Bir anne veya baba evlatlarına sağlığında gayrimenkullerinin paylaşımını yapamaz mı?
Yaparsa nasıl bir yol izlemeli?
Günümüzde, bazı ebeynler haklı olarak mal varlıklarını evlatları arasında bu dünyadan ayrılmadan paylaştırmak istiyorlar. Burada bir sorun yok.
Ancak, vatandaş Tapu Müdürlüğü’ne gidiyor ve bu niyetini açıklıyor. Birçok tapu memuru (dikkatli olanlarını tenzih ederiz) vatandaşı belediyeye yönlendirerek emlak vergi değerini gösterir, toplumda rayiç bedel olarak adlandırılan belgeyi istiyor. Ve sonra bu rayiç bedel üzerinden tapu harcı ödemesini sağlayarak gayrimenkullerini çocukları arasında işaret edildiği şekliyle devir işlemleri yapılıyor.
Vatandaş evine dönerken, “Çok çalıştım on daireden (örnek olarak verilmiştir) oluşan bir apartmanı yaptım ve bugün de beş çocuğa dağıttım. Bir de köydeki arsayı da cami derneğine devrettik. Çok şükür bu işi de hallettik, kim bilir ben öldükten sonra çocuklar mal paylaşımı yapamayacak, aralarında sorunlar yaşanacak, diye düşünüp; bir de bir zamanlar satın aldığı arsayı da camiye de bağışlayarak sevap kazanmanın haklı gururunu yaşarken;
Bir gün bir de ne görsün eve vergi/ceza ihbarnamesi gelmiş. Bu da ne ki diye bir an panik havasıyla bir bilen arama çabasındayken karşılarına çıkan biri “Sen gayrimenkul satışı işiyle uğraşıyormuşsun, o yüzden gelmiş bu cezalar” diye kısa bir açıklamayla daha fazla kaygı ve korkuyla işi biraz daha araştırınca, bir de karşılarına ne çıksın! Evlatlarına ben öldükten sonra dövüşmesinler diye devrettiği gayrimenkuller ile sevabına devrettiği arsa çıkmasın mı?
İyi de neden böyle bir şey olsun ki?
İşte burada Gelir Vergisi Kanunu 37 nci maddesi karşısına çıkıyor.
"193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37 nci maddesinin birinci fıkrasında, her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu hükmüne yer verilmiş olup, aynı maddenin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendinde ise, gayrimenkullerin alım, satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden elde ettikleri kazançların ticari kazanç olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükümden hareketle;
Ticari faaliyet emek-sermaye organizasyonuna dayanmakta olup, kazanç sağlama niyet ve kastının bulunup bulunmaması böyle bir organizasyon tarafından icra edilen faaliyetin ticari kazanç olma niteliğine etki etmemektedir. Ancak, bir faaliyetin ticari faaliyet sayılabilmesi için kazanç sağlama niyet ve kastı gerekmemekle birlikte, faaliyet icra eden organizasyonun bütün unsurlarıyla birlikte değerlendirildiğinde kazanç sağlama niyet ve kastı gerekmemekle birlikte faaliyeti icra eden organizasyonun bütün unsurlarıyla birlikte değerlendirildiğinde kazanç sağlama potansiyeline sahip olması, şahsi ihtiyaç kapsam ve sınırlarını aşması gerekmektedir.
Gayrimenkul alım satımı ticari bir organizasyon içinde yapıldığında alım satımın ticari faaliyetin bir unsuru sayılması, ancak ticari organizasyonun şekli ve maddi unsurları ile açıkca belli olmadığı hallerde ise faaliyetin devamlılık kasıt ve niyetiyle yapıldığını belirleyen objektif ölçü olarak, muamelede çokluk olup olmadığına bakılması gerekmektedir.
Bu çerçevede söz konusu birden fazla gayrimenkulün;
a) Aynı kişiye farklı tarihlerde,
b) Farklı kişilere aynı tarihte,
c) Birbirini izleyen yıllarda,
d) Bir kısmının teslim alınan takvim yılı içinde toplu olarak, diğer kısmının ise takip eden takvim yılı içinde yine toplu olarak satılması,
e) Devamlı olarak gayrimenkul alım-satımı işi ile uğraşıldığına karine teşkil edeceğinden elde edilen kazancın,
Gelir Vergisi Kanununun 37 nci maddesine göre ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerektiği şeklinde görüşler mevcuttur.
Gelir Vergisi Kanununa göre mükellefiyet tesis edilince Katma Değer Vergisi yönüyle de haliyle mükellefiyet açılması da tabiidir.
Konu nereden nereye geldi. Amcamızın bütün huzuru kaçtı içtiği kahve zehir oldu ve bu sefer de ben nasıl böyle bir hata ettim, diye kendini suçlamaya başladı. Peki ne yapması gerekirdi?
Tapu Müdürlüğüne gittiğinde açık açık “Ben adıma kayıtlı gayrimenkulleri evlatlarıma bağışlıyorum” demesi gerekir ve tapu müdürlüğünde çalışan memurumuzun da bu işlemi buna göre yapması gerekirdi. İşte burada Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu devreye giriyor. Buna göre;
“Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunan şahıslara ait mallar ile Türkiye'de bulunan malların veraset tarıkiyle veya her hangi bir suretle olursa olsun ivazsız bir tarzda bir şahıstan diğer şahsa intikali Veraset ve İntikal Vergisine tabidir.
"İvazsız intikal" tabiri; hibe yoliyle veya her hangi bir tarzda olan ivazsız iktisapları; İfade eder.” şeklinde verginin konusunu açıklamaktadır. Buna göre;
Tapu Müdürlüğü’nde çalışan memur arkadaşlarımız böyle bir durumda Vergi Dairesine Veraset ve İntikal Vergi Beyannamesinin verildiğini gösteren belge sonucuna göre hibe yoluyla devir işlemini gerçekleştireceklerdir. Çünkü bu yapılan işlem rayiç bedel üzerinden olsa dahi bir satış değildir. Rayiç bedel üzerinden tapu harcının alınarak işlemin gerçekleştirilmesi satış anlamına geliyor ki, bu da maliye nezdinde hukuki bir sonuç doğuruyor. Ve buna göre yukarıda saydığımız gerekçelerle ticari kazancı gündeme getiriyor.
Vatandaşımızın her şeyi bilmesini beklememek gerekir. Doğru yönlendirmelerle hukuki açıdan doğru sonuçlar ortaya koymalıyız. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarmış oluruz ki, bu durumda da insanların huzurunu maalesef kaçırmış oluruz.
Doğru iş yapanın akibeti de doğru olur. Selam olsun işini doğru yapanlara…
Ali ASLANKAYA
E. Defterdar