Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

I- GİRİŞ

Ticari veya zirai muamele ile ilgili işlemler eksiksiz ola­rak tekemmül ettiğinde kazanç elde edilmiş sayılmakta, ayrıca karşılığın tahsil edilmesi beklenilmemektedir. Ticari ve zirai kazanç ile kurum kazan­cında çok kısa zaman dilimi içerisinde çok çeşitli işlemlerin yapılması nede­niyle bu işlemler karşılığında tahsilatı ayrı ayrı takip etmenin güçlüğü anılan gelir türlerinde elde etmenin tahakkuk esasına bağlanmasını zorunlu kılmak­tadır.

Kanun koyucu ticari ve zirai kazanç ile kurum kazancında elde etmeyi tahakkuk esasına bağlamış ancak, belli şartlar altında işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceğinin kesinleşmesi veya böyle bir ihti­malin ortaya çıkması durumunda daha Önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilen fakat nihai anlamda gelir olarak doğmayan bu tutarın, doğrudan ya da karşılık ayırarak zarara intikal ettirilmesi suretiyle de vergi adaleti sağla­mıştır.

Bu düzenlemelerden biri, işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceği ihtimalinin ortaya çıkması üzerine, daha önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilmiş tutarın karşılık ayırmak suretiyle zarara aktarılma­sını sağlayan “şüpheli alacak müessesesi”dir.

Bu makalede alacakların hangi dönemde tahsili şüpheli hale geldiği ve bu alacaklara karşılık ayırma işleminin hangi dönemde gerçekleştirilebileceği açıklanmaya çalışılacaktır.

II- HUKUKİ DURUM

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Amortismanlar” başlıklı üçüncü kısmının “Alacaklarda Amortismanlar” başlıklı bölümünde düzenlenen şüpheli alacaklar, doğrudan gider kaydedilebilen değersiz alacaklardan farklı olarak, karşılık ayrılmak suretiyle giderleştirilebilmektedir. Şüpheli alacak müessesesi ile ilgili yasal düzenleme Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde yer almakta olup, söz konusu maddede; “Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;

  1. Dava veya ica safhasında bulunan alacaklar;
  2. Yapılan protestoya veya yazılı ile bir defadan fazla İstenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değme­yecek derecede küçük alacaklar;

Şüpheli alacak sayılır.

Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf de­ğerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.

Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösteri­lir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder.

Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikle­ri dönemde kâr-zarar hesabına intikal ettirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Karşılıklarla ilgili olarak ise Vergi Usul Kanunu’nun 288. maddesinde; “Hasıl olan veya husulü beklenen, fakat miktarı katiyetle kestirilmeyen ve teşebbüs için bir borç mahiyetini arz eden belli bazı zararları karşılamak maksadıyla hesaben ayrılan meblağlara karşılık denilir. Karşılıklar mukayyet değeriyle pasifleştirilmek suretiyle değerlendirilir. Amortisman kayıtları hakkındaki özel hükümler mahfuzdur.” hükmüne yer verilmiştir.

Kanun hükmünde de görüleceği üzere bazı safhalarda bulunan alacak­lar, karşılık ayırmak suretiyle gider yazılabilmekte ve böylece tahakkuk esa­sına göre elde edilmiş olmakla birlikte fiiliyatta elde edilmemiş olan gelirin vergilendirilmesinin önüne geçilmektedir.

Bu uygulamanın amacını, tahakkuk ettirildiği dönemde kazanca dahil edilen alacaklar tahsil edilememe riski ile karşılaştığı durumda mükellefin kasasına girmeyen gelirden vergi alınmaması şeklinde özetleyebiliriz.

Ticari ve zirai kazançta gelirin elde edilmesi tahakkuk esasına bağlan­mış olduğundan dolayı şüpheli alacak uygulaması sadece bu gelir unsuru sa­hipleri için geçerli olmaktadır.

Kanun metninde sadece alacaktan bahsedilmiş olup, bu alacağın se­netli olup olmaması konusunda bir belirleme yapılmamış olması münasebe­tiyle karşılık ayrılacak alacığın senetli alacak olup olmadığının önemi bu­lunmamaktadır(1). Her ne kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesi belli tutarın üzerindeki hakkın senetle ispat edilmesi gerektiği­ni belirtmekte ise de, vergi hukukunda gerçek mahiyet esas olduğundan ala­cağın satış faturası veya diğer kanıtlayıcı belgelerle ispat edilmesi halinde ayrıca alacak senedi aranmayacaktır.

A- ALACAĞIN TİCARİ VE ZİRAİ KAZANCIN ELDE EDİLMESİ VE İDAME ETTİRİLMESİ İLE İLGİLİ OLMASI

Karşılık ayrılabilmesinin birinci şartı olan “alacağın ticari ve zirai ka­zancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olması” gerektiği 213 sa­yılı Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde 2365 sayılı Kanun’un ile yapı­lan değişiklik sonucunda netlik kazanmıştır.

Bahsi geçen Kanun değişikliğinin gerekçesi aşağıdaki gibidir(2).

“Karşılık ayrılmak suretiyle, zarara intikal ettirilecek alacağın ticari ve zirai faaliyetin elde edilmesi veya idamesi ile ilgili olması, diğer bir şekil­de ifade ile alacağın daha önce hasılat hesaplana intikal ettirilmiş bulunması gerekmektedir. Buna rağmen özel alacaklarını tahsil edemeyen bazı tacirle­rin bunları ticari defterlerine ithal edip sonradan karşılık ayırmak suretiyle matrahlarını düşürdükleri görülmektedir.

Bu konudaki vergi kaybını ve ihtilafları önlemek için, karşılık ayrıla­cak alacağın ticari ve zirai kazancın elde edilmesi veya idamesi ile ilgili ol­ma şartının madde metninde sarih bir şekilde belirtilmesi uygun görülmüş­tür”

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; işletmeye ait ticari ya da zi­rai kazancın elde edilmesi ve devamlılığıyla ilgili olmayan şahsi alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamamakta ayrıca, işletme bilançosuna ka­yıtlı olsa da şahsi kefalet ve teminatlardan doğan alacaklar(3) esas itibariyle şüpheli alacak kapsamı dışında tutulmaktadır.

B- ALACAĞIN DAVA VEYA İCRA SAFHASINDA BULUNMASI YA DA YAPILAN PROTESTOYA VEYA YAZI İLE BİR DEFADAN FAZLA İSTENİLMESİNE RAĞMEN ÖDENMEMİŞ KÜÇÜK ALACAKLAR OLMASI

Kanun metninde sadece alacaktan bahsedilmiş olup, bu alacağın se­netli olup olmaması konusunda bir belirleme yapılmamış olması münasebe­tiyle karşılık ayrılacak alacağın senetli alacak olup olmadığının önemi bu­lunmamaktadır(4).

Şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi içi aranan diğer bir şart ise ala­cağı şüpheli hale geldiğinin tespitidir. Kanun maddesinde yer alan bu düzen­lemeye göre dava ve icra safhasında bulunan alacaklar ile yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından öden­memiş bulunan dava ye icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacak sayılır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na göre alacakları takibi iki şekilde olmaktadır.

- Cüz’i İcra (icra takibi)

- Külli İcra (iflas yolu ile takip)

Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde herhangi bir ayrım yapılmaksızın dava ve icra safhasında bulunan alacaklar için karşılık ayrıla­bileceği hüküm altına alınmıştır(5). Bu nedenle mükellefler alacaklısı bulundu­ğu müşterilerin iflası halinde, alacaklarını iflas masasına kaydettirmek şar­tıyla, bu alacaklarına karşılık ayırabileceklerdir. Ancak burada dikkat edil­mesi gereken husus şekli bir başvurunun alacağın şüpheli hale gelmesi için yeterli olmayacağıdır. Yani dava veya icranın ciddi olarak takip edilmesi ge­rekir. Aksi takdirde dosyanın takipten kalkması ve buna bağlı olarak da kar­şılık ayırma imkanının kaybı söz konusu olabilecektir. Yapılmakta olan icra takibi durdurularak yeni senede bağlanan alacak da şüpheli alacak niteliğini kaybeder.

Dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacakların neler olduğu konusunda madde metinde genel bir belirleme yapılmamıştır. Bu ne­denle her olay kendi içinde değerlendirilmelidir. Her bir kişi veya kurum iti­bariyle alacağın takibi için yapılması gereken avukatlık ücreti, noter ve pos­ta masrafı, yargı harcı gibi yapılacak dava ve takip masrafları alacağın mik­tarından fazla olması halinde, bu alacakların küçük alacak olarak kabul edi­leceği tabidir. Ancak tek tek küçük olan aynı nitelikteki alacakların toplamı­nın hasılat içinde oransal olarak büyük bir yekun tutması durumunda artık bu alacakların küçük olduğundan bahsedilemeyecektir.

Maddede, yazılı istemin ne şekilde yapılacağına dair bir belirleme ya­pılmamıştır. Ancak kanıtlayabilme açısından istemin en azından taahhütlü mektup veya noter kanalı ile yapılması gerektiğinin kabulü zorunlu olmakta­dır.

C- ALACAĞIN TEMİNATLI OLMAMASI

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde; “teminatlı alacaklar­da bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder” hükmüne yer veri­lerek, teminatlı alacaklar için karşılık ayırmaya imkân tanınmamıştır. An­cak teminat bu alacağın sadece bir kısmını karşılamakta ise, alacağın temi­natsız kalan kısmı için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilir. Bununla beraber kısmi teminatın olduğu durumlarda, alacağın ne kadarlık kısmının teminat­sız olduğu tespit edilemiyorsa bu alacak için kısmi de olsa şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacaktır.

Genel olarak;

- Gayrimenkul ipoteği,

- Menkul rehni,

- Şahsi kefalet,

- Teminat mektubu,

- Haciz tatbiki,

bulunması durumlarında alacağın teminatlı olduğu kabul edilir.

Madde ile şüpheli vasfını iktisap etmiş olan alacaklar için karşılık ayrılabilmesi hususuna yer verilmekle, ilgili alacaklının elde etmediği bir gelir için vergi ödemek mecburiyetinde bırakılmaması amaçlanmaktadır.

Kamu idare ve müesseselerinden olan alacakların teminatlı alacak sayılıp sayılmayacağı tartışma konusudur. Bu konuda Maliye İdaresi genel bir açıklama yapmamıştır. Hatta Maliye İdaresi, kamu idare ve müesseselerin­den olan bir alacağın tahsil edilememesi diye bir durumun söz konusu ola­mayacağı gerekçesi ile bu alacaklar için karşılık ayrılamayacağına dair 29.06.1995 tarih ve 1300-220/7897 sayılı Mukteza vermiştir(6). Kanaatimize göre, bu tür alacakların her halükârda tahsil edilecektir düşüncesi ile karşılık ayrılmaması (dolayısıyla giderleştirilmemesi) gerektiğinin kabulü, mükellefi tasarruf etmediği bir alacak için vergi ödemek durumuyla karşı karşıya bırakmak ve kendisini özel teşebbüsten alacaklı olanlara nazaran farklı mu­ameleye tabi tutmak olur. Kaldı ki hukuk düzeninde özel teşebbüs-kamu ida­resi ticari ilişkisi ile Özel teşebbüs-özel teşebbüs ticari ilişkisi arasında bir farklılaştırılmaya gidilmemiş aynı hukuk kurallarına tabi tutulmuştur. Bu ne­denle kamu idarelerinden alacaklı olanlarında bu alacakları için özel teşeb­büsten vaki olan alacaklarda olduğu gibi karşılık ayırabilmeleri gerekmekte­dir.

D- BİLANÇO ESASINA GÖRE DEFTER TUTULMASI

Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesi hükmü gereği şüphe­li alacaklar için pasifte karşılık ayrılmadan zarar yazılması mümkün değil­dir. Bu da bilanço esasında defter tutulması şartını gerektirmektedir. Ayrılan karşılığın hangi alacaklara ait olduğunun kayıtlarda ayrıntılı olarak gösterilmesi Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü gereğidir. Dolayısıyla ayrıntısı gösterilmeden toplu olarak ayrılan karşılıklar gider olarak dikkate alınamaz. Bu husus ayrılan karşılığın takip edilebilmesi açısından önemlidir. Ayrıca doğrudan gider yazılması alacağın muhasebe kayıtlarından çı­karılması sonucunu doğuracağından alacağın kanuni defterlerde ve mali tab­lolarda yer almamasına neden olacaktır. Anılan 323. maddenin son fıkrası hükmü gereği, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kâr yazılmak durumundadır. Bunun takibi ise karşılık ayrılması ile sağlanacaktır.

Kanun maddesinin açık hükmünden(7) ve yukarıda yapılan açıklamalar­dan da anlaşılacağı üzere şüpheli alacaklar için karşılık ayrılması imkânı yalnızca bilanço esasında defter tutan mükelleflere tanınmış bir haktır. İşlet­me hesabı esasında kayıtlarını tutan ikinci sınıf tacirlerle, benzeri durumdaki gerçek usulde vergilendirilen diğer işletmelerin ve serbest meslek erbabının söz konusu haktan yararlanmaları mümkün değildir(8). Çünkü karşılığın pasifte ayrılacağı hüküm altına alınmıştır. Pasif kavramı ise bir bilanço kavramı olup, bilanço esasında defter tutanlarca kullanılabilir.

İşletme hesabı esasına göre defter tutan mükellefler, şüpheli hale ge­len alacakları için herhangi bir işlem yapmayacaklar ancak, bu alacakların tahsilinin imkânsızlığı kesinleştiğinde Vergi Usul Kanunu’nun 322. maddesi uyarınca “değersiz alacak” olarak değerlendirip, bu alacakları (kanıtlayıcı kazai bir hüküm veya kanaat verici vesika olmak kaydıyla) doğrudan gider yazacaklardır.

Madde hükmü uyarınca her ne şekilde olursa olsun, şüpheli alacaklar­dan yapılan tahsilâtların tahsil edildikleri dönemde gelir kaydedilmesi unu­tulmamalıdır.

III- ŞÜPHELİ HALE GELMİŞ ALACAK İÇİN HANGİ DÖNEMDE KARŞILIK AYRILACAĞI KONUSUNDA YAŞANAN TEREDDÜTLER

Alacağın vadesinin gelmiş olmasına rağmen henüz tahsil edilememiş olması ve yukarıda belirttiğimiz şartları taşıması halinde bu alacak şüpheli hale gelmiş bulunmaktadır. Alacağın şüpheli hale gelmesi için senetli ve senetsiz olmasının da bir öneminin olmadığını gene yukarıda belirtmiştik. Buna göre vadesinde tahsil edilemeyen ve ileride tahsil edilip edilemeyeceği kesin olarak  belli olmayan alacaklar normal tahsil süresinin sona erdiği dönemde artık şüpheli hale gelmiş bulunmaktadırlar.

Şüpheli hale gelen küçük tutarlar dışındaki alacağa karşılık ayrılacak dönem ise dava ve icra aşamasına geçildiği dönemdir. Dava konusu edilen ihtilaflı ticari alacaklarla ilgili davalara sulh veya asliye ticaret mahkemeleri bakmaktadır. Söz konusu mahkemelerin süreci dava açılmasıyla başlamakta olup, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre; dava dava dilekçesinin mahkemenin esas veya muhabere defterine kaydedildiği tarihte açılmış sayılmaktadır. Şüpheli alacak karşılığı ayrılması ihtiyaridir. Yani mükelleflerin şüpheli hale gelmiş bulunan alacakları için karşılık ayırmamaları mümkündür. Şüpheli alacaklar Vergi Usul Kanunu’nun “Amortismanlar” başlıklı üçüncü kısmının “Alacaklarda Amortismanlar” başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Bu nedenle şüpheli alacak karşılıklarının bir tür amortisman özelliği gösterdiğini söylemek mümkündür. Bilindiği üzere amortisman ayırmak da ihtiyaridir ve her yılın amortismanı ancak o yıla ait değerlemede dikkate alınabilir. Bu nedenle zamanında ayrılmayan bir karşılığın daha sonraki bir dönemde ayrılması söz konusu olamaz.

Şüpheli alacak karşılığı alacağın şüpheli hale geldiği dönemde ayrılabilmesi dönemsellik ilkesinin de bir gereğidir. Bu durumda, vadesinde ödenmeyen alacak için yukarıdaki bölümde anlatılan kanuni yollara hangi dönemde başvurulmuşsa, alacak o dönemde şüpheli hale geleceğinden, karşılık da söz konusu dönemde ayrılabilecektir.

Konuyla ilgili olarak Gelir İdaresi Başkanlığının 25.05.2011 tarih ve 4.35.18.02-1744-179 sayılı Özelgesi ise şu şekildedir.

“Yukarıdaki Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere, ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; dava ve icra safhasında bulunan alacaklarla, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacak sayılmakta, bu şartlardan herhangi birinin mevcut olmaması durumunda ise şüpheli alacak kaydına imkân bulunmamaktadır. Diğer yandan, şüpheli alacaklar için dava veya icra takibine başlanıldığı yılda karşılık ayrılması gerekmekte olup, şüpheli hale geldiği hesap döneminde karşılık ayrılmayan alacaklar için daha sonraki dönemlerde karşılık ayrılması mümkün olmamaktadır. Bir alacağın dava veya icra safhasında olduğunun kabulü için mahkemeye dava veya icra merciine takip için dilekçe verilmiş olması, ancak gerek mahkemeye gerek icra merciine yapılan başvuruların takip edilmesi gerekmektedir.

Buna göre, tahsili mümkün olmayan alacaklara ilişkin olarak icra takibine başlanıldığı hesap dönemi itibariyle şüpheli alacak karşılığı ayrılması gerekmekte olup, ilgili dönemde karşılık ayrılmayan alacaklarınız için daha sonraki hesap dönemlerinde karşılık ayrılması mümkün bulunmamaktadır.”

Şüpheli hale gelen alacaklar, ancak karşılık ayırmak suretiyle zarara intikal ettirilebilir. Şüpheli hale gelen alacağın doğrudan zarar hesabına intikal ettirilmesi mümkün değildir. Çünkü Vergi Usul Kanunu’nda tahsiline imkan kalmayan alacağın hangi hallerde doğrudan zarar hesabına intikal ettirileceği 322. maddede belirlenmiştir.

Karşılık ayrılmak suretiyle dönem kazancından indirilen şüpheli alacakların işletme bilançolarında devamlı surette izlenmesi gerekir. Şüpheli hale gelen alacağın ödenmesi halinde ödenen alacağın dönem kazancına eklenmesi ve ilgili hesapların düzeltilmesi zorunludur. Öte yandan, karşılığın hangi alacağa ait olduğunun muhasebe kayıtlarından ayrıntılı olarak görülmesi gerekir. Topluca karşılık ayrılarak gider yazılması mümkün değildir. Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarlarının, tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilecekleri belirtilmiştir.

Tekdüzen hesap planında şüpheli alacaklar “128 - Şüpheli Ticari Alacaklar”,  “138 - Şüpheli Diğer Alacaklar”  hesaplarında izlenir.

Şüpheli alacak karşılıkları ise, alacağın ana faaliyet konusuyla ilgili olup olmadığına ve vadesine göre düzenlenmiş olup aşağıdaki gibidir.

- 129 Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı (-)

- 139 Şüpheli Diğer Alacaklar Karşılığı (-)

- 229 Şüpheli Alacaklar Karşılığı (-) (Uzun vadeli)

- 239 Şüpheli Diğer Alacaklar Karşılığı (-)  (Uzun Vadeli)

Karşılık ayrılmış şüpheli alacakların daha sonra tahsil edilmesi halinde tahsil edilen bu tutarlar “644 Konusu Kalmayan Karşılıklar Hesabı”na gelir yazılacak ve daha önce ayrılmış olan karşılık hesapları kapatılacaktır.

IV- SONUÇ

Türk vergi sisteminde gelir vergisi yedi gelir unsuru üzerinden alınmakta olup, Anılan yedi gelir unsuru 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’na göre, ti­cari kazanç, zirai kazanç, ücretler, serbest meslek kazancı, gayrimenkul ser­maye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlar olarak sınıflandırılmıştır. Yine her biri gelir unsurunun elde edilme­si ayrı ayrı kriterlere bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendirenleri itibariyle bu gelir unsurlarından ticari ve zirai kazançlar ile tüm gelir unsurlarından olu­şan ve tüzel kişiler ya da, şirketler tarafından elde edilen kurum kazancında elde etme kriteri tahakkuk esasına bağlanmıştır.

Bu esasa göre ticari veya zirai muamele ile ilgili işlemler eksiksiz ola­rak tekemmül ettiğinde kazanç elde edilmiş sayılmakta, ayrıca karşılığın tahsil edilmesi beklenilmemektedir. Ticari ve zirai kazanç ile kurum kazan­cında çok kısa zaman dilimi içerisinde çok çeşitli işlemlerin yapılması nede­niyle bu işlemler karşılığında tahsilatı ayrı ayrı takip etmenin güçlüğü anılan gelir türlerinde elde etmenin tahakkuk esasına bağlanmasını zorunlu kılmak­tadır. Kanun koyucu ticari ve zirai kazanç ile kurum kazancında elde etmeyi tahakkuk esasına bağlamış ancak, belli şartlar altında işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceğinin kesinleşmesi veya böyle bir ihti­malin ortaya çıkması durumunda daha önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilen fakat nihai anlamda gelir olarak doğmayan bu tutarın, doğrudan (Değersiz Alacak) ya da karşılık ayırarak (Şüpheli Alacak) zarara intikal ettirilmesi suretiyle de vergi adaleti sağla­mıştır.

Şüpheli alacak karşılığının, ancak alacağın şüpheli hale geldiği yılda ayrılabilecek olup, şüpheli alacak karşılığı ayırma döneminin vergi yükümlülerinin ihtiyarına bırakılması, onları en çok kâr sağladıkları yılda şüpheli alacak karşılığı ayırma yoluna itebilecek olup bu durum kanun koyucunun amacına aykırı düşecektir.

Altar Ömer ARPACI*

Yaklaşım / Kasım 2020 / Sayı: 335

* Vergi Başmüfettişi

(1) Alacakların dönem sonu değerlemesi ile ilgili olarak yapılan reeskont uygulanmasına ise alacağın se­nede bağlı olması şartı vardır. (Vergi Usul Kanunu madde 281)

(2) Türk Vergi Kanunları Gerekçeleri: Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü, Cilt 3, s. 574-575

(3) Örneğin hatır senetleri, ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmadığından, verilen hatır senetlerinden doğan alacakların şüpheli hale geldiği iddia edilerek karşılık ayrılması mümkün değildir.

(4) Alacakların dönem sonu değerlemesi ile ilgili olarak yapılan reeskont uygulanmasına ise alacağın se­nede bağlı olması şartı vardır. (Vergi Usul Kanunu madde 281)

(5) Bir alacağın dava veya icra safhasında olması o alacağın şüpheli alacak niteliğine sahip olması için yeterlidir. Söz konusu alacağa ilişkin davanın borçlu tarafından açılmış olması durumunda dahi karşılık ayrılabilecektir.

(6) Şükrü KIZILOT, Danıştay Kararları ve Özelgeler, Yaklaşım Yayınları, Cilt 3, s. 1020

(7) Her ne kadar maddede şüpheli alacak karşılığının ayrılmasının ihtiyari olduğu belirtilmekte ise de, buradaki ihtiyariliğin şüpheli alacak için karşılık ayırıp ayırmama, dolayısıyla giderleştirip giderleştirmeme şeklinde anlaşılması gerek­mektedir. Yani burada kastedilen, şüpheli alacak halini alan alacakların gerek karşılık ayrılarak gerekse karşılık ayırmadan direkt olarak dönem gider­lerine intikal ettirilerek gider yazılması demek değildir.

(8) İşletme hesabı esasına göre defter tutabileceği halde, kendi isteği ile bilanço usulüne geçenler de şüpheli alacak karşılığı ayırabilirler.

Danıştay VDD Kurulu

Tarih : 03.07.2019

Esas No : 2018/1232

Karar No : 2019/482

VUK Md. 127

ARAÇ ALIM SATIM FAALİYETİNİN DEVAMLI OLDUĞUNUN TESPİTİNE BAĞLI ,GERİYE DÖNÜK VERGİ MÜKELLEFİYETİ TESİS EDİLMESİ 

Devamlı olarak yapılan araç alım satımının ticari olmayıp başka bir nedene dayandığını ispatlayamayan davacı adına mükellefiyet tesis edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Vergi Mahkemesinin, ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava konusu istem: Davacı adına, 09.06.2008 tarihinden itibaren araç alım satımı faaliyetinde bulunduğundan bahisle, belirtilen tarih itibarıyla geçmişe yönelik olarak gerçek usulde gelir vergisi, geçici vergi ve katma değer vergisi mükellefiyeti tesis edilmesine ilişkin 29.12.2011 tarih ve 60708 sayılı işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.

Mahkemenin ilk kararının özeti: Vergi Mahkemesinin kararında aşağıdaki hukuksal nedenler ve gerekçeye yer verilmiştir.

İstanbul Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından 07.10.2010 tarih ve 40491 sayılı yazıyla, ekli listede yer alan kişilerin iktisap ettikleri araçların ticari amaçla iktisap edilip kullanıldıklarının tespiti halinde, bu kişiler adına mükellefiyet tesis edilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bunun üzerine davacı nezdinde 04.12.2010 tarihinde yapılan yoklamada, davacı tarafından (34 UJ …) plakalı aracın 20.07.2010 tarihinde tatile gitmek için satın alındığı, herhangi bir ticari faaliyette bulunulmadığı, tatil dönüşü 17.08.2010 tarihinde aracın satıldığı, davacının ticari faaliyetinin bulunmadığı ve sigortalı olarak çalıştığı tespit edilmiştir. Daha sonra E-VDO sisteminde “Vergi Kimlik Numarası ile Araç Bilgilerini Sorgulama” yoluyla davacının 09.06.2008 tarihinden itibaren çok sayıda araç alıp sattığının tespit edilmesi üzerine davacı adına mükellefiyet tesis ettirilmiştir.

Olayda, davacı nezdinde tutulan yoklamada, satın alınan aracın ticari maksatla alınmadığı ve davacının ticari mahiyette faaliyetinin olmadığı belirtilmiş ise de, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesi kapsamında maddi delil olarak kabul edilmesi gereken E-VDO sisteminde “Vergi Kimlik Numarası ile Araç Bilgilerini Sorgulama” yoluyla yapılan araştırma sonucunda, davacının 09.06.2008 tarihinden itibaren 58 adet araç satın aldığı ve bu araçların 2008 yılında 3, 2009 yılında 21, 2010 yılında 21 ve 2011 yılında 11 adet olmak üzere toplam 56 tanesinin satıldığı tespit edilmiştir. Olayda, araç alım satımı faaliyetinin yapıldığı ve bu faaliyetin devamlılık taşıdığı tartışmasızdır.

Mahkeme, 09.06.2008 tarihinden itibaren devamlı olarak yapılan araç alım satımının ticari olmayıp başka bir nedene dayandığını ispatlayamayan davacı adına mükellefiyet tesis edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Daire kararının özeti: Danıştay Dairesi’nin kararında aşağıdaki hukuksal nedenler ve gerekçeye yer verilmiştir:

Vergi Usul Kanunu’nun 127. maddesi ile getirilen yoklama müessesesinin amacının, mükelleften ve mükellefiyetle ilgili maddi olayları, kayıtları ve mevzuları araştırmak ve tespit etmek olduğu, yoklama ile ancak vergi inceleme raporuna done olabilecek çeşitli tespitlerin yapılabileceği, bir başka deyimle vergi inceleme raporu düzenlenmeden tutulan tutanak ile vergi incelemesi yerine geçebilecek işlemlerin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

04.12.2010 tarihli yoklamayla, davacının (34 UJ …) plakalı aracı 20.07.2010 tarihinde tatile gitmek amacıyla satın aldığı, aracın hususi olduğu, 17.08.2010 tarihinde sattığı, ticari faaliyetinin olmadığı, sigortalı çalıştığının kendi beyanı ile tespit edilmesi üzerine, 27.01.2012 tarihli motorlu araç kaydı sorgulaması sonucuna göre 09.06.2006 tarihinden itibaren gerçek usulde gelir vergisi, geçici vergi ve katma değer vergisi mükellefiyeti tesis edilmiştir.

Bu durumda, mükellefleri ve mükellefiyetle ilgili maddi olayları tespit etmek amacıyla düzenlenen yoklama tutanağının, sadece düzenlendiği tarihteki veya düzenlendiği döneme ilişkin olay, kayıt ve mevzuları tespit edebileceği, 04.12.2010 tarihi itibarıyla mevcut durumu belirten tutanak, düzenlenme tarihinden önceki dönem için maddi delil niteliğinde olamayacağından, 27.01.2012 tarihli motorlu araç kaydı sorgulama sonucu esas alınarak geçmiş dönemler için mükellefiyet tesis edilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Daire, davalı idarenin karar düzeltme istemini reddetmiştir.

Israr kararının özeti: Mahkeme, aynı hukuksal nedenler ve gerekçeyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Karar: Dayandığı, hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan ısrar kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin reddine, Vergi Mahkemesinin ısrar kararının onanmasına, 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

Danıştay 3. Daire

Tarih : 14.10.2019

Esas No : 2016/8648

Karar No : 2019/5591

GVK Md. 94

AYNI TUTARDA YAPILAN SERMAYE AZALTIMI VE ARTIRIMINA BAĞLI OLARAK ORTAYA ÇIKAN KÂR DAĞITIMI DEĞERLENDİRMESİ  

Sermaye artırımına konu tutarların, sermayeye eklenmiş olan geçmiş yıl kârları, kâr yedekleri ve özel fonlardan oluşan iç kaynaklardan karşılandığının anlaşılması karşısında, sermayeye eklenmiş olan bu tutarların azalmasına neden olacak şekilde sermaye azaltımı yoluyla işletmeden çekilmeleri halinde kâr dağıtımına bağlı stopaja tabi tutulacakları hk.

İstemin Konusu: Vergi Mahkemesinin kararının aleyhe olan hüküm fıkrasının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava Konusu İstem: Davacı şirket adına, hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarına istinaden aynı tutardaki sermaye azaltımı ve artırımı yoluyla ortaklara götürü biçimde kâr dağıtımında bulunduğu ancak dağıtılan bu tutarın tevkifata tabi tutulmadığından bahisle 2010 yılının Nisan dönemi için salınan bir kat vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergisi ile genel yönetim giderlerinden yıllara yaygın inşaat ve onarım işlerine pay verilmeyerek haksız iadeye sebebiyet verildiğinden bahisle aynı yıl için re’sen salınan kurumlar vergisi ve bu vergi üzerinden tekerrür hükümleri uyarınca artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemine ilişkindir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Genel yönetim giderlerinden yıllara yaygın inşaat ve onarım işlerine pay verilmesi gerekirken pay verilmediği tespit edildiğinden, yapılan hesaplamalar neticesinde, yıllara yaygın inşaat onarım maliyetleri içerisinde gösterilmesi gerekirken doğrudan gider olarak kaydedilen tutarın kurumlar vergisi matrahına ilave edilmesi suretiyle fazladan iade alındığı tespit edilen tutar nedeniyle re’sen salınan vergide ve 2006 yılı içerisinde kesinleşen cezanın tekerrüre esas alınabilecek olması karşısında, tekerrür hükümleri uyarınca artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezasında hukuka aykırılık görülmediği, sermaye azaltımına gidilmiş olmasının tek başına ortaklara kâr dağıtıldığı anlamına gelmediği, ortaklara kâr dağıtıldığına dair banka hareketlerini gösteren belgeler gibi somut herhangi bir tespitin vergi inceleme raporunda bulunmadığı bununla birlikte, davacı şirket tarafından Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan D.İş K.2010/87 sayılı dosyasında, esas sermayesinin şirketin konu ve iş hacmi bakımından ihtiyacın üzerinde olduğunun tespit edildiğinin görülmesi karşısında tarhiyatın gelir (stopaj) vergisine ilişkin kısmında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bir kat vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergisi kaldırılmış, kurumlar vergisi ve bu vergi üzerinden tekerrür hükümleri uyarınca artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezası yönünden ise dava reddedilmiştir.

Temyiz Edenin İddiaları: Davacı şirketin, 31.12.2009 ve 31.12.2010 tarihli bilançolarına sermaye artış ile azalış işlemleriyle birlikte bakıldığında, ortaklarına kâr dağıttığı ve yapılan kâr dağıtımından vergi tevkifatı yapılmadığı, söz konusu azalış ve artış işlemlerinin yevmiye maddeleri ile şirketin kanuni defterlerinin ortaklar cari hesabına kaydedildiği, sermaye azaltılmasına müteakiben aynı tutarlı sermaye artışının yapılmış olması ve sermaye artırımına konu tutarın şirketin iç kaynaklarından karşılanmış olmasının şirketin örtülü kâr dağıttığını gösterdiği bu nedenle yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek aleyhe olan hüküm fıkrasının bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacı şirketin, 05.04.2010 tarihli genel kurul kararı ile sermayesini 15.000.000,00 TL’den 12.300.00,00 TL düşürmek suretiyle 2.700.000 TL sermaye azaltımına gittiği ve 24.05.2010 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi’nde söz konusu işlemin ilan edildiği, akabinde aynı miktar kadar sermaye artırımının yapılarak 04.06.2010 tarihinde tescil edildiği ve 10.06.2010 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edildiği, hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarına istinaden belirtilen yolla ortaklara örtülü biçimde yapılan kâr dağıtımından vergi tevkifatı yapılmaması nedeniyle 2010 yılının Nisan dönemi için salınan bir kat vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergisinin kaldırılması istemiyle davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin (B) bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesinin ispatlama vasıtası olarak kullanılamayacağı, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olacağı hükme bağlanmış, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun vergi tevkifatını düzenleyen 94. maddesinde ticaret şirketlerinin madde bentlerinde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecbur oldukları belirtilmiş ve bu bentler arasındaki 6. bendin (b-i) alt bendinde tam mükellef kurumlar tarafından; tam mükellef gerçek kişilere, gelir ve kurumlar vergisi mükellefi olmayanlara ve bu vergilerden muaf olanlara dağıtılan, 75. maddenin ikinci fıkrasının (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde yazılı kâr paylarından tevkifat yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 98. maddesinde de 94. madde gereğince vergi tevkifatı yapmaya mecbur olanların bir ay içinde yaptıkları ödemeler veya tahakkuk ettirdikleri kârlar ve iratlar ile bunlardan tevkif ettikleri vergileri ertesi ayın yirminci günü akşamına kadar ödeme veya tahakkukun yapıldığı yerin bağlı olduğu vergi dairesine bildirmeye mecbur oldukları hükmü getirilmiştir.

Sermaye artırımı ve azaltımı işlemleri, mükellefler tarafından uygulamada farklı sebeplerle yapılmakta olup dava konusu olayda, davacı şirket tarafından, sermaye azaltım işleminin şirketin pay sahiplerinin ödenmemiş sermaye borçlarının tasfiyesi amacıyla yapıldığı ifade olunmuştur.

Dosyanın incelenmesinden, davacı şirket tarafından sermaye azaltımına müteakiben aynı tutarlı sermaye artırımına gidildiği, söz konusu işlemlerin şirketin kanuni defterlerinin ortaklar cari hesabına kaydedildiği, sermaye azaltımı nedeniyle şirket ortaklarına nakden dağıtılan bir tutar bulunmadığı ve şirket esas sermayesinin şirketin konu ve iş hacmi bakımından ihtiyacın üzerinde olduğunun Mahkeme kararıyla tespit edildiği anlaşılmakla birlikte, vergi inceleme raporunda, sermaye artımına konu tutarların, sermayeye eklenmiş olan geçmiş yıl kârları, kâr yedekleri ve özel fonlardan oluşan iç kaynaklardan karşılandığı tespit edildiğinden, sermayeye eklenmiş olan bu tutarların azalmasına neden olunacak biçimde işletmeden çekilmeleri halinde kâr dağıtımına bağlı stopaja tabi olacakları açık olup davacı tarafından, raporda belirtilen tespitlerin aksinin ispat edilemediği de görüldüğünden, söz konusu işlemlerin ticari ve teknik icaplara uygun düşmemesi nedeniyle yapılan tahiyatta hukuka aykırılık bulunmadığından, aksi kanaatle verilen Vergi Mahkemesi kararının değinilen hüküm fıkrasının bozulması gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının temyize konu hüküm fıkrasının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13. maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, karar verildi(*).

(*)         KARŞI OY: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında Mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının söz konusu hüküm fıkrasının onanması gerektiği oyuyla Karara katılmıyorum.

Danıştay 3. Daire

Tarih : 26.12.2019

Esas No : 2019/2348

Karar No : 2019/7426

KDVK Md. 30

KVK Md. 11

KURUM KAZANCININ TESPİTİNDE İNDİRİM KONUSU YAPILAMAYAN GİDERE İLİŞKİN OLARAK HESAPLANAN KDV’NİN DE İNDİRİM KONUSU YAPILAMAYACAĞI  

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11. maddesinin (b) bendi uyarınca kanunen kabul edilmeyen indirim olarak değerlendirilmesi gereken yurt dışında mukim ilişkili kişilere yapılan faiz ödemelerine ilişkin olarak hesaplanan katma değer vergisinin 3065 sayılı Katma Değer Vergi Kanunu’nun 30. maddesinin (d) bendi gereğince indirim konusu yapılamayacağı hk.

İstemin Özeti: Davacı adına, 2014 yılının Aralık dönemi için ihtirazi kayıtla verilen katma değer vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden katma değer vergisinin kaldırılması ve iadesi istemiyle açılan davada; sahibi olduğu internet sitesinde “açık artırma” adı altında yapılan satışların “müzayede mahallinde yapılan satış” olarak değerlendirilemeyeceğinden bahisle satışlar üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin ihtirazi kayıtla beyan edildiği, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinin 3/d bendine göre, müzayede mahallerinde ve gümrük depolarında yapılan satışların katma değer vergisine tabi olduğu, 15 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nin müzayede mahallinde yapılan satışları düzenleyen (I) işaretli bölümünde; 3065 sayılı Kanunu’nun 1/3-d maddesine göre, cebri icra, izale-i şüyu, ipoteğin paraya çevrilmesi, tasfiye gibi nedenlerle müzayede mahallerinde yapılan açık artırma, pazarlık ve diğer şekillerdeki satışların katma değer vergisine tabi bulunduğunun belirtildiği, dolayısıyla davacı tarafından “gittigidiyor.com“ adlı internet sitesinde yapılan satışın belirtilen niteliklerde olmaması nedeniyle tahakkuk eden vergide hukuka uyarlık bulunmadığı, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesi uyarınca davacı şirketin incelemeye sevk edilerek yurt dışından aldığı borç para nedeniyle ödediği faiz yönünden incelenmesi ve araştırılması sonucunda hazırlanacak rapora göre, söz konusu faize ilişkin katma değer vergisi indirimlerinin kabul edilmesi ya da reddedilmesi gerekirken, davalı idarece herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmaksızın doğrudan davacı şirketin ihtirazi kayıtlı beyanı esas alınarak tahakkuk yapılmasının hukuka uygun düşmediği gerekçesiyle, tahakkuk eden vergi kaldırılarak iadesine hükmeden Vergi Mahkemesinin kararına yöneltilen temyiz istemini, Kurumlar Vergisi Kanunu’nda açıkça belirtilen kâr payı dağıtımı, 3065 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca katma değer vergisinin konusuna girmediğinden, Katma Değer Vergisi Kanunu’nda sayılan türde bir teslim veya hizmet olarak nitelendirilemeyeceği; davacının malik gibi hareket etmesi gerekirken sadece satışlara aracılık ettiğinin açık olduğu, ayrıca gerçek satıcıların devamlılık arz eden ve katma değer vergisi doğan satışları nedeniyle vergiyi ödemesi durumunda verginin mükerrer bir şekilde istenilmesi söz konusu olacağından Vergi Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Danıştay Üçüncü Dairesi’nin 24.04.2018 tarih ve E. 2016/8645, K. 2018/2225 sayılı Kararı’nın; usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek düzeltilmesi istenmiştir.

Karar: Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen sebepler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi hükmüne uygun bulunduğundan, istemin kısmen kabulüyle Danıştay Üçüncü Dairesi’nin 24.04.2018 tarih ve E:2016/8645, K:2018/2225 sayılı kararının, yurt dışında mukim ilişkili kişilere yapılan ödemeler için sorumlu sıfatıyla hesaplanan katma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrasının kaldırılmasına karar verildikten sonra davalı idarenin temyiz istemi bu yönden yeniden incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11. maddesinin (b) bendinde, örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderler, (c) bendinde ise transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançlar kurumlar vergisi açısından kabul edilemeyen indirimler arasında sayılmıştır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30. maddesinin (d) bendinde ise, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen katma değer vergisinin indirime konu edilemeyeceği düzenlenmiştir.

Dava konusu olayda, yurt dışında mukim ilişkili kişilere yapılan faiz ödemelerine ilişkin olarak hesaplanan katma değer vergisinin davacı tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edildiği konusu ihtilafsızdır. Kanunen kabul edilmeyen indirim olarak değerlendirmesi yasa kuralı gereği olan yurt dışında mukim olan kişilere yapılan faiz ödemelerine ilişkin olarak hesaplanan katma değer vergisi yine 3065 sayılı Kanun’un 30. maddesinin (d) bendi uyarınca indirim konusu yapılamayacağından dolayısıyla, davacının ihtirazi kaydına itibar edilmeksizin tahakkuk ettirilen vergide hukuka aykırılık bulunmadığından, Vergi Mahkemesi kararının; dava konusu tahakkukun değinilen kısmının yazılı gerekçeyle kaldırılarak iadesi yolundaki hüküm fıkrasının bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idare temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının; tahakkukun, yurt dışında mukim ilişkili kişilere yapılan ödemeler için hesaplanan katma değer vergisinden kaynaklanan kısmının kaldırılarak iadesine dair hüküm fıkrasının bozulmasına, Daire kararının diğer hüküm fıkrası yönünden ileri sürülen nedenler ise 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde yazılı sebeplerden hiçbirine girmediğinden, kararın düzeltilmesi isteminin söz konusu hüküm fıkrası yönünden reddine, 492 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere, yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, oyçokluğuyla karar verildi(*).

(*) KARŞI OY: Kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen sebepler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 54. maddesinde yazılı sebeplerden hiçbirine uymadığından, kararın düzeltilmesi isteminin reddi gerektiği oyuyla karara katılmıyoruz.

I- GİRİŞ

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na(1) (TTK) göre genel kurul, anonim şirketlerin kanuni ve zorunlu bir organıdır. Bu şirketlerin karar ve irade organı olan genel kurul, şirket pay sahiplerinin veya temsilcilerinin usulüne uygun çağrı üzerine belirli bir gündemi görüşmek ve karara bağlamak için bir araya gelmesinden oluşur. Kanuni istisnalar saklı olmak üzere pay sahipleri, şirket işlerine ilişkin haklarını genel kurulda kullanırlar.

Anonim şirketlerin genel kurul toplantılarının TTK’ya, ilgili mevzuata, esas sözleşmeye ve iç yönergeye uygun olarak yapılmasının sağlanması amacıyla, Ticaret Bakanlığı tarafından 2012 yılında Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik(2) yürürlüğe konulmuştur. Anılan Yönetmelikte, 9 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle(3) önemli değişiklikler yapılmıştır. İşte bu çalışmada, Anonim Şirket Genel Kurul Toplantıları Hakkında Yönetmelikte yapılan son değişiklikler tüm yönleriyle ele alınmış ve açıklanmıştır.

II- ANONİM ŞİRKET GENEL KURUL TOPLANTILARI HAKKINDA YÖNETMELİKTE 9 EKİM 2020 TARİHİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

A- TEK PAY SAHİPLİ ANONİM ŞİRKETLERİN GENEL KURUL TOPLANTILARINDA BAKANLIK TEMSİLCİSİNİN BULUNMA ZORUNLULUĞUNUN KALDIRILMASI

Anonim şirketlerin genel kurul toplantılarında hangi hallerde Bakanlık temsilcinin bulunacağı Yönetmeliğin 32. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Ticaret Bakanlığı iznine tabi olan anonim şirketlerin bütün genel kurul toplantılarında, diğer şirketlerde ise gündeminde, sermayenin arttırılması veya azaltılması, kayıtlı sermaye sistemine geçilmesi ve kayıtlı sermaye sisteminden çıkılması, kayıtlı sermaye tavanının arttırılması veya faaliyet konusunun değiştirilmesine ilişkin esas sözleşme değişikliği ile birleşme, bölünme veya tür değişikliği konuları bulunan genel kurul toplantıları ile elektronik ortamda ve yurt dışında yapılan toplantılarda Bakanlık temsilcisinin bulunması zorunludur.

Söz konusu maddenin ikinci fıkrasına eklenen ibare ile, kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Ticaret Bakanlığı iznine tabi olan şirketler hariç olmak üzere tek pay sahipli şirketlerin genel kurul toplantılarında Bakanlık temsilcisinin bulunma zorunluluğu kaldırılmıştır. Dolayısıyla, tek ortaklı şirketlerde, sermaye artırımı, azaltımı ve faaliyet konusu değişikliği de dâhil olmak üzere kural olarak Bakanlık temsilcisinin bulunması gerekmemektedir. Ancak talepte bulunulması ve bu talebin uygun görülmesi halinde tek pay sahipli şirketlerin genel kurullarına da Bakanlık temsilcisi görevlendirilecektir.

B- TEK PAY SAHİPLİ ANONİM ŞİRKETLERDE HAZİRUN CETVELİNİN HAZIRLANMASININ İHTİYARİ HALE GETİRİLMESİ

Anonim şirket genel kurul toplantıları için yönetim kurulu tarafından hazırlanması gereken belgelerden birisi, genel kurul toplantısına katılabilecekler listesidir (Hazirun cetvelidir). Öte yandan, genel kurul toplantısında, esas sözleşmede aksine herhangi bir düzenleme yoksa genel kurul tarafından toplantıyı yönetecek başkan ve gereğinde başkan yardımcısı seçilir. Toplantı başkanı, tutanak yazmanı ile gerek görürse oy toplama memurunu tayin ederek başkanlığı oluşturur. Yönetmeliğin değişiklik öncesi halinde tek pay sahipli anonim şirketlerin genel kurullarında tutanak yazmanı ve oy toplama memurunun seçilmesinin zorunlu olmadığı hükme bağlanmıştı.

Yönetmelik değişikliği ile, tek pay sahipli anonim şirketler bakımından bu kapsam genişletilmiştir. Bahsi geçen şirketlerde artık toplantı başkanlığının oluşturulma ve genel kurul toplantısına katılabilecekler listesinin hazırlanma zorunluluğu kaldırılmıştır. O halde, payların tamamı tek kişiye ait olan anonim şirketlerin genel kurullarında zikredilen listenin tanzim edilmesi ve genel kurul toplantı divanı seçimi yapılması artık şart değildir.

C- HALKA KAPALI ANONİM ŞİRKETLERDE GENEL KURUL TOPLANTILARI İÇİN DÜZENLENEN VEKÂLETNAMELERİN NOTER ONAYLI OLMASININ ZORUNLU HALE GETİRİLMESİ

Anonim şirketlerde genel kurul toplantısına yönetim kurulu tarafından hazırlanan genel kurula katılabilecekler listesinde yer alan pay sahipleri katılabilir. Bu pay sahipleri, genel kurul toplantısına bizzat kendileri katılabileceği gibi üçüncü bir kişiyi de temsilcisi olarak genel kurula gönderebilir.

Bununla birlikte, halka açık olmayan şirketlerde nama ve hamiline yazılı pay senetleri sahiplerinin vekilleri vasıtasıyla toplantıda temsil edilebilmeleri için vekâletname düzenlenmesi zorunludur. Yönetmeliğin eski haline göre vekâletnamelerin bu Yönetmeliğin ekine uygun olarak noter onaylı şekilde tanzim edilmesi veya noter onaylı olmayan vekâletnamelerde noter huzurunda düzenlenmiş imza beyanının eklenmesi gerekmekteydi. Ancak, son Yönetmelik değişikliğinde, ilgili hükümde (md. 18/7) yer alan “veya noter onaylı olmayan vekâletnamelerde noter huzurunda düzenlenmiş imza beyanının eklenmesi” ibaresi madde metninden çıkartılmıştır. Bu durumda, pay sahiplerinin genel kurula temsilen katılabilmesi için vekâletnamelerin mutlaka noter onaylı olarak düzenlenmesi zorunlu hale getirilmiştir.  

D- GENEL KURULUN ERTELENMESİ ÜZERİNE YAPILACAK TOPLANTIDA ARANACAK NİSAPLARIN AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMASI

Yönetmeliğin 28. maddesine göre; toplantı veya karar nisabının sağlanamaması, genel kurulun karar alması, azlığın finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konuların görüşülmesinin ertelenmesini istemesi, toplantının güvenlik açısından sağlıklı bir şekilde yapılamayacağının anlaşılması ve elektronik genel kurul toplantılarında mevzuat hükümlerine uyulmadığının tespit edilmesi hallerinde genel kurul toplantısı ertelenebilir.  

Konuya ilişkin olarak Yönetmelikte yapılan değişiklikle mezkûr 28. maddeye, “Birinci fıkrada sayılan nedenlerle toplantının ertelenmesi durumu hariç olmak üzere, erteleme üzerine yapılacak genel kurul toplantılarında toplantı ve karar nisabı hakkında 22. maddenin birinci fıkrası uygulanır.” hükmü eklenmiştir. Bahsi geçen hüküm gereğince, toplantı veya karar nisabının sağlanamaması hali hariç olmak üzere, genel kurul toplantısının yukarıda sayılan gerekçelerden birine dayalı olarak ertelenmesi halinde yapılacak toplantı ikinci toplantı olarak değil, ilk toplantı olarak kabul edilecek ve bu toplantılarda toplantı yeter sayısı sermayenin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin hazır bulunması, karar yeter sayısı da toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu şeklinde uygulanacaktır. Böylelikle, genel kurulun ertelendiği hallerde yapılacak toplantının birinci/ikinci toplantı mı ve nisabın normal/hafif nisap mı olacağı şeklindeki belirsizlik giderilmiş olmaktadır.

E- YÖNETMELİKTE YAPILAN DİĞER DEĞİŞİKLİKLER

Anonim Şirket Genel Kurul Toplantıları Hakkında Yönetmelikte yapılan değişiklikle;

Bakanlık temsilcisi talep başvurusundaimza sirküleri” istenmesi uygulamasına son verilmiş ve ayrıca Bakanlık temsilcisi ücretinin banka yanında Maliye veznesine de elden, havale veya EFT yoluyla ödenebilmesine imkân sağlanmış,

Genel kurul toplantısında Bakanlık temsilcisi görevlendirme talebinin fiziki ortam yanında MERSİS üzerinden elektronik ortamda da yapılabilmesi mümkün kılınmış,

Yönetim kurulunun mevcut olmaması veya yönetim kurulu toplantı nisabı oluşmasına imkân bulunmaması ve münhasıran yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi amacıyla çağrısız toplantı yapılmak istenmesi hallerinde, pay sahiplerinin veya temsilcilerinin-tamamının imzaları noterce onaylanmış dilekçeyle- Bakanlık temsilcisi görevlendirilmesini isteyebilmelerine dair düzenleme yapılmış,

Bakanlık temsilcisi ücretlerinin, Ticaret Bakanlığı’nın ilgili birimleri adına açılan banka hesaplarına yatırılması uygulamasından vazgeçilerek, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı ilgili muhasebe birimi hesaplarına yatırılması öngörülmüş,

Elektronik ortamda yapılacak genel kurul toplantılarında görevlendirilecek Bakanlık temsilcilerinin taşıması gereken“elektronik genel kurul sisteminin işleyişi ve kullanımına ilişkin eğitime katılma” ve “eğitim sonucunda düzenlenecek sınavda başarılı olma” şartlarından sınavda başarılı olma şartı kaldırılmış,

Bakanlık temsilcisinin, katıldığı genel kurul toplantılarına ait gerekli belgeleri ilgili Ticaret Bakanlığı birimine teslim etme süresi bir hafta olarak belirlenmiş, ayrıca bu belgelerin MERSİS’e yüklenme zorunluluğu getirilmiş,

Yönetmeliğin adı,“Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkında Yönetmelik”(4) şeklinde değiştirilmiş,

2499 sayılı mülga Sermaye Piyasası Kanunu’na ve ilgili maddelerine yapılan atıflar, bu Kanun’un yerini alan meri 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili maddeleri ile değiştirilmiş,

TTK’nın“Organın Temsilcisi, Bağımsız Temsilci ve Kurumsal Temsilci” başlıklı 428. maddesinin 2018 yılında 7099 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmasına bağlı olarak, bu mülga maddenin uygulamasını gösteren Yönetmeliğin 24. maddesi de ilga edilmiş,

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte bakanlıkların yeniden yapılandırılmasına bağlı olarak Yönetmelikte geçen“Gümrük ve Ticaret Bakanlığı” ibareleri, “Ticaret Bakanlığı” ve “Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı” şeklinde değiştirilmiş, Merkezi Sicil Kayıt Sisteminin (MERSİS) tanımı metne eklenmiş,

Yönetmeliğin ekleri arasında yer alan; EK-1: Bakanlık Temsilcisi Görevlendirilmesine İlişkin Dilekçe Örneği, EK 2: Genel Kurulda Hazır Bulunanlar Listesi Örneği, EK3: Vekâletname Örneği, EK 4: Genel Kurul Toplantı Tutanağı Örneği, EK 5: Genel Kurul İç Yönerge Örneği ve EK 6: Tevdi Olunan Paylara İlişkin Temsil Belgesi Örneği tamamen değiştirilmiştir.

III- SONUÇ

Anonim şirketlerde genel kurul, belli aralıklarla toplanarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda veya esas sözleşmede öngörülen hususlara ilişkin kararlar alır. Söz konusu şirketlerde genel kurul toplantılarının Türk Ticaret Kanunu’na, ilgili mevzuata, şirket esas sözleşmesine ve iç yönergeye uygun olarak yapılmasının sağlanmasını teminen Ticaret Bakanlığı tarafından 28 Kasım 2012 tarihinde Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik çıkartılmıştır.

Bu sefer, anılan Yönetmelikte, 9 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik ile önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu kapsamda, özellikle tek pay sahipli anonim şirketler için bir takım kolaylıklar getirilmiş, Bakanlık temsilcisi taleplerine ilişkin kimi bürokratik işlemler basitleştirilmiş ve uygulamada ortaya çıkan bazı sorunlara dair çözümler ortaya konulmuştur. Ayrıca Yönetmelik ekleri de değiştirilmiş olup, bunlardan birisi de “Genel Kurul İç Yönergesi Örneği”dir. Söz konusu İç Yönerge Örneğinde yapılan değişiklikler şekilsel nitelikte olduğundan, kanaatimizce anonim şirketlerin iç yönergelerinde değişikliğe gidilmesi bu aşamada zorunlu ve gerekli değildir.

Mustafa YAVUZ*

Yaklaşım / Kasım 2020 / Sayı: 335

*     Gümrük ve Ticaret Uzmanı

(1)  6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(2)  Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik, 28.11.2012 tarihli ve 28481 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(3)  Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 09.10.2020 tarihli ve 31269 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(4)  Yönetmelik eski adı, “Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik” şeklinde idi.

06 Kasım 2020 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 31296

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından:

MADDE 1 – 6/11/2008 tarihli ve 27046 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yurtdışında Geçen Sürelerin Borçlandırılması ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmeliğin 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, Türk vatandaşları ile doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin, on sekiz yaşını doldurduktan sonra Türk vatandaşı olarak yurt dışında geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ile bu süreleri arasında veya sonunda yer alan işsizlik sürelerinden her birinde bir yıla kadar olan kısmın ve yurt dışında ev kadını olarak geçen sürelerin, talepleri halinde borçlandırılarak sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilmesindeki usul ve esasları düzenlemektir.”

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğinin 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 1 inci maddede belirtilen süreleri borçlanmak isteyen Türk vatandaşları ile doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenleri ve bunların başvuru tarihi itibarıyla Türk vatandaşı olan hak sahiplerini kapsar.”

MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine “bulunanların” ibaresinden sonra gelmek üzere “kısa süreli çalışmaya tabi işler hariç olmak üzere” ibaresi ile aynı fıkraya aşağıdaki bent eklenmiştir.

“k) Kısa süreli çalışmaya tabi işler: Yurtdışında zorunlu sigortalılığa tabi olsalar dahi, Ülkemiz dış temsilciliklerince veya sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmış ülke sigorta kurumlarınca düzenlenmiş hizmet belgesinde kayıtlı olan ve ilgili ülke mevzuatına göre elde edilen kazanç üzerinden çalışandan zorunlu sigorta prim kesintisi yapılmadığı bildirilen süreleri,”

MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 5 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Borçlanma başvurusu

MADDE 5 – (1) Borçlanma hakkından yararlanabilmek için yazılı olarak veya usul ve esasları Kurumca belirlenecek elektronik ortam üzerinden Kuruma başvuruda bulunmak şarttır.

(2) Sosyal güvenlik sözleşmeleri uygulanmak suretiyle kendilerine veya hak sahiplerine kısmi aylık bağlanmış olanların borçlanma başvurularında da birinci fıkra hükmü uygulanır.”

MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Kısmi borçlanma yapmak isteyenler, borçlanmak istedikleri gün sayısını belirtmek zorundadırlar.”

MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Borçlanmaya esas sürelere ait belgeler

MADDE 9 – (1) Sigortalılık sürelerinin borçlanılabilmesi için başvuru sahibince;

a) Sosyal güvenlik sözleşmesi akdedilmiş ülkelerde çalışılmış ise;

1) İlgili ülke sigorta kurumlarınca düzenlenmiş sigortalılık sürelerini gösterir belgenin aslıyla birlikte Türkiye’de yeminli tercüme bürolarınca yapılmış tercümesinden ya da yurt dışında bulunan Türk temsilciliklerince akredite edilmiş tercümanlarca yapılmış ve ilgili temsilcilikçe onaylanmış tercümesinden,

2) İlgili ülkelerdeki Türk büyükelçilikleri, başkonsoloslukları, çalışma ve sosyal güvenlik müşavirlikleri veya ataşelikleri gibi temsilciliklerden alınacak hizmet belgesinden,

durumuna uygun olan belgenin Kuruma ibraz edilmesi gerekir.

b) Sosyal güvenlik sözleşmesi akdedilmemiş ülkelerde çalışılmış ise ilgili ülkelerdeki Türk büyükelçilikleri, başkonsoloslukları, çalışma ve sosyal güvenlik müşavirlikleri veya ataşelikleri gibi temsilciliklerden alınacak hizmet belgesinin Kuruma ibraz edilmesi gerekir.

c) Gemi adamları borçlanma yapabilmek için;

1) Çalıştıkları geminin bayrağını taşıdıkları ülkenin sosyal güvenlik sözleşmesi akdedilmiş ülke olması halinde çalışılan ülke sigorta kurumundan alınacak hizmet belgesinin aslıyla birlikte Türkiye’de yeminli tercüme bürolarınca yapılmış tercümesinden ya da yurt dışında bulunan Türk temsilciliklerince akredite edilmiş tercümanlarca yapılmış ve ilgili temsilcilikçe onaylanmış tercümesinden,

2) Çalıştıkları geminin bayrağını taşıdıkları ülkelerde bulunan Türk konsoloslukları, çalışma ve sosyal güvenlik müşavirlikleri veya ataşelikler gibi temsilciliklerden alacakları çalışma sürelerini başlangıç ve bitiş olarak gösteren hizmet belgelerinden,

3) Çalıştıkları gemi ya da geminin bağlı bulunduğu işyerlerinden alacakları sigortalılık sürelerini gösterir bonservisleri ile birlikte gemi adamı olarak çalışılan süreler ile örtüşen yurda giriş-çıkış tarihlerini gösteren pasaport sayfaları ya da emniyet müdürlüklerinden alınacak yurda giriş-çıkış tarihlerini gösteren belgelerden,

durumlarına uygun olanını Kuruma ibraz edeceklerdir.

(2) Yurt dışında ev kadını olarak geçen sürelerin borçlanılabilmesi için başvuru sahibince fotoğraf, künye bilgileri ve yurda giriş-çıkış tarihlerinin kayıtlı olduğu pasaport sayfa fotokopileri veya emniyet müdürlüklerinden alınacak yurda giriş-çıkış tarihlerini gösterir çizelge ile birlikte;

a) İkamet edilen ülke mercilerinden alınacak ikamet belgesinin aslı ile birlikte Türkiye’de yeminli tercüme bürolarınca ya da yurt dışında bulunan Türk temsilciliklerince akredite edilmiş tercümanlarca yapılmış ve ilgili temsilcilikçe onaylanmış tercümesinden,

b) Türk büyükelçilikleri, başkonsoloslukları, çalışma ve sosyal güvenlik müşavirlikleri veya ataşelikleri gibi temsilciliklerce düzenlenen ikamet belgesinden,

durumuna uygun olan belgenin Kuruma ibraz edilmesi gerekmektedir.”

MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin birinci ve ikinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

“(1) Borçlanma tutarı, 5510 sayılı Kanunun 82 nci maddesinde belirtilen alt ve üst sınırları arasında kalmak kaydıyla başvuru sahibince seçilen prime esas günlük kazancın % 45’inin borçlanılmak istenilen gün sayısı ile çarpımı kadardır.

(2) Borçlanma tutarının tespitinde, adi posta veya kargo yolu ile veya Kuruma doğrudan yapılan yazılı başvurularda Yurt Dışı Süreleri Borçlanma Talep Dilekçesinin Kurumun evrak kayıtlarına intikal ettiği tarih esas alınır. Dünya Posta Birliği mevzuatı çerçevesinde yurt içinden ya da yurt dışından gönderilen taahhütlü, iadeli taahhütlü ve acele posta servisi ile yurt içinden PTT Alo Post veya PTT Kargo ile yapılan yurt dışı borçlanma taleplerinde ise dilekçenin postaya verildiği tarih, Kuruma intikal tarihi olarak kabul edilir.”

MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ilgili sosyal güvenlik kuruluşuna” ibaresi “Kuruma” şeklinde değiştirilmiştir.

MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 12 – (1) Borçlanılacak sürenin belirlenmesinde ispatlayıcı belgelerde kayıtlı bulunan son tarihten geriye doğru olmak üzere borçlanılmak istenen gün sayısı esas alınır. Bu tespitte bir yıl 360 gün, bir ay 30 gün olarak hesaplanır.

(2) Yurt dışı borçlanmasına ait süreler 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında geçmiş sigortalılık süresi olarak kabul edilir.

(3) Sigortalılığın başlangıç tarihinin tespiti aşağıdaki şekilde yapılır:

a) Türkiye’deki sigortalılığın başlangıç tarihinden önceki süreler borçlanılmış ise sigortalılığın başlangıç tarihi, borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülür.

b) Türkiye’de sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi hizmeti bulunmayan başvuru sahiplerinin sigortalılıklarının başlangıç tarihi, borçlarını tamamen ödedikleri tarihten, sigortalı ölmüş ise ölüm tarihinden, borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülmek suretiyle tespit edilir. Birden fazla yurt dışı hizmet borçlanması yapılması durumunda sigortalılık süresi başlangıcı, en son borcun ödendiği tarihten, borçlanılan toplam gün sayısı kadar geriye götürülerek belirlenir.

(4) Sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülkelerdeki sigortalılık sürelerini borçlananların, sözleşme yapılan ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmaz. Ancak, sosyal güvenlik sözleşmelerinde Türk sigortasına girişinden önce akit ülke sigortasına girdiği tarihin Türk sigortasına girdiği tarih olarak kabul edileceğine ilişkin özel hüküm bulunan ülkelerdeki sigortalılık sürelerini borçlananların akit ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak kabul edilir.

(5) Türkiye’deki sigortalılığın başlangıç tarihinden önceki sürelerin borçlandırılması halinde bu süreler 5510 sayılı Kanunun 41 inci maddesinde yer alan hükümler esas alınarak Türkiye’deki sigortalılık başlangıç tarihinden, Türkiye’de sigortalılık yok ise borçlanma tutarının tamamen ödendiği tarihten, sigortalı ölmüş ise ölüm tarihinden geriye götürülen sürelere ait ilgili aylara mal edilir.”

MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde, dördüncü fıkrasında yer alan “Aylıklarının” ibaresi ise “Aylıkların” olarak değiştirilmiştir.

“(2) Tahsis talebinde bulunanlardan; 3201 sayılı Kanuna göre Aylık Talebinde Bulunanlara Mahsus Beyan ve Taahhüt Belgesi ile yurtdışında ikamet edenlerden çalıştığı işyerinden ayrıldığını gösterir belge alınır.”

MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “herhangi bir ülkede” ibaresi “yurtdışında kısa süreli çalışmaya tabi işler hariç olmak üzere” olarak ve beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(5) Kanundan yararlanmak suretiyle malullük, yaşlılık veya emekli aylığı almakta iken yurt içinde çalışmaya başlayanlar hakkında 5510 sayılı Kanunun sosyal güvenlik destek primine ilişkin hükümleri uygulanır.”

MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(3) Tam aylık bağlanması için gerekli şartların tespitinde kısmi aylığın başlangıç tarihi esas alınarak mülga 2829 sayılı Kanun ya da 5510 sayılı Kanunun 53 üncü maddesi uyarınca tespit edilecek statüye göre ilgili sosyal güvenlik kanunlarına ait hükümler uygulanır.”

MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(2) Sosyal güvenlik sözleşmelerine göre Türkiye’ye transfer edilen primlere ait gün sayıları, 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında değerlendirilir.”

“(3) Kanunun 8 inci maddesi hükümleri saklıdır.”

MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesinde yer alan “Hizmet” ibareleri “Süreleri” olarak, “Internet” ibaresi “internet” olarak değiştirilmiş, 10 uncu, 11 inci ve 17 nci maddelerinde yer alan “Yeni” ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin geçici 1 inci maddesinin birinci ve beşinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin geçici 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

“d) Yazılı olarak veya usul ve esasları Kurumca belirlenecek elektronik ortam üzerinden Kuruma başvuruda bulunmaları,”

MADDE 18 – Aynı Yönetmeliğin geçici 4 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(1) 8/5/2008 tarihi ile 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine tabi sandıkların 5510 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre devredileceği tarih arasında geçerli olmak üzere, Yönetmeliğin 13 üncü ve 14 üncü maddelerinde geçen “Kurum” ibaresi, 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine tabi sandıkları da kapsar.”

MADDE 19 – Aynı Yönetmeliğin geçici 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Kısmi aylık bağlanmış olanlar dahil olmak üzere bu fıkrayı ihdas eden Yönetmelik ile yapılan değişiklikler, bu fıkranın yürürlük tarihinden önce yurt dışında geçen sürelerini borçlanma talebinde bulunanlardan tahakkuk ettirilen borçlarını yasal süresi içinde ödeyenlerin, sigortalılık sürelerinin hangi statüde değerlendirileceğinin, borçlanmanın hangi aylara mal edileceğinin ve tahakkuk ettirilecek borç tutarının tespitinde bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten önceki hükümler esas alınır.”

MADDE 20 – Aynı Yönetmeliğin 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 20 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini, Hazine ve Maliye Bakanı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı müştereken yürütür.”

MADDE 21 – (1) Bu Yönetmeliğin;

a) 12 nci maddesi ile değiştirilen Yönetmeliğin 15 inci maddesinin beşinci fıkrası 19/6/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

b) 1 inci ve 2 nci maddeleri ile 10 uncu maddesiyle değiştirilen Yönetmeliğin 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi 11/9/2014 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

c) 20 nci maddesi 9/7/2018 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

ç) 4 üncü maddesi, 8 inci maddesiyle değiştirilen Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin 1 inci fıkrası, 9 uncu maddesi, 10 uncu maddesi ile değiştirilen Yönetmeliğin 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi hariç diğer fıkraları, 13 üncü maddesi, 14 üncü maddesi ile değiştirilen Yönetmeliğin 17 nci maddenin 2 nci fıkrası, 16 ncı, 17 nci, 18 inci ve 19 uncu maddeleri 1/8/2019 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

d) 3 üncü ve 12 nci maddesi ile değiştirilen Yönetmeliğin 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi 26/6/2020 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,

e) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

MADDE 22 – Bu Yönetmelik hükümlerini Hazine ve Maliye Bakanı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı müştereken yürütür.

Cuma, 06 Kasım 2020 12:23

Kasım 2020 Mali Takvim

BEYANNAME & BİLDİRİM SON GÜN
Eylül/2020 Dönemine Ait Turizm Payının Beyanı ve Ödemesi için son gün 02.11.2020
3 Aylık (Temmuz-Ağustos-Eylül 2020) Dönemine Ait Turizm Payının beyanı ve ödemesi son gün 02.11.2020
Eylül/2020 Dönemi BA-BS Formlarının Verilmesi son günü 02.11.2020
Eylül/2020 dönemine ait Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi ile tahakkuk eden SGK Primlerinin ödemesi için son gün 02.11.2020
Temmuz/2020 Dönemine Ait Elektronik Defter Beratlarının Yüklenmesi için son gün 02.11.2020
16-31 Ekim 2020 Dönemine Ait Petrol ve Doğalgaz Ürünlerine İlişkin Özel Tüketim Vergisinin beyanı ve ödemesi son gün 10.11.2020
Ekim/2020 Dönemine Ait Alkollü İçecekler, Alkolsüz İçecekler, Tütün Mamulleri ve Makaronlara İlişkin ÖTV beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
Ekim/2020 Dönemine Ait Dayanıklı Tüketim ve Diğer Mallara İlişkin ÖTV beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
Ekim/ 2020 Dönemine Ait Motorlu Taşıt Araçlarına İlişkin ÖTV (Tescile Tabi Olmayanlar) beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
Ekim/2020 Dönemine Ait Özel İletişim Vergisinin beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
Eylül/2020 Dönemine Ait Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisinin beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
Ekim/2020 Dönemine Ait Özel İletişim Vergisinin beyanı ve ödemesi son gün 16.11.2020
2020 /3. Dönem Geçici Vergi Dönemine (Temmuz-Ağustos-Eylül) ait Gelir /Kurum Geçici Verginin beyanı ve ödemesi son gün 17.11.2020
1-15 Kasım/2020 Dönemine Ait Petrol ve Doğalgaz Ürünlerine İlişkin ÖTV beyanı ve ödemesi son gün 26.11.2020
Ekim/2020 Aylık Dönemine ait Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi Beyanı ve Tahakkuk eden vergilerin ödemesi için son gün 26.11.2020
Ekim/2020 Dönemi KDV Beyannamesi verilmesi ve ödemesi için son gün 26.11.2020
Ekim /2020 Dönemi Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar için Damga Vergisi Beyanı verilmesi ve ödemesi için son gün 26.11.2020
Nisan/2020 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Ödemesi son gün (518 Sıra No.lu VUK GT 3. Maddesine göre mücbir sebep kapsamında olanlar) 27.11.2020
Nisan/2020 Dönemi Muhtasar Beyanname ödemesi son günü (518 Sıra No.lu VUK GT 3. Maddesine göre mücbir sebep kapsamında olanlar) 27.11.2020
Mayıs/ 2020 Dönemi SGK VE BAĞ- KUR Primlerinin Ödemesi son gün (Mücbir sebep) 30.11.2020
Ekim/2020 Dönemine Ait Turizm Payının beyanı ve ödemesi son gün 30.11.2020
Ekim/2020 Dönemi BA-BS Formlarının Verilmesi son günü 30.11.2020
Ekim/2020 dönemine ait Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi ile tahakkuk eden SGK Primlerinin ödemesi için son gün 30.11.2020
Ağustos/2020 Dönemine Ait Elektronik Defter Beratlarının Yüklenmesi için son gün 30.11.2020
Geçici Vergi Dönemleri Bazında Yükleme Tercihinde Bulunanların Temmuz-Ağustos-Eylül/2020 Dönemlerine Ait Elektronik Defter Beratlarının yüklenmesi için son gün 30.11.2020
2020 Yılı Emlak Vergisi 2. Taksit Ödemesi 30.11.2020
Veraset ve İntikal Vergisi 2. Taksit Ödemesi 30.11.2020
2020 Yılı Çevre Temizlik Vergisinin 2. Taksit Ödemesi (İş yerleri için) 30.11.2020
   
Kaynak: İSMMMO  
518 No’lu VUK Genel Tebliğine Göre Mücbir Sebep Halinde Sayılan Mükelleflerin Ertelenen Vergi Ödevleri Beyan Tarihi Ödeme Tarihi
27/5/2020 tarihine kadar verilmesi gereken Muhtasar Beyannameler

(Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannameleri dâhil)

27/07/2020

Pazartesi

27 KASIM 2020
Katma Değer Vergisi Beyannameleri
26/6/2020 tarihine kadar verilmesi gereken Muhtasar Beyannameler

(Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannameleri dâhil)

27/07/2020

Pazartesi

28/12/2020

Pazartesi

2015 yılında 6645 sayılı Kanun’un 25’inci maddesi ile İşsizlik Sigortası Kanunu’na eklenen Ek 4’üncü madde ile üç yıl süreyle ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmeyen, çok tehlikeli sınıfta yer alan ve ondan fazla çalışanı bulunan işyerlerine sağlanacak işsizlik sigortası primi işveren payı teşviki getirilmişti. Bu teşvikten 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında çok tehlikeli sınıfta yer alan ve on kişiden fazla çalışanı bulunan işyerleri yararlanabilmektedir.

Bu kapsamda ölümlü ve sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası olmayan ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için %1 oranında işveren payı prim teşviki Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından uygulanmaya başlamıştır.

Herhangi bir başvuru gerektirmeyen işveren payı prim teşviki için SGK tarafından işlemler resen/otomatik olarak yapılmaktadır.

İşverenlerin yararlanmaya hak kazandığı ilave teşvik tutarları işveren emanet hesaplarına aktarıldığı görülmektedir. Bu kapsamda Ocak ve Haziran 2019 dönemleri arasında oluşan duruma ilişkin hak edilen indirim tutarları 2020/09'uncu ay prim borçlarından mahsup edilmektedir.

SGK Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan Ve Ondan Fazla Çalışanı Bulunan İşyerlerine İşsizlik Sigortası Primi İşveren Payı Teşviki’ne ilişkin gerekli programı tamamlamış, indirim kapsamına giren işyerlerinin 2019 yılı ilk altı ayına ait işsizlik indirimi tutarları işyeri emanet hesaplarına gönderilmiştir. Kapsama giren işyerleri için hesaplanan 2019 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran aylarına ilişkin indirim tutarları 2020 Eylül dönemi cari ay borçlarına mahsup edilmektedir.

Bu anlamda işverenlerin 2020 Eylül dönemi için gerekenden daha az borç ile karşılaşmaları mümkün olacaktır. Diğer aylara ait indirim tutarları ise gelecek aylara sırası ile mahsup edilecek olup, mahsup edilen tutarın miktarına SGK müdürlüğünde işyeri dosyasından sorumlu işveren memurları ile iletişime geçilerek ulaşılabilecektir.

Söz konusu teşvikten yararlanılacak üç yıllık süre boyunca;

►İşyerinin 6331 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi kapsamında çok tehlikeli sınıfta yer alması,

►İşverenin Türkiye genelinde çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde her ay toplamda 10’dan fazla çalışanı olması,

►Ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmemesi,

►İşyerinin İSG-Katip’e kayıtlı ve devam eden iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin verilmesine ilişkin, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurması veya yetkili kuruluşlardan sözleşme yapılarak hizmet alınması gerekmektedir.

Anılan unsurları yerine getiren işyerleri için; SGK’ya bildirilen sigortalılara ilişkin prim ödeme gün sayısı dikkate alınmak suretiyle prime esas kazanç üzerinden %1 oranın indirim teşviki uygulanmaktadır. Yapılan düzenlemeye göre 3 yıl süreyle ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmeyen, çok tehlikeli sınıfta yer alan ve 10’dan fazla çalışanı bulunan işyerlerine işsizlik sigortası primi işveren payı teşviki verilecektir.

Teşvikten yararlanma şartlarından birinin sağlanmaması nedeniyle teşvik uygulamasına son verilmiş işverenler dışında teşvikten yararlanmak isteyen işverenler için başvuru şartı bulunmamaktadır. Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri/ Sosyal Güvenlik Merkezleri’ne herhangi bir belge ibraz edilmesine gerek yoktur. İşyerinin, teşvikten yararlanılacak takvim yılından önceki üç yıl süreyle tüm şartları sağlayıp sağlamadığı SGK sistemi tarafından otomatik olarak kontrol edilecektir. İşyerinin söz konusu şartları sağladığının tespit edilmesi durumunda, işveren takip eden takvim yılından itibaren üç yıl süreyle bu teşvikten yararlanabilecektir.

SGK tarafından söz konusu teşvike ilişkin program çalışmaları tamamlanarak uygulamaya alınmıştır. Bu teşvikten yararlanmak için herhangi bir başvuru gerekmemektedir. İşveren payı prim teşviki için SGK tarafından işlemler resen/otomatik olarak yapılmaktadır.

Kapsama giren Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan Ve Ondan Fazla Çalışanı Bulunan İşyerlerinin 2019 yılı ilk altı ayına ait işsizlik indirim tutarları işyeri emanet listelerinde gösterilmiş olup, kapsama giren işyerleri için hesaplanan 2019/1,2,3,4,5,6. Aylara ait indirim tutarları 2020 Eylül dönemi cari ay borçlarına SGK sistemlerince mahsup edilmiştir.

İşverenlerin yararlanmaya hak kazandığı ilave teşvik tutarları işveren emanet hesaplarına aktarılmaktadır. Resul Kurt

https://www.dunya.com/kose-yazisi/cok-tehlikeli-isyerlerine-issizlik-sigortasi-primi-tesviki-var/487932

16 Ekim 2020 tarihinde TBMM gündemine giren, 23 Ekim 2020 tarihinde ise Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen Bazı Alacakların Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin on maddesi bu makalenin yazıldığı dün sabah itibariyle TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek kabul edilmişti. Makaleyi okuduğunuz an itibariyle teklif yasalaşmış kanun ismini almış olabilir. Teklifin ilk dört maddesi bu makalede üzerinde duracağım kamu alacaklarının yapılandırılmasına ilişkin hükümleri içeriyor. Bu maddeler TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen maddeler olduğu için değişmesi çok da olası değil. Bu makalede teklifin vergi borçlarının yapılandırılmasına ilişkin düzenlemelerini kısa soru ve cevaplarla özetlemeye çalıştım.

1. GENEL OLARAK YAPILANDIRMADA NE YENİ NE DEĞİL?

Vergi borçlarının yapılandırılması uygulaması yeni değil. Defalarca yapıldı. Yapılandırma uygulamalarının kapsamı geçmişte, bazen daha kapsamlı düzenlemelerin yer aldığı “vergi barışı” olarak kamuoyunda ifade edilen bir paketin içinde oldu, zaman zaman da sadece kesinleşmiş kamu alacakları yapılandırıldı. Bu defa yapılmakta olan yapılandırma sadece kesinleşmiş kamu alacaklarıyla sınırlı yapılıyor. İhtilaflı vergi borçları ve inceleme aşamasındaki muhtemel borçlar kapsamda değil. Konuyla doğrudan ilgili değil ama kanun teklifinde, matrah artırımı, kasa ve stok affı, ortaklara borçların tasfiyesi gibi düzenlemeler de yok. Bütün bu düzenlemeler çoğunlukla birlikte yapılmasına alıştığımız için belirtmeden geçemedim.Özetlediğim şekliyle, yeni yapılandırmanın, 27 Mayıs 2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7020 sayılı Kanun uygulamasına benzediği söylenebilir.

2. YAPILANDIRMA KAPSAMINA GİREN VERGİLER HANGİLERİ?

Yapılandırma kapsamına;

■ Vergi idaresinin alacaklı olduğu bütün vergiler, vergi cezaları, gecikme faizleri ve gecikme zamları,

■ Ticaret Bakanlığı’na bağlı tahsil daireleri tarafından takip edilen gümrük vergileri, idari para cezaları, faizler, gecikme faizleri, gecikme zamları,

■ Belediyelerce tahsil edilen emlak vergisi, çevre temizlik vergisi, ilan reklam vergisi gibi bütün vergiler, vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları,

giriyor. Teklifte saydığım vergiler ve vergilere bağlı ceza ve faizler yanında, Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK), belediyelere, özel idarelere, YİKOB’lara, TOBB, TESK, Barolar Birliği, TÜRMOB ve ihracatçı birlikleri gibi meslek örgütlerine, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve mazbut vakıflara, kalkınma ajanslarına, Türk Standartları Enstitüsü’ne, Kredi Yurtlar Kurumu’na, il özel idarelerinin, belediyelerin ve belediyelerin sahip olduğu şirketlerin yüzde 50’sinden fazlasına sahip olduğu şirketlere olan bazı borçlar da yapılandırılıyor. Ancak vergi dışı bu borçların yapılandırılması bu makalenin konusu dışında.

3. HANGİ DÖNEMLERE AİT VERGİLERYAPILANDIRMA KAPSAMINDA?

Yapılandırma kapsamına;

■ 31 Ağustos 2020 tarihinden önceki dönemlere, beyana dayanan vergilerde bu tarihe kadar verilmesi gereken beyannamelere ilişkin vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri ve gecikme zamları,

■ 2020 yılına ilişkin olarak 31 Ağustos 2020 tarihinden önce tahakkuk eden vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri ve gecikme zamları,

■ 31 Ağustos 2020 tarihinden önce yapılan tespitlere ilişkin olarak vergi aslına bağlı olmayan vergi cezaları,

■ 31 Ağustos 2020 tarihinden önce gümrük yükümlülüğü doğan ve gümrük idarelerince takip edilen gümrük vergileri, idari para cezaları, faizler, zamlar ve gecikme zammı alacakları,

giriyor.

Buna göre, düzenlemenin Kasım ayında yürürlüğe girmesi durumunda;

■ Yıllık beyannameli gelir ve kurumlar vergisinde 2019 ve önceki yıllara ilişkin vergilendirme dönemleri kapsama giriyor.

■ Katma değer vergisi ve stopaj gelir vergisi gibi aylık beyannameli mükellefiyetlerde, Temmuz/2020 vergilendirme dönemi ve önceki dönemler kapsama giriyor, Ağustos/2020 vergilendirme dönemi ise kapsama girmiyor.

■ 2020 yılına ilişkin olarak yıllık tahakkuk etmiş sayılan motorlu taşıtlar vergisi, yıllık harçlar, emlak vergisi, çevre temizlik vergisi gibi vergiler kapsama giriyor.

4. MÜCBİR SEBEP KAPSAMINDA ERTELENEN VERGİLER YAPILANDIRILABİLİR Mİ?

Hayır. Yapılandırma kapsamına giren dönemlere ilişkin olup Kanunun yayımı tarihi itibarıyla COVID-19 salgını nedeniyle ilan edilen mücbir sebep kapsamında beyanname verme ve ödeme süresi ertelenen vergilerden, ödeme süresinin son günü 2020 yılının Ekim, Kasım veya Aralık ayına tekabül edecek şekilde belirlenenler hakkında yapılandırma yapılamayacağı özel olarak düzenleniyor.

5. DAHA ÖNCEKİ YAPILANDIRMALARDAN KALAN BORÇLAR YENİDEN YAPILANDIRILABİLİR Mİ?

Daha önceki yapılandırmalardan 2018 yılında 7143 sayılı Kanun’la yapılan yapılandırmanın taksitlerinin ödemesine devam ediliyor. Bu kanun kapsamında borçları yapılandırılanlardan isteyenler, kalan taksitler için yeni kanun kapsamına girebilirler. Yapılanma kanunları kapsamında borçlarını yapılandıranlardan koşulları ihlal ederek haklarını kaybedenler de ödemedikleri tutarlar için bu Kanun kapsamında borçlarını yapılandırabilirler. Buna bir engel yok.

6. YARGI KARARIYLA KESİNLEŞEN ANCAK ÖDEMEYE İLİŞKİN TEBLİGATIN YAPILMADIĞI BORÇLAR YAPILANDIRILABİLİRMİ?

Evet. Kapsama giren dönemlere ilişkin olup kanunun yayımı tarihi itibarıyla yargı kararıyla kesinleştiği hâlde mükellefe ödemeye yönelik tebligatın yapılmadığı alacaklar için, belirlenen süre ve şekilde başvuruda bulunulması koşuluyla, bu alacakların yapılandırılması mümkün. Önerilen düzenlemeye göre bu alacaklar için tebligat yapılmayacak ve alacakların vade tarihi olarak Kanunun yayımı tarihi kabul edilecek.

7. YAPILANDIRMADA ÖDENECEK VE SİLİNECEK BORÇLAR NELER?

Kapsama giren vergi borçları için yapılandırmadan yararlanılması durumunda ödenecek ve silinecek tutarlar yukarıdaki kutuda yer alıyor.

8. Yİ-ÜFE ESAS ALINARAK BELİRLENECEK TUTAR NASIL HESAPLANACAK?

Yapılandırma kapsamına giren vergi borçları için hesaplanması gereken gecikme faizi, gecikme zammı ve gecikme cezası yerine Yİ-ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutar ödenecek.

9. Yİ-ÜFE AYLIK DEĞİŞİM ORANLARI OLARAK HANGİ ORANLAR ESAS ALINACAK?

Yapılandırmada esas alınacak Yİ-ÜFE aylık değişim oranları özel olarak tanımlanmış durumda. Yİ-ÜFE aylık değişim oranı olarak TÜİK tarafından her ay için belirlenen;

■ 31.12.2004 tarihine kadar TEFE aylık değişim oranları,

■ 1.1.2005 tarihinden itibaren ÜFE aylık değişim oranları,

■ 1.1.2014 tarihinden itibaren Yİ-ÜFE aylık değişim oranları,

■ 1.11.2016 tarihinden itibaren aylık yüzde 0.35 oranı,

kullanılacak.

10. YAPILANDIRMANIN AVANTAJLARI NEDİR?

Yukarıda yaptığım özetten de anlaşılacağı gibi, yeniden yapılandırmanın dikkate değer en önemli avantajı, vergi aslına bağlı cezaların tamamen, vergi aslına bağlı olmayan cezaların da yarısının silinmesi yanında, daha yüksek oranlı gecikme faizi veya gecikme zammı yerine, daha düşük ÜFE aylık değişim oranına göre bir faiz ödenmesidir.

Kabaca bir fikir vermesi için, 1 Ocak 2017 tarihinden 30 Kasım 2020 tarihine kadar bir faiz hesaplaması yapacak olursak, ödenmesi gereken toplam faiz veya zammın yaklaşık yüzde 80’inin silindiği söylenebilir. Önemli bir avantaj.

11. YAPILANDIRMADAN YARARLANMANIN PROSEDÜRÜ NEDİR?

Kesinleşmiş alacakların yapılandırılması için 31 Aralık 2020 tarihine kadar ilgili idareye (vergi dairesi, gümrük idaresi veya belediye), yazılı olarak başvurulması gerekiyor.

Geçmiş yapılandırma düzenlemelerinde ilgili alacaklı idareler yapılandırma başvurularında kullanılmak üzere başvuru dilekçe örnekleri hazırlayarak borçluların kullanıma sundu. Bu defa da benzer şekilde, düzenlemenin yasalaşarak yürürlüğe girmesi sonrasında, kullanılacak başvuru dilekçelerinin ilgili idareler tarafından yayınlanması beklenebilir. Başvurular bu dilekçeler doldurularak yapılır.

12. YAPILANDIRILAN BORÇ NE ZAMAN ÖDENECEK?

Yeniden hesaplanan ve yapılandırılan borç tutarının peşin veya taksitle ödenmesi konusunda borçluların tercih yapmaları mümkün. Borcun bir defada ödenmesinin tercih edilmesi durumunda, yeniden yapılandırılan vergi borçlarının 31 Ocak 2021 tarihine kadar ödenmesi gerekiyor.

Tercihini taksitler halinde ödemek yönünde kullananlara, ilk taksiti Ocak 2021’den başlamak üzere, ikişer aylık dönemler halinde, en çok 18 eşit taksitte 36 aya kadar vade tanınıyor.

Öngörülen ödeme koşullarına göre;

- Peşin ödemelerde ödenecek tutarda bir artırım yapılmıyor,

Taksitle ödemenin tercih edilmesi durumunda, taksitler tercih edilen ödeme süresine göre belli bir katsayıyla artırılacak (6 taksit için 1.045, dokuz taksit için 1.083, 12 taksit için 1.105 ve 18 taksit için 1.15), artırılmış tutarlar taksit sayısına bölünerek borç tutarı eşit taksitler halinde ödenecek.

13. PEŞİN ÖDEMENİN AVANTAJI VAR MI?

Hesaplanan tutarın ilk taksit ödeme süresi içinde veya ilk iki taksit ödeme süresi içinde tamamen ödenmesi halinde, bu tutara kanunun yayımı tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için faiz hesaplanmayacak.

Ayrıca, fer’i alacaklar yerine Yİ-ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarı üzerinden; ilk taksit ödeme süresinde ödeyenlere yüzde 90, ilk iki taksit ödeme süresinde ödeyenlere ise yüzde 50 indirim yapılacak.

14. TAKSİTLER ZAMANINDA ÖDENMEZSE NE OLUR?

Öncelikle ilk iki taksitin süresinde ve tam ödenmesi şart. Aksi halde yapılandırma bozuluyor.

İlk iki taksitin zamanında ödenmesi koşuluyla, bir takvim yılında iki veya daha az taksitin süresinde ödenmemesi halinde, yapılandırma bozulmuyor. Ancak bu durumda, ödenmeyen taksit tutarlarının son taksiti izleyen ayın sonuna kadar, gecikilen süre için gecikme zammı oranında geç ödeme zammıyla birlikte ödenmesi gerekiyor.

Bir takvim yılında ikiden fazla taksitin süresinde ödenmemesi halinde Kanun’dan yararlanma hakkı tamamen kaybediliyor.

15. VARSA DEVAM EDEN DAVALAR NE OLACAK?

Birinci sorunun cevabında da belirttiğim gibi yapılandırmanın kapsamına, kanunun yayımı tarihi itibariyle kesinleşmiş olan vergi borçları giriyor. İhtilaflı borçlar kapsamda değil. Ancak, kesinleşmiş vergi borcuyla ilgili olarak takip ve tahsil işlemlerinden veya başka nedenlerden kaynaklanan davalar olabilir.

Borçlarını yapılandırılabilmesi için dava açılmaması, açılmış davalardan vazgeçilmesi ve kanun yollarına başvurulmaması koşulları aranıyor. Bu koşul gereği, yapılandırmadan yararlanmak üzere başvuruda bulunan borçluların, başvuru süresi içinde, ilgili tahsil dairesine davadan vazgeçme dilekçesi vermesi gerekiyor.

ÖDENECEK TUTARLAR

• Vergi / Gümrük vergisi asıllarının tamamı
• Alacak aslına bağlı olmayan cezaların % 50’si
• İştirak nedeniyle kesilen vergi cezalarının % 50’si
• Gecikme faizi, gecikme zammı ve gecikme cezası yerine Yİ-ÜFE esas alınarak belirlenecek tutar

SİLİNECEK TUTARLAR

• Vergi aslına bağlı olarak kesilen cezaların / idari para cezalarının tamamı
• Vergi aslına bağlı olmayan cezaların kalan %50’si
• İştirak nedeniyle kesilen vergi cezalarının kalan %50’si
• Gecikme cezası, gecikme zammı, gecikme faizi gibi fer’i alacakların tamamı Recep Bıyık

https://www.dunya.com/kose-yazisi/onbes-soruda-vergi-borclarinin-yapilandirilmasi/487938

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • VERGİSİNİ ÖDEMEYENE E-HACİZ YAĞIYOR Yanlış e-haciz işlemi, mükelleflerin batmasına neden olabilir Yerel seçimlerin ardından…
  • FİNANSMAN GİDER KISITLAMASI ÖZELLİKLİ HUSUSLAR *  Yabancı Kaynakları Öz Kaynakları Aşan Mükellefler Finansman Gider Kısıtlamasına Tabidir.…
  • ÖTEDEN BERİ FAALİYETTE BULUNAN SERBEST MESLEK ERBABININ, İŞLERİNDE KULLANDIKLARI HALDE ENVANTERLERİNE DAHİL ETMEDİKLERİ BİNEK OTOMOBİLLERİNE İLİŞKİN AMORTİSMANLARIN DURUMU 221 seri No.lu Gelir Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nin “Binek Otomobillerinin Amortismanları ve Giderleri”…
Top