Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Pazartesi, 30 Ekim 2017 15:50

Özdoğrular 30.10.17 E-Bülten

özdoğrular 30.10.17 e-Bülten için tıklayınız

Bilindiği gibi, pişmanlık müessesesi; ceza, faiz gibi feri alacakları asgari seviyeye indirmesi nedeniyle mükelleflerin en sık kullandığı yöntemlerin başında gelmekte.

Vergi Usul Kanununun 371’inci maddesinde yer alan bu düzenlemeden yararlanılması durumunda vergi ziyaı cezası kesilmiyor, gecikme faizi yerine de pişmanlık zammı uygulanıyor.

Sıkça kullanılan bir yöntem olmakla birlikte, -belki de isminden dolayı- mükelleflerde oluşan “acaba uygulamadan yararlanırsam incelemeye sevk edilir miyim?” gibi tereddütler yaratması dolayısıyla GİB tarafından geçtiğimiz Eylül ayında 95 Seri No.lu VUK Sirküleri yayımlandı.

Anılan Sirkülerde, “Pişmanlık müessesesi; mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunda önemli bir işleve sahip olduğu gibi idare ile mükellefler arasındaki uyuşmazlıkları azaltmakta, idarenin kaynaklarını ve zamanını daha etkin olarak kullanmasına katkı sağlamaktadır.

Bu itibarla, başkaca bir sebep bulunmadığı müddetçe, sırf pişmanlıkla beyanname verdikleri gerekçesiyle mükellefler uygulamada vergi incelemesine ve takdire sevk edilmemekte, pişmanlıkla beyanname verilmesinin sevk nedeni olarak değerlendirilmesi ve mükelleflerin bu nedenle incelemeye ve takdire sevk edilmesi de mümkün bulunmamaktadır.”

Açıklamaları yapılarak idare tarafından bu tereddütlerin ortadan kaldırılması amaçlandı.

Pişmanlık zammı konusuna değinmeden önce düzenlemeden yararlanmak için gereken şartları hatırlamakta fayda var:

  1. Uygulamadan yararlanılmak istenen verginin beyana dayanması gerekir. Yani uygulama, ikmalen ya da resen tarhiyatlar için geçerli değil.
  1. Pişmanlıktan yararlanılan konuyla ilgili bir muhbir tarafından ihbarda bulunulmamış olması gerekli.
  1. Haber verme dilekçesinin vergi incelemesine başlanmasından ya da takdir komisyonuna intikal ettirilmesinden önce verilmiş olması şart. Yani vergi incelemesine başlandıktan sonra pişmanlık uygulamasından yararlanmak mümkün değil.
  1. Süresinde hiç verilmemiş beyannameler ile düzeltme beyannameleri haber verme tarihinden itibaren 15 gün içinde verilmeli.
  1. Makalenin konusunu da oluşturan diğer şart ise “ödeme süresi geçmiş olan vergilerin ödemenin geciktiği her ay ve kesri için 6183 Sayılı Kanunda yer alan gecikme zammı oranında (şu an bu oran %1,40) bir zamla ödenmesi”.

Yukarıdaki şartların bazılarında haber verme dilekçesinden bahsedilse de e-beyanname kapsamında olan mükellefler için bu dilekçe şart değil. Çünkü verilen pişmanlık beyannamesinde ilgili bölümün işaretlenmesi dilekçe yerine geçmekte.

5’inci şarttan anlaşılacağı üzere, pişmanlık zammının hesaplanacağı dönem, verginin son ödeme tarihinde başlıyor.

“Ödemenin geciktiği” hükmünden hareketle, zammın hesaplanacağı dönemin sonu da pişmanlık beyannamesinde tahakkuk eden verginin ödenme tarihi oluyor.

Bu noktada özellikle her ay ve kesri hükmüne dikkat edilmesi gerekli. Başlangıçta ay kelimesi, 63 No.lu VUK Genel Tebliği ile takvim ayı olarak belirlenmişti. Ancak daha sonra konuyla ilgili sıkça ihtilaf yaşanması nedeniyle, Maliye Bakanlığı 169 Seri No.lu Tebliğ ile “ay” kelimesinden 30 günlük dönemin anlaşılması gerektiğini duyurdu.

Maddede yer alan “ve kesri” ifadesine göre, pişmanlık zammı, vade 1 gün de 29 gün de aşılırsa bir aylık, 31 gün de 59 gün de aşılırsa iki aylık olarak uygulanmakta.

Örneğin vadesi 26 Eylül 2017 olan Ağustos/2017 dönemi KDV beyannamesinin hatalı şekilde 22 Eylül 2017 tarihinde verilip eksik tahakkuk eden verginin 26 Eylül 2017 tarihinde ödendiğini varsayalım.

Mükellefin, 24 Ekim 2017 tarihinde tahakkuk eden KDV’nin sehven 10.000 TL eksik beyan edildiğini fark etmesi ve aynı tarihte pişmanlık yolu ile beyanını düzeltmesi durumunda;

Pişmanlık beyanından doğan bu fark KDV,

  1. 25 Ekim 2017 tarihinde ödenirse, 26 Eylülden itibaren 30 günlük süre aşılmadığı için bir aylık pişmanlık zammı,
  1. 15 günlük sürenin sonu olan 8 Ekim 2017 tarihinde ödenirse 30 günlük süre ve ilaveten ay kesri dikkate alınması gerektiği için iki aylık pişmanlık zammı,

Ödenmesi gerekmekte.

Peki, pişmanlık beyannamesinin verilmesi esnasında tahakkuk eden verginin ne zaman ödeneceği belli değilken sistem pişmanlık zammını nasıl hesaplıyor?

Makale başlığında belirtilen konu da tam olarak buna ilişkin. Ödeme tarihi belli olmadığından e-beyanname sistemi, vade 15 gün sonrası olduğu için dönem aralığının sonunu da bu 15 günün sonrası olarak dikkate alıyor.

Yukarıda yer alan örnekteki gibi bir durumun yaşanması da, (30 gün geçmeden beyannamenin pişmanlıkla 24 Ekimde düzeltilip aynı tarihte ödenmesi) bir aylık pişmanlık zammı ödemesi gereken mükellef için gereksiz yere fazladan bir aylık daha zam ödenmesi anlamına geliyor.

Bu işlemi düzeltmenin yolu ise dilekçe ile vergi dairesine başvurarak fazla ödenen pişmanlık zammının iadesini talep etmekten geçiyor. Yani eğer bu durum mükellef tarafından fark edilmeyerek vergi dairesine bildirilmediği takdirde, idare kendiliğinden düzeltme işlemi yapmıyor.

Dolayısıyla, mükelleflerin pişmanlık beyannamesi verirken böyle bir durumun varlığı halinde kendilerinin de zam tutarını yaklaşık olarak hesaplamasını, sistemdeki tutarla kıyaslama yapmasını ve bir fark bulunması durumunda vergi daireleriyle irtibata geçmesini öneririz.  Aytaç AYGÜN 

http://www.yontemymm.com.tr/document?id=1132

Geçmişten günümüze vergi uygulamasında tereddüt yaratarak yargıya intikal ettirilen ve genellikle vergi idaresinin yaptığı amaçsal yorumdan kaynaklanan çok sayıda ihtilaflı konu ve olay bulunmaktadır. Son yıllarda Siyasal İktidar ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın yeni çağdaş yaklaşımı ile bu tür konuların sayısı azalsa da, bir kısmında halen aynı sorun devam etmektedir.

Bu konulardan birisi de, kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanan kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle muafiyetlerini kaybedip kaybetmeyecekleri ve ne şekilde vergilendirilecekleridir.

Bilindiği üzere, kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetleri Kurumlar Vergisi Kanununun 4. Maddesinin 1. Fıkrasının (k) bendinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

“k) Tüketim ve taşımacılık kooperatifleri hariç olmak üzere, ana sözleşmelerinde sermaye üzerinden kazanç dağıtılmaması, yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden pay verilmemesi, yedek akçelerin ortaklara dağıtılmaması ve sadece ortaklarla iş görülmesine (Yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir iş yeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz.) ilişkin hükümler bulunup, bu hükümlere fiilen uyan kooperatifler ile bu kayıt ve şartlara ek olarak kuruluşundan inşaatın bitim tarihine kadar yönetim ve denetim kurullarında, söz konusu inşaat işlerini kısmen veya tamamen üstlenen gerçek kişilerle tüzel kişi temsilcilerine veya Kanunun 13 üncü maddesine göre bunlarla ilişkili olduğu kabul edilen kişilere veya yukarıda sayılanlarla işçi ve işveren ilişkisi içinde bulunanlara yer vermeyen ve yapı ruhsatı ile arsa tapusu kooperatif tüzel kişiliği adına tescil edilmiş olan yapı kooperatifleri”

Mevcut düzenlemede, kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle muafiyetlerini tamamen mi yoksa kısmen mi yani yaptıkları ortak dışı işlemle sınırlı olarak mı kaybedecekleri konusunda bir düzenleme yer almadığından, bu konuda vergi idaresi ile kooperatifler arasında ciddi ihtilaflar yaşanıyordu. Bu ihtilaflar özellikle arsalarını kat karşılığı veren ve her bir hisse için birden fazla konut yada iş yeri alan kooperatiflerde yoğunlaşıyordu. Burada, vergi idaresi kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetlerinin tümden ortadan kalktığını ve üyelerine teslim etikleri dahil olmak üzere tüm satışlarından elde ettikleri kazançlarının vergilendirilmesini isterken, kooperatifler buna itiraz etmekteydiler.

Şu an TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ve Genel Kurul’da görüşülmeyi bekleyen Torba Yasa Tasarısı ile, bu konuya kesin çözüm getirilmekte, kooperatiflerin vergilendirme rejiminde değişiklik yapılarak ortak dışı işlemlerin kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyetine etkisi, sadece ortak dışı işlemlerden vergi alınması suretiyle azaltılmaktadır. Ayrıca, söz konusu düzenleme ile, uygulamada büyük sıkıntılara neden olan “kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları” işleminin ortak dışı işlem sayılıp sayılmayacağı konusuna açıklık getirilerek, “kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları işleminin ortak dışı işlem sayılmayacağı” özellikle belirtilmektedir.

Söz konusu Torba Yasa Tasarısı’nın 90. Maddesi ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde yer alan parantez içi hüküm yürürlükten kaldırılarak, aynı bendin sonuna aşağıdaki parantez içi hükmün eklenmesi öngörülmektedir:

“(Kooperatiflerin ortakları dışındaki kişilerle yaptıkları işlemler ile kooperatif ana sözleşmesinde yer almayan konularda ortakları ile yaptıkları işlemler “ortak dışı” işlemlerdir. Kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları ile yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir işyeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz. Kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme oluşmuş kabul edilir. Kooperatiflerin, iktisadi işletmelerinden ve tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından kazanç elde etmelerinin ve bu kazançların daha sonra ortaklara dağıtılmasının muafiyete etkisi yoktur. Ortak dışı işlemlerden elde edilen kazançların vergilendirilmesine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.)”

Yapılacak bu düzenleme ile, kooperatiflerin büyük bir sorunu daha çözümlenmiş olmaktadır.

Bize göre, burada eksik olan tek bir şey kalmaktadır ki, o da yeni düzenlemenin yürürlük tarihi ve geçmişe dönük uygulanıp uygulanmayacağıdır. Kişisel görüşümüze göre, şu an bu düzenlemeye aykırı olarak yapılan ve gerek idari gerekse yargı aşamasında bulunan tüm ihtilaflar, yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmeli ve çözümlenmeli, bu amaçla yasa tasarısına bu yönde bir hüküm eklenmelidir. Abdullah Tolu

https://www.toluenymm.com/sirkuler/detay/kurumlar-vergisi-muafiyetini-kaybeden-kooperatiflere-torba-yasa-mujdesi-artik-tum-islemlerinden-degil-sadece-ortak-disi-islemlerinden-vergi-alinacak

Son yıllarda vergi ve cezalı tarhiyatlara ilişkin ihbarnamelerde veya inceleme raporu ekinde yer almayan alt firmaların inceleme raporlarının, cezalı tarhiyata muhatap olan mükelleflerin   ısrarlı taleplerine karşın kendilerin tebliğ edilmediği görülmektedir. Buna göre, pek çok vergi incelemelerinde alt firma raporları vergi idaresi tarafından mükelleflere tebliğ edilmediği gibi, çoğu olayda dava dosyalarında dahi inceleme imkanı da tanınmamaktadır. Mükelleflerin bu raporları doğrudan idareden talep etmeleri ya da vergi mahkemesinden bu yönde ara karar talep etmeleri durumunda dahi bir çok kez “inceleme raporunda tarhiyatın nasıl yapılmadığının belirtildiği, alt firma raporunun mükellefe tebliğ edilmemesinin mükellefin davası konusunda herhangi bir hak kaybına neden olmadığı, vergi mahremiyeti nedeniyle alt firma raporunun tebliğ edilemeyeceği” gerekçesiyle bu talep yerine getirilmelidir(1).

Oysaki vergi bir kamu alacağı olup, devletin hükümranlık gücüne dayalı olarak cebren alınmaktadır. Egemenlik gücünün ise keyfi olarak kullanılmasına imkan verilmemelidir. Verginin de kanuni olması, vergilendirme ile ilgili bütün işlemleri kanuna uygun olması gerekmektedir. Vergi ile “salma” arasında ciddi farklılıklar vardır. Hukuk devletinde idareler fertleri yargılamaları sırasında “seni şu suçla suçluyorum. Ancak suçladığım bu belgeleri sana veremiyorum” mantığı ile hareket etmeleri görülmüş bir uygulama değildir. Böyle bir uygulama her işlemini hukuka uyarlı yapma zorunluluğu olan idarenin bunu ispatlama zorunluluğu ile de çelişik bir durum arz etmektedir.

İncelenen dönemde 2003, 2004 ve 2005 yılları sınırlı olarak sahte fatura kullanımı iddiası ile incelenen bir mükellef hakkında cezalı tarhiyatlar yapılmış ve mükellefe kullandığı 4 ayrı firmadan alışları eleştirilmiştir. Sonuçta mükellefin kullandığı bu faturalarla ilgili olarak tarhiyat yapılmış, yapılan tarhiyatın dayanağı olarak ise fatura düzenleyicisi olan firmalar hakkında tanzim edilmiş bulunan “vergi tekniği raporları nedeniyle” sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge olduğu kabul edilen faturalar içeriği emtiaların gerçekte kimden, ne zaman ve hangi tutarlarda alındığı hususunda geçerli somut hukuki tespit mevcut olmadan tarhiyatlar önerilmektedir.

Oysaki, son yıllarda yapılan birçok tarhiyatlarda, özellikle sahte fatura kullanımı ile ilgili tarhiyatlarda atıf raporlarına dayalı vergi ve cezalar salınmaktadır. Bu hatalı uygulama mükellefleri sıkıntıya soktuğu gibi yapılan tarhiyatların hukuksal dayanaklarının sağlıklı bir zemine oturmadığı gerçeğini de tartışmaya açmıştır. Özellikle atıf yoluyla veya yollama yapılması suretiyle yapılan pek çok tarhiyatlarda dayanak olarak vergi hukukumuzda yer almayan “vergi tekniği raporları” mesnet olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysaki vergi tekniği raporları bilindiği gibi vergi usul hukuku uygulamasında, yatırım indirimi istisnalarında, yeniden değerleme uygulamalarında, maliyet artış fonu hesaplamalarında, amortisman hukuku uygulamalarında karşımıza çıkan bir tür açıklama belgeleridir. Vergi tekniği raporları hiçbir şekilde cezalı tarhiyatlarda vergi inceleme raporları yerine dayanak olarak baz alınacak bir mesnet olamaz. Kaldı ki, vergi tekniği raporları tarhiyatlarda dayanak olarak sunulacak bir belge niteliğinde de değildir.

Son yıllarda vergi incelemelerinde teknik raporlar, dolaylı olarak atıf raporları ile birden çok mükellefe ve hatta incelenmeyen bir mükellefe bile bir başka yollama raporuna göre tarhiyat önerilmektedir. Ceza kesilmektedir. Hakkında suç duyurusunda bulunularak kamu davası açılmaktadır. Bu uygulama hukuka aykırı olup, yollama raporlarına göre dolaylı ilişki kurulması hukuki görülmemektedir. Bu gibi durumlarda atıf raporları veya atıf teknik raporlar (esasen böyle bir rapor vergi usul hukukunda bulunmamaktadır.) vergicilik son yıllarda giderek tamamıyla erozyona uğramakta, adeta kendi kendimize kurallar ihdas ederek daha sonra bu kuralları tabulaştırmaktayız. Oysaki vergi tekniği raporları adı altında bir rapor yoktur. Bu raporlara göre de kamu davası açılamaz. Savcılıklara suç duyurusunda bulunulamaz. (Konuyla ilgili açılan emsal davalarda verilen emsal kararlar mükellefler lehine sonuçlanmış ve tarhiyatlar terkin olunmuştur. Örneğin, İzmir 4. vergi mahkemesinin vermiş olduğu 13.2.2008 gün ve E:2007/212-K:2008/186 sayılı kararları ve yine aynı mahkeme tarafından verilen E:2007/211-K:2008/185 sayılı kararlar bu tür davalara örnek kararlardır.)

Vergi tekniği raporları sadece hesap uzmanları tarafından belli lokal konularda (örneğin; yatırım indirimi istisnası, yeniden değerleme uygulaması, amortisman hukuku vb.) düzenlenen verginin tekniği ile ilgili raporlardır.

Vergi hukuku uygulamasında “delil vasfı bulunmayan” vergi tekniği raporları uyarınca önerilen tarhiyatlar vergi mahkemelerinde delil olarak hukuken dikkate alınamaz. 213 sayılı VUK’nun 3. maddesinin (B) bendi hükmüne göre vergi tekniği raporları denetim elemanı tarafından öne sürülen kişisel görüşler niteliğindedir. Gerek vergi mahkemelerinde ve gerekse   ceza mahkemelerinde vergi tekniği raporları fiil işlenmesi ile ilgili hukuki delil özelliği taşıyamaz. Vergi ceza davalarında hakimlerin vergi konusunda uzman bilirkişilere gitmesi dolayısıyla mükellefin dosyasında yer alan vergi tekniği raporları esas alınarak mükelleflerin yargılanması adil bir yargılama özelliği taşımamaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından verilen bir çok kararlarda vergi yükümlüsü ile idarenin “eşit silah ilkesine” uygun olarak yargılanmalarının gerekli olduğu prensibini kabul etmiştir. Vergi yükümlüsünün korunması kavramı, idare hukukundaki bireyin korunması kavramını içermekle birlikte kapsam itibariyle daha geniş bir kavramdır(2). Bu açıdan, vergi yükümlüsünün korunması, yasama, yürütme ve yargı süreçlerinde yükümlünün hukuki güvenlerle donatılması anlamını taşır(3). Ama koruma kavramı devlet içeriklidir, yükümlü hakkı ise birey içerikli bir kavramdır(4). Çünkü hak kavramının özündeki yetki unsuru vardır ve bir şeyi yapmak veya başkalarından belirli bir şekilde davranmayı veya bir şeyi yapmayı isteme yetkisini ifade eder(5). Bu yetki objektif veya pozitif hukukça kişilere tanınır(6).

Sonuç olarak, gerek vergi yargılamasında ve gerekse vergi ceza yargılamasında idare ile mükellef hakları dengelenerek eşit silahlar prensibine uygun olarak tarafların yargılanmasına devam edilmelidir.

Vergi mahkemesi tarafından verilen bir kararda; “cezai yaptırıma bağlanmış olan bir fiilin tüm unsurları ile oluşmuş bulunduğu saptanmadıkça, faile ceza uygulanmayacağı yolundaki genel ceza hukuku ilkesi idari cezalar için de geçerli olduğundan, olayımızda da sahte faturayla belgelendirildiği öne sürülen bir kısım emtianın kimden ve ne zaman alındığı hususunda somut ve yükümlüyü bağlayıcı nitelikte bir tespit olmadığı sürece cezai yaptırıma bağlanmış olan fiilin tüm unsurları ile oluşmuş bulunduğu söylenemeyeceğinden kesilen özel usulsüzlük cezasında yasal isabet görülmemiştir.” Şeklinde karar verilmiştir(7). Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Alt_firma_inceleme_raporlarinin_mukelleflere_teblig_edilmeyisi_ve_adil_yargilama_hakki-14903.htm


(1) Danıştay 12. Daire, 13.01.2005 tarih ve E:2002/1760-K:2005/20 sayılı karar. Bu karar için bkz. ŞENTÜRK A. Gencer, Hukukçu Gözüyle Vergi Uygulamaları, Etki Yayınları, İzmir, Şubat 2009, s. 45

(2) “Bireyin korunması” özellikle “yönetsel yöntem”de (idari usul/procedure administrative) kullanılan bir kavramdır. Yönetsel işlemler yapılırken ilgililerin haklarının korunmasını ifade etmektedir, Akıllıoğlu, Tekin, “İnsan Hakları ve Yönetsel Yargı”, II. Ulusal İdare Hukuku Kongresi, İdari Yargının Dünyada Bugünkü Yeri, Ankara, 1993, s.223 (Bkz. Yaltı Billur, “Vergi Yükümlüsünün Hakları” Beta Yayınları, yıl:2006, Eylül, s.2-3)

(3) Yaltı Soydan, Billur, “Mükellefiyet Hakkı Versus Vergilendirme Yetkisi:İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine Göre Mülkiyet Hakkına Müdahalenin Sınırı”, Vergi Dünyası, Sayı:227, Temmuz 2000, S.114

(4) Koruma teriminin bir anlamı da güçlü bir kimse ya da kuruluş, güçsüz birini ya da bir şeyi her türlü tehlikeden esirgemek, onu desteklemek, himaye etmektir, Türkçe Sözlük, Dil Derneği, C.2, Ankara, 1999.

(5) Güriz, Adnan, Hukuk Başlangıcı, 4. Baskı, Ankara, 1994, s.40

(6) Güriz, s.40

(7) İzmir 3. Vergi Mahkemesi, 14/2/2008 gün ve E:2007/1291-K:2008/155 ve yine E:2007/1293-K:2008/156 sayılı kararları.

2000 öncesi emekliler için intibak uygulaması hayata geçirilmişti. Şimdi gözler 2000 sonrasında. Emekliler dört gözle bu müjdeyi beklerken, Anayasa Mahkemesi’nden olumlu karar çıkmasıdurumunda 50 ila 355 TL arasında zam alınabilecek. Ardından maaşlar yeniden hesaplanacak.

Emeklilerin maaşını yükseltebilecek ve onların yüzünü bir nebze güldürebilecek bir düzenleme 2000 sonrası emekli olmuş kişiler için de intibak hakkının tanınması olacak. Emekli maaşlarında adaleti sağlayacak intibak düzenlemesi çok önemli. İntibak emekli maaşlarına zam veya bir lütuf gibi görülmemeli. İntibak geçmiş yıllarda ülkenin refah payı artışı maaşlarına yansıtılmamış emeklilere bu artışın zam olarak yansımasıdır.

MAĞDURİYET BİTECEK

İntibak sayesinde emekli oldukları tarihteki emekli aylığı hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle emeklilere farklı emekli maaşı bağlanmasına son verilmiş oluyor. Yalnızca emekli oldukları tarihteki hesaplamanın farklı olması nedeniyle daha düşük emekli aylığı alan kişilerin mağduriyeti de bu sayede giderilmiş oluyor. Geçtiğimiz yıllarda 2000 öncesi emekliler için intibak uygulaması hayata geçirildi.

2000 ÖNCESİNE YAPILDI

Yapılan çalışmalar neticesinde, yaklaşık 438 bin emeklinin maaşında 50 TL, 324 bin emeklinin maaşında 50-100 TL, 715 bin emeklinin maaşında 100-200 TL, 284 bin emeklinin maaşında da 200-350 TL iyileştirme yapıldı. Yalnız intibak uygulamasından yalnızca SSK emeklileri yararlandı. Diğer yandan 1 Ocak 2000 tarihi ve sonrasında emekli olanlar için de intibak gerçekleştirilmedi. İşte sorun da tam bu noktada başladı. 2000 sonrası emeklilerin intibaka çok daha fazla ihtiyacı var. 2008 sonrası emekli olanlar için ise emekli aylıklarının hesaplanma yöntemi tamamen değiştiği için intibak hayati önemde.

50 İLA 355 LİRA ZAM

2000 sonrası emekli olan kişilerin intibak uygulamasına tabi tutulması benzer şekilde emekli aylıklarında iyileştirmeler doğuracaktır. Emekli aylıklarına 50 TL ila 355 TL arasında iyileştirmenin gelmesi söz konusu olacaktır. 2000 sonrası emekli olan kişilere yönelik intibak yasası çıkartılması konusunda açılan pek çok dava var. Davalarda 2000 sonrası emeklilere yönelik intibak uygulamasının hayata geçmesi gerektiği iddiaları var. Bu konuda açılan davalar olumsuz neticelendi. Davalardan sonuç alınamayınca konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.

Ayrı ayrı davaya gerek yok

Anayasa Mahkemesi intibak konusunda düzenleme yapılması gerekliliği konusunda karar verirse emeklilerin tek tek dava açmasına gerek kalmayacak. Hükümet bu konuyla ilgili bir düzenleme yapacak. İntibak sayesinde emekli oldukları tarihteki emekli aylığı hesaplama yöntemlerinin farklı olması nedeniyle emeklilere farklı emekli maaşı bağlanmasına son verilmiş oluyor.

Anayasa Mahkemesi devrede

İNTİBAK konusunda Kamu Denetçiliği Kurumu’nun olumlu görüşü var. Ancak İdare Mahkemelerinde davalar reddedildi. Kararların olumsuz olması sonrası konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Sosyal güvenlik hakkının ihlal edilmesi kapsamında bireysel başvuruya konu olan bu davanın Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendiriliyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararının olumlu olması halinde hükümetin konuyla ilgili düzenleme yapması gerekliliği ortaya çıkacak. Mahkeme hükümete süre tanıyacak ve emekli aylıklarına intibak uygulanması için süreç başlatabilecek.

Maaşlar yeniden hesaplanacak

DAVANIN sonuçlanmasının ardından hükümetin intibak konusunda yeni bir yasa çıkarması ve intibaka konu olacak kişilerin dosyalarının incelenerek bu kişilerin emekli maaşlarının yeniden hesaplanması gerekecek. Dolayısıyla intibak sonrası zamlı emekli aylıklarının ele geçmesi uzunca bir süre alacaktır. 2000 öncesinde emekli aylıklarının yeniden hesaplanması için SGK harıl harıl çalışmıştı. Bu çalışmalarda ne yazık ki bazı emeklilerin emekli aylıklarının da düşmüştü. İntibak kapsamında aylıklar artarken bazı kişilerin emekli aylıklarının düşmesi de gerçekleşebilir. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/2000-sonrasi-emekliler-intibak-mujdesi-bekliyor/haber-674043

Pazartesi, 30 Ekim 2017 09:43

İhbar Tazminatının Ödenme Durumları

Özel bir işyerinde çalışırken işveren tarafından iş sözleşmem bildirimsiz olarak fesh edildi. İşveren kıdem tazminatımı ödedi. Ancak ihbar tazminatımı ödemedi. İhbar tazminatı alma hakkım var mı? 5...010249 Nolu SMS
İhbar tazminatının, İş Kanunu'nun 17'nci maddesine uyarak yapılan geçerli nedenle fesihlerde fesih ihbar süresi tanımaksızın sözleşmenin işverence feshedilmesi durumunda ödenmesi gerekir. İş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın işçi tarafından işverene ihbar süresi tanımaksızın derhal feshedilmesi durumunda da bu defa işçi tarafından işverene ödenmesi gerekir. Bu nedenle eski işvereneniz size önceden bildirim yapmadan çıkış verdiyse ihbar tazminatını ödemesi gerekir.

İşe giriş tarihim 15.09.2002, tam zamanlı olarak haftada beş iş günü çalışıyorum. Emeklilik tarihim nedir? 3600 günü tamamlasam bile başlangıçtan dolayı 15 yılda emekli olmam mümkün mü? 5...877309 Nolu SMS
15 yıl, 3600 prim günden emekli olabilmek için işe giriş tarihinizin 08.09.1999 tarihinden önce olması gerekmektedir. Çünkü bu tarihten sonra işe başlayanlar yaştan emekli olabilmeleri için 25 yıl sigortalılık süresi, kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve en az 4500 prim gün sigorta ödemiş olmaları şartıyla emekli olabilmektedirler. Yine 08.09.1999 tarihinden sonra işe başlayıp tam emekli olabilmek için kadın ise 58, erkek ise 60 yaş ve 7000 prim günü ödemiş olmak gerekmektedir.
Dolayısı ile sizin de girişiniz 2002 yılı olduğundan yukarıda saydığım şartlara tabisiniz.

​NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?
04.03.1959 doğumluyum. 20 ay askerlik yaptım. Gelince bir sene sonra 1981 yılının 10'uncu ayında sigortalı işe girdim. Askerlik borcunu henüz ödemedim. Ne zaman emekli olurum? 5...195140 Nolu SMS
İşe girişinize göre 25 yıl, 46 yaş ve 5075 prim günle tam emeklilik şartlarına tabisiniz. Prim gün sayınız tamamsa hemen emekli olursunuz. Ayrıca 23 Mayıs 2014 tarihi itibariyle 3600 günü tamamlamışsanız, 59 yaşınızın dolacağı 04.03.2018 tarihinde yaştan emekli olabilirsiniz. 3600 günü 23 Mayıs'tan sonra tamamlarsanız 60 yaşa tabi olursunuz. Ali Şerbetçi

Askerlik hizmetlerini er ve erbaş olarak yapmakta olanlar askere sevk tarihi ile terhis tarihi arasında, yedek subay öğrencileri ve adayları askere sevk tarihi ile yedek subay nasıp tarihi arasında, askeri öğrenci adayları ile Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi öğrenci adayları ise intibak eğitimine başladıkları tarih ile yemin ettikleri tarih arasında primleri ilgili kamu idaresi tarafından karşılanmak suretiyle genel sağlık sigortalısı sayılıyor.

Hatta, askerlik hizmetlerini er ve erbaş olarak yapmakta olanlar terhis tarihinden itibaren 30 gün süreyle de genel sağlık sigortasından faydalanma hakkına sahip bulunuyorlar.

Askere alınanların genel sağlık sigortası hizmette bulundukları kamu idaresi tarafından karşılanmak kaydıyla GSS’li yapılıyor. Başka kapsamda genel sağlık sigortalısı iken askerliğini er ve erbaş olarak yapmaya başlayanların bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılıklarının, askerliklerinin başladığı tarihten itibaren sona ermiş sayılıyor.

Başka Kapsamda GSS’si Olan Askerler

Bununla beraber askerliğini er veya erbaş olarak yapanlardan,

  • 4/b sigortalılıkları devam edenlerin,
  • 4/c sigortalılığı kapsamında ücretsiz izinli olanların,
  • İsteğe bağlı sigorta kapsamında sigortalılığı devam edenlerin,
  • Gelir/aylık almaya devam edenlerin,

bakmakla yükümlü olduğu kişileri sağlık hizmetlerinden yararlanmaya devam edebiliyor.

Diğer genel sağlık sigortalılarının askerlik nedeniyle genel sağlık sigortalılığının sona ermesi halinde bakmakla yükümlü olduğu kişiler için sigortalılığın sona ermesine ilişkin hükümlerin uygulanması gerekiyor.

Askerlik Görevi Nedeniyle Memurun Aylıksız İzninde GSS Hakkı

Memur yahut 399 sayılı KHK’ye tabi sözleşmeli personel olduğu için 4/c sigortalılığı kapsamındaki sigortalı olanlardan (15.10.2008 öncesi Emekli Sandığı iştirakçiliği zamanında başlayanlar dahil) muvazzaf askerlik süresince ilgili kanunları gereği aylıksız izinli sayılanların bu sürede kendileri er/erbaş kapsamında, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ise anılan kapsamda sigortalı üzerinden sağlık hizmetlerinden faydalandırılması gerekiyor.

Sendika Görevi Nedeniyle Ücretsiz İzin ve GSS

4/a veya 4/c sigortalılığı kapsamında sigortalı olanlardan sendikalardaki görevi nedeniyle aylıksız/ücretsiz izinli sayılanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişiler bu süre içerisinde sağlık hizmetlerinden faydalandırılmaları gerekiyor.

Diğer Ücretsiz İzinler ve GSS

Eski Emekli sandığı iştirakçisi olup Ekim 2008’den itibaren 4/c sigortalısı aylıksız izinli olanlar aylıksız izin sürelerinde, 15.10.2008 tarihinden sonra 4/c sigortalılığına ilk defa başlayanlar ise bir yılı geçmemek üzere aylıksız izinli olduğu sürelerde sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahip bulunuyor.

4857 sayılı İş Kanununun 56 ncı maddesinde, yıllık ücretli izinlerini işyerinin kurulu bulunduğu yerden başka bir yerde geçirecek olanlara istemde bulunmaları ve bu hususu belgelemeleri koşulu ile gidiş ve dönüşlerinde yolda geçecek süreleri karşılamak üzere işveren tarafından toplam dört güne kadar ücretsiz izin verileceği, 74 üncü maddesinde ise doğum yapan kadın sigortalıya isteği halinde onaltı veya onsekiz haftalık sürenin tamamlanmasından sonra altı aya kadar ücretsiz izin verileceği öngörülmüş ve bu sürelerin haricinde ücretsiz izin düzenlenmesine yer verilmemiş bulunuyor.

4857 sayılı İş Kanunu gibi iş kanunları kapsamında ücretsiz izinli olan 4/a sigortalılarının da ücretsiz izinli sayıldıkları süreler ile bir takvim yılı içerisinde toplam bir ayı aşmayan ve işverenlerince belgelendirilen ücretsiz izin sürelerinde sağlık hizmetlerinden faydalandırılmaları gerekiyor.

4/a (SSK) sigortalıları için aylık prim ve hizmet belgesi verilmemesi veya tutukluluk ve gözaltı hali, yol izni ve diğer ücretsiz izinler, devamsızlık, puantaj, kısmi istihdam, yarım çalışma, fesih tarihinde çalışmama ve diğer nedenlerle aylık prim ve hizmet belgesinde gün ve kazanç bildiriminde bulunulmaması halinde en son primin ilişkin olduğu tarih itibariyle bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılığı sona ermiş sayılıyor.

Bununla birlikte, ilgili kanununda veya toplu iş sözleşmelerinde belirtilen ücretsiz izin halinde ise iznin sona erdiği tarih itibariyle bu kapsamdaki genel sağlık sigortalılığının sona erdiğinin kabul edilmesi ve sigortalılığın sona ermesine ilişkin hükümlerin uygulanması icap ediyor. 

Akdi Askıdaki Sigortalıların Sağlık Yardımları

Kamu idarelerine ait işyerlerinde geçici veya mevsimlik işlerde çalıştırılan işçilerin iş akitleri aktif dönem dışında askıya alınıyor. Şayet bu işçiler bu askı döneminde başka bir işyerinde SSK'lı olarak yahut Bağ-Kurlu olarak çalışmamış veyahut isteğe bağlı sigortalılık kapsamında prim ödememişlerse bunların GSS primlerinin prime esas günlük kazancın alt sınırının 30 günlük tutarı üzerinden ilgili kamu işverenlerince ödenmesi gerekiyor.

İşte bu kapsamda çalıştırılan ve iş sözleşmelerinin askıda kaldığı sürelere ilişkin genel sağlık sigortası primleri ilgili kamu idaresince ödenen sigortalılar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının devam ettirilmesi gerekiyor.  Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8936

İş Mahkemeleri Kanunu’nun yasalaşmasıyla birlikte artık işçiyle işveren arasındaki uyuşmazlıkların büyük çoğunluğunda arabulucuya başvurmak zorunlu hale geliyor. Arabuluculuk, sistematik teknikler uygulayarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemini ifade ediyor. 

Barışçıl çözüm yolları arasında sayılan arabuluculukta taraflar kendi çözümlerini kendileri yaratmaya teşvik ediliyor. Mahkemelerin sunduğu dağıtıcı adalet yerine, tarafların esas ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyaca yönelik çözümler üreten bir yapı kuruyor. Bu noktada arabulucu, görüşmeler yapmak ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişiyi ifade ediyor. 

Dava şartı arabuluculuk

Arabuluculuk İş Mahkemeleri Kanunu’nun yasalaşmasından önce de uygulanan bir çözüm yöntemiydi. Fakat sadece isteyenler bu yola başvuruyordu. Kanunun ilgili maddesinin yürürlüğe girmesiyle birlikte, Kanunda sayılan hallerde başvurulması zorunlu bir çözüm yolu haline gelecek. İşçi veya işveren arasındaki alacak davalarında ve işe iade taleplerinde arabulucuya başvurulmadan mahkemeye gidilmesi halinde dava usulden reddedilecek. Arabuluculuk 1.1.2018 tarihinden itibaren zorunlu kılındı. Bu tarihten önce açılmış davalarda, arabulucuya başvurulmamış olması davanın reddedilmesine sebep olmuyor. 1.1.2018 tarihinden önce ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtayda görülmekte olan davalar hakkında arabulucuya başvuru zorunluluğu bulunmuyor.

Bürolar kurulacak

Herkesin kafasında aynı soru işareti bulunuyor. Arabulucu nasıl belirlenecek. Uyuşmazlığı olan kişi, karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işyerinin bulunduğu yerdeki arabuluculuk bürosuna başvuracak. Arabulucu, komisyon başkanlıklarına bildirilen listeden büro tarafından belirlenecek. Ancak tarafların listede yer alan herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşmaları hâlinde bu arabulucu görevlendirilecek. Dolayısıyla iki tarafın ortak bir arabulucuda anlaşmaları halinde süreç daha hızlı ve etkin ilerleyecektir. Arabuluculuk büroları ise Bakanlık tarafından uygun görülen adliyelerde kurulacak. Arabuluculuk büroları aynı zamanda arabuluculuğa başvuranları bilgilendirmek görevini üstlenecek. Arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise başvuru adliyede görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılacak.

Arabulucuya başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verecektir. Fakat bürolar, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini de araştırmaya yetkili kılındı. Arabulucu elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirildiği konusunda tarafları bilgilendirecek ve ilk toplantıya davet edecektir.  

Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırmakla yükümlü. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabiliyor. Arabulucunun anlaştırma yükümlülüğü bulunmuyor. Arabulucu, yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirip son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirmekle yükümlü. 

Ücret nasıl karşılanacak?

Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça arabuluculuk ücreti eşit şekilde karşılanacaktır.  Arabulucuya ödenecek ücret 2017 yılı için Arabuluculuk Ücret Tarifesine göre 240 TL’den az olmamak kaydıyla üzerinde anlaşılan bedelin miktarına ve görevlendirilen arabulucu sayısına göre değişecektir. Örneğin 2017 yılı için 30.000-TL bir alacak çıkması ve tek bir arabulucunun görevlendirilmesi halinde 1.800-TL arabuluculuk ücreti ödemek gerekecektir. İşe iade talebiyle yapılan görüşmelerde tarafların anlaşmaları durumunda, arabulucuya ödenecek ücretin belirlenmesinde işçiye işe başlatılmaması hâlinde ödenecek tazminat miktarı ile çalıştırılmadığı süre için ödenecek ücret ve diğer haklarının toplamı dikkate alınarak arabuluculuk ücreti tespit edilecektir.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya iki saatten az sürede tarafların anlaşamayacağının tespit edilmesi halinde tarifede belirlenen iki saatlik asgari ücret Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenecek. Bu ücret 2018’de değişecek olmakla birlikte 2017 için 240-TL.  İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati aşan kısma ilişkin ücret aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde karşılanacak. Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılmıştır.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulacaktır. Ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilemeyecek. Yargılama masraflarını tamamen kendisi karşılamak zorunda kalacaktır. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde kalacaktır.

Adli yardım hakkı tanınıyor. Cem Kılıç

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cem-kilic/toplantiya-katilmayan-yargilama-2546026/

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

İZMİR VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü

 

Sayı         :  84098128-120.01.02.07[40-2013-3]-143                                           20/03/2015

Konu        : İş akdi feshedilen işçiye ödenecek olan kıdem ve ihbar tazminatlarının hangi dönemde gider yazılacağı.

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda; 31.12.2012 tarihinde iş akdi feshedilen işçinin 2013 yılının Ocak ayında ödenecek olan kıdem ve ihbar tazminatlarının hangi dönemde gider yazılacağı, 31.12.2012 tarihli tazminat bordroları ile işçiden kesilen gelir ve damga vergilerinin hangi dönemde beyan edilip ödeneceği ile 2009 yılında iş akdi işveren tarafından haklı nedenlerle feshedilmiş işçiye ödenmeyen tazminat için iş mahkemesinde açılan ve 2012 yılında şirket aleyhine verilen karara istinaden ödenecek olan tazminatın 2012 yılı mali karının tespitinde gider yazılıp yazılamayacağı hususlarında Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

1)  GELİR VE KURUMLAR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6'ncı maddesinin birinci fıkrasıyla kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı belirtilmiş, maddenin ikinci fıkrasıyla da safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Bu hüküm uyarınca tespit edilecek kurum kazancından Kurumlar Vergisi Kanununun 8'inci maddesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40'ıncı maddesinde yer alan giderler indirilebilecektir.

Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesinde ticari kazancın tarifi yapılarak her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu, 40'ıncı maddesinin birinci fıkrasının

  • numaralı bendinde ise, işle ilgili olmak şartıyla, mukavelenameye, ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatların ticari kazancın tespitinde gider olarak indirileceği hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun 61'inci maddesinde; ücretin, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler olduğu, ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olmasının veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği, yine bu Kanunun 25'inci maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi ile 1475 sayılı İş Kanunu ve 854 sayılı Deniz İş Kanununa göre ödenmesi gereken kıdem tazminatlarının tamamı ile 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlar ile Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Kanununa göre ödenen kıdem tazminatlarının hizmet erbabının 24 aylığını aşmayan miktarlarının (hizmet ifa etmeksizin ödenen ücretler tazminat sayılmaz) gelir vergisinden müstesna olacağı hüküm altına alınmıştır.

Anılan Kanunun 94'üncü maddesinde, vergi tevkifatı yapmakla yükümlü kişiler ve kurumlar belirlenerek vergi tevkifatına tabi olan kazanç ve iratlar bentler halinde sıralanmış, maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde hizmet erbabına ödenen ücretler ile  61'nci maddede  yazılı olup ücret sayılan ödemelerden (istisnadan faydalananlar hariç) 103 ve 104'üncü maddelerine göre istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben ödemeyi yapanlar veya menfaati sağlayanlar tarafından tevkifat yapılacağı, 96'ncı maddesinde, vergi tevkifatının 94 üncü madde kapsamına giren nakden veya hesaben yapılan ödemelere uygulanacağı, bu maddede geçen hesaben ödeme deyiminin, vergi tevkifatına tabi kazanç ve iratları ödeyenleri istihkak sahiplerine karşı borçlu durumda gösteren her türlü kayıt ve işlemleri ifade ettiği, 98'inci maddesinde de, 94'üncü madde gereğince vergi tevkifatı yapmaya mecbur olanların bir ay içinde yaptıkları ödemeler veya tahakkuk ettirdikleri kârlar ve iratlar ile bunlardan tevkif ettikleri vergileri, ertesi ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar ödeme veya tahakkukun yapıldığı yerin bağlı olduğu vergi dairesine bildirmeye mecbur oldukları hüküm altına alınmıştır.

Diğer taraftan, 4857 sayılı İş Kanununun 120'nci maddesinde; ''25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14'üncü maddesi hariç diğer maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.'' hükmü yer almakta olup işçinin ya da çalışanın kıdem tazminatı almaya hak kazanabilme şartlarının düzenlendiği 1475 sayılı İş Kanununun 14'üncü maddesinde ise;

''Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:

  1. İşveren tarafından bu Kanunun 24 üncü maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,
  1. İşçi tarafından bu Kanunun 25 inci maddesi uyarınca,
  1. Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyla,
  1. Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla;
  1. 506 sayılı Kanunun 60'ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı kanunun geçici 81'inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleriyle işten ayrılmaları nedeniyle,

Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.

......

Ancak, toplu sözleşmelerle ve hizmet akitleri ile belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemez??

hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre en yüksek gösterge ve ek göstergeden aylık ödemesi Başbakanlık Müsteşarına yapılmaktadır. Buna göre, kıdem tazminatının tavanı Başbakanlık Müsteşarına ödenecek emekli ikramiyesi tutarı kadardır.

Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde; kıdem ve ihbar tazminatının gider kaydı konusunda Gelir Vergisi Kanununun 40'ıncı maddesinde özel bir hüküm olmamakla birlikte maddenin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi çerçevesinde kurum kazancının tespitinde gider olarak indirilebilmesi için İş Kanununa göre işçinin kıdem tazminatına hak kazanması ve hak edilen kıdem tazminatının da işçiye ödenmiş olması gerekir. Tahakkuk etmiş olsa da ödenmemiş kıdem tazminatının gider yazılması mümkün değildir.

Bu nedenle, iş akdinin fesih sözleşmesi ile sona erdirilmesi veya mahkeme kararı dolayısıyla şirketiniz tarafından çalışanlarınıza ödenecek kıdem ve ihbar tazminatı giderlerinin, yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde ödemenin yapıldığı dönemde kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır.

Ayrıca, söz konusu ödemeler dolayısıyla yapılan vergi tevkifatlarının, Gelir Vergisi Kanununun 98'inci maddesine istinaden ödemenin yapıldığı ayı takip eden ertesi ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar muhtasar beyanname ile bildirilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, söz konusu tazminatın 1475 sayılı Kanunun 14'üncü maddesine göre hesaplanacak kıdem tazminatına tekabül eden kısmı gelir vergisinden istisna olup, kıdem tazminatının istisnayı aşan kısmı ile ihbar tazminatının tamamı ise Gelir Vergisi Kanununun 61'inci maddesi uyarınca ücret olarak kabul edilecek ve gelir vergisi tevkifatına tabi tutulacaktır.

2)  DAMGA VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:

488 sayılı Damga Vergisi Kanununun 1'inci maddesinde, bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kağıtların damga vergisine tabi olduğu; 3'ncü maddesinde, damga vergisinin mükellefinin kağıtları imza edenler olduğu; 19'uncu maddesinde, genel ve özel bütçeli dairelerle il özel idareleri ve belediyeler, bankalar, iktisadi kamu teşekkülleri ile bunların iştirakleri ve müesseseleri ve benzeri teşekkül, iştirak ve müesseselerin ödemelerinde kullanılan ve nispi vergiye tabi bulunan makbuzlarla bu mahiyetteki kağıtlara ait vergilerin, bu ödemelerin yapılması, avans suretiyle ödemelerde avansın itası sırasında ilgili daire ve müesseseler tarafından istihkaklardan kesinti yapılması şekliyle tahsil edileceği; lüzum görülen hallerde damga vergisini istihkaktan kesinti yapılması şeklinde ödetme konusunda Bakanlığımıza yetki tanındığı; 23'üncü maddesinde, genel bütçeli daireler dışında kalan ve istihkaktan kesinti yapmak durumunda bulunan daire ve müesseseler tarafından bir ay içinde kesilen damga vergisinin, ertesi ayın yirminci (371 sıra no.lu VUK Tebliği uyarınca 23'üncü) günü akşamına kadar ödemenin yapıldığı yer vergi dairesine bir beyanname ile bildirileceği ve 26'ncı günü akşamına kadar yatırılacağı hükme bağlanmıştır.

Diğer taraftan, 10 Seri No.lu Damga Vergisi Kanunu Genel Tebliği ile yaptıkları ödemelerden kestikleri gelir vergisini sorumlu sıfatıyla aylık muhtasar beyanname ile vergi dairesine bildirerek ödemek mecburiyetinde olan gerçek veya tüzel kişilerin, bu ödemeler sebebiyle düzenlenen kâğıtlara ait damga vergilerini de bu muhtasar beyanname ile aynı vergi dairesine ödemeleri Bakanlığımızca uygun görülmüştür.

Mezkur Kanuna ekli (1) sayılı tablonun "IV. Makbuzlar ve diğer kağıtlar" başlıklı bölümünün (1/b) fıkrasında, maaş, ücret, gündelik, huzur hakkı, aidat, ihtisas zammı, ikramiye, yemek ve mesken bedeli, harcırah, tazminat ve benzeri her ne adla olursa olsun hizmet karşılığı alınan paralar (avans olarak ödenenler dahil) için verilen makbuzlar ile bu paraların nakden ödenmeyerek kişiler adına açılmış veya açılacak cari hesaplara nakledildiği veya emir ve havalelerine tediye olunduğu takdirde nakli veya tediyeyi temin eden kağıtların nispi damga vergisine tabi olduğu hükme bağlanmıştır.

Buna göre, iş akdi feshedilen işçilere yapılacak ihbar ve kıdem tazminatı ödemelerine ilişkin olarak işçilerden kesilen damga vergisinin, ödemeye ilişkin kağıdın düzenlendiği tarihi izleyen ayın 23 üncü akşamına kadar vergi dairesine verilecek muhtasar beyanname ile bildirilmesi ve 26'ncı günü akşamına kadar ödenmesi gerekmektedir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.

(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**) İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

T.C.

GELİR İDARESİ   BAŞKANLIĞI

KAYSERİ VERGİ   DAİRESİ BAŞKANLIĞI

(Mükellef   Hizmetleri Grup Müdürlüğü)

Sayı :50426076-125[28-2014/20-234]-30                                                                                                                                                                         10/02/2016

Konu : Fiili olarak başlamayan inşaatın, yapmış olduğunuz   harcamalar karşılığında başka bir firmaya devrinde KDV ve belge düzeni hk.

İlgide kayıtlı özelge talep formunda; şirketinizin kat karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde yapımına başlayacağı inşaat için ruhsat almak üzere başvuru yaptığı, SGK işyeri numarası tesis edildiği, belediyelere inşaat harcı, toprak açma harcı, esenlik kurumları ödemesi, proje tasdik harcı, kanal katılım payı gibi ödemeler yaptığı, ancak fiili olarak inşaata başlamadan söz konusu kat karşılığı inşaat sözleşmesinin başka bir firmaya yapmış olduğunuz giderler karşılığında devredildiği, bu giderler karşılığında yansıtma faturası mı veya devir faturası mı düzenleneceği ayrıca, katma değer vergisi (KDV) hesaplanırken sadece KDV li giderler için mi yoksa tamamı için mi hesaplanacağı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

            I- KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN

            3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun;

            1/1 inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu,

            4/1 inci maddesinde, hizmetin, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu ve bu işlemlerin; bir şeyi yapmak ve işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi, şekillerde gerçekleşebileceği

            hüküm altına alınmıştır.

            Özelge talep formunun incelenmesinden, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile ilgili yapılan giderlerin başka bir mükellef adına veya hesabına yapılmadığı, söz konusu giderlerin kat karşılığı inşaat sözleşmesinin gereği olarak yapılan harcamalardan olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve bu sözleşme gereğince yapılan işlerin üçüncü şahıslara devri ticari faaliyet kapsamında gerçekleştirilen bir hizmet sunumudur.

            Buna göre, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve bu sözleşme gereğince yapılan işlerin şirketiniz tarafından üçüncü şahıslara devri Katma Değer Vergisi Kanununun 1/1 inci maddesi gereği katma değer vergisine tabi olacak ve devir işlemine ilişkin bedel üzerinden genel oranda (%18) katma değer vergisi hesaplanacaktır.

            II- VERGİ USUL KANUNU YÖNÜNDEN

            213 sayılı Vergi Usul Kanununun 227 nci maddesinin birinci fıkrasında "Bu kanunda aksine hüküm olmadıkça bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir." hükmü yer almakta olup, söz konusu kayıtların aynı kanunun 229 uncu ve müteakip maddelerinde yer alan belgelerden (fatura, gider pusulası, serbest meslek makbuzu vb.) herhangi biri ile tevsik edilmesi gerekmektedir.

            Aynı Kanunun 229 uncu maddesinde, fatura, "satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesika" şeklinde tanımlanmıştır.

            Diğer taraftan, yansıtma; ticari faaliyet kapsamında bir işlemin yapılmaması, yapılan iş ve işlemlerde bir gelir elde etme veya kar ve zarar beklentisini taşıyacak herhangi bir unsurun bulunmaması, yasal uygulamalar nedeniyle muhatap olunan ya da diğer bir işletme adına ödeme veya tahsilat yapılması durumlarında, yapılan ödeme veya henüz ödeme yapılmamışsa tahakkuk eden bedellerin asıl muhatabına aktarılmasını ifade etmektedir.

            Bu itibarla, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve bu sözleşme gereğince yapılan işlerin şirketiniz tarafından üçüncü şahıslara devri işleminin yansıtma olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmamakta olup, devir tarihinden itibaren yedi gün içerisinde devir bedeli üzerinden fatura düzenlemeniz gerekmektedir.

            Bilgi edinilmesini rica ederim.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Form Bs'ye Göre 3. Şahıslara Haciz Form BS'de görülen satış kayıtlarına göre Vergi Dairesi 3. şahıslara…
  • Mükellefiyetinin Sona Erdiği Tarihten Sonra Yapılacak Tebligatın, Elektronik Ortamda Yapılması (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu Kararı (E: 2023/9, K: 2024/3) 17 Mayıs 2024 Tarihli Resmi Gazete Sayı: 32549 Danıştay Vergi…
  • Kripto Varlıklara İlişkin Düzenlemeleri İçeren Kanun Tasarısı Meclise Sunuldu Teklifle Sermaye Piyasası Kanunu’na kripto varlıklara ilişkin tanımlar ekleniyor. Buna…
Top