Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

4691 sayılı Kanun kapsamında Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’ndeki kurumlar vergisi istisnasından ve 5746 sayılı Kanun kapsamında Ar-Ge ve tasarım indiriminden faydalanan işletmeler için 2022’den itibaren yeni bir dönem/yükümlülük başlıyor.

Bu işletmeler yararlandıkları istisna/indirim tutarının bir kısmını girişim sermayesi yatırımlarına aktarmak zorunda. Zorunluluk 2022 yılından itibaren başladı. Bu yazımızda bu zorunluluğun detaylarını örnekler ve muhasebe kayıtlarıyla anlatacağız.

Zorunluluk nedir?

Zorunluluk 4691 ve 5746 sayılı kanunlarda getirildi. Buna göre 1/1/2022 tarihinden itibaren yıllık beyanname üzerinden Teknoloji Geliştirme Bölgeleri’nde elde edilen yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde edilen istisna kazançları 1 milyon TL ve üzerinde olan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri tarafından, bu tutarın yüzde ikisi pasifte geçici bir hesaba aktarılır.

Benzer şekilde 1/1/2022 tarihinden itibaren yıllık beyanname üzerinden 5746 sayılı Kanun kapsamında Ar-Ge, yenilik ve tasarım harcamaları nedeniyle yararlanılan indirim tutarı 1 milyon TL ve üzerinde olan kurumlar vergisi mükellefleri tarafından, bu tutarın yüzde ikisi pasifte geçici bir hesaba aktarılır.

Aktarılan bu tutarın, geçici hesabın oluştuğu yılın sonuna kadar Türkiye’de yerleşik girişimcilere yatırım yapmak üzere kurulmuş girişim sermayesi yatırım fonu paylarının satın alınması veya girişim sermayesi yatırım ortaklıkları ya da 4691 sayılı Kanun kapsamındaki kuluçka merkezlerinde faaliyette bulunan diğer girişimcilere sermaye olarak konulması şarttır.

Aktarılması gereken tutar yükümlülüğü, yıllık bazda 20 milyon TL ile sınırlıdır.

Fonun ayrılması gereken tarih

Pasifte geçici hesaba alma işleminin ne zaman yapılması gerektiği belli değildir. Ancak fona alınacak tutar istisna veya indirim tutarına bağlandığından hesap döneminin kapanması gerekir. Bu durumda fona alma işlemi 01.01.2022 tarihinden itibaren yapılabilir. Yararlanılan indirim ve istisna tutarı net olarak biliniyorsa beyanname verme öncesinde de fona alma işlemi yapılabilir kanaatindeyiz. Ancak fona alınacak tutar yıllık beyannamedeki tutarlara bağlandığından beyanname verildikten sonra fona alma işleminin yapılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.

Beyannamede zarar olması durumunda uygulama nasıl olacak?

Teknoloji geliştirme bölgelerinden elde edilen istisna kazançlar zarar olsa dahi indirilir. Bu durumda ilk olarak 2022 yılındaki beyannamede istisna edilecek kazançla ilgili olarak yine 2022 yılında fon hesabına alma işlemi gerçekleştirilmelidir.

Ar-Ge indirimi ise kazancın bulunması halinde uygulanır. Kazanç yetersizliği nedeniyle yararlanılmayan tutarlar sonraki yıllara devreder. Kazancın bulunmaması nedeniyle Ar-Ge indiriminden yararlanamayan işletmeler bu yıl için fon ayırmak zorunda değildir.

Örnek: (A) AŞ. Teknokentte yazılım faaliyetinden dolayı 1 milyon TL kazanç elde etmiş ve bu kazancını beyannamede istisnaya konu etmiştir. Şirketin pasifteki fon hesabına aktaracağı tutar 1.000.000 x 0,02 = 20.000 TL’dir.

Örnek: (B) AŞ’nin 2022 yılında yararlanabileceği Ar-Ge indirimi tutarı 500 bin TL olup, 500 bin0 TL Ar-Ge indirimi kazanç yetersizliği nedeniyle devretmiştir. Bu durumda yararlanılan Ar-Ge indirimi 1 milyon TL’nin altında kaldığından şirketin 2022 yılında fon ayırmasına gerek yoktur.

Fon nereye harcanmalı?

Fon tutarı geçici hesabın oluştuğu yılın sonuna kadar Türkiye’de yerleşik girişimcilere yatırım yapmak üzere kurulmuş girişim sermayesi yatırım fonu paylarının satın alınması veya girişim sermayesi yatırım ortaklıkları ya da 4691 sayılı Kanun kapsamındaki kuluçka merkezlerinde faaliyette bulunan diğer girişimcilere sermaye olarak konulması şarttır.

Girişim sermayesi yatırım fon veya ortaklığının Sermaye Piyasası Kurulu’nun düzenleme ve denetimine tabi olması gerekip gerekmediği belirsizdir ama gerekeceğini düşünüyoruz.

Girişim sermayesi yatırım fon ve ortaklığının Türkiye’de yerleşik girişimcilere yatırım yapmak üzere kurulmuş olması gerekiyor. Yerleşikten kasıt, mukimlik ya da tam mükellefiyet olabilir. Vergi kanunlarına göre tam mükellef sayılan kişilere yatırım yapma zorunluluğu olduğunu anlıyoruz.

4691 sayılı Kanun’da kuluçka girişimcisi, kuluçka merkezlerinde yer alan Ar-Ge, teknolojik yenilik, yazılım ve tasarım faaliyetlerinde bulunan ve nitelikleri ve bu merkezlerde bulunabilecekleri süre Bakanlıkça yönetmelikle belirlenen erken aşama girişimciler olarak tanımlanmış. Bu girişimcilere de sermaye koymak mümkün.

Öte yandan yatırım yapılacak alanlarla ilgili veya yatırımın niteliğiyle ilgili bir belirleme yok. Bu konuda ikincil düzenleme yetkisi de esasında yok. Dolayısıyla her türlü girişim sermayesi fon/ortaklığına veya kuluçka girişimcisine yatırım yapılabileceğini düşünüyoruz.

Bu fon her yıl ayrılacak mı?

Kanunlardaki istisna ve indirimler devam ettiği sürece şartların sağlanıp sağlanmadığı kontrol edilerek her yıl fon ayırıp yatırım yapma zorunluluğu doğmaktadır.

Yatırım yapacak kaynak yoksa

Aslında bu ciddi bir durum. Özellikle yüksek tutarlı istisna ve indirimden yararlanan ancak nakit kaynağı olmayan işletmeler için yatırım şartı gerçekleştirilmesi zor. Yeterli kaynağı olmayan şirketler istisnanın belli kısımlardan yararlanamama durumunda kalabilir.

Harcama/yatırım yapılmaması durumu

Söz konusu tutarın ilgili yılın sonuna kadar aktarılmaması durumunda, bu kanun kapsamında yıllık beyanname üzerinden indirim konusu yapılan tutarın yüzde yirmisi, ilgili yılda yararlanılan Ar-Ge indirimine konu edilemez. Bu tutar nedeniyle zamanında alınmayan vergiler vergi ziyaı cezası uygulanmaksızın tarh edilir.

Örnek: 2021 vergilendirme döneminde 1 milyon TL Ar-Ge indirimi hakkı bulunan ve bunu da kurumlar vergisi beyannamesinde indirime konu eden işletme bu tutarın yüzde ikisi olan 20 bin TL’yi fon hesabına almıştır. Ancak 31.12.2022 tarihine kadar girişim sermayesi yatırımı yapılmamıştır.  Bu durumda indirime konu edilen 1 milyon TL’nin yüzde 20’si olan 200 bin TL haksız indirime konu edilmiş kabul edilecek ve ceza uygulanmaksızın bu tutar üzerinden hesaplanan gecikme faiziyle geri alınacaktır.

Kısmen yatırıma aktarma durumunda ne olacağı belirsizdir. Bu durumda orantı yoluyla aktarılmayan kısma tekabül eden haksız indirim nedeniyle tarhiyat yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Ancak Kanun metninin buna elverip elvermediği tartışılır.

Fon hesabının akıbeti ne olacak?

Fon hesabına alınan hatta burada biriken tutarların ne olacağı belirsizdir. Kanun metninde bu tutarla ilgili bağlayıcı bir hüküm yoktur. Bu nedenle bu tutar sermayeye ilave edilebilir. Teorik olarak fon vergi sonrası kardan ayrılacağından işletmeden çekilmesi ve ortaklara dağıtılması (stopajlı bir şekilde) da mümkündür.

Girişim sermayesi fon ve ortaklarından elde edilen kar payları ne olacak?

Kurumların, tam mükellefiyete tabi girişim sermayesi yatırım fonu katılma payları ile girişim sermayesi yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde ettikleri kar payları 01.01.2013 tarihinden itibaren kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Dolayısıyla kar dağıtımı sonrasında karın dağıtıldığı kurumda vergi ödenmez. Kuluçka girişimcilerden elde edilen kar payları da aynı madde gereğince vergiden istisna edilecektir

Mecliste görüşülmekte olan torba kanun teklifi yasalaşırsa katılma paylarının fona iadesinden ve dönem sonu değerlemesinden kaynaklı gelirler de vergiden istisna olacaktır.

Muhasebe kayıtları

(A) AŞ’nin 2021 hesap dönemi net karı 10. milyon TL, 4691 sayılı Kanun kapsamında istisna kazancı 1 milyon TL’dir. 

---------------------------------------------01.01.2022-------------------------------------

590 DÖNEM NET KARI                   10.000.000

                                              570 GEÇMİŞ YILLAR KARI            10.000.000

------------------------------------------------------------------------------------------------ 

Kurumlar vergisi beyanından sonra fon ayrılmıştır. Muhasebe kayıtları şu şekilde olacaktır. 

---------------------------------------------01.05.2022-------------------------------------

570 GEÇMİŞ YILLAR KARI             20.000

                                 549   4691 SAYILI KANUN KAPSAMINDA FON           20.000

------------------------------------------------------------------------------------------------ 

Şirket, fonun ayrıldığı yılın sonuna kadar girişim sermayesi yatırım ortaklıklarına yatırım yaptığı takdirde aşağıdaki kayıt yapılacaktır. 

--------------------------------------------------31.12.2022------------------------------

242    İŞTİRAKLER             20.000

                                        102 BANKALAR                               20.000

----------------------------------------------------------------------------------------------

Mustafa AK

Yeminli Mali Müşavir

Vizyon Şirket Ortağı

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sirketlerin-girisim-sermayesine-yatirim-yapma-zorunlulugu-basliyor/654565

Türk Rekabet Kurumu tarafından Birleşme ve Devralma rejimini diğer mehaz Avrupa Birliği (AB) hukuklarıyla yeknesak kılmak adına 1 Ocak 2011 tarihinde yayımlanan 1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’i yürürlükten kaldırarak, 7 Ekim 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 2010/4 sayılı Tebliğ ile pazar payı eşiği sisteminin kaldırılıp ciro esaslı eşik sistemine geçilmesiyle Birleşme ve Devralma rejiminde esaslı bir değişiklik yaşanmıştı.

Türk Rekabet Kurumu (Kurum) tarafından da güncel kalabilmek ve uygulamaya paralel mevzuatın sağlanması adına, 4 Mart 2022 tarihinde 31768 sayılı Resmi Gazete’de 2022/2 Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’de (2010/4 sayılı Tebliğ) Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ (2022/2 sayılı Tebliğ) yayınlanmış olup Birleşme ve Devralmalar rejiminde 2010 yılında 2010/4 sayılı Tebliğ ile getirilen düzenlemelerde özellikle birleşme ve devralmalar bakımından aranan ciro eşiklerinde önemli değişiklikler yapılmış ve teknoloji teşebbüsleri açısından ise ayrı düzenleme getirilmiştir.

Kurum tarafından yayınlanan 2022/2 sayılı Tebliğ esasen, 2010 senesinde getirilip 2011 senesinde yürürlüğe giren değişikliklerin 10 seneyi aşkın süredir uygulama, karar ve kılavuzlar aracılığıyla yürütülen birleşme ve devralma işlemlerinin bu süreçte gelişen iç ve mehaz mevzuatlarla uyumlaştırılması amacına hizmet etmektedir. Bunun yanı sıra, 2010/4 sayılı Tebliğ’de yer alan ciro eşiklerinin artırılmasının, Türk Lirasının döviz karşısında değişen değerinin Tebliğin amaçladığı ciro eşiklerini karşılaması ihtiyacı sonucu olduğu da düşünülmektedir.

Bu makalemizde, 2022/2 sayılı Tebliğ ile Birleşme ve Devralma rejiminde yaşanan değişiklikler; (i) 2022/2 sayılı Tebliğ ile Gelen Geçiş Döneminin Ara Dönemde Yapılacak İşlemlere Etkisi (ii) Teknoloji Teşebbüslerine Yönelik Getirilen Yeni Düzenlemelerin Mevcut Rejime Etkisi (iii) İlgili Kılavuzlarda Yapılan Değişiklikler

ve

(iv) Yeni bildirim formu ile bildirim usulünde yaşanan değişiklikler olmak üzere dört ana başlıkta değerlendirilecektir.

(i) 2022/2 sayılı Tebliğ ile gelen geçiş döneminin ara dönemde yapılacak işlemlere etkisi

Birleşme ve Devralma işleminin tam anlamıyla hukuki sonuç kazanabilmesi için birbirine bağlı birden fazla işlemden oluşan ardıl tüm işlemlerin koordine bir şekilde hayata geçmiş olması gerekir. Birleşme ve Devralma sürecinin tamamlanabilmesi için önemli bir nokta da ilgili ülkenin rekabet otoritesinden alınan izin ve/veya bildirim aşamasıdır.

Birleşme ve devralma işlemlerine ilişkin; 2010/4 sayılı Tebliğ uyarınca işlemin gerçekleşmesinden önce Kurul’dan izin alınması gerektiği belirtilmekle birlikte, sürecin hangi aşamasında Kurul’a izin veya bildirim başvurusunda bulunulacağına ilişkin net bir ifade bulunmamaktadır; ancak, işlemin gerçekleşme tarihinin “kontrolün değiştiği tarih” olarak kabul edildiği belirtilmektedir. Her ne kadar 2010/4 sayılı Tebliğ kapsamında net bir zaman aralığı ifade edilmemiş olsa da konuya ilişkin 1997 yılından itibaren hem Kurul kararlarından hem de bildirim formlarında istenen belgelerin niteliğinden yola çıkılarak belirli uygulamalar oluşmuştur. Kurul’un bu doğrultudaki uygulamasına göre, 1997 yılında kabul edilen tebliğ ile bildirim formlarında taraflar arasındaki anlaşmanın nihai hallerinin sunulması zorunlu kabul edilmişken, 2010/4 sayılı Tebliğ ile bildirim formlarından bu zorunluluk kaldırılmış ve Kurul kararları da bu duruma uygun olarak değişmiştir. 2010/4 sayılı Tebliğ ile bildirim formunda tarafların henüz imzalamadıkları ve taslak aşamasında olan Pay Satımı ve Devir Anlaşmaları, Niyet Mektupları ve ön protokol gibi belgelerin de kabul edildiği Kurul’un bazı kararlarında[1] görülmektedir. Hatta Kurul’un Huntsman[2] kararında bildirim formuna ek olarak eklenmiş işleme dair bağlayıcı olmayan ön protokolü ve kapanış işleminin Kurul tarafından verilecek olan izinden sonra gerçekleşeceğine yönelik bildirimi kabul ederek işlemin yapılmasına izin vermesi, Kurul’a yapılacak bildirimin kontrolün el değiştirmesinden önce olması halinde ne zaman yapıldığının her durumda değişebileceğini kanıtlar niteliktedir.

2022/2 sayılı Tebliğ ile birleşme ve devralma işlemlerinin hangi aşamada bildirilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme gelmemiş ve değişiklik yapılan bildirim formunun 6. maddesinde 2010/4 sayılı Tebliğ ile aynı olan düzenleme korunmuştur. Bu tercihin bilinçli olduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki, uygulama ve yargı kararlarıyla tarafların ister nihai isterse taslak halindeki Pay Satımı ve Devri Anlaşmaları, Niyet Mektupları gibi tarafların işleme ilişkin iradesini ortaya koyan belgeleri sunmakta tanınan zamansal özgürlüğünün devam ettiği anlaşılmaktadır.

2022/2 sayılı Tebliğ ile beraberinde gelen soru 2022/2 sayılı Tebliğ’in yayınlanmasından itibaren 2 ay sonra (04 Mayıs 2022) yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. Bu durum yapılacak Birleşme ve Devralma işleminin hangi zaman içinde kontrol değişikliğinin gerçekleşeceğine göre bildirime tabi ciro eşiklerinin de değişmesi sonucunu doğuracaktır. Bir başka deyişle, bir Birleşme ve Devralma işlemine ilişkin kontrol değişikliği;

- Bu 2 aylık süre içerisinde gerçekleştirilecek ise değişiklikten önceki ciro eşiklerine,

- 2 ay sonra gerçekleşecek ise 2022/2 sayılı Tebliğ ile getirilen ciro eşiklerine göre

İşlemin bildirime tabi olup olmadığına karar verilmesi gerekecektir. Ayrıca; belirtmek gerekir ki bu sürenin tespitinde uygulamada “kapanış” olarak adlandıracağımız kontrol değişikliğinin gerçekleştiği tarih önemli olmakta, bundan önce Birleşme ve Devralma süreci içerisinde gerçekleşen işlemlerin ne zaman gerçekleştiği önem arz etmemektedir.

Tüm bunlar ışığında 2022/2 sayılı Tebliğ ile gelen 2 aylık sürede devam eden bir birleşme ve devralma işleminin imza aşamasının tamamlanmasını müteakip ister 2 ay bekleyerek yeni Tebliğ eşiklerine göre isterse de 2 ay beklemeden eski eşikler dahilinde bildirimin gerçekleştirilebileceği kanaatindeyiz. Ancak; eğer ki işlem yeni ciro eşiklerinin altında ise 2 aylık sürenin beklenmesi ve Kurul’a bildirim yapmaksızın işlemin gerçekleştirilmesi operasyonel açıdan emek ve zaman gerektiren bildirim sürecini işlem kapsamından çıkartacaktır.

(ii) Teknoloji teşebbüslerine yönelik getirilen yeni düzenlemelerin mevcut rejime etkisi

2022/2 sayılı Tebliğ, daha önceki tebliğlerde doğrudan tanımlanmayan teknoloji teşebbüslerine ve bu teşebbüslere ilişkin gerçekleşen Birleşme ve Devralma rejimlerine ilişkin yeni düzenlemeler getirmiştir. Hızla büyüyen teknoloji sektörü piyasaya yeni oyuncuların da katılımıyla giderek gelişmekte ve rekabetçi yapısını güçlendirmektedir. İşte bu sektördeki hızlı ve rekabetçi gelişim bazı büyük aktörlerin piyasaya giren yeni “start-up” veya küçük çaplı aktörlere yönelik devralma girişimleriyle baltalanıp kesintiye uğrayabilmektedir. Bu gibi öğretide “öldürücü devralma” olarak adlandırılan işlemleri bertaraf edebilmek ve rekabetçi yapının sekteye uğramasının önüne geçebilmek amacıyla mehaz AB hukuku ve diğer devlet iç hukuklarında belirli ek kontrol mekanizmaları geliştirilmiştir.

2022/2 sayılı Tebliğ ile getirilen yeni kontrol rejimi aslında yukarıda ifade bulan teknoloji sektöründeki hızlı gelişimin kesintiye uğramasını önlemek ve mehaz hukuk dallarıyla uyumlu bir düzen tesis etmek amacıyla getirilmiştir. Getirilmiş olan bu yoğunlaşma kontrol rejimi kapsamında, Türkiye coğrafi pazarında faaliyet gösteren ve Türkiye’deki kullanıcılara hizmet sunan dijital platformlar ile yazılım ve oyun yazılımı, finansal teknolojiler, biyoteknoloji, farmakoloji, tarım kimyasalları ve sağlık teknolojileri alanlarında faaliyet gösteren teşebbüsler bakımından gerçekleşen Birleşme ve Devralma işlemlerinde 2022/2 sayılı Tebliğ ile getirilen 250 milyon TL ciro eşiği aranmayacaktır. Getirilmiş olan bu düzenlemenin, start-up seviyesinde olup ilgili sektöre giriş yapan teşebbüslerin piyasadaki diğer oyuncularca hemen devralınarak piyasadan çıkarılması ve yeterli ciroları sağlamadığı için bu işlemin denetimden geçmemesi riskine karşı bir kontrol mekanizması olarak getirildiği kanaatindeyiz.

(iii) İlgili kılavuzlarda yapılan değişiklikler

2022/2 sayılı Tebliğ ile yapılan değişiklikler kapsamında 2010/4 sayılı Tebliğ’e uygun olarak hazırlanmış Yatay Birleşme ve Devralmaların Değerlendirilmesi Hakkında Kılavuz (“Yatay Kılavuz”) ve Yatay Olmayan Birleşme ve Devralmaların Değerlendirilmesi Hakkında Kılavuz’da (“Yatay Olmayan Kılavuz”) bazı değişiklikler yapılmıştır. İlgili değişiklikler genel anlamda Kurul kararlarıyla uygulamada yer etmiş birçok hususun kılavuzlara eklenmesi şeklinde mevzuat ile uygulamanın örtüşmesine yönelik olup, ek olarak özellikle teknoloji ve inovasyona dayalı birleşme ve devralma işlemlerine ilişkin analizler kılavuzlara eklenmiştir.

Yatay Kılavuz’a,

- Pazar tanımlarında özellikle potansiyel olarak rekabet eden tüm rakipler arasındaki rekabetçi ilişkinin potansiyel rekabet kavramı altında tanımlanması;

- Farklılaştırılmış ürünlerin söz konusu olduğu pazarlarda, rekabetin yakınlığı analizinin esas alınması;

- İnovasyon ve tüketici verisi ile bağlantılı etkiler başlığı altında dijital pazarlardaki Birleşme ve Devralma işlemlerinde kullanıcı sayıları, ziyaret sayıları, ağ etkileri, sahip olunan ekosistemler ve verilerin kapsam ve boyutu şeklindeki unsurların analizlerin temel odağını oluşturması;

- Birleşme taraflarından birinin yeni kurulması halinde yapılacak incelemede mutlaka öldürücü devralma teorisi ve potansiyel rekabet zarar teorisi çerçevesinde bir inceleme yürütülmesi gibi

ve benzeri birçok hususta aslında Kurul kararlarıyla ortaya konmuş ilke, kriter ve yöntemin detaylandırılarak eklendiği görülmektedir.

Yatay Olmayan Kılavuz’a ise Yatay Kılavuz’da yapılan değerlendirmelere atıfla dijital pazarlara ilişkin güncellemeler başta olmak üzere, dikey ve çok pazarlı birleşme işlemlerinin değerlendirilmesine ilişkin hususlarda öngörülen değişiklikler ve tek taraflı ve koordinasyon doğurucu etkiler konularında eklemeler yapılmıştır.

Tüm değişiklikler göz önüne alındığında aslında Kurul kararlarıyla uygulamaya kazandırılmış teori ve içtihatların ilgili oldukları kılavuzlara eklenmek suretiyle mevzuatsal bir temel ve bütünlük kazandığı sonucuna varılmalıdır.

(iv) Yeni bildirim formu ile bildirim usulünde yapılan değişiklikler

2022/2 sayılı Tebliğ ile yapılan bir diğer önemli değişiklik ise Kurul’a yapılan bildirimlerdeki bildirim formunun değişmesidir. Rekabet Kurumu’nun (Kurum) internet sitesinde yapılan açıklamada bildirim formunda yapılan değişikliklerin ilerleyen dönemde bildirimlerin yalnızca elektronik ortamdan iletilmesine elverişli bir yapıya bürünmesi ve uzmanların ilgili işlemlere ilişkin bilgilere daha kolay erişeceği bir sistematiğe bürünmesi için gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.

2022/2 sayılı Tebliğ ile bildirim formlarının e-Devlet üzerinden de gönderilebileceğine ilişkin eklenen ibare halihazırda uygulamada gerçekleşen bir durumun kanuni bir dayanak kazandırılması şeklinde yorumlanmaktadır. Yeni bildirim formu taslağına bakıldığında özellikle formun şekli açıdan tablo doldurma modeline büründüğü ve önceki uygulamada her bir firmanın soruları kendi oluşturacağı format özelinde cevaplandırma özgürlüğünden ziyade, form içerik ve cevaplandırma şekli olarak yeknesak bir uygulamaya dönüştürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Bildirim formuna eklenen ticari sır niteliğindeki bilgilerin kırmızı renklendirme ile gösterilmesi uygulaması da yine uygulamadaki farklı yöntemlerin yeknesaklaştırılması adına tercih edilen bir değişiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni bildirim formunda belki de yapılan en faydalı değişiklik istenilen bilgilerin başlıklar halinde sistematikleştirilmesi ve bu bilgilerin örnek şema ve dipnotlarla da detaylıca açıklanmasıdır.

Bunun yanı sıra, formun eski halinde yalnızca belirli pazar paylarının aşılması halinde (etkilenen pazarlar bakımından, yatay işlemlerde toplam pazar payının %20’yi, dikey işlemlerde ise taraflardan birinin pazar payının %25’i) doldurulacak olan uzun form bilgileri, başka bir deyişle, eski formda Bölüm 6,7 ve 8 altında istenen bilgiler, bundan sonra, Türkiye’de etkilenen pazarın bulunduğu her birleşme ve devralma işlemi için doldurulacak ve Kurum’a sunulacaktır. 2022/2 sayılı Tebliğ’in ekindeki yeni form yapısından da görülebileceği üzere, yeni formdaki “Bölüm 3.9 ve 3.20” arasındaki bölümler eski formdaki “Bölüm 6,7 ve 8” altında talep edilen bilgileri, daha da detaylı olarak talep etmektedir. İlaveten, formda iletişim bilgileri istenen teşebbüslerin sayısı artırılmış ve işlem taraflarının tedarikçileri ve pazara yeni giren teşebbüslerin dahi iletişim bilgilerinin sunulması gerektiği düzenlenmiştir.

Yeni bildirim formunu incelediğimizde Kurum’un internet sitesinde belirttiği amaçlara uygun bir çalışma yürütüldüğü ve denildiği gibi formun ileride sadece elektronik ortamdan gönderilmeye müsait, yeknesak ve sistematik bir yapıya kavuşturulduğu kanaatindeyiz.

Sonuç;

2022/2 sayılı Tebliğ ile birleşme ve devralma rejiminde yapılan değişiklikler, aslında 10 senelik uygulamayla edinilmiş öğretilerin, değişen döviz endeksinin, güncelleşen mevzuatların, teknolojik gelişmelerin ve küreselleşmenin mevzuata yansıtılmasıdır. Bu değişikliğin gerçekleştirilmiş olmasının özellikle de uygulamayla edinilmiş kavram ve ibarelerde yeknesaklık oluşması ve gelişen koşullara adapte olunması açısından oldukça önemli ve kanaatimizce yerinde değişikliklerdir.

Teknoloji Teşebbüslerine ilişkin getirilen tanım ve uygulamadaki denetimin ise yerindeliğini ancak bunlara ilişkin uygulama yerleştiği ve Kurul’un bakış açısı anlaşıldığı takdirde değerlendirmek mümkün olacaktır.

2022/2 sayılı Tebliğ’e buradan ulaşabilirsiniz.

Birleşme ve Devralmalar Hakkında Kurul tarafından Kılavuzlarda yapılan değişikliğe ilişkin açıklamaya buradan ulaşabilirsiniz.

2022/2 sayılı Tebliğ’e ilişkin ön açıklamamıza haberler/birlesme-ve-devralma-islemlerinde-rekabet-kurumundan-alinacak-izin-icin-aranan-ciro-esikleri-degisti-689">buradan ulaşabilirsiniz.03.08.2011 tarih ve 11-44/1021-437 sayılı Kurul Kararı ve 22.09.2011 tarih ve 11-48/1212-425 sayılı Kurul Kararı

[2] 22.09.2011 tarih ve 11-48/1212-425 sayılı Kurul Kararı

Duygu BOZKURT KADİRHAN

Kıdemli Avukat

 Işılay IŞIK

Avukat

 Deniz YONTUK

Stajyer Avukat

 MORAL & PARTNERS

https://www.dunya.com/kose-yazisi/20222-sayili-teblig-ile-birlesme-ve-devralmalar-rejiminde-yapilan-degisiklikler/654563

Pazartesi, 11 Nisan 2022 09:07

Maliye’den İki Yeni KDV Güzellemesi

KDV’de reform beklentileri ara ara dile getilir. Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin yakın zamanda yaptığı açıklamalar da bu yöndeki beklentileri yeniden canlandırdı. KDV reformu denince piyasanın dile getirdiği temel talep devreden KDV’nin iadesi yönünde olmaktadır. Hatta Naci Ağbal bakan iken bu yönde adım atılarak torba yasaların birine madde de eklenmişti, ancak taklif yasalaşamamıştı. Bu sefer nasıl bir reform çalışması yapılıyor veya planlanıyor bilmiyorum ama teknik bazı düzenlemelerin “reform” diye ambalajlanmamasını ümit ederim. Reform düzeyinde olmasa bile KDV uygulamasında değiştirilmesi gereken önemli konular bulunmaktadır. İleriki yazılarımda fırsat buldukça bunların bir kaç tanesini dile getireceğim.

KDV’de reform beklentileri devam ederken Maliye bu arada özellikle oranlarda önemli değilikliklere gitti. Yapılan oran değişiklikleri daha ziyade yükselen enflasyona karşı fiyatların düşürülmesine yönelik. Son birkaç yazımda değerlendirdiğim bu indirimlerin ne kadar etkili olacağını zaman içinde göreceğiz.

Maliye en son KDV uygulamasında önemli yenilikler içeren 41 seri numaralı KDV Uygulama Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ Taslağını kamuoyu ile paylaştı. Taslak Tebliğ, en son oran değişikliği yapılan ikinci el motorlu araç ve konut teslimlerindeki KDV uygulamasına ilişkin açıklama ve örnekler içermekte, konutlarda net alanın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği”ne göre hesaplanacağını belirtmekte, demir çelik ürünlerinin tesliminde 4/10 oranında kısmi tevkifat uygulaması getirmekte, YMM ve vergi inceleme raporu aranılmadan yapılacak KDV iade sınırını 5.000 TL’den 10.000 TL’ye çıkarmaktadır. Bu değişiklere ilaveten iki yeni uygulama daha getirilmektedir ki; bunlar için ayrı başlık açmakta fayda bulunmaktadır.

1- İsteğe bağlı tam tevkifat uygulaması

İsteğe bağlı tam tevkifat uygulamasına göre KDV tevkifatı yapmak zorunda olmayan mükellefler, yazılı bir sözleşme düzenleyerek bir yıl süreyle anlaştıkları satıcı mükelleflerden yaptıkları alışlarda, KDV Uygulama Genel Tebliği uyarınca kısmi tevkifata tabi tutulan işlemlerde tevkifat sorumluluklarının bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, hesaplanan KDV’nin tamamını sorumlu sıfatıyla beyan edip ödeyebileceklerdir. Bir yıllık sürenin bitimini izleyen yıllarda uygulamaya devam edilmesinin istenmesi halinde sözleşmenin aynı süreyle yenilenmesi gerekmektedir. Bir yıllık süre dolmadan söz konusu uygulamadan vazgeçilmesi ise mümkün olmayacaktır.

Söz konusu düzenleme, naylon fatura olarak bilinen sahte veya muhateviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanımı şüphesiyle karşılaşmak istemeyen mükellefler açısından önemli bir yeniliktir. Mükellefler, özellikle tanımadıkları, ilk kez çalışacakları, sürekli ticari ilişkide bulunmadıkları şirketlerden yapacakları alımlarda bu imkandan yararlanarak naylon fatura kullanma suçlamasıyla karşılaşma riskini azaltabilirler. Alıcıların isteğe bağlı tam tevkifat uygulaması kapsamında sözleşme düzenlemediği satıcılar ile olan işlemlerinde ise genel hükümlere göre işlem yapılacaktır. Dolayısıyla, mükelleflerin sözleşme düzenlemediği satıcılarla olan işlemleri eskiden olduğu şekilde devam edecektir.

Bu yeni imkandan yararlanmak isteyen mükellefler vergi dairesine bazı belgeleri sunmak durumunda olacaktır. Alıcı mükellefler, söz konusu sözleşmelerin bir örneği ile bu kapsamda işlem yapacak satıcı mükelleflerin bilgilerini, işleme ilişkin KDV beyannamesinin verilmesinden önce liste halinde bağlı oldukları vergi dairesine verecekler; sözleşmelerin feshedilmesi, tadili vb. durumların da işleme ilişkin KDV beyannamesinin verilmesinden önce vergi dairesine bildireceklerdir.

İsteğe bağlı tam tevkifata tabi tutulan KDV ile sınırlı olmak üzere satıcıya KDV iadesi yapılabilecek olup iade taleplerinin yerine getirilmesinde, alıcı tarafından 2 no.lu KDV beyannamesi ile beyan edilen ve tahakkuk ettirilen KDV’nin ödenmiş olması aranacaktır.

2- İmalatçılar tarafından yapılan mal ihracında ihracat bedeline göre KDV iadesi

Öngörülen düzenlemeye göre, sektör ayrımı yapılmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılar, ihracat teslimlerine ilişkin olarak yüklendikleri KDV tutarına bakılmaksızın ihracat bedelinin %10’una kadar devreden KDV tutarı ile sınırlı olarak iade talep edebileceklerdir.

Bu uygulamadan yararlanmak ihtiyari olacaktır. Ayrıca bu imkandan yararlanabilecek imalatçıların şu şartları sağlaması gerekmektedir.

  1. İmalatçı belgesine (Sanayi siciline kayıtlı ve sanayi sicil belgesi veya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından alınmış çiftçi kayıt belgesi, gıda işletmesi kayıt belgesi ve işletme onay belgelerinden(üretici belgesi) herhangi biri) sahip olması,
  2. İlgili meslek odasına kayıtlı bulunması,
  3. Üretimin yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan Sanayi Sicil Tebliğlerinde öngörülen sayıda işçi çalıştırması ve gerekli araç parkına sahip olması veya kapasite raporundaki üretim altyapısına sahip olması.

İmalatçı firmalar, imalatçı belgelerinde yer alan üretim kapasitesinde öngörülen ve imal edip ihraç ettikleri mallara ilişkin iade talep edebileceklerdir. İmalatçı belgesinde yer alan üretim kapasitesine göre imal edilebilecek mallar ile bu kapsamda fason olarak imal ettirilen mallar için bu uygulamadan yararlanılabilir. Dolayısıyla, imalatçı belgesindeki üretim konusu malların tamamının fason olarak imal ettirilmesi, bu kapsamda iade uygulanmasına engel olmayacaktır. İmalatçılar, piyasadan hazır olarak satın alıp ihraç ettikleri mallar için bu uygulamadan yararlanamamakla birlikte, genel hükümler kapsamında yüklenilen KDV’nin iadesini talep edebileceklerdir. İmalatçıların ihraç kaydıyla teslimlerinin de bulunması, doğrudan ihraç ettikleri mallar bakımından bu uygulamadan yararlanmalarına engel teşkil etmeyecektir.

İmalatçıların doğrudan ihraç ettikleri malların bünyesinde KDV ödemeksizin temin edilen mallar varsa, ihracat bedeline ilişkin iadenin hesabında, ihracat bedelinden bu şekilde temin edilen malların bedeli düşülüp iade edilecek KDV kalan tutar dikkate alınarak belirlenecektir.

İmalatçı firmaların bu kapsamda ihraç ettikleri malların geri gelmesi halinde ithalat istisnasından faydalanılabilmesi için, bu uygulama kapsamında iade edilen tutarların gümrük idaresine ödenmesi veya bu tutar kadar teminat gösterilmesi gerekecektir.

Bu yeni uygulama kapsamında iade talep eden imalatçıların, aynı ihracat teslimi ile ilgili olarak iadesini alamadığı tutar için ayrıca yüklenilen KDV tutarına göre iade talep etmeleri mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, imalatçılar yeni veya eski uygulama arasında bir tercih yapmak durumundadır. Taslak Tebliğde “aynı ihracat teslimi” denildiği için bu tercihin heri bir parti ihracat bazında yapılması beklenebilir. Diğer taraftan, Taslak Tebliğde bir dönem bu uygulamadan yararlanan mükelleflerin diğer dönemlerde yüklenilen KDV’nin iadesi uygulamasından faydalanabilecekleri belirtilmiştir. Bu ifadeden tercihin dönem içindeki bütün işlemler için yapılması gerektiği sonucu da çıkarılabilmektedir. Bu iki ifade arasındaki zafiyetin giderilmesinde fayda bulunmakta olup tercihin nasıl yapılacağı açıkça belirtilmelidir. Ayrıca dönem ile kastın yıl mı, yoksa KDV açısından vergilendirme dönemi aylık olduğundan ay mı olduğu net değildir. Bu durumun da netleştirilmesinde fayda bulunmaktadır. Taslağın bu şekilde tebliğe dönüşmesi halinde dönemin ay olarak uygulanması gerektiğini düşünüyorum.

Bu yeni uygulama kapsamındaki iade taleplerinde aranacak belgeler Taslak Tebliğde belirtilmiştir. Mahsuben iade talepleri, aranan belgelerin ibraz edilmiş olması halinde miktarına bakılmaksızın vergi inceleme raporu, YMM raporu ve teminat aranmadan yerine getirilecektir. 10.000 TL’yi aşmayan nakden iade talepleri ise vergi inceleme raporu, YMM raporu ve teminat aranmadan yerine getirilecektir. Süresinde düzenlenmiş YMM tam tasdik sözleşmesi bulunan mükellefler için bu sınır 100.000 TL olarak uygulanacaktır. Bu tutarları aşan nakden iade taleplerinde, aşan kısmın iadesi vergi inceleme raporu veya YMM raporuna göre yerine getirilecektir. Teminat verilmesi halinde, mükellefin iade talebi yerine getirilecek ve teminat, vergi inceleme raporu veya YMM raporu sonucuna göre çözülecektir.

İmalatçılara doğrudan ihraç ettikleri mallar açısından öngörülen yeni KDV iade sistemini olumlu karşılıyorum. Doğrudan ihracat yapıp da yüklenim listesiyle uğraşmak istemeyen imalatçılar açısından önemli bir imkan. Ayrıca, ihraç bedelinin %10’nundan daha az tutarda KDV yüklenmiş firmalar açısından bu yeni sistem dolaylı bir ihracat teşviki olarak da değerlendirilebilir. Bununla birlikte, eski ve yeni sistemi bir arada uygulayacak işletmeler açısından karışıklık yaşanma ihtimali de mümküm.

Birer reform olarak kabulü mümkün olmasa da getirilmesi öngörülen bu iki yeni uygulamayı olumlu buluyorum. Darısı diğer aksaklıkların giderilmesinde...

Sözün özü: Damlaya damlaya göl olur. Numan Emre ERGİN

İmalatçılar Tarafından Yapılan Mal İhracında İhracat Bedeline Göre İade Uygulaması (ozdogrular.com.tr)

https://www.dunya.com/kose-yazisi/maliyeden-iki-yeni-kdv-guzellemesi/654562

Pazartesi, 11 Nisan 2022 09:04

Vergi Sorumluluğu

Vergi Usul Kanunu’nun 8’inci maddesi uyarınca “Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden (yüklenen) gerçek veya tüzel kişidir.”

Vergi sorumlusu, verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir.

Vergi kanunlarıyla kabul edilen haller müstesna (istisna) olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukaveleler vergi dairelerini bağlamaz.

Bu kanunun müteakip maddelerinde geçen "mükellef" tabiri vergi sorumlularına da şamildir.

Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunan her gerçek kişi ile tüzelkişilere bir vergi numarası verilir. Bu hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları tespit etmeye ve vergi numarasının kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzelkişilerce yapılacak işlemlerle ilgili kayıtlarda ve düzenlenecek belgelerde kullanılması mecburiyetini getirmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.

Mükellefiyet ve vergi sorumluluğu için kanuni ehliyet şart değildir.

Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz.

Vergi Usul Kanunu’nun 10’uncu maddesi “Kanuni Temsilcilerin Ödevi’ni” tanımlamaktadır.

Şöyle ki;

“Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.

Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanunî ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.

Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler.

Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.

Tasfiye edilerek tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmiş olan mükelleflerin, tasfiye öncesi ve tasfiye dönemlerine ilişkin her türlü vergi tarhiyatı ve ceza kesme işlemi, müteselsilen sorumlu olmak üzere, tasfiye öncesi dönemler için kanuni temsilcilerden, tasfiye dönemi için tasfiye memurlarından herhangi biri adına yapılır. Limited şirket ortakları, tasfiye öncesi dönemlerle ilgili bu kapsamda doğacak amme alacaklarından şirkete koydukları sermaye hisseleri oranında sorumlu olurlar. Ancak bu fıkra uyarınca tasfiye memurlarının sorumluluğu, tasfiye sonucu dağıtılan tutarla sınırlıdır.

Yukarıda beşinci fıkra kapsamına girmeyen tüzel kişilerin tüzel kişiliklerinin veya tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin sona ermesi halinde, sona erme tarihinden önceki dönemlere ilişkin her türlü vergi tarhiyatı ve ceza kesme işlemi, müteselsilen sorumlu olmak üzere, tüzel kişiliği olanların kanuni temsilcilerinden, tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde ise bunları idare edenler (adi ortaklıklarda ortaklardan herhangi biri) ve varsa bunların temsilcilerinden herhangi biri adına yapılır.

Yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar.

Bu sorumluluk, bunların ödedikleri vergilerden dolayı asıl mükelleflere rücu etmek hakkını kaldırmaz.

Mal alım ve satımı ve hizmet ifası dolayısıyla vergi kesintisi yapmak ve vergi dairesine yatırmak zorunda olanların, bu yükümlülükleri yerine getirmemeleri halinde verginin ödenmesinden, alım satıma taraf olanlar, hizmetten yararlananlar ve aralarında doğrudan veya hısımlık nedeniyle ya da sermaye, organizasyon veya yönetimine katılmak veya menfaat sağlamak suretiyle dolaylı olarak ilişkide bulunduğu tespit olunanlar müteselsilen sorumludurlar.

Ancak üçüncü fıkrada belirtilen müteselsilen sorumluluk mal üreten çiftçiler ile nihai tüketiciler için söz konusu değildir.

Maliye ve Gümrük Bakanlığı zirai ürünlerin (işlenmiş olanlar dahil) alım ve satımına aracılık eden kuruluşlar ile Ticaret Borsalarını bu mahsullerin satın alınması sırasında yapılacak vergi tevkifatından müteselsilen sorumlu tutmaya, söz konusu ürünlerin satışı dolayısıyla yapılacak vergi tevkifatının hangi safhada yapılacağını her bir ürün için ayrı ayrı belirlemeye yetkilidir. Maliye ve Gümrük Bakanlığı tarafından belirlenen safhadan önceki safhalarda tevkif yoluyla alınan vergiler iade edilmez.

Müteselsil sorumluluğun şartları, sınırları ve bu konuya ilişkin usul ve esaslar Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nca belirlenir.

Cumhurbaşkanı, ödeme yapılan kişilerin mükellef olup olmamasına, ödeme yapan veya ödemeye aracılık edenlerin vergi kanunlarına göre vergi kesintisi yapmak zorunluluğu bulunup bulunmamasına, ödemenin konusunun mal veya hizmet alım satımı olup olmamasına, elektronik ortamda gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesine, ödeme yapılanın bu tutarı vergi matrahının tesbitinde indirim konusu yapıp yapmamasına bakılmaksızın, vergiye tabi işlemlere taraf veya aracı olanlara vergi kesintisi yaptırmaya, iş grupları, iş nevileri, sektörler ve emtia grupları itibarıyla, vergiye tabi işlemle ilgili, vergi kanunlarında belirtilen alt ve üst limitler arasında olmak şartıyla, farklı kesinti oranları tespit etmeye yetkilidir. Veysi Seviğ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/vergi-sorumlulugu/654566

29 Aralık 2021 tarihinde yayınlanan “KDV'de neler yapılabilir, neler yapılmalı?” başlıklı köşe yazımda; iş dünyasının KDV konusunda en fazla problemi KDV iadelerinde yaşadığını, bunun en büyük nedeninin ise yüklenilen (daha önce ödenen) KDV’nin iade edilmesi olduğunu, KDV iadelerinde yaşanan sorunların kökten çözümlenebilmesi için “yüklenilen verginin iadesi” yönteminden vazgeçilerek, “satış bedelinin belli bir oranı” kadar KDV iadesi yapılması gerektiğini ifade etmiştim.

Evet, bu önerimiz nihayet hayata geçiyor.

Maliye, bu konuda ilk adımı atarak, KDV iadesinde önerdiğimiz şekilde devrim gibi bir düzenleme yapıyor. Bu düzenlemenin kısa bir süre içerisinde yürürlüğe girmesi bekleniyor!

KDV iadelerinde yaşanan sorun ne?

İş dünyası KDV konusunda en fazla problemi KDV iadelerinde yaşıyor. Bunun en büyük nedeni ise, yüklenilen (daha önce ödenen) KDV’nin iade edilmesi. Çünkü, iade hakkı sahibi mükelleflerin tedarikçilerinde yaşanan her sorun, örneğin özel esaslarda olmaları, doğrudan KDV iadelerini etkiliyor. KDV iadesi talep eden mükelleflerin tedarikçilerini ve onların mal ve hizmet satın aldıkları mükellefleri kontrol etmeleri veya kontrol altında tutmaları mümkün değil. Kaldı ki, bu görev esas itibariyle KDV iadesi talep eden mükelleflerin değil, Maliye’nin görevi!

Maliye, KDV iadelerini hızlandırmak için hangi önlemleri aldı?

Aslında KDV iadeleri önceki yıllara göre oldukça hızlandı. Ancak, Maliye’nin aldığı tüm önlemlere, getirdiği yeni sistemlere, iyi niyetli, gayretli ve çözüme dönük çalışmalarına rağmen KDV iadelerinde yine de sorunlar yaşanmaya devam ediyor. Bu da, iadelerde gecikmelere ve dolayısıyla iade hakkı sahibi sektörler ve mükellefler üzerinde ciddi finansman yüküne neden oluyor.

Maliye bugüne kadar iade işlemlerinin hızlandırılmasına dönük olarak; YMM Raporu ile iade, KDVİRA sistemi, yüzde 100 teminat uygulaması, İTUS (indirimli teminat uygulaması), HİS (hızlandırılmış iade sistemi), ATUS (artırılmış teminat uygulaması), KDV iadesi ön kontrol raporuna dayalı iade uygulaması, ihtisas vergi dairesi kurulması sistemlerini denedi, uyguladı ve halen de uygulamaya devam ediliyor. Ancak, yine de gecikmeleri önleyemiyor. Tüm bu gecikmelere ve olumsuz koşullara rağmen, iade süreçleriyle ilgili mükellefleri rahatlatacak uygulamaları hayata geçirmeye de devam ediyor.

Sorunun çözümü için hangi öneride bulunmuştuk?

Dünya Gazetesi’nde 29 Aralık 2021 tarihinde yayınlanan köşe yazımda; iş dünyasının KDV konusunda en fazla problemi KDV iadelerinde yaşadığını, bunun en büyük nedeninin ise yüklenilen (daha önce ödenen) KDV’nin iade edilmesi olduğunu, KDV iadelerinde yaşanan sorunların çözümlenebilmesi için KDV iade yönteminde esaslı bir değişikliğin şart olduğunu, bu nedenle “yüklenilen verginin iadesi” yönteminden vazgeçilerek, “satış bedelinin belli bir oranı” kadar KDV iadesi yapılması gerektiğini, bu şekilde, iadede ortaya çıkan sorunların kökten çözümleneceğini ve iade işlemlerinin daha da basitleştirilmiş olacağını ifade etmiştim.

Maliye nihayet bu konuda ilk adımı atıyor

Maliye, Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Dr. Nureddin NEBATİ Bey’in açıkladığı “KDV’de basitleştirme” çalışmaları kapsamında hazırladığı KDV Genel Tebliğ Taslağını geçtiğimiz hafta görüş almak üzere kamuoyuyla paylaştı.

Söz konusu Taslak ile, şimdilik sınırlı bir sektör için de olsa KDV iadesinde önerdiğimiz şekilde devrim gibi bir düzenleme yapılıyor. Taslak Tebliğin, kamuoyu görüşleri alındıktan sonra son şekli verilerek, kısa süre içerisinde yayınlanması bekleniyor. KDV Genel Tebliğ Taslağına https://www.gib.gov.tr/sites/default/files/fileadmin/mevzuatek/KDVTebligTaslak41.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Hangi mükelleflerin KDV iadesinde yöntem değişikliğine gidiliyor?

Maliye, KDV iadesinde ilk yöntem değişikliğini, sektör ayrımı yapmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılar için gerçekleştiriyor.

İmalatçılar ihracat bedelinin yüzde 10’una kadar KDV iadesi talep edebilecek

Tebliğ Taslağında yer alan düzenlemeye göre, sektör ayrımı yapılmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılar, ihracat teslimlerine ilişkin olarak yüklendikleri KDV tutarına bakılmaksızın ihracat bedelinin yüzde 10’una kadar KDV iadesi talep edebilecekler. Tabi, iade tutarı, devreden KDV tutarı ile sınırlı olacak, yani yüzde 10 olarak talep edilecek KDV iade tutarı, devir KDV tutarı ile karşılaştırılacak, hangisi küçükse o tutar iade edilecek, devir KDV yoksa iade de olmayacak.

Yeni KDV iade düzenlemesinden yararlanacak imalatçılarda hangi şartlar aranılacak?

Tebliğ Taslağında yapılan açıklamalara göre, bu yeni uygulamadan yararlanacak imalatçıların;

- Sanayi siciline kayıtlı ve sanayi sicil belgesini haiz olması veya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan alınmış çiftçi kayıt belgesi, gıda işletmesi kayıt belgesi ve işletme onay belgelerinden (üretici belgesi) herhangi birine sahip olması (kısaca imalatçı belgesi),

- İlgili meslek odasına kayıtlı bulunması,

- Üretimin yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan Sanayi Sicil Tebliğlerinde öngörülen sayıda işçi çalıştırması ve gerekli araç parkına sahip olması veya kapasite raporundaki üretim altyapısına sahip olması

gerekiyor.

İmalatçıların ihraç ettikleri hangi mallar bu kapsamda?

İmalatçılar, imalatçı belgelerinde yer alan üretim kapasitesinde öngörülen ve imal edip ihraç ettikleri mallar için bu düzenleme kapsamında iade talep edebilecekler. Yani, imalatçı belgesinde yer alan üretim kapasitesine göre imal edilebilecek mallar ile bu kapsamda fason olarak imal ettirilen mallar için bu uygulamadan yararlanılabilecek. İmalatçı belgesindeki üretim konusu malların tamamının fason olarak imal ettirilmesi, iade yapılmasına engel oluşturmayacak.

Ancak, imalatçılar, piyasadan hazır olarak satın alıp ihraç ettikleri mallar için bu yeni uygulamadan yararlanamayacaklar.

Yüzde 10 KDV iadesi uygulaması zorunlu değil, ihtiyari

Evet, sektör ayrımı yapılmaksızın imalatçılara getirilen “yüklendikleri KDV tutarına bakılmaksızın ihracat bedelinin yüzde 10’una kadar KDV iadesi talep etme uygulaması” zorunlu değil, ihtiyari.

İmalatçılar ihraç ettikleri mallar nedeniyle doğan KDV iadelerini yüklenilen KDV yöntemi veya bu yeni yönteme göre alma konusunda seçimlik hakka sahip bulunuyorlar.

Bu yeni iade yöntemi için kanun değişikliği yapılması gerekir miydi?

Hayır, bunun için KDV Kanunu’nda yeni bir değişiklik yapılmasına gerek bulunmuyor. Çünkü, KDV Kanununun 32. Maddesinde 7104 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na; imalatçılar tarafından yapılan ihracat işlemlerinden kaynaklanan iadelerde, yüklenilen KDV yerine sektörler itibarıyla ihracat bedelinin belli bir oranına kadar iade yaptırma yetkisi verildi. Ancak, bu yetki bugüne kadar hiç kullanılmadı!

Tebliğ Taslağı ile, bu yetki ilk defa kullanılarak, sektör ayrımı yapılmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılara, ihracat teslimlerine ilişkin olarak yüklendikleri KDV tutarına bakılmaksızın ihracat bedelinin yüzde 10’una kadar KDV iadesi talep etme imkanı getiriliyor.

Peki, diğer sektörler bu yeni uygulamadan yararlanabilecek mi?

Hayır, bu yeni düzenlemeden tüm sektörler değil, sadece sektör ayrımı yapılmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılar yararlanabiliyor. Diğer KDV iadesi doğuran işlemlerin bu uygulamadan yararlanabilmesi için, KDV Kanununun 32. Maddesinde bu yönde yeni bir değişiklik yapılması gerekiyor. Böyle bir değişiklik yapılmadığı sürece, diğer KDV iadelerinde bu yeni yöntemin uygulanması söz konusu olmayacak.

Bize göre, KDV Kanununun ilgili maddesinde gerekli değişikliğin yapılarak, tüm KDV iadelerinde “yüklenilen verginin iadesi” yönteminden vazgeçilerek, “satış bedelinin belli bir oranı” kadar KDV iadesi yapılmalı.

İş dünyasının içinden gelen, reel sektörü ve yaşanan sorunları çok iyi bilen Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Dr. Nureddin NEBATİ’nin tüm KDV iadelerinde bu yeni yönteme geçilmesi konusunda gerekli adımları atacağını düşünüyorum.

Ayrıca, imalatçı ihracatçıların KDV iadelerine getirilen bu devrim gibi düzenleme için Gelir İdaresi Başkanlığı‘na ve değerli yetkililerine teşekkür ediyorum. ABDULLAH TOLU

https://www.dunya.com/kose-yazisi/maliyeden-kdv-iadesine-devrim-gibi-duzenleme/654596

T.C.

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı

Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğü

Sayı: E-64597866-125-4310

Tarih: 04.03.2022

Konu: Kredi borcu nedeniyle kurulan iştirak şirketinin hisselerinin satışından doğan zararın gider yazılıp yazılamayacağı hk

İlgi:

İlgide kayıtlı özelge talep formlarının ve eklerinin incelenmesinde;

            - …. yılında özelleştirilen ….. çoğunluk hissesine sahip olan …'nin bu hisselerini teminat göstererek yurt içindeki bankalardan kredi kullandığı,

            - ….'ın kredi borcunu ödeyememesi üzerine bankaların kredi alacaklarının ….'ünün silinerek, kalan alacaklar ile birlikte teminat olarak gösterilen (…) hisselerinin kreditör bankalar tarafından (...) …… (….) (Eski Unvanı: …….) adında özel amaçlı bir şirket kurularak (….) hisselerinin (….) şirketine aktarıldığı, (….) ile yapılan protokole istinaden silinen alacakların "değersiz alacak" olarak 2018 yılı sonunda gider kaydedildiği, esasen (….)'a kullandırılan kredilerin (….) nezdinde devam ettirildiği,

            - Bankaların alacakları oranında iştiraki olan (….) şirketinde tahakkuk eden kredi faiz ve kur farklarının örtülü sermaye hükümleri gereği "kanunen kabul edilmeyen gider" olarak kurumlar vergisine matrahına eklendiği ve bu şirketteki geçmiş yıl mali zararlarının 2018, 2019 ve 2020 yılı ve 2021/III. dönem geçici kurumlar vergisi beyannamelerinde eksik beyan edildiği,

            - (….) aktifindeki (…) hisselerinin yeni bir alıcıya satışının yapılacağı ve satıştan elde edilen tutarın kredi borcunun ödenmesinde kullanılacağı, ancak hisse satış bedeli kredi borcu geri ödemesinin tamamını karşılayamadığı için kreditör bankaların kalan kredi alacaklarını sileceği, silinen tutarların bankalarca gider kaydedileceği, bu aşamada (…) şirketinde fesih ve tasfiye kararı alınacağı ve kreditör bankalarca silinen tutarların (…) şirketi tarafından "vazgeçilen alacak" olarak gelir kaydedileceği,

            - (….)'nin bu aşamada fesih ve tasfiye kararı alacağı için vazgeçilen alacak geliri tutarından son kurumlar vergisi beyannamesinde öncelikle şirketin geçmiş yıl zararlarının mahsup edileceği ve mahsuptan sonra kalan tutarın kurumlar vergisi matrahını oluşturacağı, mevzuata göre (….)'de örtülü sermaye sebebiyle kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınan tutarların ilgili dönem sonu itibarıyla dağıtılmış kar payı geliri sayıldığı, (….)'de bu beyanname üzerinden ödenecek vergi tutarına tekabül eden mahsup edilmeyen zarar tutarlarının ise kreditör bankalarca "iştirak kazancı" istisnası kapsamında kurumlar vergisi matrahından indirim konusu yapılacağı,

            - Süreç sonunda tasfiye edilecek (….)'nin tasfiyesi zararla sonuçlanacağından sermayedar bankalar kendi aktiflerinde "…." olarak izledikleri tutarı söz konusu zarar nedeniyle gider olarak kaydederek (…) paylarının kayıtlardan çıkarılacağı ve bu işlemlerin kurumlar vergisi matrahına aşağıdaki gibi yansıtılacağından

            bahisle söz konusu hususlar çerçevesinde aşağıdaki işlemlerin yapılacağı belirtilmiştir.

            i-Yeni alıcıya (…) hisselerinin satışı sonucu (…) tarafından elde edilen tutar kreditör bankaların toplam kredi alacağını karşılamadığı için banka bilançolarında kapatılamayan kredi borçları kadar zarar oluşacağı, söz konusu tutarların banka bilançosundan silineceği ve Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesi hükmüne göre "Değersiz Alacak" olarak kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider kaydedileceği,

            ii-Bu işlem sonrasında (….) tarafından tasfiye kararı alınacağı için bankalarca silinmiş olan kalan kredi nedeniyle oluşan vazgeçilen alacak tutarının 3 yıl karşılıkta bekletilmeksizin gelir kaydedileceği ve kurumlar vergisi beyannamesinde geçmiş yıl zararlarına mahsup edileceği,

            iii-(…) şirketi tarafından geçmiş yıl zararlarının mahsubundan sonra matrah oluşması halinde kurumlar vergisi ödeneceği ve örtülü sermaye nedeniyle hesaplanan faiz ve kur farkına tekabül eden tutarın (…)'nin %... oranında hissedarı olan bankanızın payına isabet eden kısmının "iştirak kazancı" istisnası kapsamında bankanızca kurumlar vergisi matrahından indirim konusu yapılacağı ve

            iv-Süreç sonunda (….)'nin zarar neticeli tasfiye olması halinde %.... oranında hissedar olan bankanızın (….) iştirak paylarını kayıtlarından çıkararak bu tutarları kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider kaydedeceği

            ifade edilmiş olup (…)'a kullandırılan ve daha sonra (…) nezdinde devam ettirilen kredi alacaklarının (…) hisselerinin (….) tarafından yeni bir alıcıya satışı sonrasında gerçekleşecek olan yukarıda bahsi geçen vergisel uygulama sürecinin vergi mevzuatına uygun olup olmayacağı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.

            5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesinde, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı ve safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Kurum kazancının tespitinde Kurumlar Vergisi Kanununun 8 inci maddesi ile Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinde sayılan giderlerin indirilebilmesi mümkün bulunmaktadır.

            193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 38 inci maddesinde, bilanço esasına göre ticari kazancın teşebbüsteki özsermayenin hesap dönemi sonundaki ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu; bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce işletmeye ilave olunan değerlerin bu farktan indirileceği, işletmeden çekilen değerlerin ise farka ilave olunacağı, ticari kazancın bu şekilde tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanununun değerlemeye ait hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41 inci maddeleri hükümlerine uyulacağı hükmüne yer verilmiştir.

            213 sayılı Vergi Usul Kanununun;

            - 227 nci maddesinin birinci fıkrasında, "Bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça bu Kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir.",

            - 280 inci maddesinde, "Yabancı paralar borsa rayici ile değerlenir. Borsa rayicinin takarrüründe muvazaa olduğu anlaşılırsa bu rayiç yerine alış bedeli esas alınır. Yabancı paranın borsada rayici yoksa, değerlemeye uygulanacak kur Maliye Bakanlığınca tespit olunur.

            Bu madde hükmü yabancı para ile olan senetli veya senetsiz alacaklar ve borçlar hakkında da caridir. Bunlardan vadesi gelmemiş senede bağlı alacak ve borçlar, bu Kanunun 281 ve 285 inci maddeleri uyarınca değerleme günü kıymetine irca edilebilir. Ancak senette faiz oranının yazılı olmadığı durumlarda değerleme gününde geçerli olan Londra Bankalar Arası Faiz Oranı (LİBOR) esas alınır.",

            - 281 inci maddesinde, "Alacaklar mukayyet değerleriyle değerlenir. Mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit alacaklar değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınır.

            Vadesi gelmemiş olan senede bağlı alacaklar değerleme gününün kıymetine irca olunabilir. Bu takdirde, senette faiz nispeti açıklanmış ise bu nispet, açıklanmamışsa Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddi uygulanır.

            Bankalar ve bankerler ile sigorta şirketleri alacaklarını ya Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddi veya muamelelerinde uyguladıkları faiz haddi ile, değerleme günü kıymetine irca ederler.",

            - 285 inci maddesinde, "Borçlar mukayyet değerleriyle değerlenir. Mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit borçlar değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınır.

            Vadesi gelmemiş olan senede bağlı borçlar değerleme günü kıymetine irca olunabilir. Bu takdirde senette faiz nispeti açıklanmışsa bu nispet, açıklanmamışsa Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddinde bir faiz uygulanır.

            Banka ve bankerler ile sigorta şirketleri borçlarını, Cumhuriyet Merkez Bankasının resmi iskonto haddi veya muamelelerinde uyguladıkları faiz haddiyle, değerleme günü kıymetine irca ederler.

            Alacak senetlerini değerleme gününün kıymetine irca eden mükellefler, borç senetlerini de aynı şekilde işleme tabi tutmak zorundadırlar.",

            - 322 nci maddesinde, "Kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkan kalmayan alacaklar değersiz alacaktır. Değersiz alacaklar, bu mahiyete girdikleri tarihte tasarruf değerlerini kaybederler ve mukayyet kıymetleriyle zarara geçirilerek yok edilirler. İşletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin bu madde hükmüne giren değersiz alacakları, gider kaydedilmek suretiyle yok edilirler.",

            - 324 üncü maddesinde, "Konkordato veya sulh yoluyla alınmasından vazgeçilen alacaklar, borçlunun defterlerinde özel bir karşılık hesabına alınır. Bu hesabın muhteviyatı alacaktan vazgeçildiği yılın sonundan başlayarak üç yıl içinde zararla itfa edilmediği takdirde kar hesabına naklolunur."

            hükümleri yer almaktadır.

            Bu bağlamda, borcun, ticari işlemlerden kaynaklanan bir borç niteliği taşıması ve borçlunun iflas veya mali zorluk nedeniyle borçlarını ödemeyecek duruma gelmiş olması halinde alacaklı tarafça vazgeçilen alacağın borçlu tarafından özel bir karşılık hesabına alınması gerekmekte olup, 213 sayılı Kanunun 324 üncü maddesinde, "alacaktan vazgeçildiği yılın sonundan başlayarak üç yıl içinde zararla" denilmek suretiyle, vazgeçilen alacağın gelecek yıl (yıllar) zararlarından mahsup edilmesi, bu suretle itfa olunamayan kısmın ise üçüncü yılın sonunda kâra aktarılması öngörülmüştür.

            Dolayısıyla, alacaktan vazgeçme halinde borçlu tarafından yapılması gereken işlem; vazgeçilen alacak tutarının, alacaktan vazgeçildiği yıl ve sonraki iki yılda (toplam üç yıl) doğacak zararla itfa (üç yıl içinde olmak koşuluyla, vazgeçilen alacak tutarının ticari bilanço zararına ilaveler ile zarar olsa dahi indirilecek indirim ve istisnaların da dikkate alınması suretiyle hesaplanması gereken zarar tutarından mahsup) edilmesi, tamamen veya kısmen itfa edilemeyen kısmının ise, üçüncü yılın sonunda kâra aktarılarak vergilendirilmesidir. Örneğin 2021 yılında karşılık hesabına alınan tutarların 2021-2022-2023 hesap dönemine ait zararlara mahsup edilmesi, zararla itfa edilemeyen özel karşılık hesabındaki tutarların ise üçüncü yılın sonunda (2023) kâr hesabına intikal ettirilmesi gerekmektedir.

            Ayrıca, 213 sayılı Kanunun alacaklarda amortismana ilişkin hükümlerinin uygulamasında, para alacağının semeresi olan faizden kaynaklı alacaklar ile dönem sonu değerleme işlemi nedeniyle oluşan kur farklarından kaynaklı alacaklar asıl alacağa bağlı fer'i (ikinci) derecede haklar kapsamında ana paranın mukadderatına tabi tutulmakta olup, bu kapsamda söz konusu unsurlardan kaynaklı alacaklardan vazgeçilmesi halinde de borçlu tarafından mezkûr Kanunun 324 üncü madde kapsamında işlem tesis edilmesi icap etmektedir.

            Mezkûr Kanunun 324 üncü maddesi uygulamasında, bir alacağın vazgeçilen alacak olarak kabul edilebilmesi için, alacağın konkordato veya sulh yolu ile alınmasından vazgeçilmesi gerekmektedir. Konkordato, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiş, usul ve esasları ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuş olmakla birlikte, sulh yoluyla vazgeçme herhangi bir şekle tabi olmayıp, sulh yolu ile alınmasından vazgeçilen alacağın mezkûr Kanunun 227 nci maddesi uyarınca kanaat verici bir vesika ile tevsik edilmesi icap etmektedir.

            Bahse konu madde uygulamasında kanaat verici bir vesika olarak kabul edilebilecek belgeler hususunda Kanunda ve Kanunun uygulamasına ilişkin ikincil mevzuatta yeterli açıklık bulunmamakta, ancak mezkûr Kanunun geçici 24 üncü maddesi uygulamasına ilişkin açıklamaların yer aldığı 284 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin (1.2.1) bölümünde, alacaklı ve borçlunun her türlü muvazaadan ari olarak sulh olmaları ve bu anlaşmayı noterde düzenlemeleri halinde, bu belgenin alacağın değersiz hale geldiğine ilişkin kanaat verici belge olarak kabul edileceği, borçlunun bu belgeye istinaden alacaklının tahsilinden vazgeçtiği borcu için Vergi Usul Kanununun 324 üncü maddesinde düzenlenen vazgeçilen alacaklara ilişkin hükme uyacağının tabii olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, mezkûr madde uygulamasında, esas itibarıyla, mahkeme huzurunda alacaktan vazgeçildiğine ilişkin olarak düzenlenmiş belgelerin veya yukarıda ifade edildiği şekilde alacaktan vazgeçildiğini gösteren bir anlaşmanın ya da sulh olunduğunu tevsik eden diğer belgelerin bulunması halinde kanaat verici vesikanın varlığından söz edilebilecektir. Dolayısıyla, alacaklıların borçludan olan alacağından feragat etmesi ve bu hususta alacaklı ve borçlu şirket tarafından karşılıklı imzalanacak mutabakat, protokol ve ibranamenin noter tarafından onaylanması halinde, borçlu açısından bu belgeye göre feragat edilen tutar vazgeçilen alacak olarak kabul edilecektir.

            Öte yandan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre kurumların, tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından elde ettikleri kazançlar vergiden istisnadır.

            Bu Kanunun istisnaları düzenleyen 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde, kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançların %75'lik kısmı ile aynı süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazların satışından doğan kazançların %50'lik kısmının kurumlar vergisinden müstesna olduğu, bu istisnanın satışın yapıldığı dönemde uygulanacağı ve satış kazancının istisnadan yararlanan kısmının satışın yapıldığı yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar pasifte özel bir fon hesabında tutulmasının ve satış bedelinin satışın yapıldığı yılı izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar tahsil edilmesinin şart olduğu, bu sürede tahsil edilmeyen satış bedeline isabet eden istisna nedeniyle zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergilerin ziyaa uğramış sayılacağı, aynı şekilde istisna edilen kazançtan beş yıl içinde sermayeye ilave dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilen veya işletmeden çekilen kısmına uygulanan istisna dolayısıyla zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergilerin de ziyaa uğramış sayılacağı, menkul kıymet veya taşınmaz ticareti ve kiralanmasıyla uğraşan kurumların bu amaçla ellerinde bulundurdukları değerlerin satışından elde ettikleri kazançların istisna kapsamı dışında olduğu hükme bağlanmıştır.

            Aynı Kanunun 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasında ise; iştirak hisseleri alımıyla ilgili finansman giderleri hariç olmak üzere, kurumların kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarına ilişkin giderlerinin veya istisna kapsamındaki faaliyetlerinden doğan zararlarının, istisna dışı kurum kazancından indirilmesinin kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.

            Anılan Kanunun "Örtülü sermaye" başlıklı 12 nci maddesinde ise,

            "(1) Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılır.

            (2) Yukarıda belirtilen karşılaştırma sırasında, sadece ilişkili şirketlere finansman temin eden kredi şirketlerinden yapılan borçlanmalar hariç olmak üzere, ana faaliyet konusuna uygun olarak faaliyette bulunan ve ortak veya ortakla ilişkili kişi sayılan banka veya benzeri kredi kurumlarından yapılan borçlanmalar % 50 oranında dikkate alınır.

            (3) Bu maddenin uygulanmasında;

             a) Ortakla ilişkili kişi, ortağın doğrudan veya dolaylı olarak en az % 10 oranında ortağı olduğu veya en az bu oranda oy veya kâr payı hakkına sahip olduğu bir kurumu ya da doğrudan veya dolaylı olarak, ortağın veya ortakla ilişkili bu kurumun sermayesinin, oy veya kâr payı hakkına sahip hisselerinin en az % 10'unu elinde bulunduran bir gerçek kişi veya kurumu,

             b) Öz sermaye, kurumun Vergi Usul Kanunu uyarınca tespit edilmiş hesap dönemi başındaki öz sermayesini, ifade eder.

            ...

            (7) Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır. Daha önce yapılan vergilendirme işlemleri, tam mükellef kurumlar nezdinde yapılacak düzeltmede örtülü sermayeye ilişkin kur farklarını da kapsayacak şekilde, taraf olan mükellefler nezdinde buna göre düzeltilir. Şu kadar ki, bu düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır."

            hükmü yer almaktadır.

            Örtülü sermaye konusunda detaylı açıklamalara 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin "12. Örtülü Sermaye" başlıklı bölümünde yer verilmiştir.

            Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde;

            -  (…) tarafından (….) hisselerinin yeni alıcıya satışı sonucu elde edilen tutar kreditör bankaların toplam kredi alacağını karşılamadığı için bu bankalar tarafından silinen alacaklar tutarlarının Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesi hükmüne göre değersiz alacak olarak dikkate alınması mümkün bulunmaktadır.   

            - (…)'de tasfiye kararı alınacağı için (….) aktifindeki (…) hisselerinin yeni bir alıcıya satışının yapılacağı ve satıştan elde edilen tutarın kredi borcunun ödenmesinde kullanılacağı, ancak hisse satış bedelinin kredi borcu geri ödemesinin tamamını karşılayamaması sebebiyle bankanızca tahsilinden vazgeçilen (feragat edilen) toplam alacak tutarının (kur farkı ve faiz kaynaklı olanlar dahil), (….) tarafından vazgeçilen alacak olarak dikkate alınması gerekmekte olup, 213 sayılı Kanunun 324 üncü maddesi; vazgeçilen alacak tutarına ilişkin karşılık hesabının, borçlunun üç hesap dönemi (mevcut dönem ve sonraki 2 hesap dönemi) boyunca faaliyetini zararla kapatması durumunda işletmenin devamlılığı için söz konusu zararlarla itfa edilmesi, itfa edilemeyen tutarın ise üçüncü hesap dönemi sonunda kara aktarılması noktasında zorunluluk arz ettiğinden, bankanızca vazgeçilen toplam alacak tutarının (…) tarafından, alacaktan vazgeçildiği yılda doğrudan kar olarak dikkate alınması mümkün bulunmamaktadır. Ancak (…)'nin üç yıllık bu süre dolmadan tasfiye edilmesi halinde ilgili dönem zararlarıyla mahsup edilememiş olan vazgeçilen alacak tutarlarının son dönem kazancının tespitinde doğrudan kâr olarak dikkate alınması gerektiği tabiidir.

            - (…)'nin bu dönemde kurumlar vergisi matrahının oluşması ve bu matrah üzerinden (….) adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması halinde bankanız tarafından bahse konu örtülü sermaye tutarına isabet eden ve dağıtılmış sayılan kar payı tutarı için iştirak kazancı istisnasından faydalanılması mümkün bulunmaktadır. Ancak, borç alan kurum tarafından dağıtılmış kâr payı sayılan tutarın bu kurumun mali kârından fazla olması halinde ise Şirketinizce iştirak kazancı istisnasından yararlanılacak tutarın bahse konu kurumun mali kârı ile sınırlı olacağı tabiidir.

            - Diğer taraftan, bankalarca (…)'a kullandırılan kredilerin ödenmemesi nedeniyle (…) hisselerinin devrinin yapıldığı kreditör bankaların iştiraki olarak kurulan (…)'nin tasfiyesinin zararla sonuçlanması halinde, bankanız aktifinde bulunan (….) iştirak hisselerinin, iştirakin tasfiyesi sonucu değerinin kalmaması nedeniyle doğan zararın kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

            Bu itibarla, şirketinizin iştirakinin tasfiyesi nedeniyle doğan zararın kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.

            Bilgi edinilmesini rica ederim.

T.C.

KIRŞEHİR VALİLİĞİ

Defterdarlık Gelir Müdürlüğü

Sayı: E-66491453-125-2995

Tarih: 22.02.2022

Konu: İndirimli Kurumlar Vergisi

İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda;

- Şirketinizin iki ayrı tevsi yatırımlara yönelik teşvik belgesinin ilgili Bakanlık tarafından kapama işlemlerinin yapıldığı,

- Bu tevsi yatırım teşvik belgelerine konu yatırımlardan elde edilen ve indirimli kurumlar vergisi uygulamasında dikkate alınacak kazanç tutarının, yatırım maliyetlerinin toplam sabit kıymetlere oranlanması suretiyle hesaplandığı,

- İşletme aktifinde kayıtlı bulunan sabit kıymetlerin, 7326 sayılı Kanunun 11 inci maddesi kapsamında yeniden değerlemeye tabi tutulmasının planlandığı

belirtilmiş olup, tevsi yatırımlardan elde edilen kazancın tespitinde, sabit kıymet tutarlarının yeniden değerleme öncesi değerlerinin hesaplamada dikkate alınıp alınamayacağı hususunda Defterdarlığımız görüşü sorulmuştur.

Kurumlar Vergisi Kanununun "İndirimli kurumlar vergisi" başlıklı 32/A maddesinde, "(1) Finans ve sigortacılık sektörlerinde faaliyet gösteren kurumlar, iş ortaklıkları, taahhüt işleri, 16/7/1997 tarihli ve 4283 sayılı Kanun ile 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Kanun kapsamında yapılan yatırımlar ile rödovans sözleşmelerine bağlı olarak yapılan yatırımlar hariç olmak üzere, bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen ve Ekonomi Bakanlığı tarafından teşvik belgesine bağlanan yatırımlardan elde edilen kazançlar, yatırımın kısmen veya tamamen işletilmesine başlanılan hesap döneminden itibaren yatırıma katkı tutarına ulaşıncaya kadar indirimli oranlar üzerinden kurumlar vergisine tabi tutulur. 

(2) Bu maddenin uygulamasında yatırıma katkı tutarı, indirimli kurumlar vergisi uygulanmak suretiyle tahsilinden vazgeçilen vergi yoluyla yatırımların Devletçe karşılanacak tutarını, bu tutarın yapılan toplam yatırıma bölünmesi suretiyle bulunacak oran ise yatırıma katkı oranını ifade eder. Yatırımın tamamlanması şartıyla, indirimli kurumlar vergisi uygulanmak suretiyle yararlanılan kısmı hariç olmak üzere kalan yatırıma katkı tutarı, yatırımın tamamlandığı hesap dönemini izleyen yıllarda Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre bu yıllar için belirlenen yeniden değerleme oranında artırılarak dikkate alınır.

...

(4) Tevsi yatırımlarda, elde edilen kazancın işletme bütünlüğü çerçevesinde ayrı hesaplarda izlenmek suretiyle tespit edilebilmesi halinde, indirimli oran bu kazanca uygulanır. Kazancın ayrı bir şekilde tespit edilememesi halinde ise indirimli oran uygulanacak kazanç, yapılan tevsi yatırım tutarının, dönem sonunda kurumun aktifine kayıtlı bulunan toplam sabit kıymet tutarına (devam eden yatırımlara ait tutarlar da dahil) oranlanması suretiyle belirlenir. Bu hesaplama sırasında işletme aktifinde yer alan sabit kıymetlerin kayıtlı değeri, yeniden değerlenmiş tutarları ile dikkate alınır. İndirimli oran uygulamasına yatırımın kısmen veya tamamen faaliyete geçtiği geçici vergi döneminde başlanır..."

hükmüne yer verilmiştir.

1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin "32.2.8. Tevsi yatırımlardan doğan kazançlarda indirimli kurumlar vergisi oranı uygulaması" başlıklı bölümünde, "Tevsi yatırımlardan elde edilen kazancın işletme bütünlüğü çerçevesinde ayrı hesaplarda izlenmek suretiyle tespit edilebilmesi halinde, bu kazanca indirimli vergi oranı uygulanacaktır. Kazancın ayrı bir şekilde tespit edilememesi halinde ise tevsi yatırım dolayısıyla indirimli vergi oranı uygulanacak kazanç, yapılan tevsi yatırım tutarının, dönem sonunda kurumun aktifine kayıtlı bulunan toplam sabit kıymet tutarına (devam eden yatırımlara ait tutarlar da dahil) oranlanması suretiyle belirlenecektir.

Tevsi yatırımlardan elde edilen kazancın bu şekilde oranlama yapılmak suretiyle belirlenmesi seçimlik bir hak olmayıp, indirimli kurumlar vergisi uygulanacak kazancın işletme bütünlüğü çerçevesinde ayrı hesaplarda izlenmek suretiyle mükellefçe tespit edilmesi esastır.

"Dönem sonunda kurumun aktifine kayıtlı bulunan toplam sabit kıymet" ifadesinden Vergi Usul Kanununun 313 üncü maddesi uyarınca amortisman mevzuunu oluşturan iktisadi kıymetlerin anlaşılması, dolayısıyla boş arazi-arsa ve amortismana tabi olmayan diğer kıymetlerle ilgili tutarların bu hesaplamada dikkate alınmaması; sabit kıymet tutarının hesabında ise bu kıymetlerin birikmiş amortismanları düşülmeden önceki brüt tutarlarının dikkate alınması gerekmektedir.

Öte yandan bu hesaplama sırasında işletme aktifinde yer alan sabit kıymetlerin kayıtlı değeri olarak, gerekli şartların oluşması halinde yapılan enflasyon düzeltmesi sonucu oluşan değerleri dikkate alınacaktır.

Birden fazla tevsi yatırımı bulunan kurumların oranlama yaparken sadece tevsi yatırıma konu hizmet ve üretim işletmesiyle ilgili sabit kıymetleri değil, kurumun aktifine kayıtlı olan ve amortisman mevzuunu oluşturan tüm sabit kıymetlerin toplamını dikkate almaları gerekmektedir.

Hak kazanılan yatırıma katkı tutarına birden fazla yılda ulaşılması halinde her bir dönem itibarıyla indirimli oran uygulanacak kazanç, tevsi yatırım tutarının her bir dönem sonu itibarıyla kurumun aktifine kayıtlı bulunan toplam sabit kıymet tutarına oranlanması suretiyle belirlenecektir.

Ayrıca mevcut sabit kıymet tutarı, indirimli kurumlar vergisi uygulanacak kazancın tespit edileceği geçici vergilendirme dönemleri için, ilgili geçici vergilendirme döneminin son günü; hesap dönemleri için ise ilgili hesap döneminin son günü itibarıyla tespit edilecek ve indirimli oran uygulanacak kazancın hesaplanmasında dikkate alınacaktır.

Tevsi yatırımlardan elde edilen kazancın ayrı hesaplarda izlenmek suretiyle tespit edilememesi durumunda indirimli kurumlar vergisine konu edilecek kazanç, tevsi yatırım tutarının toplam sabit kıymet tutarına bölünmesi suretiyle bulunacak oranın kurumun ticari bilanço kârı ile çarpılması suretiyle hesaplanacaktır. Ancak, indirimli kurumlar vergisi uygulanacak kazancın, kurumlar vergisi matrahını aşamayacağı tabiidir."

açıklaması yer almaktadır.

7326 sayılı Kanunun 11 inci maddesiyle Vergi Usul Kanununun geçici 31 inci maddesine eklenen yedinci fıkrada, "Birinci fıkrada sayılan mükellefler bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla aktiflerine kayıtlı bulunan taşınmazlar ile amortismana tabi diğer iktisadi kıymetlerini (sat-kirala-geri al işlemine veya kira sertifikası ihracına konu edilen taşınmaz ve iktisadi kıymetler hariç) 31/12/2021 tarihine kadar yukarıda yer alan kapsam, şart ve hükümlere uymak koşuluyla yeniden değerleyebilirler." hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre;

            - Tevsi yatırımlardan elde edilen kazancın oranlama yapılmak suretiyle hesaplanmasında sabit kıymetlerin, birikmiş amortismanları düşülmeden önceki Vergi Usul Kanununun geçici 31 inci maddesi kapsamında yeniden değerlenen brüt tutarlarıyla dikkate alınması gerekmektedir.

            - Hak kazanılan yatırıma katkı tutarına birden fazla yılda ulaşılması halinde her bir dönem itibarıyla indirimli oran uygulanacak kazanç, tevsi yatırım tutarının her bir dönem sonu itibarıyla kurumun aktifine kayıtlı bulunan toplam sabit kıymet tutarına oranlanması suretiyle belirlenecektir. Ayrıca mevcut sabit kıymet tutarı, indirimli kurumlar vergisi uygulanacak kazancın tespit edileceği geçici vergilendirme dönemleri için, ilgili geçici vergilendirme döneminin son günü; hesap dönemleri için ise ilgili hesap döneminin son günü itibarıyla tespit edilecektir.

            - Öte yandan, yatırım teşvik belgesi kapsamındaki iktisadi kıymetlerin Vergi Usul Kanununun geçici 31 inci maddesi uyarınca yeniden değerlenmesi, yatırıma katkı tutarını değiştirmeyecek ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının verdiği teşvik belgesine göre belirlenen indirimli kurumlar vergisine esas yatırıma katkı tutarı, yeniden değerleme kapsamında artmayacaktır.

            Bilgi edinilmesini rica ederim.

I.GİRİŞ

04.04.2022 tarihinde kamuoyunun görüşüne sunulan 41 Seri No.lu KDV Tebliğ Taslağında, imalatçılar tarafından yapılan mal ihracında ihracat bedeline göre iade düzenlemesine yer verilmiştir. Taslak tebliğdeki açıklamalar uyarınca düzenleme hakkındaki değerlendirmelerimize bu yazımızda kısaca yer vermekteyiz.

Düzenlemenin dayanağı nedir?

7104 sayılı kanunla 3065 sayılı Kanunun 32 nci maddesinde, imalatçılar tarafından yapılan ihracat işlemlerinden kaynaklanan iadelerde, yüklenilen KDV yerine sektörler itibarıyla ihracat bedelinin belli bir oranına kadar iade yaptırma konusunda Hazine ve Maliye Bakanlığına yetki verilmiştir. 

Düzenlemenin amacı nedir?

Sektör ayrımı yapılmaksızın imal ettikleri malları doğrudan ihraç eden imalatçılar, ihracat teslimlerine ilişkin olarak yüklendikleri KDV tutarına bakılmaksızın ihracat bedelinin %10’una kadar devreden KDV tutarı ile sınırlı olarak iade talep edebilirler.

Düzenlemeden kimler faydalanabilir?

İmal ettikleri ürünleri ihraç eden ve devreden KDV pozisyonunda olan mükellefler bu uygulamadan faydalanabilir.

Düzenlemeden faydalanmak zorunlu mu?

Düzenlemeden faydalanmak zorunlu değildir. İsteyen imalatçı-ihracatçı mükellefler ihracat iadelerini yüklenilen KDV hesaplayarak talep edebilir. Mükellefler dönem bazında ister bu uygulama ile %10 iade talebinde bulunabilir, isterlerse yüklenilen KDV hesaplayarak KDV beyanında 301 koduyla iade talebinde bulunabilirler.

Düzenlemenin kapsamı nedir?

İmalatçılar bu bölüm kapsamında, KDVGUT (II/A-8.3.) bölümünde belirtilen imalatçı belgelerinde yer alan üretim kapasitesinde öngörülen ve imal edip ihraç ettikleri mallara ilişkin iade talep edebilirler. 

İmalatçı belgesinde yer alan üretim kapasitesine göre imal edilebilecek mallar ile bu kapsamda fason olarak imal ettirilen mallar için bu uygulamadan yararlanılabilir. Bu husus ihraç kayıtlı iade uygulamasına paralel düzenlenmiştir.

Piyasadan hazır alınan malların bu uygulama kapsamında beyan iadesi mümkün değildir. Mükellefler hazır alınıp satılan mallar için ayrıca ihracat istisnası/iadesi kapsamında işlem yapabilir.

KDVGUT (II/A-8.3)

- Sanayi siciline kayıtlı ve sanayi sicil belgesini haiz olması veya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından alınmış çiftçi kayıt belgesi, gıda işletmesi kayıt belgesi ve işletme onay belgelerinden(üretici belgesi) herhangi birine sahip olması, 

- İlgili meslek odasına kayıtlı bulunması, 

Düzenleme hangi mükellefler için daha avantajlıdır?

-İhracat istisnası tutarının %10’undan daha az iade talep edebilen mükellefler devreden KDV’lerini eritmek amacıyla bu uygulamadan faydalanmak isteyeceklerdir. Kar marjı yüksek olan ve/veya imal ederek ihraç edilen ürünlerin bünyesinde indirimli oran (%1 - %8) KDV’ye tabi malzeme/hizmet giderleri bulunan mükellefler bu grupta sayılabilir.

Örnek olarak; İhracat istisnası: 100.000 TL, Yüklenilen KDV tutarı: 7.000 TL, düzenleme ile iade KDV: 100.000 x %10 = 10.000 TL. talep edilebilecektir. 

-İade/istisna oranı %10’u geçen mükellefler için bu düzenlemeyi seçmek %10’u aşan iade tutarlarından vazgeçmek anlamına gelmektedir. Düzenlemede %10’u aşan kısmın iade edilmeyeceği açıkça belirtilmektedir. 

Örnek olarak; İhracat istisnası: 100.000 TL, Yüklenilen KDV tutarı: 15.000 TL olduğu örnekte yeni düzenlemede 100.000 x %10 =10.000 TL iade talep edilebilir. Fark tutarı 5.000 TL için ayrıca iade talep edilmesi mümkün değildir. 

Nakden/mahsuben iade taleplerinde alt sınır nedir?

İmalatçıların bu düzenleme kapsamındaki 10.000 TL’yi aşmayan nakden iade talepleri vergi inceleme raporu, YMM raporu ve teminat aranmadan yerine getirilir. Süresinde düzenlenmiş YMM Tam Tasdik Sözleşmesi bulunan mükellefler için bu sınır 100.000 TL olarak uygulanır. İade talebinin 10.000 TL’yi veya YMM Tam Tasdik Sözleşmesi bulunan mükellefler için 100.000 TL’yi aşması halinde, aşan kısmın iadesi vergi inceleme raporu veya YMM raporuna göre yerine getirilir. 

Teminat verilmesi halinde, mükellefin iade talebi yerine getirilir ve teminat, vergi inceleme raporu veya YMM raporu sonucuna göre çözülür.

Mahsuben iade talepleri, KDVGUT’da sayılan belgelerin ibraz edilmiş olması halinde miktarına bakılmaksızın vergi inceleme raporu, YMM raporu ve teminat aranmadan yerine getirilir.

Dahilde işleme izin belgesi olan imalatçı-ihracatçılar için iade sınırlama uygulaması var mıdır?

Evet. İmalatçıların doğrudan ihraç ettikleri malların bünyesinde yurtiçi veya yurtdışından KDV ödemeksizin temin ettiği malların bulunması halinde, ihracat bedeline ilişkin iadenin hesabında, ihracat bedelinden bu şekilde temin edilen malların bedeli düşülür. İade edilecek KDV kalan tutar dikkate alınarak belirlenir. 

100.000 TL tutarında (imal-ihraç ürünü) ihracat istisnası olan bir mükellefin alımları içerisinde 50.000 TL DİİB kapsamında KDV ödemeden yaptığı alım bulunması halinde iade talep edebileceği tutar 100.000 - 50.000 = 50.000 x %10 = 5.000 TL olabilecektir. 

Yeni düzenleme kapsamında istisna/iade beyanı nasıl yapılır?

İmalatçılar bu uygulama kapsamındaki işlemlerini, ilgili dönem KDV beyannamesinin “İstisnalar-Diğer İade Hakkı Doğuran İşlemler” kulakçığının “Tam İstisna Kapsamına Giren İşlemler” tablosunda 338 kodlu “İmalatçıların Mal İhracatları [KDVGUT-(II/A-1.1.4.2.)]” satırını kullanmak suretiyle beyan ederler. Bu satırdaki “Yüklenilen KDV” sütununa, ihraç edilen mallara ilişkin yüklenilen KDV hesabı yapılmaksızın, ihracat bedelinin % 10’unu aşmamak kaydıyla iadeye konu olan KDV tutarı yazılır.

Düzenleme kapsamında iade dönemi ve önceki 12 aylık indirilecek KDV listesinin elektronik ortamda sisteme girişi gerekmektedir. Bu düzenleme ile yüklenilen KDV listesi hazırlanmadığı için mükellefin son 1 yıllık indirilecek KDV listesi risk analizi kapsamında kontrol edilerek indirime uygun olmayan alışların/devreden KDV’nin doğruluğunun kontrolü amaçlandığı anlaşılmaktadır.

İmalatçı-ihracatçıların imalatları dışında yaptıkları ihracatları nasıl değerlendirilmelidir?

Düzenleme imal edilerek yapılan ihracatları kapsadığından mükellefler ihracatlarını imalattan yapılan ihracatlar ve imalat harici ihracatlar olarak ikiye ayıracaklardır.

İmalatçı-ihracatçı A firmasının 2022/Mayıs döneminde ihracat tutarı 100.000 TL’dir. A firmasının DİİB kapsamında alımı bulunmamaktadır.

-İmalattan gerçekleştirilen ihracat: 80.000,00 TL

-İmalat dışı alımlardan gerçekleştirilen ihracat: 20.000.00 TL

-Gerçekleştirilen Toplam İhracat: 100.000,00 TL

A firmasının imalattan gerçekleştirdiği ihracat tutarı olan 80.000 TL için bu düzenleme kapsamında 80.000x0,10=8.000 TL iade hakkı bulunmaktadır. KDV beyannamesinde 338 koduyla beyan ederek 2022/Mayıs ve önceki 12 ay indirilecek KDV listesi ve tebliğin ilgili bölümünde sayılan bilgi/belgeleri ibraz ederek iade talebinde bulunabilecektir. 

A firmasının imalat dışında alımlardan gerçekleştirmiş olduğu ihracat tutarı olan 20.000 TL için iade talep etmesi halinde yüklenilen KDV hesaplaması yapması gerekmektedir. 20.000 TL istisna tutarı ve hesaplanan yüklenilen KDV tutarı 301 koduyla beyan edilerek iade talebi ayrıca yapılacaktır.

Değerlendirme

Mükelleflerin üzerinde bulunan devreden KDV yükü, finansman yapılarını önemli ölçüde etkilemektedir. İdare bu düzenleme ile KDVK 32. Madde kapsamındaki “…yüklenilen katma değer vergisi yerine sektörler itibarıyla ihracat bedelinin belli bir oranına kadar iade yaptırmaya yetkilidir.” yetkisini kullanmaya karar vermesinin mükelleflerin üzerindeki KDV yükünün eritilmesi için olumlu bir adım/pilot uygulama olarak değerlendirebiliriz. Düzenlemenin uygulamaya geçmesi, sonuçlarının görülmesi, ilerleyen dönemlerde daha geniş bir uygulama alanı bulması -tüm iade talepleri için geçerli olması, belirlenen iade oranının yükseltilmesi piyasa beklentilerini daha fazla karşılayacaktır.

Düzenleme bu haliyle;

  • İmal ettiği ürünü ihraç eden ve İade/istisna oranı %10 altında kalan mükelleflerin kullanımına uygundur. İade/istisna oranı %10 üzerinde olan mükellefler bu uygulamadan faydalanmak isterlerse %10’u aşan yüklenim tutarlarını devreden KDV içerisinde bırakacaklardır.
  • Süresinde Tam Tasdik sözleşmesi bulunan mükelleflerin düzenleme kapsamında nakden iade taleplerinde incelemesiz/teminatsız 10.000 TL’lik alt sınır 100.000 TL olarak uygulanması öngörülmüştür.
  • Düzenlemeden faydalanan imalatçı-ihracatçı mükelleflerin iade dönemi ve önceki 12 ay indirilecek KDV listelerinin iade için ibrazı öngörülmüştür. Burada idare, iade talep dönemi ve öncesindeki 12 aylık dönemde mükelleflerin risk analiz sistemi kapsamında alımlarını inceleyerek; indirime esas belge bilgilerinin doğruluğu, indirime esas belgeleri düzenleyen alt firmalarının SMİYB kullanma/düzenleme tespitleri, bu alt firmaların beyan tutarlılıklarını vs. KDV iadesi kontrol raporunda bulunan GEK-OEK segmentleri aracılığıyla iade taleplerindeki indirimlerin doğruluğunu analiz edecektir. Ömer Demir, SMMM

Kaynak: 

Danıştay VDD

Tarih : 27.01.2021

Esas No : 2019/835

Karar No : 2021/24

VUK Md. Mük. 355

GEÇMİŞE DÖNÜK MÜKELLEFİYET TESİSİNE BAĞLI OLARAK BEYANNAME VERİLMEDİĞİ GEREKÇESİYLE ÖZEL USULSÜZLÜK CEZASI

Geçmişe dönük olarak mükellefiyet tesis edilmesi halinde, ilgili dönemlerde beyanname verilmesi ve vergisel ödevlerin yerine getirmesi fiilen ve hukuken mümkün olmadığından beyanname vermeme nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilemeyeceği hk.

İstemin Konusu: Vergi Mahkemesi’nin ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava Konusu İstem: Davacı tarafından, 2009 ilâ 2013 yılları arasında yaptığı gayrimenkul alım, satım işlemlerinden elde ettiği gelirin ticari kazanç olduğundan bahisle 27.01.2009 tarihi itibarıyla adına tesis edilen mükellefiyetin iptali ile elektronik ortamda beyanname verilmemesi nedeniyle 2010 yılının Ağustos dönemine ilişkin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355. maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır.

Ankara 1. Vergi Mahkemesi’nin 15.04.2015 tarih ve E.2014/2409, K.2015/973 sayılı kararı:

Davacının, 2009 ilâ 2013 yılları arasında gerçekleştirmiş olduğu gayrimenkul satışlarından ticari kazanç elde ettiğinden hareketle adına geriye dönük olarak re’sen tesis edilen gerçek usulde vergi mükellefiyeti, Ankara 1. Vergi Mahkemesi’nin 15.04.2015 tarih ve E.2014/2404, K.2015/966 sayılı kararıyla hukuka uygun bulunmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. Dolayısıyla, değinilen karar ile iptal edilen mükellefiyete yönelik işbu davada karar verilmesine yer olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Davacı adına tesis edilen mükellefiyetin iptaline ilişkin değinilen karar karşısında, katma değer vergisi beyannamesinin yasal süresi içerisinde elektronik ortamda verilmemesi nedeniyle kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Kaldı ki, davacı adına geçmişe dönük olarak mükellefiyet tesis edildiğinden, davacının ilgili dönemlerde beyanname vermesinin ve vergisel ödevleri yerine getirmesinin fiilen ve hukuken mümkün bulunmaması nedeniyle kesilen cezada bu yönden de hukuki isabet görülmemiştir.

Vergi Mahkemesi bu gerekçeyle, mükellefiyetin iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş, özel usulsüzlük cezasını kaldırmış, yargılama giderlerinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine ve sadece davacı lehine vekalet ücretine hükmetmiştir.

Davalının, kararın, özel usulsüzlük cezasının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrası ile idareleri lehine vekalet ücretine hükmedilmemesine ilişkin hüküm fıkrasına yöneltilen temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesinin 15.03.2018 tarih ve E.2015/6329, K.2018/2752 sayılı kararı:

Mükellefiyet işleminin iptaline ilişkin Ankara 1. Vergi Mahkemesi’nin 15.04.2015 tarih ve E.2014/2404, K.2015/966 sayılı Kararı’nın Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 15.03.2018 tarih ve E.2015/6308, K.2018/2740 sayılı Kararıyla bozulmasına karar verilmiştir.

Söz konusu bozma kararı üzerine oluşan durum dikkate alınarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir. Daire, bu gerekçeyle kararı bozmuştur.

Ankara 1. Vergi Mahkemesi’nin 28.03.2019 tarih ve E.2018/906, K.2019/456 sayılı ısrar kararı:

Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 15.03.2018 tarih ve E.2015/6308, K.2018/2740 sayılı bozma kararına davacı tarafından yöneltilen karar düzeltme istemi Danıştay Dördüncü Dairesi’nin 05.02.2019 tarih ve E.2018/6692, K.2019/809 sayılı Kararıyla kabul edilerek, değinilen karar kaldırıldıktan sonra, mükellefiyet işleminin iptaline ilişkin mahkeme kararı onanmıştır.

Vergi mahkemesi ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak bu gerekçeyle ısrar etmiş, her iki taraf lehine vekalet ücretine hükmetmiş ve yargılama giderlerini taraflar arasında paylaştırmıştır.

Temyiz Edenlerin İddiaları: Davalı tarafından, birden fazla vergilendirme döneminde gayrimenkul sattığı tespit edilen davacı adına 213 sayılı Kanun’un mükerrer 355. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek kararın özel usulsüzlük cezasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulması gerektiği; davacı tarafından, aleyhlerine vekalet ücretine ve yargılama giderine hükmedilmesinin hukuka uygun düşmediği belirtilerek kararın vekalet ücretine ve yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrasının düzeltilerek onanması gerektiği ileri sürülmektedir.

Karar: Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan ısrar kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş olup, temyiz dilekçelerinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; tarafların temyiz istemlerinin reddine, Ankara 1. Vergi Mahkemesi’nin 28.03.2019 tarih ve E.2018/906, K.2019/456 sayılı ısrar kararının onanmasına, 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.

Cumartesi, 09 Nisan 2022 22:17

Tarha Yetkili Vergi Dairesi

Danıştay 3. Daire

Tarih : 04.02.2021

Esas No : 2019/6026

Karar No : 2021/583

KVK Md. 14

TARHA YETKİLİ VERGİ DAİRESİ

Beyan üzerine veya ikmalen, idarece ve re’sen tarhiyatın bağlı olunan vergi dairesince yapılması gerektiğinden, ilgili yılda tarha yetkili olmayan vergi dairesince salınan cezalı vergide hukuka uygunluk bulunmadığı hk.

İstemin Konusu: Danıştay Üçüncü Dairesi’nin bozma kararı üzerine davayı yeniden inceleyen İstanbul 4. Vergi Mahkemesi’nin kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava Konusu İstem: Davacı adına, aralarında organik bağ bulunan şirketlerin organizasyon halinde sahte fatura düzenleme ve özel tüketim vergisi kaçakçılığı faaliyetinde bulundukları yolunda düzenlenen vergi tekniği raporuna dayalı olarak tanzim edilen vergi inceleme raporu uyarınca, 2011 yılı için re’sen salınan üç kat vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 353. maddesinin 1. bendi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemine ilişkindir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Dava konusu tarhiyatın dayanağı olan 14.11.2013 tarih ve 2013-A-l375/40 ve 50 sayılı raporlarla yapılan ayrıntılı tespitler ile vergi tekniği raporunda bahsi geçen davacı şirketin fatura düzenlediği firma ve kişilere ait vergi tekniği raporlarının incelenmesi sonucu, davacı şirket ile aralarında organik bağ bulunan şirketlerin organizasyon dahilinde sahte fatura düzenleme ve özel tüketim vergisi kaçakçılığı faaliyetinde bulundukları, davacı tarafından bu firmalardan yapılan bir kısım taşıt alımlarının sahte belge ile belgelendirildiği ve elde edilen bir kısım hasılatın kayıt ve beyan dışı bırakıldığı, sahte fatura düzenleyen mükelleflerden sahte damacana su, temizlik maddesi ve LCD televizyon faturası alınıp yasal defterlere kaydedilerek beyan edildiği, organizasyon içerisinde yer alan bazı firmalara sahte temizlik malzemesi ve LCD faturası düzenlendiği, davacı şirketin de aralarında bulunduğu İstanbul’daki mükelleflerle Hakkari’de faaliyet gösteren firma ve kişiler arasında organizasyon çerçevesinde, özel tüketim vergisini aşındırmak suretiyle vergisel yükümlülüklerden kaçınmak amacıyla muvazaalı işlemlere başvurulduğu, davacının bir kısım araç alış satışlarına yönelik faturaların, araçlara ilişkin nakliye faturası gibi belge ve ödemelere ilişkin banka dekontu ve sair belgelerin incelemeye sunulan klasörlerin içeriğinde bulunmadığı, davacı şirket temsilcisinin ifadesinde bu durumun muhasebecisinin hatasından kaynaklandığı, bazı araçların satışına ilişkin fatura düzenlenmesinin sehven unutulduğu, İstanbul’dan alınan araçların yine İstanbul’da bulunan galerilere satıldığı için nakliye faturalarının olmadığının beyan edildiği, diğer firmaların ortak ve yöneticilerinin davacı şirkette de ortaklık ve yöneticilik yaptıkları da dikkate alındığında yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık bulunmadığı, somut bir saptama olmaksızın kesilen özel usulsüzlük cezasının hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle tarhiyat yönünden dava reddedilmiş, özel usulsüzlük cezası ise kaldırılmıştır.

Temyiz Edenlerin İddiaları:

Davacı tarafından, tüm vergisel yükümlülüklerin yerine getirildiği, haklarında düzenlenen vergi inceleme raporunun somut tespitlere dayanmadığı, raporda ismi geçen firmalar nezdinde karşıt inceleme yapılmadığı, vergi tekniği raporunun taraflarına tebliğ edilmemesinin savunma haklarını kısıtladığı ileri sürülerek aleyhe olan hüküm fıkrasının bozulması istenmiştir.

Davalı idare tarafından kesilen özel usulsüzlük cezasının hukuka uygun olduğu ileri sürülerek kararın aleyhe olan hüküm fıkrasının bozulması istenmiştir.

Karar: Dava konusu vergi ve cezalara ilişkin ihbarnamelerin dayanağı vergi inceleme raporunun atıf yaptığı vergi tekniği raporundan, 27.07.2004-16.01.2012 tarihleri arasında Beşiktaş Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi; 16.01.2012 tarihinden itibaren Sultanbeyli Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün mükellefi olduğu anlaşılan davacı adına, hakkında tanzim edilen vergi inceleme raporuna dayanılarak, 2011 yılı için re’sen salınan bir kat vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin olarak Sultanbeyli Vergi Dairesi Müdürlüğü’nce … ve … numaralı ihbarnamelerin düzenlendiği anlaşılmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 4. maddesinin 1. fıkrasında, vergi dairesinin mükellefi tespit eden, vergiyi tarh eden, tahakkuk ettiren ve tahsil eden daire olduğu, ikinci fıkrasında da mükelleflerin, vergi uygulaması bakımından hangi vergi dairesine bağlı olduklarının vergi kanunları ile belirleneceği hüküm altına alınmıştır.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddesinin 6. bendinde, mükellefin bağlı olduğu vergi dairesinin, kurumun kanunî veya iş merkezinin bulunduğu yerin vergi dairesi olduğu; 16. maddesinin 5. bendinde, kurumlar vergisinin, bağlı olunan vergi dairesine beyannamenin verildiği günde, beyanname posta ile gönderilmişse, vergiyi tarh edecek daireye geldiği tarihi izleyen üç gün içinde tarh edileceği kurala bağlanmıştır.

Beyan üzerinde olduğu gibi beyana dayalı tarhiyat dışında ikmalen, idarece veya re’sen tarhiyat yapılması durumunda da, bu tarhiyatın bağlı olunan vergi dairesince yapılması yukarıdaki yasal düzenlemelerin gereğidir.

Dava konusu vergi ve cezalara ilişkin ihbarnamelerin dayanağı vergi inceleme raporunun atıf yaptığı vergi tekniği raporundan, 27.07.2004-16.01.2012 tarihleri arasında Beşiktaş Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi; 16.01.2012 tarihinden itibaren Sultanbeyli Vergi Dairesi Müdürlüğü’nün mükellefi olduğu anlaşılan davacı adına, 2011 yılı için re’sen salınan bir kat vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ile kesilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin olarak Sultanbeyli Vergi Dairesi Müdürlüğü’nce … ve … numaralı ihbarnamelere dayalı olarak yapılan tarhiyatın Beşiktaş Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından yapılması gerekirken, ilgili yılda tarha yetkili olmayan Sultanbeyli Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından yapılmasında hukuka uyarlık bulunmadığından, yazılı gerekçeyle verilen vergi mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle; İstanbul 4. Vergi Mahkemesi’nin kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 19 Mayıs Atatürk' ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşsiz bir galibiyet olarak yer eden Kurtuluş…
  • ANONİM / LİMİTED ŞİRKET PAY SAHİBİ OLANLAR İLE DİĞER İLGİLİ ŞAHISLARIN ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI Türk Ticaret Kanununun 358 Ve 644. Maddelerine Göre Pay Sahipleri:> Sermaye…
  • YURT DIŞI İŞTİRAK PAYLARININ ELDEN ÇIKARMALARINA İLİŞKİN İSTİSNA Kurumların aktiflerinde bulunan iştirak hisselerinin satılması, buradan elde edilen kazançların…
Top