Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kanun Maddesi

Ceza Mad.

Kanun Maddesinde Sözü Edilen Fiil

2018 Yılında Uygulanacak Ceza Miktarı (TL) (Yeniden Değerleme Oranı %14,47)                                                                                           

10 dan Az Çalışanı Olan İşyerleri

10-49 Çalışanı Olan İşyerleri

50-+ Çalışanı Olan İşyerleri

AZ TEHLİKELİ (Aynı miktarda)

TEHLİKELİ (%25 artırılarak)

ÇOK TEHLİKELİ (%50 artırılarak)

AZ TEHLİKELİ (Aynı miktarda)

TEHLİKELİ (%50 artırılarak)

ÇOK TEHLİKELİ (%100 artırılarak)

AZ TEHLİKELİ  (%50 artırılarak)

TEHLİKELİ  (%100 artırılarak)

ÇOK TEHLİKELİ (%200 artırılarak)

MADDE 14 - İş kazası ve meslek hastalıklarının kayıt ve bildirimi

26/1-e

14/1 İş kazalarının ve meslek hastalıklarının kaydını tutmamak, gerekli incelemeleri yaparak bunlar ile ilgili raporları  düzenlememek, İşyerinde meydana gelen ancak yaralanma veya ölüme neden olmadığı halde işyeri ya da iş ekipmanının zarara uğramasına yol açan veya çalışan, işyeri ya da iş ekipmanını zarara uğratma potansiyeli olan olayları inceleyerek bunlar ile ilgili raporları düzenlememek.

2.319

2.898

3.479

2.319

3.479

4.638

3.479

4.638

6.957

26/1-e

14/2.İş kazalarını ve meslek hastalıklarını 3 iş günü içinde SGK'ya bildirmemek.

3.093

3.866

4.639

3.093

4.639

6.186

4.639

6.186

9.279

26/1-e

14/4.Sağlık hizmeti sunucularının iş kazalarını, yetkili sağlık hizmet sunucularının meslek hastalıklarını en geç 10 gün içinde SGK'ya bildirmemesi.

3.093

3.093

3.093

3.093

3.093

3.093

3.093

3.093

3.093

Yukarıdaki tabloya bakarak 2018 yılında 6331 sayılı Kanununa göre Çalışma ve İş Kur İl Müdürlükleri tarafından kesilen cezalar tahsilatı yapması SGK verilmiştir.

6331 sayılı Kanunun kapsamında olan işyerlerine İş Kazası ve Meslek Hastalıklarının zamanında bildirilmemesi,aynı zaman da Hizmet sunucuları da bunları bildirmemesi halinde İPC uygulanacaktır.

İşveren, aşağıdaki hallerde belirtilen sürede Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirimde bulunur:

  1. a) İş kazalarını kazadan sonraki üç iş günü içinde.
  2. b) Sağlık hizmeti sunucuları veya işyeri hekimi tarafından kendisine bildirilen meslek hastalıklarını, öğrendiği tarihten itibaren üç iş günü içinde.

Sağlık hizmeti sunucuları kendilerine intikal eden iş kazalarını, yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları ise meslek hastalığı tanısı koydukları vakaları en geç on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirir.

23.04.2015 (dahil) tarihinden sonra meydana gelen iş kazası veya sağlık hizmet sunucuları tarafından konulan meslek hastalığı tanısı nedeniyle 6331 sayılı Kanunun 14. maddesinde belirtilen bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere uygulanacak idari para cezalarına ilişkin iş ve işlemler SGK tarafından takip edilecektir.

6331/2.Maddesinde istisna tutulan işyerleri için ceza uygulanmayacaktır. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8950

KVK Kanunu kapsamında, Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik Taslağı Mayıs başında; Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik Taslağı ise Mayıs sonunda, Kişisel Verilerin Korunması Kurulu’nun resmi sitesinde duyuruldu.

Bildiğiniz üzere Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“Kanun”) 7 Nisan 2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun’un geçici 1.maddesinin 4.fıkrasında ise, Kanun’un yayımından itibaren 1 yıl içerisinde Kanun’daki yönetmeliklerin yürürlüğe konulacağı belirtilmiştir.

Bu yönetmelikler:

  1. Kanun’un m. 7/3 hükmündeki; kişisel verilerin silinmesine, yok edilmesine veya anonim hale getirilmesine ilişkin usul ve esasları belirleyen yönetmelik,
  2. Kanun’un m. 16/5 hükmündeki; Veri Sorumluları Siciline (“Sicil”) ilişkin usul ve esasları düzenleyen yönetmelik,
  3. Kanun’un m. 23/7 hükmündeki; Kişisel Verilerin Korunması Kurulu’nun (“Kurul”) çalışma usul ve esasları ile kararların yazımı ve diğer hususları düzenleyen yönetmelik,
  4. Kanun’un m.25/5 hükmündeki; Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun (“Kurum”) teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak, hizmet birimleri ile bu birimlerin çalışma usul ve esasları,Kanun’da belirtilen faaliyet alanı, görev ve yetkilerine ilişkin yönetmelik,
  5. Kanun’un m.30/7 hükmüyle değişik 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 47/6 hükmündeki; kişisel sağlık verilerinin işlenmesi, güvenliği ve ilgili diğer hususlara ilişkin olan yönetmelik (“Sağlık Verisi Yönetmeliği”) olmak üzere 5 yönetmelikten müteşekkildir.

Sağlık Verisi Yönetmeliği, 20 Ekim 2016’da yayımlanarak yürürlüğe girdi. Çoğunlukla iç işleyişe ilişkin olan Kurul’un çalışma usul ve esaslarını düzenleyen yönetmelik ile hizmet birimlerinin görev ve yetkilerine ilişkin yönetmelik çalışmaları Kurulca tamamlansa da henüz yayımlanmadı. Ayrıca, Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik Taslağı Mayıs başında, Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik Taslağı ise Mayıs sonunda Kurul’un resmi sitesinde (www.kvkk.gov.tr) duyuruldu.

Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik Taslağı

Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik Taslağı’nda (“Sicil Yönetmeliği”) öncelikle tanımlar maddesi dikkat çekmekte olup irtibat kişisi, Kişisel Veri İşleme Envanteri (“Envanter”), Kişisel Veri Saklama Ve İmha Politikası (“Politika”), Veri Sicil Bilgi Sistemi (“VERBİS”) ve yurt dışında yerleşik veri sorumlularının atayacağı temsilci gibi kavramlar ilk kez tanımlanmıştır.

Sicile Kayıt Yükümlülüğü

Sicil Yönetmeliği uyarınca veri sorumluları, kişisel veri işlemeden önce Sicile kaydolmalıdır. Sicil Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesini müteakip, mevcut veri sorumluları Kurul’un belirleyeceği sürede kayıt yükümlülüklerini gerçekleştirecektir.

Veri Sorumlularının Sicile Kayıtta Sunması Gereken Bilgiler

  • Veri sorumlusu ve varsa veri sorumlusu temsilcisinin kimlik ve adres bilgileri,
  • Kurul’un belirleyeceği başvuru formundaki bilgiler,
  • Kişisel veri işleme amaçları, veri konusu kişi grupları ve veri kategorileri,
  • Kişisel verilerin aktarılabileceği alıcı/alıcı grupları ile yabancı ülkelere aktarımı öngörülen kişisel veriler,
  • Veri güvenliğine ilişkin öngörülen ve Kurul’un belirlediği kriterlere göre alınan tedbirler,
  • Kişisel verilerin işlendikleri amaç için gerekli azami süre.

Sicil Yönetmeliği uyarınca veri sorumluları, Sicile ilk kayıtta ve kayıtlı kaldığı sürece her yıl Sicil ücreti ödeyecektir. Sicil Yönetmeliği m.5’te ticaret sicilinin aleniliğine benzer şekilde Sicilin kamuya açık tutulacağı ve tüm veri sorumlularının Sicile kaydolacağı belirtilmiştir. Burada hususiyetle Türkiye’de yerleşik olmayan veri sorumlularının da Sicile kaydolma zorunluluğu bulunduğunun altı çizilmelidir. Böylece, Türkiye’de yerleşik olmayan veri sorumlularına da veri işleme olanağı verileceği, ancak bu kişileri Sicile kaydederek söz konusu kişilerin Kurul’un gözetiminde tutulacağı ve söz konusu veri sorumlularının da idari yaptırımlara maruz kalabileceği hususları netleştirilmiştir.

Sicile açıklanacak bilgiler; Envantere dayanılarak ve VERBİS’teki başlıklar kullanılarak VERBİS üzerinden Sicile iletilmelidir. Sicil Yönetmeliği’nde de belirtildiği üzere veri sorumluları şirketlerine özgü ve iş süreçlerine bağlı gerçekleştirdikleri kişisel veri işleme faaliyetlerini; kişisel veri işleme amaçları, veri kategorisi, aktarılan alıcı grubu ve veri konusu kişi grubuyla ilişkilendirerek bir Envanter oluşturmalıdır. Öte yandan, Sicil Yönetmeliği m.9/5’te kişisel verilerin saklanması için gerekli azami süreleri belirlemek ve Envanterdeki bilgilerle uyumunu takip etmek üzere bir Politika hazırlanması gerektiği belirtilmiştir.

Sicil Yönetmeliği ile düzenlenen sorumluluk maddesinde ise tüzel kişilerde veri sorumlusunun tüzel kişiliğin kendisi olduğunu belirtilmiştir. Bununla birlikte tüzel kişiliğin temsile yetkili organının Kanun’daki yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi için görevlendirme yapabileceği; ancak Kanun’dan doğan sorumluluklarda yetkili organın bir veya birden fazla üyesine ya da tüzel kişilik içinde veya dışında herhangi bir kişiye sorumlulukların devredilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) m.375’te yönetim kurulu üyelerinin vazgeçilemez ve devredilemez görev ve yetkileri düzenlenmiştir. TTK m.367’de de anonim ortaklık esas sözleşmesine konulacak bir hüküm gereğince, yönetim yetkisinin “kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devredilmesine” olanak tanınmıştır. Sicil Yönetmeliği’nin söz konusu maddesi ile adeta TTK m.375’e bir fıkra eklenmek istenmektedir. Oysa usulüne uygun şekilde yönetim yetkisinin yönetim kurulu üyelerinden birine veya bir üçüncü kişiye devrinde artık yetkinin devredildiği konuda diğer yönetim kurulu üyelerinin herhangi bir sorumluluğu söz konusu olamaz. Zira genel bir hukuki prensip olarak “sorumluluk”, “yetkinin” bir sonucudur.

TTK uyarınca yönetim kurulu üyelerinin üst gözetim görev ve yetkisi dikkate alındığında, sorumluluğun bu kapsamda devam ettiği bir gerçektir. Bu itibarla Sicil Yönetmeliği uyarınca yönetim kuruluna sorumluluğun kül hâlinde yüklenmesine ve şirketlerin iç yönergeleriyle belirleyeceği kişilere devredilmemesine dair bir düzenlemenin TTK ile bağdaşmadığı açıktır. Kaldı ki böyle bir düzenlemeyle, uygulamada ve yabancı yatırımcıların ülkemizde yapacakları yatırımlarda ciddi olumsuzluklar gündeme gelebilecektir.

Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik Taslağı

Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik Taslağı (“Silme, Yok Etme veya Anonim Hâle Getirme Yönetmeliği”) ise 15 maddeden müteşekkil olup her ne kadar hukuki bir metin ise de daha ziyade teknik konulara değinen ve bilgi teknolojileri temalı düzenlemelerden ibarettir.

Politika hazırlanırken; kişisel verilerin kayıt ortamları, kullanılan hukuki ve teknik terimlerin tanımları, kişisel verilerin saklanmasını ve imhasını gerektiren sebeplere ilişkin izahat, hukuka aykırı erişime ve işleme faaliyetlerine karşı alınan teknik ve idari tedbirler, saklama ve imha süreçlerinde yer alanların isimleri ve sorumlulukları, saklama ve imha süre tablosu ve periyodik imha sürelerine ilişkin bilgiler yer alacaktır.

Buradaki en önemli husus veri sorumlularına öngörülen periyodik imha yükümlülüğüdür.
maddede de, söz konusu Politikayı hazırlayanların ilk periyodik imha işleminde, henüz Politika hazırlamamış olanlarınsa Sicile kayıt yükümlülüğünün ortaya çıktığı tarihi takip eden otuz gün içerisinde kişisel verileri sileceği, yok edeceği veya anonim hale getireceği belirtilmiş olup periyodik imha sürelerinin faaliyet alanı ve sektörel özellikler gözetilerek Kurulca belirleneceği ancak bu sürelerin 90 günden fazla olamayacağı belirtilmiştir. Silmenin imkânsızlığı sorunsalı ise m. 8/3 hükmüyle giderilmiş ve bazı Avrupa ülkelerinde de rastlanan silinmiş sayılma müessesi düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere, her iki taslak yönetmelikte de veri sorumlularına yönetmeliklerin yürürlüğe girmesinden itibaren birtakım yükümlülükler getirilmektedir. Her ne kadar söz konusu metinler henüz taslak olsa da, şirketlerin söz konusu çalışmaların sonucunda ilgili yönetmeliklerce yapılması zorunlu Envanter ve Politika başta olmak üzere, ilgili mevzuata uyum kapsamında kişisel verilerin korunması hususunda bir an evvel çalışmaya başlamaları gerekmektedir.

Türkiye’de yerleşik olmayan veri sorumlularına da veri işleme olanağı verileceği, ancak Sicile kaydederek söz konusu kişilerin Kurul’un gözetiminde tutulacağı ve söz konusu veri sorumlularının da idari yaptırımlara maruz kalabileceği hususları netleştirilmiştir.

Sicil yönetmeliğindeki bazı kavramlar

Veri Sorumluları Sicili Hakkında Yönetmelik Taslağı 5 Mayıs 2017 tarihinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından internet sitesi üzerinden (kvkk.gov.tr) kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

  • İrtibat kişisi

Türkiye’de yerleşik olan veri sorumluları ile yurt dışında yerleşik olan ve tüzel kişi veri sorumlusu temsilcisi atayan veri sorumluları Sicile kayıt ve diğer işlemler için bir irtibat kişisi atamakla yükümlüdür.

  • VERBİS

Veri sorumlularının Sicile başvuru ve Sicille ilgili diğer işlemlerde kullanacakları ve internet üzerinden erişilebilen bilişim sistemine VERBİS denmektedir.

  • Kişisel veri işleme envanteri

Veri sorumlularının iş süreçlerine bağlı olarak gerçekleştirdikleri kişisel veri işleme faaliyetlerini, amaçlarını, veri kategorisi, aktarılan alıcı grubu ve veri konusu kişi grubuyla ilişkilendirilerek oluşturdukları ve detaylandırdıkları envanteri ifade etmektedir.

  • Kişisel veri saklama ve imha politikası

Sicile kayıt yükümlülüğü olan veri sorumluları,  kişisel veri işleme amaçlarının gerektirdiği azami veri işleme sürelerini belirlemek için dayanak olan bir politika düzenlemekle yükümlüdür.

  • Temsilci

Yurt dışında yerleşik veri sorumlularının,Türkiye’de yerleşik olan bir tüzel kişiyi ya da Türk vatandaşı bir gerçek kişiyi temsilci olarak atamaları gerekmektedir.

Silme, yok etme veya anonim hale getirme yönetmeliğindeki bazı kavramlar

Kişisel Verilerin Silinmesi, Yok Edilmesi veya Anonim Hale Getirilmesi Hakkında Yönetmelik Taslağı

  • Silme

Silme, tamamen veya kısmen otomatik yollarla işlenen kişisel verilerin silinmesi; söz konusu kişisel verilerin ilgili kullanıcılar tarafından hiçbir şekilde erişilemez ve tekrar kullanılamaz hale getirilmesi işlemidir.

  • Silinmiş sayılma

Kişisel verilerin silinmesi işlemi, diğer verilere de sistem içerisinde erişilememe ve bu verileri kullanamama sonucunu doğuracak ise; Kişisel verilerin ilgili kişiyle ilişkilendirilemeyecek duruma getirilerek arşivlenmesi, Başka herhangi bir kurum, kuruluş ve/ veya kişinin erişimine kapalı olması, Kişisel verilere yalnızca yetkili kişiler tarafından erişilmesini sağlayacak şekilde gerekli her türlü teknik ve idari tedbirlerin alınması kaydıyla kişisel veriler silinmiş sayılacaktır.

  • Yok etme

Yok etme, bilgilerin saklandığı veri saklamaya elverişli tüm fiziksel kayıt ortamlarının tekrar geri getirilemeyecek ve kullanılamayacak hale getirilmesidir.

  • Periyodik imha

Periyodik imha, Kanunda yer alan kişisel verilerin işlenme şartlarının tamamının ortadan kalkması durumunda kişisel verileri saklama ve imha politikasında belirtilen ve tekrar eden aralıklarla resen gerçekleştirilecek silme, yok etme veya anonim hale getirme işlemini ifade eder.

  • Anonim hâle getirme

Anonim hâle getirme, kişisel verilerin başka verilerle eşleştirilse dahi kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişiyle ilişkilendirilemeyecek hale getirilmesidir. Av. Lerzan Nalbantoğlu/Deloitte Times

İş Mahkemeleri Kanunu 12 Ekim 2017 tarihinde TBMM'de kabul edilmiş olup, 25 Ekim 2017 tarihli ve 30221 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Yasanın genel gerekçesinde ifade edildiği üzere 1950 yılından bugüne kadar geçen zaman da dikkat alınarak 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun yetersiz kaldığı ve 6100 Sayılı Kanun hükümleri de, dikkate alınarak yeni bir yargılama usulü hükümleri oluşturulmuştur. Yasa teknik anlamda, usul hükümlerine ilişkin değişikler içerdiği gibi maddi hukuka ilişkin İş Kanunu, Arabuluculuk Kanunu ve Sendikalar Kanunu'nda da, değişiklikler getirmektedir.

Açıklamalar

Öncelikle Yasa ile, yeni bir usul kanunundan öte yargılama üzerinde ciddi anlamda yük teşkil eden çalışma hayatının uyuşmazlıklarının yargı önüne gelinmeden çözülmesi amaçlanmaktadır. Bu konuyla ilgili en çarpıcı rakamsal değer 2016 yılı sonu itibariyle sadece Yargıtay'da bakılan 780 bin civarındaki uyuşmazlığın yaklaşık %15'i iş uyuşmazlıklarından kaynaklanmaktadır.

Yasa ile işçi-işveren ilişkilerindeki temel değişiklikler nelerdir? Basında da yer alan bireysel ve toplu iş sözleşmelerine dayanan işçi alacağı ve işe iade taleplerinde arabuluculuğu zorunlu hale getirilmesi çalışma hayatına, uyuşmazlıkların çözümüne nasıl etki edecektir? Yasa kapsamında yer alan temel değişiklikler ile iş uyuşmazlıklarında dava şartı haline getirilen zorunlu arabuluculuk sürecinin uygulama usul ve esaslarını ele almaya çalışacağız.

A) ARABULUCUĞA İLİŞKİN DÜZENLEMELER

Öncelikle arabuluculuk ne demektir kısaca tanımlamak isteriz; 6325 sayılı Arabuluculuk Kanunu'nun 2. maddesin de, Arabulucu, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması halinde çözüm önerisi de getirebilen uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemini ifade eder.

Tanım metninde, bold olarak belirttiğimiz kısım Yasa ile 2. maddeye eklenmiştir. Arabulucuya çözüm önerisi getirme yetkisi verilmiştir. Ayrıca arabulucuya unvanını uzmanlık alanıyla birlikte örneğin "hesap uzmanı arabulucu" gibi kullanma imkânı tanınmıştır.

1- Dava Şartı Olarak Zorunlu Arabuluculuk Nedir?

Yasaya göre bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Bu kapsamda, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davaları ile SGK rücu davaları hariç kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı, sendikal tazminat, ücret alacağına ilişkin tüm talepler için dava açmadan önce arabulucuya başvurulması zorunluluk haline geline gelmiştir.

Ayrıca düzenleme öncesi İş Mahkemeleri'nde görülmeyen Borçlar Kanunu'ndan düzenlenen genel hizmet sözleşmeleri, pazarlamacılık ve evde hizmet sözleşmeleri de, İş Mahkemeleri'nin görevine dahil edilmiştir.

Arabuluculuk sürecine başvuru, karşı tarafın yerleşim yerinin veya davaya konu iş yerinin bulunduğu arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun görevlendireceği sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğüne yapılacaktır.

2- Arabulucu Kendisine Yapılan Başvuruyu Kaç Hafta İçerisinde Sonuçlandıracaktır?

Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içerisinde sonuçlandıracaktır. Zorunlu hallerde bu süre en fazla uzatılabilir. Taraflardan herhangi birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetini sona ermesi halinde davada kısmen veya tamamen haklı çıksa dahi yargılama giderinden sorumlu tutulur. Bu taraf lehine vekalet ücretine de, hükmedilmez. Her iki tarafta katılmazsa yargılama gideri kendi üzerlerine bırakılır. Asıl işveren-alt işverene karşı işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.

Dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulması halinde anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh bu şerh arabuluculuğun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesi tarafından verilecektir. Şerhin asıl uyuşmazlık hakkında görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden talep edilmeyecektir.

Taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır. Anlaşılan hususlarda taraflar dava açamayacaktır.   

3- Arabuluculuk Görüşmelerine Kimler Katılabilir ?

Arabuluculuk görüşmelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. İşverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı da görüşmelerde işvereni temsil edebilir, bu halde pekâlâ İK Müdürleri/Direktörleri de, arabuluculuk görüşmelerine katılabilecektir. Bu imkanın uyuşmazlıkların çözümüne ciddi anlamda katkı sağlayacağını, uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayacaktır. Ayrıca arabuluculuk müzakerelerine uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişilerde, hazır bulundurulabilir.

B) 4857 SAYILI İŞ KANUNU'NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

1- İşe İade Davalarında Zorunlu Arabuluculuk Nasıl Uygulanacaktır?

İşveren tarafında fesih işleminden sonra işe iadesini talep eden işçi, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda işçi ve işveren tarafının işe iade konusunda anlaşmaya varamamaları halinde, arabulucu tarafından son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilecektir. İşe iade davasının, arabulucuya başvurmaksızın doğrudan açılması durumunda dava, dava şartı eksikliğinden reddedilecek olup, kesinleşen kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde taraflar arabulucuya başvurabilecektir.

İş Kanunu'nun 20. Maddesinin 1. ve 3. fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir :

" İş Sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması halinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içinde iş mahkemesine dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi halinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden 2 hafta içinde arabulucuya başvurulabilir. Dava ivedilikle sonuçlandırılır. Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması halinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir "

2- İşe Başlatılmama Durumunda Ödenecek Tazminat Miktarı Parasal Olarak Belirlenecektir

Yasa, İş Kanunu'nun 21. maddesinde köklü değişiklik yapmıştır. Bu değişiklikle artık boşta geçen süre ücret alacağı olarak belirttiğimiz 4 aya kadar ücret alacağı ve işçinin işe iade alınmaması halinde 4 aylık maaş tutarında az olmamak üzere ödenen tazminat miktarının parasal miktar olarak belirlenmesini hükme bağlamıştır.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların, işçinin işe başlatılması konusunda anlaşmaları durumunda taraflar; işe başlatma tarihini, işe başlatılmama durumunda ödenecek olan tazminatı ve diğer hakların parasal miktarını da belirlemek zorundadırlar. Aksi takdirde anlaşma sağlanamamış sayılacak ve son tutanak buna göre düzenlenecektir. İşçinin kararlaştırılan tarihte işe başlamaması halinde fesih geçerli hale gelecek ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olacaktır.

İşçinin hesaba esas ücretinin ise dava tarihindeki bir başka deyişle iş akdinin feshedildiği tarihteki ücreti olacağı belirtilmiştir. İşe iade davası bu değişiklikle birlikte tespit davası özelliğini kaybetmiştir. Zira işçi alacak miktarı da, belli olduğu için alacağını direkt olarak icraya koyabilecektir.

3- Yıllık Ücretli İzin ve Tazminat Alacaklarında Zamanaşımı Süresi 5 Yıldır

Yasayla İş Kanunu'na ek madde eklenerek aşağıdaki alacakların zamanaşımı süresi kanun yürürlüğe girdikten sonra sona eren iş sözleşmeleri için geçerli olmak üzere hangi kanuna tabi olursa olsun 5 yıl olarak belirlenmiştir :

  • Yıllık ücretli izin,
  • Kıdem tazminatı,
  • Kötüniyet tazminatı,
  • İş sözleşmenin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat,
  • Eşit davranma eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshiden kaynaklanan tazminat. ​

4- İş Kanunu 91. Maddesinde Yapılacak Değişiklikle Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerinin İnceleme Yetkisi Sınırlandırılmaktadır

Zorunlu arabuluculuk müessesine paralel olarak, Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerinin "iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin" kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin şikayetleri inceleme yetkisi kaldırılmaktadır. İş sözleşmesi devam eden işçiler bakımından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iş müfettişleri eliyle denetim ve teftiş yetkisi devam edecektir. İş sözleşmesi fiilen sona eren işçiler ise doğrudan arabulucuya başvuracaklardır.

C) USUL YÖNÜNDEN YAPILAN DEĞİŞİLİKLER

Yargılamanın hızlandırılması amacıyla aşağıda belirtilen kararlar hakkında temyiz yoluna kapatılarak, Yargıtay denetimi dışında bırakılmıştır : ​

  • İşe iade davaları,
  • İşveren tarafından toplu iş sözleşmesi veya işyeri düzenlemeleri uyarınca işçiye verilen disiplin cezalarının iptali için davalarda verilen kararlar,
  • İşyeri sendika temsilcilerinin işe iade davaları (6356 Sayılı Kanun 24/1 md).
  • İşletme toplu iş sözleşmesi yapılacak işyerlerinin aranılan niteliğe sahip olup olmadıklarına ilişkin uyuşmazlıklara konu tespit davaları (6356 Sayılı Kanun 34/5 md).
  • Uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan davalar (6356 Sayılı Kanun 53/1 md).
  • Taraflardan her biri, karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespitine ilişkin davalar (6356/71/1 md).

Yukarıda anılan davalar yönünden Bölge Adliye Mahkemesi'nin verdiği kararlar kesin olacaktır.

Genel olarak Yasa ele alındığında, objektif olarak yasanın temelinde ekonomik mantık bulunduğu, her iki tarafında kazandığı, mutlu olacağı çözümün amaçlandığı anlaşılmaktadır. Zira işçinin amacı, alacaklarına bir an önce kavuşmakken, işverenin amacı ise ekonomik olarak en avantajlı çözüm olacaktır. Yasa, Cumhurbaşkanı'nın onayından sonra Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, zorunlu arabuluculuk ve işe iade davasının hüküm ve sonuçlarına ilişkin hükümler ise 1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girecektir.  www.kpmgvergi.com

Geçtiğimiz hafta başında SGK sitesinde yayınlanan duyuru yeni bir uygulama gibi yorumlanmaya kalkışıldı.

Fiili Hizmet zammını köşemizden yazısı dizisi yaparak siz okurlarımızla buluşturmuştuk.

‘’ 5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında fiili hizmet süresi zammına tabi olan işyerlerinde çalışan sigortalıların çalışılan ayın bazı günlerinde kapsam dışı işlerde geçen süreleri ile kapsamda olan işlerde fiilen çalışmayarak risklerine maruz kalmadıkları 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda belirtilen tatil günleri ile yıllık izin, ücretsiz izin, ücretli izin, sıhhi izin ve eğitim kurs süreleri 5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında değerlendirilmemektedir.’’ denilmiştir.

Yazılarımızda zaten bunu açıklamasını yapmamıza rağmen ısrarla yeni uygulama diye sigortalılara aktaran köşe yazıları görsel ve sosyal medya da bilgi kirliliği yaratıyor.

5510/40’ıncı maddesinde Fiili Hizmet zammı kanunla açıklanmış,konuyla ilgili yönetmelik ve genelgeler belirlenmiş,SGK çalışanlarına eğitimleri verilmiştir.

SGK tarafından yayınlanan iç yazı da yapılan incelemelerde Fiili Hizmet kazanılması mümkün olmayan dönemlerde eski yıllardan 2008/10 önce alışkanlığı sürdüren kamu /özel sektör kuruluşları ayrıntılara dikkat etmeden fiili hizmette 30 gün beyan esası yaparak haksız yere hem sigortalılık süresi,günü hem de emeklilik yaşında yaştan düşürecek süre ihlali yapıldığı görülmüştür.

9 yıl üzerine uyarı mahiyetinde bir duyuru ele alınmış,bu duyur da  30 gün Fiili Hizmet çalışmayacak işyerlerinden en fazla 26 gün Fiili Hizmetli APHB 4 günde Fiili Hizmet ihtiva etmeyen APHB düzenlemesi yoluna gidileceği hatırlatılmıştır.

Yönetmelikle birlikte  fiili hizmeti okurlarımıza kısaca açıklıyoruz.

Yönetmelik, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa tabi işyeri, işveren, kamu idareleri ve sigortalılar açısından fiili hizmet süresi zammı uygulamasına ilişkin usul ve esasları kapsar.

Fiili hizmet süresi zammı uygulamasından 5510/ 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve tablonun birinci sütunundaki işler yada işyerlerinde çalışan ve ikinci sütunda belirtilen işleri yaparak söz konusu işlerin risklerine maruz kalan sigortalılar yararlandırılır.

FİİLİ HİZMETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Sigortalıların fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmeleri için, 5510/40’da  yer alan işyeri ve işlerde;

  • Fiilen çalışarak söz konusu işlerin risklerine maruz kalmaları ,
  • Bu sürelere ait çalışılan prim ödeme gün sayıları ile 5510/ 81 inci maddesinde belirtilen prim  tutarları yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan prim belgesi ile SGK’na bildirilir. 
  • Fiili hizmet süresi zammı kapsamına tabi işyerlerinde ve işlerde malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta kollarına tabi çalışanlar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılır.
  • Bunların dışında  kısa vadeli sigorta kollarına tabi çalışanlarla sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılmaz.
  • Kontrol, denetim ve idareciliğin gerektirdiği gözlem ve benzeri amaçlarla kısa süreli çalışmalar, bu işlerin fiilen yapılmayıp işin yönetim görevinin yapılması ile birinci fıkrada yer alan tablodaki işleri yapmakla birlikte işin otomasyonla yapılması, ileri teknolojilerin kullanılması gibi sebeplerle riskin ve zararlı faktörlerin etkilerinin ortadan kalktığı durumlarda sigortalılar fiili hizmet süresi zammı uygulamasından yararlandırılmaz.
  • Fiili hizmet süresi zammı kapsamına tabi işyerlerinde ve işlerde çalışmadığı halde, söz konusu işyerleri ve işler kapsamında gösterilmek suretiyle fiili hizmet süresi zammından yararlandığı tespit edilenlerin bu süreleri iptal edilir.

Yaptıkları iş nedeniyle tabloda belirtilen işyeri ve işlerden aynı anda birden fazlasına tabi olan sigortalılara en yükseğine göre fiili hizmet süresi zammı verilir.

FİİLİ HİZMET SÜRESİ ZAMMI ÖZET TABLOSU

Sektör

Güne İlave

Yaştan İndirim İçin Staj Süresi

Yaştan İndirim Oranı

Yaştan İndirim Süresi

(1) ila (9), (11), (12) ve (15), (16), (17) , (18) ve (19) sıralarında yer alanlar için

5 Yıl

3600

Yarısı 3 Yılı Geçmemek Üzere

(18) numaralı sırada yer alanlar için de azami süre 3 yıl ancak FHSZ’nin yarısı değil tamamı dikkate alınmaktadır.

2,5

(13) ve (14). sıralarında yer alanlar için

8 Yıl

3

(10). sırada yer alan

Sınırlama Yok

1800

Tamamı Sınırlama Yok

Sınırlama Yok

Tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarda çalışan sigortalıların fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmeleri için çalışmanın ilgili kamu idaresinde ve belirtilen kadro veya unvanlarda geçmesi, (18) numaralı sırasında yer alanların ise bu görevleri yapması gerekir.

Tablonun (18) numaralı sırasında yer alanlar hariç, fiili hizmet süresi zammı kapsamında olan işyerlerinde çalışan sigortalıların çalışılan ayın bazı günlerinde kapsam dışı işlerde geçen süreleri ile kapsamda olan işlerde fiilen çalışmayarak risklerine maruz kalmadıkları 17/3/1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda belirtilen tatil günleri ile yıllık izin, ücretsiz izin, ücretli izin, sıhhi izin ve eğitim kurs süreleri Kanunun 40 ıncı maddesi kapsamında değerlendirilmez. (13) ve (14) numaralı sıralarda çalışan sigortalıların ise ücretsiz izin süreleri dışındaki diğer süreleri 40 ıncı madde kapsamında değerlendirilir.

Tablonun (10) numaralı sırasında yer alan yeraltı işlerinin maden ocakları (elementer cıva bulunduğu saptanan cıva maden ocakları hariç), kanalizasyon ve tünel yapımı gibi yer altında yapılan işlerde çalışanlar için 11/9/2014 tarihinden itibaren, fiili hizmet süresi zammından yararlandırılacakları dönem içerisinde kalan; yıllık ücretli izin, sıhhi izin, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri ile eğitim, kurs, iş öncesi ve sonrası hazırlık sürelerinde fiilen çalışma ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalma şartı aranmaz. Vedat İlki

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8949

Sahte sigortalılığın tespit edilmesi halinde kişinin sigortalılığı iptal edildiği gibi aylık bağlanmışsa kesilir. Ayrıca ödenen aylıklar, SGK’nın tespit tarihinden geriye dönük olarak kişiden faiziyle birlikte geri istenir.

4 SORU CEVAP

1- Soru: Sahte sigortalılarla ilgili yazınızı okudum. Şu an sizin de yazdığınız kategoriye giren bir tanıdığım var. Bu kişi ev hanımı fakat mühendis olarak akrabasının şirketinde sigortalı gösteriliyor. Bu kişi sigortalı gösterildiği ilde ikamet etmiyor. Bu konuyla ilgili ne yapılabilir?

Büyük riske dikkat!

Cevap: Bir kişinin sigortalı yani 4/A’lı olması için bir fiil çalışıyor olması gerekir. Kişinin çalışmadığı halde sigortalı gösterilmesi sahte sigortalılık anlamına gelir. Bu durumun SGK tarafından tespit edilmesi halinde kişinin sigortalılığı iptal edildiği gibi bu sigortalılık nedeniyle aylık veya gelir bağlanmış ise bu aylık ve gelir de kesilir. Buna ilave olarak sahte sigortalılık nedeniyle bağlanan aylık tespit tarihinden geriye dönük olarak kişiden faiziyle birlikte geri istenir. Dolayısıyla sahte sigortayla emekli olan kişi çok büyük bir parayı geri ödemek durumunda kalabilir. Bu çok büyük risk anlamına gelmektedir.

2- Yıpranmaya tabi çalışma

Soru: 18.09.1979 doğumluyum, 1997’de astsubay sınıf okuluna girdim 1 yıl sınıf okulunun ardından 1998 senesinden günümüze kadar fiilen görev yapmaktayım. TSK emeklilik yaş hesaplama programına göre emekli olabileceğim yıl Aralık 2026 gözüküyor. Bu tarihte toplam hizmet sürem 29 yıl 4 ay olacaktır. Ben ve benim emsalim birçok meslektaşım bu hesaplamada bir yanlış olduğunu düşünmekteyiz. Emekli olabileceğim yaşı söyleyebilir misiniz? (Mustafa A)

Cevap: Emeklilik için 25 yıl ve 53 yaş şartlarına tabisiniz. Yıpranmaya tabi çalışmalarınız olduğu için 4 yıl 11 ay eksik hizmetiniz kalmış durumda. 13.09.2025’te emekli olabilirsiniz. Bu tarih yıpranmaya tabi çalışmanızın devam etmesi halinde geçerlidir. 18 yaş öncesindeki astsubay nesbedilmeden önceki süreler emekliliğinizde dikkate alınmaz.

3- Yetim aylığı alamazsınız

Soru: 2016’da engelli hakkımı kullanarak 17 yılımı kazanıp SGK’dan emekli oldum. Fakat babam ve annem de SSK emeklisi. Biri öldüğü takdirde maaş alma şansım olur mu? (Ayşegül S)

Cevap: Kız çocuklarının yetim aylığı alabilmesi için çalışmıyor veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık almıyor olması gerekir. Bu nedenle anneniz veya babanız vefat ederse siz kendi çalışmalarınız nedeniyle SGK’dan emekli aylığı aldığınız için anne veya babanızdan yetim aylığı alamazsınız.

4- Doğum borçlanması yaparak emekli olur

Soru: Eşim 1 Mart 1978 doğumlu, 1995 sigorta girişi var ve yaklaşık 1000 gün ödenmiş sigortası bulunuyor. 4 çocuk var. Eşim emeklilikte kaç yaşa tabi; en erken nereden ve kaç gün ödeyerek emekli olabilir? (Eşref G)

Cevap: Eşiniz emeklilik için 5750 prim günü, 20 yıl sigortalılık ve 51 yaş şartlarına tabi. Sigortalılık süresi şartı dolmuş. Ancak prim günü eksik ve yaşı da 2029’da doluyor. Ancak 2029’da da primleri dolmamış olacak. Dolayısıyla doğum borçlanması yapmasında fayda var. Üç çocuk için doğum borçlanması yapabilir. Bu sayede 3160 prim günü olur ve 2029’a kadar 2590 gün daha prim ödeyerek emekli olabilir. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/sahte-sigortalinin-maasi-c2kesilir-faiziyle-geri-istenir-c2/haber-679600

Perşembe, 16 Kasım 2017 09:12

Sermayeyi Kontrol Zamanı

Artık mali yılın da sonuna yaklaşıyoruz. Yılsonu, bazı sermaye şirketleri için aynı zamanda sermaye artırımının zamanını da ifade ediyor. Sermaye artırımının yapılması, burada bazı şirketler için de mevzuatın doğurduğu menfaat gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle yılın son iki çeyreğindeki yabancı para değerlerindeki artışlar dolayısıyla dövizli borçların değerlenmesi sonucu şirketlerde hem kur farkı zararlarının oluşması hem de borçların şişmesi söz konusudur. Bu olgu ise özellikle döviz cinsinden borcu olan şirketlerin Ticaret Kanunu'nun 376. maddesine dikkat etmeleri gereğini ortaya çıkarmaktadır.

376. madde; son yıllık bilânçodan sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığının anlaşıldığı hallerde yönetim kuruluna durumu derhal genel kurula bildirme, bu toplamın üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığının anlaşılması durumunda ise genel kurula üçte bir sermaye ile yetinme yahut sermayenin tamamlanması kararını alma yükümlülüğü getirmiştir. Aksi halde şirket feshedilmiş sayılır. Yönetim kurulu, şirketin borca batık bulunduğu şüphesini uyandıran emarelerin mevcut olması halinde ise aktiflerin satış fiyatları esas alınarak bir ara bilânçosu tanzim etmek yükümlülüğü altındadır. Şirketin aktiflerinin şirket alacaklarının alacaklarını karşılamaya yetmediği hallerde ise yönetim kurulunun durumu derhal mahkemeye bildirmesi, iflası veya iflasın ertelenmesini talep etmesi gerekmektedir. Yönetim kurulunun bu görevlerindeki ihmali, Türk Ceza Kanunu karşısında görevi ihmal suçunu (md.257/2) oluşturur.

Sermaye artırımı kanunen zorunlu olmadığı halde, vergi mevzuatı dolayısıyla şirket menfaati gereği sermaye artırımının gerekli olmasına yol açan müessese ise, “örtülü sermaye faizi” müessesesidir.

Kurumlar Vergisi Kanunu'nda örtülü sermaye müessesesi ile kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları her türlü borcun, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye kabul edilmiştir. Bir başka anlatımla bu müessese, kurumların borç maliyetlerini gider olarak yazma sınırını belirleyen bir müessesedir.

Alınan borçların örtülü sermaye sayılan kısmı için ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları, vade farkları ve benzeri giderler kanunun 11/b maddesi gereğince kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılamamaktadır. Yani kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması gerekmektedir. Öte yandan bu tutarlar, ilişkili kişiye dağıtılan kâr payı olarak nitelendirilmekte, ödeme yapılanın gerçek kişi olması halinde stopaj mükellefiyeti doğmakta ve geliri elde eden açısından kâr payı statüsünde vergilendirmeye yol açmaktadır.

Burada kurumların yapmış oldukları borçlanmaların örtülü sermaye olup olmadığı yönündeki tespit, borçların hesap dönemi başındaki bilançoda yer alan öz sermaye ile kıyaslanması suretiyle yapılmaktadır. Kurumun dönem başı öz sermayesinin sıfır veya negatif değerler taşıması durumunda, söz konusu kurumun ortak ve ortaklarla ilişkili kişilerden yaptığı borçlanmaların tamamı örtülü sermaye olarak değerlendirilmektedir.

Bu durum kurumlara, dönem başında öz sermayelerini gerekli şekilde oluşturarak, dönem içinde örtülü sermaye durumunun oluşmaması için borçlanmalarını önceden planlayabilme olanağını da sağlamıştır.

2018 yılı için 2017 yılı sonu itibariyle geçerli olan öz sermaye miktarı, maliyetleri gider yazılabilecek borçların belirlenmesinde temel teşkil edecektir. Örtülü sermaye kapsamına giren borçları bulunan kurumların sermayelerini dış kaynaklardan artırmak suretiyle, ilişkili kişilerden borçlanmalarda daha uygun bir konum yaratabilirler. İç kaynaklardan yapılacak sermaye artırımının ise öz sermayeyi artırıcı bir etkisinin olmadığı da unutulmamalıdır.

Bu nedenle ilişkili kişilerden borçlanan kurumların 2018 yılında öz sermayelerinin yüksek olması için, yılsonuna kadar gerekli sermaye artırımını yapmalarında yarar vardır.

Öte yandan nakit sermaye artırımlarını teşvik maksadıyla 6637 sayılı Kanun'la Kurumlar Vergisi Kanunu'nun “diğer indirimler” başlıklı 10. maddesine eklenen (ı) bendi ile şirketlerin nakit yoluyla sermaye artırımlarını teşvik etmek, bu yolla yabancı kaynak yerine özkaynağa yönelmelerini temin etmek amacıyla yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu düzenlemeye göre “sermaye şirketleri, ticaret siciline tescil edilmiş olan ödenmiş veya çıkarılmış sermaye tutarlarındaki nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından indirimden yararlanılan yıl için en son açıklanan "Bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı" dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın yarısı” kurumlar vergisi beyannamesinde kurum kazancından indirileceklerdir.

Sermaye şirketlerinin bu aktardıklarımız ışığında mevcut sermayelerini gözden geçirmelerinde yarar vardır. Bu yılda bu konuyu hatırlatayım istedim. Bumin Doğrusöz

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sermayeyi-kontrol-zamani/390878

Kazanç istisnası

Bilindiği üzere; 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu 2001 yılından itibaren yürürlüktedir. “Teknoloji Geliştirme Bölgesi (Bölge)” anılan kanundaki tanımıyla; “Yüksek/ileri teknoloji kullanan ya da yeni teknolojilere yönelik firmaların, belirli bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü ya da Ar-Ge merkez veya enstitüsünün olanaklarından yararlanarak teknoloji veya yazılım ürettikleri/geliştirdikleri, teknolojik bir buluşu ticari bir ürün, yöntem veya hizmet haline dönüştürmek için faaliyet gösterdikleri ve bu yolla bölgenin kalkınmasına katkıda bulundukları, aynı üniversite, yüksek teknoloji enstitüsü ya da Ar-Ge merkez veya enstitüsü alanı içinde veya yakınında; akademik, ekonomik ve sosyal yapının bütünleştiği siteyi veya bu özelliklere sahip teknoparkı” ifade etmektedir.

Anılan kanununun geçici 2'nci maddesindeki hüküm uyarınca;

- Anılan kanuna uygun ve anonim şirket olarak kurulan, Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nin yönetimi ve işletmesinden sorumlu yönetici şirketlerin bu kanun uygulaması kapsamında elde ettikleri kazançlar ile

- Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, münhasıran bu bölgedeki yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançları,

31/12/2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden müstesnadır.

Yapılan düzenlemeyle, teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren mükelleflerin, münhasıran bu bölgedeki yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlar, faaliyete başlanılan tarihten bağımsız olmak üzere, 31/12/2023 tarihine kadar gelir ve kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Bölgede faaliyette bulunan mükelleflerin bölge dışında gerçekleştirdikleri faaliyetlerinden elde ettiği kazançlar, yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinden elde edilmiş olsa dahi istisnadan yararlanamaz.

Bu istisnanın uygulanabilmesi için mükellefler bağlı bulundukları vergi dairesine başvuruda bulunurlar. Söz konusu istisnanın uygulanabilmesi için bu başvuruya, yönetici şirketten alınacak olan vergi mükellefinin Bölgede yer aldığını ve mükellefin faaliyet alanlarını gösteren belgeler de eklenir.

Kazanç istisnasında yeni getirilen şartlar

1 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7033 sayılı “Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”unla 4691 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmış olup, söz konusu değişiklik kapsamında bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu kazançlarının gayri maddi hakların satılması, devri veya kiralanmasından elde edilmesi halinde, istisnadan yararlanılmasını belli şartlara bağlamaya Bakanlar Kurulu, bu kapsamda uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yetkili kılınmıştır.

Anılan yetkiye dayanarak hazırlanan 2017/10821 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı 19.10.2017 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmış olup, anılan kararla; Bölgede faaliyet gösteren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin bu kazançlarının gayri maddi hakların satılması, devri veya kiralanmasından elde edilmesi halinde, istisnadan yararlanılması için iki temel konuda şart getirilmiştir. Bunlar;

1- İstisnaya konu hakların niteliğine göre ilgili mevzuat çerçevesinde tescile veya kayda yetkili kuruma başvurularak patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanması gerekliliği,

2- Söz konusu karar kapsamında patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer belgelere bağlanan gayri maddi haklardan kaynaklanan kazancın istisnadan yararlanacak kısmının, kazancı doğuran faaliyet kapsamında gerçekleştirilen nitelikli harcamaların toplam harcama içindeki payı ile sınırlandırılmasıdır.

Anılan karara göre; faydalı model belgesi, tasarım tescil belgesi, telif hakkı tescil belgesi, entegre devre topografyası tescil belgesi, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı hakkı tescil belgesi vb. belgeler “fonksiyonel olarak patente eşdeğer belge” olarak kabul edilecektir.

Sipariş üzerine yapılan ve doğabilecek tüm gayri maddi hakların sözleşme hükümleri çerçevesinde siparişi verene ait olacağı işlerde olduğu gibi, faaliyeti gerçekleştiren lehine gayri maddi hak doğmayan durumlarda, mükelleflerin bölgedeki faaliyetleri dolayısıyla elde edeceği kazançlar istisnadan yararlanamayacaktır. İlgili mevzuat çerçevesinde telif hakkı tescil belgesine bağlanan yazılım faaliyetlerinden elde edilen kazançlara ise istisna uygulanacaktır.

Son 5 hesap döneminin ortalaması dikkate alınmak suretiyle; gayri maddi haklardan elde edilen yıllık brüt gelirleri 30 milyon TL’yi ve dahil olduğu şirketler grubunun (herhangi bir gruba dahil değilse kendisinin) yıllık net satış hasılatı toplamı 200 milyon TL’yi aşmayan mükelleflerin Ar-Ge faaliyetlerine yönelik patentlenebilirlik kriterlerini (yenilik, buluş basamağı, sanayiye uygulanabilirlik gibi) taşıyan gayri maddi haklardan ve ilgili mevzuat kapsamında aranan şartları haiz tasarım faaliyetlerinden doğan gayri maddi haklardan elde ettikleri kazançları ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan alınan “proje bitirme belgesi”ne dayanılarak istisnadan yararlanabilecektir. Bu durumda patent veya fonksiyonel olarak patente eşdeğer bir başka belge aranmayacaktır.

Yukarıda 2 numaralı sınırlamada adı geçen “nitelikli harcamalar”; gayri maddi hakkın elde edilebilmesi için, mükellefin kendisi tarafından yapılan ve gayri maddi hak ile doğrudan bağlantılı harcamalar ile ilişkisiz kişilerden sağlanan ve aynı mahiyeti taşıyan fayda ve hizmet bedellerinin toplamıdır. Bu harcamalardan aktifleştirilerek amortismana tabi tutulması gerekenler de gerçekleştirildikleri dönemde, amortisman öncesi tutarlarıyla, toplama dahil edilecektir. Mükellef tarafından yapılsa dahi “faiz giderleri” ve “bina maliyetleri” gibi, yürütülen yazılım, tasarım ve Ar-Ge faaliyetiyle doğrudan ilişkili olmayan her türlü maliyet unsuru hem toplam harcamalar hem de nitelikli harcamalar dışında tutulacaktır.

İstisnanın uygulanacağı kazanç kısmının tespitinde, gayri maddi hak satın alma bedelleri (lisans ve benzeri bedeller dahil) ve ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri toplam harcama tutarına dahil edilirken, nitelikli harcamalar tutarına dahil edilmeyecektir. (Ancak; Avrupa Birliği'ne tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren vergilendirme döneminin sonuna kadar, yurt içinde yerleşik ilişkili kişilerden sağlanan fayda ve hizmet bedelleri nitelikli harcamalar tutarına dahil edilebilecektir.) Avrupa Birliği'ne tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren vergilendirme döneminin sonuna kadar, bu bölgelerde faaliyette bulunan bir başka kurumla devir, birleşme veya bölünme işlemine girişilmesi haline, devralınan, birleşilen veya bölünen kurum tarafından daha önce bu bölgelerde yapılmış olan nitelikli harcamalar da aynı muameleye tabi tutulabilecektir.

Yeni Bakanlar Kurulu kararının yürürlüğü

Bakanlar Kurulu kararında yapılan değişiklikler yayımı tarihinden (19.10.2017) sonra bölgede başlatılacak projelerden elde edilen kazançlar ile bu tarihten önce başlatılmış projelerden 30.06.2021 tarihinden sonra elde edilen kazançlara uygulanacaktır. Dolayısıyla, 19.10.2017 tarihinden önce başlamış projelerden 30.06.2021 tarihine kadar elde edilen söz konusu gayri maddi hak satış, devir veya kiralama kazançlarının istisnadan faydalanması için bu kararda belirtilen hükümler geçerli olmayacak ve anılan kazançlar önceki düzenlemeler çerçevesinde gelir veya kurumlar vergisinden müstesna tutulacaktır. Akif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

https://www.dunya.com/kose-yazisi/teknoparklardaki-kazanc-istisnasi-ve-bu-istisnaya-sinirlama/390875

213 sayılı VUK’nun hükmü gereği vergi incelemelerinde ileri sürülen iddiaların ispatı yine yasaya uygun olarak yerine getirilmelidir ve saptanan matrah farkının dayanağının tutarlı olması zorunludur. Öte yandan, yine bu matrah farkının dayanağının da   kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgulardan oluşmaması icap etmektedir.

Vergi incelemelerinde idarenin dayandığı delillerin genellikle hukuk, özelde ise vergi hukuku tarafından kabul gören kanıtlardan olması zorunludur. Gelir idaresinin hukuken geçerli kabul edilmeyen bir kanıtla ve bu kanıta dayalı olarak işlem yapması hukuk devleti anlayışı ile bağdaşamaz(1).

Diğer taraftan, delillerin hukuken kabul edilebilir olması kadar, delillerin elde ediliş biçimi de önemlidir. Hukuk devletlerinde hukuk kuralları, sadece kişiler için değil, aynı zamanda devletin tüm organları için de aynı şekilde olmak zorundadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin de pek çok kararında vurgulandığı gibi “hukuk devleti, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, kazanılmış haklara saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, bütün eylem ve işlemleri Anayasa ve hukuk kurallarına uygun ve yargı denetimine açık bulunan, yasaların yasarlın üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.”

Kanıtların elde ediliş biçiminin önem taşıması, hukuka aykırı yoldan elde edilmiş bir delilin yargı nezdinde itibar görüp görmeyeceği sorununu da birlikte getirmektedir.

Hukuka aykırı yoldan elde edilmiş bir delilin yargıda kullanılıp kullanılamayacağı sorunu, özellikle ceza hukukunda çokça tartışılmış bir konudur. Ancak ceza hukuku açısından bu tartışma, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ile sona ermiştir. Yeni kanun 217/2. maddesinde kişilere yüklenen suçların ancak hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceğini hükme bağlamakla, mahkemelerin kararlarında hukuka aykırı şekilde elde edilen delillere dayanamayacaklarını vurgulamıştır. Ayrıca kanunun 230. maddesinde mahkemelerce bu tür delillerin reddedilerek, dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin karar metninde ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerektiğine işaret edilmiş ve nihayet 289. maddesinde "hükmün hukuka aykırı şekilde elde edilmiş delile dayanması bozma sebebi" olarak kabul edilmiştir.    

Vergi ceza hukuku açısından çokça tartışılan ve nihayet yasa düzeyinde çözüme kavuşan bu konu vergi hukuku doktrininde fazla irdelenmemiştir. Ancak bu konu, genelde kişi hakları özelde mükellef hakları açısından son derece önem taşımaktadır.

Konuyu yaşanan bir örnekle ortaya koyalım. İnceleme elemanı, yetkili mercilerin izni olmadan mükellefin işyerinde arama yapar ve bir kısım delillere el koyarsa, acaba bu delillere dayanılarak tarhiyat yapılabilir mi? Nitekim Kırklareli'nde bir mükellefin kapalı durumda olan işyerine, ceza hâkiminin izni olmadan, Babaeski Kaymakamı'nın yazısına dayanılarak polis yardımı ve çilingir marifetiyle girilerek tüm defter ve belgelerine el konulmuş, neticede el konulan defterlerden Katma Değer Vergisi indirim konusu yapılan harcama belgelerinin deftere kaydedilmediğinin anlaşılması üzerine indirimlerin reddi suretiyle mükellef hakkında cezalı tarhiyat yapılmıştır. Bu tarhiyat Edirne Vergi Mahkemesi'nce onanmıştır(2).

Oysa Anayasanın temel hak ve ödevlere ilişkin kısmında yer alan 20'nci maddesinin ikinci fıkrasında, "Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça, yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde el koyma kendiliğinden kalkar" hükmü yer almıştır. Öte yandan Vergi Usul Kanunu "arama"yı düzenleyen 142. maddesinde de "İhbar veya yapılan incelemeler dolayısıyla bir mükellefin vergi kaçırdığına delalet eden emareler bulunursa bu mükellef veya kaçakçılıkla ilgisi görülen diğer şahıslar nezdinde ve bunların üzerinde arama yapılabilir" denildikten sonra bu aramanın yapılabilmesi sulh ceza yargıcının arama yapılmasına karar vermesi, koşuluna bağlanmıştır. Bu madde, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması konusunda Anayasanın 20. maddesinin yaşama geçirilmesini düzenlemektedir.

Vergi mahkemesinin tarhiyatı onayan kararı, hukuka ve usule aykırı şekilde elde edilen delile dayanılarak tarhiyat yapılamayacağı gerekçesi ile Danıştay 4. Dairesi'nin E. 2006/451 K. 2006/2009 sayı ve 20.10.2006 günlü kararı ile bozulmuştur. Daire kararının gerekçesi özetle "İncelenen olayda, Anayasaya ve Vergi Usul Kanunu'nun 142'nci maddesinde öngörülen usule uygun olarak sulh ceza hâkimince verilmiş bir karar olmadan, davacının kapalı durumda olan işyerine Babaeski Kaymakamı'nın yazısı üzerine girilerek tüm defter ve belgelerine el konulmuş olup, olay yerinde düzenlenen tutanak esas alınarak hazırlanan vergi inceleme raporuyla defterlerde gider kayıtlarının bulunmadığı, dolayısıyla Katma Değer Vergisi indirimlerinin kabul edilemeyeceği iddiasıyla tarhiyat yapılmıştır. Bu durumda davacının işyerinde yapılan arama ve defterlere el konulması işlemlerinin Anayasada ve kanunda öngörülen usule aykırı olması nedeniyle usulüne uygun olarak başlanılmayan vergi incelemesine dayanılarak yapılan tarhiyatta hukuka uyarlık görülmemiştir."(3).

Sonuç olarak, genelde hukuk devleti ve bireysel haklarının özelde vergi mükellefi haklarının hayata geçmesi bakımından yukarıda yer verilen kararlar son derece önemlidir. Başta da belirttiğimiz gibi kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular kanıt olarak kabul edilmeyecektir. Vergi yükümlüsünün işyerinde yapılan aramalı inceleme ve mükellefin   evraklarına el konuluş yöntemi hukuka uyarlı değilse buna göre de bu mükellefe yapılan cezalı tarhiyat hukuka uyarlı görülmemektedir. Başka bir ifade ile, vergi yükümlüsü hakkında önerilen tarhiyatın dayanakları ve kanıtları hukuka aykırı bir biçimde elde edilmişse, bu şekilde elde edilen delile dayanılarak tarhiyat önerilemez, ceza kesilemez. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-isyerlerinde_hukuka_aykiri_olarak_yapilan_inceleme_ve_buna_gore_yapilan_cezali_tarhiyatlar-15234.htm


(1) Anayasa md. 38

(2) DOĞRUSÖZ A.Bumin, “Hukuka aykırı delille vergi”, 28.04.2008 günlü Referans Gazetesi.

(3) Dnş. 4. D. nin, 20.10.2006 gün ve E:2006/451-K:2006/2009 sayılı kararı.

16 Kasım 2017 Tarihli Resmi Gazete

Sayı: 30242 

Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan:

KURUL KARARI

Karar No: 75935942-050.01.04 – [01/203]

Karar Tarihi: 10/11/2017

Kararın Konusu: Faaliyet izni askıya alınanların Yönetmeliğin 42/1(c) maddesi karşısındaki durumu.

Bağımsız denetim kuruluşları ve denetim üstlenen bağımsız denetçilerin kadrolarında (ortak/yönetici/denetçi) belirli sayıda/oranda bağımsız denetçi bulunması gerektiği Bağımsız Denetim Yönetmeliğinin (Yönetmelik) 13 ve 14 üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak Kurumumuz tarafından faaliyet iznini askıya alma yaptırımı uygulanan “denetimi üstlenen” lerin bu yaptırım süresince kadrolarını muhafaza ederek bu şartlara uyum sağlamaları neredeyse imkansız hale geleceği değerlendirilmektedir.

Faaliyet iznini askıya alma yaptırımı, ilgililerin faaliyetlerinin tamamen sonlandırılması niteliği taşımadığı gibi böyle bir sonuca zemin hazırlanması da Kurumumuzca amaçlanan bir durum değildir.

Bu sebeple, Kurumumuz tarafından faaliyet iznini askıya alma yaptırımı uygulanan denetim kuruluşu veya denetim üstlenen bağımsız denetçiler için söz konusu yaptırımın uygulandığı sürede kadrolarında yer alan kişilerin ayrılmalarından dolayı;

– Denetim kuruluşları için, Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ğ) ve (h) bentlerinde yer alan şartları ile (e) bendinin “sermayesinin ve oy hakkının yarısından fazlasının denetçilerine ait olması” ve (ı) bendinin “yönetim organı üyelerinin çoğunluğunun kadrosundaki denetçilerden oluşması” şartlarının,

– Denetim üstlenen bağımsız denetçiler için Yönetmeliğin 14 üncü maddesinin değişik üçüncü fıkrasının (c) ve (d) bentlerinde belirtilen şartların,

kaybedilmesi halinde, ilgili kuruluş veya denetim üstlenen denetçiler için Yönetmeliğin 42 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin faaliyet iznini askıya alma süresince uygulanmamasına oybirliğiyle karar verilmiştir.

Çarşamba, 15 Kasım 2017 14:18

Veraset ve İntikalde Vergi

Hediyenin vergisi

Vefat eden birinin mirasçılarına bıraktığı mal varlığı üzerinden vergi ödenmesi gerekiyor. Buna veraset vergisi diyoruz. Hemen herkes tarafından biliniyor. Bundan kaçmak isteyen bazı kişiler, mal varlıklarını, sağken ve bedelsiz olarak çocuklarına devredebiliyorlar. Bu durumda veraset vergisinden kurtulmuş oldukları doğru. Ancak bu işlemin intikal vergisinin konusuna girdiği gözden kaçırılıyor. Sadece çocuklara değil akrabalara veya ihtiyaç sahibi diğer kişilere yapılan bu tür bağış ve yardımların intikal vergisine tabi olduğu unutulmamalı.

Gerek aile içi gerekse akrabalar arasındaki bu aktarımlar için küçük bir istisna tutar söz konusu. 2017 yılında 4 bin 68 lira. Olarak uygulanıyor. Normal şartlarda 2018 yılında 4 bin 656 lira olacak. İstisna tutarını aşan bağış ve yardımlar verginin konusuna giriyor. Kendilerine bağış veya yardım yapılanların bir ay içinde beyanname vererek, istisnayı aşan kısım üzerinden intikal vergi ödemeleri gerekiyor.

Oranı ve ödeme

İntikal vergisinin oranı yüzde 10’dan başlayıp, tutar yükseldikçe beşer puan artmak suretiyle, yüzde 30’a kadar yükseliyor. Ancak bir kişiye ana, baba, eş ve çocuklarından ivazsız mal intikali halinde bu oranların yarısı (yüzde 5, yüzde 7,5 … gibi) dikkate alınabiliyor.

Örneğin üniversiteye başlayan çocuğuna 50 bin liraya bir araba alındığını ve ruhsatın da çocuğun üzerine yapıldığını varsayalım. Bu tutar 4 bin 68 lirayı aştığından intikal vergisine tabi. Vergi ise aşan kısım olan 45 bin 932 lira üzerinden yüzde 5 (çocuk olduğu için yüzde 10’un yarısı) oranına göre 2 bin 297 lira olarak hesaplanıyor. Bu verginin ruhsat sahibi çocuk tarafından beyan edilerek, her yılın Mayıs ve Kasım aylarında olmak üzere 3 yılda 6 eşit taksitte ödenmesi gerekiyor.

Yarışma ve çekilişler

Şans oyunları (at yarışı, futbol müsabakaları gibi) ile yarışma ve çekilişlerde kazanılan ikramiyeler de ivazsız intikal kabul ediliyor. Ama ikramiye 4 bin 68 liradan azsa vergi ödenmiyor. Bu tutarı aşanlarda ise aşan kısım üzerinden vergi kesintisi yapılıyor. Örneğin bir yarışmadan bin lira alıp ayrılandan hiç vergi kesilmezken, 4 bin 68 lirayı aşan bir para kazanan yarışmacıdan, paranın bu tutarı aşan kısmından vergi kesilmesi gerekiyor.

Bu kesinti, şans oyunlarını veya yarışma ve çekilişi düzenleyen kişi ve kurumlar tarafından yapılıp vergi dairesine yatırılıyor. Bu yüzden ikramiye kazanan kişi ayrıca beyanname vermiyor.

Verginin oranı da sabit, yüzde 10 olarak uygulanıyor. Ancak Meclis’te görüşmeleri devam eden Torba Yasa Tasarısı ile bu oranın yüzde 20’ye çıkarılması öngörülüyor. Yeni oran yasanın yayım tarihini izleyen ayın başından itibaren geçerli olacak.

Diğer taraftan Milli Piyango İdaresi tarafından düzenlenen çekilişlerden (milli piyango, sayısal loto, şans topu vb) kazanılan ikramiyelerin ise bu vergiden istisna olduğunu belirtmek isteriz. Bu yüzden tutarı ne olursa olsun kazanılan söz konusu ikramiyeler üzerinden hiçbir vergi kesintisi yapılmıyor.

Mirasın vergisi

Bir kişiye, vefat eden yakınından kalan mal varlığı üzerinden ödenmesi gereken vergiye veraset vergisi deniyor. Veraset ilamı (mirasçılık belgesi) alındıktan sonra varislerin, kendilerine miras kalan aşağıdaki menkul ve gayrimenkul malları bir beyanname ile vergi dairesine bildirmeleri gerekiyor:

  • Gayrimenkuller,
  • Banka varlıkları (mevduat, repo, fon vb.)
  • Hisse senedi ve tahviller,
  • Motorlu araçlar (otomobil, minibüs vb.) ve diğer taşıt araçları,
  • Alacaklar.

Beyan edilecek yukarıdaki malların değerleri Vergi Usul Kanunu’na göre tespit ediliyor. Bu malların değerinden; murisin (ölenin) belge ile ispatlanabilen borçları ve vergi borçları ile cenazenin teçhiz ve gömülmesi için yapılan masraflar düşülebiliyor.

Beyan ve ödeme süresi

Veraset vergisi beyannamenin verilme süresi, ölümün Türkiye’de veya yurt dışında olması ya da varislerin Türkiye’de veya yurt dışında olmasına göre 4 ay ila 8 ay arasında değişiyor. En çok rastlanan, ölümün ve mirasçıların Türkiye’de olması durumunda, veraset ve intikal vergisi beyannamesinin 4 ay içerisinde verilmesi gerekiyor. Beyannamede gösterilen vergi ise 3 yılda, her yıl Mayıs ve Kasım aylarında olmak üzere, toplam 6 taksitte ödenebiliyor.

İstisna eş ve çocuklara

Miras kalan varlıklar için bazı istisnalar da söz konusu. Buna göre 2017 yılında; eş, çocuklar (evlatlıklar dahil) ve torunlardan her birine isabet eden miras hissesi 176 bin 600 liradan azsa bu kişiler veraset ve intikal vergisi ödemiyorlar. Çocuk ve torun bulunmaması durumunda eşe isabet eden miras hissesi için istisna tutar 353 bin 417 lira olarak uygulanıyor. Normal şartlarda 2018 yılında bu tutarlar sırasıyla; 202 bin 154 lira ve 404 bin 556 lira olacak.

Miras kalan malların değeri istisna tutarın altında kalan mirasçıların, vergi ödemeyecek olsalar dahi süresi içerisinde beyanname vermeleri gerektiği unutulmamalı.

Yukarıda sayılanlar dışındaki mirasçılar için ise herhangi bir istisna tutar söz konusu olmadığından miras payının tamamı üzerinden veraset vergisi ödemeleri gerekiyor.

Vergi oranı

Matrah dilim tutarları aynı olmakla birlikte, veraset vergisi ile intikal vergisinin oranları farklı. Veraset vergisinin oranları çok daha düşük. Yani oranlar bize; “ölmeden önce malları boşuna paylaştırma, öldükten sonra mirasçılar daha az vergi ödeyip zaten sahip olacaklar” diyor.

Karşılaştırma yapılabilmesi için veraset ve intikal vergisi oranları aşağıdaki tabloda bir arada yer alıyor:

Vergi oranı

Matrah dilim tutarları

Veraset

İvazsız intikal

İlk 210.000 TL için

% 1

% 10

Sonra gelen 500.000 TL için

% 3

% 15

Sonra gelen 1.110.000 TL için

% 5

% 20

Sonra gelen 2.000.000 TL için

% 7

% 25

Matrahın 3.820.000 TL'yi aşan bölümü için

% 10

% 30

Zamanaşımı

Beyanname verilmemesi veya beyanname verilmekle birlikte bazı malların bu beyannamede gösterilmemesi halinde, veraset ve intikal vergisi mükellefiyeti, bu durumun idarece tespit edildiği tarihten itibaren başlıyor. Bunun anlamı, malların intikal tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, veraset ve intikal vergisinin intikalin tespit edildiği tarihten itibaren istenebiliyor olması.

İdarece bu tespitin yapılması halinde, önce mükellef beyana davet ediliyor. 15 gün içerisinde beyannamesini veren mükelleften vergi ziyaı cezası veya gecikme faizi talep edilemiyor. Üstelik vergi matrahı olarak da intikal eden malın güncel değeri değil, intikalin gerçekleştiği tarihteki değeri dikkate alınıyor. Bu mükellefler de çıkan vergiyi üç yılda, altı eşit taksitte ödeyebiliyorlar. M. Fatih Köprü http://www.vergidegundem.com

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • MENKUL KIYMETLERDEN 2024 YILINDA ELDE EDİLEN GELİRLERİN VERGİLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN TABLO GÜNCELLENDİ Menkul kıymetlerden elde edilen gelir ve kazançların beyanı ve vergilendirilmesi…
  • AR-GE/TASARIM MERKEZLERİ FAALİYET RAPORU İÇİN SON TARİH 31.05.2024 5746 Sayılı Araştırma, Geliştirme ve Tasarım Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun…
  • DÜZELTİLMİŞ BİLANÇOLARIN OLUMLU ETKİSİ; FİNANSMAN GİDER KISITLAMASI KAPSAMI DIŞINDA KALMIŞ OLABİLİRSİNİZ 31.12.2023 tarihli bilançolarda yer alan parasal olmayan aktif kalemlerin düzeltmeye…
Top