Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Giriş

6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun 16 Mayıs 2012 tarihinde kabul edilip 31 Mayıs 2012 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. İlgili Kanun’un yürürlüğe girmesi inşaat sektöründe pek çok konuda çeşitli yeni düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda vergisel düzenlemeler ve teşvikler de yıllar içerisinde dinamik bir şekilde değişen sektörel faaliyetlere uyum sağlama sürecine girerek değişmiş ve dönüşmüştür.

Bu minvalde kat karşılığı inşaat işlerinin tamamını ilgilendirebilecek olan ve sektördeki birçok konuya açıklık getiren 7104 Sayılı Kanun Nisan 2018’de yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun’da hem KDV hem de maliyet hesaplamaları anlamında firmaların uygulamalarını netleştiren düzenlemeler yer almaktadır. Bunun dışında sektör faaliyetlerine; damga vergisi, tapu harcı, indirimli KDV uygulamaları anlamında pek çok alanda vergisel teşvikler sağlanmaktadır.

A. Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin değerlendirilmesi

Arsa sahiplerinin arsalarını nakit karşılığı satmak yerine müteahhit firmalar ile anlaşarak kat karşılığı olarak arsalarını satmaları inşaat sektöründe özellikle kentsel dönüşüm kapsamında yoğun olarak başvurulan bir uygulamadır. Arsa sahibinin müteahhide devrettiği arsa payı karşılığında müteahhidin yaptığı inşaatın bir kısmını konut veya işyeri olarak arsa sahibine teslimini düzenleyen sözleşmeler kat karşılığı inşaat sözleşmeleri olarak isimlendirilmektedir.[1] “Arsa payı karşılığı kat yapımı sözleşmesiyle yüklenici, arsa sahibinin arsası üzerinde ve arsadaki belli payların mülkiyetine karşılık bağımsız bölümler yapmak suretiyle bütünlük arz eden kat yapma borcu altına girmektedir.”[2] Bu modelde başlangıçta arsa sahibi ile müteahhit anlaşmakta, öngörülen projeye göre kat irtifakı tescil ve tesisi yapılıp noterde sözleşme düzenlenmektedir..[3]

B. KDV düzenlemeleri açısından değerlendirme

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa sahibi tarafından yapılan arsa teslimi ve proje bitiminde müteahhit tarafından arsa sahibine yapılan daire ve/veya işyeri teslimi olmak üzere iki teslim olduğu göz önünde bulundurulmalı ve KDV düzenlemeleri de bu bakımdan değerlendirilmelidir.

1. Arsa sahiplerinin arsa teslimlerinin KDV açısından değerlendirilmesi

Öncelikle, arsa sahibi tarafından müteahhide yapılan arsa teslimlerinde vergisel uygulama, arsa sahibinin gerçek kişi veya şirket olmasına göre değişiklik arz etmektedir.

Arsa sahibinin gerçek kişi olması durumunda arsa teslimi KDV’siz olarak yapılabilecektir. Teslim alınan arsa bedeli KDV’siz ve stopajsız gider pusulası düzenlenerek tevsik edilerek kayıt altına alınacaktır.[4] Bu hususu destekleyen özelgeler de bulunmaktadır.[5] İlgili arsaların müteahhit şirketlerce kayıtlara sabit kıymetler hesabı altında alınması olağandır.

Arsa sahibinin şirket olması durumunda ise KDV yükümlülüğü KDV Kanunu’nda yer alan istisnaların sağlanmadığı durumda doğmaktadır. Arsa sahibi şirketlerin KDV Kanunu’nun 17/4-r maddesi kapsamında yer alan şartları sağlamaları halinde müteahhit firmalara arsa satışları KDV istisnasından faydalanabilecektir. Buna göre arsa sahibi şirketler, 2 yıldan uzun süredir aktiflerinde bulundurdukları arsaların satışı halinde ve arsa alım satım işini ticaret haline getirmedikleri durumda kat karşılığı olarak müteahhit firmalara yapmış oldukları arsa teslimleri KDV istisnasından faydalanabilecektir. Aksi halde istisna şartları sağlanmadığından arsa sahibi şirketlerin müteahhit firmalara kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında yapmış oldukları arsa teslimleri KDV istisnasından faydalanamayacaktır.

Sonuç olarak arsa sahibinin müteahhide arsa devrinde; arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımını mutat ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürmesi halinde arsa sahibi KDV yükümlüsüdür. Öte yandan gerçek usulde mükellefiyetini gerektirmeyecek şekilde arızi bir faaliyet olarak arsa payını konut veya işyeri karşılığında müteahhide devreden arsa sahibi KDV yükümlüsü değildir.

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa sahibinin arsayı devretmesine karşı arsayı devralan müteahhit firmanın da arsaya karşılık daire teslimi KDV Kanunu açısından trampa olarak değerlendirildiğinden[6] hem arsa sahipleri hem de müteahhitler tarafından yapılan teslimler genel kural olarak KDV’ye tabidir. Ancak bu hususta KDV mükellefiyeti olan arsa sahiplerinin müteahhitlere yapmış oldukları arsa teslimleri KDV kanunu 17/4-r uyarınca gerekli şartları taşıması halinde KDV istisnasından faydalanabilecekken, müteahhitler tarafından yapılan daire teslimlerinin ise müteahhitlerin bu işi ticaret haline getirmelerinden dolayı istisnadan faydalanması mümkün bulunmamaktadır.

Arsa sahipleri tarafından müteahhitlere yapılan arsa teslimlerinin KDV’ye tabi olması arsa sahiplerinin tahsil edecekleri KDV’yi daireleri teslim aldıklarında ödedikleri KDV ile mahsuplaşması anlamında da rasyonel görünmektedir. Çünkü müteahhit firmalar tarafından daire ve/veya işyeri teslimleri KDV’ye tabidir ve bu durumda da arsa sahiplerine yapmış oldukları konut/işyeri teslimlerinde KDV hesaplayarak tahsil edeceklerdir. Arsa sahiplerinin arsa teslimini KDV’siz yapması durumunda bina teslimlerinde ödemiş olduğu KDV yüküne ayrıca katlanması durumu gündeme gelecektir. Arsa sahipleri açısından fazladan KDV yüküne katlanılmasının önüne geçmek anlamında da arsa sahipleri tarafından yapılan arsa teslimlerinin istisna şartlarını sağlamadığı durumda KDV’ye tabi olması KDV müessesesinin işleyişi anlamında önem arz etmektedir.

Nitekim 2018 tarihinde yürürlüğe giren 7104 sayılı Kanun ile Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 2/5. maddesine arsa sahibi tarafından konut veya işyerine karşılık müteahhide arsa payı teslimi, müteahhit tarafından arsa payına karşılık arsa sahibine konut veya işyeri teslimi yapılmış sayılacağı hükme bağlanarak kat karşılığı inşaat sözleşmeleri trampa olarak değerlendirilmiş ve KDV’ye tabi olacağı netleştirilmiştir.

Genel olarak kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa teslimlerinde ortaya çıkacak olan KDV yükümlülüğü taraflar bakımından son düzenlemeler ile netlik kazanmıştır. Hal böyle iken taraflar arasında KDV yükümlülüğü açısından yapılan özel sözleşmeler vergi idaresi bakımında bağlayıcı olmayacaktır. Vergi Usul Kanunu’nun 8/3. maddesinde “Vergi Kanunları ile kabul edilen haller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukaveleler vergi dairesini bağlamaz.” hükmü uyarınca vergi yükümlüleri özel sözleşmeler ile devlet nezdinde değiştirilemeyecektir. Özel sözleşmeler, kanunda belirtilen vergi yükümlüsünün devlet nezdinde yükümlülüğünü yerine getirdikten sonra sözleşmenin diğer tarafına bu tutarı rücu etme hakkı tanıması konusunda anlam ifade edebilmektedir.

2. Müteahhit firmaların daire/işyeri teslimlerinin KDV açısından değerlendirilmesi

Müteahhit tarafından arsa sahibine arsanın karşılığı olarak yapılan teslimlerde emsal bedel üzerinden KDV hesaplanması gerekmektedir. Müteahhit firmaların kat karşılığı daire teslimleri bu işi ticaret haline getirmelerinden dolayı KDV Kanunu’nun 17/4-r kapsamındaki KDV istisnasından faydalanamayacaktır.

Müteahhit, arsa payı karşılığında inşa ettiği ve arsa sahibine vereceği bağımsız bölümlerin KDV’ye tabi olacak değerini KDV Kanunu’nun 27/6. maddesi ve VUK’un 267/2. maddesinde yer alan maliyet bedeli esasına göre belirleyecektir. Maliyet, müteahhit tarafından yapılan defter ile belgelerinden tespit edilen inşaat için yapmış olduğu toplam giderlerden oluşmaktadır.

Emsal bedelin belirlenmesinde KDV Kanunu’nun 27/4. madde hükmü gereği genel idare giderleri ve genel giderlerden mamule düşen payların da dikkate alınması zaruridir. Yani maliyet bedelinin hesaplanmasında genel yönetim giderlerinden projeye isabet eden kısımlarının da bu bedele dahil edilmesi gerekmektedir. Müteahhit tarafından ilgili dairenin yapımı sırasında yapılan tüm harcamalar maliyet bedeline dahil edilerek emsal bedel belirlenmelidir.[7] Ancak arsa sahibine teslim edilecek konut veya işyerlerine ilişkin arsa payının müteahhide devri söz konusu olmadığından, arsa sahibine bırakılacak konut veya işyerlerinin maliyet bedelinin tespitinde arsa payı dikkate alınmayacaktır. Bu bakımdan arsa sahibinin müteahhide arsanın tümünü değil, müteahhide kalacak bağımsız bölümlere isabet eden yerler kadar pay verildiği kabul edilmektedir.[8]

Gelir idaresi uygulamasına göre; VUK 267’nci maddesinin 2. fıkrasında yer alan ikinci sıradaki maliyet bedeli esasına göre belirlenen maliyet bedeline toptan satışlar için %5, perakende satışlar için ise %10 ilave etmek suretiyle bulunan emsal tutar KDV’ye tabi olacaktır. Maliye İdaresi, KDV Genel Uygulama Tebliği’nde iki tane örnek vererek arsa sahibine teslim edilecek yerlerde, vergi mükellefi olanlara toptan satış oranını, vergi mükellefi olmayanlara ise perakende satış oranını uygulamıştır. Vergi kanunlarında bu terimlerin açıkça tanımı yapılmadığından hangi oranın uygulanacağı sürekli karıştırılabilmektedir.

Müteahhit firmaların daire teslimlerinde emsal bedel üzerinden KDV hesaplamasında ise net 150 metrekareye kadar olan daire teslimlerinin KDV oranının %1 olarak uygulanacağı belirtilmektedir.[9] Bunun dışında net 150 metrekare üzerindeki konutların satışında 2007/13033 sayılı BKK ile öngörülen %18 KDV oranı 20 Mart 2019 tarih ve 843 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 31 Aralık 2019’a kadar %8 olarak uygulanmaya devam etmektedir. İlgili indirimli oran birkaç defa uzatıldığı için 31 Aralık 2019 sonrası için de uzatılıp uzatılmayacağı merak konusudur.

Öte yandan müteahhit firmalarca proje boyunca bir taraftan maliyetler birikirken diğer taraftan ise herhangi bir satış yapılmamaktadır. Bu durumda da artan maliyetler neticesinde proje sonuna doğru ciddi miktarda artan devreden KDV tutarları oluşmaktadır. Bu kapsamda yüksek miktardaki devreden KDV tutarlarının nakden iadesi ancak KDV Kanunu’nun 29/2. maddesi kapsamında indirimli konut teslimlerinden dolayı yüklenilen ve indirim yoluyla giderilemeyen KDV tutarları için mevcut olabilecektir. Bu şekilde oluşan KDV’nin iadesi de konutun fiilen teslim edildiği dönemde mümkündür. Bu nedenle kat irtifakının veya kat mülkiyetinin ya da faturanın konutun fiilen tesliminden önce düzenlenmiş olması KDV iadesini mümkün kılmamaktadır. İndirimli oranda KDV uygulaması ve muhasebe işlemleri için inşaatın fiilen bitmesi veya yapı kullanma izin belgesinin alınması gerekmektedir. Bu şekilde iade alınma şansı olmayan devreden KDV tutarları ise ancak konut satışları ile oluşan KDV tutarlarının mahsubu ile eriyebilecektir.

C. Vergi Usul Kanunu açısından değerlendirme

Müteahhit firmaların VUK’un 231/5. maddesi gereği arsa sahiplerine yapmış oldukları daire teslimlerini takip eden 7 gün içerisinde dairelerin emsal bedelleri üzerinden fatura düzenlenmesi gerekmektedir.

Arsa karşılığı inşaat işlerinde, müteahhidin arsa payı karşılığı konut, işyeri gibi bağımsız birim inşaatlarını bitirdiği tarih teslim tarihi olarak dikkate alınacağından, vergiyi doğuran olayın da bu tarihte gerçekleştiği kabul edilecektir. Bunun dışında yapı kullanma izin belgesinin verildiği tarihin inşaatın bitim tarihi olarak kabul edilmesi de söz konusu olabilmektedir. Buna göre yapı kullanım izin belgesinin verildiği tarihte inşaatın bittiği ve dolayısıyla vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu kabul edilerek KDV ve kurumlar vergisi anlamında değerlendirme yapılabilecektir. Öte yandan ülkemizde bazı yapılar için yapı kullanım belgesinin verilmemesi durumu söz konusu olabilmektedir. Böyle bir durumda yapı kullanımı izin belgesi olmayan yapıların vergiden muaf olduğu sonucu doğmayacaktır.[10]

Bazı durumlarda da inşaatın bitmesinden önce ya da yapı kullanımı izin belgesinin alımından önce kat irtifakı tesis edilebilmektedir. Kat irtifakının tesis edilmiş olmasının, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu anlamına gelmediği genel kabul gören görüştür.

Öte yandan inşaatın bitmesi ya da yapı kullanım izin belgesinin alınması veya kat irtifakı tesisinden önce fiilen daire teslimlerinin arsa sahiplerine yapılması da vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği anlamına gelmeyecektir.

Pratikte fatura düzenlenmesinin genel olarak inşaatın bitişinde ya da fiilen daire teslimlerinde değil de tapunun tescilinde gerçekleştiği görülmektedir. Vergiyi doğuran olay açısından teslimin gerçekleşmesi önem arz etmektedir. Gayrimenkuller açısından teslimin tapu tescili ile gerçekleştiği kabul edilebileceğinden müteahhit firmalarca faturaların tapu tescili ile düzenlenmesi makul kabul edilebilmektedir. Öte yandan tapu tescili sonrasında düzenlenen faturaların KDV ve kurumlar vergisi hususunda dönemsellik açısından sorun yaratabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

D. Tapu harcı ve damga vergisi açısından değerlendirme

21 Mart 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 843 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile konut ve işyeri teslimlerine ilişkin tapu işlemlerinde binde 15 olarak uygulanan indirimli tapu harcı oranının 31 Aralık 2019 tarihine kadar devam edeceği düzenlenmiştir.

Öte yandan 15.12.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin 16’ncı maddesinin 9’uncu fıkrasına göre ilgili kurum veya gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaftır.

Buna göre kentsel dönüşüm projeleri kapsamında yapılan kat karşılığı arsa teslimi sözleşmeleri damga vergisinden muaftır. Öte yandan normal şartlarda yapılan konut teslimleri son değişiklik ile birlikte 31 Aralık 2019 tarihine kadar indirimli tapu harcından faydalanarak toplamda binde 40 yerine binde 30 tapu harcına tabi olacak iken kentsel dönüşüm kapsamında yapılan dairelerin teslimleri yayımlanan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca tapu harcından muaf bulunmaktadır.

E. Genel değerlendirme

Tüm bu açıklamalardan sonra Nisan 2018’de yürürlüğe giren 7104 Sayılı Kanun ile kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin muhasebe ve vergi uygulamaları konusu açıklığa kavuşmuştur. Kanun ile netleşen alanları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Öncelikle kat karşılığı arsa teslimi işleminin trampa olduğu netleşmiş ve bu bakımdan arsa teslimlerinin[11] de daire teslimlerinin de KDV’ye tabi olacağı kabul edilmiştir.
  • Arsa teslimlerinde KDV matrahı olarak daire teslimlerinde kabul edilen emsal bedel dikkate alınmalıdır.
  • İlgili emsal bedel hesaplaması için öncelikle arsa maliyet bedeli hesaplanmalı ve bu hesaplama yapılırken arsa alımında katlanılan nakdi ve nakdi olmayan tüm bedeller dikkate alınmalıdır. Arsa maliyet bedeli hesaplandıktan sonra KDV matrahı olacak emsal bedel hesaplaması için toptan satışlarda %5 ve perakende satışlarda %10 kâr marjı arsa maliyet bedeline eklenmelidir. (İlgili düzenleme KDV Kanunu’nun 27/6. maddesine Nisan 2018’de eklenmiştir)

Bunun dışında proje bitiminde yapılan daire teslimlerinde vergisel anlamda sağlanan çeşitli teşvikler de şu şekilde özetlenebilir:

  • Daire teslimlerinde net 150 metrekare alana kadar olan daireler için indirimli KDV oranı olarak %1 KDV uygulaması mevcuttur. Öte yandan neti 150 metrekare üzerinde olan konut ve işyeri teslimlerin 31 Aralık 2019 tarihine kadar %18 KDV yerine indirimli KDV oranı olan %8 KDV uygulaması mevcuttur.[12]
  • Kentsel dönüşüm kapsamında yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmeleri damga vergisinden istisnadır.
  • Kentsel dönüşüm kapsamında yapılan arsa karşılığında daire teslimleri tapu harcından muaf iken diğer sınıflandırmada bulunan daire teslimleri de 31 Aralık 2019 tarihine kadar geçerli olmak üzere binde 40 yerine binde 30 olarak indirimli tapu harcına tabidir.

F. Sonuç

İnşaat sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin özellikle kat karşılığı inşaat projelerinde maliyet hesaplamalarını yaparken aynı anda dikkate alması gereken pek çok düzenleme bulunmaktadır. Bu bakımdan bahsedilen projeler kapsamında hem arsa alımlarında hem de bina teslimlerinde maliyet bedeli, emsal bedel ve KDV hesaplamaları ile belge ve kayıt düzeni anlamında uygulamalarını mevzuattaki yeni düzenlemeler çerçevesinde gözden geçirmeleri faydalı olacaktır. Çünkü ilgili düzenlemelerden birinin hatalı yapılması proje kapsamında muhasebe ve vergi uygulamalarının pek çoğunun da hatalı yapılmasına neden olabilmektedir. Öte yandan yeni düzenlemeler ile sağlanan indirimli vergi oranlarından faydalanılması anlamında da yeni düzenlemelerin takip edilmesi ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi önem arz etmektedir. Dr. Merve Dolbun https://www.vergidegundem.com

Kaynakça

Ayyüce Sarıca:

“Arsa Payı Karşılığı Kat Yapım Sözleşmesi”, Hukuk Gündemi, 2018/1

Yasemin Durak:

Arsa Payı Karşılığı Kat Yapımı Sözleşmesi”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayısı, Cilt:1, 2015, s.208

Ümit Saraçoğlu, Gürol Ürel:

“Kat Karşılığı İnşaat İşlerinde Vergileme Sorunları”, Mevbank, Aralık 2011

Nihat Kara:

“Kat Karşılığı İnşaat İşlerinde Belge ve Kayıt Düzeni”, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/tr/Documents/tax/nk_makale.pdf

Şükrü Kızılot:

İnşaat Muhasebesi Vergilendirilmesi Mevzuatı ve Asgari İşçilik, Yaklaşım Yayıncılık, 2012, s.406

Vergi Usul Kanunu:

10.01.1961 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmış olan 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu

Katma Değer Vergisi Kanunu:

25.10.1984 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu

7104 Sayılı Kanun:

06.04.2018 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7104 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun

6306 Sayılı Kanun:

16 Mayıs 2012 tarihinde kabul edilip 31 Mayıs 2012 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun

6306 Sayılı Kanun Uygulama Yönetmeliği:

15.12.2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği

13033 Sayılı Karar:

2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı

843 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı:

21 Mart 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 843 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı


[1]Ayyüce Sarıca, “Arsa Payı Karşılığı Kat Yapım Sözleşmesi”, Hukuk Gündemi, 2018/1

[2]Yasemin Durak, Arsa Payı Karşılığı Kat Yapımı Sözleşmesi”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayısı, Cilt:1, 2015, s.208

[3]Ümit Saraçoğlu, Gürol Ürel, “Kat Karşılığı İnşaat İşlerinde Vergileme Sorunları”, Mevbank, Aralık 2011

[4]Nihat Kara, “Kat Karşılığı İnşaat İşlerinde Belge ve Kayıt Düzeni”, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/tr/Documents/tax/nk_makale.pdf

[5]Buna ilişkin olarak Sivas Defterdarlık Gelir Müdürlüğü’nün 02.08.2012 tarih ve B.07.4.DEF.0.58.10.00-2010-24-55-8 sayılı özelgesi bulunmaktadır.

[6]Nisan 2018 tarihinde yürürlüğe giren 7104 Sayılı Kanun ile kat karşılığı inşaat sözleşmeleri kapsamında yapılan teslimlerin trampa olduğu kesinlik kazanmış ve arsa teslimlerinde de daire teslimlerinde de KDV yükümlülüğü doğacağı kabul edilmiştir.

[7]Şükrü Kızılot, İnşaat Muhasebesi Vergilendirilmesi Mevzuatı ve Asgari İşçilik, Yaklaşım Yayıncılık, 2012, s.406

[8]İlgili konu 7104 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 06.04.2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile açıklığa kavuşmuştur.

[9]İlgili oran 2007/13033 sayılı BKK’da yer alan Güncel Katma Değer Vergisi Oranlarına İlişkin Listelerden (I) Sayılı Listede açıklanmaktadır.

[10]İlgili düzenlemeler için 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu 9. Maddesinde yer alan açıklamalar dikkate alınabilir. Buna göre vergiyi doğuran olayın kanunlara uygun olmaması ya da yasak olması vergi mükellefiyetine ve vergi sorumluluğuna engel olmayacaktır.

[11]Gerçek usulde mükellefiyetini gerektirmeyecek şekilde arızi bir faaliyet olarak arsasını teslim eden taraflar için emsal bedel üzerinden stopajsız ve KDV’siz gider pusulası düzenleneceği kabul edilmiştir. Öte yandan arsa tesliminin vergi mükellefi taraflarca yapılması durumunda eğer KDV Kanunu 17/4-r kapsamındaki KDV istisnası şartları sağlanamıyor ise arsa teslimi için emsal bedel üzerinden KDV hesaplaması yapılacaktır.

[12]İlgili brüt ve net metrekare hesaplamaları için 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nda yer alan detaylara bakılabilir.

Murisin vergi borcu nedeniyle, 3. Kişi durumunda ki varis olan eşi adına kayıtlı gayrimenkullere haciz uygulanamaz.

Yaşanan bir olay dolayısıyla, Danıştay 3. Dairesi tarafından karara bağlanan bir dosyada yüksek mahkeme tarafından verilen kararın hüküm fıkrası kısaca şöyledir; gerekçesi şu şekilde:

“Davacının vefat eden eşi Ş. Y.'nın vadesinde ödenmeyen vergi borçları nedeniyle adına kayıtlı iki adet taşınmazın tapu kaydına ihtiyati haciz uygulanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Bursa 1. Vergi Mahkemesi 25.02.2010 gün ve E:2009/2070, K:2010/392 sayılı kararıyla; söz konusu gayrimenkullere önce haciz işlemi uygulandığı, ancak davacının, eşinin mirasını reddettiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiğinin anlaşılması üzerine haczin iptal edildiği, öte yandan gayrimenkullerin ...'nın vefatından önce parasının bizzat kendisi tarafından ödenmesi suretiyle alındığına ilişkin bilgiye ulaşılması nedeniyle bu alım işlemlerinin muvazaalı olduğu ve borçludan mal kaçırma amacına dayandığından bahisle adli yargıda tasarrufun iptali davası açıldığı, olayda davacının asıl borçlu ile birlikte hareket etmek suretiyle kamu alacağının tahsilini önlemek yönünde iradesi bulunduğunun davalı idarece söz konusu davada kanıtlanabileceği, zira bu davada Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda öngörülen araçlar kullanılarak aynı taşınmazların üçüncü kişilere satılmasının önlenmesi ve bu yolla alacağın tahsilinin davanın sonucuna göre güvence altına alınmasının da olanaklı olduğu, dava konusu işlemin dayanağı olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanunun 13'üncü maddesinin 7'nci bendinin muvazaalı olduğu belirtilen işlemin taraflarından amme borçlusunun elden çıkarılmayan diğer mallarına uygulanabilecek bir tedbir olup üçüncü şahıs konumundaki davacıya uygulanabilecek bir tedbir niteliğinde olmadığı” gerekçesiyle idarenin temyiz istemini reddetti. Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/murisin-vergi-borcuna-karsilik--varis-es-adina-kayitli-tasinmaza-haciz-tatbiki/haber-29573

2 Ekim 2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 1593 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile “Yatırımlara Proje Bazlı Devlet Yardımı Verilmesine İlişkin Karar”da yapılan değişikliklere aşağıdaki gibidir:

Kararın “Diğer Hükümler” başlıklı 12. maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

“(4) Hibe desteği, ilgili Destek Kararı ve bu Kararın uygulamasına ilişkin Tebliğde belirlenen usul ve esaslara göre uygulanır.”

Böylece, sabit yatırım harcamalarının Yeminli Mali Müşavir raporu ile Bakanlığa ibraz edilmesi zorunluluğu kaldırılmıştır.

Aynı Karara aşağıdaki madde eklenmiştir.

“EK MADDE 1- (1) Bu Karar kapsamında değerlendirilen asgari 5 Milyar TL sabit yatırım tutarında ve komple yeni yatırım niteliğindeki yatırım projelerine ilişkin olarak; 5/6/2003 tarihli ve 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanununda tanımlanan yatırımcılar ile özel hukuka tabi yatırım proje sözleşmesi imzalamaya Bakan yetkilidir. Sözleşme kapsamında diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının görev alanına giren iş ve işlemler, sorumlu kurum ve kuruluşlar tarafından ilgili mevzuatı çerçevesinde öncelikli olarak yerine getirilir. Söz konusu işlemlerin izlenmesi ve koordinasyonundan Bakanlık sorumludur.”

Söz konusu Karar, yayım tarihinde (2 Ekim 2019) yürürlüğe girmiştir.

Yatırımlara Proje Bazlı Devlet Yardımı Verilmesine İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar (Karar Sayısı: 1593)

Sayı: 97895701-175.01[2016/5.1.365725]-1733

Tarih: 03/01/2017

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

 İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

(Mükellef Hizmetleri Diğer Vergiler Grup Müdürlüğü)

Sayı

:

97895701-175.01[2016/5.1.365725]-1733

03.01.2017

Konu

:

Emlak Vergisi

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzun incelenmesinden, Belediyeniz emlak vergisi mükellefinin arazisini ifraz işlemi sonucu 14/08/2002 tarihinde arsaya dönüştürdüğü, bu işlem sonucu oluşan arsalara ait emlak vergisi bildiriminde bulunulmadığının 18/01/2016 tarihinde Belediyenizce tespit edildiği ve arsalara geriye dönük olarak re'sen emlak vergisi tahakkukku yapıldığı, ancak zamanaşımı süresi dikkate alınarak tahakkuk başlangıç tarihini belirlemede tereddüte düşüldüğü, ayrıca 14/08/2002 tarihinde araziden arsaya dönüşen arsaların 08/11/2010 tarihli imar planına göre kısıtlı sayıldığı belirtilerek konuya ilişkin zamanaşımı ve kısıtlılık uygulaması hususlarında Başkanlığımız görüşünün sorulduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 12 nci maddesinde, Türkiye sınırları içinde bulunan arazi ve arsaların bu Kanun hükümlerine göre arazi vergisine tabi olduğu, belediye sınırları içinde belediyece parsellenmiş arazinin arsa sayılacağı, Belediye sınırları içinde veya dışında bulunan parsellenmemiş araziden hangilerinin bu Kanuna göre arsa sayılacağının Bakanlar Kurulu kararı ile belli edileceği, aksine hüküm olmadıkça bu Kanunun diğer maddelerinde yer alan arazi tabirinin arsaları da kapsayacağı; 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde arazi vergisi mükellefiyetinin, 33 üncü maddenin (1) ila (7) numaralı fıkralarında yazılı vergi değerini tadil eden sebeplerin doğması halinde bu değişikliklerin vuku bulduğu tarihi takip eden bütçe yılından itibaren başlayacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun "Vergi Değerini Tadil Eden Sebepler" başlıklı 33 üncü maddesinin birinci fıkrasında, arazinin parsellenmek suretiyle arsalar haline getirilmesi ile bir bina veya arazinin, taksim veya ifraz edilmesi veya mükellefinin değişmesinin vergi değerini tadil eden sebep olduğu; 23 üncü maddesinde, bu Kanunun 33 üncü maddesinde (8 numaralı fıkra hariç) yazılı vergi değerini tadil eden sebeplerin doğması halinde değişikliğin vuku bulduğu bütçe yılı içerisinde, değişiklik bütçe yılının son üç ayı içinde vuku bulmuş ise olayın vuku bulduğu tarihten itibaren üç ay içinde ilgili belediyeye emlak vergisi bildirimi verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. 

Anılan Kanunun 40 ıncı maddesinde, bildirim dışı kalan bina ve arazinin vergi ve cezalarında zamanaşımının, bu bina ve arazinin bildirim dışı bırakıldığının idarece öğrenildiği tarihi takip eden yılın başından itibaren başlayacağı hüküm altına alınmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114 üncü maddesinin birinci fıkrasında, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğrayacağı hükmü bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre, emlak vergisinde zamanaşımı süresinin başlangıcı, bina ve arazinin bildirim dışı bırakıldığının idarece öğrenildiği tarihi takip eden yılın başından itibaren başlamakta olup vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen emlak vergisi zamanaşımına uğrayacaktır.

Öte yandan 1319 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinde, Kanunlar veya diğer kamu düzeni koyan mevzuatla tasarrufu kısıtlanan bina, arsa ve arazinin vergisinin kısıtlamanın devam ettiği sürece 1/10 oranında tahsil olunacağı, Kanunla ve diğer mevzuatla yapılan kısıtlamaların neler olduğunun, süresi, tevsiki ve kısıtlama koyan kamu organlarının görevleri ve sorumluluklarının Bakanlığımızca, Milli Eğitim ve Çevre ve Şehircilik ve İçişleri Bakanlıklarının mütalaaları alınarak hazırlanacak bir Yönetmelikle tanzim olunacağı hükme bağlanmıştır.

Kısıtlı vergi uygulaması, söz konusu hükme istinaden hazırlanan "Tasarrufu Kısıtlanan Bina, Arsa ve Arazi Hakkında Yönetmelik"  esaslarına göre yapılmaktadır.

Anılan Yönetmeliğin 2 nci maddesinde, "İmar planlarında, resmi yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumi hizmetlere ayrılmış olması sebebiyle üzerinde inşaat yapılmasına izin verilmeyen arsalar ile esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyen binaların tasarrufu kısıtlanmış sayılır.

Bu hallerde kısıtlı olarak vergileme, imar planının kesinleştiği tarihi izleyen yıl başından itibaren yapılır. Kısıtlama, ilgili arsa veya binanın bulunduğu alan imar programına alınıncaya (imar programının kesinleştiği tarihe) kadar devam eder." denilmektedir.

Buna göre, söz konusu taşınmazın ifrazı veya vasfının parsellenmek suretiyle arsaya dönüşmesi durumunda Belediyenize emlak vergisi (arsa) bildiriminde bulunulması gerekirken bildirimde bulunulmadığından, taşınmazlara ilişkin yapılacak olan cezalı emlak vergisi tarhiyatında, 1319 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi ile 213 sayılı Kanunun 114 üncü maddesindeki zamanaşımı süresinin dikkate alınması, ancak bu tarhiyatta taşınmazların kısıtlı olarak vergilendirileceği sürede emlak vergisinin 1/10 oranında tahsil edileceği ile aranılacak cezanın tahsil edilmesi gereken vergi üzerinden kesilmesi gerektiği hususlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.

(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

Çarşamba, 02 Ekim 2019 13:10

Erken Emekli Olunacak Meslekler

Ağır ve yıpratıcı işlerde çalışanlar fiili hizmet süresi zammı ya da bir başka adıyla yıpranma hakkı ile erken emekli olabiliyor. Düne kadar 18 mesleğe bu hak tanınırken son yapılan düzenleme ile sağlık çalışanları, cezaevi görevlileri gibi yeni meslekler eklenerek, 45 işkoluna erken emeklilik imkânı tanındı. Öyle ki, bugün madende çalışanlar 43 yaşında emekli olabiliyor.

BİR süredir emeklilikte yaşa takılanları, erken emekliliği tartışıyoruz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çalışanların çoğunluğu biran önce emekli olmayı düşünüyor. Emekli olduktan sonra çalışmaya devam edilip, edilmemesi ise ayrı bir konu. Peki, 43 yaşında emeklilik mümkün mü? Evet, mümkün; belli mesleklerde çalışanlar için mümkün. Sosyal güvenlik sistemi tehlikeli ve ağır işlerde çalışanlara bu hakkı, yani erken emeklilik hakkını tanıyor. Nasıl mı? Anlatayım. Kanunda fiili hizmet süresi zammı olarak geçen, kamuoyunda ise ‘yıpranma hakkı’ olarak bilinen uygulama; çimento sektöründe çalışandan tutun da cam ve madencilik alanında çalışanlara kadar birçok mesleği kapsıyor. Daha açık şöyle anlatayım; ağır ve riskli işlerde çalışanların diğer çalışanlara göre daha erken emeklilik hakkı bulunuyor. Fiili hizmet süresi zammı da bu mesleklere uygulanıyor. Bu kapsamda belli mesleklerde çalışanlar her bir yıl için emekliliklerine 60 ya da 90 gün, kimi mesleklerde ise 180 gün fazladan süre kazanıyor. Emeklilik için fazladan kazanılan günlere, fiili hizmet süresi zammı ya da yıpranma hakkı deniyor. Bu haktan da hem sosyal sigortalı çalışan işçiler hem de emekli sandığı kapsamında çalışan memurlar faydalanabiliyor. Son yıllarda bu alanda birçok düzenleme yapıldı ancak birkaç ay önce yapılan son düzenleme ile düne kadar yıpranma hakkından yararlanan meslek sayısı 18 iken, bu sayı 45’e yükseltildi ve ağız-diş radyoloji uzmanları, röntgen teknisyenleri, infaz memuru, ceza infaz kurumu müdürü, ihtiyat pilotları da yıpranma hakkı tanınan mesleklere eklendi. Bu kapsamda yeni düzenleme ile yıpranma hakkı tanınan yeni mesleklerde çalışanlar için fiili hizmet süresi zammı 2017’nin Ağustos ayından sonraki çalışmaları için uygulanacak.

43’ÜNDE EMEKLİLİK

Fiili hizmet süresi zammının nasıl uygulandığına gelince; normal çalışma süresi olan 360 günün üzerine çalıştığı riskli sektöre ve kanunun bu sektörde tanıdığı artı süreye göre fazladan hizmet süresi ekleniyor. Örneğin, cıva üretiminde çalışan bir işçinin fiili hizmet zammı 90 gün; bu işte 12 ay çalışıldığında 15 ay çalışmış sayılıyor ve hem prim gün sayısı artıyor hem de erken emekli olma imkanını elde ediyor. Bir başka anlatımla, normal şartlarda 360 gün çalışılması gerekirken, cıva üretiminde çalışanlar bir yıl içinde 450 gün çalışmış sayılıyor. Madenlerde çalışanlar için bu süre daha fazla 180 gün, yani 6 ay. Yeraltı madenlerinde çalışan bir işçi 360 gün çalıştığında fiili hizmet süresi zammı uygulandığında 540 gün çalışmış sayılıyor; bu da emekliliğe ciddi katkı sağlıyor.

En yüksek yıpranma hakkı da madenlerden çalışanlara tanınıyor. Yapılan düzenlemeler ile yeraltı madenlerinden çalışan işçilerin emeklilik yaşı 50’ye çekilirken, hafta tatilleri, izin süreleri de fiili hizmet süresine eklenince emeklilik yaşı daha da iniyor.

Erken emeklilik mümkün

ŞARTLAR NELER?

Tabii, yıpranma hakkından yararlanmanın belli şartları var. Birincisi, süre sınırı; bu da 5 yıl. Riskli ve tehlikeli işlerde çalışanlar yıpranma hakkından yararlanmak için ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar alabilecekleri fiili hizmet süresi zammı 5 yıldan fazla olamıyor. Silahlı kuvvetler, emniyet mensupları ve MİT mensupları için bu süre 8 yıla kadar çıkıyor. Yıpranma hakkından yararlanmak için madenlerde yeraltında çalışan işçilerin 1.800 gün, diğer riskli sektörlerde çalışanların ise 3.600 gün fiili hizmet süresi zammı kapsamında çalışmış olmaları şart. Şartlardan biri de yıpranma hakkına giren mesleklerdeki işlerde çalışmak gerekiyor. Sadece o sektörde çalışmak yetmiyor, bilfiil o işi yapmak gerekiyor. Madencilikten örnek verecek olursak, yeraltında çalışılması gerekiyor. Noyan Doğan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/noyan-dogan/erken-emeklilik-mumkun-41341900

Çarşamba, 02 Ekim 2019 12:53

Yıllık İzin

Yıllık izin süresi en az 14 gündür. Çalışanlar izin yerine para istese bile yıllık izin paraya çevrilemez. Kullanılmayınca yıllık izin yanmaz. Kullanılmayan izinler sonraki yıllarda kullanılabilir. İşten ayrılan birikmiş izni varsa parasını alır

Yıllık ücretli izin, çalışanların dinlenme hakkı kapsamında ilk sıralarda gelen bir hak. Yıllık izin kullanmak çalışan için hak olduğu kadar, aynı zamanda bir zorunluluk. Çalışanlar bu hakkın parasının ek olarak ödenmesini talep ederek bu haktan kendi istekleriyle vazgeçemeyecekleri gibi bu sürede başka işte de çalışamazlar.

Kanuna göre

Yıllık ücretli izin süreleri İş Kanunu’nda belirlenmiştir. Bu konudaki kanun maddesi nispi emredici hukuk kuralıdır. Yani bir alt sınır vardır, fakat bir üst sınır yoktur. Kanunda belirlenen izin sürelerini kullanabilmenin temel koşulu o iş yerinde en az bir yıl çalmaktır. Bazen işverenler bir yılını doldurmayanlara avans izin kullandırabilir. Bu tamamen işverenin inisiyatifindedir.

İlave izin imkânı

Kanuna göre, bir yıldan beş yıla kadar çalışmış işçiye 14 günden, beş yıldan fazla on beş yıldan az çalışmış işçiye 20 günden, on beş yıl ve daha fazla çalışmış işçiye 26 günden az izin verilemez. Bu süreler asgari sürelerdir. İşveren isterse ilave izin verebilir. Toplu iş sözleşmesiyle daha uzun izin belirlenebilir. 18’den küçük ve 50 yaşından büyük işçilere ise 20 günden az izin verilemez.

Yıllık izin bütün olarak kullandırılmalı

Yıllık ücretli izin konusunda işçilerin iş yerleriyle anlaşmazlık yaşadığı bir konu da izinlerin ne zaman, ne şekilde kullanılacağı konusudur. Bu konudaki karar yetkisi işverenlere aittir. Yıllık izinlerin planlanmasını işveren yapar, çalışanın itiraz etmesi sonucu değiştirmez. Konuyu bilmeyenler işverenleriyle anlaşmazlık yaşayabiliyor, işlerinden bile olabiliyorlar. Hem de tazminatlarını almadan.

10 günden az olamaz

Yıllık izinlerin bütün olarak kullandırılması esas. İşveren yıllık iznin kullandırılacağı zamanı kendisi veya zorunluluk varsa yıllık izin kuruluyla birlikte karar verdikten sonra, işçinin hak ettiği yıllık izni hiç bölmeden kullandırmak zorunda. Yıllık iznin bölünebilmesi ancak işçi ile işverenin anlaşması halinde mümkün. Örneğin işveren “Yıllık izninin 10 gününü Şubat’ta kalan 4 gününü Temmuz’da kullanabilirsin” diyemiyor. Tek taraflı karar verecekse, iznin 14 gününü de kullandırmak zorunda. İşçi ile işveren anlaşırsa iznin bir parçası 10 günden az olmamak üzere, hak edilen yıllık izin süresi bölünebiliyor. Bu da işçinin bölmeye onay vermesiyle birlikte yıllık iznini kullanacağı dönemleri belirlemesine imkân tanıyor.

Avans izin mümkün

Kanunda belirlenen izin sürelerini kullanabilmenin temel koşulu o iş yerinde en az bir yıldır çalışmaktır. Bazen işverenler bir yılını doldurmayan çalışanlarına da avans izin kullandırabilir. Bu tamamen işverenin inisiyatifinde. İşverenin işçiye peşinen yani bir yılı doldurmadan yıllık izin vermesi mümkündür.

Yazılı onay almak gerekiyor

Dolayısıyla, işveren istemezse bir yılı doldurmamış işçisine izin vermeyebilir. Bir yılı dolmadan işçisine izin veren işveren, işçisi bir yıl dolmadan işten ayrılırsa bu sürelere ilişkin ödediği ücretleri geri almak için işçiden yazılı onay almak durumundadır. Bu nedenle, çoğu işveren bu riski almak istemiyor ve bir yıl dolmadan peşin izin kullandırmıyor.

Aralıklı çalışmalar izin hesabına dahil

Yıllık izinde işverenin aynı veya değişik iş yerlerinde aralıklı geçen sürelerin birleştirilmesi tartışma konusuydu. İşçi, işten ayrıldıktan bir süre sonra tekrar aynı işverenin yanında çalışmaya başlarsa, önceki hizmet süresinin, yeni çalışmaya başladığı süreye dahil edilip edilmeyeceği net değildi. Yargıtay kararlarında, işçi kıdem tazminatı aldıysa veya kıdeme hak kazanamadan ayrıldıysa, izne esas kıdem açısından bu önceki sürenin dikkate alınamayacağını belirtiyordu. Daha sonra izin hakkı ile kıdem tazminatını ayrıştırdı.

Yargıtay kararları farklı

Kıdem tazminatının ödenip ödenmemesinin, sonraki dönemde yıllık ücretli izin açısından önemli olmadığını fakat önceki dönemde ayrılırken yıllık izin ücreti ödendiyse veya kullandırıldıysa, yeni dönemde bu sürelerin dikkate alınamayacağına karar verdi. Önceki dönemde bir yıldan az sürelerin yeni dönemde dikkate alınacağını belirtti.

Fakat Yargıtay yakın tarihli bir kararında bu görüşünü de değiştirerek, önceki dönemin hak kazanılacak yıllık izin süresinin hesabında muhakkak dikkate alınacağını belirtti. Karara göre, “Aralıklı çalışmalarda, hizmet süresi hesabının her iki çalışmanın birleştirilerek yapılması, ... yıllık iznin buna göre hesaplanması gerekirken, ikinci dönem çalışmasının başlangıcı dikkate alınarak son yıllık izin ücretini kazanmadığının kabulü” hatalıdır. Bu nedenle, aralıklı çalışmalarda önceki dönem ne şekilde sona ererse ersin dikkate alınmalıdır.

Kullanılmayan yıllık iznin hakkı kaybolmaz

İş yerlerinin büyük bir bölümünde yıllık izinler birikiyor. Çalışanlar biriken izinleri kullanıp kullanamayacaklarını merak ediyor. Hemen ifade edelim; izinlerin yanması söz konusu değil. İşçi hak ettiği yıllık izinleri kullanmamışsa, bunları ilerleyen dönemde kullanabilir. Eğer yıllık izinlerini kullanmadan ayrılmak zorunda kalırsa birikmiş bu izinlerin parasını işten ayrıldığı tarihteki ücreti üzerinden alabilir. Fakat esas olan yıllık izinlerin hak edildiği dönemden sonraki yıl içerisinde tamamen kullandırılmasıdır. Yıllık izin işçi açısından bir hak olduğu kadar işçinin dinlendirilmesi açısından bir iş sağlığı ve güvenliği önlemidir. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/yillik-izinle-ilgili-her-sey-6044476

Çarşamba, 02 Ekim 2019 08:34

Muhasebede hata ve hileler

Son zamanlarda bir medya şirketinin vergi incelemesine maruz kalması nedeniyle muhasebe hilesi veya hatası kavramları ön plana çıkmış bulunmaktadır. 213 sayılı VUK’nun 359. maddesinin (a) fıkrasının (1) nolu bendinde yer alan “defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar …” hükmü dışında kanunlarda bu konuda herhangi bir hükmün yer almadığı görülmektedir. Kaçakçılık suçunu oluşturan hareketlerden olması nedeniyle kavramın doğru olarak tanılanması önemlidir. Aksi halde, Anayasanın 38. maddesi çerçevesinde gelişecek suç ve cezada kanunilik ve kıyas yasağı tartışmalarına yol açılması kaçınılmaz olacaktır. [1]

Muhasebe hileleri daha çok belge ve kayıt düzeninin vergi hukuku ve muhasebe ilkelerine aykırı olarak değiştirilmesine yönelik fiillerdir. Bilinen bazı muhasebe hataları arasında kasıtlı olarak yapılmak koşulu ile isteyerek ve bilerek muhtelif matematik hataları yapma, bir kısım rakamların yerlerini değiştirmek, eksik ya da fazla sıfırlar eklemek, tersten yanlış bir hesaba kayıt yapmak, borç tutarını alacağa, alacağı ise borçlu tarafa koymak, yasal defterlerde tahrifat yapmak, sayfa aktarmalarında veya yevmiye defterinden büyük deftere yanlış veya hatalı transferler yapmak, çift kayıt tutmak, ihmal veya unutma süsü verilerek bir kısım muameleleri kayda almamak, dönem sonu değerleme ve amortisman işlemlerinde hatalı işlemler yapmak, işletme bilançosunu ve durumunu olduğundan daha kötü veya daha iyi göstermek maksadı ile bilanço makyajlamaları yapmak, muhasebe hataları olarak değerlendirilebilir.

Muhasebe hilesi, haksız fiil olması dolayısıyla borçlar hukukunu, şirket yönetimi ve ortaklık ilişkileri nedeniyle ticaret hukukunu, sermaye piyasasının güven, açıklık ve kararlılık içinde çalışması açısından sermaye piyasası hukukunu, malvarlığına ve kamu güvenine yönelmiş bir eylem olması nedeniyle genel ceza hukukunu ve nihayet adli ve idari vergi suçları nedeniyle vergi ceza hukukunu ilgilendirmektedir.[2]

Muhasebe hileleri ve hataları konusunda somut bir tanıma mevzuatımızda yer verilmemiş olmakla beraber gerçek olmayan veya yevmiye kaydına konu işlemlerle ilgisi olmayan fiktif kişiler adına hesap açanlar veya kebir veya yevmiye defterlerine kaydı gerekli olan hesap ve muameleleri dönem kazancının azaltılması neticesini doğuran ve kısmen veya tamamen başka defter, belge veya elektronik ortama kaydedenler hükümlerinin defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hilesi yapanlar biçimindeki ifadenin özel uygulama yerleri olduğu kabul olunabilir.

Kimi zaman muhasebe hatalarını, muhasebe hilelerinden ayırt etmek pek mümkün olmayabilmektedir. Ancak, muhasebe hileleri kavramı sadece suç oluşturan benzeri eylemleri ifade ettiği, yasaya karşı hile eylemlerini dolayısıyla da peçeleme işlemlerini ve diğer kabahatleri kapsamadığı sonucuna ulaşılabilmekle birlikte muhasebe hileleri soyut tipinin kanunda öngörülmeyen çeşitli hileler türetilmesini müsait olması, suç ve cezada yasallık ilkesine, dolayısıyla Anayasanın 38. maddesine aykırı olduğu gibi, TCK’nun 2. maddesi ile çelişmektedir.[3] Muhasebe hileleri konusunda bir ipucu vermekle birlikte, madde hükmünün muhasebe hilesi ve muhasebe tekniğinin gerekleri arasındaki sınırı belirlemede yetersiz kaldığı belirtilmelidir.

Çeşitli kanunlara göre defter ve kayıt tutmak zorunda olanların muhasebe hilelerine başvurma nedenleri birbirinden farklı olabilmektedir. Derneklerin üye kayıtlarında yapılan hileler ya da tacirlerin ortaklar pay defterinde veya karar defterinde yaptıkları hileler ile vergi mükelleflerinin VUK’na göre tutmak zorunda oldukları defter ve kayıtlarda yapılan hileler farklı amaçların gerçekleştirilmesine yönelmiştir. TTK’na göre tutulan defter ve kayıtlarda yapılan hilelerin temel amacı, başka tacirleri ve özel hukuk tüzel kişilerini aldatarak kişisel menfaat sağlamak olduğu halde; VUK’na göre tutulan defter ve kayıtlarda yapılan hilelerin amacı, vergi matrahlarının olduğundan daha düşük gösterilmesi veya tamamen gizlenmesi suretiyle kamunun güvenini ihlal etme pahasına vergisel menfaat sağlamaktır. Uygulamada, bu iki sonuç her zaman birlikte ortaya çıkmayabilir. Örneğin, “bilanço güzelleştirme” denilen “bilanço maskelemesi” türünde, bilanço üçüncü kişileri aldatman ve böylece menfaat sağlamak amacıyla gerçekte olduğundan daha iyi gösterilebilir bununla birlikte, ticari kardan mali kara geçiş sürecinde vergi matrahının azaltılması yoluna gidilebileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Böyle bir durumda ise özel hukuk ilişkisi çerçevesinde yapılan hilelerin neden olduğu kişisel zarara, vergi hukuku ilişkisi çerçevesinde doğan kamusal zararın da ekleneceği ifade edilebilir.[4]

213 sayılı VUK’nun 359. maddesinde “kaçakçılık suç ve cezaları” başlığı altında hapis cezasını gerektiren vergi suçları düzenlenmiş bulunmaktadır. Maddede yer alan fiiller esas itibariyle muhtelif muhasebe hilelerinin somut olarak ifade edilmesinden ibarettir. Buna rağmen, maddenin (a) fıkrasının (1) nolu bendine bir de soyut “muhasebe hilesi” ifadesi konulmuştur. Burada suç olarak belirlenen “muhasebe hilesi” sayılabilecek eylemler, muhasebe ve denetim bilimi anlamındaki “muhasebe hilesi”nin kapsamındaki eylemlerden çok daha azdır. Gerçeğinden ve muhasebe ilkelerine göre olması gerekenden farklı her kayıt, kasten de yapılsa, idari vergi cezalarına konu olabilir ancak muhasebe hilesi suçu olmaz. Bunun için, birden fazla kayıtla bir durumun gizlenmesi, mahiyetinin değiştirilmesi veyahut ta değişik gösterilmeye çalışılması gerekir. Bu bağlamda, kayıt dışı işlemler ile defterlerden açıkça anlaşılan hususlar ve değerleme farklılıkları, örtülü kar ve sermaye olayları, vergi suçu olan muhasebe hilesi sayılmaması gerekir. Öte yandan, her ne kadar vergi kaybı suçun unsuru olmaktan çıkarıldı ise de, vergi kaybına neden olmayan ve/veya olması mümkün olmayan iş ve işlemler de, muhasebe hilesi suçu oluşturmaz. Diğer şartları da varsa başka bir suç oluşturabilir.[5]

Sonuç olarak, vergi mükelleflerinin hesap işlemlerini yürüten serbest meslek erbabı, SM’ler veya SMMM’lerin mükelleflerin tuttukları kanuni defterlerden dolayı muhasebe işlemlerini dikkatli ve özenli bir şekilde yerine getirmeleri zorunludur. Meslek mensupları mükelleflerin defter ve kayıt belgelerini usul ve hukuka uygun bir şekilde tutmak zorundadırlar. Defterler ve bu defterlerin dayanaklarını oluşturan belgelerin mevzuata uyarlı olması zorunludur. Kanuni defterler üzerindeki düzeltme kayıtlarının da 213 sayılı VUK’nun kayıtların düzeltilmesi ile ilgili hükümlerine göre düzenlemeleri gerekmektedir.[6] Ayrıca gerek vergi mevzuatı ve gerekse TTK ve ilgili diğer muhasebe uygulamaları ile ilgili genel tebliğlerde yer alan yönlendirmelere göre kanuni defterlerin yazılması gereklidir. Tutulan kayıtların ve içerdikleri hükümlerin gerçeğe uygun ve genel kabul görmüş muhasebe prensiplerine uyarlı olması da ayrıca gereklidir. Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/muhasebede-hata-ve-hileler/haber-29530

----------------------------------
[1] OKTAR S. Ateş, “Muhasebe Hileleri ve Bir Hukuka Uygunluk Sebebi”, Vergi Sorunları Dergisi, Haziran 2009, Sayı:249, Yıl:32, s. 7-14 .

[2] BAYKARA Bekir, “Vergi Kaçakçılığı Suçları ve Muhasebe Hilesi”, Güncel Hukuk Dergisi, Haziran 2009/6-66, s.16-19

[3] TCK’nun suçta ve cezada kanunilik ilkesi” başlıklı ikinci maddesine göre;

Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
Kanunların suç ve ceza hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”
[4] OKTAR, agm. s.9

[5] Bkz. BAYKARA agm. s. 19

[6] 213 sayılı VUK’nun md.217/1.

Ba-Bs formlarına yönelik bildirim yükümlüğünün yerine getirilmemesi durumunda uygulanması gereken cezalara ilişkin ihbarnamelerin elektronik ortamda düzenlenmesine ilişkin duyuru

Ba-Bs Formu Bildirim Yükümlülüğüne Yönelik Ceza İşlemleri Hakkında

Bilindiği üzere bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin belirli bir haddi aşan mal ve hizmet alımları ile satışlarını Ba-Bs formları ile bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Söz konusu yükümlüğün yerine getirilmemesi durumunda, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355’inci maddesinde öngörülen özel usulsüzlük cezası uygulanmaktadır.

Başkanlığımız tarafından yapılan çalışmalar kapsamında 2019/Ağustos ve takip eden dönemlere ilişkin olarak verilmesi gereken Ba-Bs formlarına yönelik (süresinden sonra veya süresinden sonra düzeltme amacıyla verilenlere ilişkin) cezalara ait ihbarnameler 1/10/2019 tarihinden itibaren bahse konu formların verilmesi sırasında elektronik ortamda düzenlenerek tebliğ edilecektir.

2019/Ağustos öncesine ait dönemlere ilişkin Ba-Bs formlarına uygulanması gereken cezalar ile söz konusu dönem ve sonrasına ait dönemlerde verilmesi gerektiği halde süresinde verilmeyenlere ilişkin cezalara yönelik işlemler ise mükelleflerin bağlı oldukları vergi dairesi müdürlüğü veya malmüdürlüğü tarafından yerine getirilmeye devam edilecektir.

Kaynak: GİB

02 Ekim 2019 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 30906

Karar Sayısı: 1592

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan gecikme zammı oranının, her ay için ayrı ayrı uygulanmak üzere % 2 olarak belirlenmesine, 6183 sayılı Kanunun mezkûr maddesi gereğince karar verilmiştir.

1 Ekim 2019

Recep Tayyip ERDOĞAN

CUMHURBAŞKANI

02 Ekim 2019 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 30906

Karar Sayısı: 1594

Ekli “Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranlarının Tespitine İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar”ın yürürlüğe konulmasına, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 28 inci maddesi gereğince karar verilmiştir.

1 Ekim 2019

Recep Tayyip ERDOĞAN

CUMHURBAŞKANI

MAL VE HİZMETLERE UYGULANACAK KATMA DEĞER VERGİSİ ORANLARININ TESPİTİNE İLİŞKİN KARARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KARAR

MADDE 1– 24/12/2007 tarihli ve 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranlarının Tespitine İlişkin Karara ekli (II) sayılı listenin “B) DİĞER MAL VE HİZMETLER” bölümüne aşağıdaki sıra eklenmiştir.

“32- Aile mahkemeleri, tüketici mahkemeleri ve çocuk mahkemelerinin görev alanına giren davalar ve işler, vesayet davaları ve işleri; bu davalara bağlı kanun yolları; iş uyuşmazlıklarında dava şartı olarak arabuluculuk ile bunlara bağlı ilamlı icra takipleri kapsamında verilen avukatlık hizmetleri,”

MADDE 2– Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 3– Bu Karar hükümlerini Hazine ve Maliye Bakanı yürütür.

Bakanlar Kurulu Kararının Yayımlandığı Resmi Gazetenin

Tarihi

Sayısı

30/12/2007 26742

Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik Yapan Düzenlemelerin Yayımlandığı Resmi Gazetenin

Tarihi

Sayısı

8/2/2008 26781
6/4/2008 26839
19/7/2008 26941
20/9/2008 27003
29/3/2009 27184
15/7/2009 27289
28/4/2011 27918
27/11/2011 28125
27/12/2011 28155
27/1/2012 28186
24/3/2012 28243
12/9/2012 28409
1/1/2013 28515
24/2/2013 28569
1/12/2013 28838
31/1/2015 29253
1/1/2016 29580
5/5/2016 29703
30/6/2016 29758
8/9/2016 29825
25/11/2016 29899
3/2/2017 29968
28/7/2017 30137
3/2/2018 30321
5/5/2018 30412
9/5/2018 30416
18/5/2018 30425
15/8/2018 30510
31/10/2018 30581 (Mükerrer)
19/12/2018 30630
31/12/2018 30642 (4. Mükerrer)
21/3/2019 30721
22/3/2019 30722
1/5/2019 30761

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Anonim Şirketlerde Değişiklikler Yapılıyor (Yeni TTK Kanun Tasarısı) AK Parti yönetimince Meclis Başkanlığı’na sunulan yeni Türk Ticaret Yasası…
  • YURT DIŞINDA ÖDENEN VERGİLERİN, YURT İÇİNDE ÖDENEN VERGİLERİN VE GEÇİCİ VERGİNİN MAHSUP SIRASI  Kurumlar Vergisi Kanununa göre Hesaplanan Kurumlar Vergisinden aşağıdaki sıra dahilinde…
  • Müjde! Birinci Geçicide Enflasyon Düzeltmesi Uygulanmayacak! İsteyen Mükellefler Enflasyon Düzeltmesi Uygulayabilir Mi? 2023 yılı kurumlar vergisi beyannameleri epeyce zaman aldı, 2023 kasım…
Top