Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Sıfır otomobil almak isteyenlerin beklediği matrah düzenlemesinin, 1 Aralık tarihinde yürürlüğe gireceği öğrenildi.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, bugün Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER) temsilcileriyle bir araya geldi. OYDER Başkanı Altuğ Erciş ve beraberindeki Yönetim Kurulu Üyelerinin katıldığı görüşmede sektöre ilişkin fikir alışverişinde bulunurken, otomobildeki matrah düzenlemesi de gündeme geldi.

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre Bakan Nebati, görüşme sırasında otomobilde matrah düzenlemesinde son aşamaya gelindiğini ve uygulamanın 1 Aralık itibarıyla hayata geçirileceğini ifade etti.

Nebati, sosyal medya hesabından görüşmeye ilişkin yaptığı paylaşımda ise, "İstişare odaklı görüş ve önerilerin yanı sıra devreye aldığımız uygulamaların çıktılarını kapsamlı bir şekilde ele aldık." ifadelerini kullandı.

Bakan Nebati daha önce yaptığı açıklamada da ÖTV oranlarında değişiklik olmayacağını, matrah tarafında düzenleme yapılacağını açıklamıştı.A.A.

Vergi ziyaı cezası kesilmesi kanunilik ilkesinin ihlali mi?

Emlak vergisi mükellefleri, emlak vergisinin üzerinden hesaplandığı değerde (matrahta) yani vergi değerinde EVK m.33 uyarınca bir değişiklik olduğunda bunu, kanuni süresinde belediyeye bildirmek zorundadır. Buna bildirim adı verilir. Bildirimin kanuni süresinde yapılmaması durumunda ise cezai yaptırımla karşı karşıya kalınır. GİB, bu cezai yaptırımları 17 Kasım 2022 günü yayımladığı Emlak Vergisi Rehberi'nde açıkça yazdı.

Bu kapsamda Emlak Vergisi Rehberi'nin 15'inci başlığında bildirimin kanuni süresinde verilmemesi durumunda vergi ziyaı cezasının da kesileceği belirtildi.

Oysa, 9 Nisan 2002 tarihinde yapılan kanun değişikliği ile bu cezanın kesilmesi mümkün olmaktan çıktı. Ancak belediyeler hâlâ bildirimin kanuni süresinde yapılmamasından dolayı vergi ziyaı cezası kesmeye devam etmektedir. Ceza kesilenlerin bir kısmı doğrudan ödedi ama bir kısmı ise konuyu yargıya taşıdı ve gerek yerel mahkeme gerekse de Danıştay bu cezanın kesilemeyeceği yönündeki kararları ile bu cezayı sildirdi. Hatta aksi görüşte yargı kararı neredeyse yok.

Konuyu/sorunu daha iyi anlamak adına sırayla ifade etmeye çalışayım.  

Emlak vergisinde önceleri "beyan" vardı

9 Nisan 2002 tarihine kadar gayrimenkul sahipleri emlak vergisinin hesaplanması için sahip oldukları gayrimenkulleri belediyelere beyan ederdi ve beyan edilen bu tutar üzerinden de emlak vergisini öderdi. Ancak çeşitli nedenlerle kanun koyucu 9 Nisan 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4751 Sayılı Kanun ile Emlak Vergisi Kanunu'nda yer alan beyanname verme zorunluluğu kaldırıldı. Daha basit bir ifadeyle beyan esası kenar başlıklı EVK m.20, 9 Nisan 2002 tarihinde kaldırıldı.

Değişiklik öncesi Emlak Vergisi Kanunu (EVK) m.32'de beyannamenin belirtilen sürede verilmemesi durumunda vergi ziyaı cezası kesileceği açıkça belirtilmişti. Yani 9 Nisan 2002 tarihinden önce emlak vergisine ilişkin beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere vergi ziyaı cezası kesilmekteydi.

9 Nisan 2002 tarihi itibariyle kaldırılan beyan verme kuralı yerine bildirimde bulunma zorunluluğu getirildi. Buraya kadar bir sorun yok.

Ancak Emlak Vergisi Kanunu m.32'de mükelleflerin bildirim vermemesi durumunda verginin idarece tarh edileceği ve daha da önemlisi bildirimin süresinde yapılmaması durumunda vergi ziyaı cezasının kesileceğine ilişkin bir hükme yer verilmedi.

Emlak vergisini tarh ve tahsil etme yetkisinde olan belediyeler 9 Nisan 2002 tarihinden itibaren bildirimde bulunmayan mükelleflere Kanunda yazmamasına rağmen vergi ziyaı cezası kesmeye devam etti. Birçok kişi konu hakkında fikir sahibi olmadığı için ya da kesilen miktarı düşük bulduğu ya da farklı sebeplerle bunu sorgulamadan doğrudan ödedi.

Ancak bazı mükellefler bunu yargıya taşıdı ve yargıya taşıyan herkes (ulaştığım tüm yargı kararları doğrultusunda) kesilen bu cezayı lehe yargı kararı nedeniyle iptal ettirdi.

Belediyeler neredeyse 21 yıldır olmayan kanun maddesini varmış gibi uygulamakta ve ceza kesmekte.

Hal vaziyet böyle iken Gelir İdaresi Başkanlığı 17 Kasım 2022 günü Emlak Vergisi Rehberi yayımladı ve bu Rehber'de "Emlak vergisi bildirimini süresinde vermeyen mükellefler adına vergi idarece tarh edilir ve vergi ziyaı cezası ile ikinci derece usulsüzlük cezasından miktar itibarıyla en ağır olanı kesilir." cümlesi ile bildirimin yapılmaması durumunda vergi ziyaı cezası kesileceğini belirtti.  

Danıştay, Gelir İdaresi ile aynı fikirde değil

Konuyla alakalı Danıştay'ın yakın tarihte verdiği tüm kararlar "1319 sayılı EVK m.10 ile m.20'de, bina ve arazi vergisinin mükelleflerin yazılı beyanı üzerine tarh ve tahakkuk ettirileceği, EVK m.32'de ek süreye rağmen beyanname verilmemesi halinde, verginin bu EVK'nin hükümlerine göre idarece tarh edileceği, gayrimenkulün maddi delillere göre tespit edilmesi gereken değerinin beyan edilen asgari değerden fazla olması halinde, bu değer üzerinden ikmalen vergi tarh olunacağı, beyannamesini ek süreye rağmen vermeyen mükellef adına vergi ziyaı cezası kesileceği düzenlenmiş iken, 09.04.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4751 Sayılı Kanun ile 1319 Sayılı Emlak Vergisi Kanunu'nda yer alan beyanname verme zorunluluğu kaldırılarak emlak vergisi bildirimi verilmesi gereken hallerde mükellefin bildirim vermemesi durumunda verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsendiğinden vergi ziyaı cezası kesileceğine dair bir hükme de yer verilmediği bahisle vergi ziyaı cezasının kesilemeyeceği" şeklindedir.

Danıştay 9. Dairenin;

03.12.2019 tarih ve Esas No: 2016/13898, Karar No: 2019/6426 sayılı kararı,

20.04.2021 tarih ve Esas No: 2020/288 Karar No: 2021/2821 sayılı kararı,

26.05.2015 tarih ve Esas No: 2012/2649 Karar No: 2015/5653 sayılı kararı

bu yönde verilmiştir.

Danıştay 9. Dairenin verdiği bu kararların ortak noktası genel olarak Emlak Vergisi Kanunu'nda 09.04.2002 tarihinden itibaren beyanname verme zorunluluğu kaldırılarak verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsendiğinden ve ceza kesileceğine dair bir hükme yer verilmediğinden davalı idarece 2002 yılı ve sonraki yıllarda yapılan tarhiyatlar için vergi ziyaı cezası kesilmesinin mümkün olmadığı şeklindedir. Yani Danıştay, bildirimin yapılmaması nedeniyle vergi ziyaı cezasının kesilmesini kanunilik ilkesinin ihlali olarak görmektedir.   

Vergi ziyaı cezası kesilmesi kanunilik ilkesinin ihlali mi?

Anayasa m.73'te dikkat çeken husus vergi kanunlarının verginin kanuniliği ilkesi gereği sadece kanunla konulacağı belirtilmiştir. Buna göre hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri gereği de bir vergi ancak kanunla konulabilir. Aynı durum cezalar için de geçerlidir.

Ancak yürütmenin (GİB), yasamanın (TBMM) alanına girmesi, yürütmenin adeta bir kanun koyucu gibi yeni bir vergi ihdas edecek şekilde kararlar alması gibi işlemler fonksiyon gaspı olarak nitelendirilir. Başka bir ifadeyle yürütme organının Anayasa ve kanunlarla kendine verilen görev alanının dışına çıkarak, örneğin, yasama organının görev alanında olan bir konuda düzenleme yapmasına fonksiyon gaspı denilmektedir.

Vergi İdaresinin Anayasa ve kanunlarla kendine verilen görev alanının dışına çıkarak, örneğin, yasama organının görev alanında olan bir konuda düzenleme yaparsa fonksiyon gaspı ortaya çıkar ve kat'i suretle yok hükmündedir. Yargı kararları dikkate alındığında Rehber'de belirtilen vergi ziyaı cezası da belediyeler tarafından yapılan bir fonksiyon gaspıdır ve yok hükmündedir.

Zira uygulamada Gelir İdaresi'nin yayımladığı rehber/broşürler hem uygulamacılar hem de mükellefler tarafından yakından takip edilmekte ve yol gösterici olma özelliğiyle de itibar edilmektedir.

Hatta sanıyorum belediyeler de bunu temel kaynakları arasında göstermektedir.

Bu nedenle 9 Nisan 2002 tarihinden itibaren yargı kararları uyarınca bildirim verilmemesi nedeniyle vergi ziyaı cezasının kesilmesi fonksiyon gaspıdır ve bu ceza yok hükmündedir. Prof. Dr. Murat Batı

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-bati/danistay-in-tum-kararlarina-karsi-gib-in-emlak-vergisi-rehberi,37512

2022 yılında sigortalı çalıştırmaya başladık, mevcutta 17 sigortalı istihdam ediyoruz ama şimdiye kadar işgücü çalışma çizelgesi düzenlemedik, işgücü çizelgesi düzenleme yükümlülüğümüz var mı? Bu çizelgeyi düzenlenmediğimiz için bir cezayla karşılaşır mıyız?

4904 sayılı Türkiye İş Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanunda;
İŞKUR tarafından kamu ve özel kesim işyerlerinden iş ve işgücü konularında bilgi istenildiğinde, belirtilen süre içinde bilgi verilmesinin zorunlu olduğuna yer verilmiş,

İşgücü piyasasının izlenmesi için gerekli olan istatistiksel bilgileri İŞKUR tarafından belirlenen süre içerisinde ibraz etmeyenlere 3.000 TL idari para cezası uygulanacağı öngörülmüştür. (Her yıl güncellenmesi nedeniyle bu tutar 2022 yılı itibariyle 8.030 TL olmuştur.)

İŞKUR web sitesinde işgücü çalışma çizelgelerinin ilişkin olduğu ayı izleyen ayın sonuna kadar elektronik ortamda gönderilmesi gerektiği açıklanmış, ancak çalışan sayısına göre aylık işgücü çalışma çizelgesi vermekle yükümlü tutulan işverenlerle ilgili bir ayrıntıya yer verilmemiştir.

Uygulamada aylık işgücü çalışma çizelgesinin verilmesine ilişkin yükümlülük, özel sektör işyerlerinde aynı il içinde 10 ve üzeri sigortalı çalıştıran işverenlere münhasıran yürütülmekle birlikte, özellikle engelli istihdam etmekle yükümlü tutulan aynı il sınırları içinde 50 ve üzeri sigortalı çalıştıran işverenlerle, 50 sigortalı çalıştırması muhtemel olan (40 ve üzerinde sigortalı çalıştıran) işverenler nezdinde iş gücü çalışma çizelgelerinin takibine daha çok ağırlık verilmektedir.

4904 sayılı Kanunun 21/1-i bendinde işgücü piyasasının izlenmesi için gerekli olan istatistiksel bilgileri İŞKUR tarafından belirlenen süre içerisinde ibraz etmeyenlere idari para cezası uygulanacağı öngörülmüştür. Uygulamada ise İşkur il müdürlükleri ve hizmet birimlerinin, muhtasar ve prim hizmet beyannamesi ile yapılan bildirimlerdeki çalışan sayılarını dikkate alarak, işgücü çalışma çizelgesini göndermemiş işverenlerden bu çizelgeleri bir yazı ile istedikleri, söz konusu çizelgelerin tebligatta belirtilen süre içinde verilmemesi halinde idari para cezası uyguladıkları görülmektedir.

Bu bakımdan genel kuralın işgücü çalışma çizelgelerinin takip eden ayın sonuna kadar verilmesi olduğu dikkate alınarak 10 ve üzeri sigortalı istihdam eden işverenlerin çizelgelerini süresi içinde vermeye özen göstermeleri; çizelgelerini İŞKUR’a göndermemiş işverenlerden il müdürlükleri veya hizmet birimlerince çizelgelerin istenildiği durumlarda ise tebligatta belirtilen süre içinde ve elektronik ortamda İŞKUR’a göndermeyi ihmal etmemeleri gerekiyor.

Hal böyle olmakla birlikte, çalışan bilgilerine muhtasar ve prim hizmet beyannamesinde yer alan verilerle ulaşılabiliyor olması nedeniyle, aylık işgücü çalışma çizelgelerinin işverenlerden istenilmeyerek muhtasar ve prim hizmet beyannamesindeki veriler ışığında ve gelişen yazılımlar çerçevesinde hazırlanmasının artık mümkün olduğu dikkate alınarak bu yönde yapılacak küçük bir değişiklik, sahadaki büyük bir iş yükünü ortadan kaldıracaktır.

KISMİ SÜRELİ ÇALIŞANİŞÇİLER, GEÇİCİ İŞ GÖREMEZLİK ÖDENEĞİNDEN TAM SÜRELİ ÇALIŞAN İŞÇİLER GİBİ FAYDALANIR

Bir firmada her haftanın pazartesi ve salı günleri çalışıyorum. Çalışmadığım çarşamba ve pazar günlerinde istirahat raporu aldığımda rapor parası alabilir miyim, ne yapmam gerekir? Karar okuru

5510 sayılı Kanunun 4/a kapsamında belirtilen hizmet akdine tabi çalışan sigortalılar (eski adıyla SSKlı sigortalılar) ile aynı Kanunun 5. maddesinde belirtilen ve hastalık sigortasına tabi olan sigortalıların hastalıkları sebebiyle geçici iş göremezliğe uğramaları halinde, iş göremezliğin başladığı tarihten önceki bir yıl içinde en az 90 gün kısa vadeli sigorta prim günlerinin bulunması şartıyla geçici iş göremezliğin üçüncü gününden başlamak üzere her gün için rapor parası olarak da bilinen geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir.

İstirahatli olan sigortalılar için rapor parası ödemelerinde aranılan bu şart günlük veya maktu ücret karşılığı çalışanlar yönünden aynı olduğu gibi kısmi süreli çalışanlar yönünden de aynıdır.

Bu bakımdan kısmi süreli çalışan sigortalılar da istirahat raporunun düzenlendiği tarihten önceki son bir yıl içinde adlarına en az 90 gün kısa vadeli sigorta kolu primi bildirilmiş ise 3 gün veya üzerinde raporlu olmaları halinde, raporlu oldukları sürelerin çalışma günlerine rastlayıp rastlamadığına bakılmaksızın geçici iş göremezlik ödeneğinden yararlanabilmektedir.

Rapor parasının ödenebilmesi için sigortalının istirahat süresi içinde çalışmadığına dair bildirimin işverenince yapılması yeterli olup, sigortalının SGK’ya herhangi bir başvuru yapması söz konusu değildir.

Öte yandan geçici iş göremezlik ödeneklerinin prim borçlarından mahsuplaşılması hususunda SGK ile protokol imzalanmış işyerlerinde kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan sigortalıların kısmi süreli çalıştıkları süreler dışında istirahatli oldukları süreler için prim borçlarına mahsup edilen rapor paralarının işverenlerince sigortalılara iade edilmesi gerekir. Eyüp Sabri Demirci

https://www.karar.com/yazarlar/eyup-sabri-demirci/aylik-isgucu-calisma-cizelgelerine-dikkat-1594733

Aralık 2021 dönemi Yİ-ÜFE’nin TÜİK tarafından açıklanmasıyla birlikte 2021 yılı için enflasyon düzeltmesi şartları oluştu. Hatta 2022 yılı başında taslak enflasyon düzeltmesi tebliği (Taslak Tebliğ) Maliye tarafından duyuruldu. Ancak 7352 sayılı Kanunla Vergi Usul Kanununa (VUK) eklenen geçici 33 üncü maddeyle bu uygulama 2023 yılı sonuna kadar ertelendi.

Bugünlerde enflasyon düzeltmesinin daha erken bir tarihe çekilmesi veya bunu ikame eden ilave yasal düzenlemelere yönelik talepler yeniden gündeme geldi.

Bu konular tartışaladursun, ben bu yazımda mevcut düzenlemelere göre 2023 yılı sonunda yapılacak olan enflasyon düzeltmesinden ve bunun sonuçlarından kısaca bahsetmek istiyorum.

Uygulamaya ilişkin henüz bir tebliğ yayımlanmadığından, açıklamalarımda zaman zaman Taslak Tebliğdeki açıklamalara referans vereceğim. Çünkü yayımlanacak enflasyon düzeltmesi tebliğinin Taslak Tebliğdeki açıklamalar paralelinde olacağını düşünüyorum.

31/12/2023 tarihli bilançolar enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak

VUK’un geçici 33 üncü maddesine göre, 2022 yılı ile 2023 yılı geçici vergi dönemlerinde şartlar sağlansa bile enflasyon düzeltmesi uygulanmayacak.

31/12/2023 tarihli mali tablolar ise, enflasyon düzeltmesi şartlarının oluşup oluşmadığına bakılmaksızın enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak. Yani 31/12/2023 tarihi itibariyle enflasyon düzeltmesi her halükarda yapılacak.

Kendilerine özel hesap dönemi tayin edilen mükellefler ise 2024 yılında biten özel hesap dönemlerinin son günü itibariyle enflasyon düzeltmesi yapacaklar.

Taslak Tebliğe göre, 2023 yılı hesap dönemi sonunda düzenlenen mali tablolardan sadece bilanço düzeltilecek. Gelir tablosu, nakit akım tablosu ve kar dağıtım tablosu gibi mali tablolar ise düzeltmeye tabi tutulmayacak.

Kimler enflasyon düzeltmesi yapacak?

Enflasyon düzeltmesi, kazançlarını bilanço esasına göre tespit eden gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri (kollektif, adî komandit ve adî şirketler dâhil) tarafından yapılacak. Uygulama bu mükellefler için yeniden değerleme gibi ihtiyari değil, zorunlu olacak.

Bilanço esasına göre defter tutmayan gelir veya kurumlar vergisi mükellefleri ise enflasyon düzeltmesi yapamayacaklar.

Kazançlarını işletme hesabı esasına göre tespit eden mükellefler ile serbest meslek kazanç defteri tutan serbest meslek erbabı mükellefler de enflasyon düzeltmesi yapamayacaklar. Ancak bunlar amortismana tâbi iktisadi kıymetlerini (ATİK) enflasyon düzeltmesi hükümlerine göre düzeltip 1/1/2024 tarihinden itibaren bu düzeltilmiş tutarlar üzerinden amortismana tâbi tutabilecekler. Bu mükellefler yeniden değerleme yapamadıklarından, enflasyon düzeltmesi bu mükelleflere önemli fayda sağlayacak.

Hangi kıymetler enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak?

Kapsama giren mükelleflerin iktisadi işletmelerine dahil bulunan kıymetlerden sadece parasal olmayan kıymetler enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak.

Parasal olmayan kıymetler sadece bilançonun aktif tarafında yer alan kıymetlerle sınırlı değil. Örneğin, bilançonun pasif tarafında yer alan özsermaye kalemleri de parasal olmayan kıymet olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla, enflasyon düzeltmesi sadece taşınmaz/ATİK’leri içeren yeniden değerlemeden çok daha kapsamlı bir düzeltme uygulaması olacak.

Enflasyon düzeltmesi nasıl yapılacak?

Düzeltme işlemi aşağıdaki şekilde yapılacak:

a)    Öncelikle mali tabloda yer alan kıymetlerden hangilerinin parasal olmayan kıymet olduğu tespit edilecek.

 b)    Ardından tespit edilen parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarları bulunacak. Bu çerçevede enflasyon düzeltmesine özgü reel olmayan finansman maliyetleri (ROFM) ilgili kıymetlerin değerlerinden düşülecek.

 c)    Sonrasında bulunan bu tutarlar ait oldukları düzeltme katsayılarıyla çarpılarak, parasal olmayan kıymetlerin düzeltilmiş tutarları hesaplanacak.

 d)    Son olarak parasal olmayan kıymetler düzeltilmiş değerleriyle, parasal kıymetler ise düzeltmeye tabi tutulmaksızın bilançoda gösterilecek.

2023 yılı geçici vergi dönemlerinde sürekli yeniden değerleme yapılabilecek

VUK’un geçici 33 üncü maddesi, 2021 ve 2022 yılları ile 2023 yılı geçici vergi dönemlerinin enflasyon düzeltmesi şartlarının gerçekleşmediği dönem olarak kabul edilmesini öngörüyor.

Buna göre, 2023 yılında en geç üçüncü geçici vergi döneminde sürekli yeniden değerleme yapılabilecek. Söz konusu uygulama 2023 yılı sonunda ise yapılamayacak. Ancak 2023 yılı üçüncü geçici vergi döneminde yapılan bu sürekli yeniden değerleme sonucunda oluşan yeniden değerlenmiş tutarlar üzerinden yıl sonunda amortisman ayrılabilecek.

2023 yılı sonundaki enflasyon düzeltmesi vergi etkisi yaratmayacak

Enflasyon düzeltmesinde parasal olmayan her bir kıymet için düzeltme hesabı yapılacak. Bu hesaplamalar sonucu bulanacak farklar, ilgili kıymetlere ait alt hesaplara (enflasyon düzeltmesi fark hesaplarına) ve torba hesap olan enflasyon düzeltme hesabına (698-Enflasyon Düzeltme Hesabı) kaydedilecek.

Enflasyon düzeltme hesabının (698-Enflasyon Düzeltme Hesabı) bakiyesi VUK’un geçici 33 üncü maddesi uyarınca geçmiş yıllar kâr/zararı hesabında gösterilecek ve bu şekilde tespit edilen geçmiş yıl kârı vergiye tabi tutulmayacak, geçmiş yıl zararı ise zarar olarak kabul edilmeyecek.

2023 yılına ait gelir ve kurumlar vergisi beyannnameleri enflasyon düzeltmesi öncesi kayıtlar esas alınarak hazırlanacak. Bu beyannamelerde enflasyon düzeltmesinin hiç bir etkisi olamayacak. Amortismanlar, finansman gider kısıtlaması hesaplamaları, KKEG ve indirim/istisna hesaplamaları düzeltme öncesi değerler esas alınarak yapılacak.

Taslak Tebliğe göre, düzeltme işlemleri 2023 yılına ait beyannamelerin verilme tarihine kadar yapılacak, düzeltmenin yapıldığı tarih itibarıyla yasal defter kayıtlarına intikal ettirilecek ve 2023 yılı beyannamesine düzeltilmiş bilançolar da eklenecek.

2023 yılı sonundaki enflasyon düzeltmesi 2024 yılından itibaren vergi etkisi yaratmaya başlayacak

31/12/2023 tarihli bilançonun düzeltilmesi sonucu hesaplanan tutarlar, 2024 yılında enflasyon düzeltmesi yapılıp yapılmayacağına bakılmaksızın, 2024 yılının başlangıç değerleri olarak dikkate alınacak.

Amortismanlar ve itfa payları, 2024 yılından itibaren bu düzeltilmiş değerler üzerinden hesaplanmaya başlanacak. Stoklar düzeltilmiş maliyetleriyle dikkate alınacak.

Düzeltmeye tabi tutulmuş ATİK’lerin düzeltilmiş değerinin altında bir bedelle satılması halinde, bu zararın bir kısmının kabul edilmeyeceğine yönelik VUK’un geçici 25 inci maddesindeki gibi bir düzenleme, geçici 33 üncü maddede yer almadığından, bu zararların tamamı vergi matrahından düşülebilecek.

Dolayısıyla, 2023 yılı sonundaki enflasyon düzeltmesi 2024 yılından itibaren mükellefler lehine sonuç yaratmaya başlayacak.

Bazı özsermaye kalemleri kapatılacak

Taslak Tebliğe göre, özsermaye kalemlerinden aşağıdaki kalemler düzeltmeye tabi tutulacak. Yani bu hesaplar düzeltme sonrası bilançoda düzeltilmiş değerleriyle yer almaya devam edecek.

  •  Sermaye
  • Hisse Senetleri İhraç Primleri
  • Hisse Senedi İptal Karları
  • Yasal Yedekler
  • Statü Yedekleri
  • Olağanüstü Yedekler
  • Özel Fonlar (213 sayılı Kanunun 328 ve 329 uncu maddeleri kapsamında oluşturulan sabit kıymet yenileme fonu ile aynı Kanunun 325/A maddesi kapsamında ayrılan girişim sermayesi fonu, 193 sayılı Kanunun geçici 84 üncü maddesi ile 5520 sayılı Kanunun 5/1-e, j ve k bentleri gereğince oluşturulan fonlar; 6111, 6736, 7143, 7326 sayılı Kanunlar kapsamında, işletmede mevcut olduğu halde kayıtlarda yer almayan makine, teçhizat ve demirbaşların kayda alınmasına ilişkin olarak oluşturulan karşılık hesapları)
  • Sermaye düzeltmesi olumlu ve olumsuz farkları

Buna karşılık, aşağıdaki özsermaye kalemleri ise düzeltilmiş bilançoda gösterilmeyecek ve geçmiş yıl kar veya zararı hesabına aktarılarak kapatılacak:

a) VUK’un;

  • 280/A maddesinin birinci fıkrası uyarınca oluşan (işe başlanılan hesap dönemini takip eden hesap dönemi sonu itibarıyla alacak bakiyesi veren) fon hesabı,
  • Geçici 31 inci maddesi uyarınca oluşturulan yeniden değerleme değer artış fonu hesabı,

b) Gelir Vergisi Kanununun (GVK) geçici 85, 90 ve 93 üncü maddeleri kapsamında oluşturulan fon hesabı,

c) 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun kapsamında oluşturulan fon hesabı,

d) 6111, 6736, 7143, 7326 sayılı Kanunlar kapsamında, işletmede mevcut olduğu halde kayıtlarda yer almayan emtianın kayda alınmasına ilişkin olarak oluşturulan karşılık hesapları

Yeniden değerleme ve varlık barışı fonlarının kapatılması

Taslak Tebliğde sadece VUK geçici 31 inci madde kapsamındaki yeniden değerleme fonlarının belirtilmesinin nedeni, bu taslağın duyurulduğu dönemde bilançolarda sadece bu fonların bulunmasından kaynaklanıyor. Halihazırda ise VUK’un geçici 32 ve mük. 298-Ç maddeleri kapsamındaki yeniden değerleme fonları da bilançolarda yer alıyor. Dolayısıyla, bu fonlar da tıpkı VUK’un geçici 31 inci maddesi kapsamındaki yeniden değerleme fonları gibi 31/12/2023 tarihli düzeltilmiş bilançolarda yer almayacak.  

Bu özsermaye kalemlerinin düzeltmiş bilançoda yer almaması çok önemli iki vergisel sonuca  neden olacak:

VUK’un mük. 298-Ç maddesi kapsamındaki yeniden değerlemeye ait fonlar, ilgili ATİK elden çıkarıldığında amortismanlar gibi değerlendirilip vergileniyor. 31/12/2023 tarihli düzeltilmiş bilançoda bu fonlar geçmiş yıl kar/zarar hesabına aktarılarak kapatılacağından, 1/1/2024 tarihinden itibaren elden çıkarılacak bu kapsamdaki ATİK’ler için herhangi bir vergileme söz konusu olmayacak. Bu anlamda mükelleflerin sürekli yeniden değerlemeye tabi tuttukları ATİK’lerini elden çıkarmalarını 2024 yılına kadar ertelemeleri önemli bir vergisel avantaj yaratabilecek.

GVK’nın geçici 90 ve 93 üncü maddeleri kapsamında oluşturulan fon hesapları ile 6111, 6736, 7143, 7326 sayılı Kanunlar kapsamında işletmede mevcut olduğu halde kayıtlarda yer almayan emtianın kayda alınmasına ilişkin olarak oluşturulan karşılık hesapları, işletmeden çekilmesi veya ortaklara dağıtılması halinde vergilendirilmiyor. Taslak Tebliğe göre, bu tutarlar 31/12/2023 tarihli düzeltilmiş bilançoda yer almayacak ve geçmiş yıl kar/zararları hesabına aktarılarak kapatılacak. Bu şekilde oluşan geçmiş yıl karları ise işletmeden çekilmesi halinde vergilenecek. Dolayısıyla, 31/12/2023 tarihinde yapılacak enflasyon düzeltmesi mükelleflerin bu kapsamdaki fonlarının vergisiz olarak ortaklara dağıtımını engelleyecek. Bu nedenle, bu fonların enflasyon düzeltmesi öncesinde 31/12/2023 tarihine kadar ortaklara dağıtılması -vergisiz olması nedeniyle- mükelleflere önemli bir vergisel avantaj sağlayabilecek.

Sonuç olarak

2023 yılı sonunda yapılacak enflasyon düzeltmesi 2023 yılı beyannamelerine herhangi bir vergisel etki yaratmayacak da olsa, takip eden dönemlerde önemli vergisel sonuçlar ortaya çıkartıyor.

Mükelleflerin 2023 yılı sonunda yapılacak enflasyon düzeltmesinin kendilerini nasıl etkileyeceği konusunda şimdiden hazırlık yapmalarını öneririm.

Enflasyon düzeltmesi konusunda ilerleyen dönemlerde yazmaya devam edeceğim.

***

Yazılarımdan anlık haberdar olmak için bültenime abone olmayı unutmayın. Haftaya başka bir yazıda görüşmek üzere...

Erdal Güleç

Emlak vergisi Türkiye’deki en önemli servet vergilerinden birisidir. Zaman içerisinde pek çok değişiklik görmekle birlikte bugün itibarıyla belediyelerin önemli gelir kalemlerinden birisidir. Emlak vergisi genel olarak binalar ile arsa ve arazilerin vergi değeri üzerinden alınmaktadır.

Arsa ve arazide vergi değeri takdir komisyonlarınca hesaplanan bedeldir. Takdir komisyonları dört yılda bir vergi matrahını tespit eder. Takdir komisyonunca bedel belirlendikten sonra takip eden yıllarda vergi matrahı Vergi Usul Kanunu’na göre belirlenen yeniden değerleme oranının yarısı oranında artırılarak belirlenir. Arazide vergi oranı binde 1, büyükşehir belediyesi ve mücavir alanları içinde binde 2’dir.

Arazi vergisi hesaplanırken kanunun 16’ncı maddesinde yer alan istisna tutarı matrahtan düşülür. Bu tutar yıllar içerisinde değişmemiştir. Yazımızda bu konuyu ele alarak soruna çözüm önerileri getirmeye çalıştık.

Arazide vergi değeri

Arazi, arz üzerinde sınırları, dağ, çit, duvar, ağaç, yol gibi doğal veya yapay işaretlerle çevrilmiş yerlerdir. Genel olarak tarlalar ile arsa vasfını kazanmamış boş alanlar arazi olarak değerlendirilir.

Kanunun 29. maddesine göre vergi değeri araziler için, Vergi Usul Kanunu’nun asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin hükümlerine göre takdir komisyonlarınca her il veya ilçe için arazinin cinsi (kıraç, taban, sulak) itibarıyla takdir olunan birim değerlere göre, hesaplanan bedeldir. Başka bir deyişle arazi için vergi değeri hesaplanırken arazinin bulunduğu mahal ile arazinin niteliği önem arz eder.

Vergi değeri, yüzölçümü ile takdir edilen asgari ölçüde metrekare birim değerinin çarpılmasıyla bulunmaktadır. Örneğin metrekaresi 200 TL olan 1.000 metrekare tarlanın vergi değeri 200 x 1.000= 200.000 TL’dir. Takdir komisyonunca bedel belirlendikten sonra takip eden yıllarda vergi matrahı Vergi Usul Kanununa göre belirlenen yeniden değerleme oranının yarısı oranında artırılarak tespit edilir. Bu hüküm öteden beri uygulanmaktadır. Yukarıdaki örnekte takdir yılını takip eden yılda, yeniden değerleme oranı %50 ise arazinin yeni vergi değeri 200.000 x 1,25 =250.000 TL olacaktır.

Arazi vergisinde istisna

Kanunun “Arazi vergisinde istisna” başlıklı 16’ncı maddesinde “Mükelleflerin bir belediye ve bu belediyenin mücavir alan sınırları içinde bulunan arazisinin (arsalar hariç) toplam vergi değerinin 10 bin Türk Lirası Arazi Vergisi’nden müstesnadır. Bu miktarı üç misline kadar artırmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir” hükmü yer almaktadır.

Bu hükme göre bir mükellefin arazisinin vergi değerinden 10 bin TL düşülerek vergi hesaplanır. Bunun için bu yerin arazi olması, arsa vasfını taşımaması gerekir. Spekülasyona müsait olan arsalarda kanun gereği istisna uygulanmaz.

Söz konusu maddede 10 bin TL’lik istisnanın güncellenmesine/değerlenmesine ilişkin bir hüküm yoktur.

Takdir işlemleri sonucu güncelleme

Takdir komisyonlarınca 4 yılda bir yapılan değerleme sonucunda arazinin vergi değeri yıllar içerisinde genellikle daha yüksek tutarlara ulaşmaktadır. Yapılan takdirle orantılı bir şekilde arazi vergisi matrahında istisna edilen tutarın da artırılması gerekir. Böyle yapılmadığı durumda arazideki brüt vergi değeri ile istisna tutarı arasındaki makas açılmaktadır.

Bir örnek vermek gerekirse, 2012 yılında 50 bin TL vergi değeri bulunan bir arazide matraha ulaşmak için istisna tutarı olan 10 bin TL düşülerek 40 bin TL tutarına ulaşılır. Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere 2013, 2017 ve 2021 yıllarında takdir komisyonlarınca yapılan takdirler sonrasında arazinin vergi değeri artmasına rağmen istisna tutarı sabit kalmıştır. 

Yıllar

Brüt vergi değeri (Takdirler sonrası)

İstisna tutarı

Matrah

İstisna tutarının güncellenmiş hali

Güncellenmiş bedele göre matrah

2012

50.000

10.000

40.000

10.000

40.000

2013

100.000

10.000

90.000

20.000

80.000

2017

200.000

10.000

190.000

40.000

160.000

2021

400.000

10.000

390.000

80.000

320.000

Tabloya göre istisna tutarının güncellenmediği durumda 2021 yılı arazi vergisi matrahı 390 bin TL olmaktadır. İstisna tutarını arazinin değerindeki artış kadar güncellediğimizde ise matrah 320 bin TL olmaktadır. Özetle istisna güncellenmediği durumda matrah 70 bin TL daha fazla çıkmaktadır.

Yeniden değerlemeyle güncelleme

Kanunun 29. maddesine göre vergi değeri her yıl, bir önceki yıl vergi değerinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının yarısı oranında artırılması suretiyle bulunur.

16. maddede yer alan 10 bin TL’lik istisna hükmü, 5904 sayılı Kanun’un 32. maddesi ile 2009 yılında bu tutara getirilmiştir. Kabaca bir hesaplama yaptığımızda 2009 Ağustos ayından 2021 Aralık ayına kadar yurtiçi fiyat endeksi yaklaşık 5,5 kat artmıştır. Dolayısıyla kanunda yer alan 10 bin TL’lik istisna tutarının bugüne taşınmış değeri 65.000/2= 32.500 TL olmalıdır.

Öte yandan vergi kanunlarında yer alan maktu istisna tutarları genellikle yeniden değerleme oranında artırılmaktadır. Özellikle kazanç/gelir üzerinden alınan vergilerde bu tutarlar artırılarak yıllar içerisinde gerçekleşen enflasyon kadar tutarın da istisna edilmesi amaçlanmıştır. Bu durum gelirin safi kazanç üzerinden alınması ilkesine uygundur. Aynı zamanda vergi adaleti açısından da gereklidir. Örneğin 2012 yılında meskenlerden elde edilen kira gelirlerindeki istisna tutarı 3 bin TL iken, 2022 yılında bu tutar 9 bin 500 TL olmuştur.

Çözüm nedir?

Arazide vergi değeri yıllar içerisinde yeniden takdir edilmek ve yeniden değerleme oranının yarısı kadar güncellenmek suretiyle artarken istisna tutarı sabit kalmaktadır. Bu durum arazinin değeri ile istisna edilecek tutar arasındaki makasın açılmasına ve yıllar içinde vergi yükünün artmasına neden olmaktadır.

Geçici veya kısa vadeli çözüm önerimiz maddede yer alan yetkinin kullanılarak istisna tutarının en azından bugün itibarıyla 30 bin TL’ye çıkarılmasıdır.

Kalıcı çözüm ise istisna tutarını nispi olarak belirlemektir. Örneğin, arazinin o yıl için belirlenen vergi değerinin %5’i istisna tutulabilir.

Başka bir çözüm ise kanunun 16. maddesine bir ekleme yapılarak, istisna tutarının da vergi değeri gibi her yıl yeniden değerleme tutarının yarısı oranında artırılmasıdır. Öneri metnimizle yazıyı noktalayabiliriz.

29 /7 / 1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 16’ncı maddesinin birinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Bu fıkrada belirtilen tutar her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde artırılır. Bu şekilde hesaplanan tutarların 10 Türk Lirası’na kadar olan kesirleri dikkate alınmaz.” 

Mustafa Ak

Vizyon Şirket Ortağı-Yeminli Mali Müşavir

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/emlak-arazi-vergisinde-istisna-tutari-sorunu/674690

Bugün sizlerle bir yargı kararı paylaşmak isterim. Karar ihracatçı firmaların sıklıkla karşılaşabildikleri reklamasyon bedellerine ilişkin.

Kararın konusu

Plastik eşya toptan ticaretiyle uğraşan davacı şirket, ihraç ettiği bazı malların istenen nitelikte olmaması nedeniyle, iki ithalatçı firma tarafından adına düzenlenen reklamasyon faturalarını gider kaydetmiş. Davacı hakkında, ihraç edilen emtianın yurt içinden temin edildiği imalatçı firmaya yansıtılmaması nedeniyle, reklamasyon faturaları tutarının dönem zararından düşülmesi gerektiği gerekçesiyle ilgili yıl kurum zararının azaltılmasına ilişkin işlemin iptali, imalatçı firma adına reklamasyon bedeli için düzenlenmesi gereken fatura tutarı üzerinden katma değer vergisi hesaplanması gerektiğinden bahisle salınan katma değer vergisi ve imalatçı firma adına reklamasyon bedeli için fatura düzenlenmemesi nedeniyle kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmış.

Vergi İnceleme Raporu’nda yer alan tespit ve değerlendirmeler

Vergi İnceleme Raporu’nda, diğer tespit ve değerlendirmeler yanında;

- Reklamasyon gideriyle ilgili faturaların yapılan işlemi kanıtlamaya yeterli olmadığı durumlarda reklamasyon giderinin dönem kazancından indirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiş,

- Olayda, yurt dışı firmalardan birinin düzenlediği faturanın yurt dışındaki temsilciliğe onaylatılmadığı, iki ayrı yurt dışı firmanın düzenlediği faturaların tarih ve numarasının aynı olduğu ve firmalardan birinin ortağının aynı zamanda davacı şirketin ortağının kardeşi olduğu tespit edilmiş,

- Yapılan tespit ve değerlendirmelerden hareketle, davacı tarafından Vergi Usul Kanunu hükümlerine uygun şekilde yurt içindeki tedarikçi firmaya herhangi bir fatura düzenlemediği halde reklamasyon faturaları tutarının yasal defterlere gider kaydedilerek vergi ziyaına sebebiyet verildiği sonucuna varılmış.

Vergi Mahkemesi Kararı

Vergi Mahkemesi Kararı’nda reklamasyonun tanımı ve niteliği açıklandıktan sonra;

- Reklamasyon giderlerinin ilgili kurum açısından hasılattan indirileceğinin kabulünün zorunlu olduğu,

- İhraç edilen mallar nedeniyle reklamasyon faturası alınmasının, giderin varlığının kabulü için yeterli olduğu, aksinin ispat külfetinin, aksini iddia eden davalı idareye ait olduğu,

- Davacı şirketin, tedarikçi firmanın zararı kabul etmemesi nedeniyle firma aleyhine dava açıldığına ilişkin açıklamasının inceleme elemanınca araştırılmadığı,

- Reklamasyon faturalarının birinde yurt dışındaki temsilciliğe ait onay bulunmadığı, her iki yurt dışı firmasının düzenlediği faturaların tarihlerinin aynı olduğu ve yurt dışı firmalardan birinin ortağı ile davacı şirketin ortağının kardeş olduğu tespitlerinin reklamasyon faturalarının gerçek olmadığını ortaya koymak için yeterli olmadığı,

- Tüm bu hususlar dikkate alındığında, reklamasyon faturalarının gerçeği yansıtmadığı ve dolayısıyla bu giderinin gerçekten yapılmadığı yolunda bir tespit yapılmaksızın gider kaydının kabul edilmemesinde ve bu nedenle yapılan cezalı tarhiyatlar ile kurum zararının azaltılması işleminde yasal isabet bulunmadığı,

gerekçeleriyle kurum zararının azaltılmasına ilişkin işlem ve cezalı tarhiyatlar iptal edilmiş, somut bir tespitte bulunulmaksızın, varsayıma dayalı olarak özel usulsüzlük cezası kesildiği gerekçesiyle de özel usulsüzlük cezası kaldırılmış.

Danıştay Dördüncü Daire kararı

Davalının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi’nce;

- Reklamasyon bedellerinin gider olarak dikkate alınabilmesi için, reklamasyon tutarının yapılan işin önemi ve genişliğiyle mütenasip olması, ticari teamüllere aykırı olmaması ve taraflar arasında muvazaanın bulunmaması ve en önemlisi bu tutarların muteber delillerle belgelendirilmesi (faturaların yurt dışındaki temsilciliklerimize, ilgili ülke ticaret odasına, notere onaylattırılması ya da yurt dışında mukim firmanın muhasebesinden sorumlu meslek mensubuna teyit ettirilmesi ve belgelerin kayıtlı olduğu ilgili yasal defter kayıtlarının alınması, yurt dışındaki alıcılar ile yapılan yazışmalar, kalite eksikliğini gösteren tarafsız raporlar, ihracat bedeli tamamen tahsil edilmişse bir kısım bedelin geri ödendiğine dair belgeler vb.) gerektiği, aksi halde, üzerinde “reklamasyon” kelimesinden başka hiçbir açıklama olmayan bir faturanın tereddütlere yol açacağı belirtilmiş,

  • İhraç edilen malların standartlara uygun olmaması nedeniyle reklamasyon faturaları düzenlendiği halde, tedarikçi firmaya fatura düzenlenmeyerek gider yazılması, faturalardan birisinin yurt dışındaki temsilciliğe onaylatılmamış olması, her iki faturaın tarihlerinin aynı olması, yurt dışı firmalardan birinin ortağı ile davacı şirket ortağının kardeş olması, yurt dışı firmalardan birisi tarafından düzenlenen ihtarnamede, 2004-2005 yıllarında inşaat malzemelerinin gönderildiği belirtilmesine rağmen, söz konusu malzemelerin kullanılamaz olduğuna yönelik ihtarnamenin 29.03.2007 tarihinde düzenlenmesi karşısında, Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin (B) fıkrası uyarınca aksini ispat külfetinin kendisinde olan ve bunu aynı ağırlıkta veya daha güçlü delillerle ortaya koyması gereken tarafın davalı idare değil, davacı olduğu, ancak davacı tarafından anılan tespitleri çürütebilecek ağırlıkta somut bir delilin ortaya konulamadığı gerekçeleriyle, davacının gider kaydının kabul edilmemesi suretiyle yapılan cezalı tarhiyatlarda ve kurum zararının azaltılması işleminde hukuka aykırılık, davanın kabulü yolundaki mahkeme kararında ise hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna ulaşılmış ve Vergi Mahkemesi kararı bozulmuş. (Danıştay Dördüncü Dairesinin 13.11.2018 tarih ve E:2014/5582, K:2018/11014 sayılı kararı.)

Vergi Mahkemesi ısrar kararı

Vergi Mahkemesi, aynı hukuksal nedenler ve gerekçeyle ilk kararında ısrar etmiş.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurul kararı

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu kararında öncelikle;

- Mahkemece, reklamasyon faturalarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı incelenmek suretiyle karar verildiği, oysa vergi inceleme raporlarında, reklamasyon faturalarına ilişkin olarak olumsuz bazı tespitlere yer verilmişse de söz konusu faturaların gerçeği yansıtmadığı yolunda bir değerlendirme yapılmamış olduğu, reklamasyon bedellerinin ihraç edilen malların temin edildiği imalatçı firmaya fatura düzenlenerek yansıtılmaması nedeniyle dava konusu işlemlerin tesis edilmesinin önerildiği, davacı adına, imalatçı firma adına reklamasyon bedeli için fatura düzenlememesi nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilmesi ve düzenlenmesi gereken fatura tutarı üzerinden katma değer vergisi hesaplanması gerektiğinden bahisle vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmesinin bu durumu teyit ettiği,

- Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davacı adına düzenlenen reklamasyon faturaları tutarının ihraç edilen malların yurt içinden temin edildiği firmaya davacı tarafından fatura düzenlenmek suretiyle yansıtılmasının gerekip gerekmediğinin açıklığa kavuşturulması gerektiği,

tespit ve değerlendirmesi yapılmış, sonrasında;

- İmalatçı firmanın ayıplı mallardan sorumluluğunun davacı ile imalatçı firma arasında yapılan sözleşme ile kaldırıldığı veya sınırlandırıldığı yolunda davacının herhangi bir iddiası bulunmadığı, kaldı ki, davacı, ayıplı mallar nedeniyle uğradığı maddi kaybın ödenmesi istemiyle imalatçı firmaya karşı dava açmış olduğu, bu hususlar dikkate alındığında, davacının, yurt dışındaki alıcının uğradığı maddi kayba nihai olarak katlanması gereken imalatçı firma adına reklamasyon faturası düzenlemek suretiyle kendisi adına düzenlenen reklamasyon faturaları tutarını imalatçı firmaya yansıtması gerektiği,

- Ticari kazançta gelirin elde edilmesinde tahakkuk esasının geçerli olduğu, davacın iddiasının aksine, davacı adına düzenlenen ve davacı tarafından gider olarak dikkate alınan reklamasyon faturaları tutarının, yurt dışındaki alıcının uğradığı maddi kayba nihai olarak katlanması gereken imalatçı firmaya yansıtılması gerektiğinden, davacı yönünden gelirin doğduğunun, dolayısıyla da tahakkuk ettiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirmesini yapmış, davacının gider kaydettiği tutarı aynı zamanda gelir kaydetmesi gerektiği, alacağın tahsil edilememesinin tahakkuka bir etkisi bulunmadığı, alacağın tahsili için imalatçı firmaya karşı dava açılmasının, diğer şartların da yerine getirilmesi halinde şüpheli alacaklar için öngörülen imkânlardan yararlanılmasına olanak sağladığı,

sonucuna ulaşmış.

Kurul bu gerekçelerle;

- Vergi Mahkemesi ısrar kararının, kurum zararının azaltılmasına ilişkin işlemin iptali ve özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkralarını bozmuş,

- İmalatçıya düzenlenmesi gereken faturada yer alacak tutarın tazminat bedeli niteliğinde olduğu, bu nedenle katma değer vergisinin konusuna girmediğinden, ısrar kararının, katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görmemiş.

Sonuç olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, Vergi Mahkemesi’nin ısrar kararının; ilgili yıl kurum zararının azaltılmasına ilişkin işlemin iptali ve özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkralarını bozmuş, katma değer vergisi ile buna bağlı olarak kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasına yöneltilen temyiz istemini reddetmiş. (Danıştay VDD Kurulunun 02.11.2021 tarih; E:2020/264 K:2021/1485 sayılı kararı.)

Kişisel değerlendirmem

Öncelikle, yukarıda özetlediğim kararlarda, reklamasyon ve tahakkuk tanımları ile yurt dışı giderlerin belgelendirilmesine ilişkin yararlanılabilecek önemli tespit ve değerlendirmeler olduğunu ifade etmek isterim.

Reklamasyon bedellerinin kurum kazancının tespitinde dikkate alınabilmesinde, kararlardan anlaşıldığı gibi birçok unsur öne çıkıyor. Öncelikle bir reklamasyon gideri olduğunun dokümantasyonu önemli. Yurt dışından gelecek faturaların tercümesinden, herhangi bir makama onaylatılmasından bahsetmiyorum. Gerçekten böyle bir giderin gerçekte olduğunun dokümantasyonu yapılmalı, reklamasyon giderinin gerçekte olduğu kuşkuya yer kalmayacak şekilde ispat edilebilmeli.

Bunun yanında, ihraç edilen malların tedarikçisiyle ilişkiler ve aralarında yapılacak sözleşmenin önemli olduğunu değerlendiriyorum. Reklamasyon nedeniyle oluşan giderin veya zararın kimin üzerinde kalacağı, imalatçıya yansıtılıp yansıtılmayacağı önemli. Tedarikçi ve ihracatçı işletmeler ilişkili kişilerse sözleşmenin ticari icaplara uygun olması, mal bedelinin, gider veya zararın kimin üzerinde kalacağı başta olmak üzere bütün koşullar dikkate alınarak emsallere uygun olarak belirlenmesi dikkat edilecek konular.

Somut olaya ve yargı kararlarına gelince, Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun bütün değerlendirmelerine katılıyorum. İhracatçı işletmelerin, inceleme elemanının yorum ve eleştirileri ile kararları incelemesini ve dersler almasını öneririm. Recep Bıyık

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/reklamasyon-giderleriyle-ilgili-dikkat-edilecek-konular/674688

Türk Ticaret Kanunu’nun “Sermayenin kaybı, borca batık olma durumu” başlıklı 376 ncı maddesi kapsamında, anonim ve limited şirketler ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında uyacakları usul ve esasları düzenleyen “6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376 ncı Maddesinin Uygulamasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ” 15.09.2018 tarih ve 30536 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış olup, ilgili tebliğin geçici 1 inci maddesinde; “1/1/2023 tarihine kadar, Kanunun 376 ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin hükümlere yer verilmişti. İş bu yazının tarihi itibari ile 1/1/2023” ibaresi “1/1/2024” olarak değiştirilmiştir.

Bu gün itibari ile ; 1/1/2024 tarihine kadar, Kanunun 376 ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda;

1- Henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının tamamı ile (2018+2019+ 2020+2021+2022+2023 yılları dikkate alınmalıdır)

2- 2020 ve 2021 yıllarında tahakkuk eden kiralamalardan kaynaklanan giderler ile amortismanlar ve personel giderlerinin* toplamının yarısı,

dikkate alınmayabilir.

Bu tutarların belirlenmesinde mükerrerlik oluşmayacak şekilde hesaplama yapılır.

Yapılacak hesaplamalara ilişkin hazırlanan finansal tablolarda herhangi bir kayda yer verilmeyerek, bu durum bilgi mahiyetinde dipnotlarda gösterilir.

Erkan Ateşli YMM

(*) Dışardan sağlanan fayda ve hizmet tanımına girebilecek çeşitli giderler (taşeron çalışan temini, personel servisi, yemekhane giderleri vb.) personel gideri olarak dikkate alınmamalıdır.

Bildirimler zamanında yapılmazsa bir emlak vergisi kaybı ortaya çıkmakta ve belediyeler bu fark emlak vergisi ile birlikte kayba uğratılan verginin cezasını da (vergi ziyaı) almaktadır. Sorun tam da burada oluşmakta ve vergi ziyaı cezasını alabilir mi? sorusu gündeme gelmektedir

Sahip olunan ev, dükkân ya da arazi gibi gayrimenkullerde aşağıda sayılan değişikliklerin olması durumunda bu değişikliklerin süresinde belediyeye bildirilmesi gerekmektedir. Bu bildirimler süresinde belediyelere bildirilmemesi nedeniyle belediyeler idari para cezası (vergi ziyaı cezası) kesmektedir. Emlak Vergisi Kanunu (EVK) m.37 "Bu kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla, bu kanuna göre alınacak vergiler hakkında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uygulanır" fıkrası uyarınca, bildirimlerin zamanında yapılmaması ya da eksik yapılması durumunda vergi ziyaı cezasının hesaplanıp hesaplanmaması sorunlu bir konudur. Zira uygulamada belediyeler, EVK m.32 ile m.37 uyarınca bildirimlerin zamanında verilmemesinden kaynaklı olarak vergi ziyaı cezasını 1 kat kesmekte, bu, mükellefe tebliğ edilmekte hatta mükellefi konuyla alakalı uzlaşmaya dahi sokmaktadırlar. Baştan söyleyeyim bu, hatalı bir işlemdir ve yaklaşık 20 yıldır aynı hata yapılmaktadır.

"Bildirim" nedir?

Emlak Vergisi Kanunu m.33 uyarınca vergi değerinin değişmesi durumunda bunun belediyeye süresinde bildirilmesi gerekmektedir. Vergi değerini değişmesini; yeni bir bina inşa edilmesi, var olan binaya asansör, kalorifer, kombi takılması ya da kaldırılması, binanın yıkılması, konutun iş yerine çevrilmesi, arazi ya da arsaların birleştirilmesi vs gibi şeklinde örneklemek mümkündür. 

Bu değişiklikler ilk dokuz ay içinde (1 Ocak-30 Eylül) olmuşsa yıl sonuna (31 Aralık) kadar; yılın son üç ayı içinde (1 Ekim-31 Aralık) olmuşsa, değişikliğin olduğu tarihten itibaren üç ay içinde belediyeye bildirilmesi gerekir.

İşte bu bildirimler zamanında yapılmazsa bir emlak vergisi kaybı ortaya çıkmakta ve belediyeler bu fark emlak vergisi ile birlikte kayba uğratılan verginin cezasını da (vergi ziyaı) almaktadır. Sorun tam da burada oluşmakta ve vergi ziyaı cezasını alabilir mi? sorusu gündeme gelmektedir.

Danıştay, belediyeler gibi düşünmüyor

Hemen hemen tüm yargı içtihatlarında1319 sayılı EVK m.10 ile m.20’de, bina ve arazi vergisinin mükelleflerin yazılı beyanı üzerine tarh ve tahakkuk ettirileceği, EVK m.32’de ek süreye rağmen beyanname verilmemesi halinde, verginin bu EVK’nin hükümlerine göre idarece tarh edileceği, gayrimenkulün maddi delillere göre tespit edilmesi gereken değerinin beyan edilen asgari değerden fazla olması halinde, bu değer üzerinden ikmalen vergi tarh olunacağı, beyannamesini ek süreye rağmen vermeyen mükellef adına vergi ziyaı cezası kesileceği düzenlenmiş iken, 09.04.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4751 Sayılı Kanun ile 1319 Sayılı Emlak Vergisi Kanunu'nda yer alan beyanname verme zorunluluğu kaldırılarak emlak vergisi bildirimi verilmesi gereken hallerde mükellefin bildirim vermemesi durumunda verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsendiğinden vergi ziyaı cezası kesileceğine dair bir hükme de yer verilmediği bahisle vergi ziyaı cezasının kesilemeyeceğine yönelik kararlar verilmiştir.

Danıştay 9. Dairesinin 03.12.2019 tarih ve Esas No: 2016/13898, Karar No: 2019/6426 sayılı kararında 2002 yılı ve sonraki yıllar için vergi ziyaı cezası kesilmesi mümkün olmadığına yönelik karar verilmiştir.

Danıştay 9. Dairesinin 20.04.2021 tarih ve Esas No: 2020/288 Karar No: 2021/2821 sayılı kararında da "Bu durumda Emlak Vergisi Kanunu'nda 09/04/2002 tarihinden itibaren beyanname verme zorunluluğu kaldırılarak emlak vergisi bildirimi verilmesi gereken hallerde mükellefin bildirim vermemesi durumunda verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsenmiş olup, vergi ziyaı cezası kesileceğine dair bir hükme yer verilmediğinden, 2002 yılı ve sonraki yıllar için vergi ziyaı cezası kesilmesi mümkün olmamakta, davacı adına kesilen vergi ziyaı cezasında hukuka uygunluk bulunmamaktadır." Şeklinde karar vermiştir.

Danıştay 9. Dairesinin 26.05.2015 tarih ve Esas No: 2012/2649 Karar No: 2015/5653 sayılı başka bir kararında da, bu durumda, Emlak Vergisi Kanunu’nda 09.04.2002 tarihinden itibaren beyanname verme zorunluluğu kaldırılarak verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsendiğinden ve ceza kesileceğine dair bir hükme yer verilmediğinden davalı idarece 2002 yılı ve sonraki yıllarda yapılan tarhiyatlar için vergi ziyaı cezası kesilmesinin mümkün olmadığı yönünde karar verilmiştir.

Yargının, cezanın kesilmemesine ilişkin yasal dayanağı

Konuyla alakalı Danıştay 9. Dairenin Karar No: 2018/6152 sayılı kararında Emlak Vergisi Kanunu’nda 4751 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler sonucu beyan esası kaldırılarak bildirim verilmesi esası getirildiğinden ve EVK m.32’de bildirimin süresinde verilmemesi halinde verginin idarece tarh edileceği belirtildiği halde ceza kesileceğine dair bir hükme yer verilmediğinden 2002 yılı ve sonraki yıllarda yapılan tarhiyatlar için vergi ziyaı cezası kesilmesinin mümkün olmayacağı yönünde karar verilmiştir. Kararda da görüldüğü üzere vergi ziyaı cezasının kesilmesine ilişkin hükmün Emlak Vergisi Kanunu m.32’de yazılmaması durumunda, yazılmış gibi hareket etmek yani kanunda yer almamasına rağmen varmış gibi davranmak kanunilik ilkesine aykırı bir durumdur ki buna kıyas yasağı da denilmektedir.

Ve yargının verdiği kararların temel dayanağı da budur. Yani kanunilik ilkesi, kıyas yasağı, belirlilik ve hukuki güvenlik ilkeleridir.

Görüldüğü üzere EVK m.32’de mükellefin bildirim vermemesi durumunda verginin idarece tarh edileceği kuralı benimsendiğinden vergi ziyaı cezasının kesileceğine dair bir hükme de yer verilmemesi nedeniyle vergi ziyaı cezasının kesilmemesi gerekmektedir. Kesilenlerin de iade alınması gerekir. Nasıl mı? şöyle:

İade almak için dava açmak mı gerekir?

Doğrudan dava açamıyorsunuz zaten. Ancak VUK m.117-118 uyarınca belediyeye vergi hatası yaptınız bunu bana iade ediniz şeklinde bir hata dilekçesi vermeniz gerekiyor. Sonra VUK m.124’te yazan süreci yerine getirip öyle dava açmanız gerekiyor. Prof. Dr. Murat Batı

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-bati/belediyeler-bildirimlerin-yapilmamis-olmasi-nedeniyle-cezayi-yanlis-mi-kesiyor,34004

Torba yasa teklifini 16 Ekim 2022 tarihli yazımda değerlendirmiş ve bu sorunlu düzenleme girişimi ile ilgili uyarılarımı paylaşmıştım. Teklif aynen yasalaştı. Benim uyarımı dikkate almamalarını anlayabilirim, ancak sivil toplum kuruluşlarının uyarılarını dikkate almamalarını önemli bir eksiklik olarak değerlendiriyorum

Sermaye azaltımında vergilendirme konusu çok tartışılan, ihtilaflara konu olan bir sorundu. İş dünyası sorunun çözüme kavuşturulmasını uzun zamandır dile getirmekteydi. Maliye de sorunu yasal düzenleme ile çözmek isteyince, sermaye azaltımında vergilendirme konusu yasal düzenlemeye kavuştu.

Torba yasa teklifini 16 Ekim 2022 tarihli yazımda değerlendirmiş ve bu sorunlu düzenleme girişimi ile ilgili uyarılarımı paylaşmıştım. Teklif aynen yasalaştı. Benim uyarımı dikkate almamalarını anlayabilirim, ancak sivil toplum kuruluşlarının uyarılarını dikkate almamalarını önemli bir eksiklik olarak değerlendiriyorum.

Şimdi soruyorum: Bu düzenleme ile sorunu çözmüş olduk mu? Bence çözemedik, çözdüğümüzü sanıyoruz. Hem yapılan hem de yapılmayan düzenlemeler yakında bu konunun tekrar masaya geleceğini gösteriyor.

Yapılan düzenleme ile konu, ayın ve nakit dışındaki unsurların (öz sermaye kalemlerinin) sermayeye eklenmesinden sonra beş yıl içinde sermaye azaltımı yapılıp yapılmadığına göre değerlendiriliyor. Eğer sermaye azaltımı beş yıl geçtikten sonra yapılmışsa, azaltılan tutar "oranlama" yöntemi ile belirleniyor. Yani bu durumda, nakdî ve/veya ayni sermaye tutarları ile sermayeye eklenen diğer öz sermaye unsurlarının toplam sermayeye oranlanması suretiyle azaltıma konu edilen tutar içerisindeki öz sermaye unsurları tespit edilecek.

Kurumların öz sermaye kalemlerini sermayeye ekledikleri tarihten itibaren beş tam yıllık süre tamamlanmadan sermaye azaltımı yapmaları durumunda, azaltımın aşağıdaki sırayla yapıldığı kabul ediliyor, yani en yüksek vergileme gerektiren kaynaklara öncelik veriliyor:

  • Sermayeye ilave dışında başka bir hesaba nakledilmesi, işletmeden çekilmesi veya sermaye hesabından başka hesaplara aktarımı kurumlar vergisine ve kâr dağıtımına veya ana merkeze aktarılan tutara bağlı vergi kesintisine tabi tutulacak öz sermaye kalemleri,
  • Sadece kâr dağıtımına veya ana merkeze aktarılan tutara bağlı vergi kesintisine tabi tutulacak öz sermaye kalemleri,
  • Başka bir hesaba nakledilmesi veya işletmeden çekilmesi halinde vergilendirilmeyecek olan ayni ve nakdî sermaye.

Neden azaltım tarihi itibariyle beş yıllık sürenin geçip geçmediğine bakılarak farklı vergilendirme esaslarının belirlendiği anlayamıyorum.

Bence en doğru uygulama şirketin istediği kaynaktan azaltım yapabileceğini kabul etmek olurdu. Bunun alternatifi olarak oranlama yöntemiyle azaltılan tutarı belirlemek kabul edilebilirdi.

Hem bunu yapmayıp hem de sermaye azaltımında önceliği sermayeye eklenme tarihi beş tam yıllık süreyi geçmemiş olan unsurlara vermek, izah edilemediği gibi kabul de edilemez. Umarım bu hatadan bir an önce dönülür.

Şimdi düzenleme sonrası oluşan veya devam eden sorunlara bakalım.

Zarar sebebiyle sermaye azaltımı

Zarar sebebiyle azaltılan tutarların hangi unsurlardan kaynaklandığı da 5 yıllık süreye bağlı olarak belirleniyor.

Eğer azaltılan tutarların içinde kurumlar vergisine ve kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisine (stopaja) tabi tutulacak öz sermaye kalemleri varsa, sadece kar dağıtım stopajı yapılmayacağı öngörülüyor. Bu doğru, çünkü sermayenin zararlara mahsuben azaltılması halinde ortaklara intikal eden bir bedel yok.

Ancak söz konusu tutarlar üzerinden kurumlar vergisi hesaplanması gerektiği anlaşılıyor. Zarar sebebiyle sermaye azaltımında şirket dışına nakit çıkışı olmadığından, kurumlar vergisi hesaplanmasını, yani bu işlemin "çekiş" olarak değerlendirilmesini doğru bulmuyorum. Kar dağıtım stopajı yapılmadığı gibi kurumlar vergisi de hesaplanmamalıdır.

Şirketlerin sahip olduğu kendi hisse senetlerinin iptali amacıyla yapılan sermaye azaltımları

Gelir Vergisi Kanunumuza göre, şirketlerin kendi hisse senetlerini iktisap etmeleri halinde, iktisap ettikleri kendi hisse senetleri için sermaye azaltımı kararı alınabiliyor. Bu durumda iktisap bedeli ile hisse senetlerinin itibari değeri (nominal bedeli) arasındaki fark, sermaye azaltımına ilişkin kararın tescil edildiği tarih itibariyle kâr payı olarak dağıtılmış sayılıyor ve dağıtılmış sayılan bu kâr payları üzerinden yüzde 15 stopaj (vergileme) yapılıyor.

Sermaye azaltımına ilişkin düzenlemede bu duruma yönelik herhangi belirleme yer almadığı için tereddüt oluştu.

Her iki düzenleme de aynı anda uygulanacak mı?

Şirketin kendi hisse senedini iktisapta azaltım nedeniyle yapılan vergileme özel bir düzenlemeye dayandığı ve amacı farklı olduğu için sermaye azaltımı ile ilgili genel düzenleme kapsamında yapılan vergilendirmenin bu amaçla yapılan sermaye azaltımlarında uygulanmaması gerektiği görüşündeyim. Aksi halde mükerrer ve ağır bir vergileme yapılmış olur.

Nakdi sermaye artırımında faiz indirimine ilişkin düzenleme

Şirketleri öz kaynakları ile çalışmaya teşvik etmek için nakden artırılan sermaye tutarları üzerinden belli esaslara göre hesaplanan faiz tutarları belli bir süre ile vergi matrahından beyanname üzerinde indirilebiliyor.

Bu indirimden, sermaye artırımına ilişkin kararın veya ilk kuruluş aşamasında ana sözleşmenin tescil edildiği hesap dönemi ile bu dönemi izleyen dört hesap dönemi için ayrı ayrı yararlanılıyor. Bu dönemlerde sermaye azaltımı yapılması hâlinde azaltılan sermaye tutarı indirim hesaplamasında dikkate alınamıyor.

Görüldüğü gibi, bu uygulamada belirtilen sürede azaltımın hangi kaynaktan yapıldığına bakılmaksızın indirim hakkı azaltılan tutar kadar kaybediliyor.

Yeni düzenleme kapsamında azaltılan tutarların kaynağı yasa ile net olarak belirlendiğine göre, faiz indiriminde de buna itibar edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yeni düzenleme ile azaltılan kısmın öz sermaye kalemlerinden oluştuğu kabul edildiği halde faiz indiriminden mahrum kalmanın izahı yok.

Faiz indirimine ilişkin yasal düzenlemenin yeni düzenleme dikkate alınarak gözden geçirilmesi ve gerekli değişikliklerin bir an önce yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa her durumda Hazinenin lehine uygulama yapılması adil değildir, kabul edilemez.

Kısmi bölünme sebebiyle sermaye azaltımı

Kısmi bölünmede devralan şirket hisselerinin doğrudan ortaklara verilmesi halinde bölünen şirkette sermaye azaltımı yapılması gerekiyor. Bu sermaye azaltımı ortaklara nakit çıkışı yapılan ve ortakların mal varlığında artışa sebebiyle veren bir azaltım niteliğinde olmadığından, bu azaltım sebebiyle vergileme yapılmaması konusu Maliye tarafından da kabul ediliyor.

Bu nedenle mevcut özelgelerde, kısmi bölünme nedeniyle yapılan sermaye azaltımlarında, devralan şirket bünyesinde sermayenin kaynaklarına göre takip edilmesi şartıyla azaltım sebebiyle vergileme yapılmayacağı belirtiliyor.

Bu anlayış sermaye azaltımına ilişkin yeni düzenlemede açıkça ifade edilmediği için tereddüt oluşabilir.

Özelgelerde ifade edilen görüş, yasada bu konuda açık bir düzenleme olmadığı halde verildiği için geçmişte Maliye özelgelerdeki yorumu yapmıştı, çünkü bu yorum için yasal düzenlemeye ihtiyaç bulunmuyordu. Ortaklara pay vermek suretiyle gerçekleştirilen kısmi bölünme işlemlerinde vergiye tabi bir değer artışı/elden çıkarma olmadığı kabul edilmekteydi.

Yeni düzenlemeden sonra da bu yaklaşımın devam ettirilmemesi için bir sebep görmüyorum. Yasal düzenlemede bu konuya açıkça yer verilmemiş olması uygulamada bir değişiklik meydana getirmez. Ancak bu durumun Maliye tarafından açıkça ifade edilmesi isabetli olacaktır. 

Erdoğan Sağlam

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/sermaye-azaltimina-iliskin-yasal-duzenleme-yapildi-peki-sorunlar-cozuldu-mu,37504

İşçiler işlerini yaparken işverenin sağladığı makineleri kullanmakta, ham maddeyi işlemekte, verdiği araçla işleri yapmakta, telefonla iletişim kurmakta ve hatta arabayla işe gidip gelmektedir. Özellikle işçilerin kullandıkları araçların zarar riski çok yüksek olduğu için, trafik iş kazası niteliği taşıyan kazalarda sorumluluğu belirlenmesi ve işçinin sorumlu olduğunun tespiti halinde işçiden zarar tutarının istenmesi özel incelemeyi gerektirmekte, işverenin tek taraflı değerlendirmeleri yanlış sonuçlara gidilmesine sebep olabilmektedir.

Özen borcu

İşçiler kural olarak işverenlerinin yönetimleri altında faaliyet gösterdiklerinden, işin yapılması sırasında doğan zararlardan sorumlulukları sınırlıdır. Çünkü işin görülmesi sırasında işin doğası gereği veya dışsal nedenlerden birçok zarar doğabilmektedir. İşçiye yükletilemeyen bu tür zararlardan işçinin sorumlu tutulması adalete uygun görülmemiş, işverenin işleten olması nedeniyle, işletmesel zararlardan sorumlu olması gerektiği kabul edilmiştir. Fakat sınırlı da olsa çalışanların da sorumluluğu bulunmaktadır. İş görme borcu işçinin sadece çalışmasını değil çalışırken özen göstermesini de gerektirir. Çalışanın gerekli özeni göstermemesi nedeniyle yani kusurlu olarak zarar vermesi halinde, sorumluluğu doğabilecektir.
Yapılacak işin tüm ayrıntılarının ve nasıl yapılacağının sözleşmede ayrıntılı olarak önceden belirlenmesi mümkün değildir. İşin nasıl yapılacağı, o işin niteliğine, yazılı kuralları varsa bu yazılı kurallarına, yoksa o işin geleneğine ve dürüstlük kurallarına göre belirlenir. Dürüstlük kuralları kişinin dürüst bir insan olarak yapması gereken davranışları tespit eder. İşin özenle yapılıp yapılmadığı tüm bu kurallara göre belirlenir. Kişi bu kurallara göre hareket ettiyse işini özenle yapmıştır. Bunun sonucunda ortaya bir zarar çıkmış olsa da işçi sorumlu tutulamayacaktır.
İşin yapılma şekline ilişkin kuralların kesin olmadığı durumlarda iş görme borcunun özensiz yerine getirildiğinin ispatı zordur. Çalışanın özensizliği üretilen malın hatalı olması, hizmetin düzgün yerine getirilmemesi, işverenin verdiği, araç, gereç, makine ve tesisatın özensiz kullanılarak, bunlara zarar verilmesi, yazılması gereken yazıların özensiz yazılması, kayıtların özensiz tutulması gibi şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Kanuna göre çalışanlar, işverene ait makineleri, araç ve gereçleri, teknik sistemleri, tesisleri ve taşıtları usulüne uygun kullanmak ve bunlara özen göstermek zorundadır.

Önlemler incelenmeli

İşçinin işini özenli yapıp yapmadığının tespiti çoğu zaman ayrıntılı bir araştırmayı gerektirir. Sorumluluğun tek işçide olduğu durumlarda zararın tek bir işçinin özensizliğinden kaynaklandığının ispatı daha kolaydır. Fakat trafik gibi birden çok unsurun bir araya geldiği, kullanılan aracın teknik yapısının karmaşıklığı halinde bu durum daha zordur. Yargıtay da verdiği bir kararında sadece işçinin kullandığı aracın çöp kamyonu olmasından kaynaklı teknik özellikli bir araç olması nedeniyle hızını bu özellikli araca ve yol durumuna göre ayarlaması gerektiğinden hareketle verilen kararı yetersiz bulmuş, durumun iş sağlığı ve güvenliği kurallarından hareketle incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Olayda trafik bilirkişisinden alınan raporun hüküm kurmaya yeterli olmadığı, iş sağlığı ve güvenliği uzmanı bilirkişi tarafından 6331 sayılı Kanun hükümleri gözetilerek dosyadaki delillerin irdelenip değerlendirilmesi gerektiği, işçinin kaza sebebiyle iş sözleşmesini ihlal edip etmediği, hangi ölçüde ihlal ettiği, kusur durumu ve kusur oranı bağlamında bir değerlendirilme yapılması gerektiği, bir iş sağlığı ve güvenliği uzmanı bilirkişiden rapor alındıktan sonra dosyadaki tüm delillerle birlikte sonuca gidilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bunun anlamı, kazanın oluşumunda alınmamış bir iş sağlığı ve güvenliği önlemi bulunması halinde işçinin tek başına sorumlu tutulamayacağıdır.

Fesih nedeni

Çalışanın işine gerekli özeni göstermemesi, kendisine uyarı verilmesinden, işten çıkarılmasına kadar birçok disiplin cezasının uygulanması sonucunu doğurabilir. İşçinin işverene 30 günlük ücreti ile karşılanamayan bir zarar vermesi işveren açısından tazminatsız bir işten çıkarma sebebidir. Eğer zarar bu boyuta ulaşmıyor fakat düzenli olarak küçük zararlar veriliyorsa, bu durum işveren açısından yine bir fesih nedeni olmakla birlikte işçiye tazminatlarının ödenmesi gerekir. Böyle bir durumda işçinin işe iadesi söz konusu olmayacaktır.

Çalışanın işverene verdiği zararı çalışanın ücretinden doğrudan kesmesi hukuka aykırı olabilecektir. Doğrudan kesinti ancak işverenin dava açıp işçinin bu zararı kasten verdiğini ispatlaması halinde mümkündür. Eğer kasten verilmiş bir zarar yoksa ki çoğu durumda zarar kasten verilmez ya da kasten verilmiş olsa bile işveren dava açmamışsa çalışanın ücretinden kesinti yapabilmesi ancak çalışanın yazılı onayının alınmasına bağlıdır. Onay verilmedi diye işverenin bu zararı tahsil edemeyeceği düşünülmemelidir. İşveren işçi aleyhine icra takibi başlatarak uğradığı zararı tazmin ettirebilir. İcra ve dava masrafları nedeniyle çalışan verdiği zarardan daha yüksek para ödemek zorunda kalabilir. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/trafik-is-kazasinda-iscinin-sorumlulugu-6858988?sessionid=3

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Lokanta Ve Kafe Gibi İşletmelerde Satılan Gıda Maddeleri İçin KDV Oranının Yüzde 10 Uygulanması Kesinleşti; Tartışmalar Sürüyor! Tebliğde yer alan ve geçen yıl yapılan oran artışlarına ilişkin…
  • Enflasyon Düzeltmesi Sonrası Tevsi Yatırımlarda İndirimli Kurumlar Vergisi Giriş Kurumlar vergisi mükelleflerinin kurumlar vergisi beyannamelerini vermeleri için kalan…
  • Yiyecek İçecek Sektöründe KDV Oranı Meselesi 27 Nisan 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 51 seri numaralı…
Top