Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Geçtiğimiz günlerde bazıları eski Gelirler Genel Müdürü olan bir grup mali danışman ile yaptığımız bir toplantıda, bana bir soru sordular. Dediler ki, “sana aileden bir miktar taşınmaz kalsa ve sende bunları satsan, satış kazancın vergiye tabi olur mu?”

“Kazanç, devamlı surette taşınmaz alım-satımı ile uğraşan bir kişi olsam, alım yapmadığıma, zaten ticari işletmeme dahil de olmayacağına göre satışım ticari kazanç olmaz, değer artış kazançlarında da verginin konusunu belirleyen hüküm ‘ivazsız surette elde edilenler hariç olmak’ şeklinde parantez içi ibare taşıdığına göre değer artış kazancı da olmaz” şeklinde düşünüp, “bana miras kalan taşınmazları satarsam kazancım vergiye tabi olmaz” şeklinde yanıtladım soruyu.

Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Gelir vergisine tabi olurmuş. “Dalga geçmeyin, biri sınavda vergiye tabi diye yazsa, çakar” dedim. Ne de olsa hocayız. Beni inandıramadılar.

Bunun üzerine kanıt olarak bir özelge gösterdiler. İnanamadım. İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nca 14.8.2012 tarihinde 84098128- 120-762 sayı ile verilmiş bir özelge.

Aynen şöyle diyor.

“Alım satıma konu edilen gayrimenkulün ivazsız iktisap edilmesi nedeniyle, bu gayrimenkulün satışından elde edilen kazancın değer artış kazancı olarak vergilendirilmesi söz konusu olmayacaktır.

Ancak söz konusu gayrimenkul satışının ticari bir organizasyon içerisinde yürütülmesi veya bu tür organizasyon içerisinde yürütülmemekle beraber, aynı kişiye farklı tarihlerde veya farklı kişilere aynı tarihte satılması veya birbirini izleyen yıllarda satılması durumunda ise yapılan satışlar devamlı olarak alım-satım işleri ile uğraşıldığına karine teşkil edeceğinden elde edilen kazancın Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 37. maddesi çerçevesinde ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerekmektedir.”

Aynen böyle diyor.

Yani özelgeye göre, bir kişiye 3 tane arsa veya 5 tane daire kalsa, bir ticari organizasyon oluşturmasa bile, taşınmazların aynı kişiye farklı tarihlerde veya farklı kişilere aynı tarihte satılması veya birbirini izleyen yıllarda satılması durumunda mirasçının ticari kazanç mükellefi olması gerekmektedir. Mirasçı ilk satışından itibaren defter tutacak, fatura kesecek ve satışlarında KDV hesaplayacaktır. Ticari kazanç oluşmamasının tek yolu, bunları aynen torunlarına intikal ettirmesi.

Burada mirasçı veya mirasçılar ticari organizasyon oluştursa bile, ticari kazanç oluşmaz. GVK md. 37 hem alımda hem da satımda devamlılık arıyor. Bence ticari kazancın genel yapısından hareketle bu dahi yetmez. Zira ticari kazancın özünde, alım-satım işleminin kazanç elde etme saikine yönelik olması, bir başka deyişle ticari işletme yapısının oluşması yatmaktadır. Burada mirasçının alımı yoktur. Miras yolu ile bedelsiz edinim vardır. Dolayısıyla miras kalan taşınmazlar, mirasçının ticari servetine değil, kişisel mal varlığına dahil olur. Şöyle açıklayayım; diyelim ki, zaten tacir olan birisine, bilanço usulüne göre defter tutan bir market sahibine 5 daire miras kalsa, bunları aktife kaydedemez. Kiraya verse, kira geliri gayrimenkul sermaye iradıdır. Çünkü taşınmaz ticareti yapmamaktadır.

Hadi “ticari kazanç oluştu” diyelim. Satış kazancı nasıl saptanacak. İvazsız intikal söz konusu olduğuna göre bütün hasılat, kazanç olacaktır. Hiç olmazsa özelgede, tahakkuk eden veraset ve intikal vergisinin gider olacağı vurgulansa idi. Gerçi bu da GVK md. 40’a aykırı olurdu ama.

Şimdi bu durumda mirasçı, yakınlarına ucuz bedelle satış da yapamaz. Zira transfer fiyatlandırması hükümleri dolayısıyla yanar (GVK md. 41/5).

Burada sırf gelir vergisi ödememek, muvazaa yapmak için bir kişinin taşınmazlarını vefat ederek mirasçılarına bırakması da pek düşünülemez. Neyse ben yine de inanmıyorum, böyle bir yoruma. Çünkü bu özelgeye, GİB’in web sayfasında göremedim. Galiba bana şaka yaptılar. Bir yandan da özelgeyi okudukça, “iyi ki rahmetli babam bize birden fazla taşınmaz bırakmadı” diye sevinmiyor da değilim.

Yine de konu Gelir İdaresi veya İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın açıklamasına muhtaç gibi görünüyor.

Siz siz olun, şakaya kurban gitmeyin. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/miras-kalan-tasinmazlari-satmak-gelir-vergisine-mi-tabidir/381514

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Okurumun babası 1952 doğumlu olum,1973 yılında ilk defa SSK olmuş, inşaatlarda yevmiye usulü çalışmış, kah prim yatmış, kah yatmamış, tarlalarda ekim biçmiş, büyükşehirlerde kapıcılık yaş 65 gelmiş, bu ay 3600 günle emekli olmuş.

Sigorta primine esas kazançlar ise tamamı asgari ücretten yatmıştır.

Oğlu soruyor primli sistemden emekli olan babam bu parayla nasıl geçinir.

Köye taşınsa bile, oralarda artık yaşam şartları ucuz değil diyerek.

Kısaca 1.000 TL bile eline emekli aylığı geçmiyor.

YILLAR

GÜN

1999 ÖNCESİ

360

2000-2008/09

630

2008/10

2610

TOPLAM

3600

YILLAR

KAZANÇLAR

ABO

1999 ÖNCESİ

9475

70%

2000-2008/09

OGK:22,13

35%

2008/10

OYK: 1374

40%

Bakmakla yükümlüsü olduğundan son dönem ABO %40 olarak alınmıştır.

65 yaşındaki sigortalının tüm kazançları asgari ücret olduğundan alt sınır aylık kontrolleri yapılmış, ek ödeme dahil eline 821,50 TL. Emekli aylığı geçmiştir.

Şimdi bu emekli aylığı ile geçim mücadelesi verecektir.

Kent yaşamından doğduğu topraklara geriye dönük göç, bununla ilgili büyükşehir belediyeleri belli parasal anlamda yardım yapıyorlar.

Şimdi gençler ya da emekliliğine yıllar olanlar sigorta primine esas matrahlarına sahip çıkmaları gerekiyor.

Bununla ilgili emekli planlaması yapmak isteyenler ileride ne kadar emekli aylığı almak istiyorsa , çalışma statülerine göre belirlemeleri gerekiyor. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8901

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Bilindiği üzere, Katma Değer Vergisi Kanunu'nun (KDVK) 1. maddesi hükmüne göre; “Türkiye'de yapılan”

  1. Ticarî, sınaî, ziraî faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,
  2. Her türlü mal ve hizmet ithalatı,
    katma değer vergisine tabidir. Anılan kanunun 4. maddesinde “Hizmet”; teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olarak tanımlanmıştır.

Kanunun 6.maddesinde İşlemlerin “Türkiye'de yapılması”nın;

  1. a) Malların teslim anında Türkiye'de bulunmasını,
  2. b) Hizmetin Türkiye'de yapılmasını veya hizmetten Türkiye'de faydalanılmasını,
    ifade ettiği açıklanmıştır.

Taşımacılık işlemleri de hizmet olup, bu taşımacılık işlemleri Türkiye’de yapıldığı takdirde katma değer vergisine tabi olacaktır. KDV Uygulama Genel 
Tebliği'nde de açıklandığı üzere; Türkiye ile yabancı ülkeler arasında yapılan taşımacılık ile transit taşıma işlerinde, hizmetin (taşıma işinin) iç parkura isabet eden kısmı Türkiye'de yapılmış sayılır ve uluslararası taşıma işlerinin sadece iç parkura isabet eden kısmı vergilendirilir. Uluslararası taşıma işlerinin iç parkur dışına isabet eden kısmı ise verginin konusuna girmez. İç parkur, Türkiye'nin siyasi sınırları içindeki alandır. Ancak, KDVK’nın 14. maddesi ve bu madde hükmünde verilen yetkiyle Bakanlar Kurulu'nun belirlediği karar gereğince, transit ve Türkiye ile yabancı ülkeler arasında deniz, hava, karayolu ve demiryolu ile yapılan yük ve yolcu taşıma işlemleri KDV’den istisna edilmiştir. İstisna kapsamına;

- Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'den geçerek yabancı bir ülkede sona eren,

- Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'de sona eren,

- Türkiye'de başlayıp yabancı bir ülkede sona eren,

taşıma işleri girmektedir. İstisna kapsamına giren taşıma faaliyetlerinin tamamının veya bir kısmının başka taşımacılara yaptırılması halinde, gerek taşıma işini yaptıran firmaya karşı muhatap olarak işi yüklenen organizatör firmanın, gerekse ikinci derece yüklenici olarak fiili nakliyeyi gerçekleştiren firmanın bu faaliyetleri istisna kapsamına girdiğinden, her iki faaliyet için de vergi hesaplanmaz.

“Serbest bölgeler” ise 3218 sayılı Kanun'da tanımlanmış olup, Türkiye gümrük bölgesinin parçaları olmakla beraber; yer ve sınırları Bakanlar Kurulu'nca belirlenmiş, serbest dolaşımda olmayan eşyanın herhangi bir gümrük rejimine tabi tutulmaksızın ve serbest dolaşıma sokulmaksızın, gümrük mevzuatında öngörülen haller dışında kullanılmamak ya da tüketilmemek kaydıyla konulduğu, ithalat vergileri ile ticaret politikası önlemlerinin ve kambiyo mevzuatının uygulanması bakımından Türkiye gümrük bölgesi dışında olduğu kabul edilen ve serbest dolaşımdaki eşyanın bir serbest bölgeye konulması nedeniyle normal olarak eşyanın ihracına bağlı olanaklardan yararlandığı yerlerdir. Bu bölgelerde gümrük ve kambiyo mükellefiyetine dair mevzuat hükümleri uygulanmaz. 
Serbest bölge ile Türkiye'nin diğer yerleri arasında yapılacak ticaret, dış ticaret rejimine tabidir. Serbest bölge ile diğer ülkeler ve serbest bölgeler arasında dış ticaret rejimi uygulanmaz.

Serbest bölgelerle ilgili vergi düzenlemelerinde zaman içinde birçok değişiklik yapılmış olup, bu kapsamda KDVK'da da değişiklikler olmuştur. Mevcut düzenlemelere göre; KDVK’nın 16/1-c maddesi hükmü uyarınca, Gümrük Kanunu'ndaki serbest bölge hükümlerinin uygulandığı mallar katma değer vergisinden istisnadır. KDVK’nın 17/4-ı maddesi hükmü uyarınca serbest bölgelerde verilen hizmetler de katma değer vergisinden istisnadır. Anılan madde hükmüne 6761 sayılı Kanun'la, 24.11.2016 tarihinden itibaren “serbest bölgelere veya bu bölgelerden yapılan ihraç amaçlı yük taşıma işleri” ibaresi de eklenmiş ve konuya ilişkin açıklamalar 15 Şubat 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan ve KDV Uygulama Genel Tebliği'nde değişiklik yapan 11 Seri Nolu Tebliğ'de yapılmıştır.

Anılan kanun değişikliği ile ilgili gerekçelerde; “ülkemizden serbest bölgelere yapılan veya serbest bölgelerden ihraç amaçlı olarak yurt içine yapılan yük taşıma işlerinin katma değer vergisinden kısmi olarak istisna tutulmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Düzenleme ile ihracata yönelik taşıma işlerinde katma değer vergisi istisnasına sahip olan yurtiçindeki ihracatçılara göre dezavantajlı durumda bulunan serbest bölge kullanıcılarının durumlarının iyileştirilmesi hedeflenmektedir” denilmiştir.

Yukarıda yer verilen gerekçeden;

1- Ülkemizden serbest bölgelere yapılan taşıma işlerinin,

veya

2- Serbest bölgeden ihraç amaçlı olarak yurt içine yapılan yük taşıma işlerinin,

Katma değer vergisinden kısmi olarak istisna tutulmak istendiği anlaşılmaktadır.

11 Seri Nolu Tebliğ'de de belirtildiği gibi, serbest bölgeden bir limana veya bir gümrük çıkış kapısına ihraç malının taşınması işi KDV'den istisnadır. Serbest bölgeden yurtiçine yapılacak taşıma işleri ise, bu taşıma ihraç amacıyla yapılmıyorsa, başka bir deyişle, yurt içine satış yapılmış malların taşınması ise KDV'ye tabi olacaktır. Keza, anılan Tebliğ'de, “Serbest bölgede üretilecek mamulün üretiminde kullanılacak malların yurtiçinden serbest bölgeye, serbest bölgeden bir başka serbest bölgeye taşınması da istisna kapsamında değerlendirilecektir” açıklaması yapılmıştır.

Serbest bölgelere yapılan taşıma işlemlerine ilişkin yasal düzenlemeler bu şekilde olmasına rağmen, yurt dışından satın alınıp serbest bölgeye taşınan malların önce bir limana gelmesi, sonrasında ise limandan serbest bölgeye taşıttırılmasına ilişkin taşımacılık işinin katma değer vergisine tabi olup olmadığı veya kanunun 17/4-ı bendindeki bu istisna kapsamında olup olmadığı konusunda tereddütler bulunmakta ve özelge bazında verilen görüşler nedeniyle farklı uygulamalara rastlanılmaktadır. Örneğin, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı'nca 17.08.2017 tarih ve 84974990-130 (17-2017/17-H)-301067 sayılı Özelgede; “… yurt dışından deniz yoluyla limanlara gelen ithal malların limanlardan serbest bölgelere gümrük mevzuatına göre transit rejime tabi tutularak karayoluyla taşınması hizmeti ihraç amaçlı yük taşıma işi olmadığından, KDV’den istisna tutulmayacaktır” denilmiştir. Söz konusu özelgede yurtiçinden serbest bölgelere yapılacak taşıma işlemlerinin de ihraç amaçlı olması gerektiği yorumu yapılmıştır. Halbuki kanımızca, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi yasa ile ilgili gerekçede ve Tebliğde de yer aldığı üzere, Ülkemizden serbest bölgelere yapılan taşıma işlerinin KDV’den istisna tutulması için ihraç amacı aranmamaktadır. İhraç amacı, sadece, serbest bölgelerden yurt içine yapılan taşıma işlemlerinde aranmaktadır. Kanun maddesinde yer alan “serbest bölgelere veya bu bölgelerden yapılan ihraç amaçlı yük taşıma işleri” ifadesini;

- Serbest bölgelere taşıma işleri

- Bu bölgelerden yapılan ihraç amaçlı yük taşıma işleri,

olarak anlamak gerekir.

Keza, Serbest Bölgeler Uygulama Yönetmeliği'nin 30. maddesinde açıkça belirtildiği gibi, Türkiye'den bölgeye sevk edilen mallar, dış ticaret rejimine tabi tutulur ve bu rejime göre ihraç edilmiş sayılır. Serbest bölgeler, Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin gerçekleşeceği tarihe kadar, gümrük rejimleri açısından Türkiye gümrük bölgesi dışında, menşe hükümlerinin uygulanması bakımından ise Türkiye gümrük bölgesi sayılır. KDVK’nın 11. maddesi uyarınca, “ihracat teslimleri” ve “bu teslimlere ilişkin hizmetler” katma değer vergisinden istisna olup, anılan kanunun 12. maddesine göre, teslim bir serbest bölgedeki alıcıya yapılır ve teslim konusu mal Türkiye Cumhuriyeti gümrük bölgesinden çıkarak bir serbest bölgeye vasıl olursa bu teslim ihracat teslimi sayılmaktadır. Esasen, yukarıda açıklanan bu madde hükümleri uyarınca, serbest bölgeye gönderilen ve ihracat sayılan mal teslimlerine ilişkin olarak verilen taşımacılık hizmetlerinin katma değer vergisinden istisna olması gerekir. Ancak bugüne kadarki (6761 sayılı Kanun'la yapılan değişikliğe kadarki) uygulamada bu hüküm Mali İdare'ce dikkate alınmamış ve anılan taşıma hizmetlerinin KDV’ye tabi olduğu görüşü doğrultusunda hareket edilmiştir.

Özelgeye konu olan” yurt dışından deniz yoluyla limanlara gelen ithal malların limanlardan serbest bölgelere gümrük mevzuatına göre transit rejime tabi tutularak karayoluyla taşınması hizmeti”nin KDV’ye tabi olduğu açıklamasının gerekçesi ihraç amacıyla açıklanamaz. Olsa olsa bu taşımacılık işleminin, ülkemizden serbest bölgeye yapılan bir taşımacılık değil, KDVK’nın 14. maddesinde belirtilen taşımacılık istisnası kapsamında, “Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'de sona eren taşımacılık” olarak değerlendirilmesi ve anılan istisnadan yararlanılamayacağı için bu işlemin KDV’ye tabi olması gerektiği olabilir. Taşımacılık istisnası konusuna ve anılan istisna kapsamında da değerlendirildiğinde bu taşımacılık işleminin katma değer vergine tabi olmaması gerektiğine ilişkin görüşlerimize ise, önümüzdeki haftaki yazımızda yer verilecektir.

Taşımacılık işlemleri hizmet olup, bu taşımacılık işlemleri “Türkiye’de yapıldığı” takdirde katma değer vergisine tabi olacaktır. KDV Uygulama Genel Tebliği'nde de açıklandığı üzere; Türkiye ile yabancı ülkeler arasında yapılan taşımacılık ile transit taşıma işlerinde, hizmetin (taşıma işinin) iç parkura isabet eden kısmı Türkiye'de yapılmış sayılır ve uluslararası taşıma işlerinin sadece iç parkura isabet eden kısmı vergilendirilir. Uluslararası taşıma işlerinin iç parkur dışına isabet eden kısmı ise verginin konusuna girmez. İç parkur, Türkiye'nin siyasi sınırları içindeki alandır. Ancak, KDVK’nın 14. maddesi ve bu madde hükmünde verilen yetkiyle Bakanlar Kurulu'nun belirlediği karar gereğince, transit ve Türkiye ile yabancı ülkeler arasında deniz, hava, karayolu ve demiryolu ile yapılan yük ve yolcu taşıma işlemleri KDV’den istisna edilmiştir. İstisna kapsamına;

- Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'den geçerek yabancı bir ülkede sona eren,

- Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'de sona eren,

- Türkiye'de başlayıp yabancı bir ülkede sona eren,

Taşıma işleri girmektedir. İstisna kapsamına giren taşıma faaliyetlerinin tamamının veya bir kısmının başka taşımacılara yaptırılması halinde, gerek taşıma işini yaptıran firmaya karşı muhatap olarak işi yüklenen organizatör firmanın, gerekse ikinci derece yüklenici olarak fiili nakliyeyi gerçekleştiren firmanın bu faaliyetleri istisna kapsamına girdiğinden, her iki faaliyet için de vergi hesaplanmaz.

KDV Uygulama Tebliği'nin ilgili bölümünde taşımacılık istisnası açıklanırken yukarıdaki ifadeler yer almış, başka bir deyişle; “yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye’de sona eren taşımacılık” işleminin Türkiye’deki nihai varış yerine kadar olan kısmı dahil, taşıma işleminin bir bütün olarak yaptırılması veya bir organizatör (aracı) vasıtasıyla bütün olarak yaptırılması halinde, bu işlemin katma değer vergisinden istisna olduğu belirtilmiştir. Keza, tebliğde verilen örnekte; İthalatçı (A) firmasının, ithal edeceği malların Arjantin’den Konya’daki deposuna taşınması için Türkiye’de mukim (B) firması ile anlaşması durumunda, (B) firması malların Arjantin-Mersin Limanı deniz yolu ile taşımasını kendisi yaptığında, Mersin-Konya kara taşımasını ise (C) firmasına yaptırdığında, (B) firmasının, (A) firmasına Arjantin-Konya taşımasının tamamı için düzenleyeceği faturada KDV hesaplanmayacağı ifade edilmiştir. Ancak, anılan tebliğin konuyla ilgili bölümünün devamında; “ikinci derece yüklenicinin taşıma faaliyetinin Türkiye içinde başlayıp bitmesi halinde, bu işlerin KDV’ye tabi olacağı” ifade edilmiş ve yukarıda verilen örnekte, (C) firmasının Mersin-Konya taşıması için (B) firmasına düzenleyeceği faturada ise KDV hesaplanacağı ve (B) firmasının bu taşıma nedeniyle yüklendiği KDV’yi iade hesaplarına dahil edebileceği, dolayısıyla iadesini alabileceği belirtilmiştir.

Kanımızca, KDVK’nın 14. maddesindeki istisna kapsamına, “Yabancı bir ülkede başlayıp Türkiye'de sona eren” taşımacılık işlerinde, taşınan malların nihai varış yerine kadar taşınması işleminin dahil edilmesi doğrudur. Ancak, taşımacılık işleminin Türkiye’deki limandan Türkiye’deki nihai varış yerine kadar olan taşımacılık işleminin bir başka yükleniciye yaptırılması halinde iç parkura isabet eden bu taşıma işleminin istsina kapsamına girmediği yorumu doğru değildir.

Yukarıda açıklandığı üzere; sadece Türkiye’de verilen hizmetler (taşımacılık hizmeti) katma değer vergisine tabi, Türkiye dışında verilen hizmetler ise katma değer vergisine tabi değildir. Dolayısıyla, hizmetin Türkiye dışında verilen kısmı katma değer vergisine tabi olmadığı için bu hizmete kanun maddesiyle istisna getirilmesi düşünülemez. Başka bir deyişle, vergiye tabi olmayan bir şeyin vergiden istisna tutulması için düzenleme yapılması mümkün değildir, ancak vergiye tabi bir işlem varsa ve bu işlem vergiden müstesna tutulmak istenirse, istisna düzenlemesi yapılır.

Bu anlamda, bize göre; söz konusu taşımacılık istisnasıyla ilgili düzenleme sadece işlemin Türkiye’de yapılan (iç parkura isabet eden) kısmı için yapılmıştır. Bu nedenle de yukarıda belirtilen taşımacılık işleminde, malların önce Türkiye’deki limana geldikten sonra, nihai varış yerine kadar olan taşınması işlemi 14. madde kapsamında vergiden istisna olmalıdır. Nitekim tebliğde de taşımacılık hizmetinin nihai varış yerine kadar olan kısmının vergiden istisna olduğu kabul edilmiş, ancak Türkiye içindeki taşımacılık kısmının bir başkası tarafından yapılması halinde bunun istisna kapsamında olmayacağı söylenmiştir. Başka bir deyişle; istisna, taşımacılık hizmetini veren kişiye göre yorumlanmış, taşımacılık işini veren kişi Arjantin’den Konya’ya kadar taşıma işini üstlenen kişiyse Mersin Limanı'ndan Konya’ya kadar olan taşımacılığın da katma değer vergisine tabi olmayacağı kabul edilmişken, Mersin Limanı'ndan Konya’ya yapılan taşımacılık işlemini başka bir kişi yapıyorsa bu işlemin vergiye tabi olacağı ifade edilmiştir. Bize göre, anılan istisna hükmü yorumlanırken taşımacılık işini yapan kişiye göre değil, anılan malların taşıma işleminin nihai olarak tamamlanıp tamamlanmadığına bakmak daha uygun olur.

Öte yandan, taşınan mallar doğrudan serbest bölgeye veya gümrük antreposuna giden mallar ise, bu mallar henüz millileştirilmemiş olup, ithalatı yapılmamış mallardır. Anılan mallar önce limana gelebilmekte ve oradan transit belgesi ile nihai varış yeri olan serbest bölgeye veya antrepoya gelmektedir. Anılan mallar örneğin Romanya’dan alınmış ve Kayseri serbest bölgesine karayoluyla taşınmış olursa Romanya’dan Kayseri Serbest Bölgesi'ne kadar yapılan taşımacılık katma değer vergisinden istisna tutulurken, aynı taşımacılık önce Romanya’dan Zonguldak Limanı'na deniz yoluyla gelip, oradan Kayseri Serbest Bölgesi'ne demiryolu ya da karayoluyla taşınırsa ve taşımacılık farklı kişilere yaptırılırsa limandan serbest bölgeye yapılan taşımacılığın katma değer vergisine tabi tutulması, anılan taşımacılık istisnasının ruhuna da aykırıdır. Üstelik serbest bölgeye yapılan taşımacılık işleminde katma değer vergisi ödenirse, ödenen bu katma değer vergisi indirim konusu da yapılamamakta ve gider olarak kaydedilmekte ya da malın maliyete dahil edilmektedir. Bu da malın taşınma şekline ve taşımanın kime yaptırıldığına göre maliyetinin farklı olması sonucunu doğurmaktadır. Kanun koyucunun, anılan maddeye hükmederken böyle bir ayrım yapılmasını istediği düşünülemez.

Konuyla ilgili olarak söylenecek başka şeyler de olmasına rağmen, yazımızın boyutu dahilinde hepsine yer vermek mümkün olmamaktadır. Konunun Mali İdarece yeniden değerlendirilmesinde ve özellikle serbest bölgede faaliyette bulunan mükelleflerin karşılaşacağı rekabet eşitsizliğinin giderilmesi için tebliğde yapılan yorumların gözden geçirilmesinde fayda vardır. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

https://www.dunya.com/kose-yazisi/serbest-bolgelere-yapilan-tasimacilikta-kdv-sorunu/381518


Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Salı, 03 Ekim 2017 18:01

Memur Emeklisine 7500 Lira İkramiye

30 yılın üzerinde hizmeti olan emekli memurlar için ek ikramiye ödemeleri başladı. Başvuru süresinde son tarih 27 Ocak. Başvurana ilk 7.500 lira 3 ayda ödeniyor. Kim kaç lira alacak? İşte detaylar...

Emekli memurların ek ikramiye ödemeleri devam ederken henüz başvurmayanlar için de süre kısalmaya başladı. 30 yıldan fazla hizmeti olmasına rağmen 30 yıl üzerinden emekli olan yaklaşık 450 bin memura yapılan düzenleme ile ek ikramiye ödeniyor. Sabah'tan Faruk Erdem'in yazısına göre ödemeler 21 Mart 2017'de başlamıştı. Bir kısım memur emeklileri paralarını alırken henüz başvurmamış ya da parası ödenmemiş çok sayıda emekli memur da bulunuyor.

DUL VE YETİME HAK

İkramiye tutarının üst sınırı ilk yıl için 7.500 olarak belirlendi. Bu tutar başvuru sonrası 3 ay içinde hesaba geçecek. Kalan kısım var ise bir yıl sonra faiziyle birlikte ödenecek. Düzenlemeden vefat eden memurların dul ve yetimleri de yararlanabiliyor. 27.01.2017'de süreç başladı. Hak sahipleri 1 yıl içinde yani 27.01.2018'e kadar başvurarak paralarını alabilecek. Sonradan yapılacak başvurulara ikramiye ödenmeyecek.

BAŞLANGICA BAKILIYOR

Başvurular kapsamında ödenecek emekli ikramiyesi tutarı, emekli aylıklarının başlangıç tarihindeki katsayılar esas alınarak hesaplanıyor. Her tam hizmet yılı için ödenecek ikramiye tutarının bir yıllık tutarı 50 liranın, ödenecek toplam ikramiye tutarı ise 100 liranın altında olamayacak şekilde hesaplama yapılıyor.

KAT SAYIYA BAKILIYOR

Örneğin Mart 1994'te emekli olan ve 37 yıl 9 aylık hizmeti bulunan bir memura 7 tam hizmet yılı karşılığında ödenecek emekli ikramiyesi, emekli olduğu tarihteki katsayılara göre 70.77 TL (10.11 x 7) olarak çıkartılıyor. Her yılına ödenecek ikramiye 50 TL'den az olmayacağı için bu emekliye 70.77 TL yerine 350 TL ödeniyor. Diğer taraftan, Eylül 2006'da emekli aylığı bağlanan aynı durumdaki emekliye ödenecek emekli ikramiyesi ise 7.317,17 TL (1.045.31 x 7) olacak.

ESKİ BAŞVURULAR GEÇERLİ SAYILACAK

Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce başvuru yapıp dava açmamış olanların eski başvuruları, ilgili maddenin yürürlüğe girdiği tarihte yapılmış sayılacak. Yürürlük tarihinden önce açılan davalar, konusuz kaldığı için düşecek. Yargılama giderleri ise SGK'nın üzerinde bırakılacak. Başvurular Sosyal Güvenlik Kurumu Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığı'na yapılacak.

http://www.milliyet.com.tr/emekliye-7-bin-500-lira-ikramiye-ekonomi-2519132/

İşverenler işçileri çıkarırken ya da işçi istifa ederken boş kâğıda “Bütün alacaklarımı aldım” ifadesini yazarak imza atmasını talep ediyor. İşçiler de boş kâğıda imza atmak istemiyor. İşçiler istemeseler de bu tip ifadelerin altına imza atmak durumunda kalıyor. Fakat bu ibranamelerin pek çoğu hukuken geçerli değil. İşverenler bunu işçilerin gözünü korkutmak için imzalatıyor. İbraname, işçi ve işveren arasında imzalanan bir sözleşmedir. Geçerli olabilmesi için bazı şartların varlığı söz konusudur.

Yazılı olmalı

Yazılı olmayan ibraname geçerli değildir. Yani işçinin sözel olarak “bütün alacaklarımı aldım” demesi işverenin işçisine hak ettiği bütün tazminatları ödediği anlamına gelmez. Kesinlikle yazılı olması gerekir ve işçi tarafından imzalanması şarttır. İşçinin imzalamadığı bir ibranamenin geçerli olması söz konusu değildir. Başkası tarafından imzalanmış ibranamelerle, işten çıkış tarihinde imzalanmış ibranameler, imzanın kime ait olduğu ve imza tarihi açısından inceleniyor ve gerçek ortaya çıkıyor.

İbranamenin geçerli olması için iş sözleşmesinin feshedildiği tarihten en az bir ay sonra imzalanması gerekir. Yani kanun iş sözleşmesinin sona erdirildiği tarihten itibaren bir ay içerisinde işverenin işçisine hak ettiği ödemeleri yapabileceğini ve bu bir ayın sonunda ibranamenin imzalanabileceğini öngörüyor. Bu nedenle işverenlerin istifa ederken işçilere imzalattırdıkları ibranameler ve boş kâğıtlar geçerli değil. İbranamenin imzalandığı tarihle istifa tarihi veya iş sözleşmesinin fesih tarihi arasında en az bir ay bulunması gerekmektedir.

Ayrıca ibranamede ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça ifade edilmesi gerekmektedir. İş sözleşmesi sonlanmış bir işçiye ibraname imzalatılırken kıdem tazminatı karşılığı olarak ne kadar ödendiği, kullandırılmamış yıllık izinlerin karşılığı olarak ne kadar ödendiği açıkça yazılmalıdır. Bu nedenle “Bütün alacaklarımı aldım” şeklindeki ibranameler geçerli değildir. İşçiye kıdem tazminatı olarak ne kadar, ihbar tazminatı olarak ne kadar ödendiği ibranameye açıkça yazılmalıdır.

Bir diğer şart ise ödemenin banka aracılığıyla yapılmasıdır. İşçiye elden para verilirse işveren bu durumu ispat edemez. İşveren ödemeyi yaptığını ispat etmek için banka kanalıyla ve ödemenin mahiyetini ifade ederek ödeme yapmalı.

Mahkemeden döner

İşçiler bahsettiğimiz özellikleri taşımayan ibranamelere imza attıklarında bu ibraname geçersiz olduğu için işverene yönelik dava açabilirler. Örneğin “Bütün alacaklarımı aldım” şeklinde hukuken geçersiz bir ibranameye imza atmış bir işçi işverene kıdem tazminatının ödenmediği yönünde dava açabilir. Bu durumda işveren ödemeyi yaptığını ispat etmek durumunda. Hukuki geçerlilik koşullarının hem işverenler, hem de işçiler tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.

Hukuken geçerli bir ibranameyi imzalamış bir işçi de ibranamedeki miktar konusunda bir farklılık olduğu iddiasıyla mahkemeye başvurabilir. Örneğin, kendisine 5 yıllık çalışması karşılığı kıdem tazminatı olarak 10 bin 600 TL ödenmiş bir işçi, tazminatının 15 bin TL olması gerektiğini düşünüyorsa dava açabilir. Bu kez işveren ibranameyle kıdem tazminatı alacağı olarak 10 bin 600 TL ödendiğini ispatlamış olduğu için aradaki farka ilişkin bir dava söz konusu olacaktır. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/bos-kagida-atilan-imzalar-gecersiz-2518306/

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Salı, 03 Ekim 2017 17:55

Yarım Çalışmada Esaslar

Doğum sonrası analık hali izninin bitiminden itibaren çocuğunun bakımı ve yetiştirilmesi amacıyla ve çocuğun hayatta olması kaydıyla kadın işçi ile üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinen kadın veya erkek işçilere istekleri hâlinde birinci doğumda 60 gün, ikinci doğumda 120 gün, sonraki doğumlarda ise 180 gün süreyle haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin verilir. Çoğul doğum hâlinde bu sürelere otuzar gün eklenir. Çocuğun engelli doğması hâlinde bu süre üç yüz altmış gün olarak uygulanır. Bu süre içerisinde süt iznine ilişkin hükümler uygulanmamaktadır.

İşçiye, haftalık çalışma süresinin yarısı kadar verilen ücretsiz izin süresince doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenir.

Ödenek süresi, haftalık çalışma süresinin yarısı kadardır. Yarım çalışma ödeneği, çalışılan aya ait aylık prim ve hizmet belgesinin ilişkin olduğu aydan sonraki ikinci ay içinde fondan aylık olarak ödenir.

Doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneğinin günlük miktarı, günlük asgari ücretin brüt tutarı kadardır. Bu madde hükümlerinden yararlanılabilmesi için işçinin adına doğum veya evlat edinme tarihinden önceki son üç yılda en az 600 gün işsizlik sigortası primi bildirilmiş olması, haftalık çalışma süresinin yarısı kadar fiilen çalışılması ve doğum ve evlat edinme sonrası analık hâli izninin bittiği tarihten itibaren 30 gün içinde İŞKUR’a doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma belgesi ile başvuruda bulunulması gerekir.

Mücbir sebepler dışında, başvuruda gecikilen süre doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği almaya hak kazanılan toplam süreden düşülerek ödeme yapılır. Bu ödemeler damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz. Geçici iş göremezlik ödeneği almaya hak kazananlara, bu durumlarının devamı süresince doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenmez. İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan yersiz ödemeler kanuni faiziyle birlikte işverenden tahsil edilir.

Yarım çalışma kapsamındakiler için, yüzde 32,5 oranında sigorta primleri işçi ve işveren payları doğum ve evlat edinme sonrası yarım çalışma ödeneği ödenen gün sayısı kadar fondan Sosyal Güvenlik Kurumu'na ödenir.

Yarım çalışmanın belirlenen günlük ve haftalık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı işveren tarafından belirlenir. Doğumdan sonraki on iki ay içinde çocuğun engellilik durumunun tespiti halinde işçinin yarım çalışma ödeneği süresi, doğum sonrası analık hali izni süresinin bitiminden itibaren on iki aylık sürenin kalan kısmı kadardır. (Çocuğun engeli bulunması halinde yarım çalışma süresi 360 gün olarak uygulanır.)

Yarım çalışma yapan işçinin/personelin çalışılmayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerine ilişkin ücret ve yarım çalışma ödeneği, yarım çalışılan süreye orantılı olarak işveren ve İŞKUR tarafından ödenir. Ödeme döneminin hesabında, yarım çalışmanın başladığı ve sona erdiği aylar parmak hesabı yapılarak fiili gün sayısı, ara aylar 30 gün üzerinden değerlendirilir.

Yarım çalışma ödeneği süresi, aylık olarak on beş günü geçmemek üzere işveren tarafından bildirilen ilgili aya ilişkin aylık prim ve hizmet belgesinde yer alan bilgiler dikkate alınarak hesaplanır. Gün sayısının kesirli olarak bulunması halinde tama iblağ edilen kısmı işveren tarafından, diğer kısmı İŞKUR tarafından ödenir.

Haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin verilen işçinin/personelin, bu süre zarfında başka bir işte çalışması halinde, çalıştığı süre için yarım çalışma ödeneği ödenmez. Yine, bu süre içerisinde fiilen çalışma olmayıp, izin kullanması halinde de yarım çalışma ödenmez. Yarım çalışma ödeneği alırken, çalıştığı iş yerinden ayrılan işçinin/personelin yarım çalışma ödeneği işten ayrıldığı tarih itibariyle durdurulur. Yeni bir işe girmesi, bu iş yerinde yarım çalışma yapması ve İŞKUR'dan talep etmesi halinde, ödeme döneminin bittiği tarihi geçememek üzere kalan hak sahipliğinden yararlanabilir. İbrahim Işıklı

https://www.dunya.com/kose-yazisi/yarim-calismada-esaslar/381371

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

İnceleyeceğimiz konu, bir diğer şirkete kefil olup da, ödeme güçlüğü sebebiyle asıl borçlunun yerine borcu ödemek zorunda kalan bir şirketin, alacaklının yerine geçerek asıl borçlu şirkete karşı şüpheli alacak karşılığı ayırıp ayıramayacağı. Konunun genişliği, buna karşılık köşemin sınırları dolayısıyla, ancak vardığım sonuçları aktarabileceğimi de baştan belirteyim.

Ticari amaç güden işletmelerin kredi temini konusunda bankalara karşı müşterek sorumluluk yüklenmek suretiyle birbirlerine destek olmalarını ve ticari faaliyetlerini bu suretle sürdürebilmelerini ticari hayatın normal ve mutad işlemleri arasında kabul etmek gerekir. Kefalet akdinin, kefil olan şirket yönünden kendi işletme mevzuu çerçevesi içerisinde kalan bir muameleden ibaret olarak kabul etmek gerekir. Aksi düşüncenin kabulü, ticari hayatın normal seyrine ve süratli akışına engel teşkil eder (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E.1982/ 851, K.1982/ 1225 T.23.3.1982).

Ticaret ortaklıklarının, ticari işletmelerinin faaliyetini sürdürebilmesi için gerektiğinde kredi temini yoluna gitmesi ve bu nedenle başkasının kefaletini temin etmesi mümkün olduğu gibi, aynı şekilde başkasına kefil olması da mümkündür.

Zaten uygulamada, özellikle bankalardan alınan kredilerde grup şirketlerinin birbirlerine kefil olmaları, sıkça rastlanan bir durumdur.

Borçlar Kanunu’na göre

Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 238/2 (Hukuk Mahkemeleri Kanunu md.187/2) maddesi gereğince “maruf ve meşhur olan hususlar” muvazaalı sayılamayacağından ve kefalet etmenin bir şirketin mutad iş ve muameleleri arasına girdiği ticaret çevrelerinde bilinen ve uygulanan bir husus olduğundan bunun ayrıca kanıtlanmasına da gerek yoktur. (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi E.1978/ 7, K.1978/ 354 T.2.7.1978)

Alacaklının borcunu ödeyememesi halinde ödemede bulunmak durumunda kalan kefil, Borçlar Kanunu’nun 596 ve 127. maddeleri uyarınca “alacaklıya halef” olur, onun yerine geçer. Ödemede bulunan kefil, eğer borç ilişkisinde başkaca müşterek ve müteselsil borçlu ve kefil varsa, Borçlar Kanunu’nun 167. maddesi uyarınca diğer müşterek borçlulara da müracaat hakkını elde eder.

Grup şirketine önce kefil olan, sonra onun adına ödeme yapmak durumunda kalan bir şirketin, asıl borçlu şirkete karşı takip yaparak şüpheli alacak karşılığı ayırıp ayıramayacağı tartışma konusudur. Uygulamada Mali İdare muvazaaya yol açacağı endişesi ile karşılık ayrılmasına sıcak bakmamaktadır.

Oysa Yargıtay’ın yerleşik içtihadının yanı sıra Danıştay da grup şirketlerinin ve holdinglerin iştirakleri adına ödeme yapabileceğini ve bu ödemeler dolayısıyla alacaklının yerine geçtikleri (alacaklıya halef oldukları) durumlarda iştirakten olan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceğini, zira bu durumda alacağın ticari nitelikte olduğundan kuşku duyulamayacağını kabul etmektedir.

Danıştay 4. Dairesi’nin konumuzu yakından ilgilendiren E.1992/ 839, K.1992/ 5015 sayı ve 25.11.1992 günlü Kararı şu şekildedir: “(…) holding şirketlerin temel ticari gayelerinin iştirakleriyle olan münasebetlerinden oluştuğu, bu ilişkiler ticari olduğuna göre bu işlemler dolayısıyla hak kazanılan alacakların da ticari nitelikte alacaklar olduğundan kuşku duyulamayacağı, ihtilaf konusu olayda davacı holding şirketin üçü iştiraki olan müflis dört şirketten, bu şirketler adına yaptığı ödemeler dolayısıyla alacaklı olduğu ve bu alacaklarının mezkur şirketlerin iflasları nedeniyle tahsil edilemediği ve iflas masalarına kaydettirildiği hususlarının tartışmasız bulunduğu, buna göre holdingin iştiraki olan üç işletmeden olan alacaklarının, ticari nitelikli alacaklar olması ve Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde öngörülen koşulları taşıması nedeniyle şüpheli alacak olarak karşılık ayırmasında yasalara aykırılık bulunmadığı, ancak holdingin iştiraki olmayan ….. AŞ adına kefalet nedeniyle yaptığı ödemelerin ticari kazancın elde edilmesiyle ilgili nitelikte bulunmaması sebebiyle, alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılmasında isabet yoktur.”

Danıştay’ın aktardığımız kararında, grup şirketlerinin birbirlerine kefil olabilecekleri, bu kefalete istinaden birbirlerinin yerine ödeme yapabilecekleri, bu şekildeki ödemeleri sonucu alacaklıya halef olarak birbirleri aleyhine takip yapabilecekleri, takibin semeresizliği halinde şüpheli alacak karşılığı ayırabilecekleri kabul edilmiştir. Ancak karara göre bu karşılık, iştirak veya grup şirket ilişkisinin olmadığı, yani gruba karşı 3. şahıs mevkiinde olan şirketlere kefil olunması ve kefil sıfatıyla ödemede bulunulduktan sonra takip konusu yapılması halinde, ticari illiyet bağının olmaması sebebiyle ayrılamaz.

Kefil olunan şirket grup şirketiyse

Aslında bu kararda da muvazaa endişesinin izleri görülmektedir. Oysa konuya tamamen “şirketin kefalet ehliyeti” açısından yaklaşmak, kefil olan şirket için bu ehliyetin varlığı kanaatine varılırsa, bu ehliyet zaten illiyet bağının varlığını da göstereceğinden, idarece muvazaanın varlığı delillendirilmedikçe, kefil olunan şirketin grup şirketi / iştirak olup olmadığı ayırımını yapmamak gerekir.

Öte yandan, bir ticaret şirketinin grup şirketleri dışında kalan bir şirkete ana sözleşmesinin elvermesi kaydıyla kefil olması, izah edilebilir bir makul sebebin yokluğu halinde, bir bedeli gerektirebilir. Bu gibi hallerde de “transfer fiyatlandırması hükümlerine göre bir şirketin bedelsiz olarak bir başka şirkete kefil olmasının kabul edilemeyeceği” yönündeki idari anlayış geçerlilik kazanır.

Kredi kullanımında kefaletin vergi mevzuatı karşısındaki durumu ise ayrı bir yazıya konu olabilecek boyuttadır. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/kefillikten-dogan-alacak-karsilik-konusu-olabilir-mi/381214

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Ülkemiz ekonomisi için lokomotif işlevini üstlenmiş olan inşaat sektörü, büyük projeleri gerçekleştirmek amacıyla işbirliği yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu işbirliğinde tercih edilen örgütlenme modeli uzun süreli birliktelikler yol açacak şirketleşme yerine iş bazında bir araya gelmek amacıyla oluşturulan ortaklıklardır bu ortaklıklar; İş Ortaklığı veya Adi Ortaklık şeklinde olabilmektedir. Dünyada ve ülkemizde büyük inşaat projelerinde genellikle sözleşme ile birlikte yüklenicilere avans ödemesi yapılmaktadır. Yapılan avans ödemesinde veya işin yapımı sırasında ortaklıkta nakit fazlası oluşabilmektedir. Ortaklar mevcut nakit fazlasını ortaklıkta bırakmak yerine ortaklara dağıtmayı tercih etmektedirler... Ancak nakit fazlasının iş bitiminden önce ortaklara dağıtılmasının vergi kanunları karşısındaki durumu tartışmalara konu olmaktadır. Tabi adi ortaklıklar genellikle inşaat projeleri için kullanılan bir örgütlenme modeli olarak karşımıza çıksa da, diğer sektörler içinde uygulanabilecek bir model olduğu unutulmamalıdır.

Adi ortaklıklar Borçlar Kanunu’nun 520-541’inci maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan Kanunun 520'nci maddesinde adi ortaklık, iki veya daha fazla kişinin, bir sözleşmeye dayanarak, ortak bir amaca ulaşmak için emek ve mallarını birleştirmesi olarak tanımlanmıştır. Adi ortaklığa sermaye konulması, kazancın dağıtımı, kâr ve zarara katılma, ortaklığın idaresi, üçüncü kişilere karşı sorumluluk, tasfiye vb. hükümlere de bu kanunda ayrıca yer verilmiştir. Adi ortaklıkların tüzel kişiliği olmadığı gibi gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olmaları da söz konusu değildir. Adi ortaklık olarak faaliyette bulunulması halinde, ortaklığa stopaj ve katma değer vergisi mükellefiyeti tesis ettirilmektedir. Adi ortaklıkların ortaya çıkan kâr veya zararı, adi ortaklığı oluşturan ortaklar tarafından hisseleri oranında kendi kazançlarına dahil edilerek vergilendirilmektedir. Burada en çok tartışılan konu ise söz konusu işlemin transfer fiyatlandırılması işlemine konu olup olmadığıdır. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13- 1 maddesi hükmünde; kurumların, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunmaları durumunda, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı hüküm altına alınmış olup; alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemlerin her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendirileceği belirtilmiştir. Söz konusu maddenin 2. fıkrasında ise, ilişkili kişinin; kurumların kendi ortakları, kurumların veya ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek kişi veya kurum ile idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu gerçek kişi veya kurumları ifade edeceği hükme bağlanmıştır.

Yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerinden de anlaşılacağı üzere , söz konusu adi ortaklıkta ortaya çıkan kâr veya zarar, ortaklığı oluşturan ortaklar tarafından hisseleri oranında, ortakların kurum kazançlarına dahil edilerek vergilendirilmesi gerekmektedir. Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgeler de, adi ortaklığın faaliyetlerini sürdürmesi sırasında oluşan nakit fazlalarının ortaklarca hisseleri oranında kullanılması halinde, bu tutarların transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamına girmesi ve bu işlem nedeniyle faiz hesaplanması söz konusu olmayacağı yönünde görüş beyan etmektedir.

Diğer taraftan nakit fazlalarının ortakların hisseleri oranından farklı olarak kullanılması halinde ise söz konusu işlemin transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı kapsamına gireceğini yolunda görüş beyan etmiştir. Dolayısıyla ödeme konusu yapılan tutarlar için emsaline uygun bir faiz oranının hesaplanması gerekecektir.

Yani adi ortaklıklarda ortakların mevcut nakitleri hisseleri oranında paylaşılması faiz ve beraberinde KDV uygulamasını gerektirmezken, hisseleri oranında paylaşılmaması faiz ve beraberinde KDV uygulamasını gerektirecektir.

Burada esas olarak ortaklık hisse oranları dikkate alınmış, verilen avansın tutarı ihmal edilmiştir. Dağıtılan nakit fazlasının tutarı konusunda bir sınırlama yapılmazken sadece ortaklık hisse dağılımına uygun dağıtımdan söz edilmiştir. Ortaklara verilen nakit fazlasının beklenen veya mevcut kar kadar olması önemli değil, sadece ortaklık hisseleri oranında yapılması yeterli görülmüştür. Bize göre yapılan bu işlemde hisse oranları ile beraber dağıtılacak toplam tutara da bir sınırlandırma getirilmiş olması gerekirdi. Çünkü nakit fazlası kavramının tanımının net olmaması nedeniyle adi ortaklığın elde ettiği tüm hakediş gelirleri hisseleri oranında ortak firmalara aktarılıp, ihtiyaç anında yine hisseleri oranında ortaklardan alınabilir. Bu işlemde hiçbir şekilde faiz ve KDV doğurmamaktadır. Yılmaz SEZER

https://www.dunya.com/kose-yazisi/adi-ortakliklarda-ortaklar-avans-alabilir-mi/381218

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Çalışanların işyerlerinde duygusal ilişkilere girmeleri çalışma hayatın da karşılaşılabilen bir durum. Çalışanlar arasındaki duygusal/gönül ilişkilerine hayatın olağan akışı içerisinde kimse karışmıyor. Ancak duygusal ilişki işyerinde çalışanlar arasında olduğu zaman işverenler/patronlar karışabiliyor. Bunun nedeni ise gönül ilişkisine giren çalışanların işyeri düzenini etkilemiş olmasıdır. Gönül ilişkisine girenlerin işyerini olumsuz etkilediği konular arasında; işyerinde dedikoduya neden olunması, taraflar arasında gerginlikler oluşması, performans düşüşlerinin olması ve gönül ilişkisi sonucunda olumsuzluk olup taraflar ayrılırsa gönül ilişkisine giren çalışanların işyerinden ayrılmak istemeleri başta gelmektedir. İşyerinde gönül ilişkisini yasaklayan açık bir  İş Kanunu düzenlemesi bulunmuyor. 

Yargıtay kararları 

Gönül ilişkisi Yargıtay kararlarına göre değerlendirilmektedir. Yargıtay vermiş olduğu bir kararda;  uzun yıllar görev yapan genel müdür yardımcısı ile özel ilişkisi olduğu işverence de bilinen davacı kadın işçinin işine genel müdür yardımcısının ayrılmasından sonra bu nedenle son verildiği olayda, davacı kadın işçinin açmış olduğu işe iade davasında davacının ilişkisinin yıllardır sürmüş olduğunu ve bilindiğini, genel müdür yardımcısının ayrılmasından sonra kadın işçinin iş sözleşmesinin bu nedenle feshedilmesinin doğru bir davranış olmadığını,davacının davranışlarının işyerinde olumsuzluklara yol açtığının kanıtlanmadığını, feshin geçerli nedene dayanmadığını belirterek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar vermiştir. (Yargıtay 9. HD. 21.11.2005 Tarih ve  Esas 2005/33676, Karar 2005/36676 Sayılı Kararı). 

Yargıtay bir hekimle ilgili vermiş olduğu kararda; hekimin işyerinde tercüman olarak görevli kadın işçi ile duygusal ilişkiye girmesi soncunda işyerinde ve çevrede dedikodulara sebebiyet verildiğinden feshin haklı olduğu sonucuna varmıştır. (Yargıtay 9. HD. 23.01.1996 Tarihli ve  Esas 1995/31514, Karar 1996/474 Sayılı Kararı). 

Yargıtay işyeri düzenini bozmayan bir gönül ilişkisi ile ilgili olarak vermiş olduğu kararda; ilişkinin tam olarak kanıtlanamadığını, davacı işçinin aynı işyerindeki bir kadın ile gönül ilişkisine girmesinin işyeri çalışmalarını aksatmaması ve çalışma düzenini bozmaması halinde feshin haklı olmayacağını, ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmesi gerektiğini belirtmiştir.(Yargıtay 9. HD. 25.02.1998 Tarihli ve  Esas 1998/365, Karar 1998/2700 Sayılı Kararı). 

Olumsuzluk varsa işten atılabilir 

Yargıtay kararlarında gönül ilişkisi konusunda çalışan lehine veya aleyhine düzenlemeler bulunmaktadır. Kararlarda belirleyici olan husus gönül ilişkisinin işyerinde olumsuzluğa neden olup olmadığıdır. Olumsuzluğa neden oluyorsa Yargıtay haklı nedenle veya geçerli nedenle feshe karar verebiliyor. Arif Temir

http://www.gunes.com/yazarlar/arif--temir/syerinde-gonuliliskisi-kovmanedeni-olamaz-816585

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Bilirkişilik, özel bilgi ve uzmanlık gerektiren durumlarda hakimin kendisine yardım için görevlendirdiği kişi veya kişilerdir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanuna göre getirilen bilirkişilik, bir davada davanın çözümü için hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi gerektiren durumlarda görüş ve oyuna müracaat edilen üçüncü kişi veya kişileri ifade etmektedir. Delil sistemleri ve deliller yer ve zamana göre değişebilmektedir. Bilirkişilik müessesesi de bu değişen yer ve zamana göre teknik bilgi ve uzmanlığa göre ortaya çıkan bir durumdur.

Bir hukuksal ihtilafın çözümünde   hukuk bilgisine dayanılarak çözümleme olaya uygulanacak hukuk kuralını bulma yetkisi ve görevi hakime aittir. Anayasaya yargı yetkisinin bağımsız mahkemelere ait olduğunu belirtmiştir.[1]Bu yetkinin başlarına devri de mümkün değildir. Ancak, hakimin bir hukuksal ihtilafın   hukuk bilgisine dayanılarak çözülebilmesi, yani olaya hangi hukuk kuralının uygulanabileceğini anlayabilmesi için, uyuşmazlık konusu olayın niteliğinin ortaya konulması hakkında uzmanlık gerektiren özel veya teknik bazı bilgilere gereksinim duyulabilir. Nitekim, günümüzde iktisadi, sosyal, sanayi ve teknik gibi alanlarda kaydedilen gelişmeler, bu sahalarda ortaya çıkabilecek ihtilaflarda ihtisas gerektiren bilgiye giderek ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gibi ihtiyaçlar nedeniyle bunları dikkate alan yasa koyucular yargıca, teknik veya özel bilgiyi gerektiren hususlarda bilirkişiye müracaat yetkisi vermektedir.[2]

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunun 67/6 md hükmüne göre Cumhuriyet Savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez. 

Bir davada tahlili hakim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi icap ettiren durumlarda oy ve görüşüne başvurulan üçüncü kişiye veya kişilere bilirkişi denilmektedir.[3]Bilirkişi, görüşüne başvurulan husus hakkında, özel ve teknik bilgisine dayanılarak inceleme yapar ve vardığı sonuçları mahkemeye bildirir.[4]Başka bir ifade ile, bilirkişi sahip olduğu ihtisas bilgisi ile yargılama evresine yardımcı olur.[5]Bilirkişi incelemesinde dava ile ilgili olarak çözümü hakimler tarafından   bilinmeyen özel ve teknik bilgisinin gerekli olduğu durumlarda müracaat edilir.   Başka bir ifade ile, hakimin   teknik ve özel bilgisinin yeterli olmadığı hallerde, bilirkişi yargıca yardımcı olur.   Bu sebeple, bilirkişiye müracaat edilmesine gerek olup olmadığına yargıç karar verecektir. Bilirkişilik, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için herkes bilirkişi olamayacağı gibi bilirkişi yapacak kişiler de belli öğrenim koşulu ve tecrübe aranılacaktır.[6]Vergi yargılamasında, ceza yargılamasında bilirkişiliğin yanı sıra 5271 sayılı CMK’nun 67/6 maddesine göre uzman mütalaası alınması yolunda sıklıkla kullanılmaktadır. [7]

Bilirkişi raporu takdiri deliller arasında sayılmış olup, mahkeme hakimi bilirkişi raporu ile bağlı değildir. Dava dosyasındaki diğer deliller gibi bilirkişi raporunun takdiri de mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Ancak hakimler, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişiye başvurdukları için genellikle kararlarını da bilirkişi raporlarına dayandırmaktadırlar.

Eğer bilirkişi raporu gerçeği yansıtmıyorsa ne olacak? İşte böyle bir durumda raporun gerçeği yansıtmadığını düşünen taraf 5271 sayılı kanunun 67/6.maddesi gereğince uzmanından bilimsel mütalaa alabilir. Hatta uzman mütalaasının bilirkişi raporundan önce bilirkişinin değerlendirmesine sunulmak üzere veya bilirkişi raporundan sonra, bilirkişi raporundaki hata ve çelişkileri ortaya koymak amacıyla alınması mümkündür.   Dileyen taraf, konusunda uzmanlığı bilinen herhangi bir kişi veya kurumdan dava konusu olayla ilgili olarak uzman mütalaası alarak, bu raporu dava dosyasına delil olarak sunabilir. Mahkemenin görevlendirmiş olduğu bilirkişi raporu ile tarafların kendi seçecekleri herhangi bir uzmandan alacakları uzman mütalaası arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Zira her ikisi de mahkeme nazarında takdiri deliller arasında yer almaktadır. Örnek olarak; Bir bina inşaatında kullanılan hazır betonun standartlara uygun olup olmadığı konusundaki bir davada, mahkemenin görevlendirdiği İnşaat Mühendisi bir bilirkişinin raporuna karşılık, davanın taraflarından birisi İnşaat Mühendisleri Odası veya İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne müracaat ederek binada kullanılan hazır betonun kalitesi hakkında bilimsel mütalaa alabilir. Mahkemenin görevlendirdiği bilirkişinin ücreti hakimin takdir yetkisindedir. Uzman mütalaası için ödenecek ücret ise taraflar arasında serbestçe kararlaştırılabilir.

Uzman mütalaası konusu adeta bilirkişilik kurumunun otokontrol sistemi sayılabilir. Aynı zamanda da özel bilirkişilik kurumunun uygulamaya geçmesi anlamını taşımaktadır. Zaman zaman çevremizden duyarız; hatalı bilirkişi raporu yüzünden davayı kaybettim diye, bilimsel uzman mütalaası bu tür yakınmalara son verecektir. Mahkemelerin atamış olduğu bilirkişilerin de daha dikkatli rapor düzenlemeleri konusunda yönlendirici olacaktır.[8]

Uzman bilirkişilik müessesesi ile çeşitli uyuşmazlıklar daha kolay ve isabetli bir biçimde çözümleme olanağına kavuşmuş olacaktır. Vergi uyuşmazlıklarında uzman bilirkişiye müracaat edilmesi daha çok vergi tekniği gibi konularda düzenlenen ve vergi inceleme raporlarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanabilmektedir.   Vergi uyuşmazlıklarının sonucu olarak düzenlenen gerek vergi tekniği raporları   ve gerekse vergi inceleme raporlarının yorumlanmasından doğan uyuşmazlıklarda uzman mütalaasına başvurulmaktadır.   Uzman mütalaaları daha çok asliye ceza mahkemelerinde veya konuyla ilgili olarak Yargıtay’ın çeşitli ceza dairelerinde değerlendirilmektedir. Vergi uyuşmazlıklarında da uzman mütalaası vergi mahkemelerinde veya Danıştay’ın ilgili dairelerinde 5271 sayılı CMK’nun 67/6. maddesine göre uzmandan bilimsel mütalaa alınabilmektedir.

Vergi uyuşmazlıklarında, bilirkişi ataması, seçimi gibi konular uyuşmazlığın durumuna göre tam isabetli olamamaktadır. Ancak, bilirkişi raporlarına karşı yapılan itirazlar nedeniyle bilirkişiler uygulamada daha çok düzenlenen iddianameler veya vergi inceleme raporlarının tıpa tıp aynısı yönünde bilirkişi raporu düzenledikleri görülmektedir.

Bilirkişi raporları, uzman mütalaası veren kişilere göre düzenledikleri raporlar bilimsel yorumlardan uzak olduğu söylenebilir. Hatta, uygulamada bilirkişilerin düzenledikleri raporların objektif, gerçekçi ve tutarlı olduğu konusunda çeşitli eleştiriler ileri sürülmektedir. Uygulamada bilirkişiler özellikle Asliye Ceza mahkemelerinde vergi inceleme raporlarının aynısını kendi raporları olarak kes/kopyala/yapıştır metodu ile tekrar etmektedirler. Bu tekrar, aynı zamanda idare tarafından düzenlenen “Vergi Tekniği Raporları”nın aynısını bilirkişi raporu olarak aynen baz aldıkları sıklıkla rastlanmaktadır. Oysa ki bilirkişilerin baktıkları dosyalarda inceleme yetkileri vardır. Mükelleflerin defterlerini incelemesi konu ile ilgili evrak, fatura, irsaliye ve diğer evraklar bazında derinlemesine araştırma yetkileri mevcuttur. Bilirkişiler, herhangi bir inceleme ya da derinlemesine bir tetkikak yapmaksızın masa başında idarenin düzenlemiş olduğu vergi inceleme raporlarını tekrar ederek, bunu da kendi bilirkişi raporuymuş gibi mahkeme dosyasına sunmaları adalete ilkesine uygun düşmez. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

 

http://www.hurses.com.tr/Haber-Salt_dava_dosyasi_baz_alinarak_bilirkisi_raporu_duzenlenemez-13971.htm

[1] Anayasa md.138.

[2] HUMK md.275-286

[3] HUMK Md. .275

[4] Bilirkişi raporlarına itiraz edilebilir. Bilirkişiler tarafından düzenlenen rapor örnekleri duruşma esnasında Cumhuriyet Savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye doğrudan verilebileceği gibi; kendilerine iadeli taahhütlü mektupla da gönderilebilir. (5271 s.k.  md. 67/4)    Bilirkişi incelemesi tamamlandığında, yeni bilirkişi incelemesi yapılması veya itirazların bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere Cumhuriyet savcısına, katılana, vekiline, şüpheliye veya sanığa, müdafiine veya kanunî temsilciye süre verilir. Bu maddede belirtilen taraflar, dayandıkları gerekçeleri de göstermek şartıyla verilen süre içinde bilirkişi raporuna itiraz edebilirler. Süresi içinde itiraz edilmeyen bilirkişi raporu kabul edilmiş sayılır. Bu kişilerin istemleri reddedildiğinde, üç gün içinde bu hususta gerekçeli bir karar verilir. (5271 s.k.  md. 67/5)    Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez. (5271 s.k.  md. 67/6).

[5] KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, 19 Baskı, Yaklaşım Yayınları, Ankara 2011, s.737.

[6] GÜNEŞ Recep, “Vergi Davalarında Bilirkişilik ve Bilirkişinin Sorumlulukları”, Muhasebe ve Denetime Bakış, Sayı:9, Mayıs 2003, s.13

[7] 5271 sayılı CMK md. 63, 67 ve ilgili olarak 1086 sayılı HUMK md.275.

[8] ASLAN Yaşar, “Bilirkişi Raporuna İtiraz ve Uzman Mütalaası”,İstanbul Bilirkişiler Derneği Başkanlığı Yayınları.

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • YURT DIŞINDA ÖDENEN VERGİLERİN HESAPLANAN KURUMLAR VERGİSİNDEN MAHSUBU 1.GİRİŞ 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesine göre sermaye…
  • Türk Ticaret Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, TBMM’ne sunuldu Teklifte özellikle ticaret sicil işlemlerini ve corporate süreçleri etkileyen önemli…
  • Mayıs Ayı Yükümlülük Takvimi İlk Tarih Son Tarih VERGİLER/HARÇLAR/BİLDİRİMLER VE DİĞERLERİ 1.04.2024 6.05.2024 Mart…
Top