Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

I- GİRİŞ

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun(1) (KVK), 12. maddesinde, kurumlar vergisi mükelleflerinin ilişkili olduğu kişilerden aldığı borçların özsermayenin üç katını aşması durumunda bu borçlanmaların örtülü sermaye sayılacağı hüküm altına alınmış olup, aynı Kanun’un 11. maddesi ise örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınamayacağı düzenlenmiştir.

Örtülü sermaye müessesesine ilişkin olarak KVK’nın 12. maddesinin son fıkrası ile getirilmiş olan düzeltme müessesesi ise; kurumlar tarafından işletmede kullanılmış olan borçlar için örtülü sermaye şartlarının gerçekleşmesi halinde bu borçlanmalara taraf olanlar nezdinde gelir veya kurumlar vergisi açısından düzeltme yapılması öngörülmüştür. Bu düzeltme ise, bir kurumda örtülü sermaye kapsamında indirimi reddedilen borçlar için nakden veya hesaben ödenen faiz, kur farkı ve benzeri ödemelerin, mükerrer vergilemeyi önlemek amacıyla elde eden yönünden kâr payı olarak kabul edilip buna göre gerekli düzeltmelerin yapılmasını içermektedir. Ancak bu düzeltmenin yapılabilmesi için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır.

Örtülü sermaye müessesesine ilişkin olarak son dönemlerde ortaya çıkan önemli tartışma konularından biri; örtülü sermaye sayılan borçlanmalar nedeniyle elde ettiği faiz, kur farkı ve benzeri gelirleri kâr payı olarak düzeltmeye tabi tutan ilişki kişilerin, söz konusu gelirler için daha önce hesapladıkları KDV’yi (kâr payının KDV’nin konusuna girmediği savıyla) düzeltmeye tabi tutup tutamayacakları hususudur.

II- KONUYA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER

A- ÖRTÜLÜ SERMAYE VE DÜZELTME MÜESSESESİ

KVK’nın “Örtülü Sermaye” başlıklı 12. maddesi aşağıda yer aldığı gibidir.

“(1) Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılır.

(2) Yukarıda belirtilen karşılaştırma sırasında, sadece ilişkili şirketlere finansman temin eden kredi şirketlerinden yapılan borçlanmalar hariç olmak üzere, ana faaliyet konusuna uygun olarak faaliyette bulunan ve ortak veya ortakla ilişkili kişi sayılan banka veya benzeri kredi kurumlarından yapılan borçlanmalar % 50 oranında dikkate alınır.

(3) Bu maddenin uygulanmasında;

a) Ortakla ilişkili kişi, ortağın doğrudan veya dolaylı olarak en az % 10 oranında ortağı olduğu veya en az bu oranda oy veya kâr payı hakkına sahip olduğu bir kurumu ya da doğrudan veya dolaylı olarak, ortağın veya ortakla ilişkili bu kurumun sermayesinin, oy veya kâr payı hakkına sahip hisselerinin en az % 10’unu elinde bulunduran bir gerçek kişi veya kurumu,

b) Öz sermaye, kurumun Vergi Usul Kanunu uyarınca tespit edilmiş hesap dönemi başındaki öz sermayesini

ifade eder.

(4) Kurumların İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören hisselerinin edinilmesi durumunda, söz konusu hisse nedeniyle ortak veya ortakla ilişkili kişi sayılanlardan temin edilen borçlanmalarda en az % 10 ortaklık payı aranır.

(5) Yukarıda belirtilen oranlar, borç veren ortaklar ve ortakların ilişkide bulunduğu kişiler için topluca dikkate alınır.

(6) Aşağıda sayılan borçlanmalar örtülü sermaye sayılmaz:

a) Kurumların ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin sağladığı gayrinakdî teminatlar karşılığında üçüncü kişilerden yapılan borçlanmalar.

b) Kurumların iştiraklerinin, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin, banka ve finans kurumlarından ya da sermaye piyasalarından temin ederek aynı şartlarla kısmen veya tamamen kullandırdığı borçlanmalar.

c) 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’na göre faaliyette bulunan bankalar tarafından yapılan borçlanmalar.

ç) 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu kapsamında faaliyet gösteren finansal kiralama şirketleri, 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında faaliyet gösteren finansman ve faktoring şirketleri ile ipotek finansman kuruluşlarının bu faaliyetleriyle ilgili olarak ortak veya ortakla ilişkili kişi sayılan bankalardan yaptıkları borçlanmalar.

(7) Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır. Daha önce yapılan vergilendirme işlemleri, tam mükellef kurumlar nezdinde yapılacak düzeltmede örtülü sermayeye ilişkin kur farklarını da kapsayacak şekilde, taraf olan mükellefler nezdinde buna göre düzeltilir. Şu kadar ki, bu düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır.”

KVK’nın 12. maddesinin 7. fıkrası ile örtülü sermaye şartlarının gerçekleşmesi halinde taraflar nezdinde gelir veya kurumlar vergisi açısından düzeltme yapılması öngörülmüştür. Madde gerekçesinin bu konuyla ilgili kısmı aşağıda yer aldığı gibidir.

“... Böylece, bir kurumda örtülü sermaye şartlarını taşıması sebebiyle indirimi reddedilen borçlar için nakden veya hesaben ödenen faizlerin, mükerrer vergilemeyi önlemek amacıyla elde eden yönünden kâr payı olarak yeniden tasnif edilmesi ve buna göre gerekli düzeltmelerin yapılması amaçlanmıştır. Ancak düzeltme işlemi, sadece taraf olan mükellefler nezdinde yapılacak olup bu mükelleflerin ortaklarına ilişkin daha alt kademelerde düzeltme yapılması söz konusu olmayacaktır.

Ödenen faizin reddedilmesi nedeniyle her borç veren yönünden kâr payı olarak kabul edilecek tutarlar, reddedilen faiz tutarına, borç verenlerin verdikleri borçların toplam borca oranı dikkate alınarak belirlenecektir.”

Hesap dönemi kapandıktan sonra örtülü sermaye kullanan kurumun yapacağı düzeltme talebi, vergi dairesince Vergi Usul Kanunu (VUK) uyarınca değerlendirilip sonuçlandırılacaktır. Bu düzeltme sonucu tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması halinde, karşı tarafın da gerekli düzeltme işlemini kendiliğinden yapması mümkündür.

Örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan tutarların kâr payı sayılmasına ilişkin düzeltmeye ilişkin olarak 1 Seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nde(2) aşağıdaki açıklamalar yapılmıştır:

“…

12.4. Örtülü sermaye üzerinden yapılan ödemeler veya hesaplanan tutarların kâr payı sayılması ve yapılacak düzeltme işlemleri 

Örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılacaktır. Kur farkları bu kapsamda değerlendirilmeyecektir.

12.4.1. Borç verenin tam mükellef kurum olması

Kullanılan borç nedeniyle, geçici vergi dönemi içinde örtülü sermaye şartlarının gerçekleşmesi halinde, o dönemde daha önce borç alan kurum tarafından giderleştirilen faiz, kur farkı ve benzeri giderler, bu işlemin yapıldığı geçici vergi döneminde hesaben gerekli düzeltmeye tabi tutulabilecektir. Borç veren kurum tarafından da aynı dönem içinde düzeltme yapılabilmesi mümkündür.

Düzeltmenin, gider yazılan geçici vergi döneminden sonra yapılması halinde, borç alan kurum tarafından verilen düzeltme beyannamesi ile tahakkuk eden vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şartıyla, borç veren kurum tarafından da (bir sonraki geçici vergi döneminde) düzeltme yapılabilecektir.

Borç veren tarafından düzeltme yapılırken, faiz gelirlerinden örtülü sermayeye isabet eden kısımlar kâr payı geliri olarak dikkate alınacak ve şartların varlığı halinde iştirak kazançları istisnası olarak vergiden istisna edilecek; kur farkı gelirlerinden örtülü sermayeye isabet eden herhangi bir tutar var ise bu gelirler de vergiye tabi kazancın tespitinde dikkate alınmayacak; YTL’nin değer kazanması sonucu örtülü olarak konulmuş sermayeye isabet eden bir kur farkı giderinin mevcut bulunması halinde de bu gider vergiye tabi kazancın tespitinde dikkate alınmayacaktır.

Hesap dönemi kapandıktan sonra örtülü sermaye kullanan kurumun yapacağı düzeltme talebi, vergi dairesince Vergi Usul Kanunu uyarınca değerlendirilip sonuçlandırılacaktır. Bu düzeltme sonucu tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması halinde, karşı tarafın da gerekli düzeltme işlemini kendiliğinden yapması mümkün olacaktır.  

Verginin kesinleşmesi; dava açma süresi içinde dava açılmaması, yargı mercilerince nihai kararın verilmiş olması veya uzlaşmanın vaki olması gibi haller nedeniyle, verginin kesinleşmesi ve itiraz edilmeyecek duruma gelmesidir. Örtülü sermaye kapsamındaki finansmanı kullandıran kurum nezdinde yapılacak düzeltmede dikkate alınacak tutar, kesinleşen ve ödenen tutar olacaktır. Örtülü sermaye kapsamında borç kullanan kurumun, zamanaşımı süresi içinde düzeltme talebinde bulunmuş olması halinde, düzeltme sonucu tarh edilen verginin kesinleşip ödenmesi şartıyla karşı tarafta da süreye bakılmaksızın gerekli düzeltme işlemi yapılacaktır.

12.4.2. Borç verenin dar mükellef kurum, gerçek kişi, vergiye tabi olmayan veya vergiden muaf herhangi bir kişi olması

Borç para verenin dar mükellef kurum, gerçek kişi veya vergiden muaf herhangi bir kişi olması durumunda, örtülü sermaye üzerinden ödenen faizler borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı olarak kabul edilecektir. Bu şekilde dağıtılmış kâr payı, net kâr payı tutarı olarak dikkate alınacak ve brüte tamamlanarak belirlenen oranlarda vergi kesintisine tabi tutulacaktır. Örtülü sermayeye isabet eden kur farkı giderlerinin kâr payı olarak kabul edilmesi ve dolayısıyla vergi kesintisine tabi tutulması söz konusu değildir.

Ayrıca, mükellefler, örtülü sermaye uygulaması nedeniyle kullandıkları borçların örtülü sermayeye isabet eden tutarına ilişkin faizleri giderleştirmemeleri ve tahakkuk eden bu faiz tutarlarını ödememeleri halinde, tahakkuk eden ancak ödenmemiş olan bu tutarların henüz dağıtılmış bir kâr payı olarak değerlendirilmesi mümkün olamayacağından, kâr payı stopajına tabi tutulması da söz konusu olmayacaktır. Anılan faiz tutarlarının ödenmesi halinde ise kâr payının dağıtıldığı kabul edilecektir.

Örneğin, (A) A.Ş., cari dönemde kullanmış olduğu borçların örtülü sermaye niteliğinde olduğunu bilerek örtülü sermayeye isabet eden borçlara ilişkin olarak hesapladığı faizleri finansman gideri olarak dikkate almamıştır. Bu durumda, söz konusu faiz ödemeleri yapılmadığı sürece kâr payı dağıtımına bağlı vergi kesintisi yapılması söz konusu olmayacaktır.

Öte yandan, hesap dönemi kapandıktan sonra örtülü sermaye kullanımı nedeniyle herhangi bir faiz reddi veya düzeltme yapılması durumunda, faiz tutarlarının ödenip ödenmediğine bakılmaksızın, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla söz konusu tutarlar üzerinden kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisinin yapılması gerekmektedir.

Örneğin, hesap dönemi takvim yılı olan (A) A.Ş. hakkında 2007 yılında yapılan vergi incelemesi sonucu 2006 yılında tam mükellef gerçek kişi ortağından almış olduğu borçlara ilişkin gider kaydedilen faiz tutarları, örtülü sermaye uygulaması kapsamında kanunen kabul edilmeyen gider olarak değerlendirilmiş ve mükellef hakkında kurumlar vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Ayrıca, söz konusu faiz giderlerinin örtülü sermayeye isabet eden kısmı, hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış net kâr payı olarak değerlendireceğinden, mükellef hakkında Aralık 2006 vergilendirme dönemine ilişkin olarak kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisi tarhiyatı da yapılması gerekecektir.

Örtülü sermaye sayılan borçlara ilişkin dar mükellef kurumlara ödenen faizler üzerinden yapılmış vergi kesintisi, düzeltme neticesine göre kâr payından yapılması gereken vergi kesintisine mahsup edilebilecektir.”

B- FİNANSMAN HİZMETİ VE KDV

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun (KDVK) 1/1. maddesine göre, Türkiye’de yapılan ticari, sınai, zirai ve mesleki nitelikteki teslim ve hizmetler katma değer vergisine tabi bulunmaktadır.

Hizmetin tanımı ise, anılan Kanun’un 4/1. maddesinde yapılmıştır. Buna göre, “hizmet”; teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir. Bu işlemler; bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebilir.

Örtülü sermaye şartlarının varlığı halinde de ortada bir finansman hizmeti söz konusudur. Bir önceki bölümde açıklanmaya çalışıldığı üzere, bu finansman hizmeti muvazaa niteliğinde olmayıp, tamamen tarafların gerçek iradelerinin ürünüdür. Bahsi geçen finansman hizmetinin Türkiye’de yapılması ve ticari nitelik taşıması ise KDVK’nın 1/1. maddesine göre KDV’ye tabi olmasını gerektirmektedir. Ancak, finansman hizmetinin bankalar, bankerler ve/veya sigorta şirketleri tarafından verilmesi halinde bu işlemler 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 14-28. maddesine göre BSMV’nin de konusuna girecek ve KDVK’nın 17/4-e maddesi uyarınca KDV’den müstesna olacaktır.

Hizmetin şirket ortakları veya ortakların ilgili bulunduğu kişiler veya üçüncü şahıslar tarafından verilmesi arasında, KDV yönünden herhangi bir fark bulunmamaktadır.

KDVK’nın 10/a maddesine göre hizmetin yapıldığı an, KDV açısından vergi doğuran olay meydana gelmektedir. Aynı maddenin (c) bendine göre, eğer hizmetin kısım kısım yapılması mutad ise veya bu hususta anlaşmaya varılmışsa her bir kısmın yapıldığı an, vergi doğuran olay gerçekleşmiş olacaktır. Daha açık bir ifade ile kısım kısım yapılması mutad olan veya bu hususta mutabık kalınan hizmetlerde, işin kısmen tamamlanması; böyle bir durum söz konusu değilse işin nihai olarak bitirilmesi, hizmetin yapıldığı anlamına gelmektedir.

Belli bir süreci kapsayan finansman hizmetlerinde de katma değer vergisi açısından vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi için bu sürecin sonuçlanması gerekmemekte olup, her bir vergilendirme döneminin tamamlanmasıyla bu dönem işleriyle sınırlı olmak üzere vergiyi doğuran olay meydana gelmektedir.

Bunun dışında, hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde KDVK’nın 10/b maddesi uyarınca bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi ile vergi doğuran olay gerçekleşmektedir.

KDVK’nın 20/1. maddesine göre, teslim ve hizmet işlemlerinde matrah, bu işlemlerin karşılığını oluşturan bedeldir. Bedel deyimi, kendisine hizmet yapılan veyahut adına hareket edenlerden bu işlem karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade eder.

Dolayısıyla, kurumların ortaklarından veya ortakla ilişkili kişilerden finansman hizmeti almaları halinde katma değer vergisinin matrahı, bu işlemin karşılığı olarak borçlu adına tahakkuk ettirilen faiz tutarı olacaktır.

KDVK’nın 24/c maddesine göre, vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaat, hizmet ve değerler KDV matrahına dahildir.

Kur farklarının KDVK’nn 24/c maddesi kapsamına girip girmediği öteden beri tartışılagelmiştir. Ancak, 105 Seri No.lu KDV Genel Tebliği ile İdare, bu konuda oluşan tereddütleri büyük ölçüde gidermiştir. Tebliğ’de yapılan açıklamalara göre; bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibariyle vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekmektedir.

C- ÖRTÜLÜ SERMAYEYE İSABET EDEN FAİZ KUR FARKI VE BENZERİ GİDERLER İÇİN YÜKLENİLEN KDV

Örtülü sermaye kapsamında değerlendirilen bir borcu kullanan kurum açısından önemli olan konu ise yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılıp yapılamayacağı ile ilgili olmaktadır. Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30/d maddesine göre;

“…

d) Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen katma değer vergisi.”

5520 sayılı KVK’nın 11. maddesine göre; örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faizlerin kurumlar vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılamayacağı belirtilmiştir. Buna göre, bir borçlanma örtülü sermaye niteliğine dönüşmüş ise buna ilişkin faiz giderleri kanunen kabul edilemeyen bir gider niteliğine dönüştüğünden söz konusu faiz giderlerine ilişkin yüklenilen KDV de indirim olarak dikkate alınamayacak, indirim konusu yapılamayan bu KDV kurum kazancının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak da dikkate alınamayacaktır.

III- ÖRTÜLÜ SERMAYEYE İSABET EDEN GELİRLER ÜZERİNDEN HESAPLANAN KDV DÜZELTİLEMEZ

A- ÖRTÜLÜ SERMAYE SADECE BİR VERGİ GÜVENLİK MÜESSESESİDİR

Örtülü sermaye, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) ile getirilen ve kurumlar vergisi matrahının aşındırılmasını önlemeyi amaçlayan bir vergi güvenlik müessesesidir. KVK’nın örtülü sermayeyi düzenleyen 12. maddesinin birinci fıkrasında, belirtilen şartları taşıyan borçlanmaların örtülü sermaye sayılacağı belirtilerek bir karine oluşturulmuştur. Dolayısıyla, temin edilen borcun kurumlar vergisi uygulaması bakımından örtülü sermaye sayılması, bunun gerçek bir borç olmadığı anlamına gelmeyecek, söz konusu borçlanma işleminin özsermayenin üç katını aşan kısmı örtülü sermaye olarak kabul edilecektir.

Yapılan borçlanma, sadece kurumlar vergisi matrahının tespiti açısından örtülü sermaye sayılacak, ticari ilişkide ve dolayısıyla ticari kazancın tespitinde herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Çünkü söz konusu düzenleme KVK açısından getirilmiş bir vergi güvenlik müessesesidir ve örtülü sermaye sayılan borçlar ticari kazancın tespitinde hukuki niteliği değişmeden yine gerçek bir borç alacak sayılacaktır. Bu karine, sadece kurumlar vergisi matrahının hesaplanması açısından sonuçlar doğuracak; örneğin, örtülü sermaye kullanan mükellefin bilançosunu düzeltip yabancı kaynaklar arasında yer alan örtülü sermayeye isabet eden borç tutarını öz sermaye arasına almak gibi özel hukuka ilişkin sonuçlar doğurmayacaktır.

Örtülü sermayenin, vergi güvenlik müessesesi olmasının en önemli sonucu, görünürdeki işlemin, genel hukuk kuralları karşısında tamamen doğru olması ve yapılacak düzeltme işleminin sadece mali kârın tespiti noktasında, bu doğru olayın vergi kanunları karşısındaki yansımaları üzerine yapılmasıdır(1). Örtülü sermaye tespitinde, görünürdeki işlemin doğru olmadığı iddia edilmemekte; tam aksine, olayın doğru olduğu, ancak sonuçlarının mali karın tespiti noktasında kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması gerektiği ileri sürülmektedir. Unutmamak gerekir ki kanunen kabul edilmeyen gider tabiri, gerçekte bir gider olan harcamanın kanunen reddedilmesidir.

Örtülü sermaye faizlerinin KVK’nın 11/1-b maddesinde, kanunen kabul edilemeyen gider olarak tanımlanması, gerçekte, bu faiz ödemelerinin yapıldığı; ancak, kurumlar vergisi matrahının tespitinde kanunen kabul edilemeyeceği anlamına gelmektedir. Dolaysıyla, ilişkili kişilerden faiz gelirini elde eden mükelleflerin gerçekte elde ettiği gerçek bir faiz geliri söz konusu olup, bu faiz gelirinin özsermayenin üç katını aşan kısmının örtülü sermaye üzerinden elde edildiği tespit edilmiştir.

B- DÜZELTME İŞLEMİ YALNIZCA GELİR VE KURUMLAR VERGİSİ AÇISINDAN YAPILACAKTIR

Örtülü sermaye faizlerinin, “kâr payı” sayılması yalnızca gelir ve kurumlar vergisi uygulaması açısından yapılan bir değerlendirmedir. Nitekim, KVK’nın 12/7. maddesinde bu durum açık olarak belirtilmiştir. Düzeltmeye ilişkin gerekçede de “Böylece, bir kurumda örtülü sermaye şartlarını taşıması sebebiyle indirimi reddedilen borçlar için nakden veya hesaben ödenen faizlerin, mükerrer vergilemeyi önlemek amacıyla elde eden yönünden kâr payı olarak yeniden tasnif edilmesi ve buna göre gerekli düzeltmelerin yapılması amaçlanmıştır.” ifadesiyle sadece indirimi reddedilen faizlerin mükerrer vergilenmesinin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Örtülü sermayeye isabet eden gelirlerin kâr payı sayılması nedeniyle kâr payının KDV’nin konusuna girmediğini ileri sürerek KDV açısından yapılacak düzeltme ise düzeltmeye ilişkin hükmün kanuni lafzında ve gerekçesinde belirtilen mükerrer vergilemenin önlenmesi amacıyla ilgili değildir. Yasa koyucu yalnızca gelir veya kurumlar vergisinde oluşacak mükerrer vergilemeyi önleme amacı gütmektedir.

Bu nedenle, borcu veren ilişkili tarafından elde edilen faizler, KDV açısından, sağlanan finansman hizmetinin bedelidir ve bu nedenle de bu bedel üzerinden KDV hesaplanması gerekir. KVK’nın 12. maddesine katma değer vergisi açısından da kâr payı sayılarak düzeltme işlemi yapılacağına ilişkin açık bir hüküm koyulmadığı sürece KDVK açısından düzeltme işlemi yapılamaz.

Vergi kanunlarının uygulanmasında ilk olarak kanunun lafzı uygulanacaktır. Kanunun lafzının açık olmadığı noktada ise kanunun uygulaması; hükmün konuluş amacı, “kanundaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısına göre yapılacak olup, diğer kanunlarda yer alan maddelerle olan bağlantısı göz önünde bulundurularak kıyas yoluyla bir yorum yapılamayacaktır.”

Dolayısıyla; Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 12. maddesinin yedinci fıkrasında gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında şartların gerçekleştiği dönemde örtülü sermaye sayılacak olan borçlanma faizleri, yine sadece Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun uygulamasında dağıtılmış kâr payı ya da dar mükellefler için ana merkeze aktarılmış tutar sayılacak olup, buna dayalı olarak yapılacak düzeltmenin Katma Değer Vergisi Kanunu’na ve diğer kanunlara şümulü yoktur. KVK’da düzeltmenin hangi kanunlar açısından yapılacağı Kanun’un lafzından açıkça anlaşılmaktadır ve bu da sadece gelir ve kurumlar vergisi olarak sayılmıştır.

C- ÖRTÜLÜ SERMAYE ÜZERİNDEN HESAPLANAN FAİZLER KÂR PAYI SAYILACAKTIR, KÂR PAYI DEĞİLDİR

KDVK’nın 12. maddesinin yedinci fıkrasında; örtülü sermaye faizlerinin gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı sayılacağı belirtilmiştir. Burada bir karine söz konusudur ve örtülü sermayenin faizlerinin hukuki niteliğine ilişkin bir düzenleme yapılmamaktadır. Fiilen kâr dağıtımının yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, kâr dağıtımının Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunu açısından sonuçları elde edilmek istenmiştir.

Örneğin, 2005 yılında kurulan ve tüm hesap dönemlerini zararla kapatan bir kurum; örtülü sermaye kullandığında bu kurumun ödemiş veya hesaplamış olduğu faizler kâr payı sayılacaktır. Dolayısıyla, kurulduğu günden bugüne hiç kâr etmemiş bir kurumun kâr payı dağıttığı varsayılacaktır. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, KVK’nın 12. maddesinin yedinci fıkrası, kâr dağıtımı stopajlarının yapılmasını sağlayan, bir varsayım hükmüdür. Bu varsayım hükmünün KDVK için de geçerli olduğunu iddia etmek, vergi kanunlarının uygulanmasına ilişkin VUK’un 3. maddesi hükmüne aykırılık teşkil edecektir(2). Bu örnekteki zararlı kuruma borç veren kurumun KDV açısından finansman hizmeti sunduğu, bu finansman hizmetinin karşılığının kâr payı olamayacağı, bu hizmetin bedelinin faiz olduğu ve bu faizin KDV’ye tabi tutulması gerektiği açıktır.

Özetle, örtülü sermayeye isabet eden faiz ve benzeri ödemeler yalnızca Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanması açısından kâr payı sayılacaktır. Başka bir deyişle, işlemin niteliği değişmeyecek, Gelir ve Kurumlar Vergisi açısından bu tür ödemeler kâr payı sayılacaktır. Katma değer vergisi ve diğer vergiler açısından hesaplanan/ödenen faizleri kâr payı sayma ya da yapılan ödemenin niteliğinin farklılaştığını kabul etmek mümkün olmayacaktır.

D- KONUYA İLİŞKİN YARGI KARARI

Örtülü sermaye müessesesi KVK’da yer alan bir vergi güvenlik müessesesidir. Dolayısıyla, yalnızca kurumlar vergisini (kazanç vergisini) güvence altına almak amacıyla ihdas edilmiştir. Bu nedenle de ödenen faiz ve benzerlerinin kâr payı olarak kabul edileceği belirtilirken, bu kabulün sadece Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Kanunları açısından geçerli olacağı net olarak ifade edilmiştir. Yani yapılan işlemin hukuk aleminde doğurduğu tüm sonuçlar ortadan kaldırılmamış, yalnızca kazanç vergileri açısından kâr payı olarak kabul edileceği belirtilmiştir. KVK’nın 12/7. maddesinde yapılan düzenleme, işlemi ticari açıdan etkilememekte, sadece kazanç vergisini güvence altına almak amacıyla, kazanç vergileri (GVK ve KVK) alanında bir karine oluşturarak faiz ve benzeri ödemelerin kâr payı sayılacağını belirtmektedir.

Benzer gerekçelerle İstanbul 9. Vergi Mahkemesi tarafından verilen Karar’ın özeti şu şekildedir:

“…

Dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirketin 2009 yılı hesaplarının incelenmesi sonucunda, düzenlenen 11.09.2009 tarih ve sayılı vergi inceleme raporunda davacı kurumun ilişkili olduğu kişilere 2008 hesap döneminde kullandırdığı paralar neticesinde örtülü sermaye üzerinden hesaplanan faiz gelirine ilişkin fatura düzenlediği ve vergileme dönemi itibariyle hesaplanan KDV olarak beyan edildikten sonra Aralık 2008 dönem beyannamesinde söz konusu faiz gelirinin indirimler arasında beyan edildiğinin tespiti üzerine söz konusu para kullandırma işleminin finansman hizmeti olarak değerlendirilerek KDV’ye tabi tutulması gerektiğinden bahisle ikmalen tarh edilen cezalı KDV tarhiyatının iptalinin istenildiği anlaşılmıştır.

Olayda, davacı şirketin ilişkili olduğu kurumlara 2008 hesap döneminde para kullandırdığı, kullandırdığı bu paralar için önce Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 12/7. maddesi uyarınca kâr payı sayılan tutar olarak faiz tahakkuk ettirildiği daha sonrasında ise örtülü sermaye sayılan ödemeler için hesaplanan faizlerin davacı kurum tarafından KDV Kanunu’nun 35. maddesi kapsamında düzeltildiği taraflar arasında ihtilafsız olmakla beraber uyuşmazlığın çözümü tahakkuk eden faiz gelirinin KDV Kanunu kapsamında kâr payı olarak kabul edilip edilemeyeceği ile KDV Kanunu uyarınca hizmet olarak kabul edilip edilemeyeceğinin tespitine bağlıdır.

Davacı kurum Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 12/7. maddesi kapsamında örtülü sermaye üzerinden hesap edilen faizin borç alan ve borç veren nezdinde kâr payı sayıldığını KDV Kanunu’nun 1. maddesine göre ise kâr paylarının verginin konusuna girmediği eğer KDV hesaplanmış ise aynı Kanun’un 35. maddesine göre düzeltilmesi gerektiğinden bahisle KDV beyanlarının buna göre düzeltmişse de vergi sistemimizdeki her bir kanunda vergiyi doğran olay, verginin konusu, mükellefi, istisna ve muafiyetleri ve buna benzer bir takım düzenlemeler yer almakta bu düzenlemeler sadece o kanun için bağlayıcı olup diğer bir kanunun uygulamasına sirayet etmediğinin kabulü gerekmektedir.

Diğer taraftan örtülü sermaye müessesesi kurumlar vergisi uygulaması bakımından getirilmiş bir güvenlik müessesesidir. Mükelleflerin örtülü sermaye kapsamında kullandırdıkları paralar karşılığında elde ettikleri faiz gelirinin kâr payı sayılması kanunun açık ifadesi ile sadece Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulaması açısından getirilmiş bir düzenlemedir. Her ne kadar KDV kanunu uyarınca kâr payı ve iştirak kazançları KDV’nin konusuna girmemekte ise de söz konusu kâr payının kurumların doğrudan elde ettikleri başka bir deyişle ticari faaliyetleri sonucunda oluşan karları olarak kabul edilir. Uyuşmazlığın temeli ise kullandırılan paranın getirişi olan faiz gelirinin aslında gerçek anlamda kâr payı olmadığı yasa hükmü uyarınca gelir ve kurumlar vergisi yönünden kâr payı sayılacağı sadece kazanç vergileri için kâr payı olarak isimlendirileceği kanun lafzından çıkan bir sonuçtur. Aynı zamanda elde edilen faiz gelirinin kâr payı sayılması kurumlar vergisi matrahının hesaplanmasında hüküm ve sonuçlarını doğuracağından elde edilen faiz gelirinin KDV uygulaması açısından kâr payı olarak kabulü mümkün değildir. Kaldı ki kanun koyucu örtülü sermaye üzerinden elde edilen faiz gelirini KDV açısından da kâr payı olacağını kabul etseydi Kurumlar Vergisi Kanunu’nda olduğu gibi açık bir düzenlemeye yer vermesi gerekirken bu yönde bir düzenlemeye yer vermemiştir.

Mükellef kurumun kullandırdığı paraların finansman hizmeti olarak kabul edilip edilmeyeceği değerlendirildiğinde ise, hizmet, ekonomide özelliğe sahip malın tersine, elle tutulamayan ve saklanması mümkün olmayan, insan ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik olarak üretilen veya organize edilen faaliyetler olarak tarif edilmiştir. KDV Kanunu’nun 4. maddesinde ise hizmet bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi tarif edilmiş olmakla beraber bu haller sınırlandırılmamıştır. Hizmet tarifinden yola çıkıldığında ihtiyaçların giderilmesinde bir şeyi kullandırmak da hizmet olduğuna göre olayda davacı kurum ilişkili olduğu kişi veya kurumların parasal ihtiyaçlarını gidermek amacıyla para kullandırmak suretiyle finansman hizmetinde bulunmuştur.

Bu durumda davacı şirketin ilgili olduğu kurum ve kişilere para kullandırmasının hizmet olarak değerlendirilerek tahakkuk eden faizin beyan dışı kaldığından bahisle salınan cezalı KDV tarhiyatında yasal isabetsizlik yoktur.

…”(3)

IV- SONUÇ

5520 sayılı KVK’nın 12. maddesinin son fıkrasında; kurumlar tarafından işletmede kullanılmış olan borçlara ilişkin olarak, örtülü sermaye şartlarının gerçekleşmesi halinde söz konusu borçlanmalara taraf olanlar nezdinde gelir ve kurumlar vergisi açısından düzeltme yapılması öngörülmüştür. Söz konusu düzeltme hükümleri kanun metninde açık olarak belirtildiği üzere sadece gelir veya kurumlar vergisi açısından getirilmiş bulunmaktadır.

Örtülü sermaye üzerinden elde edilen faiz ve benzeri gelirlerin elde eden açısından kâr payı sayılması, KVK ve GVK açısından getirilmiş ve madde gerekçesinde de belirtildiği üzere mükerrer vergilemeyi önleme amacı taşıyan bir düzeltme mekanizmasıdır. Ancak; bu gelirler ne ekonomik ne de hukuki açıdan nitelik değiştirerek kâr payı haline dönüşmektedir, yalnızca gelir ve kurumlar vergisi açısından oluşacak mükerrer vergilemeyi önleme amacıyla vergi kanunlarında kâr payı için getirilmiş hükümlere tabi olacaktır. Nitekim örtülü sermaye sayılan borçlar yabancı kaynaklar hesabından çıkarılarak sermayeye eklenmeyecektir.

Örtülü sermayeye isabet eden faiz, kur farkı ve benzeri giderler için hesaplanmış olan KDV’nin ise düzeltilmesini savunan görüşler, mükerrer vergilemeyi değil, kâr payının KDVK’nın 1. maddesinde kâr payının KDV’nin konusuna girmediğini ileri sürmektedir(4). Oysa, örtülü sermayenin düzeltilmesine ilişkin hükümlerin yer aldığı KVK 12/7’nin lafzında ve gerekçesinde düzeltmenin mükerrer vergilemeye yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak, örtülü sermaye, nitelik itibariyle bir borçtur, bu borç neticesinde elde edilen gelir de ticari nitelik taşıyan bir hizmetin getirisi olması nedeniyle KDVK’nın 1 ve 24. maddeleri uyarınca KDV’ye tabidir. Bu gelirin KVK ve GVK açısından kâr payı sayılması sadece bu iki Kanun bakımından hüküm ve sonuç doğuracaktır. Daha önce bu gelirler için hesaplanan KDV’nin; söz konusu gelirlerin kâr payı olarak düzeltilmesi ve kâr payının da KDV’nin konusuna girmediği gerekçesiyle KDVK’nın 35. maddesinde yer alan;

“Malların iade edilmesi, işlemin gerçekleşmemesi, işlemden vazgeçilmesi veya sair sebeplerle matrahta değişiklik vukubulduğu hallerde, vergiye tabi işlemleri yapmış olan mükellef bunlar için borçlandığı vergiyi; bu işlemlere muhatap olan mükellef ise indirme hakkı bulunan vergiyi değişikliğin mahiyetine uygun şekilde ve değişikliğin vukubulduğu dönem içinde düzeltir. Şu kadar ki, iade olunan malların fiilen işletmeye girmiş olması ve bu girişin defter kayıtları ile beyannamede gösterilmesi şarttır.”

hükmüne dayanılarak düzeltilmesi mümkün değildir. Nadir Gülhan Novus Vergi Denetim, Danışmanlık http://www.novusymm.com.tr/

(*)          Vergi Müfettişi (E. Hesap Uzmanı)

()         Bu makaledeki görüşler yazarına ait olup, çalıştığı Kurum’u bağlamaz.

(1)         21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(2)         03.04.2007 tarih ve 26482 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(G)        Yazının I. Bölümü İçin Bkz. Yaklaşım, Sayı: 231, Mart 2012, s. 131-137

(1)        Mehmet BATUN, “Örtülü Sermaye Üzerinden Hesaplanan veya Ödenen Faiz ve Kur Farklarında KDV”, Vergi Dünyası, Mayıs 2009

(2)        Ferhat ALEMDAR, “Örtülü Sermaye Müessesesinde Yer Alan Düzeltme Hükümleri KDV’yi Kapsamamaktadır”, Vergi Dünyası, Şubat 2010

(3)        İstanbul 9. Vergi Mahkemesi tarafından verilen K. 2011/555 sayılı Karar.

(4)        Bu görüşler için Bkz.;

            a- Ankara Yeminli Mali Müşavirler Odası Mevzuat İzleme ve Değerlendirme Komisyonu 10.09.2007 tarihli 2007/77-7 no.lu Kararı

            b- Zeki GÜNDÜZ, “Örtülü Sermaye Sayılan Borçların Faizleri KDV’ye Tabi mi?”

            c- Veysi SEVİĞ, “Örtülü Sermaye İşlemlerinde Katma Değer Vergisi Sorunu”, Referans Gazetesi, 07.04.2009

Pazartesi, 22 Haziran 2020 11:52

Gayrimenkulde Rant Vergisi

Gayrimenkul sektörü, bizim gibi gelişmekte olan ekonomiler açısından önemlidir; ekonominin lokomotifidir, yan sektörleri de kattığımızda milli gelirdeki payı oldukça yüksektir. Bu nedenle sektöre ilişkin göstergeler önemlidir. Ekonomik konjonktür (ekonominin canlanması veya yavaşlaması) ile gayrimenkul sektörü arasındaki korelasyon da yüksektir. Nitekim finans sektörünün açtığı kredilerin önemli bir kısmı da gayrimenkul sektörünedir. Sektördeki sorunlar krize dönüşürse ülke ekonomisini de krize sürükler (veya tam tersi). İrlanda, İspanya hatta ABD’de 2008’de yaşanan ekonomik krizlerin arkasında finans sektörü kadar gayrimenkul (özellikle de konut) sektöründeki dengesizlikler de yatmaktadır.

Gayrimenkul sektörü, makro düzeyde olduğu kadar mikro düzeyde de önemlidir. Her şeyden önce gayrimenkul, yatırımcılar açısından en önemli yatırım araçlarındandır. Bir yandan kira geliri, diğer yandan değer artışı nedeniyle hem dönemsel getiri, hem de anlık kazanç imkanı sağlar. Bu özellikleri nedeniyle gayrimenkul yatırımlarını ve sektörü geliştirip derinleştirecek yatırım araçlarının doğru kurgulanıp düzenlenmesi gerekir. Gayrimenkul yatırımlarındaki yüksek kazanç (rant) sağlama imkanı bu yatırımları cazip hale getiren diğer bir nedendir. Bir zamanlar “dutluk” olan arazilerde yapılan imar değişiklikleri, bu arazilerin milyon dolarlık arsalara dönüşmesine yol açtığı gibi devlet eliyle rant dağıtma mekanizması ve sosyal dönüşüm/değişim aracı haline gelmiştir. Hukuka uygun olduğu sürece, bu durum kentleşmenin doğal sonucudur ama son yıllarda ülkemizde bu konuda da dengenin kaçtığı malum. Konunun kentleşme açısından sosyolojik, mimarlık, altyapı ve çevre konusundaki etkilerini uzmanlarına bırakıp “gayrimenkul rantları”nın vergilendirilmesi konusuna değinmek istiyoruz.

Rant kelimesi, Fransızca “rente”, İngilizce “rent” kelimelerinden gelmekte olup kelime anlamı kiradır. Ekonomik bilimindeki anlamı ise 4 üretim faktöründen biri olan “toprak”ın getirisidir. (Diğerler üretim faktörleri emek, sermaye ve teşebbüstür.) Bununla birlikte, rant kelimesi, günlük kullanımda olumsuz bir anlam yüklenmiş olup spekülasyona dayalı bir kazancı ifade etmek için kullanılmaktadır. (Oturduğun yerden para kazanmanın kibarcası.) Rant deyince akla ilk gayrimenkulün gelmesi yukarıdaki girizgahtan anlaşılacağı üzere tesadüf değildir. Bu nedenle, bir çok ülke gayrimenkullerin değerinde meydana gelen değer artışı (rant) üzerinden vergi veya benzeri gelirler almak yoluna gitmektedirler. Bunun arkasında da, imar değişimi, alt yapı yatırımları, kamu hizmetlerinin götürülmesi gibi Devlet eliyle yaratılan değerden kamunun pay alması yatmaktadır. Türkiye ara ara kentsel ranttan kamunun pay alması için aksiyonlar almaya çalışsa da çeşitli nedenlerle tam bir başarı sağladığı söylenemez. Hatta konu, 2015-2017 yılı Orta Vadeli Programda kendine yer bulmuş ama sonraki programda yer almamıştır.

Bununla birlikte, Devlet yakın zamanda gayrimenkuldeki değer artışlarını vergilendirmek için adımlar atmıştır. İlk olarak “değerli konut vergisini” getirmiş ama daha sonra bu vergide bir adım geri atarak verginin matrahını konutların piyasa değeri yerine vergi değeri (emlak vergisinin hesaplandığı değer) olarak belirlemiştir. Diğer taraftan ise 7221 sayılı Kanun’la İmar Kanunu’na eklenen Ek 8. madde ile adı rant vergisi olmasa da imar değişikliğinden dolayı arsaların değerinde meydana gelen artıştan kamunun pay almasına yönelik bir düzenleme yapılmıştır.

Söz konusu düzenleme uyarınca, taşınmaz (arsa) maliklerinin tamamının talebi üzerine ada bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda, değerinde artış olan arsanın artan değerinin tamamı değer artış payı olarak alınır. Değer artış payı bedelinin tespitinde Kamulaştırma Kanunun 11’inci maddesinde belirtilen bedel tespit esasları gözetilir. İmar planı değişikliği ile taşınmazda meydana gelecek değer artışının tespiti Sermaye Piyasası Kanunu’na göre yetkilendirilmiş lisanslı en az iki gayrimenkul değerleme kuruluşu tarafından plan değişikliği açıklama raporunda belirtilen mer’i plan koşullarındaki değer tespiti ile birlikte değişiklik sonrası değer tespiti yapılmak suretiyle belirlenen ortalama yeni değerden az olmamak üzere, idarece oluşturulan kıymet takdir komisyonu tarafından belirlenir. Değer artış payı, en geç taşınmazın ilk satışında veya ruhsat aşamasında taşınmaz maliklerince ödenir. Kıymet takdir komisyonunca belirlenen değer artış payı, ödeme tarihinde her takvim yılı için, bir önceki yıla ilişkin olarak ilân edilen yeniden değerleme oranında takvim yılı başından geçerli olmak üzere arttırılarak uygulanır. Taşınmazın değer artışına tabi olduğu tapu kütüğüne şerh edilir. Emsal, inşaat alanı, yapı yüksekliği ve kullanım amacı değiştirilmemek kaydıyla yapılacak ruhsat tadilatları hariç, değer artış payı ödenmeden yapı ruhsatı düzenlenemez.

Değer artış payı olarak alınan paranın dağıtımı ise şu şekilde olacaktır:

1) Büyükşehir belediyesinin olduğu illerde; %25’i büyükşehir belediyesinin ilgili hesabına, %25’i ilgili ilçe belediyesinin ilgili hesabına, %25’i Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel Hesabına,

2) Büyükşehir belediyesi olmayan illerde ise; %40’ı imar planı değişikliğini onaylayan idarede açılacak ilgili hesaba, %30’u Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel Hesabına,

3) Bakanlıkça onaylanan imar planı değişikliğinden kaynaklanan değer artışının %75’i Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel Hesabına, kalan değer artış payının; büyükşehir belediyesinin olduğu illerde %15’i büyükşehir belediyesinin ilgili hesabına, %10’u ilgili ilçe belediyesinin ilgili hesabına; büyükşehir belediyesi olmayan yerlerde ise Bakanlık payının dışındaki kalan değer artış payının tamamı plan değişikliğinin yapıldığı yerdeki ilgili idarenin açılacak ilgili hesabına,

4) 1. dağıtıma göre göre kalan değer artış payının %25’i, 2. dağıtıma göre kalan değer artış payının %30’u ile imar planı değişikliğinin diğer genel bütçeli idareler tarafından onaylanması durumunda değer artış payının tamamı genel bütçeye gelir kaydedilir.

Getirilen düzenlemeden görüleceği üzere, imar planı değişikliği nedeniyle “arsa”ların değerinde meydana gelen artışa mali bir yükümlülük getirilerek oluşan değer artışından (ranttan) kamuya pay alınmak istenmektedir. Ayrıca, değer artışı üzerinden alınacak paranın merkezi ve yerel idare arasında paylaşılması da olumludur.

Diğer taraftan, Devletin sadece arsalardaki değer artışı üzerinden bir pay alması söz konusu olup, binaların değerinde bir artış olması halinde bir pay alınması söz konusu değildir. Düzenleme de asıl eleştiriye değer husus ise değer artış payının sadece maliklerin talebi üzerine imar planında değişiklik yapılması halinde alınacak olmasıdır. Bu durum, İdarenin resen işlemleri neticesinde vatandaşın ekonomik açıdan mağdur edilmek istememesi yönünde iyi niyetle yorumlanabilse de, ülkemiz gerçekleri karşısında suistimale çok açıktır. Zira, spekülatif olarak yapılan ve gerçekten “rant” yaratan bir çok gayrimenkul yatırımı, İdarenin yaptığı imar değişikliklerinden önce (içeriden öğrenmeyle-insider trading) yapılmaktadır. İstanbul Havalimanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul gibi mega projelerin kamuoyuna açıklanması ve gerekli kamulaştırma ve imar değişiklikleri öncesinde el değiştiren arazi mülkiyetleri incelense eminiz ki durum daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca, imar değişikliğinin taşınmaz sahiplerinin talepleriyle gerçekleştirilmesi yerine, nüfuz, hatır, akçe (!) ile pekala İdarenin resen işlemi olarak da yapılması sağlanabilir. Ayrıca, normalde imar değişikliği olmayacak bir arsa için bu değer artışı ödenerek arsa sahipleri ve müteahhitler tarafından imar değişikliğinin yapılması da sağlanabilir. Bu nedenle, ülke gerçekleri karşısında yapılan bu yasal değişiklikten çok gelir elde edileceğini düşünmüyoruz. Düzenlemenin başarısı imar planlarında gerçekten olması gereken değişikliklerin hukuka ve ihtiyaca uygun olarak yapılması ve kamu yönetiminde şeffaflık ile sağlanabilir. Numan Emre ERGİN

Sözün özü: En iyi kentleşme, en az rant yaratandır. (David Harvey)

https://www.dunya.com/kose-yazisi/gayrimenkulde-rant-vergisi/473185

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk açıkladı, günlerdir konuşulan tamamlayıcı emeklilik sisteminin ana hatları netleşti.

Buna göre iki model uygulanacak. Biri karma tamamlayıcı emeklilik sistemi ki, bu sistem zorunlu olacak ve her çalışan dahil olacak. Diğeri ise çalışanların tercihine bağlı tamamlayıcı emeklilik sistemi. Okuyucular günlerdir, ‘bu iki model nedir, kıdemde hak kaybımız olur mu?’ diye soruyor.

Bilindiği kadarıyla iki modelin de nasıl uygulanacağına değineyim. Göründüğü kadarıyla her iki sistemde de kıdem tazminatında değişikliğe gidilecek ve yine göründüğü kadarıyla çalışanın hak kaybı olmayacak. Önce, karma tamamlayıcı emeklilikten bahsedeyim. Malum, çalışanlar her yıl için 30 günlük brüt ücret üzerinden kıdem tazminatına hak kazanıyor ve aylık ödenecek miktar brüt maaşın yüzde 8.33’üne denk geliyor. Yani, işveren her ay çalışanı için maaşının yüzde 8.33’ünü, yıllık da brüt bir maaşını kıdem olarak ayırmak zorunda. Ayırıyor mu? Az sayıda şirket ayırıyor ama büyük çoğunluk ayırmıyor, ‘zamanı gelince bakarız’ diyor. Bu, 8.33, çok önemli, çünkü çalışanlar bu oranın düşmesini istemiyor.

KIDEM TAZMİNATI FORMÜLÜ

Karma tamamlayıcı emeklilik sisteminde, yüzde 8.33’ün, 5.55’si bugünkü gibi devam edecek, yani işverenin üzerinde kalacak; 3’ü, her bir çalışan için oluşturulacak tamamlayıcı emeklilik fon hesabına işveren tarafından aktarılacak. Bu fon, bugünkü bireysel emeklilik sistemindeki gibi değerlendirilecek. Bu sistemde yüzde 8.33’lük oran yüzde 8.55’e çıkmış olacak. Hak kaybı olmayacağı gibi tazminat miktarı az da olsa artacak; çalışan 30 gün üzerinden değil de 31 gün üzerinden tazminat alacak. Her çalışan bu sisteme zorunlu olarak dahil olacak. Çalışanlar, kendi hesaplarından, kıdeminin yatıp yatmadığını, fonun ne kadar değerlendiğini takip edebilecek. Aslında bu modele çalışanların değil işverenlerin itiraz etmesi gerekiyor. Çünkü bugüne kadar ayırmadıkları kıdem tazminatı karşılığını, sistem başladıktan sonra her ay ya da her yıl ayırıp, çalışanın hesabına aktarmak zorunda kalacaklar.

MEMURLAR DAHİL DEĞİL

İkinci model olan, tercihe bağlı tamamlayıcı emeklilik sisteminde ise çalışanın, işverenin ve devletin katkı yaptığı bir model uygulanacak. Her çalışanın tamamlayıcı emeklilik fon hesabı olacak. Bu fona işveren kıdem tazminatı karşılığı olarak yüzde 4 katkı yapacak. Devlet de yüzde 1 katkıda bulunacak ki, bu katkı yüzde 25 anlamına geliyor. Çalışanın ise maaşından yüzde 0.5 ila yüzde 3 arasında değişen oranlarda kesinti yapılıp, fon hesabına aktarılacak. Bu oranlar değişebilir. Bir takım vergi indirimleri ile de çalışanın ödeyeceği tutarlar düşürülecek. Bu fondaki birikimler de bireysel emeklilikte olduğu gibi nemalanacak. Bu sistem ise çalışanın isteğine bağlı olacak. Şöyle ki; çalışanlar, karma tamamlayıcı emeklilik sistemine zorunlu girecek, isterse o sistemden çıkıp, tercihli tamamlayıcı emeklilik modeline geçebilecek. Geçmek istemiyorsa, karma modelde kalacak.

Uygulanacak iki model temel hatlarıyla böyle. Taraflarla görüşmeler sürüyor. Bir iki değişiklik ve revizyon olabilir, oranlar farklılaşabilir. Her iki modelin de bireysel emeklilik sistemi üzerinden yürütülmesi ağır basıyor. Okuyuculardan gelen sorular üzerine bir iki konuya dikkat çekeyim. Tamamlayıcı emeklilik modelleri muhtemelen kamu çalışanlarını, yani memurları kapsamayacak; özel sektör çalışanlarına yönelik olacak. Sistem 2022’de başlayacak ve emekliliğine birkaç yıl kalmış olanlar sisteme girmeyecek; ilk kez işe başlayanlar ile emekliliğine uzun yıllar olanlar dahil edilecek. Noyan Doğan

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/noyan-dogan/iste-tum-yonleriyle-tamamlayici-emeklilik-sistemi-41547122

Çalışma koşullarının işçi aleyhine esaslı şekilde değiştirilmesi ancak işçinin yazılı onayı ile mümkün olur.

Çalışma ilişkisi uzun bir dönemi kapsadığından çalışma koşulları olarak adlandırılan işyeri şartlarında, çalışma saatlerinde ve ücrette değişiklik yapma ihtiyacı doğabiliyor.

Çalışma koşullarının işçi aleyhine esaslı şekilde değiştirilmesi ancak işçinin yazılı onayı ile mümkün oluyor. İşçiden gelen değişiklik talepleri ise işverenin kabulü ile hayata geçebiliyor. Dolayısıyla çalışma koşullarında değişiklik yapılması kural olarak tarafların anlaşması ile mümkün olabiliyor.

Esaslı değişiklik...

İş sözleşmesinin temel unsurlarını değiştiren değişiklikler esaslı değişiklik kabul edilmektedir. Yapılmak istenen her işyeri değişikliği kendi içinde, işçinin durumunu esaslı yönde ağırlaştırıp ağırlaştırmadığı noktasında ayrı ayrı etraflıca değerlendirilmelidir. Örneğin işyerinin uzak bir yere taşınmasına rağmen, işverenin daha önce sağlamadığı servis imkanını sağlaması ve yolda geçecek sürenin aşırı artmaması halinde, bu değişiklik esaslı değişiklik sayılmayacaktır. İşçi bu işverenin yaptığı bu işyeri değişikliğine uymak zorundadır.

İşyeri değişikliğinin esaslı değişiklik oluşturduğu durumlarda, bu değişikliği işçiye bildirme ve 6 işgünü içinde yazılı onayını alma zorunluluğu bulunmaktadır.

Eğer işveren yazılı onayı alamadıysa, bu değişikliği yapmamalı, çalışma koşullarını eskisi gibi sürdürmelidir. Ancak çalışma koşullarının eskisi gibi sürdürülemeyeceğine ilişkin objektif geçerli bir nedeni varsa işçiye yasal haklarını vererek fesih uygulayabilecektir. Böyle bir nedenin olmaması yine de fesih uygulanması halinde fesih geçersiz sayılacaktır.

Yargıtay ne diyor?

Ücretin indirilmesi diğer iş koşullarından farklı olarak her durumda esaslı değişiklik oluşturmaktadır. Yargıtay’a göre de; ücrete ilişkin değişiklik ancak işçinin yazılı onayı ile yapılabilir. İşçinin açıkça onay vermediği esaslı değişiklikler işçiyi bağlamaz. Ücret indirimine dair esaslı değişikliğin işçi tarafından açıkça kabul edilmemesine rağmen ödeme döneminde daha az ücret ödenmesi, hatta bu ödemeye dair ücret bordrosunun işçi tarafından imzalanması durumunda dahi işçinin fark ücret isteme hakkı devam eder.

ÖNCEDEN ALINAN İZİN GEÇERLİ Mİ?

İşyerinde değişiklik yapma ihtiyacının ilerde doğabileceğini öngören kimi işverenler, bu değişiklik onayını daha ilk baştan iş sözleşmesi imzalanırken alma yoluna gidebilmekte, değişiklik yapma hakkını kendilerine saklı tutabilmektedir. Burada özellikle yapılan işin niteliği ön plana çıkmaktadır.

Hak genişletme...

Örneğin birçok şantiyesi olan bir inşaat firması, mühendislerini bu farklı şantiyelerde zaman zaman görevlendirmek istemekte ve işyeri değişikliğine ilişkin onayı baştan iş sözleşmesine koydukları bir madde ile alabilmektedir. Fakat ücrette indirim yapılabileceğine dair ön onaylar geçersiz sayılmaktadır. İşverenin ücrette indirim yapacağı zaman yazılı onay alması zorunludur.

İşyerinde değişiklik yapma hakkının saklı tutulması Yargıtay tarafından geçerli kabul edilmekte, işçinin verdiği onaya rağmen yeni çalışma koşullarında çalışmak istememesi haksız bulunmaktadır.

Yargıtay işyeri değişikliğine ön onay alınmasını işverenin yönetim hakkının genişletilmesi olarak değerlendiriyor. İşverenin yönetim hakkının yasadan, sözleşmeden ve işyeri uygulamasından kaynaklanabileceğini ifade ettikten sonra, en yaygın yöntemin, işçinin imzaladığı sözleşme veya sözleşmenin eki niteliğindeki yönetmelik hükümleri ile değişiklik yapılmasını kabul etmesi olduğunu vurguluyor.

OBJEKTİF KOŞUL ORTAYA KONULMALI

Yargıtay her ne kadar iş sözleşmeleri ile işverenin tek taraflı değişiklik yapma hakkını kendine saklayabileceğini kabul etse de bu değişikliği ancak işletmesel gereklerle yapabileceğini, işçiyi yıldırmak için veya keyfi olarak değişiklik yapamayacağını açıkça belirtiyor.

Yargıtay yakın tarihli verdiği bir kararında, bu hususu açıkça vurgulamış, işçinin istifa etmesini sağlamak için yapılacak işyeri değişikliğinin geçerli kabul edilemeyeceğini söylemiştir. Diğer bir kararında ise, nakil yetkisinin sözleşme ve yönetmelikten kaynaklanmasında dahi, bu nakil yetkisinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının keyfilik ve nesnellik açısından denetime tabi tutulması gerektiğini ifade etmiş, nakli zorunlu kılan objektif nedenlerin varlığının ortaya konulmasını aramıştır.

İşyeri değişikliğinde çalışanın verdiği ön onayla birlikte, esaslı değişiklik yapılmak istendiğinde, bu değişikliği zorunlu kılan objektif nedenler bulunmalıdır. Objektif nedenler çok çeşitli olabilir fakat temel özellikleri, işletmenin ve işin gereklerinden kaynaklanan sebeplere dayalı olmalarıdır. Örneğin yeni işyeri açılması ve o işyerinde ilgili çalışanın yetkinliklerine ihtiyaç duyulması objektif bir neden oluşturabilir. Üretimin azalması ve/veya yeniden yapılanma nedeniyle mevcut işyerinin kapanması başka bir objektif neden teşkil edebilir. Cem Kılıç

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/ucret-dusurme-icin-onay-sart-6240939

Öncelikle Ebedi Aleme İntikal Etmiş Babalara Allah' tan Rahmet Diler ve Tüm Babaların da Babalar Gününü Kutlarız ...

Konu İle İlgili Video' yu İzlemek İçin Tıklayınız

TCMB İhracat Genelgesi’nin ihracat bedelinin tahsili ve kabulüne ilişkin 8 inci maddesine 13 üncü fıkra eklenmiştir.

Eklenen bu fıkra ile, ihracat bedelinin Türkiye'deki bankalarca yurt dışındaki bankalar ve gerçek/tüzel kişilere açılan kredilerden karşılanması mümkün hale gelmiştir.

Cumartesi, 20 Haziran 2020 14:59

SGK Genelgesi 2020/19

Türkiye Cumhuriyeti ile Belçika Krallığı arasında ilk olarak 1/5/1968 tarihinde imzalanan Sosyal Güvenlik Anlaşmasının tadiline yönelik görüşmeler neticesinde imzalanan 11/04/2014 tarihli anlaşma 01/09/2018 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Tadil edilen yeni anlaşmanın uygulama esasları SGK’nın 17/06/2020 tarih ve 2020/19 sayılı Genelgesi ile açıklanmıştır.

Anlaşma;

► 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bendi kapsamındaki sigortalılar (SSK-Bağ-Kur) ile bu kapsamda gelir/aylık alanlar için malullük, yaşlılık, ölüm sigortası, kısa vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortasını,

► 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen emekli sandıkları da (banka vb.) anlaşma kapsamında yer almaktadır. Bu kapsamda çalışanlar ve/veya sandıklardan emekli aylığı alanlar için malullük, yaşlılık, ölüm sigortası ve kısa vadeli sigorta kollarını içeren Anlaşma hükümleri uygulanacaktır. Bu kişiler hakkında Belçika yetkili kurumları ile yapılacak yazışmalara SGK aracılık yapacaktır. Ancak talep formülerlerinin düzenlenerek SGK’ya intikal ettirilmesi ile ilgili işlemler, ilgili sandık tarafından gerçekleştirilecektir.

► 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile gelir/aylık alanlar için malullük, yaşlılık, ölüm sigortası ve genel sağlık sigortasını kapsamaktadır.

İlgili Genelge'ye ulaşmak için tıklayınız...

Yabancı ortaklı şirketin sermaye artırımı için yurt dışından gönderdikleri sermaye artırım bedelleri ve bunların Türk Ticaret Kanunu yönünden blokaj yapılması, krediye dönüşmesi Sermaye Hareketleri Genelgesi'nde açıklanan hususlardandır.

Sermaye Hareketleri Genelgesi(*)’nin "Şirkete kurucu olarak iştirak edilmesinde sermaye payının ödenmesi" başlıklı 5 inci maddesi ve "Sermaye artırımında pay bedellerinin ödenmesi" başlıklı 6 ncı maddesi T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığının 11.05.2020 tarih ve 267896 sayılı yazısı ile 14 Mayıs 2020 tarihinde değiştirilmiştir.

Yapılan değişikliklere göre, şirkete kurucu olarak iştirak edilmesinde, yatırılan tutarın payların itibari değerlerinin %25’inden fazla olması durumunda da tutarların tümünün sadece şirketin kullanabileceği şekilde yatırılması zorunlu kılınmıştır.

Sermaye artırımında pay bedellerinin ödenmesi çerçevesinde, yabancı ortaklı şirketin sermaye artırımı bedellerinin ödenmesi 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun esas sermaye sistemine ilişkin 459 uncu maddesi yanı sıra kayıtlı sermaye sistemine ilişkin 460 ıncı maddesi çerçevesinde de açıklanmıştır.

Buna göre, yabancı ortaklı şirketin sermaye artırımı bedellerinin ödenmesi halka açık olmayan şirketlerde sermaye artırımları ve halka açık ortaklıklarca yurt dışından bankalar aracılığıyla sermaye artırım beyanıyla döviz getirilmesi durumu olarak iki ayrı şekilde ele alınmaktadır. Ayrıca halka açık ortaklıklarca yurt dışından bankalar aracılığıyla sermaye artırım beyanıyla döviz getirilmesi durumu, esas sermaye sistemini kabul etmiş ortaklıklarca ve kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş ortaklılarca ayrı işlemlere tabi tutularak açıklanmıştır.

Diğer taraftan, değişen Genelgede, yabancı ortaklardan ileride gerçekleştirilecek sermaye artışı için şirket hesabına yatırılan dövizin sermayeye ilave edilebilmesi ve Türkiye’de yerleşik kişiler ile yurt dışında kurulu girişim sermayesi fonları arasında döviz cinsinden akdedilen paya dönüştürülebilir borç (convertible debt) sözleşmelerinin sermayeye ilavesi hususlarında açıklamalar getirilmiştir.

Yapılan son düzenlemeler uyarınca, sermaye artırımında pay bedellerinin ödenmesine ilişkin işlemler, özetle aşağıdaki şekilde yapılacaktır.

1) Halka açık olmayan şirketlerin sermaye artırımı

Sermaye artırımına katılım sağlayan gerçek veya tüzel kişilerce anonim şirketlerde nakden taahhüt edilen payların itibari değerlerinin en az %25’i tescilden önce şirket adına açılmış olan banka hesabına, sadece şirketin kullanabileceği şekilde yatırılacaktır. Yatırılan tutarın payların itibari değerlerinin %25’inden fazla olması durumunda da tutarların tümünün sadece şirketin kullanabileceği şekilde yatırılması zorunludur

Söz konusu tutarların ödendiğini gösteren bankadan alınacak bir yazı, mevzuatın öngördüğü diğer belgelerle birlikte ticaret sicili müdürlüğüne ibraz edilerek sermaye artırımı tescil ettirilir.

Sermaye artırımının tescil edildiğini bildiren ticaret sicili müdürlüğünden alınacak yazının bankaya sunulması üzerine, söz konusu tutarlar banka tarafından sadece şirkete ödenir.

Genel kurulun sermaye artırımı kararından veya kayıtlı sermaye sistemini benimseyen şirketlerde yönetim kurulunun sermaye artırımı kararından itibaren 3 ay içinde sermaye artırımına ilişkin tescil işleminin yapılmaması durumunda, bu hususu doğrulayan ticaret sicili müdürlüğünden alınacak yazının bankaya sunulması üzerine, söz konusu bedeller banka tarafından sahiplerine geri verilecektir.

Yurt dışından bankalar aracılığıyla halka açık olmayan şirketlerce sermaye artırım beyanıyla getirilen dövizin sermayeye eklenmesi ve sermaye artırımının belgelenmesi işleminin en geç üç ay içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu süre zarfında getirilen dövizin sermayeye eklenmemesi ve sermaye artırımının belgelendirilmemesi halinde gelen döviz banka tarafından sahiplerine iade edilecektir. Şirket tarafından söz konusu dövizin kredi olarak kullanılmak istenmesi halinde Genelgenin 6 ncı maddesinin onuncu fıkrası uyarınca işlem tesis edilecektir.

2) Halka açık ortaklıklarca yurt dışından bankalar aracılığıyla sermaye artırım beyanıyla döviz getirilmesi

a) Esas sermaye sistemini kabul etmiş ortaklıklarca,

  • Dövizin geliş tarihinden itibaren 30 gün içerisinde, esas sözleşmelerinin sermaye maddesinde yapılması gereken değişikliğe ilişkin tadil metnine uygun görüş verilmesi için Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)’na başvurulması ve söz konusu başvuru sürecinin sermaye transferine aracılık eden bankaya SPK’ya iletilen başvuru dilekçesinin SPK evrak kayıt tarihi ile tevsik edilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • SPK’dan alınan uygun görüş üzerine Ticaret Bakanlığı’ndan alınacak izinden itibaren azami beş ay içerisinde bir genel kurul toplantısı düzenlenerek sermaye artırımı kararı alınması ve sürecin sermaye transferine aracılık eden bankaya Ticaret Bakanlığı izin yazısının ve sermaye artırım kararının tarihleri ile tevsik edilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • Genel kurulun sermaye artırım kararını müteakip 30 gün içerisinde izahname veya ihraç belgesi onayı için SPK’ya başvurulması ve söz konusu başvuru sürecinin sermaye transferine aracılık eden bankaya SPK’ya iletilen başvuru dilekçesinin SPK evrak kayıt tarihi ile tevsik edilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • Halka arz edilmeksizin gerçekleştirilecek sermaye artırımlarında ihraç belgesinin SPK tarafından onaylandığı tarihi müteakip 30 gün içerisinde dövizin sermayeye eklenmesi, sermaye transferine aracılık eden bankaya sürecin SPK tarafından ortaklığa iletilen sonuç bildirim yazısının tarihi ile tevsik edilmesi ve sermaye artırımının belgelendirilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • Halka arz yoluyla gerçekleştirilecek sermaye artırımlarında ortaklığın Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) sayfasında ilan edilen yeni pay alma hakkı kullanım süresinin veya tasarruf sahiplerine satış duyurusuna konu payların halka arz süresinin bitişine kadar dövizin sermayeye eklenmesi ve eklemeyi müteakiben 30 gün içinde, sermaye transferine aracılık eden bankaya, sürecin KAP’ta ilan edilen tarih ile tevsik edilmesi ve sermaye artırımının belgelendirilmesi suretiyle bildirilmesi

gerekmektedir.

b) Kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş ortaklıklarca,

  • Dövizin geliş tarihinden itibaren 30 gün içerisinde, sermaye artırımı suretiyle çıkarılacak payların ihracına ilişkin izahnamenin veya ihraç belgesinin onaylanması için SPK’ya başvurulması ve söz konusu başvuru sürecinin sermaye transferine aracılık eden bankaya SPK’ya iletilen başvuru dilekçesinin SPK evrak kayıt tarihi ile tevsik edilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • Halka arz edilmeksizin gerçekleştirilecek sermaye artırımlarında ihraç belgesinin SPK tarafından onaylandığı tarihi müteakip 20 gün içerisinde dövizin sermayeye eklenmesi ve eklendiği tarihi müteakiben 10 gün içerisinde sermaye maddesine uygun görüş için SPK’ya başvurulması kaydıyla sermaye maddesinin tescilini takiben 10 gün içerisinde sermaye transferine aracılık eden bankaya sürecin SPK tarafından ortaklığa iletilen sonuç bildirim yazısının tarihi ile tevsik edilmesi ve sermaye artırımının belgelendirilmesi suretiyle bildirilmesi,
  • Halka arz yoluyla gerçekleştirilecek sermaye artırımlarında ortaklığın Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) sayfasında ilan edilen yeni pay alma hakkı kullanım süresinin veya tasarruf sahiplerine satış duyurusuna konu payların halka arz süresinin bitişine kadar dövizin sermayeye eklenmesi ve eklendiği tarihi müteakiben 10 gün içerisinde sermaye maddesine uygun görüş için SPK’ya başvurulması kaydıyla sermaye maddesinin tescilini müteakiben 10 gün içerisinde sermaye transferine aracılık eden bankaya, sürecin KAP’ta ilan edilen tarih ile tevsik edilmesi ve sermaye artırımının belgelendirilmesi suretiyle bildirilmesi

gerekmektedir.

3) Yabancı ortaklardan ileride gerçekleştirilecek sermaye artışı için şirket hesabına yatırılan dövizin sermayeye ilave edilebilmesi

Yabancı ortaklardan ileride gerçekleştirilecek sermaye artışı için şirket hesabına yatırılan dövizin sermayeye ilave edilebilmesi, şirket tarafından bankaya söz konusu bedelin geliş tarihinden itibaren 3 ay içerisinde sermayeye ekleneceğine veya halka açık ortaklıklar açısından sermaye artırımı için SPK’ya başvurulacağına ilişkin yazılı taahhüt verilmesi, bedelin geliş tarihinden itibaren 3 ay içerisinde söz konusu dövizlerin sermayeye eklenmesi ve sermaye artırımının bankaya belgelenmesi suretiyle mümkün olacaktır. Söz konusu bedelle ilgili sermaye artışına ilişkin belgeler bankaya ibraz edilinceye kadar tutar banka tarafından bloke hesapta tutulacaktır. Üç ay içerisinde getirilen dövizin sermayeye eklenmemesi ve sermaye artırımının veya sermaye artırımına ilişkin inceleme işleminin devam ettiğinin belgelendirilmemesi halinde söz konusu bedeller banka tarafından sahiplerine iade edilecektir. Şirket tarafından söz konusu dövizin kredi olarak kullanılmak istenmesi halinde Genelgenin 6 ncı maddesinin onuncu fıkrası uyarınca işlem tesis edilecektir.

4) Türkiye’de yerleşik kişiler ile yurt dışında kurulu girişim sermayesi fonları arasında borç (convertible debt) sözleşmeleri

Türkiye’de yerleşik kişiler ile yurt dışında kurulu girişim sermayesi fonları arasında döviz cinsinden akdedilen paya dönüştürülebilir borç (convertible debt) sözleşmelerinde,

  • Transfer tarihinden itibaren azami 12 ay içerisinde sermayeye ekleneceğine ilişkin açık bir hükmün sözleşmede yer alması,
  • Sözleşmede şirketin infisahı veya tasfiyesi haricinde söz konusu tutarların mutlaka sermayeye ekleneceğine ilişkin bir hükmün bulunması (borç olarak devam etmeyeceğine),
  • Sözleşmede transfer edilen tutarın tamamının sermayeye ekleneceğine ilişkin bir hükmün olması

kaydıyla, bu sözleşmeler kapsamında sözleşmenin tarafı Türkiye’de yerleşik kişinin hesabına transfer edilen dövizle ilgili olarak döviz kredisi kullanımının genel kurallarına ilişkin Döviz kredisi kullanımının genel kuralları başlıklı 14 üncü madde kapsamındaki şartların sağlanması zorunluluğu aranmayacaktır.

Dövizin hesabına transfer edildiği sözleşmenin tarafı Türkiye’de yerleşik kişi tarafından; transferin gerçekleştirildiği bankaya ilgili sözleşme, şirket tarafından daha önce bu kapsamda sermayeye dönüştürmeksizin fon kullanılmadığına ilişkin yazılı beyan ve söz konusu tutarın sermayeye azami 12 ay içerisinde ekleneceğine dair taahhüt ibraz edilecektir. Banka, dövizin transfer edildiği Türkiye’de yerleşik kişiden fonun transfer edildiği kuruluşun ilgili ülke mevzuatına göre girişim sermayesi fonu olduğunu tevsik etmesini, ilgili sözleşmenin bir örneği ile belirtilen yazılı beyan ve taahhüdü isteyerek sözleşmenin şartları sağlayıp sağlamadığı hususu da dâhil olmak üzere gerekli kontrolleri yapacaktır. Transfer tarihinden itibaren 12 ay içerisinde sermaye artırımına ilişkin belgelerin bankaya ibraz edilmemesi halinde banka tarafından Bakanlığa bildirimde bulunulacak ve söz konusu tutar firma kredi bakiyesine eklenerek Risk Merkezine bildirilecektir. Ayrıca söz konusu krediye dönüşen tutar İstatistik Genel Müdürlüğüne bildirilecektir. Yurt dışında kurulu girişim sermayesi fonu ile akdedilen sözleşme kapsamında Türkiye’de yerleşik kişiye transfer edilen bedelin sermayeye ilave edilmeksizin kullanılması halinde söz konusu Türkiye’de yerleşik kişi tarafından bir daha bu kapsamda fon kullanılamayacaktır. Erhan Tarhan, SMMM https://www.verginet.net/

(*) Sermaye Hareketleri Genelgesi - 15/05/2020

Cumartesi, 20 Haziran 2020 12:33

Varlık Barışında Son Gün 30 Haziran 2020

Yurt dışındaki para, altın, döviz ve menkul kıymetlerin Türkiye'ye getirilmesine ilişkin varlık barışı imkanından yararlanmak için yarından itibaren son 10 güne girilecek.

Varlık barışı uygulamasıyla gerçek ve tüzel kişilerin, yurt dışındaki varlıklarını Türkiye'ye getirerek ekonomiye kazandırmaları mümkün olacak.

Uygulama, gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin yurt içinde bulunan ancak kanuni defter kayıtlarında yer almayan varlıklarını vergi dairesine beyan ederek kanuni defter kayıtlarına almalarına da imkan tanıyor.

Buna göre, yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını, 30 Haziran'a kadar (o gün dahil) Türkiye'deki banka veya aracı kuruma bildiren gerçek ve tüzel kişiler, bunlara yönelik serbestçe tasarruf yapabilecek. 31 Aralık 2019'da dolan bu süre 6 ay uzatılmıştı.

Bu bildirim, yetkili kılınmış vekiller veya kanuni temsilcileri tarafından da yapılabilecek. Ayrıca bu varlıklara ilişkin vergi dairelerine herhangi bir beyanda bulunulmayacak.

Söz konusu varlıkların fiziki olarak Türkiye'ye getirilmesi ya da ülkedeki banka veya aracı kurumlarda açılacak bir hesaba transfer edilmesi gerekecek. Fiziki olarak Türkiye'ye getirilmesi mümkün olmayan menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları, aracı kurumlara bildirilecek.

Yurt dışında bulunan ancak kapsama girmeyen taşınmazlar gibi varlıkların 30 Haziran'a kadar kapsamdaki varlıklara dönüştürülerek Türkiye'ye getirilmesi mümkün olacak.

YÜZDE 1 VERGİ ÖDENECEK

Yurt dışındaki varlıklar, buradaki bankalarda kullanılan kanuni defterlerde kayıtlı kredilerin en geç 30 Haziran'a kadar kapatılmasında kullanılabilecek.

Banka ve aracı kurumlar, kendilerine bildirilen varlıklara ilişkin yüzde 1 oranında hesapladıkları vergiyi, bildirimi izleyen ayın 15'inci günü akşamına kadar bağlı bulundukları vergi dairesine beyan ederek ödeyecek.

Yurt içi varlıklar da yine 30 Haziran'a kadar işletme kayıtlarına dahil edilmeleri ve vergi dairelerine beyanda bulunulması halinde serbestçe tasarruf edilebilecek. Vergi dairelerine beyan edilen yurt içi varlıkların değerleri üzerinden vergi dairelerince yüzde 1 vergi tarh edilecek ve bu, tarhiyatın yapıldığı ayı izleyen ayın sonuna kadar ödenecek.

VERGİ İNCELEMESİ OLMAYACAK

Varlık barışı uygulamasından yararlanılması halinde, bu varlıklar vergiye tabi dönem kazancının tespitinde dikkate alınmayacak, vergi incelemesi ve tarhiyatı yapılmayacak.

İşletme kayıtlarına dahil edilen varlıkların kurumlar vergisi mükelleflerince ortaklara dağıtılması durumunda, kar dağıtımına bağlı stopaj yapılmayacak, gerçek ve tüzel kişi ortaklar tarafından elde edilen bu tutarlar vergilendirilmeyecek.

Ayrıca, işletmeye dahil edilen varlıklar kurumlar için dağıtabilir kazancın tespitinde dikkate alınmadan işletmeden çekilebilecek.

Bu varlıklar nedeniyle vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmaması için bunlara ilişkin tarh edilen verginin vadesinde ödenmesi, bildirilen varlıkların, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren 3 ay içinde Türkiye'ye getirilmesi ya da ülkedeki banka veya aracı kurumlarda açılacak bir hesaba transfer edilmesi gerekecek.

https://www.haberturk.com/dikkat-son-10-gun-haberler-2718820-ekonomi

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 19 Mayıs Atatürk' ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşsiz bir galibiyet olarak yer eden Kurtuluş…
  • ANONİM / LİMİTED ŞİRKET PAY SAHİBİ OLANLAR İLE DİĞER İLGİLİ ŞAHISLARIN ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI Türk Ticaret Kanununun 358 Ve 644. Maddelerine Göre Pay Sahipleri:> Sermaye…
  • YURT DIŞI İŞTİRAK PAYLARININ ELDEN ÇIKARMALARINA İLİŞKİN İSTİSNA Kurumların aktiflerinde bulunan iştirak hisselerinin satılması, buradan elde edilen kazançların…
Top