Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Cumartesi, 13 Ağustos 2022 11:31

Kripto Para Piyasası Girişimleri Azalıyor

Son dönemde piyasalarda beliren karmaşıklık, hızla düşen kripto fiyatları ve blok zincirindeki gelişmeler; kripto para piyasasındaki girişimcileri yeni bir bilinmeyene sürükledi. Ethereum ve Bitcoin, 2021 yılsonunda tüm zamanların en yüksek seviyelerini gördü. 2022’nin ilk yarı sonunda ise Ethereum ve Bitcoin fiyatlarında hemen hemen %50 düşüş yaşandı ve değer kaybetmeye de devam ediyor.

Temmuz 2022 itibariyle neredeyse tüm kripto para birimlerine ait piyasa değeri yaklaşık %70 oranında azaldı. Kripto para birimlerinin piyasa değerinin 2022 sonunda ise yaklaşık 3.2 trilyon dolardan 1.5 trilyon dolara düşeceği öngörülüyor. Kripto para piyasasının aktif oyuncuları ise çeşitli stratejiler geliştirerek bu durumun v erebileceği olası zararları elimine etmeye uğraşıyor. Örneğin; 2022 yılının ikinci yarısından itibaren oldukça popülarite kazanan bir kripto kredi platformu, aşırı değişken piyasa koşullarını gerekçe göstererek kripto kredi temini işlemlerini durdurdu. Aynı zamanda kripto piyasasının önemli oyuncularından olan bu kredi platformu, 2022 yılı ilk çeyrekte aldığı teminatların karşılığı olan 300 milyon dolarlık borcunun da geçen aylarda geri ödemesini tamamladı.

Yakın zamana kadar 10 milyar dolarlık varlık yöneten bir kripto yatırım fonu, borç verenlerinden gelen marj çağrılarını karşılayamadığı için ifl asını duyurdu ve bu ifl as diğer kripto varlıklar için aşağı yönlü bir ödeme gücü sorunsalı doğurdu. Milyarder kripto girişimcilerin tehlikede olan kripto varlıklarını kurtarmak için kendi şirketlerini kullanarak sağladıkları krediler vb. çabaları sonuçsuz kaldı. Üstelik kripto varlıkları kurtarmak için kendi şirketlerinden sağladıkları kredilerin miktarı ise bir hayli yüksekti (tahmini 300 milyon dolar ile 550 milyon dolar arası). Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, her ne kadar 2022’nin ikinci yarısında olağanüstü değerlemelerin beklentisi olsa da, kripto piyasasındaki değerlemelerin 2022 yılında 2021’de ulaştığı zirve noktasına ulaşması oldukça güç ve hatta neredeyse imkansız.

Yeni dönemde kripto ve blok zinciri için çok farklı bir gelecek öngörülüyor ve maalesef bu gelecek içinde çok da olumlu beklentiler barındırmıyor. Kripto paralar pandemi döneminde piyasada bulunan aşırı kaldıraç ve düşük likidite nedeniyle birçok girişimci için oldukça cazip bir seçenekti. 2021’de yaşanan toplu işten çıkarmalar, işe alımlardaki aksaklıklar, dünya devlerinin yaşadığı finansal sıkıntılar ve ekonomilerdeki genel belirsizlikler vb. mevcut koşullar değerlendirildiğinde kripto para piyasası oldukça idealdi ve birçokları için yatırımlarını gerçekleştirebilecekleri eşsiz bir fırsat niteliğindeydi. Son günlerde ise kripto meraklısı birçok girişimci kripto piyasasında rol almak için sahip oldukları ilk heyecanını kaybetti. Öte yandan, teknolojiye tutkulu olan kripto girişimci için tünelin sonunda hala bir ışık var ve kripto piyasada belki de tahmin ettiklerinden daha da uzun sürecek bu oyunu oynamaya istekliler. Peki, ya siz tam da bu dönemde kripto para piyasasında bir oyuncu olsanız ne yapardınız?

Kripto para piyasasında bir girişim ya da yatırım için bu dönemde ne kadar risk alırdınız?

Cevap vermeden size küçük bir uyarı: Kripto piyasada daha bilinmeyen pek çok şey var; pek çok belirsizlik. Kripto piyasalar aslında her ne kadar piyasada bulunan aktif oyuncuların ifadelerine göre anlaşılabilir olsa da; işin içine girdikten sonra kripto para piyasalarının adeta çok bilinmeyenli bir denklem olduğunu keşfediyorsunuz. Tabi bu söylediklerim; en çok da bilinmeyenler ve belirsizlik lehinize de olabilir aleyhinize de… Kripto piyasada her şey mümkün: Kazanmak kadar kaybetmek de… Seçim sizin…

Bu piyasalarda bir rolünüz olsun istiyorsanız sadece şunu unutmayın: Henüz kartların hepsi açılmadı... Doç. Dr. Duygu HIDIROĞLU

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kripto-para-piyasasi-girisimleri-azaliyor/666229

Ülkemizde en çok tercih edilen ticaret şirketi türü limited şirket olup, anonim şirket uzun yıllar boyunca hep ikinci sırada kalmıştır. Limited şirketlerin sayıca üstünlüğüne rağmen, anonim şirketin limited şirkete kıyasla bazı avantajları bulunmaktadır. Bu avantajları yanında, anonim şirketi tercih etmenin bazı dezavantajları da bulunmaktadır. Bu avantajları ve dezavantajları gözeterek şirketin türünü belirleme tamamen şirketin kurucularına ve kuruluş sonrasında şirket ortaklarına kalmış bir husustur. Bununla birlikte, anonim ve limited şirketlere dair genel bir bakış açısı oluşturmak amacıyla, her iki şirketin temel avantaj ve dezavantajlarını kısaca ortaya koymak mümkündür.

Türk Ticaret Kanunu, limited şirkette ortak sayısının elliden fazla olamayacağını öngördüğü halde, anonim şirketin ortak sayısı konusunda herhangi bir üst sınır öngörülmemiştir. Bu durum, anonim şirkete halka açılma imkanı tanımaktadır. Ayrıca, limited şirket sadece esas sermaye sistemine tabi iken, anonim şirket kayıtlı sermaye sistemini de seçebilmektedir. Anonim şirkette pay ve pay senedinin devri, limited şirkete kıyasla oldukça kolaydır. Payların senede bağlanmış olması anonim şirket ortaklarına Gelir Vergisi Kanunu ile Katma Değer Vergisi Kanunu yönünden önemli vergi avantajları sağlar iken, limited şirket pay senetlerinin devre konu olamaması nedeniyle limited şirket ortakları anılan avantajdan faydalanamamaktadır. Diğer yandan, limited şirket ortakları, şirketten tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu borçlarından ötürü sermaye payları oranında sorumlu iken, anonim şirketin yönetim kurulu üyesi olmayan ortaklarının şirketten tahsil edilemeyen kamu alacaklarından dolayı sorumlulukları bulunmamaktadır.

Anonim şirketin kuruluşunda asgarî sermaye tutarının dörtte biri olan 12 bin 500 TL’nin ödenmesi gerekir iken, limited şirketin tercih edilmesi halinde asgari sermaye tutarının en az dörtte birini ödemek gerekmez, taahhüt edilen sermaye iki yıl içerisinde rahatlıkla ödenebilir. Ayrıca, bazı anonim şirketlerin kuruluşları ve esas sözleşme değişiklikleri bakanlık iznine tabi iken, limited şirketin kuruluşu ve sözleşme değişiklikleri herhangi bir makamın iznine bağlı değildir. Genel Kurulun Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönerge hazırlamak, tescil ve ilan ettirmek ile bazı genel kurul toplantılarında Bakanlık Temsilcisi bulundurmak da, limited şirkette olmayan, fakat anonim şirkete hakim olan yükümlülüklerdir.

Ayrıca, limited şirketin müdürleri 10-20 yıl gibi uzun bir süreyle görev yapmak üzere seçilebilmekte iken, anonim şirketin yönetim kurulu üyeleri en çok üç yıl süreyle görev yapmak üzere seçilebilmekte, süreleri dolunca yeniden seçilmeleri gerekmektedir. Bağımsız denetim kapsamına giren sınırlı sayıda limited şirket hariç limited şirketler için herhangi bir denetim zorunluluğu bulunmamakta iken, bağımsız denetim kapsamına giren anonim şirketler, TTK’nın 397’nci maddesinin dördüncü fıkrası; bağımsız denetim kapsamı dışında kalanları ise beşinci fıkrası uyarınca denetime tabi tutulmuşlardır.

Bu dezavantajlardan mı bilinmez, ama, ülkemizde anonim şirketten ziyade limited şirket tercih edilmektedir ve limited şirketlerin sayısı nerdeyse anonim şirketlerin 7 katını bulmaktadır. Soner Altaş

https://www.dunya.com/kose-yazisi/anonim-sirket-mi-limitet-sirket-mi-tercih-edilmeli/666232

 

7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’na göre, veraset ve intikal vergisinin konusu; Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunan şahıslara ait mallar ile Türkiye’de bulunan malların veraset (miras) yoluyla veya herhangi bir suretle olursa olsun ivazsız (bedelsiz) olarak bir şahıstan diğer şahsa intikalidir. Mal kavramı; menkul ve gayrimenkul şeylerle malvarlığına girebilen diğer tüm hakları ve alacakları ifade etmektedir.

Veraset ve intikal vergisinin mükellefi, veraset yoluyla veya ivazsız bir tarzda mal iktisap eden yani kendisine mal intikal eden şahıstır. Her ne kadar söz konusu verginin mükellefinin sadece gerçek kişiler yani bireyler olduğu düşünülebilirse de kanunda da belirtildiği gibi “şahıs” kavramı gerçek veya tüzel tüm kişileri kapsar.

Bu durumda kendisine veraset (miras) yoluyla veya ivazsız (bedelsiz) olarak (bağış, hibe, yardım, vb. şekilde) mal intikal eden bir tüzel kişi de (kurum, şirket, vakıf, dernek, kulüp, birlik) kural olarak veraset ve intikal vergisinin mükellefi olur. Bununla birlikte, Kanunda bazı kurumlar söz konusu vergiden muaf tutulmuştur. Bu bağlamda Kanunun 4’üncü maddesinde aynen; “Aşağıda yazılı şahıslar Veraset ve İntikal Vergisi’nden muaftır: a) Amme idareleri, emekli ve yardım sandıkları, sosyal sigorta kurumları, umumi menfaate hadim cemiyetler, siyasi partiler ve bunlara ait olan veya bunların aralarında kurdukları teşekküllerden Kurumlar Vergisine tabi olmayanlar; b) Yukarıdaki fıkrada sayılanlar dışında kalan hükmi şahıslara ait olup umumun istifadesi için ilim, araştırma kültür, sanat, sıhhat, eğitim, din, hayır, imar, spor gibi maksatlarla kurulan teşekküller; c)Yabancı Devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları (Fahri konsoloslar hariç) ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o Devletin tabiyetinde bulunan memurları ve Türkiye’de resmi bir vazifeye memur edilenler ile bu sayılanların aileleri efradı (Mütekabiliyet şartiyle) (Türk tabiiyetinde bulunan şahıslardan veraset tarikıyle veya sair suretle mal iktisabedenlerle yukarda sayılanların dışında kalıp da Türkiye’de ikamet eden şahısların Türkiye’de bulunan mallarını veraset tarikıyle veya sair suretle iktisabedenler hariç).” denilmektedir.

Söz konusu kanun maddesinde geçen bazı kurumların mahiyet ve kapsamı net iken diğerlerinin mahiyet ve kapsamı izaha muhtaç bulunmaktadır.

1- Amme İdareleri Amme idareleri, kamu idarelerini ifade etmektedir. Kamu idareleri ise kamu hizmeti ifa etmek üzere kanunla veya kanunun yetkiyi verdiği yetkiye dayanarak kurulan kamu kurum ve kuruluşları olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, bakanlıklar ve taşra kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri, üniversiteler ve diğer özel bütçeli idareler, sosyal güvenlik kurumları, düzenleyici ve denetleyici kurumlar amme idarelerinin başlıca örnekleridir. Söz konusu idareler veraset ve intikal vergisinden muaf tutulduğu için bu idarelere yapılan bağış ve yardımlar vergiye tabi değildir.

2- Belediye şirketleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri Veraset Ve İntikal Vergisine Tabi mi? İlk olarak belirtmek gerekir ki, belediye şirketleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri kamu idaresi değildir. Zira, söz konusu kurumlar kamu idareleri tarafından kamu hizmetlerini görmek üzere değil, piyasaya yönelik mal ve hizmet sunmak üzere kurulan ve genellikle özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişilerdir. Söz konusu kurumlar aynı zamanda kurumlar vergisi mükellefidir.

Kamu idaresi statüsünde olmadığından belediye şirketleri ve kamu iktisadi teşebbüslerinin Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun kamu idarelerine tanıdığı muaflıktan yararlanmaları söz konusu değildir. Nitekim, yukarıda zikredilen kanun maddesinde “bunlara ait olan veya bunların aralarında kurdukları teşekküllerden Kurumlar Vergisine tabi olmayanlar” hükmü yer almaktadır.

Dolayısıyla, belediye şirketleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri kurumlar vergisine tabi olduğundan veraset ve intikal vergisinden muaf değildir. Aynı durum kamu idarelerine ait bütçe içi (iktisadi, ticari) işletmeler için de geçerlidir.

3- Dernek ve Vakıflar Dernek ve vakıfların veraset ve intikal vergisinden muaf olduklarına ilişkin olarak Kanunda bir hüküm bulunmamaktadır. Kanunda sadece “umumi menfaate hadim cemiyetler” yani “kamu yararına çalışan dernek” statüsüne sahip derneklerin veraset ve intikal vergisinden muaf olduğu belirtilmiştir. Konuya ilişkin yasal düzenlemelere göre “kamu yararına çalışan dernek” statüsü Cumhurbaşkanı tarafından verilmektedir. Kızılay, Yeşilay, Darüşşafaka söz konusu statüye sahip derneklerin başında gelmektedir.

Bu durumda “kamu yararına çalışan dernek” statüsüne sahip olmayan derneklere yapılan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisine tabidir. Dolayısıyla, veraset yoluyla veya ivazsız suretle bu tür derneklere intikal edecek para, taşınır veya taşınmaz mallar dolayısıyla veraset ve intikal vergisinin aranılması gerekmektedir.

Vakıflara ilişkin olarak ise, kanunun 4’üncü maddesinin (k) bendinde Cumhurbaşkanı’nca vergi muafiyeti tanınan vakıfl ara kuruluşu için veya kurulduktan sonra tahsis olunan malların da veraset ve intikal vergisinden istisna olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda; “Kuruluşunda veya kurulduktan sonra vakıflara bağışlanan taşınır taşınmaz malların veraset ve intikal vergisinden istisnadır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınmayan vakıflara bağışlanan taşınmaz mallar dışındaki para ve mallar veraset ve intikal vergisine tabidir.

Bununla birlikte, aşağıda da açıklanacağı üzere, kamuya yararlı dernek statüsüne sahip olmayan dernek ve Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınmayan vakıfların halkın geneline yönelik bilimsel, sanatsal, kültürel, sportif, sıhhi, dini vb. hizmetler sunmak üzere kurulmuş olmaları ve bu şekilde faaliyetlerine devam etmeleri halinde bunlara yapılan her türlü bağış ve yardımlar vergiden istisnadır.

4- İlim, araştırma, kültür, sanat, sağlık, eğitim, din, hayır, imar, spor gibi maksatlarla kurulan kurum ve kuruluşlar Kanunun yukarıda zikredilen maddesinin (b) bendinde “Yukarıki fıkrada sayılanlar dışında kalan hükmi şahıslara ait olup umumun istifadesi için ilim, araştırma kültür, sanat, sıhhat, eğitim, din, hayır, imar, spor gibi maksatlarla kurulan teşekküller” denildiğinden söz konusu teşekküller de veraset ve intikal vergisinden muaftır. Bununla birlikte, burada dikkat edilmesi gereken husus veraset ve intikal vergisinden muafiyet için teşekkülün kâr amacı gütmemesi ve umumun istifadesine yani halkın (herkesin) kullanımına açık olması zorunluluğudur. Umuma değil de, sadece belli kişilere (üyelere, mensuplara) hizmet vermek üzere kurulan teşekküllerin (örneğin, OSB müdürlükleri, ticaret ve sanayi odaları, birlikler, meslek teşekkülleri, emekli ve yardım sandıkları) veraset ve intikal vergisi muafiyetinden yararlanmaları yasal olarak mümkün değildir.

Bu bağlamda, örneğin konuya ilişkin emsal özelgelerde de belirtildiği gibi;

● İlmi çalışmalar neticesinde ortaya çıkan ilmi eserlerin ve diğer başka eserlerin basımı, alımı, satımı, dağıtımı, kitap, gazete ve dergi gibi her türlü süreli ve süresiz eser basımı, her türlü sesli görüntülü yayın yapma,

● Eğitim çağındaki öğrencilere ekonomik ve kültürel olarak yardımcı olma,

● Görsel, zihinsel veya bedensel özür veya organ eksikliği, hastalık veya yaşlılık gibi herhangi bir nedenle yaşama sevincini kaybetmiş insanlarla ilgili olarak her türlü sosyal, kültürel, eğitim, sağlık, sportif ve ekonomik faaliyetlerde bulunma,

● İlmi araştırma ve incelemeler yapmak, yaptırmak ve bu mahiyetteki çalışmaları burs vermek, yayın kollarıyla temin etmek, müsabakalar açmak suretiyle destekleme,

● Ortaöğretim ve yüksekokullarda örgün ve yaygın eğitim kurumlarında yahut kurslarında okuyan öğrencileri barındırmak, onların eğitim, yeme, içme, ısınma, hastane ve tedavi masraflarına yardımcı olma,

● Kurs ve pansiyon binası ile müştemilatını yaptırmak, mevcut olanın yaşatılması için gerekli çalışmaları yapmak, burada kalanların her türlü ihtiyaçlarını temin etme,

● Umumun istifadesi için kurs, seminer, konferans ve panel gibi eğitim çalışmaları düzenleme,

● Gençlere eğitim ve öğretim imkânı hazırlamak, öğrencilere burs vermek, sanat kursları ve eğitim merkezleri açmak, ihtisas için yurt dışına öğrenci gönderme,

● Öğrencileri ve ihtiyaç sahiplerini her bakımdan korumak, onlara maddeten ve manen yardımcı olma,

● Camilerin ve müştemilatının ihtiyaçlarının giderilmesi, bakım, onarım ve tamiratının yapılması, dini eğitim ve öğretim yapılabilmesine katkı sağlayacak kaynak eserlerin hazırlanması,

● Bilimsel, edebi ve eğitime yönelik çalışmalar, araştırmalar ve arkeolojik kazılar vasıtasıyla su altında ve denizlerde bulunan kalıntılardan insanlığın geçmişini aydınlatmak ve bu bilgileri genel ve bilimsel yayınlar vasıtası ile tarihçiler, diğer arkeologlar ve kamuoyu ile paylaşma, hususlarında faaliyette bulunan dernek, vakıf, enstitü, araştırma merkezi ve benzeri teşekküller veraset ve intikal vergisinden muaftır.

Sonuç:

Vergi gelirleri içindeki nispi payından da anlaşıldığı üzere, Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu ülkemizde etkili bir şekilde uygulanan bir kanun değildir. Bu durumun başlıca nedenleri arasında Kanunun eskimiş yapısı ve ülkemizdeki kayıtdışı ekonominin varlığıdır. Buna rağmen söz konusu verginin adil ve etkili bir şekilde uygulanması için kanundaki muafiyet ve istisnaların iyi irdelenmesi gerekmektedir. Ahmet ARSLAN

https://www.dunya.com/kose-yazisi/hangi-kurumlar-veraset-ve-intikal-vergisinden-muaf/666230

Kamu Gözetimi Kurumu, yüksek kalitede ve güvenilir bir finansal raporlama ve bağımsız denetim ortamı oluşturmak vizyonu ile kuruluşundan bu yana ülkemizdeki finansal raporlama ile bağımsız denetim kalitesini artıracak ve paydaşlarımız tarafından bağımsız denetime ilişkin yürütülen çalışmalara destek olacak çok sayıda önemli faaliyete imza atmıştır.

Bu amaçla internet sitemizde ilk defa erişime açtığımız bu sayfayla, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun denetime ilişkin hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana ülkemizde gerçekleştirilen bağımsız denetim faaliyetlerinin genel görünümüne ilişkin paydaşlarımıza şeffaf, kaliteli ve hızlı bilgi verilmesi amaçlanmaktadır.

Sayfada yer alan istatistiki veriler esas olarak, denetim kuruluşu ve denetçiler tarafından Kurumumuz Sözleşme Bilgi Girişi Sistemi üzerinden yapılan sözleşme ve rapor bildirimlerinde sisteme girilen bilgilerden anlık olarak oluşturulmaktadır. Bu kapsamda, sayfada öncelikle her hesap dönemine ilişkin Kurumumuza bildirimi yapılan denetim sözleşmeleri ile denetim raporlarına ait sayısal bilgiler verilmiş, akabinde ise gerçekleşen veriler detaylandırılarak ilgili hesap dönemi için yürütülen bağımsız denetim faaliyetlerinin genel görünümü sunulmuştur.

Bağımsız denetim faaliyetlerinin yıllar itibariyle gelişiminin ortaya konulması açısından önemli bir adım olan bu çalışmanın tüm paydaşlarımıza faydalı olmasını diliyorum.

Dr. Hasan ÖZÇELİK

Başkan

Bağımsız Denetim İstatistiklerine Erişmek İçin Tıklayınız

Kaynak: Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu

12 Ağustos 2022 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 31921

Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumundan:

MADDE 1- 14/7/2007 tarihli ve 26582 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasında Tarife Uygulama Esasları Hakkında Yönetmeliğin 15 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(4) Poliçe düzenlemekten kaçındığı tespit edilen sigorta şirketlerinin Kurumca belirlenen sigorta branşlarında veya tüm sigorta branşlarında poliçe düzenleme ve yenileme yetkisi 3 günden az 30 günden fazla olmamak üzere geçici olarak durdurulabilir. Kaçınmanın devam etmesi halinde Kurul kararına istinaden bu süreler iki katına kadar arttırılabilir ve/veya diğer tedbirler uygulanabilir. Kurum, poliçe düzenlemekten kaçındığı tespit edilen sigorta şirketlerini ve bu fıkra uyarınca alınan tedbir kararını, 47 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 8 inci maddesinin sekizinci fıkrasına dayanarak Kurul kararıyla resmî internet sitesinde ilan edebilir.”

MADDE 2- Aynı Yönetmeliğin geçici 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “2022 yılı Şubat ayından itibaren aylık %1,5 (bir önceki ayın azami prim tutarları üzerinden) olarak” ibaresinden sonra gelmek üzere “, 2022 yılı Eylül ayından itibaren aylık %4,75 (bir önceki ayın azami prim tutarları üzerinden) olarak” ibaresi eklenmiş, dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “Ek-3’te” ibaresi “Ek-3 ve Ek-3/A’da” olarak değiştirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“Sigorta şirketleri tarafından araçların kullanım türü bazında belirlenen primler, Ek-1, Ek-2 ve Ek-3’e uygun olarak hesaplanan primler üzerinden, Ek-3/A’da yer alan oranların uygulanması sonucu elde edilecek prim tutarlarını aşamaz.”

“(12) 1/9/2022 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere uygulanacak azami primler, 2022 yılı Ağustos ayında uygulanan araç grubu bazında 4. basamak azami primlerine; taksi, minibüs (sürücü dâhil 10-17 koltuk), otobüs (sürücü dâhil 18-30 koltuk), otobüs (sürücü dâhil 31 ve üstü koltuk), kamyon ve çekici araç gruplarında %10, diğer araç gruplarında %20 eklenerek uygulanır.”

MADDE 3- Aynı Yönetmeliğin Ek-2’si ekteki şekilde değiştirilmiş, aynı Yönetmeliğe Ek-3’ten sonra gelmek üzere ekteki Ek-3/A eklenmiş ve aynı Yönetmeliğin Ek-4’ünün 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “üç” ibaresi “beş” olarak değiştirilmiştir.

MADDE 4- Bu Yönetmelik 1/9/2022 tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 5- Bu Yönetmelik hükümlerini Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı yürütür.

Eki için tıklayınız

“Ayten, Ayten koş! Elektrik faturalarını indirmenin yolunu buldum. Almanya’da herkes evini güneş paneliyle kaplayıp hem elektrik üretiyor hem de satıyormuş. Olmadı, Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşması (YETA, Renewable Power Purchase Agreement-PPA) yapalım diyorum Ayten. Yanına sertifika da veriyorlarmış, olmadı onu da çerçeveletip duvara asarız.”

“Ne diyorsun Haşmet, kiminle ne anlaşması yapacaksın. Sen en iyisi amcaoğlu Ali’yi çağır da bir anlatsın neymiş bu YETA” diyen Ayten Hanım, hemen Ali’yi çağırır.

“Ayten Teyze, Haşmet Abi haklı, bu piyasa çok büyüyor. BloombergNEF tarafından yayımlanan araştırma (Corporate Energy Market Outlook) sonuçlarına göre 2020 yılında enerji şirketlerinden tut da teknoloji şirketlerine kadar farklı alanlarda faaliyet gösteren 130’dan fazla şirket toplam 23.7gigawatt (Gw) yenilenebilir enerji sözleşmesi imzalamış. Anlaşmaların 11.9Gw Amerika Birleşik Devletleri, 1.5.Gw’su Latin Amerika, 7.2Gw ise EMEA denen Avrupa, Orta Doğu ve Afrika bölgesini kapsıyor.”

“Oğlum Ali, Haşmet amcan tutturdu sözleşme yapacağım diye. Sen bana YETA sözleşmesini bir anlat bakayım.”

“Ayten Teyze, kısa adı YETA (Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşması veya PPA) bu anlaşmalar yenilebilir enerji üreticisi (developer/seller) ile müşterisi (customer/ buyer) arasında belirli bir varlıktan üretilen temiz enerjinin uzun dönemli belirli bir fiyattan alım-satımı için yapılan anlaşmalardır. YETA veya PPA dediğimiz anlaşmalar iki tip olmakta: Ya Haşmet abinin yapmayı düşündüğü gibi “Fiziksel YETA (Physical PPA)” ya da “Finansal YETA (Financial PPA, Virtual PPA, VPPA)” anlaşması.

Fiziksel YETA anlaşmasında, şirket elektriği, belirlenmiş enerji üreticisinden, sözleşmede belirlenmiş fiyata göre, üreticinin bağlı olduğu şebeke (grid) üzerinden almaktadır. Şirket bu anlaşmayla yenilenebilir enerji şartlarına göre üretilen elektrik kullandığı için REC (renewable certification) yani Yeşil Enerji Sertifikasını da cebine koyuyor.”

“Ali, elektriği anladık da şirket sertifikayı ne yapacak?”

“Almanya’da görmüştüm, Avrupa Birliği karbon emisyonu konusunda şirketlere belirli kotalar getirmeye başladığı için şirketler bu enerji sertifikalarını alıp -satıyorlar. Örneğin, satın aldıkları enerjinin bir kısmı yenilenebilir olmayan enerji kaynaklıysa ve kotalarını aşıyorsa o zaman bu sertifika ile durumlarını kurtarıyorlar. Üstüne üstelik, maddi olmayan duran varlık olarak, yeniden satacak veya üretimde kullanacaklarsa da stok olarak finansal tablolarına kaydedebiliyorlar. En başta yapmış olduğu YETA sözleşmesinin içindeki tutarı elektrik ve sertifika payı olarak ayrıştırıp ve finansal tablolara ilk ödediği tutarı maliyet olarak kaydediyorlar. Sonraki dönemlerde kullanıma bağlı olarak ya kar-zarar tablosunda elektrik maliyetine dahil ediyor veya gelir tablosunda ilgili kar-zarar kaleminde muhasebeleştiriyorlar.”

“Ali oğlum, merakımdan soruyorum, Fiziksel YETA’dan bahsettin de peki bu Finansal YETA nedir?”

“Finansal YETA ile Fiziksel YETA’nın en önemli farkı bu anlaşmada fiziksel elektrik alımının olmaması. Bu anlaşma üretici ile alıcı şirket arasında her iki tarafın da elektrik fiyatındaki dalgalanmadan etkilenmemelerini sağlamak için yapılıyor.  O yüzden de bu anlaşmalara bazen “farkların anlaşması- a contract for differences” da deniyor. Örneğin alıcı ile satıcı kilovat saati 10 cent’e anlaştılarsa, piyasa fiyatı 10 cent’in üzerinde çıkarsa üretici firma alıcıya farkı ödüyor, bu fiyatın altına düşerse de alıcı firma üreticiye farkı ödüyor.”

Ayten teyze yeri gelmişken, YETA anlaşmalarının şirket mali tablolarını nasıl etkileyebileceğinden de bahsedeyim mi? Olur ya Haşmet amca şirket kurup YETA anlaşması yaparsa…” dedi Ali, bıyık altından gülerek.

“Şirket ilk olarak elektrik üreten şirketin özel amaçlı olarak kurulup kurulmadığını (Special Purpose Entity), bu üretim şirketi üzerinde herhangi bir kontrolü, öneli etkinliği veya ortak yönetim olup olamayacağını değerlendirir. Eğer böyle bir durum varsa, elektrik üretim şirketini finansal tablolarına konsolide etmek durumunda kalabilir. İkinci adım, sözleşmenin “kiralama anlaşması” olup olmadığının değerlendirilmesidir. Eğer ki aralarındaki anlaşma UFRS/TFRS 16 kapsamında kiralama işlemi olarak değerlendirildiyse, bu durumda elektrik almak üzere YETA anlaşması yapan şirket finansal tablolarına “kullanım hakkı varlığı” ve “kiralama yükümlülüğü” olmak üzere varlık ve yükümlülük yazacak. Sözleşme kiralama işlemi olarak da değerlendirilmediyse, UFRS/TFRS 9 Finansal Araçlar Standardı gereği sözleşmenin içinde türev işlem (derivative) var mı, yoksa kendi kullanım “own use” istisnasından mı faydalanmalı diye incelemek gerekecektir.”

“Ali oğlum yorduk seni. Haşmet amcan da bir düşünsün bakalım. Güneş paneli mi takacak yoksa Yenilenebilir Enerji Tedarik Anlaşması mı yapacak.” Aslı GEDİK

https://www.dunya.com/kose-yazisi/hasmet-bey-enerji-tedarik-anlasmasina-ppa-modelina-giriyor/666128

Bilindiği üzere vergiye gönüllü uyumun arttırılması amacı ile 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 370 inci maddesinde “İzaha davet” uygulaması düzenlenmiştir. 

1-Vergiye gönüllü uyum ne demek?

Vergiye gönüllü uyum her ne kadar çok fazla kullanılan bir ifade olsa da toplumda tam ne anlama geldiği noktasında netlik olmadığını düşündüğüm için kısa bir açıklama yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Vergiye gönüllü uyum en net ifade ile “vergi borçlularının yükümlülüklerini kendiliğinden yapması ve yaptırım olmaksızın vergilerini zamanında ödemeleri” *anlamına gelmektedir. 

Bu arada bence çok önemli değil ama sadeleşme açısından “İzaha davet” yerine “açıklamaya davet” ifadesi kullanılması da özellikle genç arkadaşlar açısından durumun daha net anlaşılabilir hale getirmesi nedeni belki uyumu artırabilir.

2-Vergiye gönüllü uyumu artıracak izaha davet uygulaması nedir? 

İzaha davet uygulaması; bilgi, belge, bulgu ve verilerden hareketle yapılan analizler neticesinde tespit edilen konular kapsamında, vergi ziyaına neden olma ihtimalleri bulunan mükellefler hakkında yetkili merciler tarafından yapılmış ön tespitlerle ilgili olarak aynı merciler tarafından mükelleflerden açıklama talep edilmesidir.

Basitleştirirsek; banka hareketleriniz, tapu dairesinde yaptığınız işlemler, kullandığınız krediler, adınıza düzenlenen faturalar vb. bilgi belgelerden hareket ile vergi ödemeniz gerektiği düşünülen bir konuda (eğer ödememiş iseniz) sizden açıklama talep edilmesidir. 

Hesabınıza geçen yıl yurt dışından 10.000 USD gelmiş, mahiyeti nedir gibi bir izaha davet yazısı örnek olarak verilebilir.

3-İzaha Davet Uygulamasının Mükelleflere Bir Fayda Sağlıyor mu?

Öncelikle; İzaha davet uygulaması; idarenin bilgisi dahilinde olması nedeniyle pişmanlık yolunun kapandığı durumlar için getirilen mükellef lehine bir düzenlemedir.

İzaha davet uygulaması sayesinde;

  • Vergi ziyaına sebebiyet vermediği anlaşılan mükelleflerin konuyla ilgili vergi incelemesine veya takdire sevk edilmesini önlemekte,
  • Vergi ziyaına sebebiyet verildiği durumlarda ise belirli şartlar dahilinde indirimli ceza uygulanmak suretiyle mükellefleri daha ağır müeyyidelerden korumaktadır.

4-Hesabıma Para Geldi.Beyan etmedim. İzaha davet uygulamasına kendim başvurabilir miyim?

İzaha davet uygulaması, mükelleflerin talebi ile değil idarenin ön tespitleri ile başlatılan idari bir yoldur.

5-İzaha Davet Yazısı Geldi. Ne Yapacağım? Online Ortamda Cevap Verebilir miyim?

Kendilerine izaha davet yazısı gönderilen mükellefler, yazının tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde yazılı olarak veya ilgili komisyona sözlü olarak açıklamalarını yapabilirler.

Mükellefler yapacakları izahı, https://ivd.gib.gov.tr üzerinden giriş yaparak “İşlem Başlat” menüsünde bulunan “Vergi İşlemleri” başlığının altındaki “İzaha Davet İşlemleri” alanından elektronik olarak da yapabilirler.

6-İzaha Davet Yazısına Ne Kadar Süre içinde cevap vermem gerekli?

İzaha davet yazısı tebliğ edilen mükellefler, yazının kendilerine tebliğ edildiği tarihten başlayarak 30 uncu günün sonuna kadar izahta bulunabilirler.

7-İzaha Davet Yazısına Cevap vermedim. Ama Beyanname verdim olur mu?

Evet olur.30 gün içinde izah yerine geçecek beyanname vermek mümkündür.

8-İzaha Davet Yazısına Cevap Verdim. Ne kadar süre içinde bana cevap gelecek?

Süresinde yapılan izah, Ön Tespit ve İzah Değerlendirme Komisyonu tarafından en geç 45 gün içerisinde değerlendirilerek sonuca bağlanır.

9-İzah ettim. Ama açıklamam kabul edilmedi. Şimdi ne olacak?

  • Komisyon tarafından izah değerlendirme sonuç yazısının tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 uncu günün sonuna kadar izahı kabul edilmeyen mükelleflerin 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 370 inci maddesinde belirtilen indirimli ceza uygulamasından yararlanabilmeleri için ön tespit konusuyla ilgili olarak izaha davet kapsamında beyanname vererek ödeme yapmaları gerekir.
  • Komisyonca yeterli bulunmaması halinde alınan karar mükellefe bildirilerek ön tespit tutanağındaki tutarın beyan edilerek ödenmesi gerektiği belirtilir. Bu bildirim üzerine mükellefin, kararın tebliğ tarihten itibaren 30 gün içerisinde hiç verilmemiş olan beyannamesini vermesi veya eksik ya da hatalı beyanını düzeltmesi gerekmektedir.
  • İzahı kabul edilmeyen mükellefler tarafından ön tespitte belirtilen hususlara ilişkin olarak izaha davet kapsamında beyanname verilmesi ve beyan üzerine tahakkuk edecek vergilerin de ödemenin geciktiği her ay ve kesri için, 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen nispette uygulanacak gecikme zammı oranındaki izah zammıyla aynı sürede ödenmesi şartıyla vergi ziyaı cezası, ziyaa uğratılan vergi üzerinden %20 oranında kesilecektir.
  • Yapılan izahın; ziyaa uğramış olabilecek vergi tutarını doğrular nitelikte olması veya yeterli bulunmaması ve mükellef tarafından da ön tespit konusuyla ilgili olarak beyanname verilmemiş olması halinde vergi incelemesine veya takdir komisyonuna sevk işlemleri yapılır

10- 30 Günlük Süreyi Kaçırmamak Neden Önemli?

İzaha davet uygulamasında 30 günlük izahta bulunma ve beyanname verme ve ödeme süreleri çok önemli olup, kendilerine izaha davet yazısı tebliğ edilen mükelleflerin indirimli ceza uygulamasından yararlanabilmeleri için bu süreleri geçirmeden izahta bulunma, beyanname verme ve ödeme yapmaları gerekmektedir.

11-İzaha Davet Kapsamında Verilecek Beyannamelerde Yapılacak İşlemler Nelerdir? Referans Numarası Neden Önemlidir?

İzaha davet edilen mükellefler ön tespit konusunda belirtilen konunun etkilediği tüm vergilere ilişkin olarak asgari ön tespit tutanağında belirtilen matrah veya vergi farkını kapsayacak şekilde beyanname vereceklerdir. 

Ön tespit tutanağında referans numarası yer alır. 

Bu numara; izaha davet yazısı, yapılan izah, izah değerlendirme sonuç yazısı ve izaha konu beyannameler arasındaki eşgüdümü sağlar. 

Bu nedenle izaha davet yazısına konu olan vergiye ilişkin verilecek beyannamelerde referans numarasına yer verilmesi gerekmektedir. 

Ön tespit tutanağında yer alan referans numarasının, izaha davet kapsamında, elektronik ortamda verilen beyannamenin ilgili alanına, kâğıt ortamında verilen beyannamenin ise sağ üst köşesine ayrıca yazılması gerekmektedir.

12-İndirimli Kesilen Ceza İçin Mükellefler Cezada İndirim veya Uzlaşma Talep Edebilirler mi?

Evet. 213 sayılı Kanunun 370 inci maddesinin (a) fıkrası kapsamında %20 oranında vergi ziyaı cezası kesilmesi halinde, bu ceza için, mükellefler 213 sayılı Kanunun 376 ncı maddesi kapsamında cezada indirim talep edebilirler veya tarhiyat sonrası uzlaşma başvurusunda bulunabilirler. 

Söz konusu Kanunun 370 inci maddesinin (b) fıkrası kapsamında sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanma fiilinden dolayı ön tespite ilişkin yazı tebliğ edilen mükellefler ise, kesilen cezaya ilişkin tarhiyat sonrası uzlaşma başvurusunda bulunamaz ancak 213 sayılı Kanunun 376 ncı maddesi kapsamında cezada indirim talep edebilir.

13-Beyannameyi verdim. Ama 30 gün içinde ödeyemedim. Ne olacak?

 213 sayılı Kanunun 370 inci maddesi kapsamında verilen beyanname üzerine tahakkuk eden vergiler ile izah zammının mükelleflerce 30 günlük süre içerisinde ödenmemesi durumunda, %20 oranında kesilmiş olan indirimli ceza, %50 oranı esas alınarak ikmal edilir ve izah zammı gecikme faizine dönüştürülür.

*Kaynak-“Vergiye Gönüllü Uyum” Konusunda Çanakkale İline Yönelik Ampirik Bir Çalışma-Yrd. Doç. Dr. Selçuk İPEK-İlknur KAYNAR

Evren Özmen
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Bilirkişi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
www.kooperatiflerkanunu.com

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

Bilindiği gibi 7326 sayılı Yasa 09.06.2021 gün ve 31506 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Uygulamada tereddüt edilen konulardan bir tanesi de 2016 ila 2020 yılları arasında gelir, KDV veya kurumlar vergisi yönünden matrah artırımı yapan mükelleflerin sahte fatura kullanmaları ile ilgili bir durum tespiti halinde ne gibi durum ile karşı karşıya gelecekleri tartışma konusu haline gelmektedir.

Bilindiği gibi 7326 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde 2016-2020 yıllarının tamamı veya bir kısmı için KDV artırımında bulunan mükelleflerin, artırımda bulunduğu yıllar için haklarında sahte belge düzenlediğine ilişkin rapor bulunan mükelleflerden mal ve hizmet alışında bulunduğunun tespit edilmesi halinde “Ödenmesi Gereken KDV” beyan edilmiş olan dönemlere ilişkin tespitler dolayısıyla mükelleflere “Olumsuzluğun Giderilmesine Davet Yazısı” gönderilmeyecek olup, mükellefin bu alışlar dolayısıyla özel esaslar kapsamında da alınmaması gerekmektedir.

Öte yandan, söz konusu tespitin, “Sonraki Döneme Devreden KDV” beyan edilmiş olan dönemlere ilişkin olması durumunda mükellefe “ Olumsuzluğun Giderilmesine Davet Yazısı” gönderilmesi gerekmektedir. Ancak işlemin gerçekliğinin ispat edilmemesi durumunda, artırım yapılan dönemler için herhangi bir tarhiyata yol açmaksızın, diğer bir deyişle sonraki döneme devreden KDV tutarı kadar, düzeltme yapılması gerekmektedir. Bu şekilde yapılan düzeltme işlemlerinin “Ödenmesi Gereken KDV” hesaplanan bir döneme kadar devam ettirileceği ve bu dönemin artırımda bulunulmayan bir dönem olması halinde gerekli tarhiyatın yapılacağı da izahtan varestedir. 

Sonuç olarak, 7326 sayılı Kanunun 5. Maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümlerinden yararlananlar hakkında 213 sayılı Kanunun 367. Maddesi kapsamında inceleme yapılabilecektir. Buna göre, matrah ve vergi artırımından yararlanılması, matrah ve vergi artırımında bulunulan dönemler de dahil olmak üzere, 213 sayılı Kanunun 359. Maddesinde yer alan kaçakçılık fiillerinin işlenip işlenmediğinin tespiti yönünden inceleme yapılmasına engel teşkil etmeyecektir. Yürütülen bu incelemeler sırasında söz konusu fiillerin işlendiğinin tespit edilmesi durumunda, aynı Kanunun 367. Maddesi kapsamında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulması gerekmektedir. Ancak, bu incelemeler sonucunda matrah ve vergi artırımında bulunulan dönem ve vergiler için tarhiyat yapılmayacaktır.[1]


[1] Bkz: 7326 sayılı Yasa, 1 seri nolu Genel Tebliğ. İlgili Tebliğ: 14.06.2021 gün ve 31511 sayılı R.G.’de yayınlanmıştır.

11.08.2022

Dr. Mustafa Alpaslan
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Bağımsız Denetçi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 257’nci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde Hazine ve Maliye Bakanlığı’na mükelleflere muameleleri ile ilgili tahsilat ve ödemelerini bankalar, benzeri finans kurumları veya posta idarelerince düzenlenen belgelerle tevsik etmeleri zorunluluğunu getirme ve bu zorunluluğun kapsamını ve uygulamaya ilişkin usul ve esaslarını belirleme yetkisi verilmiştir. Bu yetki kullanılarak 2015 yılında yayımlanmış olan 459 Seri Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile; tevsik zorunluluğu kapsamında olanların, kendi aralarında ve tevsik zorunluluğu kapsamında olmayanlarla yapacakları, 7.000 TL’yi aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini aracı finansal kurumlar kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ve ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunluluğu getirilmişti.

Bu kapsamda örneğin;

- Her türlü mal teslimi veya hizmet ifasına ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

- Avans, depozito, pey akçesi gibi suretlerle yapılacak tahsilat ve ödemelerin,

- İşletmelerin kendi ortakları ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle yaptığı her türlü tahsilat ve ödemelerin,

belirlenen haddi aşması durumunda, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve bu işlemlerin söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.

Tevsik zorunluluğu kapsamında olanlardan araç kiralama faaliyeti ile uğraşanların vermiş oldukları motorlu kara taşıtı ve motorlu kara aracı (13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ile 18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’ne göre tescile yetkili kuruluşlarca kayıt ve tescil edilmesi zorunlu olmayan taşıt ve araçlar hariç) kiralama hizmetlerine ilişkin tahsilat ve ödemelerin ise yukarıda belirtilen hadle sınırlı kalınmaksızın, aracı finansal kurumlar tarafından düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.

Ancak,

a) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda yer alan merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile bunlara ait döner sermaye işletmelerinin işlemlerine konu tahsilat ve ödemelerin,

b) 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda tanımlanan sermaye piyasası aracı kurumlarında yapılan işlemlere konu tahsilat ve ödemelerin,

c) 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 89/14391 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar’da tanımlanan yetkili döviz müesseselerinin yapacakları döviz alım satım işlemlerine ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

ç) Tapu sicil müdürlüklerinde gerçekleştirilen işlemler karşılığında yapılan tahsilat ve ödemelerin,

d) Noterlerde gerçekleştirilen işlemler karşılığında yapılan tahsilat ve ödemelerin,

e) 5018 sayılı Kanun’da yer alan merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, il özel idareleri, belediyeler ile bunların teşkil ettikleri birlikler, kanunla kurulan diğer kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait veya tabi olan veyahut bunlar tarafından kurulan ve işletilen müesseseler ile döner sermayeli kuruluşlar veya bunlara ait veya tabi diğer müesseseler tarafından yapılan ihale işlemlerine ilişkin yatırılması gereken teminat tutarlarına ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

f) 6362 sayılı Kanun uyarınca kurulan Borsa İstanbul AŞ. bünyesinde yer alan Kıymetli Madenler Piyasası’nda işlem yapma yetkisi verilenlerin, faaliyet konuları kapsamında yapacakları işlemlere ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

g) Gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçiler tarafından; 11/3/2010 tarihli ve 5957 sayılı Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre kurulmuş olan toptancı hallerinde faaliyet gösteren tüccar, üretici, üretici örgütleri ve komisyonculara yapılan sebze ve meyve, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, su ve su ürünleri, bal ve yumurta gibi diğer gıda maddeleri, kesme çiçek ve süs bitkileri satışları ile söz konusu yerler dışında yapılmakla birlikte anılan kanunun 4’üncü maddesi kapsamında bildirime tabi tutulmuş satışlara ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

ğ) Gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçilere ait ürünlerin, 18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu kapsamında kurulan ticaret borsalarına mezkur Kanunun 46 ncı maddesinde belirtilen süreler dahilinde tescil ettirilerek gerçekleşen satışlarına ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması zorunluluğu bulunmamaktadır.

23 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 540 Seri Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile 459 nolu tebliğin tevsik zorunluluğu kapsamında olmayan tahsilat ve ödemelerle ilgili (ğ) bendinin altına (h) bendi eklenmiş ve;

“Tevsik zorunluluğu kapsamında olanların tevsik zorunluluğu kapsamında olmayan yabancılar ve/veya Türkiye mukimi olmayan gerçek kişilerle yapacakları işlemlere ilişkin tahsilat ve ödemelerin

- düzenlenecek faturalara söz konusu kişilerin pasaport numarasının yazılması ve

- nakit tahsil edilen tutarların, tevsik zorunluluğu kapsamında olanlar tarafından tahsilatı takip eden ilk iş günü sonuna kadar aracı finansal kurum hesaplarına yatırılarak, aracı finansal kurumlarca düzenlenen belgelerle tevsikinin sağlanması, şartıyla işlem yapılabileceği açıklanmıştır. Akif AKARCA / Dr.Mehmet ŞAFAK

https://www.dunya.com/kose-yazisi/tahsilat-ve-odemelerin-finansal-kurumlar-araciligiyla-yapilmasiyla-ilgili-ilave-duzenleme/666047

Perşembe, 11 Ağustos 2022 08:03

Giderlerde Özelge Kısıtlaması

Geçtiğimiz günlerde Gazetemizde yayınlanan ve benim de yazılarını zevkle takip ettiğim Sayın Abdullah Tolu’nun, “Dernek Aidatını Gider Yazma Sorunu Devam Ediyor” başlıklı yazısı, bana biraz düşündürtücü bir yazı olarak geldi. Sayın Tolu, bu yazısında; Şirketlerin ihtiyari olarak üye oldukları mesleki kuruluş veya derneklere ödedikleri aidatların kanunen üyelik zorunluğu olmadığı için gider yazılamayacağı yönündeki özelgeleri eleştirmekte ve gider yazılabilmesi gerektiğini yazıyor. Ben de görüşüne katılıyorum.

Bir harcamanın gider yazılabilmesi esas itibariyle Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. maddesinde, “ticari faaliyetle illiyet bağı bulunması” koşuluna bağlanmıştır. Bir harcama, ticari faaliyetin ifası (kazancın elde edilmesi), sürdürülmesi veya muhafazası için yapıldığı takdirde, gider yazılabilecektir. Tabii ki burada illiyet bağının ispat yükü, -genelde- mükellefe aittir (örneğin seyahatin iş seyahati olduğunu, yemekli ağırlamanın müşterilere yapıldığını ispat etme gibi). 40. maddede bu belirleme yapılamasa idi de, zaten “”vergilendirilecek gelirin safi olması” ilkesi bu sonucu vermektedir.    

Tolu’nun yazısında atıf yaptığı özelgelerde dikkati çeken ise harcamanın, kazancın elde edilmesi ile “sıkı sıkıya” bağlı olmasının aranması. Demek ki Bakanlık, Kanunda olmayan bir koşul daha ihdas etmiş. Kazancın elde edilmesi ile “gevşek” bağlı harcamalar gider yazılamayacaktır. Örneğin yazı konusunda, bir Şirket, TÜSİAD veya MÜSİAD yahut TÜGİAD gibi bir derneğe, iş çevresini genişletmek, prestij sağlamak yahut markalaşmaya faydalı olacağını düşünerek üye olsa, bu kuruluşların çalışmalarından yararlansa, bu üyeliği ticari faaliyeti için yapmış olmayacak mıdır?

Öte yandan bakanlığın yorumları ise güne, ortama ve hazinenin menfaatine göre değişebilmektedir. Aynı kanunun aynı maddesine göre, bir tarihe kadar serbest meslek erbabı bürodaki yemek, çay-kahve giderlerini gider yazamazken, yine bir tarihe kadar mesleki sorumluluk sigortası primlerini gider yazamazken, bir tarihten sonra yazabilir hale gelmiştir. Bütün bu yorumlar aynı kanun maddesine göre yapılmıştır. Bu görüş değişiklikleri, ne yargıda ne de idarede görüş / içtihat değişikliğinin sebebinin açıklanması geleneğinin olmaması sebebiyle, ancak idare hukukunun “hikmet-i hükümet” (genç hukukçular bunu “devlet aklı” diye Türkçeleştiriyorlar) teorisi ile açıklanabilmektedir.

Bu örnekleri kolaylıkla çoğaltmak mümkündür.

Bence bu tip özelge taleplerine Gelir İdaresi’nin, “yaptığınız harcamanın faaliyetinizle illiyet bağını kurabiliyorsanız ve bunu incelemelerde ve/veya yargı önünde kanıtlayabiliyorsanız gider yazabilirsiniz” şeklinde yanıt vermesi en doğru olanıdır.

Öte yandan günümüzde mükelleflerin, işletmelerine danışmanlık hizmeti verebilecek YMM’lik, SMMM’lik ve avukatlık gibi meslekler varken, Gelir İdaresi’ne bedava danışmanlık yaptırtması, zaten yanlış olandır. Söz konusu meslek mensuplarının sorumluluğu alarak ve araştırma yaparak cevap vermek yerine, sorumluluktan kurtulmak için topu Gelir İdaresine atması da bir başka yanlışlıktır.

 Ben burada yine, vergi mevzuatının işletmeler için otoriter nitelikte sıkı bir kafes oluşturmasına karşı olan görüşümü tekrar edeceğim. Daha önce de “Giderlere Özgürlük” başlığı ile yazmıştım. Çünkü gider yazabilme sorunu, özelge bazında değil, ancak ilke bazında ve kanun düzeyinde çözülebilir.

Vergilerin “mali güç” oranında ödeneceğine ilişkin Anayasal ilkenin ötesinde, kazanç vergilerinde vergilendirilecek gelirin özelliklerini belirleyen GVK’nın 1. maddesinde yer alan “gelirin gerçek olması” ve “gelirin safi olması” ilkeleri karşısında, “Kanunla yasaklanmadıkça faaliyetin/kazancın elde edilmesi, korunması ve sürdürülmesi için yapılan her türlü harcamanın/giderin matrahtan indirilmesinin, kanunlarca yasaklanmadıkça asıl olması” gerektiğini rahatlıkla ifade edebilirim.

Bu sebeple indirilecek giderleri düzenleyen kanun maddeleri gereksizdir. Kanunda sadece ilkenin; “kazancın / iradın elde edilmesi,  korunması ve sürdürülmesi amacı ile arasında illiyet bağının bulunması” hususunun belirtilmesi bence yeterlidir.  Burada illiyet bağının ispatının kime ait olacağı ayrıca ve bir düzenlemeye bağlanabilir.

Yasalarda olması gereken, davranışa izin veren hükümlerin değil, izin vermeyen hükümlerin yer almasıdır. Hiçbir yasa hakların ve özgürlüklerin kullanılmasına izin veren hükümler içermez. Yasalarda bulunması gereken, hakların kötüye kullanımını önleyen veya bir düzen içinde kullanılmasını sağlayan veya hakkın kullanımına haksız müdahaleleri önleyen hükümlerin bulunmasıdır. Aksi görüş, nefes almaya izin veren hükmü yasalarda aramaya kadar bizi götürür. İdari ve yargısal yorumlarda da bu ilkeler doğrultusunda hareket edilmesi gerekir. Bu nedenle gelir ve kurumlar vergisi açısından kanunen kabul edilmeyen giderlerin yasalarda sayılması bence yeterlidir.

Bazı harcamalarda;  gider yazmaya - idari anlayışta sıkça denildiği gibi -  olanak veren bir düzenleme yoksa da, bu tür harcamaların gider yazılmasına engel her hangi bir yasal düzenleme de yoktur. Bence idari anlayışta veya yapılacak yorumlarda, gider yazılabilecek kalemleri belirlerken, izin veren maddelere değil, yasaklayan maddelere bakılması gerekir. Bu da izin veren maddeleri gereksiz kılar. Belki burada sadece bazı özellikli gider kalemleri, “aşağıdaki harcamalar açısından illiyet bağı var kabul edilir” hükmüyle sayılabilir. 

İşletmeler ve sorumlu kişileri, illiyet bağının varlığını ispat konusunda kendilerine güvendikleri her şeyi gider yazabilmelidirler. Bu noktada belki ilk yıllarda bazı belirsizlikler yaşanabilirse de birkaç yıl içinde meslek odalarının ilke kararları, denetim raporları, ihtirazi kayda veya denetime dayalı yargı kararları ile sistem oluşur ve nihayetinde gerçek safi kazancın mali güce göre vergilendirme yolunda ilerleme sağlanmış olur. Yoksa bu günkü sistemin başarılı olmadığı, mükellefleri kayıt dışına ittiği açıktır. Nitekim gider yazma özgürlüğünün kısıtlanması, kanunlardaki mali güç ilkesinden uzaklaşma sonucunu doğuran hükümlerle birleşince, giderek işletmelerin sermayelerini yemeye doğru gitmesine yol açmaktadır. Bumin DOĞRUSÖZ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/giderlerde-ozelge-kisitlamasi/666044

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Mayıs Ayı Yükümlülükleri İlk Tarih Son Tarih VERGİLER/HARÇLAR/BİLDİRİMLER VE DİĞERLERİ 1.04.2024 6.05.2024 Mart…
  • Yabancı Sermayeli Şirket ve İrtibat Bürolarının Bildirim Mükellefiyetleri Bilindiği üzere, mükelleflerce Mayıs ayında yerine getirilmesi gereken bir takım…
  • VERGİSİNİ ÖDEMEYENE E-HACİZ YAĞIYOR Yanlış e-haciz işlemi, mükelleflerin batmasına neden olabilir Yerel seçimlerin ardından…
Top