Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Geçen yazımda 7456 sayılı Kanun’la yapılan düzenlemelerden bahsetmeye başlamış ve yazının sonunda ÖTV Kanunu’na ekli 1 sayılı listede yer alan ürünlere ilişkin olarak kanunla Cumhurbaşkanı’na verilen yetkinin genişletilip artırıldığını, kanunun Resmi Gazete’de yayımlanmasının hemen ertesi günü Cumhurbaşkanı’nın artırılan yetkisini kullanarak 7390 sayılı Karar ile bu ürünlerde ÖTV artışı yaptığını yazmıştım.

Kanunla yapılan düzenlemeyi bir hatırlayalım. Yapılan yasal değişiklikle Cumhurbaşkanı’na “(I) sayılı listede yer alan veya bu maddenin (5) numaralı fıkrası uyarınca yeniden belirlenen maktu vergi tutarlarını, her bir mal itibarıyla söz konusu listede yer alan veya yeniden belirlenmiş sayılan en yüksek vergi tutarının beş katına kadar artırma, sıfıra kadar indirme, bu sınırlar içinde mal cinsleri, özellikleri, kullanım yerleri veya ithalatın şekline göre farklı tutarlar tespit etme” yetkisi verilmiştir. Değişiklik öncesi bu yetki yarısına kadardı.

Söz konusu Karar’ın yayımlanması sonrasında Ankara Barosu’nun bu karara karşı yargıya başvuracağı haberleri basına yansıdı. Haberlerden anladığımız kadarıyla itiraz Cumhurbaşkanı’nın maktu vergileri artırma yetkisinin olmadığı ve düzenlemenin Anayasanın 73. maddesine aykırı olduğu gerekçesine dayanmakta. Anayasa’nın 73. maddesi uyarınca "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanı’na verilebilir." Tartışma, burada geçen “oran” ifadesinin maktu vergileri kapsayıp kapsamadığı noktasından çıkmaktadır.

Bu noktada, konuya uzak olanlar için teknik bir açıklama yapmak gerekmektedir. Vergi, resim, harç gibi mali yükümlülükler, kanunlarda tanımlanan matrahlara belli yüzdeler (oranlar) uygulanarak alınabildiği gibi, sabit tutarlar olarak da alınabilmektedir. İlk duruma advalorem (nispi) vergi, ikincisine ise spesifik (maktu) vergi denilmektedir. Anayasanın 73. maddesinde ise vergileme ölçüleri arasındaki bu ayırıma değinilmeden doğrudan “oran” ifadesine yer verilmiştir. Günlük dilde nispet ve oran eşanlamlı kullanıldığından teknik bir metin olan kanundaki (Anayasa) oran ifadesinin dar anlamda nispi vergileri mi yoksa geniş anlamda nispi ve maktu vergileri mi kapsadığı konusu tartışmanın temelinde yatmaktadır.

İlgili vergi kanunlarına baktığımızda vergileme ölçüsünün sadece nispi olduğu vergilerde (örneğin kurumlar vergisi, KDV, BSMV, veraset ve intikal vergisi, emlak vergisi, dijital hizmet vergisi) ilgili madde başlığının “oran” veya “nispet” olduğu; hem maktu hem nispi vergilemenin olduğu harçlarda “harç alma ölçüleri”, damga vergisinde “vergileme ölçüleri” ifadelerinin kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıca Damga Vergisi Kanunu’nun 14. maddesi “nispet” başlıklı olsa da madde metninde “nispet ve tutarlar” düzenlenmiştir; dolayısıyla bu vergi açısından nispet (oran) ifadesinin maktu ve nispi vergiyi kapsadığı noktasında tartışma olmamalıdır. Maktu vergilemenin olduğu motorlu taşıt vergisinde ise “vergileme ölçü ve hadleri” ifadesi kullanılmıştır. Hem nispi hem maktu vergilemenin olduğu ÖTV’de ise ilgili madde başlığında “oran veya tutar” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Bu durumda, sistematik yorumla kanun koyucunun vergileme ölçüsünün sadece nispi olduğu vergilerde başlıkta “nispet/oran” ifadesini tercih ettiği, nispi ve maktu vergilemenin olduğu durumlarda ise “ölçü” ifadesini tercih ettiğini, ÖTV de ise “tutar” ifadesini ayrıca eklemek ihtiyacını hissettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

İlgili vergi kanunlarında yapılmış olan bu nüansın Anayasa’da yapılmamış olması, kanunlarda yürütme organına maktu vergilerde değişiklik yapma yetkisi verilmesini Anayasa’ya aykırı kılar mı?

Bu konu aslında Anayasa Mahkemesi’nin önüne daha önce iki defa gelmiştir. Yüksek Mahkeme, 2005/73 E., 2008/59 K. sayılı kararında ÖTV açısından, 2019/94 E. 2022/32 K. sayılı kararında ise yurt dışı çıkış harcı açısından yürütme organına verilen maktu vergilerde artış yapabilme yetkisinin Anayasa’nın 73. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan başvurularda, söz konusu düzenlemelerde verilen yetkinin maktu vergi tutarlarını da kapsadığı gerekçesiyle iptal kararı vermemiştir.

Dolayısıyla, AYM, Anayasa’nın 73. maddesinde geçen “oran” ifadesinin hem nispi hem maktu vergileri kapsadığı görüşündedir. Ben de bu görüşte olduğumu belirtmek isterim. Zira, bir vergilemenin maktu veya nispi olması konusunda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır ve bu konuda takdir yetkisi olan kanun koyucu kanuni sınırlar içinde yürütme organına “oranı” değiştirme konusunda yetki devri yapıyorsa bu yetki maktu ve nispi vergilerin ikisini de kapsamalıdır. Yukarıda açıkladığım üzere, vergileme ölçüsünün sadece nispi olduğu durumlarda kanun koyucu ilgili madde başlığında oran/nispet ifadesini kullanmışken, maktu ve nispi vergilemenin olduğu durumlarda bilinçli olarak oran/nispet ifadesinden kaçınmıştır. Dolayısıyla, nispi vergilerde yürütmeye yetki devrini mümkün kılarken, maktu vergilerde bunu önleyen bir yorumun amaca aykırı, dar bir yorum olacağını değerlendiriyorum. Günün sonunda, yürütme organı maktu vergi yerine nispi vergiyi zaten artırarak istediği gelire bir şekilde ulaşır ama böyle bir tutumun piyasadaki oyuncular üzerindeki etkisi farklılaşır. Dolayısıyla, verginin adil dağılımını gözetme açısından maktu vergilerde de oran değiştirme yetkisinin verildiğinin kabul edilmesi vergi pratiği, vergide adalet ve mali güce göre vergilendirme ilkelerinin de gereğidir. Bu nedenle, Anayasa’nın 73. maddesinde geçen “oran” ifadesini bir üst kavram olarak vergileme ölçülerini ifade ettiği şeklinde yorumlamak gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında konunun bu kadar detaylı açıklanmamış olması önemli bir eksikliktir ve ÖTV’ye ilişkin 2005/73 E. sayılı karardaki karşı oy gerekçeleri de dikkate değerdir.

Sayın Murat Batı, t24 internet gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı yazı dizisiyle yukarıda atıf yaptığım kararlara da yer vererek konuyu gündeme taşımıştır. Yazar, her ne kadar AYM’nin kararlarına katılmadığını ifade etse de son düzenlemenin yargıya taşınması halinde ileri sürülecek iddianın Cumhurbaşkanına verilen maktu ÖTV artış yetkisinin Anayasa’ya aykırılığı değil, yapılan düzenlemenin Anayasanın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesine aykırı olduğu gerekçesine dayandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Yazar, düzenlemenin ölçülü olup olmadığının tespitinin rasyonel olmayan sezgisel bir ölçüme dayandığını kabul etmekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararındaki “bir ülkenin koyduğu vergi oranları sonucunda o vergi dolayısıyla belli bir kesimin vergi yükünün o ülkenin ortalama vergi yükünden daha fazla olduğu sonucunu doğurması” kriterinden hareket ederek son vergi artışının ölçüsüz olduğu ve mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşmaktadır.

Son vergi artışlarının ne kadar ölçülü olduğu konusunda ben bir yorum yapmayacağım ama Sayın Batı’nın yorumunu desteklemek istiyorum. Ancak ortalama vergi yükünden daha ağır vergileme gerekçesiyle ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği yönünde bir karar çıkma ihtimalini de yüksek bulmuyorum. Aksi halde tütün ve alkol gibi bazı ürünlerde devlet vergi alamaz hale gelir. Bu nedenle, ben konuya farklı bir perspektiften yaklaşacağım.

Kanunlarla yürütme organına verilen/devredilen yetkinin sınırı ne olmalıdır? Anayasa md. 73 “kanunun belirttiği sınırlar” içinde yetki devrini kabul ederek topu kanun koyucuya atmış. Ancak, bu sınırın bir ölçüsü yok mudur? ÖTV’de 5 kat, KDV’de 4 kat, BSMV’de 10 katlık bir oran artırma yetkisi kabul edilebilir midir? Kanun koyucu, 100 kata kadar oran artırma yetki verirse sırf kanunda yazıyor diye bu durum reva mıdır?

Bu konuda başvurabileceğimiz ilkeler yine Anayasamızda yer almaktadır. Bunlardan bir tanesi, Anayasa’nın 7. maddesinde yer alan “yasama yetkisinin devredilmezliği” ilkesidir. Vergi ancak kanunla konulduğuna ve kanunları da halkın seçtiği parlamento yaptığına göre, yürütme organına yapılacak bir yetki devri kanun yapma yetkisinin devredilmesi sonucunu doğurmamalıdır. Anayasa’nın 73. maddesine göre yukarı ve aşağı sınırları kanunda belirtilmek şartıyla Cumhurbaşkanı’na vergi oranlarında değişiklik yapma yetkisi verilebilir. Ama bu yetki ucu bucağı olmayan bir yetki değildir. Yani, sırf kanunda yazıldı diye yürütme organına vergi oranını yüksek (örneğin 10, 20, 50 kat) oranlarda artırma yetkisi verilmesi, şeklen kanuna dayansa bile Anayasanın yasama yetkisinin devredilmezliği, hukuki belirlilik, vergide adalet ve verginin kanuniliği ilkelerine aykırıdır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi 16.1.2003 tarihli, E. 2001/36 K. 2003/3 sayılı kararında, geçmişte Bakanlar Kurulu’na motorlu taşıtlar vergisini 20 katına kadar artırma yetkisi veren kanun maddesini, “Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu'nun yetki başlıklı 10. maddesine göre, vergi miktarları yeniden değerleme oranında her yıl artmakta ve bu usulle maktu vergilerin zamanla aşınması önlenmektedir. Ancak, dava konusu kuralla belirtilen artışın yeterli olmaması veya değişen ekonomik koşullara uygunluğun sağlanması amacıyla Bakanlar Kurulu'na yeniden değerleme oranının %50 fazlasını geçmemek, %20 sinden az olmamak üzere yeni oranlar belirleme yetkisi de verilmiştir. Buna ek olarak Bakanlar Kurulu'na bir de bu tutarları yirmi katına kadar artırma yetkisinin verilmiş olması, yasama yetkisinin devrine yol açan ve vergi adaleti ile bağdaşmayan ölçüsüz bir düzenlemedir. İptali istenilen kuralla vergi miktarının, taşıtların teknik özellikleri ve/veya kullandıkları yakıt türleri, kullanım amaçlarına göre ayrı ayrı veya topluca yirmi katına kadar arttırılabilmesi için Bakanlar Kurulu'na yetki verilmesi, keyfi bir uygulamaya neden olabileceğinden hukuk güvenliği ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Anayasa'nın 2 ve 73. maddelerine aykırı olan kuralın iptali gerekir.” gerekçesiyle yasama yetkisinin devrine yol açan ve vergi adaleti ile bağdaşmayan ölçüsüz bir düzenleme olduğu ve keyfi bir uygulamaya neden olabileceğinden hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmadığı gerekçesiyle Anayasaya aykırı bulup iptal etmiştir.

Yürütme organına verilen vergiyi 20 katına kadar artırma yetkisi Anayasa’ya aykırı bulunup iptal edilmiştir. Peki, kanunlarda belirlenen oranların kaç katına kadar artırma yetkisi yürütmeye verilirse Anayasa ihlal edilmemiş olacaktır? Bu sorunun somut, nesnel bir cevabı yok. Bugün için her vergi özelinde subjektif değerlendirme yapmak gerekmektedir. Bana göre, %100 aşan her oran artışı yürütmenin yasama yerine geçmesine yol açmaktadır, ama bu benim kişisel değerlendirmem. Bu nedenle, bu kadar önemli bir konuda yürütmeye devredilecek oran belirleme yetkisinin üst sınırının bizzat Anayasada yazılması veya bu konuda nesnel ölçütlerin konulması en doğru çözüm olacaktır.

Petrol ve doğalgaz ürünlerine son yapılan ÖTV artışlarına dava açacakların yukarıda açıkladığım gerekçelere de dayanmasını tavsiye ediyorum.

Sözün özü: Sınırı tanımlanmamış yetki, sınırsızdır. Numan Emre ERGİN

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/petrol-ve-dogalgazda-otv-artisinin-anayasaya-aykiriligi/701893

İkmalen veya re’sen tarh edilerek vergi ceza ihbarnamesi ile mükellefe veya vergi sorumlusuna tebliğ edilen idari işleme karşı iptal davası açma süresi kural olarak 30 gündür. Bu sürenin hak düşürücü süre olması dolayısıyla, sürenin dolması ile dava açma hakkı düşer ve süresinden sonra açılan bir dava süre yönünden reddedilir.

Acaba durum gerçekten böyle midir? Söz konusu dava açma süresi çeşitli hukuki yollardan faydalanarak çok daha uzatılamaz mı?

Bu hukuki yollar içerisinde hata ve düzeltme yolunu hiç dikkate almadığımı, baştan söyleyeyim. Çünkü bu yol, sadece maddi olayın nitelendirilmesini veya hukuki yorumu gerektirmeyen, kanunda gösterilmiş sınırlı haller için geçerlidir ve bu yola gidip de daha sonra yargı tarafından bu yoldan yararlanılamayacağına karar verilme riski vardır.

Dava açma süresini uzatan hallerden birincisi, uzlaşma müessesedir. Tebliğ edilen ihbarname aleyhine 30 gün içerisinde uzlaşma yoluna gidilirse, uzlaşma görüşmesi -görevli uzlaşma komisyonuna göre- muhtemelen ve en erken 3 ay sonra yapılacaktır. Hatta ihbarnamede vergi ve ceza toplamı yüksekse, bir başka değişle konu merkezi uzlaşma komisyonunun görev alanına giriyorsa, uzlaşma görüşmesinin yapılması muhtemelen ve en erken 1 yıl sonra yapılacaktır. Bazen iki yılı bile bulabilmektedir. Bu süre çok daha fazla da olabilir. Az olma ihtimali varsa da, bana denk gelmedi. Neyse uzlaşamadığınız takdirde asgari 15 günlük dava açma süresi devreye girecektir.

Söz konusu 15 günlük dava açma süresi içerisinde, ombudsmana, Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvurmak mümkündür. Dava açma süresi içinde yapılan başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Kuruma başvuru ile durmuş olan dava açma süresinin kaldığı yerden işlemeye devam etmesi, çeşitli hallere göre farklılık göstermektedir. Başvurunun kurum tarafından reddedilmesi hâlinde, durmuş olan dava açma süresi gerekçeli ret kararının ilgiliye tebliğinden itibaren kaldığı yerden işlemeye başlar. Başvurunun kurum tarafından yerinde görülerek kabul edilmesi hâlinde; ilgili merci kurumun önerisi üzerine otuz gün içinde herhangi bir işlem tesis etmez veya eylemde bulunmaz ise durmuş olan dava açma süresi, 30. günden itibaren kaldığı yerden işlemeye devam eder. Kurumun, inceleme ve araştırmasını, başvuru tarihinden itibaren 6 ay içinde sonuçlandıramaması hâlinde de durmuş olan dava açma süresi 6. ayın bitiminden itibaren kaldığı yerden işlemeye başlar.

Bu dediklerimizi kayıt dışı hasılatı bulunduğu savıyla hakkında cezalı gelir vergisi tarhiyatı yapılan Dr. Murat bey bazında irdeleyelim.

Murat Beye 1 Nisan 2023 günü bir vergi/ceza ihbarnamesi tebliğ edilmiş, Murat Bey’de 25 Nisan’da ‘uzlaşma’ya müracaat etmiş ve 8 ay sonra 28 Aralık 2023’te uzlaşma görüşmesine davet edilmiş ve uzlaşamamış olsun. Bu mükellefin 28 Aralık’tan sonra 15 günlük dava açma süresinin 10. gününde, bir başka deyişle 6 Ocak 2024 tarihinde Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvurduğunu ve 6 aylık sürede cevap alamadığını farz edelim. 6. ayın bitiminden itibaren artık 5 gün içerisinde davasını açması gerekecektir. Yani dava açabileceği son günü 6 Temmuz’dan sonra 5 gündür.

Dr. Murat beyin şansına bakın ki, dava açma süresinin son günü mali tatile denk gelmektedir. Süre, Mali Tatil İhdası Hakkında Kanun gereğince 27 Temmuz tarihine kadar uzayacaktır. O da ne? Bu defa sürenin sonu adli tatile gelmektedir. Son günü adli tatile denk gelen dava açma süreleri ise İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca 7 Eylül tarihine kadar uzayacaktır.

Netice olarak bu mükellef yasal haklarını kullanmak suretiyle 1 Nisan 2023 günü tebliğ edilen vergi ceza ihbarnamesine karşılık davasını 6 Eylül 2024 tarihinde, yani tebliğden 524 gün sonra davasını açar, hem de süresinde olarak.

Diyeceksiniz ki, bu süre zarfında, mükellef hakkında icrai takip yapılabilir mi? Bir başka deyişle ödeme emri gönderilebilir mi? Cevap, hayır. Çünkü ortada henüz dava açma süresi dolmuş bir tarhiyat ve tahakkuk etmiş bir vergi ve ceza yoktur.

Yine diyeceksiniz ki, Dr. Murat Bey bu davayı kaybederse, bütün bu süre için gecikme faizi ödeyecek. Aman efendim, dert ettiğiniz şey bu mu? Vergi mahkemesinde davanın süresini de yaklaşık bir yıl deyin, ihtilafın vergi mahkemesinde bitmesi yaklaşık 889 günü bulacaktır.

Bu sürede her halde ve nasılsa bir yapılandırma kanunu çıkacaktır. Dr. Murat Bey kanundan yararlanır, cezayı kaldırtır, gecikme faizini de kaldırtır, verginin de yarısını 3 yılda 18 taksitte öder, konu kapanır gider.

Sonuç: Hazine biraz para topladım diye mutlu, Dr. Murat Bey iyi ki müşterilere makbuz kesmedim ve az bir hasarla konuyu kapadım diye mutlu. Doktor beye bu hukuki yolları önererek zaman kazandırıp avantaj saplayarak para kazanan hukukçu da mutlu. Her halde tek mutsuz olan, mükellefi inceleyip rapor yazmak, mesaisini ve emeğini harcamak durumunda kalmış olan vergi müfettişi.

Bundan güzel bir vergi sistemi, her halde dünyada yoktur. Bumin DOĞRUSÖZ

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/524-gunde-acilan-vergi-davasi-ve-sonuc/701887

25 Temmuz 2023 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 32259

Kişisel Verileri Koruma Kurumundan:

KARAR

Karar Tarihi: 06/07/2023

Karar No: 2023/1154

Toplantı Sıra Sayısı: 2023/27

Konu Özeti: Veri Sorumluları Siciline Kayıt Yükümlülüğüne İlişkin İstisna Kriterinde Değişiklik Yapılması

Toplantıya Katılan Üyeler

Başkan: Prof. Dr. Faruk BİLİR

Üyeler : Hasan AYDIN, Cennet ALAS ŞEKERBAY, Şaban BABA, Recep KESKİN, Dr. Ayşenur KURTOĞLU

Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından, 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 16’ncı maddesi ile Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik’in 8 ve 16’ncı maddeleri göz önünde bulundurularak, 19.07.2018 tarihli ve 2018/87 sayılı Kurul kararı ile Veri Sorumluları Siciline kayıt yükümlülüğüne istisna getirilmesinde kriter olarak kabul edilmiş olan “yıllık mali bilanço toplamı” tutarının ülkemizdeki ekonomik koşullar doğrultusunda yeniden değerlendirilmesi neticesinde;

– 19.07.2018 tarihli ve 2018/87 sayılı Kurul kararında yer alan “yıllık çalışan sayısı 50’den az ve yıllık mali bilanço toplamı 25 milyon Türk lirasından az olan gerçek veya tüzel kişi veri sorumlularından ana faaliyet konusu özel nitelikli kişisel veri işleme olmayanlar” ifadesindeki yıllık mali bilanço toplamı tutarının güncellenmesi suretiyle “yıllık çalışan sayısı 50 ‘den az ve yıllık mali bilanço toplamı 100 milyon Türk lirasından az olan gerçek veya tüzel kişi veri sorumlularından ana faaliyet konusu özel nitelikli kişisel veri işleme olmayanlar” şeklinde değiştirilmesine,

– Bu kararın Resmî Gazetede yayımlanması ve Kurum internet sayfasında duyurulmasına,

– Anılan kararın Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmesine

oybirliği ile karar verilmiştir.

Para Politikası Kurulu’nun 20 Temmuz 2023 tarihli kararında makro finansal istikrarı güçlendirecek ve piyasa mekanizmalarının işlevselliğini artıracak sadeleşme sürecinin kademeli olarak devam edeceği belirtilmiş, ayrıca parasal sıkılaştırma sürecini destekleyecek seçici kredi ve miktarsal sıkılaştırma kararları alındığı ifade edilmiştir.

Parasal sıkılaşma sürecini destekleyici miktarsal sıkılaştırma kapsamında kur koruma desteği sağlanan hesaplar için yüzde 15 oranında zorunlu karşılık uygulaması 21 Temmuz 2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Yürütülmekte olan sadeleşme süreci kapsamında aşağıdaki adımlar atılmıştır.

1. Sıkılaşma sürecini destekleyen adımları tamamlayıcı olarak, kredi büyümesine göre menkul kıymet tesisi kapsamında yüzde 3 olan TL ticari krediler için aylık büyüme sınırının yüzde 2,5 olarak belirlenmesine karar verilmiştir. İhracat, yatırım, tarım ve esnaf kredileri bu sınırlandırmanın dışında tutulmuştur.

2. Piyasa mekanizmasının işlevselliğini artırmak için, faiz oranına göre menkul kıymet tesisi uygulaması sadeleştirilerek, ihracat ve yatırım kredileri hariç TL ticari kredilerde birinci kademe kaldırılarak faiz sınırının tek kademe olarak uygulanmasına karar verilmiştir.

3. Finansal kaynakların verimli kullanımının desteklenmesi amacıyla, taşıt kredilerinde yüzde 3 olan büyüme sınırının yüzde 2 olarak belirlenmesine, ihtiyaç kredilerinde değişikliğe gidilmeyerek yüzde 3 sınırının korunmasına karar verilmiştir. Ayrıca, enflasyonun kontrolü ve iç talebin dengelenmesi kapsamında kredi kartı nakit kullanımlarına ve kredili mevduat hesaplarına uygulanan aylık azami faiz oranı yüzde 2,89’a yükseltilmiştir.

İhracat ve yatırım kredileri ile deprem bölgesine yönelik krediler Merkez Bankasının kredileri sınırlandırıcı tüm tedbirlerinin dışında tutulacaktır.

Bu adımların yanı sıra, ihracatçıların finansmana erişimini desteklemek amacıyla aşağıdaki kararlar alınmıştır.

1. Reeskont kredilerinin günlük limiti 1,5 milyar TL’ye yükseltilmiştir.

2. Reeskont kredilerinde KOBİ payının artırılmasına ve kullandırımlarda ihracat artış performansının dikkate alınmasına karar verilmiştir.

3. Sadeleşme süreci kapsamında reeskont kredilerine erişim şartları kolaylaştırılmıştır.

a. Reeskont kredisi kullanımında yüzde 30 ilave ihracat bedeli satış koşulu kaldırılmıştır.

b. Reeskont kredi vadesi boyunca verilen döviz almama taahhüdünden, ithalat ödemeleri kapsamındaki döviz alımları istisna tutulmuştur.

Kamuoyunun bilgisine sunulur.

Kaynak: TCMB

25 Temmuz 2023 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 32259

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından:

MADDE 1- 31/10/2020 tarihli ve 31290 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kredi Kartı İşlemlerinde Uygulanacak Azami Faiz Oranları Hakkında Tebliğ (Sayı: 2020/16)’in 4 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(1) Türk lirası cinsinden kredi kartı işlemlerinde (nakit çekim veya kullanım işlemleri hariç) uygulanacak aylık azami akdi faiz oranı, 10/2/2020 tarihli ve 31035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bankalarca Ticari Müşterilerden Alınabilecek Ücretlere İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ (Sayı: 2020/4) ile belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde hesaplanarak ilan edilen aylık referans orana 55 baz puan eklenerek belirlenir. Kredi kartları vasıtasıyla yapılan nakit çekim veya kullanım işlemlerinde uygulanacak aylık azami akdi faiz oranı aylık referans orana 131 baz puan eklenerek belirlenir.”

MADDE 2- Aynı Tebliğin 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(1) Türk lirası cinsinden kredi kartı işlemlerinde uygulanacak aylık azami gecikme faiz oranları, Türk lirası cinsinden kredi kartı işlemlerinde uygulanacak aylık azami akdi faiz oranlarına 30 baz puan eklenerek belirlenir.”

MADDE 3- Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 4- Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür.

Merkez Bankası, "seçici kredi" politikası çerçevesinde, menkul kıymet tesisi oranlarında değişikliğe gitti. Ticari ve taşıt kredilerinin büyüme hızını yavaşlatıcı ek tedbir alınırken, kredi kartı nakit kullanımlarına ve KMH hesaplarına uygulanan aylık azami faiz oranı da yüzde 2,89'a yükseltildi.

Merkez Bankası'nın Seçici Kredi ve Miktarsal Sıkılaştırma Kararları hakkındaki açıklaması şöyle:

Finansal istikrarı güçlendirecek ve piyasa mekanizmalarının işlevselliğini artıracak sadeleşme sürecinin kademeli olarak devam edeceği belirtilmiş, ayrıca parasal sıkılaştırma sürecini destekleyecek seçici kredi ve miktarsal sıkılaştırma kararları alındığı ifade edilmiştir.

Parasal sıkılaşma sürecini destekleyici miktarsal sıkılaştırma kapsamında kur koruma desteği sağlanan hesaplar için yüzde 15 oranında zorunlu karşılık uygulaması 21 Temmuz 2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Ticari kredilerde menkul kıymet sınırı yüzde 2,5

Yürütülmekte olan sadeleşme süreci kapsamında aşağıdaki adımlar atılmıştır.

Sıkılaşma sürecini destekleyen adımları tamamlayıcı olarak, kredi büyümesine göre menkul kıymet tesisi kapsamında yüzde 3 olan TL ticari krediler için aylık büyüme sınırının yüzde 2,5 olarak belirlenmesine karar verilmiştir. İhracat, yatırım, tarım ve esnaf kredileri bu sınırlandırmanın dışında tutulmuştur.

Piyasa mekanizmasının işlevselliğini artırmak için, faiz oranına göre menkul kıymet tesisi uygulaması sadeleştirilerek, ihracat ve yatırım kredileri hariç TL ticari kredilerde birinci kademe kaldırılarak faiz sınırının tek kademe olarak uygulanmasına karar verilmiştir.

Taşıt kredilerinde sınır yüzde 2

Finansal kaynakların verimli kullanımının desteklenmesi amacıyla, taşıt kredilerinde yüzde 3 olan büyüme sınırının yüzde 2 olarak belirlenmesine, ihtiyaç kredilerinde değişikliğe gidilmeyerek yüzde 3 sınırının korunmasına karar verilmiştir.

Kredi kartı nakit ve KMH faizi yüzde 2,89

Ayrıca, enflasyonun kontrolü ve iç talebin dengelenmesi kapsamında kredi kartı nakit kullanımlarına ve kredili mevduat hesaplarına uygulanan aylık azami faiz oranı yüzde 2,89'a yükseltilmiştir.

İhracat ve yatırım kredileri ile deprem bölgesine yönelik krediler Merkez Bankasının kredileri sınırlandırıcı tüm tedbirlerinin dışında tutulacaktır.

Reeskontta ihracat performansına da bakılacak

Bu adımların yanı sıra, ihracatçıların finansmana erişimini desteklemek amacıyla aşağıdaki kararlar alınmıştır.

Reeskont kredilerinin günlük limiti 1,5 milyar TL’ye yükseltilmiştir.

Reeskont kredilerinde KOBİ payının artırılmasına ve kullandırımlarda ihracat artış performansının dikkate alınmasına karar verilmiştir.

Sadeleşme süreci kapsamında reeskont kredilerine erişim şartları kolaylaştırılmıştır.a. Reeskont kredisi kullanımında yüzde 30 ilave ihracat bedeli satış koşulu kaldırılmıştır.

Reeskont kredi vadesi boyunca verilen döviz almama taahhüdünden, ithalat ödemeleri kapsamındaki döviz alımları istisna tutulmuştur. 

25 Temmuz 2023 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 32259

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından:

MADDE 1- 10/6/2022 tarihli ve 31862 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Menkul Kıymet Tesisi Hakkında Tebliğin geçici 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yüzde 3’ün” ibaresi “yüzde 2’nin” olarak değiştirilmiştir.

MADDE 2- Bu Tebliğ 29/7/2023 tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 3- Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür.

Pazartesi, 24 Temmuz 2023 14:00

SGK İdari Para Cezalarında Zamanaşımı

SGK idari para cezaları; sigorta primleri, işsizlik sigortası primleri, eğitime katkı payı gibi çeşitli kurum alacaklarından biridir. İdari para cezalarında zamanaşımı konu itibari ile ikiye ayrılmaktadır. Bunlar tahakkuk zamanaşımı ve tahsil zamanaşımıdır.

1. İdari Para Cezalarına Tahakkuk Zamanaşımı

Tahakkuk idari para cezasının ilgiliye tebliğ edilmesi ile oluşmaktadır. İdari para cezasına konu fiil tarihi ise (işveren, ilgili banka, ilgili bakanlık, belediye, vatandaş vb.) ilgilinin yükümlülüklerini yerine getirilmesi gereken son gündür. Burada idari para cezasına konu fiil tarihinden itibaren dönem dönem değişen kanunlarda belirtilen süreler içerisinde idari para cezası ilgililere tebliğ edilmelidir. Belirlenen sürelerde tebliğ edilememiş ise idari para cezası ilgilisine tahakkuk edilememiştir yani tahakkuk zaman aşımına uğramıştır. Hangi kanundaki zamanaşımı sürenin uygulanacağı, idari para cezasına konu fiil tarihi ile belirlenmektedir. Burada reform tarihi olan 01.10.2008 öncesi ve sonrasına göre ayrıma gidilmektedir.

1.1. 30.09.2008 veya Önceki Bir Tarihte İşlenen Fiiller Yönünden

30.09.2008 tarihinden önce 506 sayılı Kanun yürürlüktedir. Adı geçen kanuna bakıldığında tahakkuk zamanaşımı süreleri;

– 09.07.1987 ve 11.05.1993 tarihleri arasındaki fiillerden dolayı bu tarihlerde herhangi bir yasal düzenleme olmaması nedeniyle çeşitli yargı kararları uyarınca 5 yıl,

– 12.05.1993 ve 5.08.2003 tarihleri arasında işlenen fiillerden dolayı 10 yıl,

– 06.08.2013 ve 30.09.2008 tarihleri arasında işlenen fiillerden dolayı ise 5 yıl, şeklindedir.

Diğer yandan fiilin işlendiği tarihte geçerli olan kanundaki zamanaşımı süresi ile sonradan yürürlüğe giren kanundaki zamanaşımı süresi farklıysa Türk Ceza Kanununun 7’nci maddesine istinaden ilgili hakkında lehine olan hükmün dikkate alınması gerekmektedir. Yani fiilin işlendiği tarihte zamanaşımı 10 yıl iken zamanaşımı sonradan 5 yıla düşmüşse 5 yıllık zamanaşımı dikkate alınır. Yine fiilin işlendiği tarihte zamanaşımı 5 yıl iken sonradan zamanaşımı 10 yıla çıkartılmışsa yine 5 yıllık zamanaşımı dikkate alınır.

1.2. 1.10.2008 veya Sonraki Bir Tarihte İşlenen Filler Yönünden Zamanaşımı Süresi

01.10.2008 tarihinden itibaren işlenen fiiller için 5510 sayılı Kanunun 102’nci maddesinin yedinci fıkrasına göre 10 yıllık zamanaşımına tabiidir. Yani idari para cezasına konu fiil tarihinden itibaren 10 yıl içinde idari para cezası ilgililere tebliğ edilmelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise tahakkuk zamanaşımında idari para cezasının nasıl tespit edildiğinin önemli olmadığıdır. Yani işverenin kendi (geç) bildirimi, denetim raporu, mahkeme kararı, başka kurumlardan gelen bilgi belge veya başka kurumların denetim raporlarından idari para cezası tespiti yapılsa da zamanaşımı süresinin bu tespite göre değişmediğidir.

2. İdari Para Cezalarına Tahsil Zamanaşımı

Tahsil zamanaşımı idari para cezasının tahakkuk edilmesinden sonraki süreçte gerçekleşebilir. Yani normalde idari para cezası süresinde tebliğ edilmiştir. Tebliğ edildikten sonra tebliğ edilen idari para cezasının ödenmesi gereken en son gününde geçerli olan kanuna göre tahsil zamanaşımı süresi belirlenmektedir. Burada da yine reform tarihi olan 01.10.2008 öncesi ve sonrasına göre ayrıma gidilmektedir.

2.1. Yasal Ödeme Süresinin Son Günü 30.09.2008’den Önceki Bir Tarihe Denk Gelen İdari Para Cezaları Yönünden

506 sayılı Kanuna göre tebliğ edilen idari para cezaları 7 gün içinde ödenmeliydi. Ancak adı geçen Kanunda yapılan değişikliklerle ödeme süresi belli tarih aralıklarında 15 güne çıkarılmıştır.

Buna göre idari para cezasının tebliği tarihi;

– 05.08.2002 önceki bir tarihte ise tutarın ödeme süresi 7 gün,

– 06.08.2003 ve sonraki bir tarihte ise tutarın ödeme süresi 15 gün şeklindedir.

Bu doğrultuda tahsil zamanaşımı sürelerine bakacak olursak ödeme süresinin sona erdiği tarih;

– 07.12.1993’ten önceki bir tarihe rastlarsa, tahsil zamanaşımı Borçlar Kanununa hükümlerine istinaden, ödeme vadesini sona erdiği tarihi takip eden günden itibaren 10 yıl,

– 08.12.1993 ve 05.07.2004 tarihleri arasına rastlarsa, tahsil zamanaşımı 6183 sayılı Kanuna istinaden, ödeme vadesini sona erdiği tarihi takip eden günden itibaren 5 yıl,

– 06.07.2004 ve 30.09.2008 tarihli arasına rastlarsa, tahsil zamanaşımı yine Borçlar Kanununa istinaden, ödeme vadesini sona erdiği tarihi takip eden günden itibaren 10 yıl, şeklinde olacaktır.

Tahakkuk zamanaşımında yer alan lehe olan kanun hükmünün uygulanması esası tahsil zamanaşımında yer almamaktadır. Yani ödeme vadesinin son günü geçerli olan kanun maddesine sıkı sıkıya bağlılık vardır.

2.2. Yasal Ödeme Süresinin Son Günü 1.10.2008 ve Sonraki Bir Tarihe Rastlayan İdari Para Cezaları Yönünden

5510 sayılı Kanunun 102’nci maddesinin dördüncü fıkrasına göre 01.10.2018 tarihinden sonra oluşan idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenmesi gerekmektedir. Tahsil zamanaşımı süresi ise 5510 sayılı Kanunun 93’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer almaktadır. Adı geçen fıkrada Kurumun prim ve diğer alacaklarının ödeme süresinin dolduğu tarihi takip eden takvim yılı başından başlayarak on yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmektedir. Burada 01.10.2008 öncesi döneme göre hafif bir yumuşama olduğu görülmektedir. Çünkü 01.10.2008’den önceki dönemde tahsil zamanaşımı süresi, ödeme süresinin son gününden itibaren başlamaktayken 01.10.2008 tarihinden sonraki idari para cezaları için tahsil zamanaşımı süresi ise ödeme süresinin son gününü takip eden yılın başından itibaren başlamaktadır. Örneğin ödenmesi gereken son gün 10.02.2023 tarihi ise 10 yıllık zamanaşımı 11.02.2023 itibariyle değil 01.01.2024 itibariyle başlamakta ve aslında verilen örnek itibariyle yaklaşık 11 yıla yakın olmaktadır.

Vurgulanması gereken diğer bir husus ise aynı tahakkuk zamanaşımında olduğu gibi tahsil zamanaşımında da idari para cezasının tespiti şeklinin önemli olmadığıdır. İdari para cezası ister işverenin kendiliğinden yaptığı gecikmeli bildirimlerden kaynaklansın ister denetim raporları veya mahkeme kararlarına dayansın tahsil zamanaşımı sürelerinde bir değişiklik olmamaktadır.

Fatih Rüştü TAŞKIN
SGK Müfettişi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

SGK İdari Para Cezalarında Zamanaşımı - Fatih Rüştü TAŞKIN, SGK Müfettişi - Alomaliye.com

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, “Bölge İdare Mahkemesi Kararları Arasındaki Aykırılığın Giderilmesi İstemi Hakkında” verdiği 07/06/2023 Tarih, Esas : 2023/2 Karar : 2023/4 No.lu Kararında, “ vergilendirme İşleminin dayanağı olan kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucu, yürürlükte olduğu dönemde bu kanun hükmüne istinaden yapılmış işlemlerin düzeltme ve şikâyet yolu ile vergi hatası kapsamında değerlendirilmesine imkân bulunmadığına” hükmetmiştir.

Aykırılığın giderilmesi istemine konu olayda, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun 6728 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle değiştirilen ek 2. maddesinin (4) numaralı fırkasında yer alan “…ve yabancı firmalarca da teklif verilen…” ibaresi Anayasa Mahkemesinin 24/12/2020 tarih ve E12020/15, K’,2020/78 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

Bunun üzerine iptal kararından önce İdareler tarafından ihale edilen muhtelif işleri üstlenen davacılar tarafından, ihale kapsamında imzalanan sözleşme nedeniyle ve ihale kararı üzerinden ödenen damga vergileri ile hak ediş ödemeleri üzerinden kesilen damga vergilerinin 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun ek 2. maddesi uyarınca istisna kapsamında olduğu belirtilerek iadesi istemiyle, iptal  kararının yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılan düzeltme başvurularının reddi üzerine yapılan şikâyet başvurularının reddine dair işlemlerin iptali istemiyle davalar açılmıştır.

Açılan davalarda konuyu “ vergi hatası” kapsamında değerlendiren ve davayı kabul eden bölge idaresi mahkemesi olduğu gibi, konunun “vergi hatası” olarak değerlendirilemeyeceği ve davanın reddine karar veren bölge idare mahkemeleri de bulunmaktadır. Aykırılıklar da buradan kaynaklanmaktadır.

Vergi hatalarının düzeltilmesi ve şikâyet yoluyla müracaat, Türk Vergi Sistemi içinde yer alan en kadim kurumlardan biridir. Zira 213 sayılı Kanundan önce yürürlükte bulunan 5432 sayılı Kanunda da (1949-1961) hüküm bulmuştur.

Mevzubahis Karar’da da ifade edildiği üzere, vergilendirmeye ilişkin olarak yapılan hatalı işlemlerin düzeltme ve şikâyet yoluyla giderilmesi, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 117 ve 118. maddelerinde sayılan haller için öngörülmüş istisnai bir yoldur.

Düzeltme ve şikâyet yoluna başvurulabilmesi için ileri sürülen hatanın hukuki yorum gerektirmeyecek şekilde açık ve net olarak belirlenebilmesi gerekmektedir.

Diğer bir ifadeyle, düzeltme ve şikâyet konusu yapılabilecek vergi hataları, kendisinden düzeltme isteminde bulunulan idari makam veya uyuşmazlık halinde yargı mercii tarafından, Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinde öngörülen yorum tekniklerine başvurulmadan ilk bakışta anlaşılabilecek nitelikte olan vergilendirme işlemlerindeki hatalardır.

Aksi takdirde, her türlü uyuşmazlığın düzeltme zamanaşımı içerisinde dava konusu edilebilmesi söz konusu olur ki bunun, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava açma sürelerine İlişkin 7, maddesinin düzenlenme amacına uygun düşmeyeceği tartışmasızdır.

Bu sebeple bir uyuşmazlığın çözümünün, maddi olayların değerlendirilmesi ve mevzuatın yorumlanmasını gerektirmesi halinde ise “vergi hatası”dan değil “hukuki uyuşmazlıktan/ihtilaftan bahsedilir.

Öte yandan Anayasa’nın 153. maddesinin beşinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği hükme bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından bir hükmün iptal edilmesi sonucunda, hükmün yürürlükte olduğu dönemde tatbiki sonucu haksız tahsilat gibi hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan bir durumun ortaya çıkması halinde, bu durumun giderilmesi için kanunkoyucular tarafından yeni kanun çıkarılması gerekmektedir.

Dolayısıyla hükmün iptal sonucu ortaya çıkan boşluk/haksızlık vergi mevzuatı yönünden vergi hatalarının düzeltilmesi ve şikayet yoluyla müracaat kurumları üzerinden giderilemez.

https://vergiatolyesi.com/bir-hukmun-iptali-ve-sikayet-yoluyla-muracaat-kurumu-uzerinden-dava-konu-edilmesi/

Pazartesi, 24 Temmuz 2023 07:42

Kurumlar Vergisi Ve Özellikleri

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun birinci maddesi uyarınca “Aşağıda sayılan kurumların kazançları” kurumlar vergisine tabidir.

a) Sermaye şirketleri.

b) Kooperatifler,

c) İktisadi kamu kuruluşları.

ç) Dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmeler,

d) İş ortaklıkları,

Kurum kazancı, gelir vergisinin konusuna giren gelir unsurlarından oluşur. Şöyle ki;

1) Sermaye şirketleri: 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler ile benzer nitelikteki yabancı kurumlar sermaye şirketidir. Bu kanunun uygulanmasında, Sermaye Piyasası Kurulunun düzenleme ve denetimine tabi fonlar ile bu fonlara benzer yabancı fonlar sermaye şirketi sayılır.

2) Kooperatifler: 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na veya özel kanunlarına göre kurulan kooperatifler ile benzer nitelikteki yabancı kooperatifleri ifade eder.

3) İktisadi kamu kuruluşları: Devlete, il özel idarelerine, belediyelere, diğer kamu idarelerine ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, faaliyetleri devamlı bulunan ve birinci ve ikinci fıkralar dışında kalan ticari, sınai ve zirai işletmeler iktisadi kamu kuruluşudur.

4) Yabancı devletlere, yabancı kamu idare ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları dışında kalan ticari, sınai ve zirai işletmeler, iktisadi kamu kuruluşu gibi değerlendirilir.

5) Dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmeler: Dernek veya vakıflara ait veya bağlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları dışında kalan ticari, sınai ve zirai işletmeler ile benzer nitelikteki yabancı işletmeler, dernek veya vakıfların iktisadi işletmeleridir. Bu kanunun uygulanmasında sendikalar dernek; cemaatler ise vakıf sayılır.

6) İktisadi kamu kuruluşları ile dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmelerin kazanç amacı gütmemeleri, faaliyetlerinin kanunla verilmiş görevler arasında bulunması, tüzel kişiliklerinin olmaması, bağımsız muhasebelerinin ve kendilerine ayrılmış sermayelerinin veya iş yerlerinin bulunmaması mükellefiyetlerini etkilemez. Mal veya hizmet bedelinin sadece maliyeti karşılayacak kadar olması, kar edilmemesi veya karın kuruluş amaçlarına tahsis edilmesi bunların iktisadi niteliğini değiştirmez.

7) İş ortaklıkları: Yukarıdaki fıkralarda yazılı kurumların kendi aralarında veya şahıs ortaklıkları ya da gerçek kişilerle, belli bir işin birlikte yapılmasını ortaklaşa yüklenmek ve kazancını paylaşmak amacıyla kurdukları ortaklıklardan bu şekilde mükellefiyet tesis edilmesini talep edenler iş ortaklıklarıdır. Bunların tüzel kişiliklerinin olmaması mükellefiyetlerini etkilemez.

Tam ve dar mükellefiyet kavramları:

Tam mükellefiyet: Kanunun birinci maddesinde sayılı kurumlardan kanuni veya iş merkezi Türkiye'de bulunanlar, gerek Türkiye içinde gerekse Türkiye dışında elde ettikleri kazançların tamamı üzerinden vergilendirilirler.

Dar mükellefiyet: Kanunun birinci maddesinde sayılı kurumlardan kanuni ve iş merkezlerinin her ikisi de Türkiye'de bulunmayanlar, sadece Türkiye'de elde ettikleri kazançları üzerinden vergilendirilirler.

Dar mükellefiyette kurum kazancı, aşağıdaki kazanç ve iratlardan oluşur:

a) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine uygun Türkiye'de iş yeri olan veya daimi temsilci bulunduran yabancı kurumlar tarafından bu yerlerde veya bu temsilciler vasıtasıyla yapılan işlerden elde edilen ticari kazançlar (Bu şartları taşısalar bile kurumların ihraç edilmek üzere Türkiye'de satın aldıkları malları Türkiye'de satmaksızın yabancı ülkelere göndermelerinden doğan kazançlar, Türkiye'de elde edilmiş sayılmaz. Türkiye'de satmaktan maksat, alıcı veya satıcının ya da her ikisinin Türkiye'de olması veya satış sözleşmesinin Türkiye'de yapılmasıdır.).

b) Türkiye'de bulunan zirai işletmeden elde edilen kazançlar

c) Türkiye'de elde edilen serbest meslek kazançları

ç) Taşınır ve taşınmazlar ile hakların Türkiye'de kiralanmasından elde edilen iratlar

d) Türkiye'de elde edilen menkul sermaye iratları

e) Türkiye'de elde edilen diğer kazanç ve iratlar

4) Bu maddede belirtilen kazanç veya iratlar ile gelir unsurlarının Türkiye'de elde edilmesi ve Türkiye'de daimi temsilci bulundurulması konularında, 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.

5) Kanuni merkez: Vergiye tabi kurumların kuruluş kanunlarında, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde, tüzüklerinde, ana statülerinde veya sözleşmelerinde gösterilen merkezdir. (2.7.2018 tarihli ve 700 sayılı KHK’nin 173’üncü maddesiyle, bu fıkrada yer alan “kanunlarında” ibaresinden sonra gelmek üzere; “Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde” ibaresi eklenmiştir.)

6) İş merkezi: İş bakımından işlemlerin fiilen toplandığı ve yönetildiği merkezdir.

Muafiyet ve istisnalar

Muafiyetler (Aşağıda sayılan kurumlar, kurumlar vergisinden muaftır.)

a) Kamu idare ve kuruluşları tarafından tarım ve hayvancılığı, bilimi, fenni ve güzel sanatları öğretmek, yaymak, geliştirmek ve teşvik etmek amacıyla işletilen okullar, okul atölyeleri, konservatuvarlar, kütüphaneler, tiyatrolar, müzeler, sergiler, numune fidanlıkları, tohum ve hayvan geliştirme ve üretme istasyonları, yarış yerleri, kitap, gazete, dergi yayınevleri ve benzeri kuruluşlar

b) Kamu idare ve kuruluşları tarafından genel insan ve hayvan sağlığını korumak ve tedavi amacıyla işletilen hastane, klinik, dispanser, sanatoryum, huzurevi, çocuk bakımevi, hayvan hastanesi ve dispanseri, hayvan bakımevi, veteriner bakteriyoloji, seroloji, distofajin kuruluşları ve benzeri kuruluşlar. (Bunlardan sağlık hizmeti sunanların teşhis ve tedaviye yönelik olarak birbirlerine yapacakları mal ve hizmet satışları ile Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane, klinik, dispanser, sanatoryum gibi kurum ve kuruluşların yapacağı Gelir Vergisi Kanunu’nun 70’inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemleri bu muafiyeti ortadan kaldırmaz.)

c) Kamu idare ve kuruluşları tarafından sosyal amaçlarla işletilen şefkat, rehin ve yardım sandıkları, sosyal yardım kurumları, yoksul aşevleri, ceza ve infaz kurumları ile tutukevlerine ait işyurtları, darülaceze atölyeleri, öğrenci yurtları, pansiyonları ve benzeri kuruluşlar

ç) Kamu idare ve kuruluşları tarafından yetkili idari makamların izniyle açılan yerel, ulusal veya uluslararası nitelikteki sergiler, fuarlar ve panayırlar

d) Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait olup sadece kamu görevlilerine hizmet veren, kar amacı gütmeyen ve üçüncü kişilere kiralanmayan kreş ve konukevleri ile askeri kışlalardaki kantinler

e) Kanunla kurulan emekli ve yardım sandıkları ile sosyal güvenlik kurumları

f) Yaptıkları iş veya hizmet karşılığında resim ve harç alan kamu kuruluşları

g) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ile Özelleştirme Fonu, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve şans oyunları lisans veya işletim hakkının hasılatın belli oranında hesaplanan pay karşılığında verilmesi halinde bu hakkı devralan kurumlar hariç olmak üzere, 14/3/2007 tarihli ve 5602 sayılı Şans Oyunları Hasılatından Alınan Vergi, Fon ve Payların Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 3’üncü maddesinde tanımlanan ilgili kurum ve kuruluşlar

h) Kuruluşlarındaki amaca uygun işlerle sınırlı olmak şartıyla, Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü ile askeri fabrika ve atölyeler

i) İl özel idareleri, belediyeler ve köyler ile bunların oluşturdukları birlikler veya bunlara bağlı kuruluşlar tarafından işletilen;

1) Kanal, boru ve benzeri yollarla dağıtım yapan su işletmeleri,

2) Belediye sınırları içinde faaliyette bulunan yolcu taşıma işletmeleri,

3) Kesim, taşıma ve muhafaza işleriyle sınırlı olmak üzere mezbahalar,

ile konuya ilişkin çok yönlü çalışma ve değerlemeler yer almaktadır. Veysi SEVİĞ

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/calisma-hayatina-dair-10-sicak-soruya-yanit-6980414

Değerli okurlar, vergi incelemesi sonrasında yargıya gidilmeden önceki çözüm yollarından biri de uzlaşmadır. Yapılan tarhiyatların ortalama yüzde 80 ve üstü uzlaşma aşamasında, yargıya gidilmeden, anlaşma ile neticelenmektedir.

Uzlaşmalar olmasa yargıda oluşabilecek iş yükünü tahmin bile edebilmek güç. Aflardan sonra inceleme, uzlaşma süreçlerinin tekrar başladığı bu dönemde uzlaşma konusunda uyarılarda bulunmaya başlamakta fayda var. Uzlaşmalarla ilgili sorulan sorular ve dikkat edilecek konulardan başlıklar halinde bahsedip, sonrasında zaman zaman üzerinde duracağım.

Uzlaşma konusunda sıklıkla sorulan sorular

-Anaparadan indirim oluyor mu?

-Faizlerden indirim oluyor mu?

-Cezalar sıfırlanır mı?

-Tarhiyatın tamamı sıfırlanır mı?

-Uzlaşma halinde devreden KDV’yi de kabul etmiş olur muyuz?

-Kısmi uzlaşma nasıl olabilir?

-Bazı dönemlerde uzlaşıp bazı dönemleri yargıya götürsek olur mu?

-Şimdi uzlaşırsak sonraki yıllarda buna uygun davranmak zorunda mıyız?

-Şimdi uzlaşırsak sonraki incelemelerde yargıya gittiğimizde elimiz zayıflamış olur mu?

 -Uzlaşma kabul anlamına gelir mi?

-Uzlaşılan tutarı ödeyemezsek uzlaşma öncesi rakamlara mı dönülür?

-Uzlaşılamazsa kaç günde dava açılmalı?

-Uzlaşmaya şirket adına kimler girebilir?

 -Uzlaşma tutanağına imza atarken kaşe de gerekli mi?

 -Uzlaşma vekâleti nasıl olmalı?

-Uzlaşma sırasında hangi argümanlar ileri sürülebilir?

-Uzlaşma öncesi yazılı bir açıklama sunmak gerekir mi?

-Uzlaşma sırasında yazılı açıklama, belge, sunum sunulabilir mi?

-Uzlaşma toplantısı ne kadar sürüyor?

-Uzlaşmada bizi dinlerler mi?

-Uzlaşmada bizi konuştururlar mı?

 -Anaparadan indirim yapılmadığı doğru mu?

 -Cezalarda sadece yüzde 80 indirim yapıldığı doğru mu?

-Tarhiyat öncesi mi tarhiyat sonrası mı uzlaşmayı tavsiye edersiniz?

-Tarhiyat öncesi uzlaşmadan vazgeçilebilir mi?

-Tarhiyat öncesi uzlaşmaya gidilmese ne olur?

-Tarhiyat sonrası uzlaşmaya gidilmese ne olur?

-Uzlaşma sürecinin uzamasının zamanaşımına etkisi var mı?

-Uzlaşmadan vazgeçmek mümkün mü?

-Uzlaşma toplantısı ertelenebilir mi?

-Uzlaşma sırasında mola alınabilir mi?

-Uzlaşma toplantısı sırasında bir başka toplantı için erteleme yapılabilir mi?

-Uzlaşmaya Türkçe bilmeyen birisi katılabilir mi?

-Yabancı katılımcı için tercüme nasıl yapılır?

 -Yabancı yetkili aynı zaman da imza yetkilisi ise imzalanacak uzlaşma tutanağı kendisine nasıl/kim izah edecek?

 -Uzlaşmaya katılamayan yabancı yetkililer online katılım isterlerse bu kabul görür mü?

-Uzlaşma ön fiyat anlaşması ilişkisi nasıl olacak?

-Uzlaşma sırasında komisyona sunum imkânı olabilir mi?

-Uzlaşma komisyonunu kimler oluşturur?

 -Hangi komisyonda görüşüleceği nasıl belirlenir?

 -Komisyon dosyaya önceden hazırlanır mı?

-Komisyonu önceden ziyaret edip konuyu anlatmak mümkün olur mu?

-Toplantıda uzlaşamayıp sonradan kabul mümkün mü? Uzlaşmaya nasıl hazırlanmalı ve uzlaşıp uzlaşmamaya nasıl karar verilmeli? Sadece sık sorulan sorular dahi uzunca bir liste oluşturduğu için bu başlığa ayrı bir yazıda değinmek daha iyi olacak. Uzlaşmanın sonradan kabulü mümkün mü? Son sorudan başlayayım. Uzlaşma toplantısında uzlaşmanın vaki olmaması halinde, Vergi Usul Kanunu gereği, komisyonun mükellefe yaptığı son teklifin tutanağa geçirilmesi gerekmektedir.

Mükellefin bir ay içerisinde son teklif edilen tutarı kabul ederek uzlaşma imkânı vardır. Ancak, ne yazık ki çoğu zaman, uzlaşma sırasında uzlaşılamazsa, uzlaşma odasında mükellefe yapılan son gerçek teklif tutanağa yansıtılmamaktadır.

Bazen cezadan bile (ki genelde epeyce bir dönemdir yüzde 80 indirim teklif ediliyor) hiç indirim yapılmamış gibi tutanak tanzim edilmekte, bazen de, ana paradan dahi indirim teklif edilmiş, ceza sembolik tutarlara çekilmişken, uzlaşma sağlanamamışsa tutanağa, anaparadan hiç indirim yapılmamış cezadan yüzde 80 indirim yapılmış gibi geçirilebilmektedir.

Bu tutumun temel nedeni konu yargıya intikal edecek olursa vergi idaresinin elinin zayıflayabileceği endişesidir. Öncelikle Vergi İdaresinin bu endişesinin yersiz olduğunu, hiç bir yargı merciinin uzlaşma tutanağındaki indirim teklifine bakıp karar vermeyeceğini ifade etmek isterim. Bu nedenle de kanunla verilmiş hakkın kullanım imkânını kısıtlayacak bu tür yaklaşımların terkedilmesi ve uzlaşma sırasında oluşan son teklifin olduğu gibi tutanağa yansıtılması yerinde olacaktır. Zeki GÜNDÜZ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/uzlasamama-tutanaklari-son-teklifi-yansitiyor-mu/699232

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • BİNEK OTOYA İLİŞKİN ENFLASYON DÜZELTMESİ SONRASI VERGİSEL AÇIDAN GİDER ANALİZİ Binek otomobil; Türk Gümrük Tarife Cetveli’nin (87.03) pozisyonunda yer alan motorlu…
  • SERMAYE TAAHHÜDÜNÜN SÜRESİNDE ÖDENMEMESİ Türk Ticaret Kanununun 332. Maddesi Uyarınca Anonim Şirketler Asgari 250.000,00…
  • 2023 Yılında Yapılan Enflasyon Düzeltmesi, 2024 Yılında Ortaya Çıkacak "ENFLASYON DÜZELTMESİ KARINI" Etkiler Mi? CEVAP : HAYIR 2- 2023 yılında yapılan enflasyon düzeltmesi, 2024…
Top