Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

İki okurum geçtiğimiz hafta engelli aylığı için elektronik posta adresine mesaj attı.

Bir okurum çevresinde engellilerin düşük emekli aylığı almasından dolayı engelliden dolayı erken emekli olmak istememiş, çalışmaya devam etmiştir.

Diğer okurum günü geldiğinde emekli olmak istemiş.

Şimdi bu iki okurumuzun emekli olmak için şartlarına ve emekli aylıklarını irdeleyeceğiz.

05/07/1977 doğumlu bayan sigortalı,15/04/1990 tarihinde SSK olmuş,8921 günü var.Engelli oranı %45’tir.Normal emekli olmak için yaş bekliyorum.Hangi yolu izlemem gerekir.

24.05.1989-23.05.1990 arası

20 yıl

46

5375

13 yaşında sigortalı olmuş.

a.)Sigortalılık süresi=20 yıl. Bu süreyi 2015 yılında doldurmuştur. Neden mi.10 gün+9ay+12 yaşında ilk defa sigortalı olmuş.

b.)Gün fazlasıyla var.

c.)05/07/1977+46=05/07/2023 yılında dolacaktır.

Bu şartlar engelli değil normal şartlarda emeklilik için geçerlidir.

Bu gün itibariyle emekli aylığı hesap edildiğinde ek ödeme hariç=1.918 TL.

Engelli statüsünden emekli olması için

15 YIL 3600 gün yeterli.

05/07/1977+18=05/07/1995+15=05/07/2010 yılında 15 yıllık sigortalılık süresi ve 3600 günü varsa hemen emekli olurdu.7 yıldır emekli maaşı alırdı.

Çalışma hayatını sürdürmüştür.

YILLAR

GÜNLER

2000 Öncesi

2985

2000-2008/10 Arası

3056

2008/10 Sonrası

2880

Toplam

8921

YILLAR

ABO

2000 Öncesi

76%

2000-2008/10 Arası

63%

2008/10 Sonrası

49,56%

YILLAR

KAZANÇ

2000 Öncesi

9.475

2000-2008/10 Arası

OGK:37,14 TL.

2008/10 Sonrası

4126,80 TL OAK

Engelli de olsa emekli aylığı değişmeyecektir.

Çalışmaya devam etmiş,alt sınır aylık bağlama oranlarını aşmıştır.Bundan sonra karar kendisinindir.

Diğer okurumuz ise;

18.11.1982 doğumlu ,%50 engelli,23/06/1997 yılında işe girmiştir.5 gün 7ay 14 yaşında ilk defa SSK olmuş.

18.11.2000 yılında 18 yaş dolacaktır.

06/08/2003 tarihinden önce sigortalı olduğundan engelli emekli tablosuna bakacağız.

17 yıl 3920 günle emekli olacaktır.

18/11/2017 yılında sigortalılık süresi dolacaktır.Okurumuzun 4 Bin üstünde primi olduğundan 19/11/2017 tarihinden sonra emekli olabilir.

YILLAR

GÜN

2000 Öncesi

868

2000-2008/10 Arası

1874

2008/10 Sonrası

1360

Toplam

4102

Aylık bağlama oranları alt sınır olduğundan 1999 öncesi %70,2000 ila 2008/Eylül dönemi %60,2008 Ekim sonrası bakmakla yükümlüsü yok ise %35 var ise %40 olarak dikkate alınacaktır.

Kazançlar asgari statüden ödenmiştir.

Bakmakla yükümlüsü yok ise 1.047 TL,Bakmakla yükümlüsü var ise 1.072 TL.

Şayet bu sigortalı engelli olmasa idi 4 Bin güne karşılık bu yıl için emekli aylığı hesabı bakmakla yükümlüsü yok ise 1.031 TL.Bakmakla yükümlüsü var ise 1.056 TL.

Bu okurumuz engelli avantajından yararlanmıştır.

Not:Ek ödemeler hesaplamadan hariç tutulmuştur. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8937

Bilindiği gibi, 5520 sayılı kurumlar vergisinin 1/ç maddesi ile dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler kurumlar vergisinin kapsamına alınmış, dernek ve vakıfların kendisi ise kurumlar vergisi kapsamı dışında tutulmuştur.

Aynı kanunun 2. maddesinin 5 ve 6. bentlerinde de, dernek ve vakıflara ait veya bağlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ve sermaye şirketleri ile kooperatifler dışında kalan ticari, sınai ve zirai işletmeler ile benzeri nitelikteki yabancı işletmelerin, dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler olduğu, bunların kazanç gayesi gütmemelerinin, faaliyetlerinin kanunla verilmiş görevler arasında bulunmasının, tüzel kişiliklerinin olmamasının, bağımsız muhasebelerinin ve kendilerine ayrılmış sermayelerinin veya işyerlerinin bulunmamasının mükelleflerini etkilemeyeceği, mal veya hizmet bedelinin sadece maliyeti karşılayacak kadar olmasının, kar edilmesinin veya karın kuruluş amaçlarına tahsis edilmesinin bunların iktisadi niteliğini değiştirmeyeceği hükme bağlanmıştır.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Kurumlar Vergisi Kanununda dernekler, verginin mevzuu dışında bırakılmış, bunlara ait veya bağlı olan ve faaliyetleri devamlı bulunan iktisadi işletmeler vergi kapsamına alınmıştır.

Derneklere bağlı olarak faaliyette bulunan iktisadi işletmelerin ticaret siciline tescili zorunludur. İktisadi işletmeler, yerel ticaret sicil müdürlüklerine tescil ve ilan ile tüzel kişilik kazanmaktadırlar.

5520 sayılı yeni KVK ile beraber derneklerin iktisadi işletmeleri önemli ölçüde kontrol altına alınmış olup, böylece iktisadi işletmeler kurumlar vergisi kapsamına alınmıştır. Böylece örneğin, bir dernek tarafından telif ve yayın hakkı derneğin elinde bulundurulmak koşuluyla bir kitabın bastırılıp, satışa arz edilmesi halinde bir kez de yapılmış olması piyasaya sunularak birden çok kişiye pazarlanması nedeniyle süreklilik ve devamlılık unsuru realize olmuş olacaktır. Bu nedenle, pazarlama işleminin bir kez herhangi bir dağıtım şirketi vasıtasıyla yapılmış olması da durumu değiştirmeyecektir. Keza,   aynı vergilendirme döneminde birden çok veya birden fazla vergilendirme döneminde periyodik olarak ticari bir organizasyon kapsamında çay, tiyatro, kermes, gösterim konser, yemek vs. faaliyetlerin düzenlenmesi ve bu faaliyetlerden ötürü de gelir (hasılat) elde edilmesi sebebiyle oluşacak olan iktisadi işletme için kurumlar vergisi mükellefiyetinin tesis edilmesi ve iktisadi işletmenin tescilinin yapılması gerekecektir. [1]

Öte yandan, yapılan işlemlerin bir ticari mahiyet arz etmeksizin yapılması durumunda ise, devamlı bir ekonomik faaliyet söz konusu olmayacaktır. Bu gibi durumlarda, bir derneğin 4 yıl önce satın almış olduğu araçlarını aynı yıl içinde bir veya birkaçını satması halinde, devamlı surette bir ekonomik faaliyet söz konusu olmayacaktır.

Faaliyetin dönemsel veya mevsimlik olması işin mahiyeti sebebiyle faaliyetin sürekliliğine engel teşkil etmemektedir. Örneğin, deniz kıyısında yazın plajda yer alan yerlerin kiralanması, havuzun kiralanması, şezlong, şemsiye vb. kiralamaların yapılması bu işin mevsimlik veya dönemsellik mahiyetini değiştirmemektedir.

Dernekler genel olarak 5253 sayılı Denekler Yasasına göre ilgili valilik veya kaymakamlıklardan (dernekler il müdürlüğü) izin alınarak kurulabilmektedir. Bir kısım dernekler ise vilayet haricinde özel kanunlarla kurulabilmektedir. Derneklere ve vakıflara ait veya bağlı olarak faaliyet sürdüren iktisadi işletmelerce elde edilen kazançlar üzerinden tarh edilecek kurumlar vergisi muhatabı söz konusu iktisadi işletmeler olacaktır. Bu iktisadi işletmelerin ayrıcana bir tüzel kişiliklerinin bulunmaması durumunda tarhiyatın muhatabı iktisadi işletmenin bağlı veya ait olduğu dernek ve vakıfların muhatap olacağı yeni KVK’nunda belirlenmiştir.

İzmir Vergi dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir özelgede; “…….. belediyesiyle yaptığı protokol çerçevesinde ve bedel mukabilinde gerçekleştirdiğiniz başıboş hayvanların toplanması, ilaçlanması, nakledilmesi ve kısırlaştırılması şeklindeki faaliyetlerin derneğe bağlı iktisadi işletme oluşturması nedeniyle kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilmesi gereken derneğinizin yaptığı işler karşılığında tahsil ettiği bedelin KDV’ye tabi tutulması gerekmektedir”[2]

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun vermiş olduğu bir kararda; “Davacı derneğin, dernek kaşesi basılı makbuz ile tahsil edilen ücret karşılığı işlettiği otoparkın, iktisadi işletme sayılması ve elde ettiği kazancın kurumlar vergisine tabi olması gerekmektedir” şeklinde kararları bulunmaktadır. [3]

Yine Danıştay 4. Dairesi tarafından verilen bir başka kararda ise; “Maliye Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki protokol uyarınca okul kantini ve büfelerinin işletilmesi hakkı kendisine verilen ancak kira tutarından bağış adı altında pay almak suretiyle üçüncü şahsa kiraya veren davacı Milli Eğitim Vakfının, sözü edilen yerleri kiraya verme organizasyonu iktisadi işletme sayılmayacağından, mükellefiyet tesis ettirilmesinde isabet görülmemiştir.” şeklinde karar verilmiştir.[4]

En son yapılan bir düzenleme ile 5766 sayılı yasanın 22. maddesi ile Kurumlar Vergisi Kanunun 30. maddesinin 9. fıkrasında yer alan düzenleme yeniden değiştirilmiş ve KVK’na geçici 2. madde eklenmiş bu hükme göre 1.1.2008 ila 31.12.2015 tarihleri arasında dernek veya vakıflarca elde edilen GVK’nun 94/5 bent hükmü ve geçici 67. maddesi kapsamında kesinti suretiyle vergilendirilmiş kazanç ve iratlar ile Milli Eğitim Bakanlığına bağlı örgün ve yaygın eğitim yapan mesleki ve teknik eğitim okullarındaki atölye ve uygulama birimleri ile anaokulu, kreş, çıraklık ve halk eğitim merkezlerindeki uygulama birimlerine bağlı döner sermaye işletmelerinin elde ettikleri gelirler dolayısıyla iktisadi işletme oluşmuş sayılmayacaktır.[5]

Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir özelgede; “bir derneğin SMS yoluyla bağış toplama kampanyası kapsamında   GSM operatörleri üzerinden elde edeceği gelirler, herhangi bir hizmet karşılığı olmadığından ve sadece bağış niteliği taşıdığından iktisadi işletme oluşturmayacaktır. Dolayısıyla, iktisadi işletme oluşturmayan bahse konu   bağışların kurumlar vergisine tabiliği de söz konusu değildir” şeklinde bir özelge verilmiştir.[6] Buna göre, derneğin kendi bütçesine katkı sağlamak amacıyla son yıllarda yaygınlık kazanan SMS yoluyla bağış toplama kampanyası vasıtasıyla ciddi bağışlar derneklere katkı sağlamaktadır.   Sonuç itibariyle cep telefonları üzerinden alınan izin gereğince, örneğin   1 SMS   = 5 TL olmak üzere Turkcell, Avea ve Vodafone GSM operatörleri tarafından toplanılan bağışlar dernek bakımından KVK’nun 1/ç md. hükmüne göre bir iktisadi işletme oluşturmayacağı gibi bu şekilde derneğin faaliyeti de kurumlar vergisi kapsamında bir faaliyet olmadığından kurumlar vergisine tabi değildir şeklinde görüş verilmiştir. Bize göre de, bu görüş son derece isabetlidir. Önümüzdeki günlerde derneklerin tüzüklerinde yer alan birçok amacı gerçekleştirebilmek için yapmış oldukları faaliyetler vergi kıskacına alınmak istenmektedir. Zira yeni KVK’nun 1/ç. Md. hükmü ve 1 seri nolu kurumlar vergisi genel tebliği derneklerin faaliyetlerini sürdürürken ve amaçlarını realize ederken karşılarına bu faaliyetin veya bu etkinliğin bir iktisadi işletme oluşturup/oluşturmayacağı yönünde ciddi duraksamalarla karşılaşmaktadırlar. Bu durum, pek çok derneğin önünde bekleyen önemli bir engel gibi gözükmektedir. Maliye Bakanlığı’nın bu konuları yeniden gözden geçirilmesinde ve yeni bir düzenleme ile “iktisadi işletme” oluşumu olgusunu yeniden ele almalıdır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Derneklerin_SMS_vasitasiyla_bagis_toplama_kampanyasi_ve_bu_faaliyetlerin_iktisadi_isletmeleri-14943.htm


[1] TEKİN Cem – KARTALOĞLU Emre, “Kurumlar Vergisi Kanunu” Yorum ve Açıklamaları, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara, Nisan, 2007, s.21-28

[2] İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı, Mükellef Hizmetleri KDV ve Diğer Vergiler Grup Müdürlüğü, 19.3.2008 gün ve 618 sayılı özelge.

[3] DVDDGK, 6.11.1998 tarih ve E:1997/76-K:1998/320 sayılı kararı.

[4] Dnş. 4. D. nin 8.12.2004 gün ve E:2003/1918-K:2004/2487 sayılı kararı.

[5] TEKİN Cem – KARTALOĞLU Emre, age., s.23

[6] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın özelgeleri. Bila gün ve B.07.1.GİB.4.34.16.01/KVK-2

Çarşamba, 01 Kasım 2017 10:01

Kişisel Veriler Nasıl İmha Edilecek!

6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na göre kişisel veriler sahibinin açık rızası olmaksızın elde edilemez, paylaşılamaz ve saklanamaz. Ancak kanuni bir yükümlülük gereği işlenmesi gereken bir kişisel veri varsa o halde açık rıza alınmaksızın o veri kullanılabilir. Bir kişisel veriyi saklamak ancak haklı gerekçe olduğunda mümkündür. Örneğin, ücretlere ilişkin bilgiler, ücretlerde zaman aşımı beş yıl olduğundan beş yıl süreyle saklanabilir. Bu süre geçtikten sonra kişisel verilerin elde tutulması mümkün değildir, yasal olarak o bilginin silinmesi, yok edilmesi veya anonim hale getirilmesi gerekir.

Bu işlemlerin nasıl yapılacağı konusunda açıklık getiren Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik 28.10.2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmelik, tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla işlenen kişisel verilerin silinmesi, yok edilmesi veya anonim hale getirilmesi usullerini içermektedir.

6698 Sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi gereğince Veri Sorumluları Siciline kayıt olmakla yükümlü olan veri sorumluları, kişisel veri işleme envanterine uygun olarak kişisel veri saklama ve imha politikası hazırlamakla yükümlüdür. 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe girecek yönetmeliğe göre; kişisel veri saklama ve imha politikasında asgari olarak aşağıdaki bilgilerin yer alması zorunludur;

a) Kişisel veri saklama ve imha politikasının hazırlanma amacı,
b) Kişisel veri saklama ve imha politikası ile düzenlenen kayıt ortamları,
c) Kişisel veri saklama ve imha politikasında yer verilen hukuki ve teknik terimlerin tanımları,
ç) Kişisel verilerin saklanmasını ve imhasını gerektiren hukuki, teknik ya da diğer sebeplere ilişkin açıklama,
d) Kişisel verilerin güvenli bir şekilde saklanması ile hukuka aykırı olarak işlenmesi ve erişilmesinin önlenmesi için alınmış teknik ve idari tedbirler,
e) Kişisel verilerin hukuka uygun olarak imha edilmesi için alınmış teknik ve idari tedbirler,
f ) Kişisel verileri saklama ve imha süreçlerinde yer alanların unvanlarına, birimlerine ve görev tanımlar,
g) Saklama ve imha sürelerini gösteren tablo,
ğ) Periyodik imha süreleri,
h) Mevcut kişisel veri saklama ve imha politikasında güncelleme yapılmış ise söz konusu değişik.

Kişisel veri saklama ve imha politikası hazırlama yükümlülüğü altında bulunmayan veri sorumlularının, 6698 Sayılı Kanun ve yönetmelik uyarınca kişisel verileri saklama, silme, yok etme veya anonim hale getirme yükümlülükleri devam edecektir.

Genel kural olarak, 6698 Sayılı Kanun ve ilgili diğer kanun hükümlerine uygun olarak işlenmiş olmasına rağmen, işlenmesini gerektiren sebeplerin ortadan kalkması hâlinde kişisel veriler resen veya ilgili kişinin talebi üzerine veri sorumlusu tarafından silinir, yok edilir veya anonim hâle getirilir.

Kişisel veri saklama ve imha politikası hazırlamış olan veri sorumlusu, kişisel verileri silme, yok etme veya anonim hale getirme yükümlülüğünün ortaya çıktığı tarihi takip eden ilk periyodik imha işleminde, kişisel verileri siler, yok eder veya anonim hale getirir.

Periyodik imhanın gerçekleştirileceği zaman aralığı, veri sorumlusu tarafından kişisel veri saklama ve imha politikasında belirlenir. Bu süre her halde altı ayı geçemeyecektir. Kişisel veri saklama ve imha politikası hazırlama yükümlülüğü olmayan veri sorumlusu, kişisel verileri silme, yok etme veya anonim hale getirme yükümlülüğünün ortaya çıktığı tarihi takip eden üç ay içinde, kişisel verileri siler, yok eder veya anonim hale getirir. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kisisel-veriler-nasil-imha-edilecek/389049

Bilindiği üzere 13.07.2017 tarihli duyuru ile, ihracat e-Faturası düzenleme zorunluluğu kapsamında e-fatura uygulaması üzerinden düzenlenip gönderilen Bedelsiz İhracat Faturalarına GTB tarafından yazılım güncellemesi tamamlana kadar, ihracatın aksamaması için bedelsiz ihracat faturalarının matbu ( kağıt/e-arşiv ) fatura olarak düzenlenmesine olanak tanınmıştır. 31.10.2017 tarihi itibariyle GTB tarafından gerekli yazılım güncellemesi yapılmış olup, canlı ortamda devreye alınmıştır.Bu kapsamda bedelsiz ihracat faturası düzenleyecek mükelleflerin e-Faturada “payableamount” (ödenecek tutar) alanına “sıfır” (0) yazması ve “Bilge Sistemi”nde beyanname açılırken bedelsiz alanını seçmesi gerekmektedir.

Duyurulur. Gelir İdaresi Başkanlığı

Çarşamba, 01 Kasım 2017 09:07

Cenaze Ödeneği Nedir? Ne Kadar Ödenir

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun, 37'nci maddesi "'İş kazası veya meslek hastalığı sonucu veya sürekli iş göremezlik geliri, malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığı almakta iken veya kendisi için en az 360 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi bildirilmiş olup da ölen sigortalının hak sahiplerine Kurum Yönetim Kurulunca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Cenaze ödeneği, sırasıyla sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, o da yoksa kardeşlerine verilir'" hükmü gereği 2017 yılında ödenecek cenaze ödeneği tutarı 531 TL' dir. Lebib Yalkın Yayımları

31 Ekim 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30226

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Amaç ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, kooperatif ve üst kuruluşlarınca, olağan genel kurul toplantılarının en fazla üç hesap dönemini kapsayacak şekilde birleştirilerek yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Dayanak

MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 45 inci maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

MADDE 3 – (1) Bu Tebliğde geçen;

a) Birleşik genel kurul: İki veya üç hesap dönemini kapsayacak şekilde ve birleştirilerek yapılan olağan genel kurul toplantısını,

b) İl müdürlüğü: Tarımsal amaçlı kooperatifler ve üst kuruluşları için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, yapı kooperatifleri ve üst kuruluşları için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve diğer kooperatifler ve üst kuruluşlar için ise Gümrük ve Ticaret Bakanlığının İl Müdürlüğünü,

c) Kooperatif: Kooperatifleri ve bunların üst kuruluşlarını,

ç) Olağan genel kurul toplantısı: 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 45 inci maddesinin birinci fıkrası hükmü doğrultusunda kooperatiflerin en az yılda bir defa yapmaları gereken genel kurul toplantısını,

d) Olağanüstü genel kurul toplantısı: Olağan toplantı haricinde yapılan genel kurul toplantısını,

e) Raporlar: Bilanço, gelir-gider cetveli, tahmini bütçe, yönetim kurulu faaliyet ve denetçi raporlarını,

f) Üst kuruluş: Kooperatiflerin bir araya gelerek kurdukları kooperatif birliği, kooperatif merkez birliği ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliğini,

ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM

Olağan Genel Kurul Toplantılarının Birleştirilmesi

Olağan genel kurul toplantı zamanı

MADDE 4 – (1) Genel kurul olağan ve gerektiğinde olağanüstü olarak toplanır. Olağan toplantının her hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde ve en az yılda bir defa yapılması zorunludur.

(2) Üst kuruluşa ortak olan kooperatifler; çağrıda yer alan olağan genel kurul toplantılarının birleştirilerek yapılmasına dair gündem maddesini, genel kurul toplantısında görüşerek kabul etmeleri şartıyla, olağan genel kurul toplantılarını iki veya üç hesap dönemini kapsayacak şekilde erteleyip birleştirmek suretiyle yapabilir.

(3) Birleştirme süresi yönetim kurulu ve denetçilerin geriye kalan görev süresini geçemez.

(4) Birleşik genel kurul yapılmasına dair uygulama; süre bitiminde aynı usulle karar alınması halinde tekrarlanabilir.

(5) Birleşik genel kurul yapılmasına dair gündem maddesinin reddedilmesi halinde; bu konu sonraki genel kurul toplantısında yeniden görüşülebilir.

Çağrı ve ortaklar listesi

MADDE 5 – (1) Birleşik genel kurulda çağrı ve ortaklar listesi mevcut ortaklara göre yapılır.

Raporlar

MADDE 6 – (1) Olağan genel kurul toplantılarını birleştirme kararı alan kooperatiflerin, rapor örneklerini her bir hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde il müdürlüğüne ve kooperatifin ortağı olduğu üst kuruluşa vermeleri zorunludur.

(2) Gelecek hesap dönemlerine ilişkin tahmini bütçelerin birleştirme süresini kapsayacak şekilde her yıl için hazırlanarak, birleştirme kararının görüşüleceği genel kurul toplantısında karara bağlanması şarttır.

(3) Anasözleşmelerinde gelir-gider farkının dağıtılacağına yönelik hüküm bulunan kooperatifler, birleştirme kararı alınacak genel kurul toplantısında, birleştirme süresince gelir-gider dağıtımına ilişkin yapılacak uygulama hakkında da karar alır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hesaplaşma ve İbra

Ortaklığı sona erenlerle hesaplaşma

MADDE 7 – (1) Olağan genel kurul toplantılarının birleştirilmesi sonrası devir dışında bir sebeple ortaklığı sona erenlerin, sermaye ve diğer alacakları, bilançonun genel kurulca onaylanması beklenmeksizin ayrıldığı yıl bilançosuna göre hesaplanır. Hesaplanan bu tutar 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 17 nci maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak üzere, hesap döneminin kapanmasını izleyen 4 üncü ayın 25 inci gününü takiben en geç bir ay içerisinde geri verilir.

İbra

MADDE 8 – (1) Birleşik genel kurulda, birleştirilen her bir hesap devresine yönelik raporlar ve ibralar ayrı ayrı görüşülür ve herhangi bir hesap dönemine yönelik ibra edilmeyen yönetim kurulu üyeleri ve denetçiler bu organlara aynı genel kurulda tekrar seçilemezler.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Çeşitli ve Son Hükümler

Üst kuruluşlarca yapılacak bildirim

MADDE 9 – (1) Ortaklıktan çıkma ya da çıkarılma suretiyle üst kuruluş ile ortaklık ilişkisi sona eren kooperatifler, üst kuruluşlar tarafından il müdürlüğüne bildirilir.

Birleştirme şartlarının kaybedilmesi

MADDE 10 – (1) 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının üçüncü bendinde sayılan suçlarla ilgili olarak yönetim kurulu üyeleri hakkında kamu davası açılması veya bu Tebliğin 4 üncü maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile 6 ncı maddesinde sayılan şartlara aykırı hareket edilmesi halinde birleştirme şartları kaybedilir ve genel kurul olağan toplantıya çağrılır.

Diğer hükümler

MADDE 11 – (1) Olağan genel kurul toplantılarını birleştirme kararı alan kooperatiflerin Tebliğdeki hükümlere aykırı anasözleşme hükümleri, birleştirme süresince uygulanmaz.

Yürürlük

MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 13 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.

T.C.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 72 nci maddesine göre 2016 yılı Aralık, 2017 yılı Ocak ve Şubat aylarına ilişkin olup sırasıyla 2017 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarına ertelenmiş primlerin, KDV mahsubu yoluyla ödenmesi mümkündür. Ertelenen sigorta primlerini KDV mahsubuyla ödeyecek olan işverenler için ödemenin yasal süre içinde yapıldığı kabul edilecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Primlerin bugün yatırılmaması halinde;

1- Prim borcunun ortaya çıkacağı,

2- Yararlanılan sigorta prim teşvik ve desteklerinden yararlanılamayabilecegi,

3- Ödenmeyen primler noktasında gecikme cezası ve gecikme zammının ortaya çıkacağı,

4- Ödenmeyen primler nedeniyle icra takip ve haciz uygulamasıyla karşı karşıya kalınabileceği, Değerlendirilmektedir.

 

Vergi hukukunda yer alan zamanaşımı kavramı mükellefler açısından önemli bir uygulama olup, zamanaşımı mükelleflerin vergi ödevlerini yerine getirmede veya vergi borcunu ifa etmede önemli bir müessesedir. Uygulamada gelir idaresi zamanaşımını pek dikkate almamakta, hatta çoğu zaman zamanaşımına uğramış kamu alacakları ya da zamanaşımına uğramış bir evrakın mükellefe tebliğini dahi yapabilmektedir. Esasında zamanaşımı idare bakımından bir alacağın süre geçimi nedeniyle bu alacağın ortadan kalkmasıdır. [1] Başka bir ifade ile, belirli bir süre geçmesi ile vergi alacağının alacaklı idare açısından talep hakkının ortadan yok olmasıdır. Bu açıdan meseleye bakılırsa, vergi alacağı zamanaşımına uğraması durumunda idare bu durumu re’sen dikkate alıp buna göre bu alacağı mükelleften istememesi icap eder. Yani, zamanaşımı iddiasının mükellef veya vergi sorumlusu tarafından ileri sürülmesi beklenilmez ve aranmaz. [2] 

Zamanaşımı uygulamada iki şekilde karşımıza çıkabilmektedir. Bunlardan birincisi, tahakkuk zamanaşımıdır. Buna göre, zamanaşımını kesen herhangi bir işlem söz konusu değildir. Tahakkuk zamanaşımında, zamanaşımının durması söz konusudur. Yasada belirtilen bazı nedenlerin ortaya çıkması durumunda işlemekte olan süre, o nedenler ortadan kalkana kadar durur; o nedenle ortadan kalktığında durduğu yerden yeniden işlemeye devam eder. Bir başka ifade ile, süre yeniden başa dönmez, durduğu noktadan ileriye doğru işleme sürecini devam ettirir. Bu süreç sürenin tamamlandığı noktaya kadar devam eder. Örneğin, VUK’nun 114. maddesinin 2. fıkrası uyarınca; vergi dairesince matrah takdir komisyonuna başvurulması zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkur komisyon kararının vergi dairesine tevdiini takip eden günden itibaren işlemeye devam eder.          

Öte yandan, tahsil zamanaşımına gelince de; 6183 sayılı AATUHK kapsamına girmiş bir amme alacağı için söz konusudur. Bir başka deyişle, tarh, tebliğ, tahakkuk ve tahsil aşamalarını geçmiş ve kesinleşmiş; ancak ödenmeyen ve kovuşturma aşamasına gelmiş bir kamu alacağında tahsil zamanaşımı söz konusudur.

6183 sayılı yasanın 102. maddesi uyarınca, vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılının başından itibaren 5 yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur. 

Tahsil zamanaşımında durma değil, zamanaşımının kesilmesi söz konusudur. Zamanaşımının kesilmesi olayında, 6183 sayılı yasanın 103. maddesindeki durumlardan herhangi birisi gündeme geldiğinde yürümekte olan süre kesilmekte ve zamanaşımı süresi yeniden baştan başlamaktadır. Durma olayında sürenin kalan bölümü işlerken, kesilmede süre yeni baştan yürümeye başlamaktadır. 

6183 sayılı yasanın 103. maddesinde hükme bağlanmış olan zamanaşımını kesen haller şunlardır: 

  1. Ödeme,
  2. Haciz tatbiki,
  3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat,
  4. Ödeme emri tebliği,
  5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi,
  6. Yukarıdaki 5. sırada gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması,
  7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi,
  8. Amme alacağının teminata bağlanması,
  9. Kaza mercilerine icranın tehirine karar verilmesi,
  10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi.
  11. Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması veya ödeme planına bağlanması. (5035 sayılı kanunun 5. maddesiyle eklenen bent; geçerlilik; 31.12.2003, yürürlük: 02.01.2004)

Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımının bir bozma kararı ile kesilmesi halinde zamanaşımı başlangıcı yeni vade gününün rastladığı; amme alacağının teminata bağlanması veya icranın kaza mercilerince durdurulması hallerinde zamanaşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür. [3]    

6183 sayılı yasanın 104. maddesi uyarınca; borçlunun yabancı memlekette bulunması, hileli iflas etmesi veya terekesinin tasfiyesi dolayısıyla hakkında takibat yapılmasına olanak yoksa bu hallerin devamı süresince zamanaşımı işlemez. Zamanaşımı, işlememesi nedenlerinin kalktığı günün bitmesinden itibaren başlar veya durmasından evvel başlamış olan cereyanına devam eder.         

Danıştay Vergi dava Daireleri Kurulu tarafından verilen bir kararda; “tarh zamanaşımına uğramış olan vergilerin ve bunlarla ilişkili olarak kesilen cezaların tahsiline yönelik işlemlerin hukuka uyarlı olmadığına” karar verilmiştir[4].

Yine, Danıştay tarafından verilen bir başka kararda ise; “1996 takvim yılına ait kurum kazancı üzerinde gelir vergisi kanunun ilgili yılda yürürlükte bulunan 3946 sayılı yasa ile değişik 75. maddesinin 2. fıkrasının (4) işaretli bendi uyarınca hesaplanan menkul sermaye iradı, dağıtılma şartına bağlı olmaksızın tevkifata tabi tutulması gerektiğinden, bu tevkifata ilişkin zamanaşımı süresinin de kurum kazancının ait olduğu dönemi izleyen 1.1.1997 tarihinden başlayarak hesaplanması gerektiğine” karar verilmiştir. [5]          

Tahsil zamanaşımı süresinin kesilmesi, kamu alacağının teminata bağlanmış olması nedeniyle olmuş ise; yeni zamanaşımı süresi, teminatın kalktığı tarihin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılının ilk gününden başlar.[6]         

Uygulamada, vergi daireleri zamanaşımına uğramış ve tarhiyat yönünden süresinde mükellefe tebliğ edilmeyen vergi ve ceza ihbarnamelerine ilişkin bilahare ödeme emirlerini mükellefe vergi dairesinde elden tebliğ etmeye yönelik uygulamalar yapmaktadırlar. Esasen, 5 yıllık tarh zamanaşımı içerisinde tebliğ edilmeyen vergi ve ceza ihbarnamelerinin mükellefe tebliği mümkün bulunmamaktadır. Aynı şekilde ihbarnamesi tebliğ edilmeyen bir kamu alacağı için yıllar sonra buna ilişkin ödeme emrinin tebliği ise zaten imkansızdır.

Ancak, uygulamada ihbarnamelerin ilanen tebliğ edildiği iddiasıyla, ödeme emirleri de yıllar sonra mükelleflere vergi dairelerinde tebliğ yoluna gidilebilmektedir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Vergi_Usul_Hukuku_ve_Vergi_Icra_Hukukunda_zamanasimi_ve_zamanasimindan_kaynaklanan_vergisel_sorunlar-14923.htm


[1] VUK md. 113/1-2

[2] SALİH Özel, Vergi Hukukunda Zamanaşımı ve Zorlayıcı Neden İlişkisi, Yaklaşım Dergisi, Eylül 2008, s. 17-18

[3] EROL Ahmet, Türk Vergi Sistemi ve Vergi Hukuku, Yaklaşım Yayıncılık, 2008, Ankara

[4] DVDDK 16.02.2007 gün ve E:2006/226-K:2007/74 sayılı karar.

[5] Dnş. 3. D. nin 13.12.2005 gün ve E:2005/1856-K:2005/2693 sayılı kararı.

[6] Dnş. 7. D. nin 18.05.1999 gün ve E:1998/266-K:1999/2062 sayılı karar. Teminata bağlı alacaklarda tahsil zamanaşımın kesileceği ve teminatın kaldırılmasına kadar işlemeyeceği hk.

Salı, 31 Ekim 2017 09:18

Verginin Yasallığı İlkesi

Anayasamızın 73. maddesin 3. fıkrasında yer alan “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir.” hükmü ile ifade olunan “verginin yasallığı ilkesi”, Batı demokrasilerinde uzun bir tarihsel gelişme sonucu ortaya çıkmış ve çağdaş anayasalara girmiş bir ilkedir. İlkenin tarihinin parlamentoların tarihi ile eş zamanlı olduğu söylenebilir.

Anayasamızın bu ilkeyi benimseyen hükmü, kanun koyma hak ve yetkisini TBMM’ye veren 87. maddesi ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin 7. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin ancak TBMM tarafından konulup kaldırılabileceği veya değiştirilebileceği, yasama organının bu yetkisinden vaz geçemeyeceği ve bu yetkisini yürütme organına bırakamayacağı veya devredemeyeceği veya bu anlama gelecek bir tasarrufta da bulunamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Anayasamızın benimsediği bu kuralın da iki istisnası vardır. Bunlardan birincisi 73. maddenin son fıkrasında, ikincisi ise 167. maddede düzenlenmiştir ki, bu günkü yazımızın konusunu bunlardan birincisi oluşturmaktadır. Aslında bu düzenlemeler de yetki devrini içermesi dolayısıyla anayasa md.7’ye aykırı ise de bizzat anayasada düzenlendiği için anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülemez. Ancak burada, Anayasa Mahkemesi'nin bir vergi kanununu anayasaya aykırı bularak iptal etmesi ve dolayısıyla söz konusu verginin kalkması halinin, bir yasama yetkisinin kullanılması halini oluşturmayacağını da belirtelim.

"Anayasa koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililerine yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılması için yeterli olamaz. Mali yükümlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri dolayısıyla, yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali yükümler, belli başlı öğeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek yasalarla düzenlenmelidir." (Anayasa Mahkemesinin E.1986/5 K.1987/7 sayı ve 19.3.1987 tarihli Kararı)

Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında vurgulanan bu saptamasından da görüldüğü gibi, bir verginin yasama organınca konulmuş sayılabilmesi için, onun yalnızca konusunun kanunla belirlenmesi yeterli değildir. Verginin konusundan başka oranı veya miktarı, indirimleri, istisna ve muafiyetleri tarh, tahakkuk ve tahsil usulleri, yaptırımları, zaman aşımı vb. konularında kanunla düzenlenmesi zorunludur. Bazı hususların ilgili kanunla düzenlenmeyip bir başka kanuna atıf yapılarak belirlenmesini de, Anayasamız açısından, mümkün kabul etmek gerekir.

Vergi ödevi dolayısıyla taraflar arasına doğan ilişki, yalnızca kamusal bir borç - alacak ilişkisi değildir. Bu maddi ilişkinin yanında, şekli vergi hukukunu oluşturan ve usule yönelik bir kısım ödevler de vardır. Kaynaktan kesme yönteminde olduğu gibi üçüncü şahısların vergilerini onlar adına ödeme, defter tutma, bildirimde bulunma, belgeler (fatura, serbest meslek makbuzu, perakende satış fişi düzenleme, irsaliye kesme vb.) düzenleme, defter ve belgeleri saklama gibi şekli yükümlülükler de geniş anlama vergi ödevinin kapsamında yer alır. Bu nedenle bu hususların da kanun koyucu tarafından düzenlenmesi zorunludur. Öğretide genel kabul gören görüş de, vergiye ilişkin şekli bir mükellefiyetin getirilmesine ilişkin bir yasama yetkisinin yürütme organına devrine, anayasaca cevaz verilmediği yönündedir. Örneğin Maliye Bakanlığı'na yasal defterleri tutmayın, yasanın düzenlediği belgeleri düzenlemeyin, yerine şu defterleri tutun, şu belgeleri düzenleyin deme yetkisinin verilmesi bu ilkeye aykırıdır (VUK md. 257). Beyanname dışında sürekli bir takım formlar istenilmesi de bu ilke açısından tartışılmalıdır. Mükelleflerin vergi ödeme maliyetlerini yükseltecek şekilde şekli ödevler ihdas etme yetkisi bu ilkeye göre yasama organına ait olması gereken bir yetkidir. Bakanlar Kurulu'na bile verilemeyecek yetkiler, Maliye Bakanlığı'na evveliyetle verilemez.

Yetki Bakanlar Kurulu'nda

Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyal devlet ilkesinin gelişmesi, ekonomilere daha hızlı müdahale gereksinimlerin ortaya çıkması, yürütme ve icra organlarının artık seçimle oluşan organlar haline gelmiş olması dolayısıyla yürütmeye duyulan güvenin artması vb. gelişmeler verginin yasallığı ilkesinde de bazı yumuşamalar oluşmuş ve anayasalarda bu konunun istisnalarına da yer verilmeye başlanılmıştır. Nitekim bizim anayasamızın 73. maddesinin son fıkrasında da, “vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilebilir” hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi bu hükme göre Yasama Organı, Bakanlar Kurulu'na, vergi kanunlarının belirtilen konularına ilişkin hükümlerinde değişiklik yapma yetkisini bir Kanunla verebilmektedir. Ancak bu yetkiyi tanıyan kanunun, değişiklik yapma yetkisinin hangi sınırlar içerisinde kullanılabileceğini de göstermesi gerekmektedir. Bir başka anlatımla, bu yetkinin aşağı ve yukarı sınırları kanunla gösterilmelidir. Uygulamada da çeşitli vergi kanunlarına konulan hükümler ile Bakanlar Kurulu'na bu konuda yetki tanındığı ve kullanıldığı görülmekte ve bilinmektedir.

Ancak bu yetkiler tanınırken, tanınan yetkilerin sonuçları da dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasamızla münhasıran yasama organına tanınmış bir yetkinin kullanılması sonucunu doğuracak şekilde, Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi mümkün olamaz.

Türk Vergi Sistemi'nde Anayasa madde 73/3’de yer alan ve öğretide “verginin yasallığı ilkesi olarak adlandırılan “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir” şeklindeki düzenlemeye istisna getiren aynı maddenin son fıkrasındaki “vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilebilir” düzenlemesine dayanılarak Bakanlar Kurulu'na pek çok yetki bırakılmıştır.

Bu açıdan bakıldığında Bakanlar Kurulu'na bırakılamayacak yetkilerin Maliye Bakanlığı'na verilmesi evveliyetle mümkün değildir. Vergi kanunlarının çeşitli hükümlerinde yer alan “esas”ı düzenleme yetkisini bakanlığa veren düzenlemeler, Anayasa’ya aykırıdır. Bakanlığa anca “usul”ü düzenleme yetkisi verilebilir. Örneğin hangi vergilerde izaha davet yapılacağını belirleme, hangi hallerde, ucu açık şekilde gerekli görülen hallerde vergi sorumluluğu ihdas etme yetkilerinin bakanlığa verilmesi verginin yasallığı ilkesi ile çelişmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu şekilde yetki aşımını içeren ve yasa koyucunun öngörmediği koşullar veya uygulama şekilleri belirleyen pek çok düzenleme örneğini Danıştay kararlarında bulmak mümkündür.

Bakanlar Kurulu'na vergi kanunları ile alt ve üst sınırlar belirlenmek suretiyle bırakılan yetkiler, şekli olarak ilk bakışta uygun gibi görünmekle birlikte, bu yetki devirlerinin, özleri açısından da irdelenmesi zorunludur.

İlk önce; yürütme organına oranı sıfıra indirme yetkisinin verilip verilemeyeceği tartışmalıdır. Öğretide kimi verilebilir demekte, kimi yazar ise verilemez demektedir. Bence burada ikili ayırım gerekmektedir. Eğer oran, bir tahsil yöntemini ifade ediyorsa bu yetki verilebilir. Örneğin serbest meslek kazançlarında stopaj oranı tahsile ilişkindir. Bakanlar Kurulu stopaj oranını sıfıra indirse bile vergi kalkmaz, bu kazançlar yıllık beyanname ile vergilendirilebilir. Buna karşılık mevduat faizinde stopaj oranı veya emlâk vergisinde vergi oranı, tarhiyata ilişkindir. Burada oran sıfırlanırsa, vergi artık tarh edilemez ve o mükellef için o dönem itibariyle kaldırılmış olur. Burada böyle bir yetki tanınabileceğini savunanların söylediği, “bakanlar kurulunun tekrar oranı yükseltme olanağı var olduğuna göre vergi kalktı denilemez” şeklindeki gerekçeleri ise, Bakanlar Kurulu'na kanunu istediği zamanlarda uygulama yetkisini devretmek anlamını içereceğinden daha tehlikelidir.

Okurlarımıza yabancı gelmeyecek bir örnekle bir soru daha ortaya atalım. Bir ürünün çeşitli şekillerine göre yasa koyucunun çeşitli oranlar belirlediğini düşünelim. Örneğin (A) özelliğinde olanlar için %25, (B) özelliğinde olanlar için %45, (C) özelliğinde olanlar için %90 oranında vergi belirleyen yasa koyucunun Bakanlar Kurulu'na bu oranları %1’e kadar indirme ve üç katına kadar artırma yetkisi verdiğini düşünelim. Bakanlar Kurulu'da bu yetkisine dayanarak (A) özelliğinde olanların vergi oranını %75, (B) özelliğinde olanların vergisini %60, (C) özelliğinde olanların vergisini ise %10 oranında belirlemiş olsun. Bu yetki kullanımı acaba anayasaya uygun kabul edilebilir mi?

Bakanlar Kurulu'nun bu örnekteki vergi oranı düzenlemesi şeklen uygundur. Ancak burada yapılan bence yeni bir vergi ihdasıdır. Çünkü yasa koyucunun daha fazla vergilendirilmesini öngördüğü ürün, en az vergilenen hale dönüşmüştür. Yasa koyucunun belki teşvik amacıyla en az vergilendirilmesini öngördüğü ürün, en fazla vergilenen hale dönüşmüştür. Her iki durumda da verginin aynılığından söz edilebilir mi?

Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeleri kararlarına konu etmiş ve konunun fazlaca tartışmasına girmeden, mahkemelerce gönderilen iptal taleplerini reddetmiştir. Ancak bu kararlarda doyurucu gerekçelere rastlamak bana göre mümkün değildir.

Bir başka soru da, Gelir Vergisi Kanunu md. 94, Kurumlar Vergisi Kanunu md. 15 ve 30 örneğinde de sorulabilir. Yasa koyucu bu maddeleri kabul ederken standart bir oran belirlemişken, Bakanlar Kurulu'nca kanun (veya değişiklikleri) yayınlanır yayınlanmaz ve daha uygulanmadan oranların farklılaştırması düşülürse, sanırım burada da sorunla karşılaşılabilir. “Acaba kanun maddesine bu oranlar yazılamaz mı” yoksa “yasa koyucu şimdilik böyle bilsin görüşü ile mi hareket edildiği” gibi soruları sormak pekala mümkün olabilir.

Görüldüğü gibi ilke basittir ama iş uygulamaya gelince, ilkeyi yaşama aktarmaya başlayınca işler karışmaktadır. Bu iş sadece bizde değil, dünya da böyledir. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/verginin-yasalligi-ilkesi/388840

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Yeni Yayımlanan (Kurumlar Vergisi) Özelgeler 2024/4 Tarih Öğe Başlığı 30 Nisan 2024 Kooperatif Ortak Dışı İşlem…
  • Dul ve Yetim Aylığı Alanlara Kurban Bayram İkramiyesi Ödemesi Nasıl Yapılacak? Vefat eden sigortalılardan dolayı gelir ve/veya aylık almakta olan hak…
  • İşçi Suç İşlerse Neler Olur? İşçilerin herhangi bir suçtan gözaltına alınması veya tutuklanması halinde iş…
Top