Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Bir önceki yazımızda, salgın nedeniyle alınan kararlar çerçevesinde kapatılan ve/veya kararlardan etkilenerek kendiliğinden kapanan iş yerlerinin kapalı kaldıkları sürelere ilişkin kiralarının kiraya verenler tarafından tahsilinden vazgeçilmesi halinde, bunun vergi uygulamalarına etkisini ele alıp incelemiştik.

Bu yazımıza iş insanlarımız başta olmak üzere farklı sektör ve iş kollarından çok sayıda olumlu tepki aldık, ancak yeni sorulara da muhatap olduk. Bu sorulardan birisi de, salgın sonrasında talebin ve dolayısıyla satışların - cironun düşeceği endişesiyle kiralarda yapılacak indirimler ve bu indirimlerin vergi uygulamalarına etkisine ilişkin.

İşyeri Kiralarında İndirim Yapılacak Mı?

Salgının etkisinin hafiflemesiyle birlikte, iş yerlerinin kademeli olarak açılması konusunda hazırlıklar yapıldı, tarihler belirlendi ve kamuoyuna duyuruldu.

Başta AVM’lerde faaliyet gösteren kiracılar olmak üzere işyeri kiracılarının tamamına yakın bir kısmı, talebin düşeceği endişesiyle iş yeri kirasının ciroya bağlanmasını isterken, kiraya verenler buna olumlu yaklaşmıyor, bunun yerine iş yeri kiralarında indirime daha sıcak bakıyor. Bu konuda taraflar arasında uzlaşma sağlandığı ve işyeri kiralarında en azından yıl sonuna kadar indirim yapılması noktasında uzlaşıldığı duyumları alınıyor.

Kira İndirimlerinin Geçerli Olabilmesi İçin Ek Kira Sözleşmesi Yapılması Şart!

Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerek hukuken gerekse vergilendirme bakımından ortada daha önceden yapılmış bir kira sözleşmesi bulunuyor. Herhangi bir değişiklik yapılmaması halinde, bu sözleşme aynen geçerli. Yani, kira sözleşmesinde taraflarca bir değişiklik yapılmadığı takdirde, sözleşmede belirtilen tutarlarda aylık olarak kira faturası düzenlenmesi ve KDV hesaplanması gerekiyor. Kiraya verenin gerçek usulde vergi mükellefi olmadığı durumlarda ise, kiracılar tarafından gider pusulası düzenlenerek, gelir vergisi stopajı yapılması zorunlu bulunuyor.

Normal şartlarda, kiraya verenlerin "kirada indirim yapıyorum" demesinin vergi uygulamaları bakımından herhangi bir geçerliliği bulunmuyor. Yani, ortada geçerli bir neden yokken, kira indirimine gidilmesinin izahı ve kabul edilebilirliği söz konusu değil. Ancak, şu an ortada virüs salgını nedeniyle Devletimiz tarafından da kabul edilen bir mücbir sebep durumu söz konusu. Yani, yaşadığımız bu süreçte kira indirimi için geçerli makul bir neden var.

Salgın nedeniyle uzun süre kapalı olan ve kademeli olarak açılan iş yerleri ile ilgili olarak yapılacak kira indirimlerinin hukuken geçerli olabilmesi için;

- İlk kira sözleşmesine atıfta bulunularak mutlak suretle ek bir kira sözleşmesi yapılmalı,

- Virüs salgını nedeniyle kira tutarlarında indirime gidildiği belirtilmeli,

- İndirimli yeni kira tutarları veya indirim oranı ek kira sözleşmesinde yer almalı,

Yapılan kira indirimleri gerçeği yansıtmalı, 

- Taraflar kira indiriminde mutabık kalmalı.

Yapılan Kira İndirimleri Vergi Yönünden de Aynen Geçerli!

Virüs salgını nedeniyle taraflar arasında düzenlenen ek kira sözleşmesi ile yapılan kira indirimleri ve bu şekilde belirlenen yeni kira tutarları, vergi uygulamaları bakımından da aynen geçerli.

Yani, kira faturalarında veya kiracı tarafından düzenlenecek gider pusulalarında indirimli kira tutarları yer alacak, KDV veya stopaj indirilmiş bu kira tutarları üzerinden hesaplanacak.

Ek Kira Sözleşmeleri Damga Vergisine Tabi Olacak Mı?

Gayrimenkullerin iş yeri olarak kiralanmasına ilişkin olarak düzenlenen kira sözleşmeleri, binde 1,89 oranında damga vergisine tabi bulunuyor (DVK (I) sayılı Tablo Mad. A/2). 

Damga vergisi ödenmiş bir kira sözleşmesinde yer alan kira tutarında yapılan değişikliğin damga vergisi karşısındaki durumu, kira tutarının artması veya azalmasına göre değişiyor.

Kira sözleşmesinde yer alan tutarın Ek Kira Sözleşmesi ile artırılması halinde, artan miktar aynı oranda damga vergisine tabi oluyor (DVK Mad. 14). Ancak, kira tutarının indirim yapılarak azaltılması halinde ise, daha önce damga vergisi ödenmiş kira tutarında azaltmaya gidildiği hususu dikkate alınarak, Ek Kira Sözleşmesi’nin damga vergisine tabi tutulmaması gerekiyor (GİB. Karabük Defterdarlığı’nın 02.10.2018 tarihli ve 35831311-010/17052 sayılı özelgesi).

Kirayı Azaltan Ek Sözleşmede Dikkat Edilmesi Gereken İnce Detay!

Ek Kira Sözleşmesinin damga vergisine tabi tutulmaması için, sözleşmede sadece kira indirimine ilişkin hükümler bulunması gerekiyor. Kira indirimi dışında başka hususlarında bulunduğu Ek Kira Sözleşmeleri yeni bir kira sözleşmesi olarak kabul edilerek, damga vergisine tabi tutuluyor. Aman dikkat!

Sonuç Olarak;

Salgın nedeniyle yapılacak iş yeri kiralarında yapılacak indirimlerin hukuk ve vergi uygulamaları bakımından geçerli olabilmesi için, bu indirimlerin ek kira sözleşmesi ile yapılması şart. Kira sözleşmesinde yer alan kira tutarında indirim yapılması halinde, daha önce vergisi ödenmiş kira tutarında azaltmaya gidilmesi nedeniyle kira indirimine ilişkin olarak yapılan Ek Kira Sözleşmenin yeni sözleşme kabul edilmemesi ve damga vergisine tabi tutulmaması gerekir.

Devletimize güveniyoruz, Devletimizin yanındayız. ABDULLAH TOLU

https://ogunhaber.com/yazarlar/abdullah-tolu/salgin-nedeniyle-kiralarda-yapilacak-indirimler-vergi-yonunden-gecerli-kabul-edilecek-mi-100805m.html

08 Mayıs 2020 tarihli ve 31121 sayılı Resmi Gazete’de "32 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ" yayımlandı.

Söz konusu Tebliğ ile 518 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği İle ilan edilen mücbir sebep döneminde KDV iade uygulamasına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.

Bilindiği üzere, 24/3/2020 tarihli 518 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile mücbir sebep kapsamındaki mükelleflerin; Mart, Nisan ve Mayıs aylarına ait KDV beyannamelerinin verilme süresi 27/7/2020 tarihine kadar ertelenmiştir.

Ancak mücbir sebep kapsamında olsun veya olmasın, mükelleflerin KDV iade talebinde bulunabilmeleri için, söz konusu vergiye ilişkin beyannamelerin verilmesi ve bu beyannamelerde iadesi talep edilen KDV tutarının gösterilmesi gerekmektedir.

Bu bakımdan, mücbir sebep döneminde de mükellefler ancak KDV beyannamesi vermek ve gerekli belgeleri vergi dairesine ibraz etmek suretiyle KDV iade talebinde bulunabilmektedirler.

Bu Tebliğe göre, KDV beyannamelerinin (uzayan) verilme tarihini takip eden aybaşına kadar (03/08/2020) yapılacak iade taleplerine (ATU ve ön kontrol raporuna dayalı iadeler hariç) istinaden KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama neticesinde üretilecek “KDV İadesi Kontrol Raporu”nda yer alan sonuçlar bakımından; 

  • KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama neticesinde üretilen kontrol raporunda ve vergi dairesince yapılan kontroller sonucunda olumsuzluk bulunmadığı tespit edilen tutarlar bakımından mahsuben/nakden iade talebi genel esaslara göre yerine getirilecektir.

  • KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama neticesinde üretilen kontrol raporunda, alım yapılan mükelleflerin (alt mükellefler dahil) mücbir sebep nedeniyle KDV beyannamesi vermemesi ve/veya Ba-Bs bildiriminde bulunmamasından kaynaklandığı tespit edilen olumsuzluklara isabet eden kısmın;

HİS/İTUS Sertifika Sahipliği

Mahsuben iadesi

Nakden iadesi

1)

HİS sertifikası sahibi mükelleflerin iade taleplerinde, bu tutarın

%12,5’i oranında,

%30’u oranında

2)

İTUS sertifikası sahibi mükelleflerin iade taleplerinde, bu tutarın

 %25’i oranında

%60’ı oranında

3)

HİS ve İTUS sertifikası sahibi olmayan mükelleflerin iade taleplerinde, bu tutarın

%120’si oranında

a) YMM raporu, vergi inceleme raporu veya teminat aranmayan

% 50’si oranında,

-

b) YMM raporu, vergi inceleme raporu veya teminat aranan

%120’si oranında

-

teminat verilmesi halinde yerine getirilecektir. 

  • KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama neticesinde üretilen kontrol raporunda ve vergi dairesince yapılan kontroller sonucunda, yukarıda belirtilen sebep dışındaki, tespit edilen olumsuzluklara isabet eden nakden/mahsuben iade talebi genel hükümler çerçevesinde değerlendirilecektir.

Tebliğde konuya ilişkin olarak aşağıdaki iki örneğe yer verilmiştir.

1) Mahsuben iade talebine ilişkin örnek:

“HİS ve İTUS sertifikası bulunmayan (A)Ltd. Şti., Nisan/2020 dönemindeki ihracat teslimleri nedeniyle 26/5/2020tarihinde verdiği KDV beyannamesinde 250.000 TL tutarında iade beyan etmiştir. (A) Ltd. Şti., standart iade talep dilekçesi ile 250.000 TL iade tutarının vergi borçlarına mahsubunu talep etmiş ve iade taleplerinde aranan belgeleri elektronik ortamda göndermiştir. KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama ve vergi dairesince yapılan kontroller sonucunda iadesi talep edilen tutarın 120.000 TL’lik kısmı için olumsuzluk tespit edilmemiş, 130.000 TL’lik kısmı için olumsuzluk tespit edilmiştir. Bu 130.000 TL’nin100.000 TL’lik kısmı mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerin ilgili dönem KDV beyannamesini vermemiş olmasından kaynaklı olup, 30.000 TL’lik kısmı ise mücbir sebep kapsamında bulunmayan mükelleflerden (veya mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden mücbir sebep kapsamında olmayan dönemlerde)  yapılan alımlara ilişkindir.

Bu durumda, (A) Ltd. Şti.’nin Nisan/2020dönemindeki ihracat teslimlerine ilişkin mahsuben iade talebinin olumsuzluk tespit edilmeyen 120.000 TL’lik kısmının genel hükümler çerçevesinde; olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmının ise50.000 TL teminat verilmesi halinde yerine getirilmesi mümkündür. Olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunmayan mükelleflerden (veya mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden mücbir sebep kapsamında olmayan dönemlerde)  yapılan alımlara isabet eden 30.000 TL’lik kısmı genel hükümler çerçevesinde değerlendirilir.

(A) Ltd. Şti.’nin İTUS sertifikası sahibi olması halinde, olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmı için25.000 TL teminat verilmesi halinde, 100.000 TL tutarındaki mahsuben iade talebi yerine getirilir.

(A) Ltd. Şti.’nin HİS sertifikası sahibi olması halinde, olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmı için12.500 TL teminat verilmesi halinde, 100.000 TL tutarındaki mahsuben iade talebi yerine getirilir.”

2) Nakden iade taleplerine ilişkin örnek:

HİS ve İTUS sertifikası bulunmayan (B)A.Ş., Mayıs/2020 dönemindeki indirimli orana tabi konut teslimleri nedeniyle 26/6/2020 tarihinde verdiği KDV beyannamesinde 500.000 TL tutarında iade beyan etmiştir. (B) A.Ş., standart iade talep dilekçesi ile bu tutarın nakden iadesini talep etmiş ve iade taleplerinde aranan belgeleri elektronik ortamda göndermiştir. KDVİRA sistemi tarafından yapılan sorgulama ve vergi dairesince yapılan kontroller sonucunda iadesi talep edilen tutarın 350.000 TL’lik kısmı için olumsuzluk tespit edilmemiş, 150.000 TL’lik kısmı için olumsuzluk tespit edilmiştir. Bu 150.000 TL’nin100.000 TL’lik kısmı mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerin ilgili dönem KDV beyannamesini vermemiş olmasından kaynaklı olup, 50.000 TL’lik kısmı ise mücbir sebep kapsamında bulunmayan mükelleflerden (veya mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden mücbir sebep kapsamında olmayan dönemlerde)  yapılan alımlara ilişkindir.

Bu durumda, (B) A.Ş.’nin Mayıs/2020 dönemindeki indirimli orana tabi konut teslimleri nedeniyle nakden iade talebinin olumsuzluk tespit edilmeyen 350.000 TL’lik kısmının genel hükümler çerçevesinde; olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmının ise120.000 TL tutarında teminat verilmesi halinde yerine getirilmesi mümkündür. Olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunmayan mükelleflerden (veya mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden mücbir sebep kapsamında olmayan dönemlerde)  yapılan alımlara isabet eden 50.000TL’lik kısmı genel hükümler çerçevesinde değerlendirilir.

(B) A.Ş.’nin İTUS sertifikası sahibi olması halinde, olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmı için60.000 TL teminat verilmesi halinde, 100.000 TL tutarındaki nakden iade talebi yerine getirilir.

(B) A.Ş.’nin HİS sertifikası sahibi olması halinde, olumsuzluk tespit edilen kısmın mücbir sebep kapsamında bulunan mükelleflerden yapılan alımlara isabet eden 100.000 TL’lik kısmı için30.000 TL teminat verilmesi halinde, 100.000 TL tutarında nakden iade talebi yerine getirilir.

Diğer taraftan, 518 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 4 üncü maddesinde yer alan KDV beyannamelerinin (uzayan)verilme tarihinin dolmasını müteakip bu bölümde yer alan düzenlemelerden yararlanılan iade taleplerine ilişkin olarak KDVİRA sistemi tarafından yeniden sorgulama yapılarak rapor üretilir ve mükelleflerin mücbir sebep kapsamındaki dönemlere ilişkin nakden ve mahsuben iade talepleri bu raporlar dikkate alınarak vergi dairelerince genel hükümler çerçevesinde sonuçlandırılır.”

Söz konusu Tebliğe aşağıdaki bağlantı yoluyla ulaşabilirsiniz. 

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No: 32)

Verginet.net

1475/14 Maddesine baktığımızda kıdem tazminatı tek madde olarak kalmıştır.

‘’işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir’’denilmiştir.

Bu durumda her çalışan kıdem tazminatı için bir yıl zorunlu süre olarak dikkate alınır.

Yargıtay kararlarında ise bunun böyle olmadığı bir kez daha anlatılmıştır.

TOPLU PARA KIDEM TAZMİNATI

İşverene ait bir ya da birkaç işyerinde belli bir süre çalışmış bir işçinin, işini kaybetmesi halinde, işinde yıpranması, yeni bir iş edinmede karşılaşacağı güçlükler ve işyerine sağladığı katkı göz önüne alınarak, geçmiş hizmetlerine karşılık işveren tarafından işçiye kanuni esaslar dahilinde verilen toplu paraya “kıdem tazminatı” denilmektedir.

1 YIL ÇALIŞMA KURALI

4857 sayılı İş Kanununun 120 nci maddesi hükmüne göre, yürürlükte bırakılan 1475 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinde, kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin işverene ait işyerinde en az bir yıl çalışmış olması gerekir.

1 YIL KURALI BAĞLAYICI MI?

Kıdem tazminatına hak kazanma noktasında en az bir yıllık çalışma koşulu, İş Kanunu sistemi içinde nispi emredici bir hüküm olarak değerlendirilmelidir. Buna göre, toplu ya da bireysel iş sözleşmeleriyle, en az bir yıl çalışma süresi işçi lehine azaltılabilecektir.

1 YILIK SÜRE NE ZAMAN BAŞLAR?

İşçinin işyerinde fiilen çalışmaya başladığı tarih, bir yıllık sürenin başlangıcıdır. Tarafların iş ilişkisikurulması yönünde varmış oldukları ön anlaşma bu süreyi başlatmaz. Yine iş sözleşmesinin imza tarihi yerine, fiilen iş ilişkisinin kurulduğu tarihin, kıdem tazminatına hak kazanma ve hesap yönünden dikkate alınması gerekir.

ÇIRAKLIK SÜRESİ DİKKATE ALINIR MI YOKSA DENEME SÜRESİ BAŞLANGIÇ SAYILACAK MI?

İşçinin çıraklık ilişkisinde geçirdiği süreler de kıdem tazminatına esasalınmayacak, buna karşın deneme süresi kıdemine eklenecektir.

KIDEM TAZMİNATI SÜRELERİNDE İNCE DETAYLAR NELERDİR?

İşçinin kıdem hakkı bakımından aranan en az bir yıllık süre, derhal fesihlerde feshin bildirildiği anda sona erer. Kural olarak fesih bildirimi muhataba ulaştığı anda sonuçlarını doğurur.

Bildirimli fesihler yönünden ise ihbar öneli süreye dahil edilir.

İşçinin işyerinde çalıştığı sırada almış olduğu istirahat raporlarının kıdem süresine eklenmesi gerekir.

İşçinin çalıştığı sırada bir defada ihbar önelini altı hafta aşan istirahat raporu süresinin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınamayacağı, kararlılık kazanmış Yargıtay uygulamasıdır.

İşçinin iş sözleşmesinin askıda olduğu süreler de, kıdem süresinden sayılmamalıdır. Örneğin ücretsiz izinde geçen süreler kıdem tazminatına esas süre bakımından dikkate alınmaz.

Sonuç:

9.Yargıtay Hukuk Dairesinin kararından alınarak yukarıdaki yazılardan faydalanılmıştır.Esas No:2016/7714-Karar No:2019/18059-14.10.2019 tarihli kaarı konuyu detaylıca anlatmıştır.

1 yıllık süre nispi emredici süre olup,TİS ve Bireysel İş Sözleşmeleri ile azaltılabilir,Kıdem tazminatı süresinde fiili çalışma esas alınmalıdır,(sigortalı işe giriş bildirgesi yada sözleşmedeki tarih çok önem taşımıyor,fiili çalışmanın ispatlanması gerekir)

Çıraklık süresi fiili çalışma da dikkate alınmaz,deneme süresi dikkate alınır.İhbar öneli peşin verilmesi esnasında sona eren süreye göre hesaplama yapılırken,ücretsiz izin süreleri ve altı haftayı aşan istirahat sürelerinin dışlanması gerekir. Vedat İlki

07.05.2020

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından hazırlanıp uygulamaya konulan Organize Sanayi Bölgelerinin ve Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşunun Defterlerine İlişkin Genelge ile artık OSB’ler defter tutma hususunda tekdüzen bir sisteme kavuşturulmuş oluyor, farklı uygulamalar ve yorumlar nihayete eriyor.  Süreç aslında 18/6/2017 tarihli ve 7033 sayılı Yasanın 56’ncı maddesi ile 4562 sayılı Kanunun 25’inci maddesinin son fıkrasına “OSB’lerde tutulacak defterler ve genel kurul toplantılarında görevlendirilecek Bakanlık temsilcisi konularında OSB mevzuatında hüküm bulunmayan hâllerde 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlere ilişkin hükümleri uygulanır.” hükmünün eklenmesi ile başlamıştır. OSB ile anonim şirketin yapısı bazı noktalarda tam uyuşmadığından Bakanlığın genelgesi bu alanda yaşanabilecek tereddütleri de ortadan kaldırmaktadır. Zaten, genelgenin ilk maddesinde de amacın “Organize Sanayi Bölgeleri ve Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu tarafından fiziki veya elektronik ortamda tutulacak defterler ile bu defterlerin onaylanmasının, kayıt zamanının, onaylarının yenilenmesinin usul ve esaslarını bildirmek ve uygulamada yeknesaklığı sağlamak” olduğu açıkça belirtilmektedir.

OSB ile anonim şirketin yapısı tam örtüşmediğinden yapılan atıf dolayısıyla yaşanan tereddütlerin başında OSB’ler tarafından pay defteri ile genel kurul toplantı ve müzakere defterinin tutulması gelmiştir. Zira, OSB’de anonim şirkettekine benzer bir pay ve pay sahipliği ilişkisi söz konusu olmadığı gibi, genel kurul da müteşebbis heyetin devamı niteliğinde olan ve işletme aşamasında varlık kazanan bir organ olduğundan müteşebbis heyet aşamasında genel kurul toplantı ve müzakere defterinin tutulup tutulmayacağı yahut nasıl tutulacağı belirsizdi. Bu belirsizlik, önce Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği’nde yapılan ufak bir değişiklik ile açıklığa kavuşturulmuş, ardından da Genelge ile bu konuda yaşanabilecek tüm tereddütler ortadan kaldırılmıştır.

16 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklik ile OSB Uygulama Yönetmeliği’nin 53 ve 97’nci maddelerine OSB’ler ile OSBÜK’ün, pay defteri hariç olmak üzere, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda anonim şirket için öngörülen defterleri tutacakları yönünde hüküm getirilmiştir. Böylece, Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nda anonim şirket için öngörülen pay defterinden OSB’ler ve OSBÜK muaf tutulmuştur. Kanımızca, oldukça yerinde bir düzenleme olmuştur. Çünkü, OSB’de pay ve pay sahipliği ilişkisi söz konusu olmadığından, pay defterinin tutulması şekli bir yükümlülükten öteye gitmeyecekti.

OSB Uygulama Yönetmeliği’nde yapılan bu değişikliğin hemen akabinde de Genelge ile OSB’ler ve OSBÜK tarafından tutulması zorunlu olan defterleri aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır:

a) Müteşebbis heyet aşamasında olan OSB’ler, yevmiye defteri, defteri kebir, envanter defteri, yönetim kurulu karar defteri, müteşebbis heyet toplantı ve müzakere defteri tutacaktır.

b) Müteşebbis heyetin görevinin sona erdiği genel kurula geçen OSB’ler ise, yevmiye defteri, defteri kebir, envanter defteri, yönetim kurulu karar defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defteri tutacaktır.

c) OSBÜK de, yevmiye defteri, defteri kebir, envanter defteri, yönetim kurulu karar defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defterini tutmakla yükümlüdür.

Müteşebbis heyet aşamasında olan OSB’lerde, müteşebbis heyet toplantılarında görüşülen hususlar ve alınan kararlar müteşebbis heyet toplantı ve müzakere defterine kaydedilecektir. Müteşebbis heyetin görevinin sona erdiği genel kurula geçen OSB’lerde ise, genel kurul toplantı ve müzakere defteri tutulacak ve bu deftere genel kurul toplantılarında görüşülen hususlar ve alınan kararlar kaydedilecektir. Böylece müteşebbis heyet kararlarının zamanında ve usulüne uygun şekilde kaydına da bir düzen getirilmiş olunmakta, hangi aşamada hangi defterin tutulacağı hükme bağlanarak karmaşa giderilmiştir.

Genelgede sayılan defterlerin nasıl tutulacağı ilgili mevzuat olan TTK ve Ticari Defterlere İlişkin Tebliğ’de açıkla belirlenmiş olduğundan, genelgede bu ayrıntılara girilmemiş ve tekerrürden uzak durulmuştur. Tutulması zorunlu defterleri ve bunlara yapılan kayıtların dayanağı olan belgeleri saklama yükümlülüğü ise, ilgili mevzuat gereği, on yıl olarak belirlenmiştir.

Genelgede defter tutma, onaylatma, saklama, kayıt düzenine uyma gibi yükümlülüklere aykırılık halinde oluşacak kabahatler ve suçlar ile bunların cezalarına da vurgu yapılmıştır. Buna göre, bölgenin faaliyetleri ve finansal durumu hakkında fikir verebilecek ve bölge faaliyetlerinin oluşumu ve gelişmesinin izlenebileceği şekilde defter tutulmaması; bölgeyle ilgili olarak gönderilmiş bulunan her türlü belgenin, fotokopi, karbonlu kopya, mikrofiş, bilgisayar kaydı veya benzer şekildeki bir kopyasını, yazılı, görsel veya elektronik ortamda saklamayarak kopyasının sağlanmaması; defterlerin açılış ve kapanış onaylarının yaptırılmaması; defter tutma kurallarına uyulmaması, usule aykırı olarak envanter çıkarılması gibi hallerde 9 bin 387 TL idari para cezası uygulanacaktır. OSB defterlerinin mevcut olmaması veya hiçbir kayıt içermemesi yahut kanuna uygun saklanmaması  ya da defterlere kasıtlı olarak gerçeğe aykırı kayıt yapılmaması halleri ise suç teşkil edecek ve sorumluları hakkında yasada belirtilen adli para cezası (6 bin TL ile 73 bin TL arası) ve hapis cezaları gündeme gelebilecektir.

Genelgede, idari para cezalarının kimlere uygulanacağı da açıklığa kavuşturulmuştur. Yukarıda belirtilen idari para cezaları, OSB tüzel kişiliği hakkında uygulanacaktır, yönetim kurulu üyeleri hakkında uygulanmayacaktır. Bununla birlikte, OSB tarafından ödenecek idari para cezasından dolayı OSB’nin yönetim kurulu üyelerine rücu edilip edilmeyeceği yapılacak ilk müteşebbis heyet veya genel kurul toplantısında görüşülerek karara bağlanabilecektir.  

Gelinen noktada Bakanlık, anılan Genelge ile OSB ve OSBÜK defterlerine ilişkin olarak genel çerçeveyi çizmiş ve bu noktada dikkat edilecek kuralları bildirmiştir. Bundan sonra, anılan kurallara uymak OSB organlarına ve yöneticilerine düşüyor. Soner Altaş

http://www.sanayigazetesi.com.tr/osblerin-ve-osbukun-defterlerine-iliskin-genelgenin-getirdikleri-makale,1798.html

5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre dernek; kazanç paylaşımı dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere en az 7 gerçek veya tüzel kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre vakıf, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleri ile oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinin (ç) bendi hükmüne göre, dernek veya vakıflar ( tüzel kişiliği itibariyle) kurumlar vergisinin konusu dışındadır.

Dernek veya vakıfların iktisadi işletmelerinin mükellefiyeti

Dernekler ve vakıflar ekonomik ve sosyal hayatımızın ve demokratik yaşamın önemli ve vazgeçilmez unsurlarıdır. Toplumsal faydaları da göz önünde tutularak faaliyetlerinin gerçek bir ticari işletme genişliğine ulaşması, piyasada rekabeti etkileyecek duruma gelmesi durumunda vergileme söz konusu olmalıdır.

Dernek ve vakıflar kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek için kurucularca tahsis edilen kaynaklar dışında yeni kaynak ihtiyacı duyabilirler. Ayrıca kuruluş amaçlarından bir kısmının gerçekleştirilmesi ekonomik ve sosyal alanda faaliyet göstermelerini gerektirir. Bu amaçlar çerçevesinde işletmeler kurulur. Dernek ve vakıfların kendileri mükellef olmasalar da bunlara ait iktisadi işletmelerin kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunmaktadır.

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 2. maddesine göre dernek veya vakıflara ait veya bağlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ve sermaye şirketleri ile kooperatifler dışında kalan ticari, sınai ve zirai işletmeler ile benzer nitelikteki yabancı işletmeler, dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmeler olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, dernek veya bağlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ticari, sınai ve işletmeler ile benzeri nitelikteki yabancı işletmeler kurumlar vergisi mükellefidirler.

İktisadi işletme oluşma koşulları

İktisadi işletmenin belirlenmesinde kanunun 2. maddesinin beşinci fıkrasında belirlenen koşullar dikkate alınacak olup işletmelerin belirli özellikleri; dernek veya vakfa bağlılık, devamlılık ve faaliyetin ticari, sınai ve zirai bir mahiyet arz etmesidir

Diğer bir anlatımla iktisadi işletmenin unsurları, ticari faaliyetin temel özelliklerinden olan, bir organizasyona bağlı olarak piyasa ekonomisi içerisinde bedel karşılığı mal alım-satımı, imalat ya da hizmet ifaları gibi faaliyetlerdir. Kurumlar Vergisi Kanunu, bu gibi halleri tek tek saymak yerine dernek ya da vakıf tarafından piyasa ekonomisi içerisinde icra edilen tüm iktisadi faaliyetleri kapsama almıştır. Dernek veya vakıflara ait bir iktisadi işletmenin varlığından söz edebilmek için iktisadi işletmenin;

- Dernek ve vakıflara veya bağlı olması (ait olma sermaye bakımından, bağlı olma ise idari bakımından bağlılığı ifade eder.)

- Sermaye şirketi veya kooperatif şeklinde kurulmamış olması,

- Ticari, sınai veya zirai alanda devamlı olarak faaliyette bulunması gerekmektedir.

Devamlılık unsuru

Devamlılık unsuru, bir hesap dönemi içinde aynı veya ayrı faaliyet alanlarında ticari mahiyet arzeden işlemlerin birden fazla yapılmasını ifade eder. Aynı hesap döneminde tek işlem nedeniyle ticari faaliyetin devamlılık unsuru oluşturduğunu kabul etmek mümkün olmamakla birlikte, faaliyetin organizasyon gerektirmesi veya amacının ticari olması durumunda devamlılık unsurunun varlığı kabul edilir. Gelir Vergisi Kanunu’nda yer alan ticari kazançlara ilişkin düzenlemeler burada da iktisadi işletmenin varlığının belirlenmesinde esastır.

Dernek ve vakıfların iktisadi işletmelerinin mevcudiyeti için ticari organizasyon, sermaye tahsisi, iş yeri açılması, personel istihdamı, ticaret siciline kaydolmak gibi unsur ve şartlardan tümü veya bir kısmı yerine getirilmek suretiyle belirli şekilde kurulmuş olacaktır. Devamlılık unsurunun da bulunması gerekir. Oluşturulan organizasyon içinde bir takvim yılında veya iki veya üç yılda tek bir işlem yapılmış olsa dahi ticari faaliyetin varlığı kabul edilecektir. Ekonomik faaliyetin ticari organizasyonu gerektirmesi ve yılda birden fazla tekrar edilmesi veya her yıl bir defa olmakla beraber müteakip yıllarda ya da birkaç yıl arayla yapılmasına karşılık periyodik olarak tekrar etmesi durumunda da faaliyetin devamlı olduğunun kabulü gerekir. Faaliyetin mevsimsel veya dönemsel olması faaliyetin devamlılığının kabulüne engel değildir.

Şahıs işletmeleri ve sermaye şirketlerinden farklılıkları

Dernek veya vakıflara ait işletmelerin kazanç gayesi gütmemeleri, faaliyetlerinin kanunla verilmiş görev niteliğinde olması mümkündür. Dernek veya vakıf tüzel kişiliğinden ayrı tüzel kişiliklerinin bulunmaması söz konusu olabilir. Ayrı bağımsız muhasebelerinin olmaması, kendilerine tahsis edilmiş sermaye ve iş yerleri de bulunmayabilir. Ancak bu durumda da bu işletmeler vergiye tabi olurlar.

Kazanç sağlama amacı olmasa dahi işletmenin konusunun ve faaliyetinin, her türlü mal ve hizmet satışı ya da bunlara benzer şekilde olması ve devamlı surette yapılması durumlarında da dernek veya vakıflara ait iktisadi işletme oluştuğu kabul etmektedir.

İktisadi işletmenin tanımı içinde yer alan ve devamlı olarak yapılan ticari, sınai veya zirai faaliyetten söz edebilmek için bu işletmenin tedavül ekonomisine katılması, başka bir ifadeyle işletmede üretilen veya alınan malların veya verilen hizmetin bir bedel karşılığı satılması gerekir. Aksi halde diğer unsurlar var olsa dahi bir iktisadi işletmenin varlığından söz edilemez.

Hizmet karşılığı bedel veya bağış alınması

Dernek veya vakıfların eğitim ve sağlık gibi bir takım hizmetleri bir bedel karşılığı olmaksızın yerine getirmeleri halinde, bu faaliyetler dernek veya vakfa bağlı iktisadi işletme olarak nitelendirilmeyecektir. Ancak, sözü edilen hizmetlerin yerine getirilmesi için yapılan masrafların hizmet verilenlerden tahsil edilmesi veya bu kişilerden veya ailelerinden bağış adı altında bir bedel alınması durumunda, bu faaliyetler, dernek veya vakfa ait iktisadi işletme olarak kabul edilecek ve kurumlar vergisine tabi olacaktır.

Kurumlar vergisi tarhiyatının muhatabı

Dernek veya vakıflara ait veya bağlı olarak faaliyet gösteren ve tüzel kişiliği bulunan iktisadi işletmelerce elde edilen kazançlar üzerinden tarh edilecek kurumlar vergisinin(geçici vergi dönemleri itibariyle geçici vergilerin) muhatabı anılan iktisadi işletmelerdir. Ancak, bu işletmelerin ayrı bir tüzel kişiliklerinin olmaması halinde tarhiyatın muhatabı iktisadi işletmenin ait veya bağlı olduğu dernek veya vakıf olacaktır.

Ayrıca, derneklerin kamuya yararlı derneklerden sayılması veya vakıflara Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınmış olması, bunlara bağlı iktisadi işletmelerin vergilendirilmesine engel teşkil etmemektedir.

Yabancı dernek veya vakıflara ait olup da sermaye şirketleri ve kooperatifler haricinde kalan iktisadi işletmelerin vergilendirilmesinde de yukarıda yapılan açıklamalar geçerli olacaktır.

Katma değer vergisi ve diğer vergi mükellefiyetleri

Dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler için kurumlar vergisi mükellefi diğer şirketler gibi katma değer vergisi mükellefiyeti, gelir vergisi kesintileri ve damga vergisi mükellefiyeti vd. de söz konusudur. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kurumlar-vergisi-mukellefi-olarak-dernek-veya-vakiflara-ait-iktisadi-isletmeler/469672

Perşembe, 07 Mayıs 2020 11:16

İlk Dönem Geçici Vergi Uygulanamaz

TÜRMOB Başkanı Emre Kartaloğlu, 18 Mayıs tarihine kadar ödenmesi gereken Ocak-Mart 2020 dönemine ilişkin geçici verginin uygulanmasının fiilen ve teknik olarak imkansız olduğunu bildirdi. Kartaloğlu, konuya ilişkin DÜNYA'ya özel değerlendirme yazısı kaleme aldı.

Pandemi sürecinin başladığı günden itibaren Hazine ve Maliye Bakanlığımız bazı vergileri erteleyerek iş dünyasına bir nebze de olsa katkı sunmaya çalışmıştır.

Ancak, bugün itibariyle Ocak – Mart 2020 dönemine ilişkin geçici vergiyle ilgili herhangi bir erteleme kararı verilmedi. 18 Mayıs tarihinde, ilk 3 aylık kazançları üzerinden gelir vergisi mükellefleri % 15 oranında, kurumlar vergisi mükellefleri ise % 22 oranında kurumlar vergisi ödemek zorunda kalacaklar.

Mevcut şartlar içerisinde ilk dönem geçici verginin uygulanması mümkün değildir.

NEDEN MÜMKÜN DEĞİL ?

Bunun pek çok sebebi var. Kısaca özetlemeyelim.

1- Öncelikle bu dönemde elde edilen kazançlar üzerinden vergi almak vergi adaleti ilkesini zedeleyecektir.

Şöyle ki; Ocak ve Şubat ayında, hatta Mart ayının ilk 10 günlük sürecinde ekonomik ve ticari faaliyetler gayet canlıydı. Dolayısıyla ilk 3 aylık dönemde işletmelerin mali tabloları genel itibariyle “kar”la kapandı. İlk 3 aylık kazançlar esas alındığında 18 Mayıs tarihinde vergi ödenmesi gerekiyor.

Ancak, pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte ticari ve ekonomik faaliyetler son derece azaldı. Hatta pek çok işletme kapatıldı. Dolayısıyla işletmelerin ikinci 3 aylık dönemleri zararla sonuçlanacak.

Yani tablo şu; ilk 3 ay karlı, vergi ödenecek. Hatta bu vergiyi kapanan işletmeler, mücbir sebep kapsamındaki sektörler de dahil olmak üzere tüm işletmeler ödeyecek. Ancak, ikinci 3 ayla birlikte ilk 6 ay olarak düşünüldüğünde büyük bir zarar çıkacak. Dolayısıyla ilk 3 aylık geçici kazanç üzerinden geçici vergi almak bu pandemi sürecinde devletin işletmeler tarafından finanse edilmesi anlamına gelecek. Güçlü devletimizin buna izin vermeyeceğinden eminim. Bu yüzden ilk 3 aylık geçici kazançlardan geçici vergi alınmamalıdır.

2- Mücbir sebep halinde olan mükelleflerden fatura ve benzeri belgelerin temininde zorluk yaşanmaktadır. Örneğin 65 yaş üstü ya da kronik hastalığı bulunan gelir vergisi mükelleflerinden ya da kapatılan işletmelerden belge temin edilememektedir. Bu nedenle ilk dönem geçici verginin uygulanması fiilen mümkün değildir.

3- Mücbir sebep halinde olduğu kabul edilen mükelleflerin Mart ayına ilişkin KDV beyan süreleri 27 Temmuz 2020 tarihine kadar uzatılmıştır. Mart ayına ilişkin KDV beyannamesi verilmeden, Mart ayını da içinde barındıran geçici vergi beyannamesinin verilmesi mümkün değildir.

4- Aralık/2019 dönemine ilişkin e-Defterlerin oluşturulma ve beratlanması süreleri mücbir sebep halinde olduğu kabul edilen mükellefler için 27 Temmuz 2020, diğer mükellefler için 1 Haziran 2020 tarihine uzatılmıştır. 2019 yılına ilişkin defterlerin kapanış kaydı yapılmadan 2020 yılına ilişkin açılış kaydı yapılamayacağından ilk dönem geçici vergi beyanında bulunulması fiilen mümkün değildir. Bu nedenle dönem sonu mal mevcutlarını kaydi olarak tespiti de yapılamayacaktır. Bir önceki yıl defterleri kapatılmadan, yeni yılın defterleri açılmadan geçici verginin yapılmasını beklemek, mucizeyi beklemek anlamına gelir.

5- Geçici vergi beyanlarında dikkate alınacak geçmiş yıllar zararları, devreden Ar-Ge indirimi, nakdi sermaye artışından kaynaklanan faiz indirimi vb. zarar, istisna ve indirimlerin bir önceki yıla ilişkin Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmeden bilinmesi mümkün değildir. Dolayısıyla 2019 yılına ilişkin Kurumlar Vergisi Beyannamesi verilmeden geçici vergi beyanının verilmesi mümkün değildir.

NE YAPILABİLİR (ÇÖZÜM)

Uygulanması mümkün değildir demek belki de en kolayı. Ama bu zorlu süreçte kamu finansmanını görmezden gelmemiz mümkün değil.

Öncelikle pandemi sürecinde de faaliyet hacmi genişleyen ve kar elde eden sektörler (bankacılık ve finans, perakende gıda ve temizlik ve bunlara bağlı e-ticaret vb) tespit edilmelidir. Yapılacak düzenleme ile bu sektörlerden ilk dönem geçici vergi alınmalı, bunlar dışında kalan tüm sektörlerde Ocak – Mart 2020 döneminden geçici vergi alınmamalıdır. İlk 6 aylık kazanç üzerinden geçici vergi alınması vergilendirmede adalet ilkesini de güçlendirecektir.

https://www.dunya.com/ekonomi/ilk-donem-gecici-vergi-uygulanamaz-haberi-469704

Çarşamba, 06 Mayıs 2020 11:32

Geçici Vergi Alınmalı Mıdır?

18 Mayıs akşamına kadar ticari ve mesleki kazançları dolayısıyla mükellef olan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri geçici vergi beyanında bulunmak ve çıkan vergiyi ödemek zorundadırlar. Öte yandan ticari ve serbest meslek kazançları dolayısıyla mükellef olan gelir vergisi mükellefleri ile bazı sektörlerdeki kurumlar vergisi mükellefleri 30.6.2020 tarihine kadar mücbir sebep içerisinde kabul edilmişler ve bazı beyannameleri verme ve vergi ödeme mükellefiyetleri ertelenmiştir. Ancak mali idare şu ana kadar geçici vergi ile ilgili bir açıklama yapmamıştır.

Geçtiğimiz günlerde bu konuya değinmiştim. Hatta yazımın sonunda; “Nasıl olsa zaman var” diyerek bu açıklamaları geciktirmenin, mükellefleri belirsizlikler içerisinde tutmak suretiyle mükellef haklarını ihlal ettiği ve hukuk devletine yaraşmadığı unutulmamalıdır.” demiştim. Ancak bu yazıyı kaleme alana kadar mali idareden, ne erteleneceği ne de ertelenmeyeceği yönünde bir ses çıkmadı. Bildiğim kadarı ile ticari kesimin temsilcisi TOBB ile beyannameleri imzalayarak verecek meslek mesuplarının temsilcisi TÜRMOB’un bu konudaki başvuruları da beklemede.

Aslında bu konuda çözüm açıktır. Geçici vergiyi düzenleyen Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 120. maddesine göre geçici verginin altışar aylık dönemler halinde (yılda iki defa) ödenmesi gerekmektedir. Geçmişte Bakanlar Kurulu Kararı ile üçer aylık dönemler kabul edilmiştir. Şu anda yetki Cumhurbaşkanı’ndadır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu yetkisini kullanarak söz konusu Kararnameyi – geçici süre ile de olsa - yürürlükten kaldırırsa kanun hükmü devreye girer ve 1. çeyrek için geçici vergi beyannamesi verilmesine gerek kalmaz.

Peki, bu yetki kullanılmazsa veya mali idare bir açıklama yapmazsa geçici vergi beyannamesi vermek gerekir mi? Bu sorunun da cevabı vardır. Bence gerekmez. Bunun gerekçesi mücbir sebep halidir. Zaten Gelir İdaresi Başkanlığı 2006 yılında kuş gribi dolayısıyla illere Bakan (rahmetli Kemal Unakıtan) imzası ile gönderdiği B.07.1. GİB.0.28/2810-13-986 sayılı yazıda “Beyanname verme süresi mücbir sebep halinin başladığı ve bittiği tarihler arasına rastlayan 2005 yılı dördüncü geçici vergi dönemine ilişkin beyannamesinin verilmesine gerek bulunmamaktadır” demiştir. Gelir İdaresi Başkanlığı, her halde ilke bazındaki bu yorumuna yine sahip çıkacaktır.

Ancak tabii ki benim bu açıklamalarım, kişisel görüşlerim olup, mükellefler hukuki güvenlik ilkesi gereği net bir idari görüş veya açıklama beklemektedirler.

Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, pandemi süreci dolayısıyla uygulanmakta olan özel mevzuat uyarınca ortaya çıkan sorunların da çözümlenmesi gereğidir.

Oraya çıkan ilk sorun; geçici vergi beyannamesinin verilecek olması halinde, 1.1.2020 ilâ 31.3.2020 itibariyle dönem mali kazancının saptanmasında şüpheli alacak karşılığının nasıl ayrılacağıdır. Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesi; ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla, dava veya icra safhasında bulunan tahsil edilememiş alacakların şüpheli alacak olarak kabul edilebileceğini ve bu alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceğini kabul etmiştir.

Ancak bilindiği gibi pandemi tedbirleri kapsamında dava açma ve icra hukukuna ilişkin pek çok süre ile yeni icra takibi alınması 15.6.2020 sonuna kadar durdurulmuştur. Dolayısıyla mükelleflerin tahsili şüpheli hale gelmiş veya olanaksızlaşmış alacaklarını dava veya icra yoluna taşıma yolları kapalıdır.

Bu durumda alacağını dava veya icra aşamasına taşıyamayan tacirin, şüpheli alacak karşılığını nasıl ayıracağı konsunun da açıklığa kavuşması gerekmektedir.

Öte yandan kurumlar vergisi beyanname verme süresinin sonunun 30 Haziran olarak belirlenmesi dolayısıyla 2019 mali zararı geçici vergi beyanname tarihinde kesinleşmemiş (daha doğrusu idare nezdinde resmiyete geçmemiş) olacaktır. Önceki yıl mali zararı olarak geçici vergi beyannamesinde mahsup edilecek zarar, bu durumda afaki olacaktır. Mali İdare, geçici vergi beyannamelerini alacak olması halinde bu sorunu da çözmek zorundadır.

518 sayılı VUK Genel Tebliği ile ticari ve mesleki kazanç dolayısıyla gelir vergisi mükellefi olanlar mücbir sebep içerisinde kabul edilmişler ve mart ayına ilişkin KDV beyannamelerini verme süresi 27 Temmuz’a kadar ertelenmiştir. Öte yandan bu mükelleflerin ilgili aya ilişkin KDV beyannamesini vermeleri gereken tarihe kadar defter-beyan sistemi içerisinde aylık gelir-gider kayıtlarını yapma hakları vardır. Dolayısıyla bu mükellefler mart ayına ilişkin gelir-gider kayıtlarını oluşturmamışlardır. Defter- beyan sistemi içerisinde mart ayı gelir-gider kayıtları olmadan geçici vergi beyannamesinin verilmesi de mümkün değildir. Bu durumda, eğer illa beyanname verilecekse, ilk iki ayın gelir-gider kayıtları üzerinden verilebilmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Mali idarenin geçici vergi beyannamelerini süresinde alması gerekiyorsa, bu soruna da bir çözüm getirmesi gerekmektedir.

Burada sayılabilecek başkaca sorunlar da muhakkakki vardır.

Bu durumda geçici vergi beyannameleri süresinde alınacaksa, bütün bu sorunları da açıklığa kavuşturan bir genel tebliğ ihtiyacı ortaya çıkacaktır.

İçerisinde bulunulan ekonomik ortam ve doğabilecek hukuki sorunlar da dikkate alınırsa, bence en uygun olanı ilk dönem geçici vergi beyannamelerinin alınmamasıdır. Kaldı ki bu pandemi ortamında 55 ülkeye uçaklar dolusu insani yardım yapma gücüne sahip Türkiye’nin geçici vergiden gelecek gelire muhtaç olduğu da söylenemez. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/gecici-vergi-alinmali-midir/469504

Sermaye şirketlerinin nakit sermaye artırımlarında faiz indirimi olanağı sağlayan düzenlemeyle ilgili çok sayıda makale yazdım. Makalelerin konusu genel olarak cevabı bulunmayan veya cevabı net olmayan konulara ilişkin. Bu konulardan bir kısmı, örneğin sermaye taahhüdünün ortağın öz kaynağından karşılanması koşulu, çoğu zaman teşvikin uygulanmasını olanaksız hale getiriyor ve yasal düzenleme yapılmadan çözülmesi de olanaklı değil.

Tartışmalı konularda Gelir İdaresi özelgeleri ve yargı kararları çıkmaya başladı. Kurumlar vergisi beyan döneminde olduğumuz bu günlerde, tartışmalı konuları bir kere daha gözden geçirmek istedim.

1- Sermaye artışı yapan kurumun bir başka kuruma devri halinde teşvik son bulur mu?

Tartışmalı bu konuda Gelir İdaresi tarafından verilen bir özelge konuyu netleştirdi.

Gelir İdaresi tarafından verilen 2 Ağustos 2019 tarih ve 66713 sayılı özelgede, devralınan şirketin devir öncesi yaptığı sermaye artışı nedeniyle başlayan teşvikin, devir sonrasında devralan şirkette devam edeceği açıklanmış.

Özelgeyle, nakit sermaye artışında faiz indirimine ilişkin hem önemli bir belirsizlik giderilmiş hem de teşvikin daha etkin olmasına önemli bir katkı yapılmış oldu.

2- Borcun sermayeye eklenmesi halinde faiz indiriminden yararlanılabilir mi?

Borcun sermayeye eklenmesinin teşvik kapsamında olup olmadığı açık değil.

Gelir İdaresi tarafından verilen 12 Ocak 2018 tarih ve 2836 sayılı özelgede İdare görüşünü net olarak açıklamış. İdare işlemi bilanço içi kalemlerin birbiri içinde mahsubu olarak görmüş ve ortaklar cari hesabında izlenen tutarlar kullanılarak yapılan sermaye artırımı nedeniyle faiz indirimi uygulamasından yararlanılamayacağı açıklaması yapmış.

Ortaklara borcun sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışlarında faiz indirimini engelleyen açık bir yasal düzenleme yok.

Kişisel düşüncem, ortaklara borcun sermayeye eklenmesinden kaynaklanan sermaye artışı nakit sermaye artışı niteliğinde ve faiz indiriminden yararlanmaya yasal bir engel de yok.

Dolayısıyla konuyla ilgili Gelir İdaresinin görüşünün netleştiği ancak konunun netleşmediği söylenebilir.

3- Gelen paranın teşvikli yatırımların finansmanında kullanıldığı nasıl ispat edilecek?

Sermaye artırımından gelen nakdin teşvik belgeli yatırımlarda kullanılması durumunda, faiz indiriminde genel orana 25 puan ilave ediliyor. Bu durumda indirim oranı %75 oluyor.

Bu düzenleme, sermaye artırımından gelen nakdin teşvik belgeli yatırımlarda kullanıldığının tespitini gerektiriyor. Bu tespitin nasıl yapılabileceği açık değil.

Sermaye artırımı bir defalık bir işlem. Buna karşılık yatırım harcamaları uzun bir süreye yayılıyor. Dolayısıyla şirket hesaplarına bir kerede gelen bir nakdin yatırımlarda kullanılan kısmını tespit etmek çoğu zaman mümkün değil. Bu takibi yapmak mümkün olmadığı gibi anlamlı da değil.

Belirsizliği en aza indirmek için sermaye artışından gelen nakitle yatırım harcamasını olabildiğince ilişkilendirmekte yarar var. Özellikle yatırım süresinin uzadığı durumlarda sermaye artışının bir defada yapılması yerine birden fazla yapılması veya ortakların ödemelerinin zamana yayılması düşünülebilir.

4- Kâr dağıtımı sonrasında yapılan sermaye artırımında teşvik uygulanabilir mi?

İç kaynakların, örneğin geçmiş yıl kârlarının sermayeye eklenmesi teşvik kapsamında değil. Kanun şirkete nakit girmesini teşvik ediyor ama nakit çıkmamasını teşvik etmiyor. Bu aslında kendi içinde çelişkili. Nakdin işletmede kalması ve üretim ve yatırıma gitmesi, yeni nakit girişi kadar değerli.

İç kaynakların sermayeye eklenmesi teşvik kapsamında değil. Peki kâr dağıtılır sonra nakit sermaye artışı yapılırsa veya nakit sermaye artışı yapılır sonra kâr dağıtılırsa teşvikten yararlanılabilir mi? Tartışmaya açık, konu netleşmiş değil.

2017 yılında verilen bir özelgede birinci soruya cevap verilmiş. Şirket kârının önce ortaklara dağıtılıp daha sonra tekrar şirkete sermaye olarak konulması işlemi dolayısıyla ve dağıtılan bu kâr payı tutarıyla sınırlı olmak üzere indirim uygulamasından yararlanılması mümkün değildir denmiş. Sorulsa, muhtemelen ikinci soruya da (önce sermaye artışı, sonra kâr dağıtımı) aynı yanıt verilir.

O zaman şu soruya yanıt aramak gerekir: Nakit sermaye artışı yapan şirketler, faiz indiriminden yararlanmaya devam etmek için, hiç mi kâr dağıtmayacaklar? Veya tersi; kâr dağıtan şirketler daha sonra nakit sermaye artışı yaparlarsa, dağıtılan kâr tutarıyla sınırlı olarak hiçbir zaman indirimden yararlanamayacaklar mı?

Şu söylenebilir; kâr dağıtımı ve sermaye artışı zincirleme olarak arka arkaya yapılırsa, teşvikten yararlanılmaz, özelgede söylenen de budur. Ancak bu durumda da başka sorulara yanıt bulmak gerekir. Arada belli bir süre mi geçmeli? Böyle ise süre ne? Süre yok, her bir şirket özelinde bakmak gerekir denirse, neye bakacağız? İşte bu sorular sorulmaya başlanırsa, teşvik uygulanamaz hale geliyor demektir.

Verilen bir özelgeye rağmen konu netleşmiş değil. Kişisel düşüncem her iki soruda da teşvik son bulmaz. Sermaye artışından gelen nakdin kullanımıyla ilgili yasal bir sınırlama yok. Yatırımlarda kullanılabilir, borç ödemede kullanılabilir, mal ve hizmet tedarikinde kullanılabilir, kâr dağıtımında kullanılabilir. Kâr dağıtımı sonrasında sermaye artışı yapılması durumunda da teşvik açısından bir özellik yok. Ancak bu cevaplar benim kişisel cevaplarım, özelgeyle de çeliştiği söylenebilir. Dikkatli olmakta, belki ihtirazi kayıtla beyanname verilip yargı kararına göre işlem yapmak çözüm olabilir.

5- Ortağın sermaye taahhüdünü nasıl yerine getirdiği nasıl tespit edilir?

Yasal düzenlemeye göre, ortaklar tarafından kredi kullanılmak veya borç alınmak suretiyle gerçekleştirilen sermaye artırımları, indirim hesaplamasında dikkate alınmıyor. Mükerrer faiz indirimi olmasın diye bu düzenleme yapılmış anlaşılan.

Düşünce güzel ama en azından iki soruya anlamlı cevap bulmak gerek. Birincisi, sermaye artıran şirket ortağının parayı nereden bulduğunu nasıl bilecek? Şirket bir de halka açıksa, bu durumu tespit etmek mümkün mü? İkincisi, ortak yurt dışında yerleşikse, bu kurala gerek var mı? Mükerrer indirim yok. Teşvik de mantıklı. Yurt dışında yerleşik bir şirketin borç alıp Türkiye’deki şirkete sermaye koymasını teşvik kapsamı dışında tutmaya gerek yok.

Önemli bir konu ve cevabı net değil. Şirket bazında değerlendirilmesinde yarar var.

6- Sermaye artışından gelen nakitle ortağa/ilişkili kişiye olan borç ödenirse, teşvik sonlanır mı?

Konu tartışmaya açık. Gelir İdaresi ortağa borcun sermayeye eklenmesini teşvik kapsamında görmediğine göre, özünde aynı işlem gibi görüp bu soruya da olumsuz cevap verebilir.

Tespit edebildiğim bir vergi mahkemesi kararında, sermaye artırımından gelen nakdin ortak olmayan ancak ilişkili olan şirkete olan borcun ödenmesinde kullanılmasında, teşvikten yararlanılabileceğine karar verilmiş. Beyanname ihtirazi kayıtla verilmiş, vergi dairesinin teşviki kabul etmemesi üzerine konu yargıya taşınmış, vergi mahkemesi de bu kararı vermiş. Temyiz sonucunu ve yeni kararları beklemek gerekiyor, konunun biraz da olsa netleştiğini söylemek için.

7- Değerlendirme

İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda nakit sermaye artırımı yoluyla şirketlerin mali bünyelerinin güçlendirilmesi önemli. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir düzenlemeyle şirketlerin kâr dağıtımına geçici bir süre için önemli bir sınırlama getirildi, bu amaç çerçevesinde. Bence böyle geçici ve tartışmalı, sonuçları itibariyle çok da amaca hizmet etmeyen bu tür sınırlamalar/yasaklamalar yerine, nakit sermaye artırımında uygulanacak teşvikin yeni baştan, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir yapıya nasıl kavuşturulması düşünülse daha yararlı olur diye düşünüyorum. Bu yapılmayacaksa da belirsizlikler nasıl giderilir, teşvik nasıl etkin uygulanabilir hale getirilir diye bakmanın tam zamanı.Recep Bıyık

https://www.dunya.com/kose-yazisi/nakit-sermaye-artisinda-faiz-indiriminde-netlesennetlesmeyen-konular/469619

Çarşamba, 06 Mayıs 2020 11:15

Malul Ve Engelli Nasıl Emekli Olur?

Sağlık sorunları sebebiyle erken emeklilik mümkün. Yazı dizimizin bu bölümünde malulen emeklilik ve engelli hakkıyla emeklilik için şartları birlikte inceleyelim.

Emekliliğe ilişkin çokça sorulan sorulardan biri, sağlığını yitirenlerin erken emekli olup olamayacağı konusunda. Hastalanan, ameliyat olan ve rapor alıp işine devam edemeyenlerin aklında nasıl emekli olacakları sorusu vardır.

Sosyal güvenlik mevzuatımız kimlerin sağlık sorunları sebebiyle erken emekli olabileceklerini düzenlemiştir. Bu çerçevede, iki emeklilik kavramı öne çıkar. Bunlardan ilki ‘malulen emeklilik’, diğeri de ‘engelli hakkıyla emeklilik’ kavramıdır. Malulen emeklilik ile engelli emekliliği arasında bazı farklar vardır.

Yüzde 60 kayıp şartı

Malulen emekli olabilmek için gerekli ilk ve en önemli şart, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğuna dair sağlık kurulu raporudur. Bu raporun alınabilmesi için kişilerin ilk olarak bulundukları il veya ilçedeki SGK merkezlerine başvurmaları ve yetkili hastanelere sevk edilmeleri gerekir.

Kişiler doğrudan hastaneye başvurarak rapor almak yerine SGK’ya başvurarak sevklerini gerçekleştirmelidir. Sevkin SGK üzerinden yapılmasının nedeni, yalnızca sağlık kurulu raporunun malullük aylığı almak için yeterli olmamasıdır. Kişi, çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olduğunu belgelese bile en az 1.800 gün prim ödemesi yoksa veya prim ödemesini borçlanma ile 1.800 güne tamamlayamıyorsa malullük aylığı alamaz.

Aylık nasıl alınır?

Yani, malul sayılmak, malullük aylığı almaya yetmez. Ancak kişinin çalışma gücünde en az yüzde 60 kaybın olması, bu kişinin engellilik oranının da en az yüzde 40 olacağını gösterir. Bu nedenle her malul engellidir. Ancak her engelli malul sayılmayabileceği gibi, her engelli de malullük aylığı alamaz. Çünkü yüzde 40 engelli olan bir kişinin çalışma gücünde en az yüzde 60 kayıp olmayabilir.

Malul ve engelli nasıl emekli olur

Engelli emekliliği koşulları neler?

Malulen emekli olamayan bir kişi engelli hakkıyla emekli olabilir. Malulen emeklilikte sigortalılık süresi ve prim koşulunu yerine getiremeyen kişiler, engellilik tespiti yaptırarak engelli emekliliğinden yararlanabilirler. Engelliler, engellilik oranı ve ilk kez sigortalı oldukları tarihe göre emeklilikte farklı koşullara tabidir.

İlk kez 1 Ekim 2008 ve sonrasında sigortalı olan engelliler, SGK’dan alacakları sevk ile yetkili hastanelerden aldıkları sağlık raporlarındaki çalışma gücündeki kayıp oranına göre emekli olurlar. Bu açıdan, sağlık kurulu raporuna göre çalışma gücü kaybı:

- Yüzde 50 ila yüzde 59 arasında olan sigortalılar 16 yıllık sigortalılık süresi ve en az 3.700 gün,

- Yüzde 40 ila yüzde 49 arasında olanlar ise 18 yıllık sigortalılık süresi ve en az 4.100 gün şartlarını yerine getirdiklerinde emekli olabilirler.

1 Ekim 2008 ila 1 Ocak 2015 arasında ilk kez sigortalı olan engelliler için kademeli geçiş ile belirlenen emeklilik koşulları tablodaki gibidir. İlk kez sigortalı olunan tarih ilerledikçe emeklilik için geçerli koşullar ağırlaşmaktadır.

5 yıl prim ödemek şart

Malullük aylığı alabilmek açısından ikinci şart, kişinin malullük için gerekli sağlık kurulu raporunu almak üzere SGK’ya başvurduğu tarihte en az 1.800 gün ödenmiş priminin olmasıdır. Yani, malullük aylığı talep eden kişilerin SGK’ya başvurdukları tarihte en az 5 yıl prim ödemiş olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, sevk işlemleri yapılamaz ve bu kişiler malullük aylığı da alamazlar.

Malulen emekli olma talebinde bulunan kişinin başvuru tarihinde 1.800 gün primi yok fakat borçlanabileceği bir süre varsa ve bu süreyi borçlanması halinde prim günü sayısı 1.800’e ulaşıyorsa, bu durumda SGK sevk işlemini gerçekleştirmektedir.

Sürekli bakım gerekiyorsa...

SGK’dan aldığı sevk ile birlikte başvurduğu sağlık kurulu tarafından çalışma gücü kaybı belirlenen sigortalının raporunda “başka birisinin sürekli bakımına muhtaç” ibaresi yer alıyorsa, bu durumda malullük aylığı bağlanması için en az 10 yıldır sigortalı olma koşulu aranmamaktadır.

Yani, malullük aylığı alınabilmesi için 10 yıldır sigortalı olma koşulu bütün maluller için gerekli değildir. Malul kişi eğer başka birisinin sürekli bakımına muhtaç durumda ise 10 yıldır sigortalı olma koşuluna tabi olmaksızın malullük aylığı alabilir. Ancak sağlık kurulu raporunda bu yönde bir ibare bulunmuyorsa, bu durumda sigortalının malul sayılabilmesi için hem 5 yıl ödenmiş priminin olması, hem de en az 10 yıldır sigortalı olması gerekir.

1800 gün prim

Örnek olarak ilk kez 30 Ağustos 2005 tarihinde sigortalı olmuş bir kişi, 30 Ağustos 2015 tarihine kadar 1.800 gün prim ödemiş ve çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında kaybetmişse malul sayılır ve malullük aylığı alabilir. Bu nedenle, işverenlerin sigorta girişlerini yapması çok önemlidir. Çalışmaya başladığı halde sigorta girişi yapılmayan kişiler bir sağlık sorunu ile karşılaştıklarında sigortalılık süreleri tamamlanmadığı için malullük aylığı alamayabilirler.

Malul ve engelli nasıl emekli olur

Hangi tarihler önem kazandı?

İlk kez 1 Ekim 2008 öncesinde sigortalı olmuş engelliler, engellilik nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış olduklarını vergi daireleri veya defterdarlıklar tarafından sevk edildikleri ve Sağlık Bakanlığı’nca belirlenen yetkili sağlık kurumlarından aldıkları raporla tespit ettirmeliler.

Engelliliği nedeniyle vergi indiriminden yararlanan sigortalılardan 6 Ağustos 2003 tarihi itibarıyla 12 yıl ve daha fazla sigortalılık süresi bulunanlara, engellilik derecelerine göre kademeli geçiş ile emeklilik hakkı sağlanmıştır. Ancak bu tarihten sonra ilk kez sigortalı olanlar için aşağıdaki koşullar geçerlidir:

- Engellilik oranı yüzde 80 ila yüzde 100 arasında olanlar için 15 yıl ve 3.600 gün,

- Engellilik oranı yüzde 60 ila yüzde 79 arasında olanlar için 18 yıl ve 4.000 gün,

- Engellilik oranı yüzde 40 ila yüzde 59 arasında olanlar için 20 yıl ve 4.400 gün.

Kademeli geçiş

6 Ağustos 2003 tarihinden önce sigortalı olanlar ise emeklilik için kademeli geçişe tabi tutulmuşlardır. 6 Ağustos 2003 tarihi itibarıyla 12 yıl ve daha fazla sigortalılık süresi olanlar eski hükümlere göre, yani 15 yıl ve 3.600 gün prim koşulunu yerine getirerek emekli olabilirler.

Ancak 6 Ağustos tarihi itibarıyla 12 yıldan az sigortalılık süresi bulunanlar için engellilik dereceleri göz önüne alınarak kademeli bir geçiş süreci öngörülmüştür. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/malul-ve-engelli-nasil-emekli-olur-6206188

Salı, 05 Mayıs 2020 13:51

Hangi Kâr Dağıtımı Ertelendi?

Covid-19 güncesi

Çin’in Wuhan şehrinde başlayan yeni koronavirüs (Covid-19) salgını Dünya Sağlık Örgütü’nce 11/3/2020’de “pandemi” olarak ilan edildi. Salgın artık dünyanın her yerinde. Avrupa Birliği Salgın Önleme ve Kontrol Merkezi’nin 29/4/2020 tarihli verilerine göre salgın, 206 coğrafi bölgede (tanınmayan ülkeler dahil) 3,05 milyon vaka 216,56 bin ölüm ve son 14 günde 1,1 milyon vaka olarak seyrediyor. (https://www.ecdc.europa.eu/en/geographical-distribution-2019-ncov-cases)

Salgın nedeniyle hükümetler, “toplum sağlığı, işletmeler ve insan kaynağını korumak” amacıyla parasal ve mali teşvik paketleri açıklamayı sürdürüyor.

Türkiye’deki son önlemler

Salgın mücadele amacıyla Türkiye’de son olarak “kâr dağıtımı” sınırlandırılmasının da yer aldığı değişiklikleri içeren 7244 sayılı Kanun 17/4/2020’de Resmî Gazete’de yayımlandı. Değişiklikler ana hatları ile aşağıdaki gibidir:

  • Ücretsiz izinde olup kısa çalışma ödeneği alamayanlar veya işten çıkarılıp işsizlik ödeneği alamayan çalışanlara ücret desteği verilmesi, işverenlerin iş akitlerini 3 ay süreyle feshedememesi,
  • Gelir ölçütü ve ağır engellilik şartından bağımsız “yaşlılar ile engellilere” yapılan yardımların 3 ay süreyle yapılması,
  • Faaliyeti durdurulan veya faaliyet yapamayan işletmelerden “ilan ve reklam” ile “çevre temizlik” vergileri alınmaması,
  • Hazine ve belediye, Milli Parklar ve Orman Genel Müdürlüğü taşınmazları ve izinleri için ödenen borçlar ile Kredi Yurtlar Kurumuna olan borçların 3 ay süreyle ertelenmesi,
  • Belediyelerin gelir vergisi tevkifatı ve sosyal sigorta prim ödemelerinin 3 ay süreyle ertelenmesi,
  • Belediyelerce toplu taşıma faaliyetlerinin 3 ay süreyle desteklenmesi, belediyelerce konutlar ve faaliyeti durdurulan işyerlerinin su fatura tahsilatının 3 ay süreyle ertelenebilmesi,
  • Kaçakçılıkla mücadelede el konulan ve salgın hastalıkla mücadelede kullanımı mümkün tıbbi cihaz ve malzemelerin kullanılabilmesi,
  • Tarım satış kooperatifleri birliklerinin DFİF kaynaklı kredi taksit ödemelerinin 2021’e ertelenmesi,
  • Seyahat Acentaları Birliği üyelerinden 2020 yılı aidatlarının alınmaması ve seyahat acentaları işletme belgelerinin acenta unvanından bağımsız olarak devredilebilmesi,
  • TEDAŞ’ın elektrik tüketiminden kaynaklanan alacaklarının yapılandırılması,
  • Birlik, dernek ve benzeri kurum / kuruluşların genel kurullarının ertelenmesi ve mevcut organlarla yönetimlerinin devamı,
  • Boşalan muhtarlık seçimlerin ertelenmesi,
  • Ticari gemilerin denize elverişlilik belge süreleri ile denetimlerin 1/8/2020’ye uzatılması,
  • Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk faaliyet lisans sürelerinin 1 yıl uzatılması,
  • Ar-Ge ve tasarım merkezleri ile teknokentlerdeki faaliyetlerin geçici süreyle bölge merkez / bölge dışından yürütülmesi izni,
  • Mücbir sebep halinde “bilgi ve belgelerin oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafazası ve ibrazı için gerekli yöntemlerin” Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenmesi,
  • Devlete ait üniversitelerin tıp ve diş hekimliği fakültelerine kaynak aktarılabilmesi,
  • 30 Eylül 2020’ye kadar “şirketlerin kâr dağıtımlarının 2019 yılı net dönem kârının %25’ine kadar sınırlandırılması, daha önce alınan kararlar kapsamında henüz ödenmeyen dağıtımların da 2019 yılı net dönem kârının %25’ini aşamaması.
  • Fahiş fiyat artışı, stokçuluk ile mücadele için “Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu” oluşturulması.

Kâr dağıtımına sınırlama

Tüm dünya olağanüstü bir dönemden geçtiğinden, olağanüstü kuralların uygulanması gündeme geliyor. Diğer ülkeler gibi ülkemizde de 7244 sayılı Kanun ile Türk Ticaret Kanunu’na eklenen geçici 13’üncü madde sermaye şirketlerindeki kaynakların nakit kâr dağıtımı yoluyla azaltılmaması ve ek finansmana ihtiyaç duyulmaması için mevcut özkaynakların korunması hedeflenmiştir.

Yapılan düzenlemeyle 30 Eylül 2020’ye kadar 2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’i dağıtılabilecektir. Bu sürede geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçeler dağıtıma konu edilemeyecek, avans kâr payı dağıtımı yapılamayacaktır. Bu süreyi üç ay uzatma veya kısaltma yetkisi Cumhurbaşkanı’na verilmiştir. Ancak kapsamdaki sermaye şirketlerine ilişkin istisnalar ile uygulama hakkında düzenlemeler yapmaya Hazine ve Maliye Bakanlığı görüşüyle Ticaret Bakanlığı’na yetki verilmiştir.

Ayrıca, bu değişiklik öncesinde sermaye şirketlerinin genel kurullarınca 2019 yılına ilişkin kâr payı dağıtımı kararı alınmış ve fakat henüz pay sahiplerine ödenmemiş veya kısmen ödenmişse, bu ödemelerin de 2019’un net dönem kârının %25’ini aşan kısmı 30 Eylül 2020’e kadar ertelenecektir.

Kâr dağıtımına getirilen düzenlemeyle 30 Eylül 2020’ye kadar 2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’inin dağıtımı mümkündür. Değişiklik öncesinde alınan kâr dağıtım kararlarının ödenmemiş kısımlarının da %25’i aşan kısmı 30 Eylül 2020’ye ertelenmiş, dağıtılması kısıtlanmıştır. Ancak, değişiklik öncesinde sermaye şirketlerinin genel kurullarınca 2019 yılı net kârı dışında “geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçelerin” dağıtımına karar verilmişse, geçici 13’üncü maddenin 2’nci fıkrasının bu dağıtıma engel olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü bu sınırlamayı düzenleyen madde lafzı açıkça “2019 yılı net dönem kârının yalnız %25’i” ile ilgilidir.

Kâr dağıtımının bazı nedir?

Net dağıtılabilir dönem kârı, net dönem kârından varsa “geçmiş yıllar zararları” ve “genel kanuni yedek akçe” indirilerek tespit edilir. “Net dağıtılabilir dönem kârı” dışında, dağıtılması mümkün olan “diğer kaynaklar” da “kâr dağıtımına” konu edilebilir. “Geçmiş yıl kârları”, “olağanüstü yedekler” ile “TTK ve esas sözleşme uyarınca dağıtılabilir diğer yedekler” bunlara örnek olarak verilebilir. Sermaye şirketleri yıl sonunda yetkili organlarının kararı ile ortaklarına “kârı payı" dağıtabilir. “Kârı payı", ister kanun isterse esas sözleşme gereği olsun, ortaklıkların yetkili organlarının kararına bağlı olup, “nakit” ve/veya “bedelsiz pay” olarak ödenebilir. Ortaklık yetkili organları dağıtımın nakit ve/veya bedelsiz pay olarak yapılmasına karar verebilir.

Bedelsiz kâr dağıtımı mümkün mü?

TTK’na eklenen geçici 13’üncü madde ile sermaye şirketlerinin nakit kâr dağıtımı yapılması ertelenmiş, “bedelsiz pay” vermek suretiyle kâr dağıtımına bir sınırlama getirilmemiştir. Bu kapsamda gerek 2019 yılı net dönem kârının %25’ini aşan kısmı, gerekse geçmiş yıl kârları ve serbest yedek akçeler “sermayeye ilave edilmek suretiyle bedelsiz pay” olarak dağıtılabilir. 

Böylece sermaye şirketlerindeki kaynaklar, bedelsiz kâr dağıtımı yoluyla şirketlerin özkaynakları arasında kalmaya devam edecektir. Bedelsiz kâr payı dağıtımı, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunlarında yer alan “kârın sermayeye eklenmesi kâr dağıtımı sayılmaz” hükmü gereği tevkifata da tabi olmayacaktır.

Ayrıca sermaye şirketlerinin net dönem kârını sermayeye ekleyerek gerçekleştirdikleri kâr dağıtımları gerçek kişi ortaklarca elde edilen kâr payı olarak beyana tabi olmayacaktır. Diğer taraftan, gerçek kişilerin kurumların kârlarını sermayeye eklenmesi dolayısıyla sahip oldukları hisse senetlerinin edinim tarihinin tespitinde, daha önceden sahip olunan payların edinim tarihi esas alınmaktadır. Diğer bir deyişle, ortakların bu hisseleri elden çıkarmada elde tutma süreleri ile ilgili bir kaybı söz konusu değildir.

Diğer taraftan temettü geliri bekleyen yatırımcılarda bedelsiz kâr payı dağıtımından elde ettikleri hisseleri borsada elden çıkararak nakit ihtiyaçlarını karşılayabilirler.

Bütün bu nedenlerle, gerek 2019 net dönem kârının gerekse geçmiş yıl kârlarının bedelsiz kâr payı olarak dağıtılması hem bireyler hem de kâr dağıtan kurumlar tarafından avantajlı bir durum olup, sermaye piyasalarının gelişmesi, derinleşmesi açısından da faydalı olabilecektir. 

Bedelsiz kâr payı ödemesi, kârı hisseye dönüştürür.

Abdulkadir Kahraman/https://www.vergidegundem.com/

 

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Anonim Şirketlerde Değişiklikler Yapılıyor (Yeni TTK Kanun Tasarısı) AK Parti yönetimince Meclis Başkanlığı’na sunulan yeni Türk Ticaret Yasası…
  • YURT DIŞINDA ÖDENEN VERGİLERİN, YURT İÇİNDE ÖDENEN VERGİLERİN VE GEÇİCİ VERGİNİN MAHSUP SIRASI  Kurumlar Vergisi Kanununa göre Hesaplanan Kurumlar Vergisinden aşağıdaki sıra dahilinde…
  • Müjde! Birinci Geçicide Enflasyon Düzeltmesi Uygulanmayacak! İsteyen Mükellefler Enflasyon Düzeltmesi Uygulayabilir Mi? 2023 yılı kurumlar vergisi beyannameleri epeyce zaman aldı, 2023 kasım…
Top