Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Emekli ikramiyesi konusundaki değişiklikleri yıllardır yazılı ve görsel basında en çabuk ve en doğru biçimde yorumlayarak ilgililerin dikkatlerine sunmaktayım.

2009 yılından itibaren memurların emekli ikramiyesi konusunda Anayasa Mahkemesinin 05.02.2009 tarihli ve E:2005/40, K:2009/17 sayılı kararıyla başlayan “Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanun’un geçici 4’iincü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ilişkin iptal kararları ve son olarak 2012 yılında yürürlüğe giren 6270 sayılı Yasayı, hatta bu yasanın iptali konusunda iptal talebinin reddini içeren Anayasa Mahkemesinin 2012/33 Esas ve 2012/174 Karar sayılı kararın anlam ve sonuçlarını da ilk elden okurlarımla paylaşmıştım.

Memuriyetten emeklilik için gerekli hizmet süresi koşulunu tamamlamadan yahut gerekli hizmet süresini tamamlayarak yaş şartının dolmasını beklemek maksadıyla ayrılma veya ilgili personel yasasında gösterilen bir sebeple memuriyetten çıkarılma hayatın içinde olabiliyor.

Bu konuda bilhassa Emekli Sandığı iştirakçiliklerini 15.10.2008 tarihi öncesinde başlayan memurlarla, bu tarih ve sonrasında başlayan memurları ayırmakla işe başlamak icap ediyor. Yeni memurların ikramiyesi konusunu bir başka yazıya bırakalım ve halen gündemdeki eski memurların emekli ikramiyesi konusuna devam edelim.

Eski Memurların İkramiyesi

Memurların istifa etmesi ne emekliliklerini ve ne de ikramiyelerini almalarına engel değildi. 2009 yılından önce istifa etmek değil, istifa ettikten sonra SSK veya Bağ-Kurlu olarak çalışmak ikramiyeye engel oluyordu.

Nihayet bu uygulama Anayasa Mahkemesinin iki iptal kararı ve sonrasında 6270 sayılı Kanundan sonra son şeklini almış ve oturmuştu. Buna göre 26.01.2012 tarihi sonrası emekli olacak olanlar Emekli Sandığı iştirakçiliğinden ayrılanlar ayrılma şeklinin emsal 4857 sayılı Kanuna tabi bir işçinin kıdem tazminatı alarak işten ayrılma şekline benzer şekilde ayrılıyorsa emekli ikramiyesi alabilmeleri mümkün kılınmıştı.

Memuriyetten Çıkarılanların İkramiye Sorunu

Özellikle memurun kendi istek ve iradesiyle memuriyetten ayrılması halinde birçok alternatif dâhilinde geriye dönük ikramiye almalarının önü açılmıştı, ancak konumuz bu da değil.

Konumuz memuriyetten kendi istek ve iradesi dışında çıkartılanların ikramiyelerindeki farklı durum olacak.

Eski memurların yani 15.10.2008’den önce Emekli Sandığı iştirakçisi olanların ikramiye ve emeklilik hakkından faydalanmalarında hangi statüden emekli olunduğunun değil, memuriyetten ayrılma nedenine ve hizmet birleştirme yapılıp yapılmadığına bakılıyor.

Yani bu çerçevede 6270 sayılı Kanun ile son şekli verilen ikramiye hakkında memuriyetten kendi istek ve iradesi dışında çıkartılanların ikramiye hakkını da ikiye ayırmak gerekiyor.

Hizmet Birleştirme Yoksa

Zira hizmet birleştirmeden hizmet süresini T.C. emekli Sandığı kapsamında tamamlayıp başka sigortalılık ya da hizmetleri olmayanların memuriyetten çıkartılmış olsalar bile - eğer memuriyetten çıkartılma suçu zimmete geçirme gibi parasal bir suç ve borç içermiyorsa - ikramiye ödenmesi önünde yasal bir engel bulunmuyor.

Bilâkis Yasa bu konuda hizmet sürelerinin tamamı 5434 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malûllük veya vazife malûllüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarın bir aylığının emekli ikramiyesi olarak verileceğini amir bulunuyor.

Hizmet Birleştirme Varsa

Buna karşın emekliliğe esas hizmet sürelerini hizmet birleştirme ile SSK, Bağ-Kur, özel banka sandığı gibi diğer sosyal güvenlik kurumlarından yahut sigortalılıklarından gelecek hizmetlerle tamamlayanlar bu defa çıkarma şekli 4857 sayılı İş Kanununun 25 inci maddesi kapsamındaki işverenin işçisini haklı nedenle tazminatsız ve derhal işten çıkartma uygulamasıyla örtüştüğü gerekçesiyle emsali memur olarak ikramiye alamıyor.

Hatta sadece Emekli Sandığı süresi emekli olmasına yetiyor olsa bile şayet 1 gün bile SSK ya da Bağ-Kur hizmeti olan bir memur memuriyetten çıkartılmışsa hizmet birleştirme talebi olmasa dahi yaşı dolup Emekli Sandığı emeklisi olsa bile emekli ikramiyesini alamıyor, Kurum bu talebi reddediyor.

Yani başka hizmetlerle birleştirme yaparak emekli olanlar eğer memuriyetten çıkarılmak suretiyle ayrılmışlar ve yargı kararıyla da dönememişlerse T.C. Emekli Sandığı’ndan emekli olsalar bile emekli ikramiye alma hakları berhava olmuş oluyor.

Hizmet Birleştirenlere Çözüm 

İşte bu konuda da son zamanlarda çok yara almış olsa bile yine yargı imdada yetişiyor.

Danıştay bu konudaki emsal kararında öz olarak T.C. Emekli Sandığına tabi hizmet süresi emekli aylığı bağlanması için yeterli olanlara 5434 sayılı Kanun’un 89. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca emekli ikramiyesi ödenmesi gerekirken, anılan maddenin 2. fıkrası kapsamında değerlendirilerek emekli ikramiyesi ödenmesi isteminin reddi yolunda tesis edilen işlemi ve bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen kararı hukuka uygun bulmamıştır.

Bu nedenle doğru bir şekilde kurgulanmış dava dilekçesi ile başvurulduğunda memuriyetten çıkartılmış olanlar Emekli Sandığı hizmetleri emekliliklerine yetiyorsa hizmetleri birleşmiş olsa dahi ikramiyelerini yargı yoluyla alabilecekler. Şevket Tezel

https://alitezel.com.tr/index.php?sid=yazi&id=8970

Yeni yılla birlikte devlet, artık kimin ne iş yaptığını bilecek. 1 Ocak 2018’den itibaren çalışanın meslek kodunu bildirmeyene ceza verilmeye başlanacak.

Yetkililer, “İlk kez, kimin ne iş yaptığı tam olarak bilinebilecek. Bugüne kadar çalışanının meslek bilgisini vermeyen birçok işyeri vardı ve bunlara ilişkin bir yaptırım da yoktu” bilgisini verdi.

Halen uygulanan mevzuata göre, tüm meslekler için belirlenmiş özel kod numaraları var. Bu numaralar üzerinden Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) bildirimde bulunulduğunda kurum, koda göre çalışanı gruplandırıyor. Bu gruplandırmayla hem kayıtdışılıkla, hem de gerçek ücretlerin saklanmasıyla mücadele edilmesi hedefleniyor. Ancak şu anda, çalışanın meslek kodu bildirilmediğinde, işverene uygulanan herhangi bir yaptırım yok. 2016 yılında çıkarılan torba kanunla, meslek kodu kuralına uymayan işletmelere para cezası verilmesi öngörüldü. Buna göre, “Muhtasar ve prim hizmet beyannamesinde, sigortalıların işyerlerinde fiilen yaptıkları işe uygun meslek adı ve kodunu, gerçeğe aykırı bildiren her bir işyeri için, aylık asgari ücreti geçmemek üzere, meslek adı ve kodu gerçeğe aykırı bildirilen sigortalı başına, asgari ücretin onda biri tutarında idari para cezası” uygulanacak. Cezai yaptırım, 1 Ocak 2018 tarihi itibariyle uygulamaya girecek.

Piyasanın fotoğrafı çekilecek

Yetkililer, Ocak ayıyla birlikte zorunlu hale gelecek olan meslek kodları üzerinden ücret sorgulaması yapılmasının ise kısa vadede planlanmadığını belirtiyorlar. Ancak orta vadede, meslek grupları üzerinden kazançlara bakılması da söz konusu olabilecek. Halen 6 milyondan fazla kişinin asgari ücretle çalıştığını belirten yetkililer, “Bir doktor asgari ücretle çalışıyor. Bu normal koşullarda, hayatın olağan akışına aykırı. Tabii ki, piyasanın genel akışına müdahale edilemez. Ancak yine de bir doktor asgari ücretle çalıştırılıyorsa, ‘Neden bu rakam tercih edildi’ diye sorulabilir. Genel olarak ise meslek kodlarının SGK’ya bildirilmesiyle, çalışma hayatının fotoğrafı net bir şekilde çekilecek ve orta vadedeki politikaların oluşturulmasında bu fotoğraf sağlıklı veriler üretimmesini sağlayacak” bilgisini verdiler. (Hürriyet)

İkrazatçılık faaliyetleri izin alınarak yapılması gerekli faaliyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. İkrazatçılık, faiz mukabilinde ödünç para verilmesi ile ilgili işlemleri ve faaliyetleri içermektedir. GVK’nuna göre ikrazatçılık faaliyetleri vergi kapsamına alınmıştır. Halk arasında ikrazatçılık faaliyetleri tefecilik olarak da adlandırılmaktadır. Yasal düzenleme gereği olarak ikrazatçılık faaliyetlerinin banka ve sigorta muameleleri vergisi konusuyla da ilişkisi söz konusudur. 6802 sayılı yasaya göre her türlü ve her şekilde yapılan ödünç para verme işlemleri sonucunda lehine para tahakkuk eden kişi açısından BSMV mükellefiyeti söz konusu olacaktır. Diğer taraftan, ikrazatçılık faaliyeti sonucunda lehine para tahakkuk eden kimseler bu faaliyetleri sonucunda ayrıca aldıkları komisyon, ücret, hizmet karşılığı gibi adlarla aldıkları paralar da BSMV’ye tabidir(1). Uygulamada tefecilik iddiaları konusunda çeşitli yayın görüşler bulunmaktadır. Öncelikle bu iddianın somut kanıtlarla ortaya konulması zorunludur. İddialar kanıtlanmadan menkul sermaye iradı konusu ile ilgili vergi inceleme raporu yazılarak tarhiyat önerilemez(2).

Benzeri bir konuda tefecilik yaptığı iddiasıyla tarhiyat yapılan bir mükellef hakkında verilen yerel mahkeme kararı gerekçesi kısaca şöyledir:

“Olayda, davacının faaliyetinin ikrazatçılık olarak değerlendirilemeyeceği mahkeme kararı ile hüküm altına alındığından, davacının basit usul vergi mükellefiyetinin şartlarını ihlal etmediği, dolayısıyla halen basit usul vergi mükellefi olarak mükellefiyetinin devam ettiği görülmektedir.

Bu durumda; basit usulde vergilendirilen mükelleflerin teslim ve hizmetlerinin KDV’den istisna tutulduğu ve davacının da halen basit usulde vergilendirilen mükellef olduğu göz önüne alındığında KDV beyannamesi vermediği gerekçesiyle davacı adına re’sen vergi tarh edilmesinde yasal isabet bulunmamıştır.”(3).

Öte yandan, Danıştay 7. dairesi tarafından verilen bir başka kararda:

“Birden fazla şahsa borç vermediği anlaşılan davacı adına salınan BSMV ile kesilen ağır kusur cezasında hukuka uyarlık görülmemiştir.” şeklinde karar verilmiştir(4).

İzinsiz olarak faiz mukabilinde para kullandırılması fiilleri 1 yıl içerinde birden çok kerre tekrarlanması durumunda veya birden çok kişiye yıl içerisinde ödünç ve faiz mukabilinde para verilmesi karşılığında elde edilen her türlü menfaatler sonuç olarak tefecilik olarak işlem görmektedir. Bu tür faaliyetlerin vergi idaresi tarafından incelenmesi sonucunda düzenlenen raporlara göre de bu işleri yapanlara hem gelir vergisi yönünden ve hem de BSMV yönünden cezalı tarhiyatlar yapılagelmektedir.

“Yargıtay 7.Ceza Dairesinin vermiş olduğu bir kararında: Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03/07/1995 gün ve 7/207-236 sayılı karında da belirtildiği üzere tefecilik sucunun oluşması için birden fazla kişiye sürekli ve sistemli bir biçimde faiz karşılığı ödünç para verilmesi gerekmekte olup, sanıkların bir çok kişiye faiz karşılığı ödünç para vermek suretiyle kendilerine çıkar sağlayıp sağlamadıkları, bu işi meslek haline getirip getirmedikleri araştırılıp tespit olunmadan müşteki adına birden fazla faizle borç verildiğinden bahisle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir şeklinde karara varmıştır(5).

Sonuç olarak: ikrazatçılık faaliyetlerinde temel özellik bir paranın bir yıl içerisinde birden çok kişiye sürekli olarak ve de faiz gözetilerek para kullandırılması faaliyetleri tefecilik olarak nitelendirilebilir(6).  

Şöyle ki: ödünç para verme işini sürekli olarak icra edenlerin bu faaliyeti neticesinde elde ettikleri gelir menkul sermaye iradı değil, ticari kazanç olarak kabul edilebilmektedir. Ancak uygulamada süreklilik halinin tespitinde bazı tereddütler yaşanabilmektedir.bu konu ile ilgili en önemli kriter yıl içinde ödünç para verme işinin kaç kez yapılmış olduğunun tespit edilmesidir. Buna göre süreklilik halinin varlığından bahsedilmesi için ödünç para verme işinin bir yıl içerisinde birden fazla yapılması yeterli olacak ve elde edilen gelir ticari kazanç olarak değerlendirilecektir. Ancak faaliyet yıl içerisinde bir defa yapılmış ise, elde edilen gelir menkul sermaye iradı olarak kabul edilerek buna göre vergilendirilecektir. Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/Haber-_Tefecilik_iddiasi_kanitlanmadan_vergi_tarhiyati_yapilamaz-15568.htm


(1) 6802 sayılı yasa md. 1

(2) Danıştay 7. D. 5/6/2000 gün ve E:1999/2399-K:2000/1801 sayılı kararları, Bkz. TOPUZ İbrahim – ÖZKAYA Kadir, “Seçilmiş Danıştay Kararları”, Yaklaşım Yayıncılık, 2005, s. 409-417

(3) İzmir 3. Vergi Mahkemesi Başkanlığı, 6/3/2008 gün ve E:2007/840-K:2008/280 sayılı kararları

(4) Dnş. 7. D. 11/3/2002 gün ve E:2000/2963-K:2002/1017 sayılı kararları

(5) Yargıtay 7.Ceza Dairesi 12/02/2004 gün ve E:2003/3925-K:2004/1723 sayılı karar.

(6) ŞAHİN Yaşar – ALPASLAN Mustafa, “Tefecilik Suçunun Vergisel Açıdan Değerlendirilmesi Ve Emsal Bir Yargı Kararının İrdelenmesi”, Mayıs 2008, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Sayı:53, s.115-117

Pazar, 03 Aralık 2017 17:19

Ev Kadınına Emeklilik Hakkı

Ali Bey, eşim ev hanımı, daha önceden hiç sigortası yok. Sigorta yaptırmak istiyorum. Herkes SSK kapsamında prim öde diyor kimisi de dışardan ödeme sonradan iptal olur diyorlar. Ne yapmalıyım? 5Ö694542 Nolu SMS:
Sayın Okurum, çalışma imkanı olmayan ev hanımları için en uygun sigortalılık isteğe bağlı sigortalılıktır.
İsteğe bağlı sigortalı olma durumunda emeklilik ve sağlık primi ödeyeceğinden hem sağlıktan faydalanabilecek hem de ileride emekli olabilme imkanı olacaktır.
Yapmanız gereken eşinizle beraber en yakın Sosyal Güvenlik İl veya Merkez Müdürlüğüne başvurmaktır. Dışarıdan ödenen ve çalışmadan çalışıyormuş gibi gösterilen 4/a (SSK) primleri tespit edilmesi halinde iptal edilir. Aktif çalışma olmadan ödenecek primler hep risklidir. Bu nedenle aktif çalışma olmadan 4/a (SSK) primi ödemenizi tavsiye etmem.

Özel bir şirkete ait fabrikada çalışıyoruz. Maaşlarımız zamanında yatmıyor. Bu gibi durumlarda işçinin hakları nelerdir?
4857 sayılı İş Kanunumuzun 34. maddesinde ücreti ödeme gününden itibaren yirmi gün içinde mücbir (zorunlu) nedenler dışında ödenmesi gerektiği tanımlanmıştır.
Ücreti gününde ödenmeyen işçi şunları yapabilir;
1. İşçi, iş görme borcunu yerine getirmekten kaçınabilir.
2. Bu nedenle kişisel kararlarına dayanarak iş görme borcunu yerine getirmemeleri sayısal olarak toplu bir nitelik kazansa dahi grev olarak nitelendirilemez.
3. Gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır.
4. Bu işçilerin bu nedenle iş sözleşmeleri çalışmadıkları için feshedilemez ve yerine yeni işçi alınamaz, bu işler başkalarına yaptırılamaz.
Ücret ödeme tarihinden itibaren 20 sine kadar ödenmez ise; 21 inci gün itibariyle İş Kanununun 26. maddesine göre 6 günlük (hak düşürücü) süre içinde 4857 sayılı iş kanunun 24. maddesine göre haklı fgesih imkanınıda kullanabilir.

NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?
02.06.1973 doğumluyum. 1.12.2004 yılından beri esnaf bağkurluyum. O zamandan beri bir fiil yatırıyorum. Ne zaman emekli olurum?5Ö5753 Nolu SMS:
Bağkurdan 9000 prim gün ve 60 yaşa tabisiniz. Emekli olabilmeniz için 9000 prim günü tamamlayıp 60 yaşınızın dolacağı 02.06.2033 tarihi beklemeniz gerekiyor. Son 3,5 yıl SSK ödemeniz halinde yine aynı tarihte 7000 günle SSK'dan emekli olabilirsiniz. Ali Şerbetçi

https://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2017/12/03/ev-kadinina-emeklilik-hakki

Asgari ücret maratonu başladı. Çalışma hayatında pek çok konu için asgari ücretten hesaplama yapılıyor. Örneğin 1 Ocak’ta asgari ücret artınca işsizlik maaşı da yükselecek. BES’teki devlet katkısı da artacak.

2018 yılının asgari ücretinin belirlenmesi için çalışmalar cuma günü başladı. Peki, asgari ücret nasıl, neye göre ve kim tarafından belirleniyor? Asgari ücret, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirleniyor. Komisyonda işçi, işveren ve devlet temsilcileri yer alıyor. Komisyonda asgari ücrete ilişkin görüşmeler ve hesaplamalar yapılıyor ve neticede bir karara varılıyor. Bu kararın alınması için oyçokluğu gerekiyor. Dolayısıyla işçi veya işveren tarafının devletin önerdiği asgari ücret rakamını kabul etmesi şart. Oyların eşit olması halinde ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın tespit ettiği başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış oluyor.

NEYE GÖRE BELİRLENİYOR?

Asgari ücret, normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi temel ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Dolayısıyla asgari ücretin işçinin yalnızca kendisinin ihtiyaçları düşünülerek ele alınması gerekir. Ancak ülkemizde kadınların işgücü piyasasına katılım oranı düşük olduğu için çoğu asgari ücretli kazandığı parayla ailesini geçindirmek durumunda. Bu nedenle de asgari ücret üzerinden ortalama dört kişilik bir ailenin giderlerinin karşılanması zorunluluğu ortaya çıkıyor.

HASSAS BİR KARAR

Komisyonun vereceği karar çok kritik. Yalnızca asgari ücretliler için değil, asgari ücrete yakın düzeylerde çalışan kişiler için alınacak karar büyük önem taşıyor. 2016 yılında asgari ücrette yüzde 30’a yakın artış olunca, asgari ücretin biraz üzerinde maaş alan kişilerin de ücretlerinde önemli bir artış yapılması gereği doğdu. Bu bir çığ etkisiyle ücretlerde artış getirdi. Bu konuda işverenlere ek destek uygulanarak sorun çözülmeye çalışıldı. Bu ay içerisinde verilecek karar hem işçi kesimini, hem işveren kesimini memnun edecek nitelikte olmalı.

Borçlanma miktarı değişecek

Asgari ücret yalnızca asgari ücretle çalışanları ilgilendirmiyor. Çalışma hayatında pek çok konu için asgari ücret üzerinden hesaplama yapılıyor. İlk olarak asgari ücret artınca 1 Ocak 2018 itibarıyla SGK’ya yapılan borçlanmalarda bir günlük borçlanma miktarı değişecek. Böyle olunca doğum, yurtdışı, askerlik borçlanması yapacak kişilerin cebinden daha yüksek miktarda para çıkacak. Ancak asgari ücrete bağlı tek değişken borçlanma değil.

Bağ-Kur’lunun primi etkilenecek

Asgari ücret artınca yeni adıyla 4/b’lilerin eski adıyla Bağ-Kur’lunun ödeyeceği prim de artacak. Bağımsız çalışanlar, esnaflar ve şirket ortaklarının her ay SGK’ya ödediği primlerde asgari ücrete endeksli olduğu için 1 Ocak 2018’ten itibaren asgari ücretteki artış bu kişilerin ödediği prime de yansıyacak.

1 Ocak itibarıyla işsizlere de müjde: Üst sınır yükselecek

Asgari ücrete endeksli bir diğer ödeme de işsizlik maaşı. Bir kişinin prime esas kazancı yani brüt ücreti ne kadar olursa olsun işsiz kaldığında İŞKUR’dan alabileceği işsizlik maaşında üst sınır söz konusudur. Bu üst sınır asgari ücretin brütünün yüzde 80’idir. Dolayısıyla bir kişinin çalışırken maaşı 7500 TL’de olsa bu kişi işsiz kaldığında asgari ücretin brütünün yüzde 80’inden fazla işsizlik maaşı alamaz. 1 Ocak 2018’de asgari ücret artınca bu sınır da artacak ve maaşı yüksek olan kişilerin alabileceği işsizlik maaşı da artacak.

5332 TL’lik limit yukarı çıkacak

Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) ödenen katkı paylarına yüzde 25 oranında devlet katkısı söz konusu. Ancak devlet katkısında bir üst limit var. Bu da asgari ücretin brüt tutarının yıllık miktarının yüzde 25’i. 2017 yılı itibarıyla devlet katkısındaki üst limit 5.332,5 TL. Asgari ücretin artmasıyla üst sınırda da artış olacak ve devlet katkısı miktarı yükselecek. Okan Güray Bülbül

http://www.aksam.com.tr/yazarlar/okan-guray-bulbul/asgari-ucretle-issizlik-maasi-ve-bese-devlet-katkisi-da-artacak/haber-685059

Cumartesi, 02 Aralık 2017 22:16

İşverenin İş Sözleşmesini Feshetmesi

İşveren, iş sözleşmesinin iki şekilde feshedebilir.

a) Haklı Sebeple

b) Geçerli Sebeple.

Haklı sebeple yapılan fesihlerde, haklı sebebin varlığı tartışmasız ise işe iade davası açılamaz.

Geçerli sebeple yapılan fesihlerde, işe iade davası açılabilir.

Çünkü, İş Kanununa göre, “geçerli bir neden” bulunmadan veya “sebep gösterilmeden” yapılan fesihlerin geçersiz olduğu kabul edilir. Bu nedenle, iş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir.

Ancak, işe iade davasının bazı ön şartları vardır. Bu şartlar yoksa, işe iade davası açılamaz.

Öncelikle, işçi İş Kanuna tabi bir işçi olmalıdır. Basın İş Kanunu kapsamına giren gazeteciler de işe iade davası açabilir böylece iş güvencesinden faydalanabilir.
Sözleşme Belirsiz Süreli İş Sözleşmesi Olmalıdır.
İşçinin kıdemi en az altı ay olmalıdır.
İşyerinde Çalışan İşçi Sayısı En az Otuz Kişi Olmalıdır.
İşçinin, İşe İade Davası Açabilmesi İçin İşveren Vekili Statüsünde Olmaması Gerekir.
Fesih bildiriminden itibaren 1 ay süre içinde açılmış olmalıdır.

İşveren için, iş yerini etkileyen objektif nedenlerle ortaya çıkan iş gücü fazlalığı sonucunda, işçinin iş yerinde çalışma olanağı ortadan kalkmış ise fesih için geçerli bir sebebin varlığından söz edilir. Her ne kadar işveren amaç ve içeriğini belirlemekte serbest olduğu işletmesel kararları alabilse de, işletmesel karar sonucunda, tedbir olarak düşünülen feshin zorunlu hale gelmiş olması gerekir. Başka bir anlatımla işverenin fesih konusunda keyfi kararları yargı denetimine tabidir. Bununla birlikte, işletmesel kararla varılmak istenen hedefe fesihten başka bir yolla ulaşmak mümkün ise fesih için geçerli bir nedenden söz edilemez.

Fazla çalışmalar kaldırılarak, işçinin rızası ile esnek çalışma biçimleri getirilerek, işçiyi başka işte çalıştırarak ya da meslek içi eğitime tabi tutarak amaca ulaşma olanağı var iken feshe başvurulamaz. Yani, işçini işçi sözleşmesinin feshi en son son çare olmalıdır.

Açılan davada, iş sözleşmesinin feshinin geçerli bir nedene dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşveren, davada, bunu ispatlayamazda, işçinin başka bir ispat aracına gerek kalmadan işe iade davası kabul edilir.

Belirli süreli iş sözleşmesine istinaden çalışan işçilerin sözleşme süresi sonunda işe iade davası açma hakları yoktur. Kanunda belirli süreli işlerle, belirli bir işin tamamlanması veya belli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilecektir. İsçinin iş güvencesi dışında kalması için başvurulan kötü niyetli uygulamalar korunmamalıdır.

Ama belirsiz süreli iş sözleşmesine istinaden çalışanlar işe iade davası açma hakkına sahiptirler.

Mevsimlik işçiler de, eğer ki belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışıyorlarsa bu davadan faydalanabilirler.

Belirsiz süreli iş sözleşmeleri, mevsim sonunda değil, iş sözleşmesinin askıda olduğu süre içinde işveren tarafından yeniden çağırılmadıkları ya da işe başlatılmadıkları bir sonraki mevsim başında feshedilmiş sayılır ve işe iade davasında dava açma süresi de yeni mevsimde işe başlamadıkları günden itibaren başlar.

İş Sözleşmesi İşveren Tarafından Feshedilmiş Olmalıdır.

İş Sözleşmesini işçi kendisi feshetmişse, davanın niteliği gereği işe iade davası açılamaz. Ancak, burada istisna olan, “işverenin eylemli feshi” durumudur. İşveren, açıkça iş sözleşmesini feshetmeyip, işçiyi işten ayrılması için bezdirme politikası uyguluyorsa, işçinin işe alınmaması, otomatik geçiş kartına el konulması, taşıtmatikin kapatılması, aracın elinden alınması, zorla belge imzalattırılmak istenmesi, belgeyi imzalamazsan işe gelme denmesi, sözlü olarak iş sözleşmesinin feshinin bildirilmesi, işverenin tek taraflı olarak ücretsiz izin uygulamasına gitmesi, bunları kabul etmeyen işçi yönünden “işverenin eylemli feshi”dir.

Bu durumlarda işçinin işyerine gelmesi kendisinden beklenemez ve işveren tarafından işçinin işe gelmediğine dair tuttuğu devamsızlık tutanaklarının ve yazılı fesih bildiriminin hukuki kıymeti yoktur.

Eylemli Fesih yapılan günden itibaren 1 ay içinde İşe İade davası açılabilir.

Altı aylık kıdemini doldurmamış olan işçilerin iş sözleşmeleri her hangi bir sebep gösterilmeksizin feshedilebilmektedir.

Küçük işletmelerde, özellikle 30 kişiden az işçi çalıştıran işverenlere karşı işe iade davası açılamamaktadır.

İşçinin, İşe İade Davası Açabilmesi İçin İşveren Vekili Statüsünde Olmaması Gerekir.

İşyerini bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri bu davadan yararlanamaz.

Örnek bir işe iade kararının sonuç kısmı şöyle olur,

HÜKÜM:

Davanın KABULÜ ile;
Davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının İŞE İADESİNE,
Davacının yasal süre içerisinde başvurusuna rağmen işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde, ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak, takdiren 4 aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine,
Davacının işe iadesi için süresi içinde işverene başvurması halinde, kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aylık ücret ve diğer haklarının davalıdan alınarak, davacıya ödenmesi gerektiğinin tespitine,
Harç peşin alındığından başkaca harç alınmamasına,
Davacı vekili için takdir olunan …………….. TL maktu vekalet ücreti ile davacı tarafından yapılan …………..TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
Davacı tarafından fazla yatırılan ve kullanılmayan avansın davacıya iadesine dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, tefhimden itibaren,8 gün içinde ilgili Yargıtay Dairesi'nde temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı. …../…../…...

Ahmet Can

https://www.linkedin.com/pulse/işe-iade-davaları-ahmet-can/?trackingId=dHotidoLOHl3pqezc7zdzA%3D%3D

Günümüzün piyasa şartlarında iş hayatına yeni başlayan bir işçiden, üst düzey yönetici işçilere kadar tüm işçileri en çok tedirgin eden işini kaybetme riskidir. Bunu bilen özel sigorta şirketleri işçileri işsizlik riskine karşı koruyan işsizlik sigortası, gelir koruma sigortası yapmaktadırlar.

İşsizlik sigortasının sağladığı işsizlik Teminatından yararlanmak için bordrolu işçinin kendi hata ve isteği dışında işten çıkarılması, yani iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı nedenle feshedilmemesi gerekmektedir.

Ancak, iş sözleşmesi işveren tarafından haklı nedenle feshedilmese bile Türkiye’deki bazı sigorta şirketleri maalesef işçinin haketmiş olduğu bu işsizlik teminatını ödemekten kaçınmaktadırlar.

İşçiler de, sigorta şirketlerinin yaşattığı bu mağduriyeti gidermek için yasal yollara müracaat etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu konuya ilişkin benzer bir örnekte aşağıdaki gibi kararları almak zorunda kalmaktadırlar.

TÜRK MİLLETİ ADINA YARGILAMA YAPARAK HÜKÜM VERMEYE YETKİLİ ADANA 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ KARARI

ESAS   NO : 2014/92

KARAR NO : 2015/90

DAVACI :

VEKİLLERİ : Av. AHMET CAN - Reşatbey Mah. Türkkuşu Cad. N:1 Günep Panorama B0502 B/Blok K:5 D:2 Seyhan/ ADANA

DAVALI : ………….. EMEKLİLİK A.Ş - İSTANBUL
DAVA
: TAZMİNAT

DAVA TARİHİ : 12/02/2014

KARAR TARİHİ : 22/01/2015

YAZIM TARİHİ : 16/02/2015

Davacılar vekili tarafından davalı aleyhine açılan “Tazminat” davasının mahkememizde yapılan yargılaması sonunda.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili ; Dava dışı ……….A.Ş ye ait mağazada müdür yardımcısı olarak çalışan davacının gelir ve fatura koruma amaçlı iki ayrı sigorta poliçesi düzenlettirdikten bir süre sonra davacının hizmet sözleşmesinin fesih edilmesi nedeni ile işsiz kaldığı, poliçe kapsamında yapılması gereken ödemenin talep edilmesine rağmen ödenmediğini belirtip, 3.000,00 TL'nin reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili ; Davanın niteliği itibari ile ticaret mahkemelerinin görevli olduğunu,sigorta poliçelerinin düzenlendiği tarihte davacının kendisine ait hizmet sözleşmesinin fesih edileceğini bildiği halde bunu kendilerinden sakladığını, bu durumu bilmeleri halinde davacı ile sözleşme yapmaları mümkün olmadığı için poliçelerin geçersiz olduğunu belirtip davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Dava başlangıçta Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış, davanın niteliği itibari ile Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu kabul edilip, görevsizlik kararı verildikten sonra süresinde yapılan başvuru üzerine dava dosyası mahkememize gönderilmiştir.

Davanın konusunu gelir ve fatura koruma sigorta poliçesi düzenlemesi sonrası hizmet sözleşmesi fesih edilen davacının poliçe kapsamında talep ettiği alacak iddiası oluşturmaktadır.

Tarafların delilleri arasında yer alan iki adet sigorta poliçesi,davacının talebi üzerine oluşturulan hasar dosyası temin edilmiş ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınmıştır.

Davacı taraf hizmet sözleşmesinin fesih edileceğini önceden bilmediği halde fatura ve gelir koruma amaçlı sigorta poliçeleri düzenlettirdiğini, risk gerçekleştikten sonra ödeme yapılmasını istediği halde davalının ödeme yapmaktan kaçındığını, davalının bu kaçınmasının sözleşme gelen şartlarına aykırı olduğunu belirtip poliçelerde belirten tazminatı talep etmekte iken, davalı taraf poliçelerin düzenlendiği tarihte davacının hizmet sözleşmesinin fesih edileceğini bildiğini, bu durumu kendilerinden gizleyerek poliçelerin düzenlenmesine neden olduğunu,bu durumu bilseydiler sözleşmeleri düzenlemeyeceklerini, bu nedenle iradeleri sakatlanarak imzalanan sözleşmelerin geçerli olmadığını belirtip tazminat ödemekten kaçınmaktadırlar.

Taraflar arasında düzenlenen sigorta poliçelerinin kapsamı ile davacının hizmet sözleşmesinin feshi sonrası tazminat talep edip-edemeyeceği, tazminat talep edilebilecek ise miktarının ne olduğu konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılıp rapor alınmıştır. Bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi gelir koruma poliçesi sigortalının kasıt ve kusuru olmaksızın işten çıkarılması halinde işsiz kalındığı için ortaya çıkacak gelir kaybının giderilmesi için teminat oluşturmaktadır. Poliçe genel şartlarına göre davacının aynı işverenle en az 180 gün bordrolu olarak çalışması gerekmektedir. Davacı 10.04.2009 tarihinden 17.07.2013 tarihine kadar aynı işverenle 180 gün bordrolu çalışma koşulunu sağlayacak şekilde çalışmıştır. Poliçede ayrıca 90 günlük muafiyet sınırına uygun olarak poliçenin düzenlendiği, 12.02.2013 tarihinden ve işten çıkarıldığı 17.07.2013 tarihine kadar çalıştığı olayda muafiyet koşulununda gerçekleştiği kabul edilmiştir.

Her ne kadar davalı taraf poliçelerin düzenlendiği tarihte davacıya çalıştığı iş yeri tarafından hizmet sözleşmesinin fesih edileceğinin bildirildiğini, davacının bu durumu gizleyerek kendileri ile sözleşme düzenlediğini ileri sürmüş ise de; davacının poliçelerin düzenlendiği tarihte çalıştığı iş yeri olan ……….. A.Ş tarafından tüm çalışanlara “şirketin mali açıdan zora girdiğinin bildirildiği tartışmasız” olmakla birlikte her bir çalışana özel olarak belirli bir süre sonra sözleşmelerinin fesih edileceğinin bildirilmediği, personel ile ilgili yapılacak işlemler konusunda açık ve net bilgi verilmediği için sadece ekonomik nedenlerle firmanın zora girdiğinin bildirilmesinin davacıya ait hizmet sözleşmesinin belirli bir süre sonra fesih edileceği şeklinde yorumlanamayacağı, bu durumda bilgilendirme toplantısının yapıldığı ve poliçelerin düzenlendiği tarih itibari ile davacının belirli bir süre sonra hizmet sözleşmesinin fesih edileceğini bildiği halde bunu davalıdan gizleyerek sigorta poliçelerinin düzenlenmesine neden olduğu kabul edilmemiştir. Bu nedenle davalı sigorta şirketinin iradelerinin fesada uğratıldığı şeklindeki savunmasına itibar edilmemiştir.

Düzenlenen poliçelerin içeriği incelendiğinde ; Gelir koruma sigorta poliçesinin işsizlik ya da geçici iş göremezlik halinde 4.500,00 TL limit, fatura koruma sigorta poliçesinin ise işsizlik ve geçici iş göremezlik halinde yine 4.500,00 TL limit içerdiği anlaşılmaktadır.   

Poliçede yer alan koşullara göre verilecek teminat tutarı ödenecek aylık tazminat tutarının azami tazminat ödeme süresi olan 6 ay ile çarpılması sonucu ortaya çıkacak miktarın ödenmesini gerektirmektedir. Gelir koruma poliçesi limiti aşmamak üzere aylık 750,00 TL fatura koruma sigorta poliçesi ise limiti aşmamak üzere aylık 250,00 TL ödeme yapılmasını ön görmektedir. Ödeme miktarının belirlenebilmesi için işten çıkış tarihinden itibaren 30 günlük sürenin beklenmesi gerekli olup, 30 günlük bekleme süresinin 17.08.2013 tarihinde başlaması gerektiği 17.01.2014 tarihine kadar her ayın 17.günü olmak üzere aylık her iki poliçeden dolayı toplam 1.000.00 TL ödeme yapılması gerektiği, poliçe genel şartları uyarınca ödeme 6 ay süreyle devam edeceği için gelir koruma ve fatura koruma sigorta poliçeleri nedeni ile davacının talep edebileceği toplam alacağının 6.000,00 TL olduğu kabul edilmiştir. Bilirkişi raporu hazırlandıktan sonra davacı vekili 04.11.2014 tarihli dilekçesi ile fark tazminatın eksik harcını tamamlamıştır.

Davalı taraf davacının talep edebileceği tazminatı poliçe genel şartları uyarınca hesap etmesinin mümkün olduğunu, bu nedenle belirsiz alacak davası açılamayacağını ileri sürmüş ise de ; davacının poliçe genel şartlarını yorumlayarak her bir poliçe yönünden ödeme yapılması gereken süre ve aylık ödeme miktarını belirlemesinin mümkün olmadığı, bu nedenle davacının tazminat miktarını belirlemesi kendisinden beklenemeyeceği için belirsiz alacak davası açmasının mümkün olduğu kabul edilmiştir.

Toplanan delillere göre; Hizmet sözleşmesinin bir süre sonra fesih edileceği konusunda bilgi sahibi olduğu halde davacının bu durum gizleyerek davalı sigorta şirketi ile iki adet poliçe düzenlettirdiğinin kanıtlamadığı,her iki poliçe genel şartları uyarınca davacının işsiz kaldığı süre için gelir koruma ve fatura korumasından yararlanması gerektiği, her iki poliçe kapsamında talep edilebilecek toplam tazminatın 6.000,00 TL olduğu, dava açılmadan önce sigorta şirketine başvurulup tazminat talep edilerek sigorta şirketinin temerrüde düşürüldüğü kanıtlanamadığı için tüm alacak yönünden dava açılmakla temerrüttün gerçekleştiği, dava tarihinden itibaren davacının tüm alacağına faiz talep etmesinin yerinde olduğu, davalı açısından ticari iş niteliğindeki sigortacılık faaliyeti nedeni ile davalıdan avans faizi talep edilmesinin mümkün olduğunu kabul edilip davanın kabulüne ilişkin aşağıdaki hüküm oluşturulmuştur.

H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

6.000,00 TL tazminatın dava tarihi olan 20/11/2013 tarihinden itibaren hesaplanacak değişen oranlı avans faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya ÖDENMESİNE.

Alınması gereken 409,86 TL harçtan peşin alınan 102,50 TL’ nın mahsubu ile bakiye 307,36 TL harcın davalıdan alınarak hazineye ÖDENMESİNE

Davacı tarafından yatırılan 24,30 TL başvurma harcı102,50 TL peşin harç olmak üzere toplam126,80 TL’ nin davalıdan tahsili ile davacıya VERİLMESİNE.

Davacı lehine hüküm tarihindeki AAÜT nin 12/2 maddesine göre takdir olunan 1.500,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ÖDENMESİNE.

Davacı tarafından yapılan tebligat ve posta gideri 110,00 TL, bilirkişi gideri 300,00 TL olmak üzere toplam 410,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak, davacıya ÖDENMESİNE.

Karar kesinleştiğinde kullanılmayan gider avansı kalması halinde bildirilecek hesap numarası olur ise hesaba, hesap numarası bildirilmez ise gider avansından karşılanmak koşulu ile posta havalesi ile yatıran tarafa İADESİNE.

Dair karar, 6100 sayılı HMK'na 6217 sayılı kanunun 30. Maddesi ile eklenen geçici 3. Maddesine göre kararın kendilerine tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Mahkememize veya aynı nitelikte başka bir yer mahkemesine verilecek usulüne uygun temyiz dilekçesi ile Yargıtay'ın ilgili dairesine gönderilmek üzere temyiz edilebileceği belirtilerek davacı ve davalı vekilinin yüzüne karşı verilen karar açıkça okunup anlatıldı.22/01/2015

http://ahmetcan.av.tr/uzmanlik-ayrinti.asp?id=246

Cumartesi, 02 Aralık 2017 19:03

Süt İzni Her Gün Ne Kadar Süredir

Çalışan Annelerin Süt İzni Ücretli İzne Tabidir.

Çalışan kadınlara verilen süt izni 4a ssk ve 4c emekli sandığı için aynı değildir;

- 4a ssk kapsamında çalışan kadınların doğum sonrası analık izin süresinin bitiminden itibaren başlamak üzere çocukları 1 yaşını tamamlayana kadar günde 1,5 saat süt izni yani emzirme hakları bulunmaktadır.

- 4c emekli sandığı kapsamında çalışan kadın memurların ise doğum sonrası analık izin bitim tarihinden itibaren ilk 6 ay günde 3 saat, ikinci 6 ay ise günde 1,5 saat süt izni yani emzirme hakları bulunmaktadır.

Bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin 5.000,00TL.’yi aşan mal ve hizmet alışlarını Form Ba beyannamesi aracılığıyla, mal ve hizmet satışlarını ise Form Bs beyannamesi aracılığıyla aylık dönemler halinde bağlı bulundukları vergi dairesine e-bildirge aracılığı ile bildirmeleri gerekmektedir.

Beyannameleri takip eden ayın birinci gününden başlayarak ay sonuna kadar bildirmeleri gerekmekte olup;

  • Mükellefin terki halinde ba ve bs formları işin bırakıldığı tarihi izleyen ayın sonuna kadar tahakkuk ettirilmek zorundadır.
  • Tasfiye sürecinde olan mükellefler tasfiye sürecinde olmayan mükellefler gibi her ay olarak beyannamelerini düzenleyeceklerdir.
  • Mükellefinvefatı halinde formlar VUK uyarınca verilme tarihlerine ilaveten üç ay eklenir.

Beyannameleri eksik veya yanıltıcı bildirimde bulunanlara özel usulsüzlük cezası kesilecektir. 2017 takvim yılı için özel usulsüzlük cezası 1.400,00TL.’dir.

Süresinde verilen formların 10 gün içerisinde düzeltme yapılması halinde özel usulsüzlük cezası kesilmeyecektir. 10. Günü takip eden 15 gün içerisinde verilmesi halinde 1.400,00TL. olan özel usulsüzlük cezası 1/5 indirimle 280,00TL. olarak ödenecektir. Berker Bostancı

http://www.hurses.com.tr/Haber-BA_ve_BS_Formlarinin_duzenlenmesi_ve_ceza_uygulanmasi-15549.htm

Uygulamada şirketlerin sık sık yaşadıkları ekonomik sıkıntılar dolayısıyla veya kredilendirme dolayısıyla bireyler taşıt araçlarını kendilerine almakta daha sonra bunu ortak oldukları şirketi kiraya verebilmektedirler. Özellikle yeni kurulan şirketlerde, şirketler bakımından taşıt kredisinin alınması ve birinci yıl kullandırılması pek mümkün gözükmemektedir. Zira kredi kuruluşları veya bankalar yeni kurulan şirketlere ilk bir veya birkaç yıl kredi verme konusunda hasis davranmaktadır.

Şirket ortağının veya başka bir şahsın sahibi bulunduğu aracı şirketi kiraya vermesi halinde KDVK yönünden yasanın 9. maddesine göre sorumluluk söz konusudur. Burada Maliye Bakanlığı KDVK’nun md. 9 hükümlerine göre vergi alacağının emniyet altına alınması bakımından ve gerekli görülen hallerde, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabileceği yönünde hükümler bulunmaktadır. Yine, KDVK’nun 1/3-f md. hükmüne göre, GVK’nun 70. maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemlerinde vergiye tabi olacağı belirtilmiştir. Bu durumda yasal düzenleme gereği olarak GVK’nun 70/8. md hükmüne göre motorlu nakil ve cer vasıtaları, her türlü motorlu araç, makine ve tesisat ile bunların müştemilatının kiraya verilmesinden dolayı elde edilen iratların gayrimenkul sermaye iradı olduğu hükme bağlanmıştır.

Emekli bir vatandaşa ait bir otomobilin bir gerçek veya tüzel kişiye kiraya verilmesi durumunda ticari, sınai, zirai ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde verilen bir hizmet olmasa dahi KDV’ye tabi olacağı bilinmektedir. Yine, aynı konuyla ilgili olarak yayımlanan 30 seri nolu KDV Genel Tebliğinde bu tür kiralama işlemleri ile ilgili olarak KDV’nin, kiralayanın (mal sahibinin) başkaca faaliyetleri dolayısıyla gerçek usulde KDV mükellefi olmaması ve kiracının gerçek usulde KDV mükellefi olması koşullarının birlikte gerçekleştirilmesi durumunda kiracı tarafından “sorumlu” sıfatı ile beyan edileceği hükme bağlanmış bulunmaktadır. bu kapsamdaki kiralamalarda araç sahipleri tarafından beyanname verilmesi söz konusu değildir. Ancak; kiraya verenlerin başka başkaca faaliyetleri dolayısıyla gerçek usulde KDV mükellefi olması halinde sorumluluk söz konusu değildir. Bu duruma göre, kiraya verenler, kiralama faaliyeti ile ilgili KDV’nin öteki faaliyetleri ile birlikte genel ilkelere göre beyanı gerekecektir.

Gerçek usulde KDV mükellefi olmayan bir kişiden araç kiralandığından, tebliğdeki esaslara göre %18 oranında KDV’nin kiralayan şirket tarafından sorumlu sıfatıyla (2) nolu KDV beyannamesi ile beyan edilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda sorumlu sıfatıyla (2) nolu KDV beyannamesi ile şirket tarafından beyan edilecek, bu KDV aynı dönemde verilecek (1) nolu KDV beyannamesinde de indirim konusu yapılabilecektir.

Öte yandan konuyla ilgili olarak GVK’nun 94. maddesine göre madde hükmünün 5/a bendi ile yine GVK’nun 70. maddesinde yazılı olan mal ve hakların kiralanması mukabilinde yapılan tediyatlar üzerinden %20 tevkifat yapılacağı hükme bağlanmıştır(1). Şirketlerin son yıllarda aktiflerine araç almak yerine “kiralama” yolunu tercih ettikleri sıklıkla görülmektedir. Bu uygulama sonucunda kiracı şirketler araçların sadece yakıt giderlerini üstlenmekte bunun dışındaki bütün masraflar araç sahibi tarafından karşılandığı görülmektedir. Bu masraflar örneğin, kasko, bakım, onarım, tamir, servis vb. masrafları içermekte olup, bu masraflar araç sahibi tarafından karşılanmaktadır. Hal böyle olunca da aracın satın alması yerine kiralanması yolu daha çok tercih edilen bir yol olarak daha çok karşımıza çıkmaktadır.

Bursa Vergi Dairesi Başkanlığının vermiş olduğu 4.8.2006 gün ve 1471 sayılı özelgesinde, sigortalı şirketince otomobil kiralanması durumunda yapılacak olan kira ödemelerinden sorumlu sıfatıyla KDV tevkifatı yapılıp yapılmayacağı hakkındaki görüşü özetle şöyledir: “…. Buna göre dilekçeniz ekindeki acentelik sözleşmesinin tetkikinden şirketinizin sigorta yapma ve prim toplama yetkisinin bulunduğu anlaşılmış olup, banka ve sigorta muamele vergisi mükellefi olan şirketinizin faaliyetlerinde kullanılmak üzere kiralayacağı otomobil karşılığında yapılacak ödemeler üzerinden hesaplanacak KDV’nin, kiraya verenin gerçek usulde KDV mükellefi olmaması durumunda sorumlu sıfatıyla 2 nolu KDV beyannamesiyle şirketinizce beyan edilmesi gerekecektir.

Diğer taraftan, otomobili kiraya verenin gerçek usulde KDV mükellefi olması durumunda ise, kira bedeli üzerinden hesaplanan KDV’nin genel esaslara göre beyan edilmesinin gerekeceği tabidir.” şeklinde görüş bildirmiştir(2). Nazlı Gaye Alpaslan

http://www.hurses.com.tr/Haber-Bireylerden_sirketlere_kiralanan_tasitlarda_KDV_Stopaj_vergilemesi_-15548.htm


(1) Kiracı tarafından (kullanıcı) muhtasar beyanname ile bu tutar aylık veya üçer aylık dönemlerde kiracının bağlı bulunduğu vergi dairesine beyan edilerek ödemesi yapılacaktır.

(2) Değer Nuri, Açıklamalı ve Uygulamalı Katma Değer Vergisi Kanunu, Yaklaşım Yayınları, Temmuz, 2007, s.241

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 2023 YILI ENFLASYON DÜZELTMESİ HATALI İSE GEÇMİŞE YÖNELİK NASIL DÜZELTİLİR? Değerli okurlar, enflasyon muhasebesinde yanlış değerlenen veya değerlemesi unutulan maalesef…
  • TMS 21 KUR DEĞİŞİMİNİN ETKİLERİ STANDARDININ UYGULANMASI 1.  Giriş Bir işletme; yabancı para birimlerinde işlemler yapmak ya…
  • E DEFTERLERİN / BERATLARIN 2. KOPYALARININ İBRAZ ZORUNLULUĞU * E-Defter ve berat dosyalarının 2. kopyalarının muhafaza işleminin Başkanlıktan…
Top