Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

İşverence işçiye verilen eğitim, işçinin iş yerinde mal ve hizmet üretimine katkı sağlaması sebebiyle işveren yararına olmakla birlikte, verilen eğitim sayesinde işçi daha nitelikli hale gelmekte ve ileride daha kolay iş bulabilmektedir.

Özellikle genç mezunları istihdam ederek ciddi tutarlarda eğitim aldıran şirketlerin önemli sorunlarından birisidir bu. İşverenler, çalışanına yaptıkları eğitim yatırımı karşılığında çalışanın da en azından makul bir süre çalışmasını istemektedir.

Ancak uygulamada bunun her zaman mümkün olmadığı görülüyor.Eğitim aldırılan çalışanın eğitim sonrasında istifa ederek daha cazip şartlarla” başka şirketlere geçmesi sonucunda hem şirket büyük bir maliyete katlanmasına rağmen bundan fayda sağlayamamakta ve hem de eğitimli personelini rakip firmalara kaptırmaktadır.

Bu sorunla baş edebilmek için işverenler “Eğitim ve Fayda Taahhütnamesi” ile çalışanın en azından makul bir süre iş yerinde çalışmasını veya erken ayrıldığı takdirde eğitim masraflarının orantısal şekilde tahsilini sağlamaya çalışmaktadır.

İşçiye masrafları işverence karşılanmak üzere verilen eğitim karşılığında, işçinin belirli bir süre çalışmasının kararlaştırılması mümkündür. İşçinin de verilen eğitim karşılığında işverene belirli bir süre iş görmesi, işverene olan sadakat borcu kapsamında değerlendirilmelidir. Verilen eğitimin karşılığında yükümlenilen çalışma süresinin de eğitimin türü ve masrafları ile uyumlu olması gerekir. Buna karşın, işçiye iş sağlığı ve güvenliği önlemleri kapsamında verilmesi gereken eğitimlere ait giderler istenemez. İşçiye verilen eğitimin karşılığında işverence yapılan masraflar o işçiye özgü olmalı ve yazılı delille ispatlanmalıdır. İşverenin toplu olarak verdiği eğitimler sebebiyle yapmış olduğu giderlerin işçi başına düşen tutarı, aynı dönemde eğitim alan işçi sayısına bölünmek suretiyle belirlenir. İşçiye verilen eğitim ile ilgili olduğu belirlenmeyen giderlerden işçi sorumlu olmaz. İş yerinin devri halinde de işçinin eğitim gideri karşılığında belirli bir süre çalışma yükümü devam eder. Bu konuda yükümlülüğün ihlali halinde devralan işverenin de eğitim giderlerini talep hakkı bulunmaktadır. İşçinin geçici iş ilişkisi kapsamında çalıştırıldığı süre de eğitim karşılığı yükümlü olduğu çalışma süresinden sayılır.

İşverence işçi adına yapılan eğitim giderlerinin tamamı yerine, işçinin çalıştığı ve çalışması gereken sürelere göre oran kurularak indirim yapıldıktan sonra kalan miktarının tahsiline karar verilmesi gerekir. Gerçekten işçi, eğitimden sonra çalışmayı yükümlendiği sürenin bir kısmında çalışmış ise işverene bu konuda katkı sağlamış olmaktadır. İşçinin yükümlü olduğu sürenin tamamında çalışılmış olunması halinde ise, işverence eğitim giderleri istenemez. Ayrıca, işçinin haklı sebeplerden birine dayanarak İş Kanunu'nun 24. maddesine göre iş sözleşmesini sona erdirmesi veya askerlik, ağır hastalık gibi nedenlerden dolayı iş sözleşmesini feshetmesi halinde işveren eğitim masraflarını talep edemeyecektir.

Sonuç olarak; bireysel iş sözleşmesinde veya işçiyle yapılan eğitim fayda taahhütnamesinde açık bir hüküm bulunması halinde işveren, eğitim dolayısıyla gerçekleştirdiği masrafları orantısal olarak işçiden talep edebilecektir. Yani, çalışanın bu eğitimi nedeniyle şart koşulan mecburi süre kadar iş yerinde çalışmaz veya erken ayrılırsa işveren tarafından bununla ilgili yapılan eğitim ve belge ücretleri, konaklama ve ulaşım giderleri gibi tüm masraflar işçiden çalıştığı süreler orantılanarak talep edilebilir. Resul Kurt

https://www.dunya.com/kose-yazisi/egitim-aldirilan-isci-erken-ayrilirsa-masraflari-oder/387132

Emekli aylığı kişinin prim ödediği süre arttıkça yükselir. Ancak bu genel kural 1999 yılı öncesi, 1999-2008 arası ve 2008 yılı sonrasında kişilerin ne kadar süre prim ödemiş olduğuna göre farklılıklar gösterebiliyor.

Soru: 1998 SGK girişliyim ve bu tarihten beri aralıksız prim ödemesi yapıyorum. Şu an 6500 güne yakın ödenmiş primim var, yaşım 42. SGK’da yaptığım sorgulamaya göre şu an emekli olsam 3443 TL emekli maaşı alıyorum, 7-8 senedir tavandan yatıyor primim. Şu an 15 yıl 3600 günden tazminatımı alıp işten ayrılsam ve emekli olacağım 57 yaşımı bekleyene kadar hiç çalışmasam, bu alacağım 3443 TL’lik maaş düşer mi? (Cemal Ç)

Cevap: Emekli aylığı kişinin prim ödediği süre arttıkça artar. Ancak bu genel kural 1999 yılı öncesi, 1999-2008 arası ve 2008 sonrasında prim ödeyen kişiler için farklılaşabiliyor. 1999 öncesi prim ödeme gün sayısı fazla olan kişilerin 2008 sonrasında prim günleri varsa ve bu günlerde prime esas kazançları düşükse aylıkları düşebiliyor. Ancak bu kişilerin prime esas kazançları 3500 TL ve üzerinde olursa aylıklarda herhangi bir düşüş söz konusu olmuyor.

‘Kestirdi mi?’ sorusu önemli

Soru: Babam emekli olduktan sonra aynı işyerinde yaklaşık 10 yıldır çalışıyor. İşten çıkmak istiyor ama tazminat da almak istiyor. Bilgi verirseniz sevinirim. (Hatice Büşra Y)

Cevap: Emekli olduktan sonra sosyal güvenlik destek primi ödeyerek, yani aylığını kestirmeden çalışmaya devam eden bir kişi çalışmasını sonlandırmak istediğinde, emekli olmak nedeniyle kıdem tazminatı talep edemez. Ancak aylığını kestirip çalışmaya devam etmiş bir kişi, çalışmasını sonlandırıp işverenden emekli olmak nedeniyle kıdem tazminatı talep edebilir. Ancak aylığını kestirip çalışmış ise emekli olmak nedeniyle kıdem tazminatı alabileceği gibi emekli aylığı da yeniden hesaplanacaktır.

SGK’dan yazı almalısınız

Soru: 1969 doğumluyum. Sigorta girişim 1 Temmuz 1986. 3.600 günden emekli olabilir miyim? (Sunay S)

Cevap: Yaştan emeklilikte erkek sigortalılar için şart, 55 yaş, 15 yıl sigortalılık ve 3.600 prim gününün tamamlanmasıdır. 3.600 günü doldurmuş durumdasınız. Yaştan emeklilik için 60 yaş şartına tabisiniz, 2029’da 60 yaşında emekli olabilirsiniz. Diğer yandan yaş dışındaki diğer şartları doldurduğunuz için kıdem tazminatı almak istiyorsanız SGK’dan yazı alarak işverene vermeniz gerekiyor.

Arabulucuya giderek tazminatınızı isteyin

Soru: 2015’te işten ayrıldım. O zamanki şirket genel müdürü, işten ayrılmak isteyen arkadaşların bütün özlük haklarını vereceğini beyan ederdi. Ancak ne kıdem tazminatı ne de işsizlik maaşı alamadım. Haklarımdan faydalanıp, faydalanamayacağımı iletirseniz çok sevinirim.

Cevap: Dava açabilirsiniz. Ancak kendi isteğinizle ayrılmadığınızı ispatlamanız gerekir. Kendi isteğinizle işten ayrıldığınız için işsizlik maaşı ve kıdem tazminatı almanız mümkün değil. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/prim-odeme-suresi-arttikca-c2-emekli-maasi-da-yukselir/haber-670850

19 Ekim 2017 tarihli ve 30215 sayılı Resmi Gazete’de 2017/10821 sayılı “4691 Sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununun Geçici 2 nci Maddesine İlişkin Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar” yayımlandı.

1) Gayri maddi haklardan elde edilen kazançlara istisna uygulanabilmesi için hakların patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanması

Bilindiği üzere, Teknoloji Geliştirme Bölgelerindeki yönetici şirketler ile Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, münhasıran bu Bölgedeki yazılım, tasarım ve AR-GE faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları 31/12/2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden müstesnadır.

Diğer taraftan, 1.7.2017 Resmi Gazete tarihli, 7033 Sayılı Kanun ile Bakanlar Kurulu; Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu kazançlarının gayri maddi hakların satılması, devri veya kiralanmasından elde edilmesi halinde, istisnadan yararlanılmasını:

  • Bu hakların ilgili mevzuat çerçevesinde tescil, kayıt veya bildirim şartına bağlamaya,
  • Mükellefin gayri maddi hak geliri ve varsa bağlı olduğu grubun satış hasılatına göre tescil şartına bağlı olmaksızın belgelendirme usulüne tabi tutmaya,
  • İstisnadan yararlanacak kazancı; bu kazancın elde edilmesine yönelik faaliyetler kapsamında gerçekleştirilen nitelikli harcamaların toplam harcamalara oranına isabet eden kısmı ile sınırlandırmaya,
  • Bu oranı toplam harcama tutarını aşmamak üzere yüzde 30'una kadar artırımlı uygulatmaya, nitelikli ve toplam harcamaları tanımlamaya

yetkili kılınmıştır. 

Bakanlar Kurulu yetkisini kullanarak, 2017/10821 sayılı Kararla, Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerine; gayri maddi hakların satışı, devri veya kiralanmasından kazanç elde etmeleri durumunda, söz konusu gayri maddi haklardan kaynaklanan kazançlar dolayısıyla istisnadan yararlanabilmeleri için bu hakların niteliğine göre ilgili mevzuat çerçevesinde tescile veya kayda yetkili kuruma başvurarak, patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlama zorunluluğu getirilmiştir.

2) Patente eşdeğer belge kabul edilen belgeler 

Kararda, faydalı model belgesi, tasarım tescil belgesi, telif hakkı tescil belgesi, entegre devre topografyası tescil belgesi, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı hakkı tescil belgesi ve benzeri belgeler fonksiyonel olarak “patente eşdeğer belge” olarak kabul edilmiştir.

3) Faaliyeti gerçekleştiren lehine gayri maddi hak doğmaması durumu

Bu düzenleme, sipariş üzerine yapılan ve doğabilecek tüm gayri maddi hakların sözleşme hükümleri çerçevesinde siparişi verene ait olacağı işlerde olduğu gibi faaliyeti gerçekleştiren lehine gayri maddi hak doğmayan durumlarda, mükelleflerin bölgedeki faaliyetleri dolayısıyla elde edeceği kazançları kapsamamaktadır.

4) Telif hakkı tescil belgesine bağlanan yazılım faaliyetleri 

Karar kapsamında, telif hakkı tescil belgesine bağlanan yazılım faaliyetlerinden elde edilen kazançlar istisnadan yararlanmaya devam edebileceklerdir.

5) Bazı tasarım faaliyetlerinden doğan gayri maddi haklardan elde edilen kazançların istisnadan yaralanması 

Son 5 hesap döneminin ortalaması dikkate alınmak suretiyle, gayri maddi haklardan elde edilen yıllık brüt gelirleri 30 milyon Türk Lirasını ve dahil olduğu şirketler grubunun (herhangi bir gruba dahil değilse kendisinin (herhangi bir gruba dahil değilse kendisinin) yıllık net satış hasılatı toplamı 200 milyon Türk Lirasını aşmayan mükelleflerin Ar-Ge faaliyetlerine yönelik patentlenebilirlik kriterlerini (yenilik, buluş basamağı, sanayiye uygulanabilirlik gibi) taşıyan gayri maddi haklardan ve ilgili mevzuat kapsamında aranan şartları haiz tasarım faaliyetlerinden doğan gayri maddi haklardan elde ettikleri kazançları, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından alınan proje bitirme belgesine dayanılarak istisnadan yararlandırılacaktır. Bu durumda patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer bir başka belge aranmayacaktır. Proje bitirme belgesinin düzenlenmesine ilişkin hususlar Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca belirlenecektir.

6) Gayri maddi haklardan kaynaklanan kazançların istisnadan yararlanacak kısmının hesaplanması 

Bu Karar kapsamında, patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanan gayri maddi haklardan kaynaklanan kazançların istisnadan yararlanacak kısmı, kazancı doğuran faaliyet kapsamında gerçekleştirilen nitelikli harcamaların toplam harcamalara oranı kullanılarak hesaplanacaktır. 

Bu hesaplamada dikkate alınacak nitelikli harcamalar gayri maddi hakkın elde edilebilmesi için mükellefin kendisi tarafından yapılan ve gayri maddi hak ile doğrudan bağlantılı harcamalar ile ilişkisiz kişilerden sağlanan ve aynı mahiyeti taşıyan fayda ve hizmet bedellerinin toplamıdır.  

Bu harcamalardan aktifleştirilerek amortismana tabi tutulması gerekenler de gerçekleştirildikleri dönemde amortisman öncesi tutarlarıyla bu hesaplamada dikkate alınacaktır. 

Bu hesaplamada, mükellef tarafından yapılsa dahi faiz giderleri ve bina maliyetleri gibi yürütülen yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyeti ile doğrudan ilişkili olmayan her türlü maliyet unsuru hem toplam harcamalar hem de nitelikli harcamalar dışında tutulacaktır.

İstisnanın uygulanacağı kazanç kısmının tespitinde, gayri maddi hak satın alma bedelleri (lisans ve benzeri bedeller dahil) ve ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri toplam harcama tutarına dahil edilirken, nitelikli harcamalar tutarına dahil edilmeyecektir. Ancak Avrupa Birliğine tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren vergilendirme döneminin sonuna kadar, yurt içinde yerleşik ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri nitelikli harcamalar tutarına dahil edilebilir. Aynı süre içinde, bu bölgelerde faaliyette bulunan bir başka kurumla devir, birleşme veya bölünme işlemine girişilmesi halinde devralınan, birleşilen veya bölünen kurum tarafından daha önce bu bölgelerde yapılmış olan nitelikli harcamalar da aynı muameleye tabi tutulabilecektir. 

Mükellefler nitelikli harcama tutarını yüzde %30’una kadar artırabilecektir. Bu şekilde artırılan nitelikli harcama tutarı toplam harcama tutarını aşamayacaktır.

7) Yürürlük tarihi

Bu Karar, yayımı tarihinden sonra bölgede başlatılacak projelerden elde edilen kazançlar ile bu tarihten önce başlatılmış projelerden 30/6/2021 tarihinden sonra elde edilen kazançlara uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girmektedir. Verginet.net

Perşembe, 19 Ekim 2017 16:08

Vergide Robotik Süreç Otomasyonu

İşyerinde robotların olması düşüncesi başta çağın ötesinde bir durum gibi algılansa da Robotik Süreç Otomasyonu (RSO) bunu günümüzde gerçeğe dönüştürerek hizmetlerin daha hızlı, net ve elverişli bir biçimde sağlanabilmesini mümkün kıldı.

Bir tür “sanal insan” gibi hizmet veren RSO, gereken işlerin yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan manuel süreçlerin aynısının tekrarlanması esasına dayalı bir dizi talimat aracılığıyla çalışıyor.

RSO işletmelere, büyük IT sistemleri kurmaları veya yeni arayüzler geliştirmelerine gerek kalmadan hızlıca hareket etme imkanı verir. RSO çözümleri mevcut iş akışına engel olmadan günlük görevlerin içerisine uyumlu bir şekilde yerleştirilebilirken, çalışanlarla uyum içerisinde hız, doğruluk ve verimliliği artıran fonksiyonlara sahiptir.

Vergi sektörü için Robotik

RSO nispeten kısa bir süre içerisinde kayda değer faydalar sağladığı için vergi profesyonelleri arasında giderek daha fazla rağbet görüyor. RSO yoluyla elde edilebilecek faydalardan bazıları aşağıda yer almaktadır:

  1. Data kalitesi — Manuel müdahaleleri en aza indiren RSO sıkıcı ve detaylı tekrarların takibinde de etkili ve bu sayede insan kaynaklı tekrarlar ve hataların yer almadığı işler ortaya çıkıyor. Bu da vergi profesyonellerinin düzenleyici gereklilikleri yerine getirebilmeleri için yaptıkları işlere çok önemli bir katkı sağlıyor.
  2. İşleyişteki hız — RSO araçları insan mevkidaşlarından farklı olarak kahve molası, yıllık izin ihtiyacı duymuyor ve hastalık nedeniyle işten ayrı kalmıyor. 7/24 çalıştıklarından süreçler hız kazanıyor ve kapasite artışı beraberinde geliyor.
  3. Güvenlik ve süreklilik — RSO insan girdisinden bağımsız işlediğinden organizasyon içerisinde güvenlik tehdidi ve veri ihlali gibi riskleri büyük ölçüde azaltıyor. Buna ek olarak, detaylandırmada süreçler faydalanılan aracın kendi içinde belgelendirildiğinden, ihtiyaç duyulması halinde kriz yönetim süreçleri hızlandırılır ve önemli bilgiler koruma altına alınır.
  4. Çalışan deneyiminin desteklenmesi — RSO yapılması gereken işe tipik insan yaklaşımından daha farklı biçimde odaklandığından diğer görevlerin yanı sıra sonuç analizi, yeni bir anlayış getirme ve stratejik planlama gibi daha karmaşık aktivitelere odaklanabiliyor. Bu ise karşılığında, hem ofisteki hem de evdeki hayata etki eden daha yüksek bir çalışan tatmini sağlıyor.

Katma Değer Vergisi reformunun konuşulduğu ve girişimcileri rahatlatacak, yatırımcıların üzerinde yük olmayacak ve daha efektif gelir sağlayacak bir sistemi aradığımız bugünlerde, özel hesap dönemine sahip mükellefler için kötü bir KDV sürprizi ortaya çıktı.

Maliye Bakanlığı'nın son dönemde yapmış olduğu yorumlarda, özel hesap dönemine sahip mükelleflerin KDV indirim hakkını "takvim yılı" esasına göre kullanabilecekleri kabul edilmektedir.

Sorun Nedir?

Katma Değer Vergisi Kanunun'un indirim hakkını düzenleyen 29/3 maddesinde; "(…) indirim hakkı vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir." hükmü yer almaktadır. 

Bu yasal düzenlemeden anlaşılan KDV indirim hakkının vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği takvim yılının sonuna kadar ve ilgili vesikaların yasal defterlere kaydedilmiş olması şartıyla kullanılabileceğidir.

Ancak Maliye Bakanlığı'nın 5 Mayıs 2014 tarihli ve 15 No'lu KDV Sirkülerinde, gelir veya kurumlar vergisi bakımından özel hesap dönemine tabi olan katma değer vergisi mükelleflerinin yüklendikleri katma değer vergisini özel hesap dönemini aşmamak şartıyla belgelerin kanuni defterlere kaydedildiği tarihte indirmelerinin mümkün olduğunu belirtmişti.

İdare bu yorumu yaparken, Kanun'un 29/3 üncü maddesinin gerekçesine dayanmaktaydı. Şöyle ki; Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29'uncu maddesine 3297 sayılı Kanun'la eklenen 3'üncü fıkranın gerekçesinde katma değer vergisi mükelleflerinin indirim haklarını geç kullanmalarının lehlerine olmadığı belirtilerek gelir ve kurumlar vergisi uygulamaları ile paralellik sağlamak bakımından indirim hakkı kullanımının takvim yılı ile sınırlandığı ifade edilmiştir. Burada amacın gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarıyla paralellik sağlamak olduğu açıktır. Bu nedenle idare yaptığı yorumda özel hesap dönemi mükelleflerinin indirim hakkını kendi hesap dönemlerine göre kullanabileceklerini kabul etmiştir.

Söz konusu 15 No'lu KDV Sirküleri, geçmiş sirkülerlerdeki yorumları tek sirküler halinde toplayan ve önceki sirkülerleri yürürlükten kaldıran 60 No'lu KDV Sirküleri ile birlikte yürürlükten kaldırıldı. Ancak,15 No'lu sirküler diğer tüm sirkülerlerle birlikte yürürlükten kaldırılırken, açıklama getirdiği özel hesap döneminde vergi indirim hakkının kullanımına ilişkin yeni sirkülerde ve sonraki sirkülerlerde yeni bir yorum yapılmadı.

Mevcut durumda Vergi İdaresi, 15 No'lu Sirkülerin kaldırılmış olmasına dayanarak, artık KDV Kanunu'ndaki "takvim yılı" ifadesine bağlı kalarak, özel hesap dönemine tabi mükelleflerin vergi indirim hakkını kendi hesap dönemleri içinde değil, takvim yılı içinde kullanabileceklerini belirtmektedir. Bu yoruma KDV iadesi almakta olan özel hesap dönemine tabi mükelleflere gönderilen eksiklik yazılarında yer verilmekte ve buna göre düzeltme yapmaları talep edilmektedir.    

İdarenin bu yaklaşımı, 29/3'üncü maddenin gerekçesinde yer alan gelir ve kurumlar vergisi ile paralellik sağlama amacına terstir.

Buna göre, örneğin; 1 Nisan 2017– 31 Mart 2018 arası özel hesap dönemine tabi bir mükellef Aralık 2017 tarihli bir faturası eline geç ulaştığı için bu faturayı Ocak 2018 dönemi içinde kayıtlarına alırsa, takvim yılı aşılmış olduğu için KDV indirim hakkını kaybetmiş olacaktır. Faturadaki teslim/hizmet tutarı aynı hesap dönemi kayıtlarına alındığı için kurumlar vergisi bakımından yasal gider kabul edilebilecek olsa da KDV'nin indirim hakkı kaybedilmiş olacaktır. Bu durumda söz konusu KDV'nin gider olarak kabul edilmesi gerekecektir.

Sorumlu Vergicilik Bakışıyla…

Maliye Bakanlığı'nın daha önce 15 No'lu KDV Sirküleri ile yasa hükmünün konuluş amacına uygun olarak yaptığı yorumla mesele çözülmüşken gelinen noktada yapılan yeni yorumun herkes için sürpriz olduğunu belirtmek isteriz. Bu durum vergi sistemimizin belirlilik ve öngörülebilirlik niteliklerini zedelemektedir.

Öte yandan, Sirkülerler Vergi Hukuku içinde bir idari düzenleme aracı değil, bir yorum ve izahat kaynağıdır. Vergi Usul Kanunu'nun 413'üncü maddesinde Sirkülerin bu niteliği açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla, yasal bir değişiklik olmadan, sirküler ile getirilen bir yorumun yeni ve başka bir yorum ile açıkça değiştirilmeden, sadece sirkülerin yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle geçerliliğini yitirmeyeceğini ve yasayı yorumlamak isteyenlerin 15 No'lu Sirkülerdeki yorumu referans alabileceğini düşünmekteyiz.

İdare, düzenleme yetkisini kararname, tebliğ ve yönetmeliklerle ya da genelgelerle kullanabilmektedir. Bir uygulamaya yön vermek amacı ile kararname, tebliğ, genelge, yönetmeliklerle yaptığı bir düzenleme, bu metinlerin yürürlükten kaldırılması halinde yürürlükten kalkabilir. Ancak Sirkülerler bir yorum aracı olup düzenleme getirmezler. Danıştay'ın içtihatlarında da – idarenin yetkisini aşıp sirküler ile düzenleme yaptığı haller hariç – sirkülere karşı dava açılamayacağı kabul edilmektedir. Zira, sirkülerler muktezalar gibi idari işlem niteliğinde olmayan ve sadece bir konuda görüş açıklayan, yorum getiren hukuki metinlerdir.

Diğer yandan, KDV Kanunu'nun yeniden ele alındığı ve sisteme ilişkin esaslı değişikliklerin konuşulduğu bu ortamda, vergi indirim hakkını takvim yılı ile sınırlayan düzenlemenin (Kanun'un 29/3'ncü maddesi) tamamen yürürlükten kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. KDV indirim hakkı ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği dönemde ve tarh zamanaşımı süresi içinde kullanılabilmelidir. Böyle bir uygulama KDV'nin özüne daha uygun olacaktır. M. Yavuz Öner   https://www.kpmgvergi.com

213 sayılı VUK’nun  hükümlerine göre, Maliye Bakanlığının verdiği yetkiye istinaden 173 Seri Nolu Genel Tebliğ ile “ambar tesellüm fişleri” kullanılması zorunluluğu getirilmiştir.   Bu fişlerin kullanılması konusunda  nakliyat ambarları  bu fişleri taşıdıkları yük ve eşyalar için  kullanmak zorundadırlar.

Yasal düzenleme gereği VUK mük. 257. maddesine göre, Maliye Bakanlığı  ekonomik ve ticari faaliyetlerin durumlarını göz önüne alarak  kanundaki yetkiye dayalı olarak  bazı belgelerin kullanılması konusunda yetkilidir.  Buna göre Maliye Bakanlığı  ambar tesellüm fişi, adisyon gibi belgeleri  VUK hükümlerine göre mükelleflere kullandırabilmektedir.

Ambar tesellüm fişleri, nakliyat ambarlarınca birden  çok kişinin eşya veya yükleri ile ilgili bir tek taşıtla nakledilmesi ve  malın giriş ve çıkışı arasında  geçen süreden kaynaklanan  problemleri çözmek amacıyla getirilmiş bir uygulamadır. Ambar tesellüm fişi birden çok kişinin eşyasını taşıyan  nakliyat ambarlarının her bir kişi için taşıma irsaliyesi düzenleyerek araçta bulundurma zorunluluğunu kaldırmak için 173 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği ile ihdas edilmiştir.

Buna göre, daha sonra nakledilmek üzere kendilerine mal teslim edilen  nakliyat  ambarları müteselsil  sıra ve seri nolu olarak 3 nüsha  düzenleyecekleri ambar tesellüm fişinin bir nüshasını malı taşıttırana, bir nüshasını aracın sürücüsüne verecekler ve bir nüshasını da ambarlarında saklayacaklardır. Fişin taşıtın sürücüsünde  kalan nüshası taşıma irsaliyesi yerine  geçmektedir.

Birden fazla kişiye ait ve tek bir taşıtla taşınan mallara ilişkin olarak, malları taşınan  kişilerce alıcıların ad ve soyadlarının ayrı ayrı yazıldığı ve taşıma irsaliyesinin ihtiva etmesi gereken bilgileri içeren bir liste biçiminde ayrı bir taşıma irsaliyesi düzenlenecektir. Ayrıca bu taşıma listesine ambar tesellüm fişlerinin bir örneği ile malı taşınanlar tarafından düzenlenen sevk irsaliyelerinin bir nüshası da eklenecektir.

Öte yandan,  taşıtta bir kişiye ait bir malın taşınması durumunda  taşıtta “sevk  irsaliyesi” ile “taşıma irsaliyesi” bulundurulacak ayrıca ambar tesellüm fişi düzenlenmeyecektir.  Yaygın denetimler sırasında denetim elemanlarına bu belgeler ibraz edilecektir.

Ambar tesellüm fişlerinde hangi bilgilerin bulunacağı 173 ve 206 Sıra Nolu VUK Genel Tebliğlerinde ayrıntılı olarak  açıklanmıştır. Ayrıca bu belge genel tebliğde belirtilen ölçülere uygun  olmak üzere “anlaşmalı  matbaalarda” bastırılacak veya noter tasdikli olarak   da  kullanılabilecektir.     

Yargıya yansıyan bir olayda, yapılan vergi denetimleri sırasında düzenlenen tutanağa göre  müşteriye ait kargonun  sevki sırasında sevk irsaliyesi ve ambar tesellüm fişinin ibraz edilmediğinin tespiti üzerine  kargo şirketi adına özel usulsüzlük cezası  kesilmiştir.  kargo şirketi bu cezaya karşı dava açmış olup,  neticede yargı tarafından  verilen kararda  kargo şirketi adına kesilen ceza kaldırılmıştır. [1]

Kararın gerekçesi  aşağıda olduğu gibidir:

“Kargo ile taşımacılık  yapılan emtialar için ambar tesellüm fişi düzenlenmediği, toplu taşıma irsaliyesi  kullanıldığı,  sevk  edilen emtiaların bu toplu taşıma irsaliyesine bağlandığı,  sevk edilen emtiaya ilişkin  sevk irsaliyesi  fatura vb. gibi belgelerinde alıcısına  intikal ettirilmek üzere aracın kapalı bir bölümünde muhafaza  edildiği veya bu belgelerin taşınan paketin veya kargonun içerisinde bulunduğu  açıktır.

Toplu taşıma irsaliyesinde kargonun çıkış yerinin varış merkezinin ve fatura numarasının yer aldığı bu haliyle belge düzeni konusunda araçlarının gerçekleştiği dikkate alındığında, ayrıca taşınan her bir emtiaya  ait sevk irsaliyesinin ibrası gerekmediğinden, sevk irsaliyesi ve ambar tesellüm fişi ibrazı gerekmediği gerekçesiyle kesilen özel usulsüzlük cezasında isabet görülmemiştir.

Danıştay 4. Dairesinin 10.03.1997 gün ve E:1995/4140-K:1997/810 sayılı kararı da bu yöndedir.”

Sonuç olarak, yaygın vergi denetimlerinde  denetim elemanlarına ibraz edilmeyen  belgelerle ilgili olarak kesilen cezalar için açılan davalarda  yargının görüşü  düzenlenen tutanaklardaki imzaların  yetkili kişilere ait olmadığı, sürücülerin tarafından imzalanan tutanaklarda ise şirketi temsile yetkili olmayan sürücülerin  imzaladıkları tutanaklara göre de  ceza kesilmesinin hukuka uyarlı olmadığına ilişkin kararları  bulunmaktadır. [2] Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Ambar_tesellum_fisinin__yaygin_denetimlerde_ibraz_edilmemesi_ve_kesilen_cezalar-14697.htm


[1] İstanbul 5. Vergi Mahkemesi kararı, 6.11.1997 gün ve E:1997/740-K:1997/1369 sayılı kararları.

[2] İzmir 2. Vergi Mahkemesi kararı,  29.09.2006 gün ve E:2006/465-K:2006/893 sayılı kararları. 

Perşembe, 19 Ekim 2017 10:08

Torba Tasarısındaki Vergi Düzenlemeleri

27 Eylül 2017 tarihine Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ”Bazı Vergi Kanunları ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” halen Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte olup, Komisyon’un kabul ettiği düzenlemeler ile gelir ve kurumlar vergisi kanunlarında yapılması öngörülen önemli değişiklikler aşağıda özet olarak yer almaktadır:

Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılacak değişiklikler

• GVK’nın 74. maddesinde yer alan ve kira gelirleri (gayrimenkul sermaye iradı) için mükelleflerin gerçek giderleri yerine uygulayabilecekleri götürü gider oranının yüzde 25’ten yüzde 15’e düşürülmesi öngörülmektedir. Tasarıda bu düzenlemenin 1 Ocak 2017 tarihinden itibaren elde edilen gelirlere uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmektedir.

• Gelir vergisi tarifesinde 3. gelir dilimine uygulanan yüzde 27’ lik vergi oranının yüzde 30’ a çıkarılması ile ilgili madde tasarıdan çıkartılmıştır.

2017 yılı Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarına ilişkin net ücretleri gelir vergisi tarifesi nedeniyle 1.404,06 TL’nin altına düşenler için 1.404,06 TL’nin altına düşen tutarın ilave asgari geçim indirimi yoluyla telafisi imkanının getirilmesi öngörülmektedir.

Bu düzenleme 1 Eylül 2017 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girecektir.

• Tam mükellef kurumlar tarafından elde edildiği hesap dönemine ilişkin kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken ayı izleyen ikinci ayın sonuna kadar (hesap dönemi takvim yılı olan mükellefler için Haziran sonuna kadar) sermayeye eklenmeyen ve/veya kâr dağıtımına konu edilmeyen dağıtılabilir kurum kazançları üzerinden tevkifat yapılmasını öngören ve tevkifat oranının kamuoyuna yüzde 1 olacağı açıklanan madde tasarıdan çıkartılmıştır.

Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yapılacak değişiklikler

-Bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finasman şirketleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri için kurumlar vergisi oranının yüzde 20’den yüzde 22’ye çıkarılmasını öngören madde tasarıdan çıkartılmıştır.

Gerek bu maddenin gerekse dağıtılmayan karlardan tevkifat yapılmasını öngören maddenin tasarıdan çıkartılması üzerine, tasarıya eklenen bir madde ile; tüm kurumlar vergisi mükelleflerine uygulanmak üzere, 2018, 2019 ve 2020 yılı vergilendirme dönemlerine (özel hesap dönemi tayin edilen kurumlar için ilgili yıl içinde başlayan hesap dönemlerine) ait kurum kazançları için kurumlar vergisi oranı yüzde 22’ye çıkartılmıştır. Ayrıca, anılan maddede Bakanlar Kurulu’na bu yüzde 22 oranını yüzde 20 oranına kadar indirmeye yetki verilmiştir.

Taşınmazların (gayrimenkuller) satışından sağlanan kazanca uygulanan yüzde 75’lik istisna oranının yüzde 50’ye düşürülmesi öngörülmektedir. Bu hüküm Kanun’un yayım tarihinde yürürlüğe girecektir. (İştirak hisseleri ile maddedeki diğer varlıkların satış kazancındaki istisna oranında ise herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)

Tasarı aynen yasalaşırsa yukarıdaki hüküm yayım tarihinde yürürlüğe girecektir.

• Tasarı ile sadece bankalara olan borçlar için uygulanan KVK’nın 5. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (f) bendinde yer alan istisna hükmünün kapsamı, finansal kiralama ve finansman şirketlerine olan borçları da kapsayacak şekilde genişletilmektedir. Bu genişletme hükmü 1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Ayrıca gayrimenkul satış kazancına ilişkin istisna oranında olduğu gibi bu bent kapsamında söz konusu kurumlar (Banka, finansal kiralama ve finansman şirketleri) tarafından gerçekleştirilen taşınmaz satışlarında uygulanan yüzde 75’lik istisna oranı yüzde 50’ye düşürülmektedir. Bankalara bu kapsamda yapılacak satışlar için yüzde 50 oranı Yasa’nın yayımlandığı tarihte, diğer 1 kurumlar için ise Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girecektir.

• Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 32/A maddesi hükmü uyarınca, Ekonomi Bakanlığı tarafından teşvik belgesine bağlanan yatırımlardan elde edilen kazançlar, yatırımın kısmen veya tamamen işletilmesine başlanılan hesap döneminden itibaren yatırıma katkı tutarına ulaşıncaya kadar indirimli oranlar üzerinden kurumlar vergisine tabi tutulmaktadır. Keza, yatırım döneminde kurumun diğer faaliyetlerinden elde edilen kazançlarına da yatırıma katkı tutarına mahsuben, toplam yatırıma katkı tutarının yüzde 50’sini ve gerçekleştirilen yatırım harcaması tutarını geçmemek üzere; indirimli kurumlar vergisi oranı uygulanabilmektedir. Bakanlar Kurulu bu yüzde 50 oranını, belli bölgeler itibarıyla yüzde 55’i, yatırım tutarı 50 milyon Türk Lirası’nı aşan büyük ölçekli yatırımlarda ise yüzde 65’i geçmemek üzere belirlemeye ve kurumlar vergisi oranını yüzde 90’a kadar indirimli uygulatmaya yetkiliydi. Bu oranlar, KVK’ya eklenen geçici 9. maddeyle mükelleflerin 2017 takvim yılında gerçekleştirdikleri imalat sanayiine yönelik yatırım teşvik belgesi kapsamındaki yatırım harcamaları için, sırasıyla “yüzde 70”, “yüzde 80” ve “yüzde 100” şeklinde ve yatırım döneminde kurumun diğer faaliyetlerinden elde edilen kazançlarına uygulanan yatırıma katkı tutarıyla ilgili “yüzde 50” şeklinde yer alan kanuni oran ise “yüzde 100” şeklinde uygulanmaktaydı.

Torba Tasarı’daki düzenlemeyle, 2017 yılında uygulanan yukarıdaki oranların 2018 yılında da uygulanmasına imkan sağlanmaktadır.

• Kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetinde ortak dışı işlemlerden ne anlaşılması gerektiği yeniden düzenlenmekte ve ortak dışı işlem kabul edilmeyen işlemler sıralanmaktadır. İlgili hükümlerin 1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülmektedir. Keza bu değişikliğe paralel olarak, KVK’nın 5. maddesinde yer alan “risturn istisnası” hükmünde de değişiklik yapılmaktadır.

Öte yandan tasarı ile 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Kanunu’nun 16. maddesinde yapılan değişiklikle; finans sektöründe faaliyette bulunan finansal kiralama ve finansman şirketlerinin de bankalarda olduğu gibi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre ayırdıkları özel karşılıkların kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılması sağlanmaktadır. Bu düzenleme 01.01.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir.

Katma Değer Vergisi Kanunu’nda yapılacak değişiklikler:

■ Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 9/1’inci maddesine göre, mükellefin Türkiye içinde ikametgâhının, iş yerinin, kanuni merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığı vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutma yetkisine sahiptir.

İkametgâhı, iş yeri, kanuni merkezi ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayanların Türkiye’de yaptığı hizmetler ile bunların yurt dışında yaptığı ancak Türkiye’de faydalanılan hizmetler KDV’ye tabi olacaktır. Bu gibi hizmet ifalarında mükellef, esas olarak hizmeti ifa eden olmakla birlikte, Türkiye’de ikametgâhı, iş yeri, kanuni merkezi ve iş merkezi bulunmadığından, KDV’nin tamamı, hizmetten faydalanan yurt içindeki muhatap tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilip ödenecektir. KDV Uygulama Genel Tebliği’nde açıklandığı üzere; KDV’nin sorumlu sıfatıyla beyan edilmesi için hizmetten Türkiye’de faydalanan muhatabın KDV mükellefi olması şart değildir. KDV mükellefiyeti bulunmayanlar da söz konusu hizmetler nedeniyle KDV tevkifatı yaparak 2 No.lu KDV beyannamesi ile beyan etmek ve ödemek zorundadır.

Torba Kanun Tasarısı ile getirilen madde hükmü ile özellikle elektronik ticaret yoluyla ülkemizde gelir elde eden, kazanç elde eden global şirketler başta olmak üzere, internet şirketlerinin Türkiye’de KDV bakımından vergi ödemelerini sağlamak amacıyla sorumluluk esasına dayalı bu sistemi değiştirmek ve Türkiye’de ikametgahı, iş yeri, kanuni merkezi ve iş merkezi bulunmayanlar tarafından katma değer vergisi mükellefi olmayan gerçek kişilere elektronik ortamda sunulan hizmetlere ilişkin katma değer vergisinin bu hizmetleri sunanlar tarafından beyan edilip ödenmesi öngörülmektedir.

■ Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Eğitimde Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında yapılan ithalatlar ile bu proje kapsamında Bakanlığa yapılan mal teslimleri ve hizmet ifalarının istisna kapsamına alınması öngörülmektedir.

■ Tasarı ile uluslararası roaming anlaşmaları çerçevesinde yurt dışından alınan roaming hizmetleri ile bu hizmetlerin Türkiye’deki müşterilere yansıtılması faaliyetlerinin istisna kapsamına alınması öngörülmektedir.

■ Bankalara borçlu olanlar ile kefillerinin borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallerinde yapılan satılar dahil) bankalara devir ve teslimleri KDV’den istisnadır. Bu istisnanın uygulanabilmesi için iştirak hisseleri ile taşınmazların iki yıl aktifte bulundurulması gerekmemektedir.

Torba Kanun Tasarı ile; sadece bankalara olan borçlar için uygulanan KDV Kanunu’nun 17/4/r maddesinde yer alan bu istisna hükmünün kapsamı, finansal kiralama ve finansman şirketlerine olan borçları da kapsayacak şekilde genişletilmekte ve bunlara borçlu olanlar ile kefillerinin borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisselerinin bunlara devir ve teslimlerinin de KDV’den istisna olması sağlanmaktadır. Öte yandan, bankalar KDV mükellefi olmayıp, banka ve sigorta vergisi mükellefidirler. KDV Kanunu’ndaki mevcut düzenleme uyarınca, banka ve sigorta muameleleri vergisi kapsamına giren işlemler katma değer vergisinden istisna olup, bankalarca devralınan taşınmaz ve iştirak hisselerinin bankalar tarafından devir ve teslimleri de katma değer vergisinden istisnadır. Torba Kanun Tasarısıyla, finansal kiralama ve finansman şirketlerince, bunlara borçlu olanlar ile kefillerinin borçlarına karşılık aldıkları taşınmaz ve iştirak hisselerinin finansal kiralama ve finansman şirketlerince devir ve teslimi de katma değer vergisinden istisna edilmektedir.

■ KDV Kanunu’nun geçici 37. maddesi hükmü uyarınca;

a) Asgari 50 milyon Türk Lirası tutarında sabit yatırım öngörülen yatırımlara ilişkin inşaat işleri nedeniyle 2017 yılında yüklenilen ve 2017 yılının altı aylık dönemleri itibarıyla indirim yoluyla telafi edilemeyen katma değer vergisi altı aylık dönemleri izleyen bir yıl içerisinde,

b) 50 milyon Türk Lirası tutarına kadar sabit yatırım öngörülen yatırımlara ilişkin inşaat işleri nedeniyle 2017 yılında yüklenilen ve 2017 yılı sonuna kadar indirim yoluyla telafi edilemeyen katma değer vergisi izleyen yıl içerisinde, talep edilmesi halinde belge sahibi mükellefe iade olunabilmektedir. Teşvik belgesine konu yatırımın tamamlanmaması halinde, iade edilen vergiler, vergi ziyaı cezası uygulanarak iade tarihinden itibaren gecikme faizi ile birlikte tahsil edilecektir.

İmalat sanayiine yönelik teşvik belgeli yatırımlar kapsamında yapılan inşaat işleri harcamaları nedeniyle yüklenilen ancak indirim yoluyla telafi edilemeyen KDV tutarlarına ilişkin bu iade hakkının 2018 yılını da kapsayacak şekilde genişletilmesi öngörülmektedir. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

https://www.dunya.com/kose-yazisi/torba-kanun-tasarisindaki-bazi-vergi-duzenlemelerinde-son-durum/386963

Perşembe, 19 Ekim 2017 10:03

Yurtdışı Borçlanma Da Ssk Göstergesi

Yurtdışı borçlanması yapacak olanlar zamsız borçlanma ödeme için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.

70 gün kadar süreniz kaldı.

Bu süre sonunda yurtdışı borçlanma zamlanacaktır.

2017 yılı için ödeme rakamları günlüğü aşağıda tablo da mevcuttur.

TUTAR

TUTAR

1.777,50

AYLIK

13.331,40

59,25

GÜNLÜK

444,38

18,96

BORÇLANMA

142,20

568,80

AYLIK

4.266,05

6.825,60

YILLIK

51.192,58

Özellikle yurtdışı borçlanma da gösterge dediğimiz 4/a’lılar için maaş hesaplama esasına hakim olmayanlar borçlanma yapanlara fazla para öde diyerek mağdur olmalarına neden olunuyor.

Borçlanma yapanlar bugün borçlanma tutarı ile geçmişi satın alıyor.

Netice de SSK aylık bağlama esaslarından biri olan gösterge hesaplamasını bilmeyenin yanlış yönlendirmesiyle yüksek maaş alacağım ümit ederek düşük emekli aylığına razı oluyor.

Her borçlanma yılının kendine özgü gösterge rakamına etki eden katsayıları var. Siz bu katsayıları bilmiyorsanız, kılavuz diye danışmanlık aldığınız kişi de yeterli donanıma sahip değilse çok para az maaş, az para çok maaş felsefesini zaten bilmezsiniz.

Borçlanma tutarı tarihi ayrı, ödeme tarihi ayrı orantılaması ayrı ve onun kazanç güncellenmesi ayrı, katsayı aşarsa ödediğiniz borçlanmanın etkisi ayrı dikkate alınır.

Sonuçta Dimyat’a pirinç misali evde pilavlık pirinci bırakın, buğday ve bulgur kalmaz.

15175 göstergenin üst sınır olduğu dönemde SSK..1.958,00 TL. emekli aylığı(2018 için)

9475 gösterge karşı...1.711,00 TL. emekli aylığı(2018 için)

Ezbere değil, danışarak iş yapınız....

Not: Hesaplama 3600 güne göre 99 öncesi kazançlar dikkate alınarak yapılmıştır.(2000 sonrası çalışmalar yok) Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8927

Perşembe, 19 Ekim 2017 00:00

7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu

25 Ekim 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30221 

Kanun No. 7036

Kabul Tarihi: 12/10/2017

Amaç

MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; iş mahkemelerinin kuruluş, görev, yetki ve yargılama usulünü düzenlemektir.

İş mahkemelerinin kuruluşu

MADDE 2- (1) İş mahkemeleri, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü alınarak, tek hâkimli ve asliye mahkemesi derecesinde Adalet Bakanlığınca lüzum görülen yerlerde kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun hükümlerine göre belirlenir.

(2) İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde iş mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. İhtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak, daireler arasındaki iş dağılımı Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmak zorundadır.

(3) İş mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince, bu Kanundaki usul ve esaslara göre bakılır.

Dava şartı olarak arabuluculuk

MADDE 3- (1) Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.

(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.

(3) İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Arabuluculuk Daire Başkanlığı, sicile kayıtlı arabuluculardan bu madde uyarınca arabuluculuk yapmak isteyenleri, varsa uzmanlık alanlarını da belirterek, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listeler ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına bildirir. Komisyon başkanlıkları, bu listeleri kendi yargı çevrelerindeki arabuluculuk bürolarına, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirecekleri sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğüne gönderir.

(5) Başvuru karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılır.

(6) Arabulucu, komisyon başkanlıklarına bildirilen listeden büro tarafından belirlenir. Ancak tarafların listede yer alan herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşmaları hâlinde bu arabulucu görevlendirilir.

(7) Başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verir. Büro, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini araştırmaya da yetkilidir. İlgili kurum ve kuruluşlar, büro tarafından talep edilen bilgi ve belgeleri vermekle yükümlüdür.

(8) Taraflara ait iletişim bilgileri, görevlendirilen arabulucuya büro tarafından verilir. Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder.  Bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlar.

(9) Arabulucu, görevlendirmeyi yapan büronun yetkili olup olmadığını kendiliğinden dikkate alamaz. Karşı taraf en geç ilk toplantıda, yerleşim yeri ve işin yapıldığı yere ilişkin belgelerini sunmak suretiyle arabuluculuk bürosunun yetkisine itiraz edebilir. Bu durumda arabulucu, dosyayı derhâl ilgili sulh hukuk mahkemesine gönderilmek üzere büroya teslim eder. Mahkeme, harç alınmaksızın dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda yetkili büroyu kesin olarak karara bağlar ve dosyayı büroya iade eder. Mahkeme kararı büro tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca taraflara tebliğ edilir. Yetki itirazının reddi durumunda aynı arabulucu yeniden görevlendirilir ve onuncu fıkrada belirtilen süreler yeni görevlendirme tarihinden başlar. Yetki itirazının kabulü durumunda ise kararın tebliğinden itibaren bir hafta içinde yetkili büroya başvurulabilir. Bu takdirde yetkisiz büroya başvurma tarihi yetkili büroya başvurma tarihi olarak kabul edilir. Yetkili büro, altıncı fıkra uyarınca arabulucu görevlendirir.

(10) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

(11) Arabulucu, taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

(12) Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(13) Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin İkinci Kısmına göre aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde karşılanır. Bu durumda ücret, Tarifenin Birinci Kısmında belirlenen iki saatlik ücret tutarından az olamaz. İşe iade talebiyle yapılan görüşmelerde tarafların anlaşmaları durumunda, arabulucuya ödenecek ücretin belirlenmesinde işçiye işe başlatılmaması hâlinde ödenecek tazminat miktarı ile çalıştırılmadığı süre için ödenecek ücret ve diğer haklarının toplamı, Tarifenin İkinci Kısmı uyarınca üzerinde anlaşılan miktar olarak kabul edilir.

(14) Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya iki saatten az süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâllerinde, iki saatlik ücret tutarı Tarifenin Birinci Kısmına göre Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenir. İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati aşan kısma ilişkin ücret aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde Tarifenin Birinci Kısmına göre karşılanır. Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılır.

(15) Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.

(16) Bu madde uyarınca arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderler; arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşma uyarınca taraflarca ödenmek, anlaşmaya varılamaması hâlinde ise ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır.

(17) Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez.

(18) Arabuluculuk görüşmelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. İşverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı da görüşmelerde işvereni temsil edebilir ve son tutanağı imzalayabilir.

(19) Arabuluculuk görüşmeleri, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, arabulucuyu görevlendiren büronun bağlı bulunduğu adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun yetki alanı içinde yürütülür.

(20) 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda düzenlenen gazeteci ile 20/4/1967 tarihli ve 854 sayılı Deniz İş Kanununda düzenlenen gemiadamı, bu madde kapsamında işçi sayılır.

(21) Bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde niteliğine uygun düştüğü ölçüde 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu hükümleri uygulanır.

(22) Arabuluculuğa başvuru usulü, arabulucunun görevlendirilmesi ve arabuluculuk görüşmelerine ilişkin diğer hususlar Adalet Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.

Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuru zorunluluğu

MADDE 4- (1) 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurulması zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan başvuruya altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.

(2) Hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talebi ile işveren aleyhine açılan davalarda, dava Kuruma resen ihbar edilir. İhbar üzerine davaya davalı yanında ferî müdahil olarak katılan Kurum, yanında katıldığı taraf başvurmasa dahi kanun yoluna başvurabilir. Kurum, yargılama sonucu verilecek kararı kesinleştikten sonra uygulamakla yükümlüdür.

Görev

MADDE 5- (1) İş mahkemeleri;

a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,

b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,

c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara,

ilişkin dava ve işlere bakar.

Yetki

MADDE 6- (1) İş mahkemelerinde açılacak davalarda yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi ile işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesidir.

(2) Davalı birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

(3) İş kazasından doğan tazminat davalarında, iş kazasının veya zararın meydana geldiği yer ile zarar gören işçinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.

(4) İş mahkemelerinin yetkilerine ilişkin olarak diğer kanunlarda yer alan hükümler saklıdır.

(5) Bu madde hükümlerine aykırı yetki sözleşmeleri geçersizdir.

Yargılama usulü ve kanun yolları

MADDE 7- (1) İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

(2) Davaların yığılması hâlinde, her bir talebe ilişkin vakıalar bakımından ispat yükü ve deliller ayrı ayrı değerlendirilir.

(3) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır.

(4) Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar.

(5) Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca ivedilikle karara bağlanır.

Temyiz edilemeyen kararlar

MADDE 8- (1) Diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, aşağıda belirtilen dava ve işlerde verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:

a) 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar.

b) İşveren tarafından toplu iş sözleşmesi veya işyeri düzenlemeleri uyarınca işçiye verilen disiplin cezalarının iptali için açılan davalarda verilen kararlar.

c) 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun;

1) 24 üncü maddesinin birinci ve beşinci fıkraları,

2) 34 üncü maddesinin dördüncü fıkrası,

3) 53 üncü maddesinin birinci fıkrası,

4) 71 inci maddesinin birinci fıkrası,

kapsamında açılan davalarda verilen kararlar.

ç) 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun;

1) 10 uncu maddesinin sekizinci fıkrası,

2) 14 üncü maddesinin dördüncü fıkrası,

kapsamında açılan davalarda verilen kararlar.

Hüküm bulunmayan hâller

MADDE 9- (1) Bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde 6100 sayılı Kanun hükümleri uygulanır.

Yürürlükten kaldırılan hükümler 

MADDE 10- (1) 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 5521 sayılı Kanuna yapılan atıflar, bu Kanuna yapılmış sayılır.

MADDE 11- 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 20 nci maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir.”

“Dava ivedilikle sonuçlandırılır. Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir.”

MADDE 12- 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine üçüncü ve mevcut beşinci fıkralarından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Mahkeme veya özel hakem, ikinci fıkrada düzenlenen tazminat ile üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirler.”

“Arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların, işçinin işe başlatılması konusunda anlaşmaları hâlinde;

a) İşe başlatma tarihini,

b) Üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakların parasal miktarını,

c) İşçinin işe başlatılmaması durumunda ikinci fıkrada düzenlenen tazminatın parasal miktarını,

belirlemeleri zorunludur. Aksi takdirde anlaşma sağlanamamış sayılır ve son tutanak buna göre düzenlenir. İşçinin kararlaştırılan tarihte işe başlamaması hâlinde fesih geçerli hâle gelir ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.”

MADDE 13- 4857 sayılı Kanunun 91 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İşçilerin kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin başvuruları üzerine, iş sözleşmesinin devam etmesi kaydıyla birinci fıkra hükmü uyarınca işlem yapılabilir.”

MADDE 14- 4857 sayılı Kanunun 92 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ve işçi şikayetlerini inceleyen bölge müdürlüğü memurları” ibaresi ile üçüncü fıkrasında yer alan “ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

MADDE 15- 4857 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Zamanaşımı süresi

EK MADDE 3- İş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti ve aşağıda belirtilen tazminatların zamanaşımı süresi beş yıldır.

a) Kıdem tazminatı.

b) İş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat.

c) Kötüniyet tazminatı.

d) İş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat.”

MADDE 16- 4857 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 8- Ek 3 üncü madde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra sona eren iş sözleşmelerinden kaynaklanan yıllık izin ücreti ve tazminatlar hakkında uygulanır.

Ek 3 üncü maddede belirtilen yıllık izin ücreti ve tazminatlar için bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı süreleri, değişiklikten önceki hükümlere tabi olmaya devam eder. Ancak, zamanaşımı süresinin henüz dolmamış kısmı, ek 3 üncü maddede öngörülen süreden uzun ise, ek 3 üncü maddede öngörülen sürenin geçmesiyle zamanaşımı süresi dolmuş olur.”

MADDE 17- 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “gerçekleştiren,” ibaresinden sonra gelmek üzere “tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen,” ibaresi ve (d) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiş ve diğer bentler buna göre teselsül ettirilmiştir.

“e) İdare: 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde yer alan idare ve kurumlar ile 5018 sayılı Kanunda tanımlanan mahalli idareler ve bu idareler tarafından kurulan işletmeleri, özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmelerini, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıkları,”

MADDE 18- 6325 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “taraflar da” ibaresi “taraflar ve görüşmelere katılan diğer kişiler de” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 19- 6325 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Daire Başkanlığı, arabulucuların uzmanlık alanlarını ve uzmanlığa ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”

MADDE 20- 6325 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 21- 6325 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Arabuluculuk ücretini karşılamak için adli yardıma ihtiyaç duyan taraf, arabuluculuk bürosunun bulunduğu yerdeki sulh hukuk mahkemesinin kararıyla adli yardımdan yararlanabilir. Bu konuda 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334 ila 340 ıncı maddeleri kıyasen uygulanır.”

MADDE 22- 6325 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(6) Arabuluculuk müzakerelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. Uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişiler de müzakerelerde hazır bulundurulabilir.”

“(7) Tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde arabulucu bir çözüm önerisinde bulunabilir.

(8) Arabuluculuk müzakerelerinde idareyi, üst yönetici tarafından belirlenen iki üye ile hukuk birimi amiri veya onun belirleyeceği bir avukat ya da hukuk müşavirinden oluşan komisyon temsil eder. Komisyon, arabuluculuk müzakereleri sonunda gerekçeli bir rapor düzenler ve beş yıl boyunca saklar.

(9) Komisyon üyelerinin arabuluculuk faaliyeti kapsamında yaptıkları işler ve aldıkları kararlar sebebiyle açılacak tazminat davaları, ancak Devlet aleyhine açılabilir. Devlet ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan üyelere ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.

(10) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir.”

MADDE 23- 6325 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde ve ikinci fıkrasında yer alan “taraflar veya vekillerince” ibareleri “taraflar, kanuni temsilcileri veya avukatlarınca” şeklinde değiştirilmiştir.

“d) Uyuşmazlığın arabuluculuğa elverişli olmadığının tespit edilmesi.”

MADDE 24- 6325 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “asıl uyuşmazlık hakkındaki görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden” ibaresi “arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden” şeklinde ve üçüncü fıkrasında yer alan “üzerinden de yapılabilir” ibaresi “üzerinden yapılır” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(4) Taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır.

(5) Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.”

MADDE 25- 6325 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, (e) bendinde yer alan “ve uygulamalı” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

ç) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma, yalan tanıklık ve yalan yere yemin suçlarından mahkûm olmamak,

“(4) Daire Başkanlığı, sicile kayıtlı arabulucuları, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listeler ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına gönderir. Bir arabulucu, en fazla üç komisyon listesine kaydolabilir.”

MADDE 26- 6325 sayılı Kanunun 28 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Arabuluculuğa başvuranları bilgilendirmek, arabulucuları görevlendirmek ve kanunla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere Bakanlık tarafından uygun görülen adliyelerde arabuluculuk büroları kurulur. Adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu tarafından, münhasıran bu bürolarda çalışmak üzere bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel görevlendirilir. Arabuluculuk büroları, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenen sulh hukuk hâkiminin gözetim ve denetimi altında görev yapar. Arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde bu büroların görevi, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca görevlendirilen sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğü tarafından ilgili hâkimin gözetim ve denetimi altında yerine getirilir.”

MADDE 27- 6325 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” ibaresi “Hâkimler ve Savcılar Kurulu” şeklinde değiştirilmiş, (g) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bentler eklenmiş, diğer bentler buna göre teselsül ettirilmiş ve mevcut (h) bendinde yer alan “Müdürü” ibaresi “Başkanı” şeklinde değiştirilmiştir.

“ğ) Kendisine mensup işçi sayısı en çok olan üç işçi sendikaları konfederasyonunca seçilecek birer temsilci.

h) En çok işveren mensubu olan işveren sendikaları konfederasyonunca seçilecek bir temsilci.”

MADDE 28- 6325 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve uygulamalı” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

MADDE 29- 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasına dördüncü cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiş ve fıkranın mevcut beşinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi iki ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, uyuşmazlığı iki ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 30- 6356 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin ikinci fıkrasına ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiş ve fıkranın mevcut üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtayca on beş gün içinde kesin olarak karar verilir.”

MADDE 31- 6356 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi kesin olarak karar verir.”

MADDE 32- 6356 sayılı Kanunun 34 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi on beş gün içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 33- 6356 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin altıncı fıkrasının dördüncü ve beşinci cümleleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Mahkemece verilen karar hakkında, ilgililerce veya Bakanlıkça istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir. Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay, temyiz talebini bir ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 34- 6356 sayılı Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Bunların dışındaki itirazlar için mahkeme, duruşma yaparak karar verir ve bu karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kararını verir.”

“Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 35- 6356 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi, uyuşmazlığı iki ay içinde kesin olarak karara bağlar.”

MADDE 36- 6356 sayılı Kanunun 71 inci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde bölge adliye mahkemesi bir ay içinde kesin olarak karar verir.”

MADDE 37- 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 3- Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 1 inci ve geçici 9 uncu maddelerine tabi teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında çalışan personel ile bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin dava ve işler iş mahkemelerinde görülür.”

Geçiş hükümleri

GEÇİCİ MADDE 1- (1) Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur.

(2) Bu Kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtayda görülmekte olan davalar hakkında uygulanmaz.

(3) Başka mahkemelerin görev alanına girerken bu Kanunla iş mahkemelerinin görev alanına dâhil edilen dava ve işler, iş mahkemelerine devredilmez; kesinleşinceye kadar ilgili mahkemeler tarafından görülmeye devam olunur.

(4) İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir.

Yürürlük

MADDE 38- (1) Bu Kanunun;

a) 3 üncü, 11 inci ve 12 nci maddeleri 1/1/2018 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 39- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 24/10/2017

Özel esaslar Maliye Bakanlığı'nın 2010/2 sıra numaralı Katma Değer Vergisi İç Genelgesi kapsamında oluşturduğu bize göre bir sabıka kayıt sistemidir. Yasal dayanağı bulunmamakta olup sadece bakanlığın iç düzenlemeleri ile şekil bulmaktadır.. Özel esaslara alınmak yapılacak vergi incelesi sonucunda olabileceği gibi, Risk Kontrol Merkezi tarafından yapılan değerlendirme sonucunda da özel esaslara alınmış olunabilmektedir. Her iki halde de özel esaslara alınmak mükellef için ciddi bir itibar kaybı anlamına gelmekte olup ticaretini olumsuz yönde etkilemektedir. Zaten hedeflenen ve beklenen de budur!

Bu durumdan olumsuz olarak etkilenen ve bu sabıka kaydının haksız olarak verildiğine inanan mükellefler mahkemeye müracaat ederek, yapılan yanlışlığın mahkeme kararı ile ispat edilerek düzeltilmesini istemektedirler. Mahkeme Maliye Bakanlığı tarafından yapılan özel esaslara alınma işleminin yersiz ve yanlış olarak yapıldığını tespit edip ikna olursa mükellef lehine karar vermekte ve mükellefi onaylamaktadır. Bunun üzerine mükellef almış olduğu yargı kararı ile Maliye Bakanlığı'na müracaat ederek sabıka kaydından kurtulmak daha doğrusu mahkeme kararını uygulanmasını istemektedir. Bu ise hukuk devleti içinde mükellefin en doğal hakkı olarak görülüp değerlendirilmektedir.

Maliye Bakanlığı ise kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen mükellefe tamam biz seni özel esaslardan çıkardık genel esaslara aldık, ama bir şartla seninle ilgili işlemlerde "İade taleplerinde KDV Genel Uygulama Tebliği'nin özel esaslar bölümündeki usul ve esasları geçerlidir” şerhini koyarak devam edeceğiz, demekte ve aslında özel esaslardan çıkarmış gibi yapıp çıkarmamaktadır. Yani sabıka kaydından çıkardık derken aslında çıkarılmamakta ve mükellefe de bu bu şekilde ifade edilmektedir.

Bu kanunsuz ve haksız uygulamadan rahatsız olan mükellefler ise Maliye Bakanlığı aleyhine kesinleşmiş mahkeme kararını uygulamadıkları için maddi ve manevi tazminat davası açabilmektedirler.

Kesinleşmiş yargı kararlarının tartışılmaksızın uygulanması hukuk devleti olmanın ve anayasal hükümlerin bir ortak sonucu olarak değerlendirilmektedir. Çünkü ; Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan "hukuk devleti" ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.Bu genel düzenlemeye paralel olarakta, İdari Yargılana Usulü Kanunu'nda Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Özel esaslar konusunda kesinleşmiş yargı kararlarını uygulamayan Maliye Bakanlığı'na karşı isteyen mükellefler yukarıdaki açıklanan bu hakkını kullanarak maddi ve manevi tazminat davası açabilmektedirler. Açılan bu davalarda da Danıştayın, Maliye Bakanlığını tazminat ödemeye hüküm ettiği görülmektedir. (Konuya ilişkin Danıştay'ın emsal kararları bulunmaktadır.)

Bize göre ekonominin sıkıntıya girdiği dönemlerde devletin bir görevinin de daralan ekonominin önünü açmak ve ticaretin devamlılığını sağlamak olmalıdır. Mutlak suretle yanlış veya usulsüz işlem yapanların cezalandırılmaları gerekmektedir ve zaten de cezalandırılırlar. Ancak kesinleşmiş yargı kararlarını uygulamayarak; hem hukuk devleti ilkelerine uygun davranmamak, hem zaten daralan ticareti sınırlandırmamak, hem bürokratik iş ve işlemleri gereksiz yere artırmamak, hem mükellef ile idareyi karşı karşıya getirmemek, hem de tazminat davalarına muhatap olmamak adına Maliye Bakanlığı'nın bu konuya kalıcı bir çözüm getirmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Yılmaz Sezer

https://www.dunya.com/kose-yazisi/ozel-esaslarda-yargi-kararina-uymayan-maliye-alehine-maddi-manevi-tazminatin-yolu-acildi/386526

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • DEVAMSIZLIK SAATLERİNİN TOPLANMASI VE HAKLI FESİH Çalışan ve işveren ilişkisi iş akdinin feshine kadar devam eder,…
  • YILLIK ÜCRETLİ İZİN ALACAĞINDA ZAMAN AŞIMI 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin sona ermesinde izin ücreti” başlığını…
  • Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No: 51) Resmi Gazetede Yayımlandı Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde…
Top