepimizin yaşamında derin etkiler bıraksa da hayat devam etmekte, sigortalılık süreleri işlemekte, emeklilik önemini artırarak korumaktadır.

Günümüzde bilgi alışverişi elektronik ortam, e-mail, whatsapp veya telefon aracılığıyla oldukça kolaylaşmış olduğundan Corona nedeniyle planlamayı ertelemenin bir yararı bulunmamakta, hatta çoğu zaman zararı söz konusu olabileceği göz önünde tutulmalıdır.

Şevket TEZEL

Fahrettin Kerim Gökay Cad. No:21/1

Hasanpaşa-Kadıköy/İSTANBUL

Tel: 216-5506009

Faks: 216-5506007

Gsm: 551-1008282

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://alitezel.com.tr/tum-emekli-ayliklarinda-puf-noktalari-9904/

Ana karakterler: Vergi mükellefi, vergi dairesi, vergi müfettişi ve vergi hakimi. Mükellef vergi incelemesine girer. Vergi müfettişi rapor düzenler, vergi dairesine gönderir. Vergi dairesi, mükellefe vergi ve cezaya ilişkin ihbarnameyi gönderir. İhbarnamede mükellefin ne kadar ödemesi gerektiği yazar, ama niye bu cezanın kesildiği belirtilmez. İhbarnamede bir vergi inceleme raporuna veya takdir komisyonu kararına atıf yapılmıştır; ama bu rapor veya karar ihbarname ekinde yoktur. Mükellef, vergi dairesine gidip raporu ister; ama vergi dairesi “Dava aç, mahkeme istesin ona gönderelim” der. Mükellef müfettişini arar, durumu anlatır, O da “Ben raporu vergi dairesine gönderdim, oradan isteyin” der. Özetle, mükellefe vergi cezası kesilmiş ama mükellef ne suç işlediğini bir türlü öğrenemez. Öğrense belki dava açmayıp uzlaşmaya gidecek. Ama raporu görmediğinden uzlaşma isteyip istemeyeceğini de bilmiyor. Suçunu öğrenmek için mecburen dava açıyor. Mahkemeye de bütün bu olanları anlatıp, haklarının kısıtlandığını, tam bir savunma yapamadığını, bu durumun silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu söylüyor. Ama vergi hakimi diyor ki, ortada esasa etkili bir şekil hatası yok, o zaman hukuka aykırı bir durum da yok! Organize İşler filmindeki “Para nerede? Araba nerede?” sahnesinin Alfred Hitchcock versiyonu…

Vergi incelemesi, vergilerin tarhı, tebliği gibi usulî konular Vergi Usul Kanunu (VUK)’nda düzenlenmiştir ve bu Kanun’un 35. maddesinde tarh edilen verginin dayanağı olan vergi inceleme raporunun veya takdir komisyonu kararının ihbarnameye eklenmesi gerektiği açıkça yazmaktadır. Vergi uygulamasında, “vergi tekniği raporu (VTR)” denen bir rapor türü de bulunmaktadır. Bu rapor genelde iki durumda ortaya çıkar. Birinci durumda, başka bir mükellef incelenmiştir ve o inceleme sonucunda tespit edilen hususlar başka mükellefleri de etkilemektedir. Bu durumda, ilk mükellef nezdinde VTR düzenlenir ve bu VTR’ye atıfla diğer mükellefler hakkında da rapor yazılır ama ilk VTR vergi mahremiyeti nedeniyle diğer mükelleflere tebliğ edilmez. Sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge (naylon fatura) düzenleyenler ile kullananlara yazılan raporlar bu kapsamdadır. İkinci tip VTR ise aynı mükellefe ilişkin yapılan incelemede birden fazla yılı, vergiyi veya konuyu ilgilendiren hususlar tespit edildiğinde hazırlanır. Daha sonra, bu VTR’ye atıf yapılarak ilgili yıl raporları hazırlanır. Her iki durumda hazırlanan VTR’lerde bütün yasal açıklamalar ve hesaplamalar yapılmakta, mükelleflerin neden vergi ziyaına neden olduğu anlatılmaktadır. Bir bakıma bu VTR’ler, savcıların düzenlediği iddianamelere benzetilebilir.

Vergi dairesi, öteden beri ilk durumda düzenlenen VTR’leri vergi mahremiyeti gerekçesiyle diğer mükelleflere tebliğ etmemektedir. Her ne kadar bu uygulama çeşitli hukuki problemlere yol açsa da anlayışla karşılanabilir ve yargılama aşamasında bu eksiklik giderilebilmektedir. Ancak son zamanda, mükelleflere kendileri hakkında düzenlenen VTR’ler de tebliğ edilmemekte, hatta bırakın VTR’yi, vergi inceleme raporları da tebliğ edilmemektedir. Dolayısıyla, mükellefler sebebini öğrenemedikleri ve ancak dava açarlarsa öğrenebilecekleri tarhiyatlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Danıştay, eskiden VTR’lerin tebliğ edilmemesinin savunma hakkını kısıtladığı ve esaslı bir şekil hatası olduğu yönünde kararlar vermekte iken son dönemde bu içtihadından vazgeçmiş ve VTR’nin yargılama sırasına bir ara kararla istenip mükellefe ulaştırılabileceği sebebiyle tam tersi yönünde kararlar vermeye başlamıştır. Danıştay Vergi Davaları Kurulu’nun en son verdiği 19.02.2020 tarihli, 2020/9 E., 2020/2. K. sayılı karar da bu yöndedir. Bu kararı, hem konuya ilişkin en son karar olması, hem de içeriği açısından vurgulamak istedim. Kararda, adil yargılanma hakkına, silahların eşitliği ilkesine, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yapılarak değerlendirme yapılmaktadır. Hatta, kararın gerekçesi ve hukuki değerlendirmesi okunduğunda, akış sizi “Bu sefer mükellefin hakkını gözetir bir karar çıkacak galiba” diye düşünceye sevk etmektedir. Mamafih; karar, gerekçedeki akışın aksine “yine” vergi inceleme raporunun esasa etki eden bir şekil hatası olmadığı yönünde sonuçlanmaktadır. Hele kararda yer alan “Uyuşmazlığı, dava konusu ederek ya da şartların varlığı halinde idareye başvurarak çözüme kavuşturma hakkına sahip olanların, seçimlik haklarını dava açmak yönünde kullanmaları halinde idareye başvurma, uzlaşma, ceza indirimi vb. uygulamalardan yararlanma imkanının kısıtlandığını ve bu durumun adil yargılanma hakkına engel teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir.” ifadesini anlamak mümkün değildir. Zira, kararda zikredilen bu idari imkanlar ancak dava açılmadığı durumda kullanılabilmektedir veya bu imkanlar kullanılırsa dava açılamamaktadır. Dava açılmadan da mükellef neyle isnat edildiğini öğrenemediğinden bu idari yollara nasıl başvurabilecektir?

Bu konudaki görüşümüz, mükellefin kendisi hakkında düzenlenen vergi raporlarının tebliğ edilmemesinin hem idari hem yargı aşamasında savunma hakkını kısıtladığı yönündedir. Hatta, bu raporlar daha vergi dairesine yönlendirilmeden önce inceleme sonunda mükellef ile paylaşılmalıdır. Mükelleflerin inceleme sonrasında Rapor Değerlendirme Komisyonlarında savunmalarını layıkıyla yapabilmeleri için bu raporları görmeleri gerekir. Bu durum, bu komisyonların işlevselliğini artıracak ve birer formalite olmalarının da önüne geçecektir. Raporların mahkemenin ara kararıyla mükellefe ulaştırılması sonrasında mükellefe savunma için sınırlı süre (15-30 gün gibi) verilmektedir. Oysa vergi müfettişi incelemesini tam incelemede 1 yıl, sınırlı incelemede 6 ayda yapmakta, çoğunlukla da bu süreler 6 ay daha uzatılmaktadır. Bu noktada, iddia ve savunma arasında bir dengenin (silahların eşitliği) olup olmadığını sizlerin yorumuna bırakıyorum.

Son yıllarda, mükellef haklarının tanınması ve korunması açısından önemli düzenlemeler yapılmıştır. Hatta, Gelir İdaresi Başkanlığı bu konuda Mükellef Hakları Bildirgesi dahi yayınlamıştır. En son, 18 Nisan 2020 tarihli RG’de yayımlanan 60 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde Mükellef Hakları Kurulu da kurulmuştur.

Devletin (İdarenin) mükellef haklarını korumak için son yıllarda gösterdiği gelişmeyi takdirle izlerken aynı trendi vergi yargısında görmemek üzücüdür. Vergi yargısı, idari yargının bir parçasıdır. İdari yargı, Devlet karşısında güçsüz durumda olan bireyi (gerçek kişi veya tüzel kişi) Devlet’e karşı korumak üzere geliştirilmiş özel bir yargı rejimidir. Vergi hakiminin görevi, Devletin veya Hazinenin haklarını korumak değil, Devlet ile birey arasında hakemlik yapmak, Devletin hukuka aykırı işlemlerine geçit vermemek, bireyin Devlet gücü karşısında ezilmesini önleyerek zararlarını tazmin etmektir. Bunu yaparken de yorum yetkisini hukuk sınırları içinde birey lehine kullanmalıdır. Zira, içtihadî bir hukuk dalı olan İdare Hukuku bu şekilde gelişmiştir. Nihayetinde, tüm hakimler gibi vergi hakimleri de Devlet adına değil, “millet” adına yargılama yapıp, “millet” adına karar vermektedir.

Son söz: Adalet, mülkün temelidir.

https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergi-raporlarinin-mukellefe-teblig-edilmemesi-ve-vergi-yargisi/469358

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • İşçinin Hatırlatıldığı Halde Görevini Yapmaması Halinde İşveren Haklı Nedenle Fesih Yapabilir Mi? İş Kanunu'nun 25 maddesinde işverenin haklı fesih yapabileceği durumlar belirtilmiştir.…
  • MALİ İDARE ENFLASYON DÜZELTMESİNDEN VAZGEÇEBİLİR! DÜZELTME İŞLEMLERİ 2024 VE İZLEYEN DÖNEMLERDE VERGİ GELİRLERİNİ AZALTIYOR OLABİLİR…
  • Stok Affı ve Öz Sermaye Enflasyon Farklarının Ortaklara Dağıtımı Sorunu 7440 sayılı Kanunun 6/1 maddesi kapsamında mükellefler stoklarında bulunan ancak…
Top