Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Pazar, 29 Ekim 2017 07:58

Limited Şirketlerde Tasfiye

Limited şirketlerde tasfiye hükümleri TTK ve KVK hükümlerine göre yapılmaktadır. Limited şirketin tasfiyesi, tasfiye sürecinin başından sonuna kadar yapılacak işlemleri içermektedir. Tasfiye işlemleri sadece Ticaret Sicil Müdürlüğü ile ilgili olmayıp, bu işlemler ayrıca ilgili vergi dairesi ve Bağ-Kur ve ilgili diğer kuruluşları da ilgilendirmektedir. Bu nedenle, tasfiyenin başlangıcı aşamalarının ilgili kuruluşlara da bildirilmesi zorunludur.  Bu çalışmamızda limited şirketlerde tasfiye ile ilgili hükümler ana hatları itibariyle yer verilerek tasfiye işlemleri işlem bazında izah olunacaktır.

Limited şirketlerde tasfiye ortaklar kurulunun iradesi ile bir nedene dayalı olarak fesih ve tasfiye hükümleri çerçevesinde tasfiyeye başlanılabilir. Tasfiyede herhangi bir nedenle faaliyetini sonlandırmaya çalışan şirketin bütün hesapları kapatılarak şirketin tasfiyesi amaçlanmaktadır. Limited şirketlerde kanun ve ana sözleşmesinden kaynaklanan yazılı hallerin oluşması ile veya ortaklar kurulunun iradesi ile fesih ve tasfiye işlemlerine başlanılabilir. Sermaye şirketleri, iflastan başkaca bir sebeple infisah ettiklerinde, durum ortaklar kurulunca ticaret siciline tescil ve ilan ettirilir. İnfisahın ticaret siciline tescil ettirildiği tarih, tasfiyenin başlandığı tarih olarak kabul edilmektedir. Tasfiye aşaması, fesih veya infisah edilme durumunun meydana gelmesinden başlar, tasfiye işlemlerinin tamamlanmasını müteakip şirket kaydının ticaret sicilinden silinmesine kadar devam etmektedir. Tasfiye işlemlerinin bitiminden sonra  ticaret sicilinden kaydının silinmesi ile tüzel kişilik son bulacaktır.           

Limited şirketlerde tasfiye işlemleri aşağıdaki nedenlerden birinin veya birkaçının ortaya çıkması ile tasfiye işlemlerine başlanılacaktır:(1)

1- Şirket ana sözleşmesinde tespit edilen sürenin dolması ile,

2- Şirket sermayesinin 2/3’nün azalması halinde, bu eksikliğin ikmal edilmemesi halinde,

3- Şirketin iflasına karar verilmiş olması,

4- Şirketin diğer bir şirketle birleşmesi,

5- Mahkeme kararı ile feshinin talep edilmesi,

6- Şirket maksadının elde edilmiş olması veya   bu maksadın olanaksız hale gelmiş olması,

7- Ortak sayısının 1’e düşmesi ya da 50’yi aşması,

8- Ortaklar kurulunca şirketin tasfiyesine karar verilmesi,

Hallerinde şirket tasfiye haline girer.

KVK’nunda tasfiyenin tanımı yer almamaktadır. Kurumlar vergisi mükelleflerinin büyük bölümünü oluşturan sermaye şirketlerinde tasfiyeye ilişkin esaslar TTK’nunda düzenlenmiştir. Bu nedenle kurumları tasfiyesi TTK’na göre yürütülmektedir. Bununla beraber kurumların ana sözleşmelerinde tasfiyenin ne şekilde yapılacağı hakkında hükümler mevcuttur.

Hesap dönemi normal olarak bir yıllık süreyi kapsar. Tasfiyeye giren kurumlarda “hesap dönemi” yerine “tasfiye dönemi” esas alınır. Bu dönem kurumun tasfiyeye girdiği tarihten başlar, bu tarihten aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı müstakil bir tasfiye dönemi sayılır. Tasfiyenin aynı takvim yılı içinde sona ermesi halinde tasfiye dönemi kurumun tasfiye haline girdiği tarihten başlar ve tasfiyenin bittiği tarihe kadar devam eder. Tasfiyenin nihayet bulduğu dönemin sonunda, tasfiye kar veya zararı kati olarak tespit edilir.

KVK’nunda kurumun tasfiyeye girdiği tarih ile tasfiyenin nihayet bulduğu tarih konusunda bir belirleme yapılamamıştır. İnfisahın Ticaret Siciline tescil ettirildiği tarih, tasfiyenin başlangıç tarihi olarak kabul edilir, iflas halinde, tasfiyenin başlangıcı ile mahkemenin iflas kararına göre belirlenmektedir. Tasfiyenin son bulduğu tarih ise, son bilanço ve hesap durumunun onaylanıp, tasfiye memurlarının ibra edildiği “genel kurul” karar tarihidir.

Tasfiyenin son bulduğu tarih, şirketin ticaret ünvanın ticaret sicilinden silindiği yani terkinin tescil edildiği tarih değildir.   Konuyla ilgili olarak verilen bir özelgede aynen şöyle denilmektedir: “Tasfiyenin son bulduğu tarih son bilanço ve hesap durumunun onaylanıp, tasfiye memurlarının ibra edildiği genel kurul tarihidir. Tasfiye beyannamesinin verilmesi süresi bakımından bu tarihin dikkate alınması Ticaret Siciline tescilin aranılması gerekir. Mükellefiyet kayıtlarının kapatılması ise ayrı bir husus olup bunun için ticaret siciline tescil tarihi esas alınacaktır.” şeklinde mukteza verilmiştir(2).

Tasfiyenin sonuçlanması ile kesin bilanço ve hesap durumu kurumların yetkili organlarının onayına sunulur. Yetkili organların son bilanço veya hesap durumunu tasdik tarihi, vergi uygulaması açısından, her hal ve durumda, tasfiyenin sonu olarak kabul edilecektir(3).

Tasfiye işlemlerinin gelir idaresi tarafından vergi incelemesine konu edilmesi ise şöyledir: tasfiye işlemlerinin incelenmesi istemini içeren dilekçenin vergi dairesine verilmesinden itibaren en geç 3 ay içerisinde vergi incelemelerine başlanılacak, vergi incelemesinin bitmesini takip eden 30 gün içinde de vergi dairesi, söz konusu vergi incelemesinin sonucunu tasfiye memuruna bildirecektir. Buna göre, kurumdan aranan vergilerin sonucu alınıncaya kadar tasfiye memurlarının kanunun 17. maddesine göre varolan sorumlulukları devam edecektir.

Maliye Bakanlığı; mükelleflerin hukuki statülerini, faaliyet gösterdikleri alanları ve tasfiyeye giriş tarihindeki aktif büyüklüklerini dikkate almak suretiyle tasfiye işlemlerine yönelik inceleme yaptırmamaya yetkilidir.

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir başka özelgede; “Kurumların tasfiyesinde ve iflasında vergilemeye ilişkin ödev ve sorumluluklar tamamen kanuni temsilci durumunda olan tasfiye memurları ile iflas masasına yüklenmiştir. Bu itibarla iflasına karar verilen müflis kurumun iflas muameleleri sona erinceye kadar vergilemeye ilişkin ödev ve sorumlulukları tamamen kanuni temsilci durumunda olan iflas masasınca yerine getirilmek üzere mükellefiyetlerine devam edecektir.” şeklinde görüş bildirmiştir(4).

Tasfiyeden cayılması durumunda ise, kurum hakkında tasfiye hükümleri uygulanmamaktadır. Bu gibi durumda tasfiyeden vazgeçme kararı, bu kararın alındığı tasfiye döneminin başından itibaren geçerli sayılacaktır. Tasfiyeden vazgeçme kararının alındığı tarihe kadar verilen tasfiye dönemi beyannameleri, normal faaliyet beyannamelerinin yerine geçecektir. Tasfiyeden vazgeçilen kurumun geçici vergi ile ilgili mükellefiyetleri de tasfiyeden vazgeçilmesine ilişkin kararın alındığı tarihi kapsayan geçici vergilendirme dönemi başından itibaren başlayacaktır(5). Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Limited_sirketlerde_tasfiye_islemleri-14882.htm


(1) AKGÜL Erol, 17.5.2007 İstanbul, erişim: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

(2) İstanbul defterdarlığı muktezası; B.07.4.DEF. 0.34.11/KVK-30 sayılı muktezası.

(3) AKGÜL Erol, 17.5.2007, İstanbul.

(4) İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 6.2.2007 gün ve GİB.4.34.16.01/KVK-17-7436/1991 sayılı özelgesi.

(5) DOĞRUSÖZ A. Bumin, “5520 sayılı KVK Şerhi”, ASMMMO Yayını, Ankara, 2007, s. 286

Bir gayrimenkulün bağışlanması sırasında tapu idaresinde binde 68,31 yani yaklaşık yüzde 7 oranında “tapu harcı” harçlar kanunun md. 57 ve 4 sayılı tarife I/4 uyarınca bağışlarda tapu harcı ödenmesi zorunludur. Görüldüğü üzere bağışlama işlemlerinde gayrimenkulün değeri üzerinden yüzde 12 ‘den başlayan vergi ve harç tarifi söz konusudur. İşlemin satış olarak yapılması durumunda ise, 2 +2 = toplam yüzde 4 tapu harcı olarak ödenmektedir. Maliye Bakanlığı’ nın bu durumu dikkate alarak satış veya hibe işlemlerinde ki vergi nispetini yakınlaştırması gerektiği düşüncesindeyiz.

Gayrimenkulün, eş ve çocuğa bağışlanması halinde ise eş ve çocuğun veraset intikal beyannamesi vermesi gerekir. Bu durumda da, 3.371 TL istisna düşüldükten sonra veraset ve intikal vergisinin vergi tablosu gereğince 3 yıl içerisinde her yıl Mayıs ve Kasım aylarında 6 taksitle veraset intikal vergisi ödenir. (Bkz. VİV md. 10/2 – b)  (Bkz. VİV md. 4/d – md.16 ve md. 19/1)

Diğer taraftan, satış işlemlerinde ise tapu da satıcı yüzde 2 ve öte yandan alıcı da yüzde 2 olmak üzere de toplam yüzde 4 tapu harcı ödenmektedir. Görüldüğü gibi, bağışlarda tapu harcı daha yüksek, satışlarda ise tapu harcı daha düşük olmaktadır. (Bkz. Harçlar Kanunu 4 Sayılı Tarife, 1/20-a)

Yaşanan somut bir olayda, vergi müfettişi, babanın evladına yapmış olduğu 2010 yılında bir tapu satışını 2014 yılında düzenlediği bir tutanağa göre bağış olarak kabul etmiş ve tapuda ki satış işlemini bağış olarak nitelendirmiştir. Sonuçta da, aradaki fark üzerinden bağışı kabul eden kişiye harç yönünden cezalı tarhiyat önermiştir. Konu yargıya intikal ettirilmesi üzerine, yargı tarafından verilen kararda; “Olayda; davacı tarafından tapuda satış olarak gözüken işlemin aslında bağışlama işlemi olduğu ikrar edilmiş ve söz konusu ifade tutanağı ihtirazi kayıt konulmaksızın imzalanmıştır. İşlemin diğer tarafı olan ……………. tarafından verilen ifade de olup, bu kişinin de olayla ilgisinin açık olduğu izahtan varestedir. Dolayısıyla tapu senedinin doğruluğu karinesinin aksi ispatlanmış ve söz konusu işlemin satış değil, bağış olduğu anlaşılmıştır.
            Bu durumda; taşınmazın kayıtlı değeri üzerinden bağış işlemine ilişkin harç oranı uygulanmak suretiyle ikmalen yapılan 1/4 vergi ziyaı cezalı tapu harcında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Şeklinde karar bağlanmıştır. Böylece bağış işleminin satış işlemine göre harç nispetinin daha fazla olduğu görülmektedir[1]

Yerel Vergi Mahkemesi kararı, bölge idare mahkemesi tarafından kesinleştiği takdirde vergi müfettişi tarafından önerilen tarhiyat tapuda yapılan satış işlemini bağış şekline dönüştürecektir. Böylece satış işleminin üzerinden 4 yıl geçtikten sonra bu işlemin bağış olarak dikkate alınması gerektiği Yargı kararı ile kabul edilmiş olacaktır. Nazlı Gaye Alpaslan Güven

http://www.hurses.com.tr/Haber-Daha_az_harc_odemek_icin_bagis_mi_yapmali_yoksa_satis_mi_yapmali-14864.htm


 [1] İzmir 1. Vergi Mahkemesi, 07.02.2014 gün ve E:2013/1334 – K:2014/117 sayılı kararı

Engelli kişiler, sağlıklı bireye göre daha zor iş bulmakta, bulduğu işi de sürekli olarak elinde tutamamaktadır. Engellilerin Anayasa’nın 61. Maddesi hükmü doğrultusunda, pozitif ayrımcılığa tabi tutularak korunması gerekir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerine göre engelli sigortalıların daha erken emekli olma hakları bulunmaktadır.

Engellilere tanınan pozitif ayrımcılık, ödeyecekleri verginin çalışma gücü tam olanlara nispeten daha az olmasıyla sınırlı değildir. Engelliler çalışma yaşamında, emekli olma şartları açısından da özellikle korunmuştur.

Çalışma gücünün asgarî yüzde 80'ini kaybetmiş bulunan hizmet erbabı (4/a ve 4/c sigortalısı) birinci derece Engelli, asgarî % 60'ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ikinci derece Engelli, asgarî yüzde 40’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ise üçüncü derece engelli sayılmakta ve Gelir Vergisi Genel Tebliği’nde belirlenen aylık tutarlar, hizmet erbabının ücretinden indirilmektedir.

Kanunda geçen hizmet erbabı lafzı, dolaylıda olsa vergi indirim belgesinin sadece ücretle çalışanlara verileceğini hüküm altına aldığından bağımsız çalışan 4/b sigortalılarının vergi indirim belgesi alması mümkün değildir.

1.10.2008  tarihinden önce sigortalı olup 5510 Sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden önce veya sonra engelliliği nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış durumda olan sigortalılar hakkında yukarıdaki tabloda belirtilen şartlara göre aylık bağlanmaktadır.

Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere 30.09.2008 öncesi sigortalılık başlangıcı olan engellilerin işe giriş tarihi ve engellilik oranına göre 15 yıl 3600 gün ile 20 yıl 4400 gün sayısı arasında değişen sürelere göre emeklilik mümkündür. Engelli vergi indiriminden yararlanarak emekli olacaklar için yaş şartını tamamlama zorunluluğu yoktur. Resul Kurt

http://www.star.com.tr/yazar/vergi-indirimi-olan-engellinin-emekliligi-yazi-1268983/

Şirketlerin işletme sermayelerini ve öz sermayelerini güçlendirmek amacıyla, aktiflerinde kayıtlı taşınmazların satışları, gerek kurumlar vergisi yönünden, gerekse KDV yönünden cazip hale getirilmiştir. KDV yönünden, söz konusu şartların varlığı halinde, en az iki tam yıl kurum aktifinde bulunan taşınmazın satış ve devri KDV’den istisna edilmiştir. Ancak, KDV’sinin vergilendirme tekniği gereği, teslimi KDV’den istisna olan bir malın iktisabında ve hizmetin ifasında ödenen ve indirim konusu yapılan KDV’nin iptali, diğer bir deyişle, söz konusu KDV’nin ilgili dönem KDV beyannamesinde hesaplanan KDV olarak beyanı gerekir. Nitekim, vergilendirme tekniğinin gereği olan bu husus, KDVK’nın 30/a maddesinde yer almıştır. Ancak, uygulamada genellikle, bu iptal işlemi gözden kaçmakta ve söz konusu taşınmazın tesliminde, yalnızca KDV’siz fatura düzenlemekle yetinilmektedir. Oysa, satışın ve devri gerçekleştiği dönemde, aynı zamanda iptal işlemi yapılarak hesaplanan katma değer vergisinin beyan edilmesi halinde, söz konusu KDV, kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınabilecektir. Ancak, dönem kapandıktan sonra yapılan denetimlerde bu durumun ortaya çıkması halinde, hem hesaplanan KDV’nin yasal gider olarak yazılması, dönemsellik ilkesi gereği mümkün olmadığı gibi, aynı zamanda vergi ziyaı cezalı tarhiyata da muhatap kalınabilecektir. Ferhat FAHRAN Yaklaşım / Eylül 2017 / Sayı: 297

İş Kanunu’nun 55 ve 66. maddeleri gereği, aşağıdaki süreler yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi sayılır:

• İşçinin uğradığı kaza veya tutulduğu hastalıktan ötürü işine gidemediği günler. (4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin I numaralı bendinin b alt bendinde öngörülen süreden fazlası sayılmaz)

• Kadın işçilerin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 74. maddesi gereğince doğumdan önce ve sonra çalıştırılmadıkları günler.

• İşçinin muvazzaf askerlik hizmeti dışında manevra veya herhangi bir kanundan dolayı ödevlendirilmesi sırasında işine gidemediği günler. (Bu sürenin yılda 90 günden fazlası sayılmaz)

• Çalışmakta olduğu işyerinde zorlayıcı sebepler yüzünden işin aralıksız bir haftadan çok tatil edilmesi sonucu olarak işçinin çalışmadan geçirdiği zamanın onbeş günü. (İşçinin yeniden işe başlaması şartıyla)

• Kadın işçilerin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 66. maddesinde sözü geçen günlük çalışma süresinden sayılan zamanlar.

• Hafta tatili, ulusal bayram, genel tatil günleri.

• 3153 sayılı Radyoloji, Radiyom ve Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun’a dayanılarak çıkarılan tüzüğe göre röntgen muayenehanelerinde çalışanlara pazardan başka verilmesi gereken yarım günlük izinler.

• İşçilerin arabuluculuk toplantılarına katılmaları, hakem kurullarında bulunmaları, bu kurullarda işçi temsilciliği görevlerini yapmaları, çalışma hayatı ile ilgili mevzuata göre kurulan meclis, kurul, komisyon ve toplantılara ya da işçilik konuları ile ilgili uluslararası kuruluşların konferans, kongre veya kurullarına işçi veya sendika temsilcisi olarak katılması sebebiyle işlerine devam edemedikleri günler.

• İşçilerin evlenmelerinde üç güne kadar, ana veya babalarının, eşlerinin, kardeş veya çocuklarının ölümünde üç güne kadar verilecek izinler.

• İşveren tarafından verilen diğer izinler ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 65. maddesindeki kısa çalışma süreleri.

• 4857 sayılı İş Kanunu’nun uygulanması sonucu olarak işçiye verilmiş bulunan yıllık ücretli izin süresi. Erol GÜNER Yaklaşım / Eylül 2017 / Sayı: 297

Türk Ticaret Kanunu’na göre, anonim veya limited şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler var ise, anonim şirkette yönetim kurulu, limited şirkette ise müdürler, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilânço çıkartır. Borca batıklık, kısaca, şirketin borç ve taahhütlerini karşılayamaması demektir. Ara bilançodan, aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim organı, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflâsını ister.

Borca batık durumda olan anonim ve limited şirketlerde, yönetim kurulu üyeleri ve müdürlerin, TTK ile kendilerine yüklenilen görevleri kusurlarıyla ihmal etmeleri ve bundan şirketin doğrudan veya dolaylı zarar görmesi halinde, hukukî sorumlulukları doğar ve oluşan zararın tazmini şirket, pay sahipleri (ortaklar) ve şirket alacaklıları tarafından dava edilebilir. Şirket yöneticileri iflas bildiriminde bulunmadıkları takdirde, alacaklılardan birinin şikayeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar. Ayrıca, anonim veya limited şirketin borca batık olması durumunda yasal yükümlülüklere aykırı davranan yönetim organı üyelerinin, hileli ve taksirli iflas hükümleri uyarınca cezaî sorumluluklarına gidilmesi de mümkündür. Bu nedenlerle, anonim şirketlerde yönetim kurulunun, limited şirketlerde ise müdürün veya müdürler kurulunun, şirketin mali durumunu ve sermaye yapısını yakından takip etmeleri, şirketin borca batık olduğunun tespit edilmesi halinde kendilerine yüklenilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirmeleri menfaatlerine olacaktır. Soner ALTAŞ Yaklaşım / Eylül 2017 / Sayı: 297

Genel olarak sigortalı veya hak sahiplerine malûllük, yaşlılığı, ölüm aylığı bağlama işlemi yapılırken sigortalının 4/b (Bağ-Kur) hizmetlerinden dolayı tahsis talep veya ölüm tarihinde 15 TL ve altında borcu bulunanların aylık bağlama işlemleri tahsis talep veya ölüm tarihini takip eden aybaşı itibariyle yapılmakta ve borç birikmiş aylıklarından kesilerek ödeme yapılmaktadır. Bu durumda aylık bağlanması talebinde bulunan kişilerin aylığı, tahsis talep tarihine kadar genel sağlık sigortası dahil prim ve prime ilişkin her türlü borcunu ödemesi ve tahsis talebinde bulunması şartıyla bağlanacaktır. Bu tutarın üzerindeki prim ve prime ilişkin her türlü borçlar ödenmeden tahsis talebinde bulunulması hâlinde, tahsis talebi borçların ödendiği tarih itibarıyla geçerli sayılmaktadır. Ancak Sosyal Güvenlik Kurum’u 08.06.2015 tarih, 8503177 sayılı yazısı ile konuya açıklık getirmiş, 4/b borcu bulunması halinde malûllük, yaşlılık, ölüm aylığı bağlanacak sigortalı ve hak sahiplerinin kuruma verdikleri tahsis taleplerinin, borcun sadece cari aya ait olması halinde reddedilmeyerek işleme alınacağını belirtmiştir. Böylece cari prim borçlarını takip eden ayın sonuna kadar ödemeleri halinde emeklilik müracaatları geçerli sayılacak, aylıkları borçlarını ödedikten sonraki aybaşından değil müracaat tarihini takip eden aybaşından itibaren bağlanacaktır. Süleyman UZUNOĞLU Yaklaşım / Eylül 2017 / Sayı: 297

Cuma, 27 Ekim 2017 15:19

özdoğrular 27.10.17 e-Bülten

özdoğrular 27.10.17 e-Bülten için tıklayınız

ÖZET :

Sosyal Güvenlik Kurumu yayımlanmış olduğu 23.10.2017 tarih 5334801 sayılı Genel yazıyla, işverenler tarafından işveren vekili yetkisi verilmediği halde, sadece e-sigorta kullanıcı kodu almaya ve kullanmaya vekaletname ile görevlendirilmiş kişilerin işveren vekili olarak yapılan kayıtlarının düzeltilmesi gerektiğini açıklamıştır.

İŞVEREN VEKİLİ, İŞVEREN VEKİLİNİN SORUMLULUKLARI VE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Sosyal Güvenlik Kurumunun bazı ünitelerince e-Sigorta kullanıcı kodu ve şifresi almak için işverenlerin yetki verilmesini talep ettiği e-Sigorta kullanıcılarının, aynı zamanda işveren vekili olarak görevlendirmediği halde, işveren vekili olarak tescil ekranına işlendiği görülmektedir.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 12’nci maddesinin ikinci fıkrasında, “İşveren adına ve hesabına, işin veya görülen hizmetin bütününün yönetim görevini yapan kimse, işveren vekilidir. Bu Kanunda geçen işveren deyimi işveren vekilini de kapsar.” Ayrıca; 4857 sayılı İş Kanunu’nun ‘tanımlar’ başlıklı 2’nci maddesinde de, “İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur. Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.” hükümlerine yer verilmiştir.

İşverenin aynı anda birden çok kişiye çeşitli konularda vekâlet vermesi mümkündür. Vekâlet verilen bu kişilerden birinin işveren vekili olarak atanabileceği gibi, bu kişiler dışında başka bir kişinin işveren vekili olarak görevlendirilmesi de mümkün olup, işverenin herhangi bir işi kendi adına yerine getirmesi için vekâletle yetkilendirdiği her kişi işveren vekili olarak addedilemez, işveren vekiline işveren tarafından verilen temsil yetkisi; işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev almayı kapsamalıdır.

Yönetimde bir görev verilmemesine karşın salt temsil yetkisi verilen kişiler işveren vekili olarak kabul edilemez. Örneğin, meslek mensubuna sadece bankadaki paraları çekme, e-Sigorta kullanıcı kodu ve şifresi alma ve kullanma veya noterde işlem yapmak v.s. için verilen vekâletname tek başına o meslek mensubunu “işveren vekili” yapmayacaktır.

Her vekâlet verilen kişinin sistemde işveren vekili olarak kaydedilmesi durumunda, yukarıda açıklandığı üzere, vekâlet verilen kişi haksız şekilde işverenin borçlarından sorumlu tutulacak ve haksız takibata uğrayacaktır. Bu nedenle Sosyal Güvenlik Kurumunun yaptığı düzenleme yerindedir.

Bu nedenle, yukarıda açıklandığı üzere, işin veya görülen hizmetin bütününün yönetiminde görevini yapmaksızın, sadece vekalet gereği bazı iş ve işlemlerin yerine getirilmesi 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 12’nci maddesi kapsamında işveren vekili sayılmayı gerektirmediğinden, bu durumda olan meslek mensupları ile diğer kişilerin gereksiz takibata maruz kalmaması için bu konuda dikkatli olmalarını önermekteyiz.

T.C.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI

Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü

Sayı : 70467665-202.99-E.5334801

Tarih : 23/10/2017

Konu : İşveren Vekili

GENEL YAZI

Genel Müdürlüğümüze ulaşan bilgilerden bazı ünitelerimizce e-Sigorta kullanıcı kodu ve şifresi almak için işverenlerin yetki verilmesini talep ettiği e-Sigorta kullanıcılarının, aynı zamanda işveren vekili olarak görevlendirmediği halde, işveren vekili olarak tescil ekranına işlendiği tespit edilmiştir.

Bilindiği üzere, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 12 nci maddesinin ikinci fıkrasında, “İşveren adına ve hesabına, işin veya görülen hizmetin bütününün yönetim görevini yapan kimse, işveren vekilidir. Bu Kanunda geçen işveren deyimi işveren vekilini de kapsar.” Ayrıca; 4857 sayılı İş Kanununun ‘tanımlar’ başlıklı 2 nci maddesinde de, “İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur. Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.” hükümlerine yer verilmiştir.

İşverenin aynı anda birden çok kişiye çeşitli konularda vekâlet vermesi mümkündür. Vekâlet verilen bu kişilerden birinin işveren vekili olarak atanabileceği gibi, bu kişiler dışında başka bir kişinin işveren vekili olarak görevlendirilmesi de mümkün olup, işverenin herhangi bir işi kendi adına yerine getirmesi için vekâletle yetkilendirdiği her kişi işveren vekili olarak addedilemez, işveren vekiline işveren tarafından verilen temsil yetkisi; işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev almayı kapsamalıdır. Yönetimde bir görev verilmemiş ise salt temsil yetkisi verilen kişiler işveren vekili olarak kabul edilemez. Örneğin, bir işçisine, muhasebecisine ya da herhangi bir kişiye sadece bankadaki paraları çekme, e-Sigorta kullanıcı kodu ve şifresi alma ve kullanma veya noterde işlem yapmak için v.s. verilen vekâletname tek başına o işçiyi “işveren vekili” yapamayacaktır.

Bu itibarla; ünitelerimizde işverenler tarafından işveren vekili yetkisi verilmediği halde, sadece e-sigorta kullanıcı kodu almaya ve kullanmaya vekaletname ile görevlendirilmiş kişilerin işveren vekili olarak yapılan kayıtlarının yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile yapılan açıklamalar gereğince düzeltilmesi gerekmekte olup, ayrıca bundan böyle işveren vekillerinin tescilinde yukarıda açıklanan hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir.

Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederim.

Savaş ALIÇ

Kurum Başkanı a.

Genel Müdür V.

İşçinin işe devamsızlığı, her durumda işverene haklı fesih imkanı vermez.

Devamsızlığın haklı bir nedene dayanması halinde, işverenin derhal ve haklı sebeple fesih imkanı bulunmamaktadır.

İşçinin hastalığı, aile fertlerinden birinin ya da yakınlarının ölümü veya hastalığı, işçinin tanıklık ve bilirkişilik yapması gibi haller, işe devamsızlığı haklı kılan nedenlerdir.

Mazeretin ispatı noktasında, sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece özel sağlık kuruluşlarından alınan raporlara da değer verilmelidir. Ahmet Can http://ahmetcan.av.tr/

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • BİNEK OTOYA İLİŞKİN ENFLASYON DÜZELTMESİ SONRASI VERGİSEL AÇIDAN GİDER ANALİZİ Binek otomobil; Türk Gümrük Tarife Cetveli’nin (87.03) pozisyonunda yer alan motorlu…
  • SERMAYE TAAHHÜDÜNÜN SÜRESİNDE ÖDENMEMESİ Türk Ticaret Kanununun 332. Maddesi Uyarınca Anonim Şirketler Asgari 250.000,00…
  • 2023 Yılında Yapılan Enflasyon Düzeltmesi, 2024 Yılında Ortaya Çıkacak "ENFLASYON DÜZELTMESİ KARINI" Etkiler Mi? CEVAP : HAYIR 2- 2023 yılında yapılan enflasyon düzeltmesi, 2024…
Top