Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

I- GİRİŞ

Vergi Usul Kanunu ile bazı Kanunlarda düzenleme yapılmasına ilişkin 7318 sayılı Yasa 29.04.2021 tarihinde kabul edilerek, 30.04.2021 gün ve 31470 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yasa’nın 5. maddesi 30.04.2021 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 7318 sayılı Yasa’nın diğer bazı maddeleri ise (mad. 7 ve 8) yürürlük tarihi ise 01.01.2022 tarihidir.

Bu çalışmamızda 7318 sayılı Kanun’un konumuz ile ilgili 5. maddesi gereği 213 sayılı VUK 367. maddesine 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra hükmü ile ilgili açıklamalara yer verilecektir. Buna göre; 7318 sayılı Yasa ile 213 sayılı VUK 367 maddesine 3. fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“359. maddenin (ç) fıkrasında yazılı suçların işlendiğinin inceleme sırasında tespiti halinde incelemenin tamamlanması beklenmeksizin, sair suretlerle öğrenilmesi halinde ise incelemeye başlanmaksızın Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları tarafından bu tespitlere ilişkin rapor düzenlenir ve rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla birlikte keyfiyet Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Kamu davasının açılması için incelemenin tamamlanması şartı aranmaz.”

Özetle,

  1. Vergi suçu raporu, hileli vergi suçlarında şimdiye kadar inceleme sonrası vergi müfettişleri tarafından düzenlenerek rapor değerlendirme komisyonunun mütalaası ile Vergi Dairesi Başkanlığı veya Defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirilmesi zorunlu iken; bu uygulama vergi denetim kurulu oluşturulduktan sonra söz konusu raporlar VDK’nın olumlu görüşü ile doğrudan doğruya Cumhuriyet Başsavcılığı kanalıyla Asliye Ceza Mahkemelerine yollanmaktadır. Böylece kamu davası açılmış olacaktır.
  2. Yapılan iş bu yeni düzenleme ile 213 sayılı VUK 359. maddesinin (ç) fıkrasında yer alan suçların işlendiğinin vergi incelemesi sırasında saptanması halinde incelemenin tamamlanması beklenilmeksizin, acil ve hızlı bir şekilde vergi müfettişleri ve vergi müfettiş yardımcıları tarafından bu tespitlere ilişkin rapor tanzim edilerek, RDK’nın mütalaası ile birlikte keyfiyet Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Buradan düzenlenecek iddianame evrakı ile kamu davasının açılması için incelemenin bitirilmesi koşulu aranmayacaktır.
  3. Yine bazı özel durumlarda VUK mad. 359/ç fıkrasında yazılı suçların diğer suretlerle öğrenilmesi halinde ise, yine daha vergi incelemesine başlanmadan vergi müfettişleri ve vergi müfettiş yardımcıları tarafından yapılacak tespitlere göre vergi suçu raporu düzenlenir. Ayrıca rapor değerlendirme komisyonun mütalaası ile beraber keyfiyet Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Kamu davasının açılması için incelemenin bitirilmesi koşulu aranmaksızın doğrudan doğruya Asliye Ceza Mahkemesinde VUK mad. 359’a muhalefetten dolayı ceza davası açılabilecektir.

II- SONUÇ

Görüşümüze göre, 213 sayılı VUK mad. 359’a eklenen bu (ç) fıkrası hükmü çok dikkatli uygulanmalıdır. Aksi durumlarda pek çok vergi mükellefi veya şirket kanuni temsilcileri uygulamadan zarar görebilir. Aynı durum inceleme bitmeden mükellef ile bunların vergi kaybına neden olucu yardım eden kişiler açısından da çok sakıncalı durumlar söz konusu olabilecektir. Özellikle vergi mükelleflerinin vergi kaybına neden olan eylemlerine yardım, iştirak vb. kolaylık gösteren irtibatlı kişiler hakkında da söz konusu madde hükmü doğru uygulanmalıdır.

Eski uygulamada vergi suç raporları, vergi incelemesi tamamlandıktan sonra düzenlenerek yine RDK görüşü alınarak, Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesi ile beraber Asliye Ceza Mahkemelerinde kamu davası açılmakta idi. Yeni uygulamada vergi incelemesi bitirilmeden söz konusu vergi suç raporları düzenlenerek, kamu davasının açılması açısından idare süre kazanmış ve hızlı hareket ederek, vergi suçu işleyenler için yargılama süreci öne çekilmiş bulunmaktadır. Özellikle günümüz koşullarında kısa vergi incelemelerinin 6 ay, uzun vergi incelemelerinin 1 yıl olduğu gerçeği dikkate alındığında Yasa’ya eklenen söz konusu (ç) fıkrası ile idare kamu davasının açılması konusunda çok hızlı bir şekilde vergi suçu raporu düzenleme olanağına kavuşmuş bulunmaktadır.

Özetle, yukarıda açıklandığı gibi söz konusu madde hükmü uygulama açısından çok hassas bir madde olup, vergi müfettişlerinin bu konuda hüsnü niyetli mükelleflere karşı anılan maddenin çok dikkatli bir şekilde tatbiki gerekmektedir.

Nazlı Gaye ALPASLAN*

E-Yaklaşım / Mayıs 2022 / Sayı: 353

____________________

* Avukat

Firmaların ithal ettikleri eşya için tedarikçi tarafından sonradan gönderilen fiyat farkı faturalarına istinaden yaptıkları ödemeler ile yurtdışına yaptıkları royalti ödemeleri ve benzeri ödemelerin kaynak kullanımı destekleme fonuna tabi olmaması gerekmektedir.

Ancak idarelerce yapılan düzenleme, yorum ve uygulamalar ithal edilen eşya için ithalattan sonra yapılan ödemelerin belli şartları taşımaması halinde Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu’na tabi olduğu şeklindedir. Bir örnek vermek gerekirse; Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün 2013/6 sayılı Genelgesi’nin 5. maddesinde, firmaların yurt dışına yaptıkları royalti ödemelerini gümrük idarelerine istisnai kıymetle beyan ettiklerinde, ödemenin royalti faturasının kesildiği ayı takip eden ayın 26. gününe kadar yapılmaması halinde kaynak kullanımı destekleme fonuna tabi olacağı şeklinde bir yorum yapılmıştır ve gümrük idarelerince uygulama da bu yönde yürütülmektedir.

KKDF’nin yasal dayanağı ve matrahı

07.06.1988 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 88/12944 sayılı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkında Karar ile kalkınma planı ve yıllık programlarda öngörülen hedeflere uygun olarak yatırımların yönlendirilebilmesi ve ihtisas kredilerinde kredi maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdinde "Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu" kurulmuştur.

Söz konusu kararın 3'üncü maddesi gereğince, KKDF’nin konusuna;

- Bankalarca kullandırılan krediler,

- Finansman şirketlerince kullandırılan krediler,

- Bankalar ve finansman şirketlerinin yurt dışından sağladıkları krediler,

- Bankalar ve finansman şirketleri dışında Türkiye'de yerleşik kişilerin yurt dışından sağladıkları krediler,

- Kabul kredili, vadeli akreditif ve mal mukabili ödeme şekline göre yapılan ithalatlar,

girmektedir. 

KKDF konusunu oluşturan işlemlerin tamamı belirli bir zaman dilimi için müşterinin satın alma gücünü kullanmasını sağlayan işlemler olmasından anlaşılacağı üzere KKDF özü itibarıyla kredi kullanım maliyetini yükselterek kredi hacminin kontrolünü amaçlayan bir enstrüman olarak ihdas edilmiştir.

Günümüzde, kabul kredili, vadeli akreditif ve mal mukabili ödeme şekillerine göre yapılan ithalatta, %6 KKDF kesintisi uygulanmaktadır.

Fonun yasal dayanağını oluşturan bahsi geçen mevzuat uyarınca, KKDF kesintisinin “ithalat bedeli” üzerinden hesaplanacağı ve kabul kredili, vadeli akreditif ve mal mukabili ödeme şekline göre yapılan ithalatların KKDF’nin konusuna gireceği konusunda bir tartışma yoktur.

Ayrıca, Gelir İdaresi Başkanlığı-Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 12/03/2007 tarihli, 1 Seri Numaralı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Kesintisi sirkülerinin, 6.3.3. numaralı, “Tablonun doldurulması” başlıklı bölümünde de;

“…Bu itibarla, kredili ithalatta ithalat tutarı üzerinden % 3 oranı esas alınarak fon kesintisi hesaplanması ve kesintinin tahsilatın yapıldığı aya ait Bildirimde Tablo III'e dahil edilmesi gerekmektedir”

denmek suretiyle KKDF’nin ithalat bedeli üzerinden hesaplanması gerektiği hususu açıklığa kavuşturulmuştur.

Royalti/lisans, fiyat farkı vb. ödemelerin mal sevkiyatına bağlanan ödeme şekilleri ile ilişkisi bulunmadığından KKKDF’ye tabi tutulmaması gerekir.

Uluslararası ticarette ödeme türleri kambiyo ve gümrük mevzuatı açısından önem taşımakta ve ödemeler, ithalatçı ve ihracatçı arasında yapılan anlaşma ile bankacılık uygulamaları çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Burada ihracatçı tarafından malın sevki ve paranın güvenli bir şekilde tahsili, ithalatçı açısından ise, paranın gönderilmesi ve malın güvenli bir şekilde elde edilmesi önem taşımaktadır. Bu nedenlerle de bu değiş tokuş bankaların da arada olduğu uluslararası ödeme şekillerine göre yapılmaktadır.

İthalatta kaynak kullanımı destekleme fonu, uluslararası ödeme şekillerinden olan kabul kredili, vadeli akreditif ve mal mukabili ödeme şekline göre hesap edilen ve tahsil edilen bir fondur. Bu ödeme şekillerinin hepsinde ödemeler mal sevkiyatına bağlanmış ve malın teslim alınma zamanına göre de ödemenin ne zaman hangi usulde yapılacağına ilişkin olarak uygulanmaktadır.  Yurt dışından gelip gümrüğe beyan edilen, vergileri ve bedeli ödenmiş olan eşya serbest dolaşıma girmiş bir eşyadır.  Yani ithalat işlemi bitmiş ve mala ilişkin ödeme gerçekleştirilmiştir.

Royalti ödemeleri, fiyat farkı vb. ödemeler ise mal ithalatına ilişkin uluslararası ödeme şekilleri ile yapılan bir ödeme olmayıp, ithalatı yapılmış, ödemesi gerçekleştirilmiş bir malın ülke içinde satılması sonucu gönderici ile yapılan royalti anlaşmasına göre yapılan veya fiyatın sonradan gözden geçirilmesi sonucu oluşan fiyat farkı vb. ödemelerdir. Örneğin, royalti ödemelerinde firma ithalini yaptığı eşyayı satmadığı sürece satıcıya herhangi bir ödeme borcu doğmamaktadır. Doğmayan bir borç için de ithalatçıya bir kredi olanağı yaratıldığından söz edilemez. Dolayısıyla royalti ödemesi eşyanın ithali sırasında başvurulan ödeme yönteminden tamamen bağımsızdır.  KKDF ise ancak eşyanın kararnamede sayılan ödeme şekillerinden biriyle yapılması halinde söz konusudur.

Her ne kadar gümrük idaresi royalti ödemesindeki KKDF’yi Gümrük Kanunu’nun 24. maddesinde yer alan “ithal eşyasının gümrük kıymeti eşyanın satış bedelidir. Satış bedeli Türkiye’ye ihraç amacıyla yapılan satışta 27 ve 28 inci maddelere göre gerekli düzeltmelerin de yapıldığı, fiilen ödenen veya ödenecek fiyattır” hükmüne dayandırsa da, bu ödemenin 88/12944 sayılı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkında Kararının KKDF kesintisini düzenleyen 3. maddesinde KKDF borcunun doğması için öngörülen “kredilendirme” unsuru oluşmamaktadır.  Bu itibarla ithal edilen eşyanın satışıyla doğan royalti ödemelerinin KKDF ile ilişkilendirilmesinin yasal temeli etraflıca incelenmelidir. Bu tip işlemi olan firmaların bu tip ödemelere ilişkin KKFD maliyetine katlanmaları durumu mevzuat açısından irdelenmelidir. Şüheda Barlas This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kaynak-kullanimi-destekleme-fonu-acisindan-ithalattan-sonra-yapilan-odemeler/658804

Tamam, ihtiyacı olmadığı halde döviz satın alan bu kısıtlamalara katlansın, hadi bunu kabul ettik diyelim, ancak gerçekten ihracat yapabilmek için döviz satın almak zorunda olanları da arada yakmıyor muyuz?

Kambiyo rejimini düzenleyen Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar'ın 8 inci maddesine göre, ihracat bedellerinin tasarrufu serbesttir. Bu maddeye göre, Hazine ve Maliye Bakanlığı (Bakanlık) ihtiyaç duyulması halinde ihracat bedellerinin yurda getirilmesine ilişkin düzenleme yapmaya yetkilidir. Geçmişte bu zorunluluk belli bir süre uygulanmış, daha sonra kaldırılmıştı.

2018 yılında Bakanlık bu yetkisini yeniden kullandı, 2018-32/48 Sayılı Tebliğ ile önce 6 aylık geçici bir süre için ihracat bedellerinin tamamının fiili ihraç tarihinden itibaren 180 gün içerisinde yurda getirilmesini ve yüzde 80'inin bankalara satılmasını zorunlu kıldı.

Sonra 2019'da 6 aylık süreyi 1 yıla, ardından 18 aya uzattı. 2019'un son günü yapılan düzenleme ile bir olumlu bir de olumsuz değişiklik yapıldı. Önce olumsuzu söyleyelim, ihracat bedelinin 180 gün içerisinde getirilmesi zorunluluğu kalıcı hale getirildi, ancak olumlu bir düzenleme olarak en az yüzde 80'inin bankalara bozdurulması zorunluluğu kaldırıldı.

Bu kötüye gidiş maalesef devam etti ve 03.01.2022 tarihinden itibaren İhracat Bedeli Kabul Belgesi (İBKB) veya Döviz Alım Belgesi (DAB)'a bağlanan mal ihracatı bedellerinin en az yüzde 25'inin İBKB'yi veya DAB'ı düzenleyen bankaya satılması ve bu bedellerin bankaca Merkez Bankası tarafından ilan edilen ve işlem günü için geçerli döviz alış kuru üzerinden aynı gün Merkez Bankasına satılarak Merkez Bankasının banka nezdindeki hesabına aktarılması zorunluluğu getirildi.

Söz konusu tutarın tam karşılığının banka tarafından ihracatçıya Türk parası (TL) olarak ödenmesi dönemine geçildi böylece… Bu düzenleme, ihracatçıların bankalar ile kur pazarlığı yapmasına da son vermiş oldu.

Bununla da bitmedi, 18.04.2022 tarihinden itibaren yüzde 25 olan TL'ye çevirme oranı yüzde 40'a çıkarıldı (Her bir gümrük beyannamesi itibarıyla, 15 bin ABD doları veya eşitine kadar noksanlığı olan ihracat hesaplarının doğrudan bankalarca ödeme şekline ve toplam beyanname tutarına olan oranına bakılmaksızın terkin edildiğini, dolayısıyla bu tutarın altındaki beyannamelere konu ihracat bedelleri için bu kısıtlamaların uygulanmadığını belirtmek isterim. Bu limit 25.04.2022 tarihinden önce 30 bin ABD doları idi).

Hepimiz biliyoruz ki, ihracat yapabilmek için ithalat yapmak durumundayız. Bu da döviz ihtiyacı demektir. Döviz girdisi yüzde 60'ın üstünde olanlar için TL tahsil edilen yüzde 40'ın bir kısmı kaçınılmaz olarak dövize çevrilecektir. Bu da ihracatçıların "kur makası" dedikleri mekanizma nedeniyle ihracatçılarımızın maliyetini yükseltmektedir. Yani ihracat bedelinin yüzde 40'ına ilişkin TL'yi Merkez Bankasının belirlediği döviz alış kurundan tahsil et, sonra bu döviz satış kuru üzerinden döviz çevir.

Tamam, ihtiyacı olmadığı halde döviz satın alan buna katlansın, hadi bunu kabul ettik diyelim, ancak gerçekten ihracat yapabilmek için döviz satın almak zorunda olanları da arada yakmıyor muyuz?

Şimdi bütün bunlar yetmezmiş gibi, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TCMB tarafından mal ihracatına benzer şekilde hizmet ihracatında da ihracat bedellerinin yurda getirilmesine yönelik bir sistem kurulması çalışmalarına başlandığını öğrendik.

Ticaret Bakanlığı Uluslararası Hizmet Ticareti Genel Müdürlüğü'nün Hizmet İhracatçıları Birliği Genel Sekreterliğine (Birlik) 17 Mayıs 2022 tarihinde gönderdiği yazıda, kurulması öngörülen sistem ile ihracat bedellerinin belli bir süre sınırı dahilinde yurda getirilmesinin zorunlu tutulmasının amaçlandığı ve bu çalışma kapsamında, ihracat bedellerinin bankalar aracılığıyla TCMB'ye satılması yükümlülüğü getirilmesi olasılığının da mevcut bulunduğu belirtilerek, söz konusu sistemin Birlik üyelerinin faaliyetlerine ve ülkemiz hizmet ihracatına olası etkileri hakkında değerlendirme yapmaları isteniyor.

Birlik'in bu yazıya güzel bir cevap vermesi gerekir. Kaldı ki hizmet ihracatında bu zorunluluğu uygulamak mal ihracatındaki gibi öyle kolay da değil…

Son olarak, liberal kambiyo rejiminin bu şekilde kısıtlanmasını, yani serbest piyasaya bu şekilde müdahaleleri hem teknik hem de psikolojik açıdan son derece sakıncalı bulduğumu belirtmek isterim. Bu tür kısıtlamalar "zafiyet ikrarı" olarak değerlendirilebilir. Bence bu çok daha tehlikeli bir durum. Erdoğan Sağlam

https://t24.com.tr/yazarlar/erdogan-saglam/hizmet-ihracat-bedelleri-icin-de-belli-bir-surede-yurda-getirilme-ve-belli-bir-oraninin-merkez-bankasina-satilma-zorunlulugu-getiriliyor,35388

Her geçen gün telefonla veya internetten sipariş alan market, restoran vb. işletme sayısı artıyor. Artan siparişlerle beraber, alınan siparişlerin evlere-işyerlerine teslimini yapan moto kuryelerin sayısı da artık yüzbinlerle ifade ediliyor.

Moto kuryeler aracılığıyla sipariş tesliminin başladığı ilk yıllarda kuryeler, işletmelerin bordrolarında kayıtlı ‘çalışan’ olarak yer alıyordu. Pandemiyle beraber internetten siparişlerin daha da artmasıyla, moto kuryeler artık daha çok kendi işinin patronu oldular. Kendi adlarına müşterilere ürün teslimatı yapıyorlar. Teslim ettikleri ürün karşılığı bizzat kendi faturalarını (siparişi alan şirketlere) kesiyorlar. İnternetten sipariş alan şirketlerin ürün sevkiyatçısı (tedarikçisi) oldular.

KENDİLERİ ÜSTLENDİ

Moto kuryeler kendi işlerinin patronu olmasıyla, bordrolu iken iş yasasına tabi çalışmanın sağladığı kıdem ve ihbar tazminatı gibi haklarından da tabiatıyla mahrum kaldılar. Bordrolu çalışan moto kuryeye göre, daha çok gelir elde etme imkanı nedeniyle işçi olmanın haklarından vazgeçmiş oldular. Patron olunca aynı zamanda daha önce üstlenmedikleri riskleri, ödevleri de yüklenmiş oldular aynı zamanda... Üzerinde kilometre yaptıkları motorsikletlerin tekrarlayan akaryakıt ve bakım masraflarını da artık kendileri üstlendiler, bizzat vergi mükellefi de oldular, beyanname verip vergi de ödüyorlar, sigorta (bağ kur) primi de ödüyorlar.

AVANTAJLARI VAR

Yeni vergi mükellefi olan kuryelere tanınan vergi avantajından da bahsedelim. Genç moto kuryeler, ilk defa vergi mükellefi olup iş kurduklarında üç yıl boyunca 75’er bin liralık kazançlarına gelir vergisi istisnası tanınıyor. Eğer yıllık 75 bin lirayı aşan kazançları (gelirler- giderler) varsa aşan kısım üzerinden gelir vergisi ödüyorlar. Kendi adına iş yeri açan mükelleflerin aynı zamanda SGK (Bağ Kur) primi ödeme zorunlulukları da var. 2022 yılı için BAĞ-KUR priminin aylık tutarı 1.726,38 lira. Genç moto kuryeler, teşvikten yararlandıklarında bir yıl boyunca bağ kur primi ödememe hakkına da kavuşuyorlar. (Aylık 1.726,38 liranın bir yıllık sigorta prim maliyeti 20 bin 717 liraya denk geliyor.)

GENÇ GİRİŞİMCİ İSTİSNASININ KOŞULLARI

YENİ işyeri açan genç girişimcilere tanınan vergi avantajı yalnız moto kuryelere tanınmış değil.
Kendi adına işyeri açacak tüm genç gelir vergisi mükellefleri için tanınmış bir avantaj bu. Yeni açılacak işyeri için sektör de önemli değil, market de, lokanta da olabilir. Avukat da olabilir, mimar da, doktor da, eczacı da...29 yaşını doldurmamış olan, ‘yeni bir işyeri’ açan, ‘ilk defa vergi mükellefiyeti tesis ettiren’ genç girişimcinin yıllık kazancının 75 bin liraya kadarından vergi istenmiyor. Bu vergi avantajından üç yıl boyunca da yararlanılabiliyor... (Gelir Vergisi Kanunu-GVK- Mükerrer 20.nci madde) Anonim ve limited olarak faaliyete geçen işyerleri teşvikten yararlanamıyor.

Şahsen faaliyet gösterenler ve kollektif şirket ve adi ortaklıklarda; ortaklar bizzat gelir vergisi mükellefi olduklarından teşvikten yararlanabiliyorlar. (292 seri no’lu GV Genel Tebliği) Yeni işyeri açan genç girişimcilere (Ticari, zirai veya mesleki faaliyet nedeniyle) sağlanan vergi avantajının diğer koşullarını da sıralayalım:

1- İşe başlamanın kanuni süresi içinde bildirilmiş olması,

2- Kendi işinde bilfiil çalışılması veya işin kendisi tarafından sevk ve idare edilmesi, (Çırak, kalfa veya yardımcı işçi çalıştırmak ya da seyahat, hastalık, askerlik, tutukluluk ve hükümlülük gibi zaruri ayrılmalar dolayısıyla geçici olarak işinde bilfiil çalışmamak bu şartı ihlal etmiyor.),

3- Faaliyetin adi ortaklık veya şahıs şirketi bünyesinde yapılması hâlinde tüm ortakların işe başlama tarihi itibarıyla diğer şartları taşıması,

4- Ölüm nedeniyle faaliyetin eş ve çocuklar tarafından devralınması hâli hariç olmak üzere, faaliyeti durdurulan veya faaliyetine devam eden bir işletmenin ya da mesleki faaliyetin eş veya üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) kan veya kayın hısımlarından devralınmamış olması,

5- Mevcut bir işletmeye veya mesleki faaliyete sonradan ortak olunmaması…

BAĞ-KUR PRİM TEŞVİKİNİN KOŞULLARI

YENİ işyeri açan 29 yaşını doldurmamış genç girişimciler, bir yıl boyunca Bağ-Kur primi ödememe hakkına da sahip olabiliyor. Bağ-Kur prim teşvikinden yararlanacakların; gelir vergisi teşvikinden yararlanabiliyor olması gerekiyor. (GVK Mükerrer 20. madde kapsamındaki kazanç istisnası) Ayrıca; mükellefiyet başlangıcı itibariyle 18 yaşını doldurmuş 29 yaşını doldurmamış olması ve ilk defa sigortalı olması gerekiyor. (5510 sayılı Kanunun 4/1-b.1 maddesi kapsamında) Adi ortaklıklar ve şahıs şirket ortaklıklarında da; sadece bir ortak prim teşvikinden yararlanabiliyor.

MOTO KURYELER BASİT USULDE MÜKELLEF OLABİLİR Mİ?

Basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlara geçen yıl önemli vergi avantajları tanındı (26 Ekim 2021 tarih ve 31640 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7338 sayılı yasa) Artık beyanname verme yükümlükleri de yok. Tüm ticari kazançları için vergi istisnası da tanındı. (GVK Mükerrer Md. 20/A) Basit usule tabi mükelleflerin belge saklama yükümlülükleri ise devam ediyor. Basit usule tabi mükelleflerin kendi işinde bizzat çalışıyor olması gerekiyor, işyerinin yıllık kira bedelinin 2022 için büyükşehirlerde 16 bin lirayı (diğer şehirlerde 10 bin lirayı) aşmaması gerekiyor.

Ayrıca; ticari, zirai veya mesleki faaliyetler dolayısıyla ‘gerçek usulde’ gelir vergisine tabi olmaması gerekiyor. Bahsettiğimiz genel şartların yanında ‘Basit usule tabi olmanın özel şartları da’ var. Basit usule tabi olarak moto kuryelik yapılıp yapılamayacağı konusunda kendi koşulları ile mevzuatın aradığı koşulların uyumlu olup olmadığı konusunda basit usule tabi olmanın tüm koşullarının bir arada incelenmesi gerekir. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın internet sitesinde (www.gib.gov.tr/yardim-ve-kaynaklar/rehberler) yer alan rehberden basit usul mükellefiyeti hakkında ayrıntılar görülebilir. Ahmet Karabıyık

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-karabiyik/moto-kuryeye-vergi-de-yok-bag-kur-primi-de-yok-42068861

5510 sayılı Kanunun hizmet borçlanmalarına ilişkin hükümleri ile hak sahiplerinin borçlanabilecekleri süreler belirlenmiştir.

5510 sayılı Kanunun hizmet borçlanmalarına ilişkin hükümleri, 2008 yılı Ekim ayı başı itibariyle yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerine tabi sigortalılar ile bunların hak sahiplerinin borçlanabilecekleri süreler aşağıda açıklanmıştır.

Kimler hizmet borçlanması yapabilir?

- 5510 sayılı Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında sigortalı sayılanlar,

- 2008 yılı Ekim ayı başından sonra ilk defa 5510 sayılı Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar,

- 5510 sayılı Kanunun 5 inci maddesi gereğince haklarında bazı sigorta kolları uygulananlar,

- İsteğe bağlı sigortalılar, ile bunların hak sahipleri,

5510 sayılı Kanunun 41'inci maddesi hükümleri gereğince borçlanma kapsamında olan sürelerinin tamamını veya bir kısmını borçlanabileceklerdir.

Hangi süreler borçlanılabilir?

1- 5510 sayılı Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bendine tabi sigortalıların doğumdan sonra geçen süreleri borçlanılabilecektir. Bu kapsamda üç defaya mahsus olmak üzere, her doğum için doğum tarihinden itibaren geçen en fazla iki yıllık süreleri, bu sürelerde uzun vadeli sigorta kolları açısından sigortalı sayılmaması ve çocuklarının yaşaması şartıyla borçlanılabilecektir.

2- 5510 sayılı Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine tabi kadın sigortalıların çeşitli iş kanunları (854, 4857, 5953 ve diğer iş kanunları) gereğince kullandıkları ücretsiz doğum ya da analık izin süreleri işyerinden alacakları belgeler, doğum öncesine ve sonrasına ilişkin almış oldukları raporlarla SGK’ya başvurmaları halinde borçlanılabilecektir.

3- Muvazzaf ve ihtiyat askerlikte er veya erbaş olarak silahaltında geçen süreler, 1/1/1950 tarihinden sonra yedek subay okulunda, 26/6/2019 tarihinden sonra ise yedek astsubay okulunda öğrenci olarak geçen süreler borçlanılabilecektir.

4- 5510 sayılı Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalıların tabi oldukları personel mevzuatı hükümlerine göre kullandıkları ücretsiz izin süreleri borçlanılabilecektir.

5- Sigortalıların sosyal güvenlik kanununa tabi olmaksızın yurt içinde veya yurt dışında geçirdikleri normal doktora veya tıpta uzmanlık öğrenim süreleri talepleri halinde borçlanılabilecektir.

6- 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince avukatlar, sigortalı olmaksızın ilk altı ay mahkemelerde, kalan altı ay da avukat yanında olmak üzere toplam 1 yıllık staj sürelerini gösteren onaylı baro belgesi ve borçlanma talep dilekçesi ile SGK’ya başvurmaları halinde bu süreleri borçlanılabilecektir.

7- Sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan beraat edenlerin tutuklulukta veya gözaltında geçen prim ödenmemiş süreleri borçlanılabilecektir. Mahkumiyetle sonuçlanmış olan tutukluluk veya gözaltı süreleri ise borçlandırılmayacaktır.

8- Sigortalıların grev ya da lokavtta geçen sürelerinde, malullük yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödenmediğinden iş akitlerinin askıda kaldığı bu süreler 5510 sayılı Kanuna göre gün sayısı olarak değerlendirilmemektedir. Bu kapsamdaki sigortalılar grev/lokavtta geçen sürelerini de borçlanabileceklerdir.

9- Hekimler, fahri asistanlıkta geçen sürelerini borçlanabileceklerdir.

10- Seçim kanunlarına göre görevlerinden istifa eden Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi sigortalıların;

- İstifa ettikleri tarih ile seçimin yapıldığı tarihi takip eden ay başına kadar açıkta geçirdikleri süreleri,

- Seçimin yapıldığı tarihten önce görevine başlayanların ise istifa ettikleri tarih ile göreve başladıkları tarih arasındaki süreleri, - Seçimlerin yapılamaması veya ertelenmesi nedeniyle yeniden görevlerine dönenlerin seçime katılmak üzere görevlerinden ayrıldıkları tarih ile seçimlerin ertelenmesi nedeniyle görevlerine başladıkları tarih arasında geçen süreleri, borçlanılabilecektir.

11- 25/2/2011 tarihinden sonraki sürelere ilişkin olmak üzere, 4857 sayılı Kanuna göre kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan sigortalıların kısmi süreli çalıştıkları aylara ait eksik kalan sürelerini borçlanabileceklerdir.

12- sigortalı olmaksızın, 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna göre yurt dışına gönderilen ve öğrenimini başarıyla tamamlayarak yurda dönenlerden yükümlü bulunduğu mecburi hizmet süresini tamamlamış olanların yurt dışında resmi öğrenci olarak geçirmiş oldukları öğrenim sürelerinin 18 yaşının tamamlanmasından sonraki döneme ait olan kısmını borçlanabileceklerdir.

13- 5510 sayılı Kanunda düzenlenmemesine karşın 3201 sayılı Yurtdışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun ile Türk vatandaşı olarak yurt dışında geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ile bu süreleri arasında veya sonunda yer alan işsizlik sürelerinden her birinde bir yıla kadar olan kısmın ve yurt dışında ev kadını olarak geçen süreler, talepleri halinde borçlanılabilecektir.

https://www.dunya.com/ekonomi/sgkya-iki-ayda-butceden-656-milyar-liralik-transfer-haberi-658703

Akaryakıt ve LPG piyasasına ilişkin rekabet eşitliğinin sağlanması ve kayıt dışı ekonomi ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi amacıyla 29.04.2021 tarihinde yayımlanan 7318 sayılı kanun ile yeni düzenlemeler yapılmıştı. Söz konusu düzenlemenin uygulama usul ve esasları 531 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile belirlenmişti. Kanun ile getirilen düzenlemelerden birisi; petrol piyasası, sıvılaştırılmış petrol gazları piyasası ve elektrik piyasası kanunlarına göre lisansa tabi faaliyetlerde bulunan mükelleflerin teminat vermesi üzerineydi.

Peki Teminat Verecek Olanlar Kimler?

Petrol Piyasası Kanunu, Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kapsamında lisansa tabi faaliyetlerde bulunan mükellefler teminat vermek ve verilen teminatları tamamlamakla yükümlü sayılmışlardır.

Getirilen düzenlemede; ilk defa alınan lisans kapsamında teminat vermesi gereken mükellefler ile faaliyetine öteden beri devam eden ve teminatını tamamlaması gereken mükellefler ayrı başlıklar altında açıklanmıştır.

Hangi Lisanslar Teminat Kapsamında

İlk defa lisans alınması durumunda teminat verilmesi gereken lisanslar her bir lisans türü itibari ile ayrı ayrı dikkate alınacaktır. Bu nedenle teminat kapsamında olan lisans türleri:

  • Akaryakıt Bayilik Lisansı,
  • Akaryakıt Dağıtıcı Lisansı,
  • LPG Otogaz Bayilik Lisansı,
  • LPG Dağıtıcı Lisansı,
  • Madeni Yağ Lisansı’dır.

Verilecek Teminat Tutarı Ne Kadardır ve Nasıl Hesaplanır?

Düzenlemede ilk defa lisans alan mükellefler ile faaliyetine öteden beri devam eden ve teminatını tamamlaması gereken mükelleflerin verecekleri teminatlar ve hesaplamaları farklılık arz etmektedir:

Öteden beri faaliyette bulunan mükelleflerin; (2022 yılı için 130.000.000 TL) geçmemek üzere geçmiş yıl brüt satışları toplamının %1'i oranında teminat vermeleri gerekmektedir. Bu sınır her yıl 213 sayılı Kanunun mükerrer 414 ncü maddesi kapsamında yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle belirlenecektir.

Sadece LPG dağıtıcı veya LPG otogaz bayilik lisansına sahip olan mükellefler hesaplanacak bu teminat tutarının yarısı kadar teminat vereceklerdir.

Öteden Beri Faaliyette Bulunmak ve İlk Defa Lisans Almak Nedir?

Teminat uygulaması açısından mükellefiyet başlangıç tarihleri değil lisans başlangıç tarihleri dikkate alınacaktır.

Dikkat edilmesi gereken önemli nokta öteden beri faaliyette bulunma veya ilk defa lisans alma hallerinin ne olduğudur. Teminat uygulamasının başlamasından yani 531 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği yürürlük tarihinden (02.09.2021) önce alınan lisanslar öteden beri faaliyette bulunulan lisanslar olarak değerlendirilmelidir.

Teminat uygulamasının başlamasından sonra alınan lisanslarda ise lisans türü önem arz etmektedir. Mükellef, teminat uygulamasının başlamasından önce almadığı ya da almış olsa bile uygulamanın başladığı tarihte sahip olmadığı bir türde lisans alması durumunda ilk defa lisans alma kapsamında uygulamaya tabi olacaktır.

İlk defa alınan birden fazla lisans türü olması durumunda genel kural her lisans için ayrı ayrı teminat verilmesidir. Ancak farklı türlerden alınan lisanslardan bir tanesi dağıtıcı lisansı ise yalnız dağıtıcı lisansı için teminat verilmesi yeterli olacaktır.

İlgili yasal düzenlemelerde ve yazımızda belirtildiği üzere teminat uygulamasında ilk defa lisans alınması ve öteden beri faaliyette bulunulan lisans halleri için verilmesi gereken teminat tutarlarının farklılaştırıldığı ve uygulamanın yeni olduğu dikkate alınarak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için örnekler üzerinden gitmek faydalı olacaktır.

Örnek 1: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 01.01.2019 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır.

Yukarıda yer alan örnek olayda teminat uygulamasının yürürlük tarihinden önce alınan lisans olduğundan 31.05.2022 tarihine kadar (2022 yılı için 130 milyon Türk lirasından fazla olmamak üzere) 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i oranında teminat verilmesi gerekmektedir.

Örnek 2: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 10.10.2021 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır.

Yukarıda yer alan örnek olayda teminat uygulamasının yürürlük tarihinden sonra alınan lisans olduğundan ilk defa lisans alma kapsamında değerlendirilmeli ve lisans alınma tarihinden itibaren bir ay içerisinde 1 milyon TL teminat verilmelidir. 2022 yılında ise 31.05.2022 tarihine kadar (2022 yılı için 130 milyon Türk lirasından fazla olmamak üzere) 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i oranında teminat hesaplanmalı, bulunan tutar 1 milyon TL’ den fazla ise eksik teminatın tamamlanması gerekmektedir.

Örnek 3: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 01.01.2019 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır. “X” A.Ş. 10.10.2021 tarihinde akaryakıt dağıtım lisansı almıştır.

Yukarıda yer alan örnek olayda akaryakıt bayilik lisansı teminat uygulaması yürürlük tarihinden önce alınmıştır. Dağıtıcı lisansı ise teminat uygulamasının yürürlük tarihinden sonra alınmıştır. “X” A.Ş. teminat uygulamasının başladığı tarihte dağıtıcı lisansına sahip olmadığından alınan dağıtıcı lisansı ilk defa lisans alma kapsamında değerlendirilmelidir. “X” A.Ş. dağıtıcı lisansı için 2021 yılında 20 milyon TL teminatı dağıtıcı lisans başlangıç tarihinden itibaren bir ay içinde verecektir. Yapılması gereken sonraki işlem ise 31.05.2022 tarihine kadar (2022 yılı için 130 milyon Türk lirasından fazla olmamak üzere) 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i nin hesaplanmasıdır. 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i 20 milyon TL üzerinde ise eksik olan teminat tamamlanacaktır.

Örnek 4: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 01.01.2019 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır. “X” A.Ş. 10.10.2021 tarihinde akaryakıt dağıtım lisansı, 12.11.2021 tarihinde madeni yağ lisansı almıştır.

Yukarıda yer alan örnek olayda akaryakıt bayilik lisansı teminat uygulaması yürürlük tarihinden önce alınmıştır. Dağıtıcı lisansı ise ile madeni yağ lisansı teminat uygulamasının yürürlük tarihinden sonra alınmıştır. “X” A.Ş. teminat uygulamasının başladığı tarihte dağıtıcı ve madeni yağ lisansına sahip olmadığından alınan dağıtıcı lisansı ile madeni yağ lisansı ilk defa lisans alma kapsamında değerlendirilmelidir. “X” A.Ş. dağıtıcı lisansı için 2021 yılında 20 milyon TL teminatı dağıtıcı lisansı başlangıç tarihinden itibaren bir ay içinde verecektir. Madeni yağ lisansı ile dağıtıcı lisansı ilk defa lisans alma kapsamında olduğundan dağıtıcı lisansı için verilen teminat yeterli olacaktır. Madeni yağ lisansı için ayrıca teminat verilmeyecek olup 31.05.2022 tarihine kadar (2022 yılı için 130 milyon Türk lirasından fazla olmamak üzere) 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i hesaplanacaktır. Bir önceki örnekte belirtildiği gibi kıyaslama işlemi yapılıp daha önce verilmiş teminatın eksik olması durumunda eksik olan teminat kısmı tamamlanacaktır.

Örnek 5: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 01.01.2019 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır. “X” A.Ş. 10.10.2021 tarihinde madeni yağ lisansı almıştır.

Yukarıda yer alan örnek olayda akaryakıt bayilik lisansı teminat uygulaması yürürlük tarihinden önce alınmıştır. Madeni yağ lisansı teminat uygulamasının yürürlük tarihinden sonra alınmıştır. “X” A.Ş. teminat uygulamasının başladığı tarihte madeni yağ lisansına sahip olmadığından alınan madeni yağ lisansı ilk defa lisans alma kapsamında değerlendirilmelidir. “X” A.Ş. madeni yağ lisansı için 2021 yılında 1 milyon TL teminatı madeni yağ lisans başlangıç tarihinden itibaren bir ay içinde verecektir. Yine 2021 yılında verilen teminat ile brüt satışlar toplamının %1'i kıyaslanacaktır. 2022 yılında 31.05.2022 tarihine kadar verilen teminat daha düşük ise teminat tamamlama işlemi yapılacaktır.

Örnek 6: Vergi mükellefiyet kaydı 2012 yılında başlamış “X” A.Ş. 01.01.2019 tarihinde akaryakıt bayilik lisansı almıştır. “X” A.Ş. aynı zamanda perakende satış ve hizmet sektöründe faaliyette bulunmaktadır. Öteden beri faaliyette bulunulan örnek olayda birden fazla faaliyet alanında kazanç elde edilmektedir. Sözü edilen olayda kazanç ayrıştırmasına gidilemeyecektir. 531 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde brüt satışların toplam tutarının esas alınması hüküm altına alındığından 31.05.2022 tarihine kadar (2022 yılı için 130 milyon Türk lirasından fazla olmamak üzere) 2021 yılı brüt satışlar toplamının %1'i tutarında teminat hesaplanacak ve verilecektir.

Verilecek Teminat Tutarlarında İndirim ve Muafiyet Var Mı?

Öteden beri faaliyette bulunan mükellefler tarafından verilmesi gereken teminatın, verileceği tarihin içinde bulunduğu yılda verilmesi gereken ve bir önceki yıla ait olan gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinde, Gelir Vergisi Kanunu mükerrer 121 inci maddesindeki şartları taşımasına bağlı olarak, “vergiye uyumlu mükelleflere vergi indirimi” uygulamasından yararlanma hakkı bulunan mükellefler tarafından beşte bir oranında verileceği belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere şartları sağlayan vergiye uyumlu mükellefler tarafından verilmesi gereken teminat tutarlarında ciddi avantaj sağlanmaktadır. O yüzden mükelleflerin Gelir Vergisi Kanunu mükerrer 121 inci maddesindeki şartları iyi anlamaları ve takip etmeleri gerekmektedir. Çünkü önemsenmeyen basit bir şart (Beyannamenin süresinde verilmemesi gibi) mükelleflerin parasal olarak ciddi avantajlardan yararlanmalarına engel olabilecektir.

Öteden beri faaliyete bulunmakla birlikte 01.01.2020 tarihinden önce mükellefiyet kaydı bulunmayanlar, Gelir Vergisi Kanunu mükerrer 121 inci maddesindeki şartlardan birini taşımayacağı için indirimli teminat uygulamasından yararlanamayacaktır. Bunun sebebi ise indirimden yararlanılabilmesi için en az 3 dönem gelir veya kurumlar vergisi beyanlarının verilmiş olması gerekmektedir.

Rafinerici lisansına sahip olan mükellefler ile genel ve özel bütçeli idareler, il özel idareleri, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları (YİKOB), büyükşehir belediyeleri ve belediyeler ile sermayelerinin %51’i veya daha fazlası bunlara ait olan kuruluşlar, bu madde kapsamında teminat verilmesi gereken lisanslara sahip olsalar dahi, teminat vermekle yükümlü değillerdir.

Teminat Olarak Neler Kabul Edilir?

Söz konusu düzenlemeye ilişkin olarak idare tarafından kabul edilecek teminatların 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (1), (2), (3) ve (5) numaralı bentlerinde sayılan;

  • Para,
  • Bankalar tarafından verilen teminat mektupları,
  • Devlet iç borçlanma senetleri veya bu senetler yerine düzenlenen belgeler,
  • Gayrimenkuller,

teminat kapsamında belirlenmiştir.

Teminatlar Nereye ve Ne Zaman Verilecek?

Yeni işe başlayan mükelleflerce (faaliyetine öteden bu yana devam etmekle birlikte, ilk kez teminat verilmesini gerektiren lisansa sahip olanlar dahil), teminat zorunluluğu getirilen lisanslara sahip oldukları tarihten itibaren bir ay içerisinde,

Faaliyetlerine öteden bu yana devam eden mükelleflerce her yıl, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen beşinci ayın sonuna kadar, yani normal hesap dönemi kullanan mükelleflerce Mayıs ayının sonuna kadar,

gelir veya kurumlar vergisi (bu vergilerden mükellefiyeti bulunmayanların KDV) yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine verilmesi zorunludur.

Getirilen Düzenlemeye Uyulmamasının Müeyyideleri Nelerdir?

 Teminat vermekle yükümlü olanlardan; süresinde hiç teminat vermeyen, eksik teminat veren ya da daha önce verdikleri teminatları tamamlamaları gereken süre içinde tamamlamayanlar adına, 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince, özel usulsüzlük cezası kesileceği düzenlenmiştir.

Bahse konu cezanın uygulamasında, yeni işe başlayan mükellefler hakkında (faaliyetine öteden bu yana devam etmekle birlikte, ilk kez teminat verilmesini gerektiren lisansa sahip olanlar dahil), 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde yer alan tutarın 10 katı tutarında (2022 yılı için 3.400*10 =34.000-TL) ceza kesilecektir.

Öteden bu yana teminata tabi lisans sahibi mükelleflerin ise geçmiş yıl brüt satışları toplamı dikkate alınarak ceza uygulaması yapılacağı belirtilmiş olup bu kapsamda, 213 sayılı Kanunun mükerrer 355 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde yer alan tutarın 10 katı tutarından az (2022 yılı için 3.400*10 =34.000-TL) ve 1.300.000 TL’den (2022 yılı için üst sınır) fazla olamamak üzere, bir önceki hesap dönemine ait brüt satışlar toplamının binde 3’ü tutarında özel usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir.

Ayrıca teminat vermekle yükümlü olmasına rağmen bu yükümlülüğü yerine getirmeyen mükelleflere ilişkin bilgiler, ilgili vergi dairesi tarafından gerekli işlemlerin yapılması için EPDK’ya bir yazı ile bildirilecektir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu hükümlerine göre; söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde teminatı vermeyenlerin ilgili piyasa faaliyetinin teminat verilinceye kadar durduracağını ve bu süre içinde söz konusu tesis veya faaliyet için başka bir gerçek veya tüzel kişiye lisans verilmeyeceğini kamuoyuna yapmış olduğu açıklamalarla duyurmuştur.

Sonuç Olarak;

Akaryakıt ve LPG piyasasına ilişkin piyasada rekabet eşitliğinin sağlanması ve kayıt dışı ekonomi ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi amacıyla; 7318 sayılı Kanun ile getirilen hükümler kapsamında; lisansa tabi faaliyetlerde bulunan mükellefler teminat vermek ve verilen teminatları tamamlamakla yükümlü sayılmışlardır.

Faaliyetlerine öteden bu yana devam eden mükelleflerden normal hesap dönemini kullananların bu ayın (31 Mayıs 2022) sonuna kadar hesaplayacakları teminatları vergi dairesine vermeleri gerekmektedir.

Mükelleflerin verecekleri veya tamamlayacakları teminatın hesaplanmasında; sadece akaryakıt faaliyetlerinde elde ettikleri hasılatı değil tüm faaliyetlerinden elde ettikleri brüt satış tutarlarının dikkate almaları gerekmektedir.

Bununla birlikte teminat vermekle yükümlü mükelleflerin “vergiye uyumlu mükellef” şartlarını sağlamaları durumunda verecekleri teminatların ciddi tutarda düşük olacağını hatırlatarak verilecek teminatların hesaplanmasında şartları sağlayıp sağlamadıklarını dikkate almaları faydalarına olacaktır.

Faaliyetlerine öteden bu yana devam eden mükelleflerin, teminat yükümlülüklerini bu ayın sonu (31 Mayıs) itibariyle yerine getirmemeleri durumunda vergi dairesi tarafından yüksek tutarda ( en az 34.000-TL, en çok 1.300.000-TL olmak üzere brüt satış hasılatının binde 3’ü oranında) özel usulsüzlük cezasının kesileceğini ve uygulanacak müeyyidenin sadece bu ceza ile sınırlı kalmayıp EPDK tarafından faaliyetlerinin durdurulacağını hatırlatmakta fayda var. Murat ÇİFTÇİOĞLU Vergi Müfettişi

https://www.dunya.com/kose-yazisi/akaryakit-sektorunde-gundem-teminat/658713

Ekonomist ve maliyecilerinin günümüzde en çok izledikleri ve ilgilendikleri konulardan birisi de kur korumalı mevduat hesapları. Tabi onların ilgilenme ve izleme nedenlerinin başında kurlara ve bütçeye etkisi gelmekte. Konu aslında muhasebe ve vergi ile uğraşanları da yakından ilgilendiriyor. Bilindiği gibi, döviz bozmak suretiyle bu statüde hesap açma hakkı başlangıçta sadece gerçek kişilere tanınmış iken sonradan bu hesapların tüzel kişiler tarafından da açılabileceği kabul edildi ve hatta sermaye şirketlerini dövizlerini bozdurarak kur korumalı mevduat hesaplarına yönelmelerini teşvik maksadıyla vergi istisnası da ihdas edildi.

Kurumlar Vergisi Kanunu’na 7352 sayılı Kanun’la eklenen geçici 14. madde ile Türk Lirası mevduat ve katılma hesaplarına dönüşümün desteklenmesi kapsamında dönüşüm kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilen hesaplar ile ilgili olarak; kurumların 31/12/2021 tarihli bilançolarında yer alan yabancı paralarını, dördüncü geçici vergi dönemine ilişkin beyannamenin verilme tarihine kadar Türk Lirası’na çevirmeleri ve bu suretle elde edilen Türk lirası varlığı, bu kapsamda açılan en az üç ay vadeli Türk Lirası mevduat ve katılma hesaplarında değerlendirmeleri durumunda; bu kapsamdaki kapsamındaki yabancı paraların dönem sonu değerlemesinden kaynaklanan kur farkı kazançlarının 1/10/2021 ila 31/12/2021 tarihleri arasındaki döneme isabet eden kısmı ile 2021 yılı dördüncü geçici vergi dönemine ilişkin beyannamenin verilme tarihine kadar Türk Lirası’na çevrilen hesaplarla ilgili oluşan kur farkı kazançları ve söz konusu hesaplardan dönem sonu değerlemesinden kaynaklananlar da dâhil olmak üzere vade sonunda elde edilen faiz ve kâr payları ile diğer kazançlar kurumlar vergisinden istisna edildi.

Ayrıca aynı madde ile yukarıda aktardığımız kapsama girmemekle birlikte, kurumların 31/12/2021 tarihli bilançolarında yer alan yabancı paralarını 2022 yılı sonuna kadar Türk lirası mevduat ve katılma hesaplarına dönüşümün desteklenmesi kapsamında dönüşüm kuru üzerinden Türk Lirası’na çevirmeleri ve bu suretle elde edilen Türk Lirası varlığı en az üç ay vadeli Türk Lirası mevduat ve katılma hesaplarında değerlendirmeleri durumunda oluşan kur farkı kazançlarının, geçici vergi dönemi sonu değerlemesiyle Türk lirasına çevrildiği tarih arasına isabet eden kısmı ile dönem sonu değerlemesinden kaynaklananlar da dâhil olmak üzere vade sonunda elde edilen faiz ve kâr payları ile diğer kazançlar da kurumlar vergisinden istisna tutuldu.

Anılan madde de ayrıca kurumların 31/12/2021 tarihli bilançolarında yer alan altın hesabı ile bu tarihten sonra açılacak işlenmiş ve hurda altın karşılığı altın hesabı bakiyelerini 2022 yılı sonuna kadar Türk lirası mevduat ve katılma hesaplarına dönüşümün desteklenmesi kapsamında dönüşüm fiyatı üzerinden Türk lirasına çevirmeleri ve bu suretle elde edilen Türk lirası varlığı en az üç ay vadeli Türk lirası mevduat ve katılma hesaplarında değerlendirmeleri durumunda Türk lirasına çevrildiği tarihte oluşan kazançlar ile dönem sonu değerlemesinden kaynaklananlar da dâhil olmak üzere vade sonunda elde edilen faiz ve kâr payları ile diğer kazançlar da kurumlar vergisinden istisna tutuldu.

Bu maddenin uygulamasına ilişkin idari anlayış 19 seri no’lu Kurumlar Vergisi Genel tebliği ile açıklandı. Tebliğ pek çok tartışmayı beraberinde getirdiyse de pek çok kurum 2021 yılı son dönemi Geçici vergi Beyannamesinde ve Yıllık Beyannamelerinde bu istisnadan, kimi uyarak kimi ihtirazi kayıtla beyanda bulunarak yararlandı. Ben bu yazımda söz konusu istisnayı irdelemeyeceğim ve bir başka konuya geçeceğim.

Vergi Usul Kanunu mük. 227. maddesinde “vergi kanunlarında yer alan muafiyet, istisna, yeniden değerleme, zarar mahsubu ve benzeri hükümlerden yararlanılmasını (…) yeminli mali müşavirlerce düzenlenmiş tasdik raporu ibraz edilmesi şartına bağlama” konusunda Maliye Bakanlığını yetkili kılınmıştır.  Bakanlıkta bu yetkisine dayanarak 1990 yılında “Yeminli Mali Müşavirlerin Tasdik Edecekleri Belgeler, Tasdik Konuları ve Tasdike İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”i yayınlamıştır.

Anılan Yönetmeliğin 7/G maddesinde, yatırım indirimi, döviz kazandırıcı işlemlerde vergi istisnası, yeniden değerleme, stok değerlemesi, eğitim, spor ve sağlık yatırımlarından elde edilen kazanç istisnası, dernek, tesis, vakıf ve kooperatiflere muafiyet tanınması gibi istisna ve muafiyetler tasdik zorunluluğu kapsamına alındıktan sonra, “diğer teşvik, indirim, istisna ve muafiyetlerle ilgili işlemler” şeklinde bir torba düzenleme ile tüm istisnalar da tasdik zorunluluğu kapsamına dahil edilmiştir.

Daha sonra 1992 yılında yayınlanan 5 Seri No’lu  SM, SMM VE YMM Kanunu Genel Tebliği ile sayılan bazı kurumlar vergisi istisnaları ile bu istisna ve indirimler dışında kalan veya bu istisna ve/veya indirimler kapsamında olup da yıllık kurumlar vergisi beyannamelerinde yararlanılan istisnalar veya indirim konusu yapılan tutarlar toplamı belli tutarı aşan mükellefler için vergiden müstesna tutulan ve/veya indirim konusu yapılan işlemlerini yeminli mali müşavirlere tasdik ettirme zorunluluğu getirilmiştir. Dolayısıyla kurumlar vergisinden müstesna tutulan ve/veya indirim konusu yapılan tutarların; kurum kazancından indirilmek suretiyle yararlanılabilmesi; yeminli mali müşavirler tarafından düzenlenen "Kurumlar Vergisi İstisna ve İndirim Tasdik Raporları" ile belgelenmesine koşuluna bağlanmıştır. Burada anılan sınır 2021 yılı için 483.000 Liradır.

Dolayısıyla kur korumalı mevduat istisnasından sınırın üstünde yararlanan kurumlar vergisi mükelleflerinin, bu konuda yeminli mali müşavirlerden tasdik raporu almaları, zorunlu gözükmektedir.

41 sayılı Tebliğe göre söz konusu Raporların, Bakanlıkça süre uzatılmadıkça, Haziran ayı sonuna kadar vergi dairelerine verilmesi gerekmektedir. Aksi halde mükellefe asgari 68.000 Lira ceza kesilerek ibraz için 60 günlük ek süre verilecektir. Bu sürede de rapor ibraz edilmezse, mükellefin istisnadan yararlanma hakkı ortadan kalkacaktır. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kur-korumali-mevduat-hesabi-istisnasinda-ymm-tasdiki-zorunlulugu/658677

EDİTÖR' den, Bu konu ile ilgili kamuoyunda tartışma devam ediyor. Maliye Bakanlığının tebliğ ile yetki kullanmaması nedeni ile YMM Raporu Olmayacağı yönünde Görüş Birliği hakim durumda, 

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı

Gelir Kanunları Gelir Ve Kurumlar Vergileri Grup Müdürlüğü

 

Sayı

:

E-62030549-120-474397

28.04.2022

Konu

:

Adi ortaklığın sermaye şirketine devredilmesi

İlgi

:

03.03.2022 tarih ve 869604 sayılı özelge talep formu.

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzun incelenmesinden; ticari faaliyeti nedeniyle bilanço esasına göre defter tutmakta olan babanız …………. 31/7/2021 tarihinde vefatı sonrasında varisleri olarak ticari işletmenin tüm aktif ve pasifini kayıtlı değerleri üzerinden devralmak suretiyle babanızın bu faaliyetine devam etme kararı aldığınız, bu kapsamda 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi çerçevesinde değer artışı kazancının doğmadığı ve vergilendirme yapılmadığı, babanızdan veraseten intikal eden ve Kanun gereği adi ortaklık altında işletmeye devam ettiğiniz bu ticari işletmeyi tüm aktif ve pasifiyle birlikte 12/07/2016 tarihinde kurduğunuz ve ortağı olduğunuz mevcut …………………… devredeceğiniz belirtilerek, tüm ortakları gerçek kişilerden oluşan adi ortaklığınız tarafından işletilen söz konusu ticari işletmenin yine ortağı bulunduğunuz anılan sermaye şirketine devrinin 193 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde yer alan hüküm çerçevesinde gelir vergisi doğmaksızın mümkün olup olmadığı hususunda görüş talep edildiği anlaşılmış olup, Başkanlığımız görüşüne aşağıda yer verilmiştir.

193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun mükerrer 80 inci maddesinde;

"Aşağıda yazılı mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazançlar değer artışı kazançlarıdır.

..."

hükmüne yer verilerek, bunların neler olduğu bentler halinde sayılmış olup anılan maddenin son fıkrasında; faaliyetine devam eden ticari bir işletmenin kısmen veya tamamen satılmasından veya ticari işletmeye dahil amortismana tabi iktisadi kıymetlerle birinci fıkrada yazılı hakların elden çıkarılmasından doğan kazançların ticari kazanç sayılacağı ve bunlara ticari kazanç hakkındaki hükümlerin uygulanacağı belirtilmiş, maddenin ikinci fıkrasında; bu maddede geçen "elden çıkarma" deyiminin, mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade ettiği hüküm altına alınmıştır.

Anılan Kanunun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde, kazancı bilanço esasına göre tespit edilen ferdi bir işletmenin bilançosunun bir sermaye şirketine aktif ve pasifiyle bütün halinde devrolunması, devir alan şirketin bilançosuna aynen geçirilmesi ve devredilen ferdi işletmenin sahip veya sahiplerinin şirketten, devir bilançosuna göre hesaplanan öz sermayesi tutarında ortaklık payı alması (Bu ortaklık payını temsil eden hisse senetlerinin nama yazılı olması şarttır.) halinde değer artışı kazancı hesaplanmayacağı ve vergileme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır.

Öte yandan, adi ortaklık sözleşmeleri, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620-645 inci maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan Kanunun 620 nci maddesinde, adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşme olarak tanımlanmıştır. Adi ortaklıkların tüzel kişiliği olmadığı gibi gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olmaları da söz konusu değildir. İki veya daha fazla gelir veya kurumlar vergisi mükellefinin, adi ortaklık kurmak suretiyle faaliyet göstermeleri halinde, ortaklıktan elde ettikleri karlar, hisseleri oranında gerçek kişilerin ticari kazancına veya şirketlerin kurum kazancına dahil edilerek vergilendirilmektedir.

Ayrıca, adi ortaklığın tüm aktif ve pasifi ile birlikte bir bütün halinde bir sermaye şirketine devri mümkün bulunmakta olup, bu devir işlemleri sonucunda mevcut adi ortaklık sona ermiş olacaktır.

Bu hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; adi ortaklığınızı aktif ve pasifiyle bir bütün halinde …………….. devretmeniz durumunda bu devir nedeniyle Gelir Vergisi Kanununun 81 inci maddesi hükmünden yararlanmanız mümkün bulunmaktadır.

Bilgi edinilmesini rica ederim.

(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

 

Tarih : 09.09.2015
Yayın Dönemi : Kasım 2015

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

 İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü

Sayı

:

11395140-105[Mük 257-2012/VUK-1- . . .]-79863

09/09/2015

Konu

:

Akaryakıt istasyonlarında düzenlenen ödeme kaydedici cihaz fişleri hk.

            İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda; toptan ve perakende akaryakıt satışı işi ile iştigal ettiğinizi, perakende akaryakıt satışlarınız için istasyon pompalarına bağlı Ödeme Kaydedici Cihaz fişi düzenleyerek müşterilerinize verdiğinizi, kurumunuzun e-Fatura uygulaması kapsamına dahil olan mükelleflerden olduğunu dolayısıyla bu kapsamda bulunan mükelleflere e-Fatura düzenleme zorunluluğunuzun bulunduğunu belirterek, e-Fatura uygulaması kapsamında yer alan müşterilerinizin fatura düzenleme sınırı üzerinde bulunan alımlarında e-Fatura yerine Ödeme Kaydedici Cihaz fişi düzenleyip düzenleyemeyeceğiniz hususunda tereddüt hasıl olduğundan Başkanlığımız görüşleri talep edilmektedir.

            Katma Değer Vergisi Mükelleflerinin ÖKC Kullanmaları Mecburiyeti Hakkında 3100 sayılı Kanunla ilgili 58 Seri No.lu Genel Tebliğin 1. bölümünde;

"a) Taşıtlara akaryakıt satışının yapıldığı pompalar, özellikleri 3100 sayılı Kanun ve Tebliğlerle belirlenen ve Bakanlığımızca onaylanan bir veya daha fazla ödeme kaydedici cihaza bağlanmış olacaktır. Pompalar, kasiyer veya pompacı olmaksızın bilfiil müşteri tarafından da (kredi kartlı vb.) kullanılabilen ödeme kaydedici cihazlara da bağlanabilecektir. Pompaların bağlı olduğu ödeme kaydedici cihazlar, pompanın içerisine, hemen yanına veya yakınındaki bir büroya yerleştirilebilecektir.

b) Pompalar akaryakıt verilen taşıtın plaka numarası girildikten sonra çalışacak şekilde düzenlenmiş olacaktır. Diğer bir ifade ile taşıtın plaka numarası girilmediği takdirde pompadan akaryakıt akmayacaktır. Şu kadar ki, taşıtlara yapılmayan (bidonla, varille vb.) her türlü akaryakıt satışında pompalara plaka numarası yerine müşterinin adı soyadı veya ünvanı bilgileri girilecektir.

c) Yapılan akaryakıt satışlarıyla ilgili bilgiler ödeme kaydedici cihaz hafızasına otomatikolarak kaydedilecektir. Hafızaya   kaydedilen bilgiler, akaryakıt verme işleminin sonunda ödeme kaydedici cihazdan yine otomatik olarak çıkacak fişler ile belgelendirilecektir..."

            denilmektedir.

            68 Seri No.lu Ödeme Kaydedici Cihaz Genel Tebliğinin " 1- Akaryakıt Pompalarına Bağlı Ödeme Kaydedici Cihazlar Kullanılarak Verilen Fişlerin Fatura Yerine Geçen Belge Olarak Kabul Edilmesi" başlıklı bölümünde;

             "....

            Anılan hükümlerle Bakanlığımıza tanınan yetkiye dayanılarak, akaryakıt pompalarının bağlı olduğu ödeme kaydedici cihazlar kullanılmak suretiyle otomatik olarak düzenlenen fişlerin, fatura düzenleme tutarının (2006 yılı için 520,00 YTL) altında veya üstünde olsa dahi “fatura yerine geçen belge”olarak kabul edilmesi ve bu şekilde belgelenen satışlar dolayısıyla nihai tüketiciler veya vergi mükelleflerince yapılan fatura düzenleme taleplerinin dikkate alınmaması uygun görülmüştür." şeklinde açıklama yapılmıştır.

             Ayrıca ilgili tebliğde akaryakıt pompalarına bağlı ÖKC’ler kullanılarak verilen fişlerin fatura yerine geçen belge olarak kabul edildiği belirtilerek, taşıt tanıma, müşteri tanıma veya özel anlaşmalara dayanılarak yapılan akaryakıt satışlarında cihazlardan çıkacak fişlerin üzerinde "TAŞIT TANIMA VEYA MÜŞTERİ TANIMA SİSTEMİ FATURAYA DÖNÜŞTÜRÜLECEK" ibaresinin yer alacağı ve bu fişlerin bilahare listelenerek faturaya dönüştürüleceği ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır.

            Diğer taraftan, 426 Sıra No' lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 4/c bölümünde;

            "...c) Basit/Bilgisayar bağlantılı yeni nesil ödeme kaydedici cihaz'ları kullanmak zorunda olan mükelleflerin bu mecburiyetleri (3100 sayılı Katma Değer Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazları Kullanmaları Mecburiyeti Hakkında Kanuna dayanılarak çıkarılan ilgili mevzuata göre muaf tutulanlar hariç) 01.01.2016 tarihinde başlayacaktır. Mükellefler, bu tarihten önce de Bakanlığımızca onaylanmış yeni nesil ödeme kaydedici cihazları alarak kullanabilirler.

            Ayrıca bu mükellefler, istemeleri hâlinde EFT-POS özelliği olan yeni nesil ödeme kaydedici cihazları da kullanabilirler. Akaryakıt pompalarına bağlanan ödeme kaydedici cihaz kullanmak zorunda olan mükelleflerin, bu cihazlarla ilgili Bakanlıkça belirlenmiş şartlara uygun yeni nesil ödeme kaydedici cihazları kullanmaları zorunludur."  açıklaması yer almaktadır.

            Buna göre, akaryakıt istasyonlarında pompalardan taşıtlara yapılan akaryakıt satışlarına ilişkin yeni nesil ÖKC kullanma mecburiyeti, bu cihazlarla ilgili Bakanlığımızca belirlenecek şartları ihtiva eden Teknik Kılavuzun yayımlanmasını mütekakip başlayacak olup, akaryakıt istasyonları yeni nesil ÖKC kullanma mecburiyetleri başlayıncaya kadar yapacakları satışlarını, mevcut uygulamada olduğu gibi pompalara bağlı ÖKC'lerden otomatik olarak çıkan fişlerle belgelendirilmeye devam edeceklerdir.

            Bununla birlikte,  213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun Mükerrer 242'nci maddesinin 2  nci fıkrasının 5766 sayılı Kanunun 17 nci maddesiyle değiştirilen 5'nci paragrafı uyarınca; Maliye Bakanlığı, elektronik defter, belge ve kayıtların oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafaza ve ibrazı ile defter ve belgelerin elektronik ortamda tutulması ve düzenlenmesi uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili olduğu belirtilmiş ve aynı Kanunun Mükerrer 257'nci maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendinde de Maliye Bakanlığı'nın, tutulması ve düzenlenmesi zorunlu defter, kayıt ve belgelerin mikro film, mikro fiş veya elektronik bilgi ve kayıt araçlarıyla yapılması veya bu kayıt ortamlarında saklanması hususunda izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, bu konuda uygulama usul ve esaslarını belirlemeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.


            Maliye Bakanlığı'na tanınan bu yetkiler çerçevesinde yaygın olarak kullanılan belgelerden biri olan "faturanın" elektronik belge olarak düzenlenmesi, elektronik ortamda iletilmesi, muhafaza ve ibraz edilmesine ilişkin usul ve esaslara yönelik olarak 397, 416, 421, 424, 433, 447 ve 448 Sıra No'lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri ile düzenlemeler yapılmıştır.

            Buna göre;

            - 68 Seri No.lu  Ödeme Kaydedici Cihaz Genel Tebliğinde yapılan açıklama uyarınca, taşıt tanıma, müşteri tanıma veya özel anlaşmalara dayanılarak yapılan akaryakıt satışları ile ilgili olarak bilahare ayrıca fatura düzenleneceği için bu tür satışlarda her iki tarafın da e-Fatura kullanıcısı olması halinde  e-fatura uygulaması kapsamında fatura düzenlenmesi gerektiği ,

          - Taşıt tanıma, müşteri tanıma veya özel anlaşmalara dayanılarak yapılan satışlar dışında, taşıtlara yapılan ve akaryakıt pompalarına bağlı ÖKC’ lerden otomatik olarak çıkan (plaka numarası ihtiva eden ve fatura yerine geçen) fişlerle belgelenen satışlarda ise toplam tutar fatura düzenleme tutarının altında veya üstünde olsa dahi ayrıca e-Fatura düzenlenmeyeceği ve bu satışlara ait ÖKC fişlerinin fatura yerine geçen belge olarak kabul edileceği tabiidir.

            Bilgi edinilmesini rica ederim.

(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

Pazartesi, 23 Mayıs 2022 08:50

Geri Dönüşümcülerin ÖTV İle İmtihanı

“Sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınma, döngüsel ekonomi, yeşil ekonomi, yeşil finansman” gibi kavramlar son dönemlerin en popüler konuları arasında yer almaktadır. Bu kavramların temelinde de maalesef insanoğlunun içinde yaşadığı dünyaya verdiği zararın azaltılması, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakma çabası bulunmaktadır. Bu kapsamda öne çıkan faaliyet alanlardan bir tanesi de “geri dönüşüm (kazanım)”dür. Çevre duyarlılığının artmasıyla birlikte milyarlarca dolarlık bir ekonomi halini alan, her geçen gün büyüyen ve rekabetin arttığı geri dönüşüm sektörü ülkemizde de son yıllarda ivme kazanan sektörler arasına girmiş, “sıfır atık projesi” ile bir devlet politikası halini almıştır.

Geri dönüşümü, herhangi bir şekilde kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli fiziksel veya kimyasal yöntemlerle hammadde olarak tekrar üretim süreçlerine kazandırılması olarak tanımlayabiliriz. Geri dönüşümün amacı, kaynakların gereksiz kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında ayrıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının azaltılmasını sağlamak, böylece çevre kirliliğini önlemektir. Geri dönüşümün ülkenin doğal kaynaklarını koruma, enerji tasarrufu sağlama, ekonomiye olumlu katkı yapma, atık miktarını azaltma gibi faydaları bulunmaktadır. Katı, sıvı ve organik atıkların geri dönüştürülmesi mümkün olup teknolojinin gelişmesiyle birlikte geri dönüşüm maliyetleri zaman içinde azalmakta, ülke ekonomisine ve doğaya katkısı her geçen gün artmaktadır.

Geri dönüşüm sektörümüz; gerek ülkenin atık yönetimi ve çevre korumaya etkisi, gerek sağladığı ekonomik katkı, gerekse dünyada gelişen bir pazar olarak rekabet gücü kazanması açısından her türlü teşviki hak etmektedir. Peki, bizim vergi mevzuatımız hayati derecede önemli olan geri dönüşüm sektörüne ne kadar destek sağlamaktadır? Yatırım teşvik belgesi ile geri dönüşüm yatırımlarına sağlanan teşvikleri bir köşeye bırakırsak maalesef geri dönüşüm faaliyetlerine yönelik olarak vergi mevzuatımızda bir teşvike rastlamıyoruz. Hatta Maliye’nin öyle uygulamaları var ki; bırakın teşvik vermeyi, geri dönüşümün tabiri caizse cezalandırıldığı bile söylenebilir.

Konuyu biraz açayım. Madeni yağ, kimyasal solvent (çözücü) gibi sıvı atıkların geri dönüşümünü yapan işletmelerimizin en büyük dertlerinden bir tanesi özel tüketim vergisi (ÖTV). Konunun vergisel kısmına girmeden önce solventlerin geri dönüşümü bağlamında biraz altyapı bilgisi vermek istiyorum.

Solventler; boya, vernik, cila, reçine üretimi, kimya endüstrisi, otomotiv ve havacılık endüstrisi, kimyevi maddelerin üretimi, mobilya sektörü, basım endüstrisi, ilaç endüstrisi, sıvı bertaraf sektörü, endüstriyel temizlik sektörü, inşaat, denizcilik sektörleri gibi birçok endüstride kullanılmakta olup bu sektörlerde kullanılan solventlerin büyük bir kısmı ithal edilmektedir. Sadece solvent ithalatı için 2021 yılında yurtdışına ödenen para 1,3 milyar dolardan fazladır. Ülkemizde atık solventlerin geri kazanımı, ağırlıklı olarak destilasyon veya filtrasyon gibi fiziksel yöntemlerle yapılmaktadır. Solvent geri kazanım sürecinde atık solventten %90 civarında solvent geri dönüşümü olmaktadır. Saf solvent üretiminde karbon salınım değeri 2050 kg CO2 iken geri dönüştürülen solventte bu değer sadece 156 kg CO2’dir. Dolayısıyla solvent geri dönüşümü ile karbon salınımı %92 oranında azalmaktadır. Geçen sene Marmara Denizi’nde görülen musilaj vakası solvent geri dönüşümü özelinde genel olarak geri kazanımın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Ülkemizde bugün için solvent geri dönüşümü yapan lisanslı 21 tesis bulunmakta olup bu tesisler yeterli atık bulamadıkları için %50 civarında kapasite ile çalışmaktadırlar.

Bu teknik açıklamalar sonrasında konunun vergi boyutuna gelelim. Avrupa Birliği ile uyum süreci kapsamında 2002 yılında kabul edilen Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) Kanunu’nun birinci maddesine göre ÖTV, belirlenen mallar üzerinden bir defaya mahsus olmak üzere alınan bir vergidir. Ekonomik aktivitede tedavüle sokulan bir malın ÖTV’ye tabi olması için kanuna ekli listelerde belirtilen mallardan biri olması gerekir. ÖTV Kanunu’na ekli listelerdeki malların sınıflandırması da GTIP kodları esas alınarak yapılmıştır. Solventlerin içinde bulunduğu kanuna ekli (I) sayılı listedeki malların ithalatçıları veya rafineriler dahil imal edenler tarafından teslimi ÖTV’nin konusuna girmektedir.

Görüldüğü üzere; ÖTV Kanunu uyarınca ÖTV, bir malın üretimden/ithalattan tüketime kadarki değer zincirinde sadece bir safhada, tek seferde alınan bir vergi olup bu yönüyle KDV’den ayrılmaktadır. Solventler de ÖTV Kanunu’na ekli I sayılı listede sayılan mallardan olduğundan solventlerin tesliminde bir sefere mahsus olmak üzere ÖTV hesaplanmaktadır. Buraya kadar sorun yok. Sorunlar üretim sürecinin sonunda atık olarak ortaya çıkan solvent gibi ÖTV’ye tabi ürünlerin geri dönüştürülüp yeniden piyasaya sunulması halinde ortaya çıkmaktadır. Buradaki tartışma “Geri dönüşüm işlemi sonucunda ortaya çıkan ürün, ÖTV’si önceden ödenmiş olan ürün müdür? Yoksa yeni bir ürün müdür?” noktasında düğümlenmektedir. ÖTV Kanunu’nda geri dönüşümden elde edilen ürünlerin yeni bir ürün olduğuna dair açık bir düzenleme yoktur; aslında kanunda geri dönüşüme özgü hiçbir hüküm de bulunmamaktadır.

Gelir İdaresi Başkanlığı geçmişte verdiği özelgelerde[1], geri dönüşüme (kazanıma) tabi tutulan mallardan geri dönüşüm işlemi sonucunda elde edilen ürünlerin ÖTV Kanunu’na ekli listede yer alan mallardan olması (elde edilen ürünün GTIP kodlarının listede sayılanlar arasında olması) durumunda bu malların tesliminin ÖTV’ye tabi olacağı yönünde görüş bildirmiştir. Bu görüşleriyle Maliye, geri dönüşümü bir geri dönüşüm olarak değil yepyeni bir üretim süreci gibi değerlendirmekte ve ortaya çıkan geri dönüşmüş ürünü de tedavüle ilk kez sokulmuş ürün olarak işleme tabi tutmakta ve “tekrar” vergilendirmektedir

Maliye’nin bu yorumunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Zira ÖTV Kanunu ile amaçlanan bir malın sadece bir kez ÖTV’ye tabi tutulmasıdır. Nitekim kanunun gerekçesinde “verginin uygulanabilmesi için satış konusu malın daha önce özel tüketim vergisine tâbi tutulmamış olması gerekmektedir.” açıklaması yapılmıştır. Bu durumda, geri dönüşüm sonrası elde edilen mal, geri dönüşüm işlemi öncesinde ÖTV’ye tabi tutulduğundan geri dönüşüm sonrasında tekrar ÖTV alınması Kanuna aykırı olmaktadır. Zira geri dönüşüm işlemi yeni bir üretim olmayıp atık haline gelmiş ürünün bazı fiziksel-kimyasal işlemlerden geçirilerek ekonomiye yeniden kazandırılmasıdır. Mal aslında aynı maldır. Ortaya çıkan ürünün geri dönüşüme tabi tutulmuş ürünle aynı veya farklı GTIP içinde sınıflandırılmasının da işin özünü etkilememesi gerektiğini düşünüyorum. Son tahlilde, geri dönüştürülen mal ilk defa piyasaya sürülen, üzerinden hiç ÖTV alınmamış bir mal değildir. Bu nedenle Maliye’nin yorumunun Kanuna aykırı olduğunu düşünüyorum.

Yakın zamanda Maliye geri dönüşüm yapan firmalara dönük incelemeler başlatmış ve geçmişe dönük olarak tarhiyatlar yapıp ÖTV mükellefiyetleri tesis ettirmiştir. Bu uygulamanın da son derece sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Maliye’nin bir yorumundan yola çıkılarak son 5 senenin incelenip “yüksek” rakamlar üzerinden tarhiyatlar yapılması geri dönüşüm sektörünü ekonomik açıdan yıpratacağı gibi bazı firmaların kapanmasına bile yol açabilir. Bu kadar belirsiz bir konuda (Yukarıda açıkladım üzere bence konu belirsiz değil ama madem İdarenin görüşü farklı, konuyu belirsiz olarak nitelendireyim.) ağır bir faturanın çıkarılması hakkaniyete aykırıdır. Nitekim konu yargıya taşınmış ve gerek vergi mahkemesi, gerek istinaf mahkemesi kullanılmış atıkların geri dönüştürülmesi sonucunda elde edilen ürünlerin tekrar ÖTV’ye tabi tutulmasını kanuna aykırı bulmuştur. Danıştay’ın da aynı yaklaşımı benimsemesi sürpriz olmayacaktır.

Konunun finansal tarafına bakarsak, geri dönüştürülmüş ürün elbette sıfır ürünlerle aynı kalitede ve saflıkta değildir. Bu ürünlerin kullanımı sıfır ürünlere olan fiyat avantajından kaynaklanmaktadır. Geri dönüştürülmüş ürünlere ÖTV uygulanması bu ürünlerin sıfır ürünler karşısındaki fiyat avantajının da kaybolması anlamına gelmektedir. Bu durumda zaten düşük kar marjlarıyla çalışan geri dönüşüm firmalarının bu işi yapmalarının bir anlamı kalmayacaktır. O zaman nerede kaldı geri dönüşümün teşvik edilmesi? Yukarıda açıkladığım üzere, geri dönüşüm firmaları zaten düşük kapasitede çalışmaktadır. Maliyetlerinin en büyük kalemi de atık toplanmasına ilişkindir. Şimdi ÖTV nedeniyle sırtlarına ayrı bir yük bindirilmesi emekleme aşamasındaki bu sektörümüzü öldürmek anlamına gelecektir. Diğer ülkeler geri dönüşüm sektörü üzerine titrerken biz niye üvey evlat muamelesi yapıyoruz anlamak güç...

İçinde yaşadığımız dünyanın ömrünü uzatan, çevre kirliliğini azaltan, kaynak verimliliğini artıran başta geri dönüşüm olmak üzere her türlü aktivitenin teşvik edilmesi, mevzuatın buna göre hazırlanması, uygulamanın da buna uygun geliştirilmesi gerekir. Sıfır atık projesi artık bir devlet politikası halini almıştır ve devletin bütün kurumları bu politikaya uygun adımlar atmalıdır. Yukarıda detaylıca izah ettiğim üzere, mevcut ÖTV Kanunumuz geri dönüştürülen ürünlerin ÖTV’ye tabi olmasını gerektirmemekteyken Maliye yorumla bu ürünleri ÖTV’ye tabi tutmaktadır. Bu durumda olan mükelleflerin mahkemeye başvurması mümkündür. Geçmişte ÖTV ödemiş olan mükelleflerin de vergi hatası olduğu gerekçesiyle düzeltme-şikayet yoluyla başvuru yapabileceklerini düşünüyorum. Bununla birlikte, mevcut durumda bir paradigma değişikliği olmadıkça, müstekar yargı kararları olmadan Maliye’nin görüş değiştirme ihtimalini zor görüyorum. Bu nedenle, ÖTV Kanunu’nda değişiklik yapılarak geri dönüşüme tabi tutulan mallar üzerinden tekrar ÖTV alınmasını önleyecek bir yasal düzenleme yapılması, tartışmaları ortadan kaldıracak geleceğe dönük bir çözüm olabilecektir.

Sözün özü: Banyo yapan insan yeniden doğmaz.Numan Emre ERGİN

https://www.dunya.com/kose-yazisi/geri-donusumculerin-otv-ile-imtihani/658549

Kaynak:

[1] 19/07/2006 tarihli ve B.07.1.GİB.0.01.59/5901-50/55358 sayılı, 31/07/2014 tarih ve 39044742-135-1980 sayılı, 18/06/2015 tarihli ve 39044742-135-61739 sayılı özelgeler

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 2023 Yılında Yapılan Enflasyon Düzeltmesi, 2024 Yılında Ortaya Çıkacak "ENFLASYON DÜZELTMESİ KARINI" Etkiler Mi? CEVAP : HAYIR 2- 2023 yılında yapılan enflasyon düzeltmesi, 2024…
  • İNDİRİMLİ KURUMLAR VERGİSİ 32/A MADDESİ KAPSAMINDA VERGİ ZİYAI CEZASI İndirimli Kurumlar Vergisi uygulamasında; KVK 32/A maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen…
  • MADEN İŞLETMELERİNDE İMTİYAZ BEDELLERİNİN TESPİTİ ve AMORTİSMAN TUTARLARININ HESAPLANMASI 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Madenlerde Amortisman” başlıklı 316’ncı maddesinde…
Top