Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Perşembe, 26 Eylül 2019 15:17

Ortağı Olduğu Şirkette Sigortalı Ol(ma)

I- GİRİŞ

Sosyal güvenliğin tekliği ilkesi gereği bir kişi aynı anda birden fazla statüde sigortalı olamaz. Yani bir kişi, aynı anda hem ticari faaliyeti nedeniyle Bağ-Kur 4(b) sigortalısı, hem de çalışan olarak 4(a) sigortalısı olamaz.

Bir kişi işyerinde çalışırken çalıştığı iş yerine veya farklı bir şirkete ortak olabilmektedir. Bu durumda sigortalının Kurumla kurulan bağının 4(a) mı yoksa 4(b) mi? olacağı önem arz etmektedir. Bu yazımızda bu konuda 2019/9 sayılı genelgeyle yapılan düzenlemeleri örneklerle birlikte inceleyeceğiz.

II- 5510 SAYILI KANUN’A TABİ SİGORTALILARIN KENDİLERİNE AİT VEYA ORTAK OLDUKLARI İŞYERLERİNDEN KENDİLERİNİ SİGORTALI GÖSTERMESİ

5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (3) numaralı alt bendinde şirket ortakları 4(b) kapsamında sigortalı sayılmış, 53. maddesinin ikinci fıkrasında ise 4(b) kapsamında sigortalı sayılanların, kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden dolayı, 4(a) kapsamında sigortalı bildirilemezler.

Buna göre, 2008/Ekim sonrası şirket ortaklığı nedeniyle 4(b) kapsamında sigortalı olanlar kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden 4(a) bendi kapsamında sigortalı olamayacakları gibi, 4(a) kapsamında çalışırken çalıştığı işyerine ortak olanlar 4(b) kapsamına alınmakta ve 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları sonlandırılmaktadır. Kişinin çalıştığı işyeri dışında bir şirkete ortak olması halinde, Kanun’un 53. maddesinin birinci fıkrası gereği 4(a) kapsamında sigortalılığı devam ettirilmekte ve 4(b) kapsamına alınmamaktadır.

Yine, 4(a) kapsamında çalıştığı anonim şirkette, ortak olmayan yönetim kurulu üyesi olanların 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları devam ettirilmekte, ancak sigortalının yönetim kurulu üyeliği yanında anonim şirkete ortak olması halinde 4(a) kapsamındaki sigortalılığı sonlandırılarak 4(b) kapsamında sigortalı sayılmaktadır.

Örnek-1: 01.05.2005 tarihinden itibaren 4(a) kapsamında çalışan sigortalı (A), 15.09.2009 tarihinde çalıştığı limited şirketine ortak olmuştur. Kişinin çalıştığı işyerine ortak olması nedeniyle 4(a) kapsamında sigortalı (A)’nın 4(a) kapsamında sigortalılığı 14.09.2009 tarihinde sona erdirilecek, 15.09.2009 tarihinden itibaren 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacaktır.

Örnek-2: 10.01.2012 tarihinden itibaren yönetim kurulu üyesi olduğu anonim şirketten 4(a) kapsamında sigortalı bildirilen sigortalı, 21.04.2013 tarihinde yönetim kurulu üyesi olduğu şirkete ortak olmuştur. Sigortalının 21.04.2013 tarihinde 4(a) kapsamında sigortalılığı sona erdirilerek, 22.04.2013 tarihinden itibaren 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacaktır.

III- 1479 SAYILI KANUN’A TABİ SİGORTALILARIN KENDİLERİNE AİT VEYA ORTAK OLDUKLARI İŞYERLERİNDEN KENDİLERİNİ SİGORTALI GÖSTERMESİ

1479 sayılı Kanun’un Mülga 24. maddesinde; kolektif şirketlerin, adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer, limited şirketlerin, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, donatma iştirakleri ortakları ile anonim şirketlerin kurucu ortakları ile yönetim kurulu üyesi olan ortakları bu Kanun’a göre 4(b) sigortalısı sayılmıştır.

506 sayılı Kanun’un Mülga 2. maddesinde bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu Kanun’a göre 4(a) sigortalısı sayılmıştır.

Aynı zamanda, devredilen Sosyal Sigortalar Kurumu’nun “Şirket Ortakları” konulu 09.02.1993 tarihli ve 16-60 Ek sayılı Genelge’nin 1. maddesine göre;

506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre sigortalı olanların, sigortalılıkları sürerken çalıştıkları işyerine veya başka bir şirkete ortak, anonim şirkette ise kurucu ortak veya yönetim kurulu üyesi ortak oldukları takdirde, 506 sayılı Kanun’a tabi sigortalılıkları kesintiye uğrayıncaya kadar Bağ-Kur’a tabi tutulmayacaklardır. Ancak kolektif şirket ve adi şirket ortaklarının, aynı şirkette bir hizmet akdine dayanarak çalışmaları yasal olarak mümkün değildir. Bu durumda olanların Bağ-Kur ile ilgilendirilmeleri gerektiğinden, şirket ortağı ya da anonim şirketlerde kurucu ortak veya yönetim kurulu üyesi olmaları dolayısıyla 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’na göre Bağ-Kur sigortalısı olanların sigortalılıkları sürerken bir hizmet akdine dayanarak çalışmaya başladıkları takdirde, Bağ-Kur sigortalılıkları kesintiye uğrayıncaya kadar 506 sayılı Kanun’a tabi tutulmayacaklardır.

Buna göre, 2008/Ekim öncesi dönemde şirket ortaklarının veya yönetim kurulu üyelerinin 5510 sayılı Kanun’un 4(a) ve 4(b) kapsamındaki sigortalılık durumları 4 başlık altında incelenmiştir.

A- ŞİRKET ORTAĞI OLUP KURUM’CA 4(b) KAPSAMINDA TESCİLİ YAPILANLARIN, ORTAĞI OLDUĞU ŞİRKETTEN DAHA SONRA 4(a) KAPSAMINDA BİLDİRİLMESİ

1479 sayılı Kanun’un Mülga 24. maddesi kapsamında şirket ortağı olması nedeniyle 4(b) kapsamında sigortalı olan şirket ortağının, daha sonraki bir tarihte ortağı olduğu şirketten 4(a) kapsamında sigortalı bildirilmesi halinde, önce başlayan sigortalılık sona ermediği sürece diğer sigortalılık devreye girmeyeceğinden, 4(a) kapsamındaki sigortalılık iptal edilmekte 4(b) kapsamındaki sigortalılığı devam ettirilmektedir.

Örnek-3: Limited şirket ortağı olan sigortalı, 01.05.1998 tarihinden itibaren 4(b) kapsamında sigortalı iken 01.05.2008 tarihinden itibaren ortağı olduğu şirketten 4(a) kapsamında bildirilmeye başlanmıştır. Sigortalının 4(b) kapsamında sigortalılığının daha önce başlaması nedeniyle, 01.05.2008 tarihinde başlatılan 4(a) sigortalılığı geçerli sayılmayacağından 4(b) kapsamında sigortalılığı devam ettirilmektedir.

B- ŞİRKET ORTAĞI OLUP KURUM’CA 4(b) KAPSAMINDA TESCİLİ YAPILMAMIŞ OLANLARIN, ORTAĞI OLDUĞU ŞİRKETTEN DAHA SONRA VEYA AYNI GÜN 4(a) KAPSAMINDA BİLDİRİLMESİ

Kanun’un “1479 sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlığını taşıyan Geçici 8. maddesinde; tarım sigortalıları hariç olmak üzere, Kanun’un 4(b) kapsamındaki sigortalılık niteliği taşıdıkları halde Kanun’un yürürlük tarihine kadar kayıt ve tescillerini yaptırmayanların sigortalılık hak ve yükümlülüğünün bu Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren başlayacağı öngörülmüştür.

Diğer taraftan, 2008/Ekim öncesinde Kanun’un 4(a) bendi kapsamında hizmet akdiyle çalışırken, çalıştıkları işyerine veya başka bir şirkete ortak, anonim şirkette ise kurucu ortak veya yönetim kurulu üyesi olanlar, 16-60 Ek sayılı Genelge gereğince 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları kesintiye uğrayıncaya kadar 4/(b) kapsamına alınmamaktadır.

Ancak, 01.10.2008 tarihinden önce 1479 sayılı Kanun kapsamında tescili yapılması gerektiği halde 506 sayılı Kanun kapsamında tescil yapıldığı söz konusu tarihten sonra tespit edilen sigortalılar, Kanun’un Geçici 8. maddesi kapsamında değerlendirilmeyecek, 4(a) kapsamında yapılan tescil kaydı beyan kabul edilerek, 4(b) kapsamında sigortalı olması gereken tarih itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacak ve 4(a) kapsamındaki hizmetler 4(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir. 4(a) kapsamındaki hizmetlerin 4(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin iş ve işlemler cari usullere göre yapılmaktadır.

Bu durum, 4(a) kapsamında çalışmaya başladığı tarih ile şirket ortağı olduğu tarih aynı olan sigortalılar için de uygulanmaktadır. Burada esas olan, 4(a) kapsamında çalışma devam ederken 4(b) kapsamında sigortalılığı gerektiren şirket ortaklığının gerçekleşmesidir. Ancak, şirket ortağı olduğu gün diğer bir ifadeyle, 4(b) kapsamında sigortalı olması gerektiği halde aynı gün ortağı olduğu şirketten 4(a) kapsamında bildirim yapıldığı tespit edilenlerin, şirket ortaklığı nedeniyle 4(b) kapsamında bildirimi;

- Yapılanların 4(a) kapsamındaki sigortalılığı iptal edilecek 4(b) kapsamındaki sigortalılığı geçerli sayılacaktır.

- Yapılmayanların ise, 4(a) kapsamında yapılan tescil kaydı bildirim kabul edilerek, 4(b) kapsamında sigortalı olması gereken tarih itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacak ve 4(a) kapsamındaki hizmetler 4/(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir.

Örnek-4: 01.05.1998 tarihinden itibaren limited şirket ortağı olan ancak, 4(b) kapsamında tescil edilmeyen sigortalı, 01.05.2001 tarihinden itibaren ortağı olduğu limited şirketinden 4(a) kapsamında sigortalı bildirilmeye başlanmış ve şirket ortaklığı halen devam etmektedir. Sigortalının 4(a) kapsamında 01.05.2001 tarihinde başlatılan tescil kaydı beyan kabul edilip, 4(b) kapsamında şirket ortağı olduğu 01.05.1998 tarihi itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacak ve limited şirketinden bildirilen 4(a) kapsamındaki hizmet süreleri 4(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir.

Örnek-5: 01.05.2001 tarihinden itibaren limited şirket ortağı olan ancak, 4(b) kapsamında tescil edilmeyen sigortalı, 01.05.2003 tarihinden itibaren ortağı olduğu limited şirketinden 4(a) kapsamında sigortalı bildirilmeye başlanmıştır. Bu kapsamda yapılan bildirimler şirket ortaklığının sona erdiği 10.02.2011 tarihine kadar devam etmiştir. Sigortalının 4(a) kapsamında 01.05.2003 tarihinde başlatılan tescil kaydı, bildirim olarak kabul edilecek ve 4(b) kapsamında limited şirketine ortak olduğu 01.05.2001 tarihi itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacaktır. limited şirketinden 01.05.2003 tarihi itibariyle başlatılan 4(a) kapsamındaki sigortalılık süreleri şirket ortaklığının sona erdiği 10.2.2011 tarihine kadar 4(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir.

Örnek-6: 01.05.2002 tarihinde anonim şirketi kurucu ortağı olan ve yine 01.05.1998 tarihinden itibaren kurucu ortağı olduğu anonim şirketinden 4(a) kapsamında sigortalı bildirimi yapılan sigortalı, şirket ortaklığından dolayı Kurum’a herhangi bir bildirimde bulunmamıştır. Anonim şirketi ortaklığı halen devam eden sigortalının 4(b) kapsamında şirket ortağı olduğu 01.05.2002 tarihi itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacak, 01.10.2008 tarihinden yönetim kurulu üyeliği olmadığından 30.09.2008 tarihi itibariyle 4(b) sigortalılığı sonlandırılacaktır. 01.10.2008 tarihinden sonraki anonim şirketindeki 4(a) hizmetleri geçerli sayılacaktır.

Örnek-7: 01.05.1997 tarihinden itibaren limited şirket ortağı olan ancak, 4(b) kapsamında tescil edilmeyen sigortalı, 01.05.2002 tarihinden itibaren ortağı olduğu limited şirketinden 4(a) kapsamında sigortalı bildirilmeye başlanmıştır. Bu kapsamda yapılan bildirimler şirket ortaklığının sona erdiği 10.05.2013 tarihine kadar devam etmiştir. Sigortalının 4(a) kapsamında limited şirketinde 01.05.2002 tarihinde başlatılan tescil kaydı, bildirim olarak kabul edilecek ve 04.10.2000 tarihi itibariyle 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacaktır. Limited şirketinden 01.05.2002 tarihi itibariyle başlatılan 4(a) kapsamındaki sigortalılık süreleri şirket ortaklığının sona erdiği 10.5.2013 tarihine kadar 4(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir.

C- 4(a) KAPSAMINDA SİGORTALI OLUP ÇALIŞTIĞI İŞYERİNE VEYA BAŞKA BİR ŞİRKETE ORTAK OLANLAR

2008/Ekim öncesinde 4(a) kapsamında hizmet akdiyle çalışırken, çalıştıkları işyerine veya başka bir şirkete ortak, anonim şirkette ise kurucu ortak veya yönetim kurulu üyesi olanlar, 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları kesintiye uğrayıncaya kadar 4(b) kapsamına alınmayacaktır.

4(a) kapsamındaki çalışmaları sona erdirip en az bir gün ara vererek ortağı olduğu şirketten yeniden hizmet akdine tabi çalışmaya başlanması durumunda hizmetler kesintiye uğramış kabul edilecektir.

Örnek-8: 01.05.1997 tarihinden itibaren anonim şirketi işyerinden 4(a) kapsamında sigortalı iken 01.05.2003 tarihinde, çalıştığı anonim şirketine ortak ve yönetim kurulu üyesi olan ve kesintisiz devam eden 4(a) kapsamındaki sigortalılığı 30.01.2018 tarihinde sona ermiştir. Sigortalının, 4(a) kapsamında sigortalılığı geçerli sayılarak 01.02.2018 tarihinden itibaren 4(b) kapsamında sigortalılığı başlatılacaktır.

Örnek-9: 01.05.2003 tarihinden itibaren 4(a) kapsamında bir anonim şirketi işyerinden sigortalı iken, 30.05.2004 tarihinde bir limited şirketine ortak olan sigortalının anonim şirketi işyerinden 4(a) sigortalılığı 20.04.2005 tarihinde sona ermiştir. Sigortalı ortağı olduğu limited şirketi işyerinden 21.04.2005 tarihinden itibaren 4(a) kapsamında işe giriş bildirgesi vererek 05.05.2017 tarihine kadar aralıksız 4(a) kapsamında hizmet bildirimi yapılmıştır. 22.11.2018 tarihinde de limited şirketindeki ortaklığından ayrılmıştır. Her ne kadar 4(a) kapsamında bildirilen hizmetlerin arasında boşluk olmadığı düşünülse de; sigortalı hizmet akdiyle çalıştığı anonim şirketine değil, limited şirketine ortak olduğu için; 21.04.2005-05.05.2017 tarihleri arasındaki 4(a) kapsamında bildirilen hizmeti iptal edilecek, 21.04.2005-22.11.2018 tarihleri arası 4(b) kapsamında tescili yapılarak, iptal edilen primler cari usullere göre aktarılacaktır.

D- 4(a) KAPSAMINDA SİGORTALI OLUP ÇALIŞTIĞI ŞİRKETE ORTAK OLANLARDAN, ŞİRKETTE KENDİNDEN BAŞKA SİGORTALI KALMAYANLAR

Tüzel kişiler, tıpkı gerçek kişiler gibi hak sahibi olabilen ve borç altına girebilen ve hukuk sisteminde kişi olarak kabul edilen mal veya kişi toplulukları olduğundan, tüzel kişilerin topluluğu oluşturan kişilerden ayrı bir kişilikleri bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hukukta belirli bir amaç çerçevesinde örgütlenmiş bazı insan ve mal toplulukları tek bir “varlık” niteliğinde kabul edilmiş ve bu topluluklara da insan gibi hak sahibi olmak, yükümlülük ve borç yüklenebilme olanağı tanınmıştır. Tüzel kişilikler yetkilerini organları marifetiyle kullanmakta olup, organlar ise gerçek kişilerden oluşmaktadır. Şirketlerin ortakları ile tüzel kişinin organı arasında kollektif, adi ve adi komandit şirketler hariç hizmet akdi kurulması mümkün bulunmaktadır.

Buna göre, ortağı olduğu şirketten 4(a) kapsamında hizmeti bildirilen ve kendinden başka 4(a) kapsamında sigortalı kalmayan şirket ortaklarının, çalıştıkları şirketin sermaye şirketi olması halinde ise, 4(a) kapsamında sigortalılığı devam ettirilecektir.

Örnek 10: Sigortalı, 06.05.2003 tarihinden itibaren 4(a) kapsamında sigortalı iken, 30.11.2006 tarihinde çalıştığı limited şirketine ortak olmuş 28.02.2019 tarihinden itibaren de şirkette kendisinden başka bildirilen sigortalı kalmamıştır. Sigortalının, ortağı olduğu şirketin sermaye şirketi olması ve kendinden başka bildirilen sigortalı bulunmayan dönemlerde de şirket tüzel kişiliği ile hizmet akdi kesintiye uğramadığından, 4(a) kapsamında bildirilen sigortalılığı devam ettirilecektir.

IV- SONUÇ

5510 sayılı Kanun’a göre 2008/Ekim sonrası şirket ortaklığı nedeniyle 4(b) kapsamında sigortalı olanlar kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden 4(a) bendi kapsamında sigortalı olamayacakları gibi, 4(a) kapsamında çalışırken çalıştığı işyerine ortak olanlar 4(b) kapsamına alınmakta ve 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları sonlandırılmaktadır.

2008/Ekim öncesi şirket ortağı olup Kurum’ca 4(b) kapsamında tescili yapılanların, ortağı olduğu şirketten daha sonra 4(a) kapsamında bildirilmesi durumunda, 4(a) çalışmaları iptal edilerek 4(b) hizmetleri dikkate alınacaktır. Yine 2008/Ekim öncesi şirket ortağı olup 4(b) tescili yapılmamış olsa bile ortağı olduğu şirketten 4(a) bildirimi yapılmış ise 4(a) bildirimi 4(b) bildirimi gibi dikkate alınarak 4(a) çalışmalar iptal edilerek şirket ortaklığının başladığı tarihten itibaren 4(b) tescili yapılacaktır. 4(a) kapsamındaki hizmetler 4/(b) kapsamında hizmet olarak değerlendirilecektir.

2008/Ekim öncesinde 4(a) kapsamında hizmet akdiyle çalışırken, çalıştıkları işyerine veya başka bir şirkete ortak, anonim şirkette ise kurucu ortak veya yönetim kurulu üyesi olanlar, 4(a) kapsamındaki sigortalılıkları kesintiye uğrayıncaya kadar 4(b) kapsamına alınmayacaktır.

Ortağı olduğu şirketten 4(a) kapsamında hizmeti bildirilen ve kendinden başka 4(a) kapsamında sigortalı kalmayan şirket ortaklarının, çalıştıkları şirketin sermaye şirketi olması halinde ise, 4(a) kapsamında sigortalılığı devam ettirilecektir. Cemil UZUN*  Yaklaşım / Ağustos 2019 / Sayı: 320 http://www.y-akademi.com/ik/201908_CU.htm

* Unkapanı SGM Müdür Yrd.

 

Yoğun gelen sorulanların başında öncellikle SSK mı yoksa Bağ-Kur emekli olmamalıyım gelir.

Bunu soranlar ise genelde son 3,5 yıl olup,7 Bin gün üstünde prim ödeyen Bağ-Kur’lulardan gelir.

Özellikle yaştan avantaj yakalamak isteyenler tercihlerini 4/a-SSK yönünden kullanırken yada emeklilik için aran yaş SSK ve Bağ-Kur statüsünden olanlarda tercihlerini nerede nasıl kullanacaklarını merak ederler.

Bu nokta da yol ayrımları ise ‘’Emeklilik Planlamasından ‘’ geçecektir.

Sigortalılar çalışma yaşamlarında bunlardan bir ya da birkaçına tabi çalışmış olabiliyor, sosyal güvenlik açısından birden fazla sigortalılığa tabi olabiliyorlar. Hizmet Birleştirme Kanunu da birden fazla sigortalılığa tabi çalışanların emekliliklerinde bu hizmetlerin nasıl birleştirileceğini, aylığın hangi sigortalılıktan bağlanması gerektiğini ortaya koyuyor.(Ş.Tezel/23.09.2019)

Bağ-Kurlu ise “son 3,5 yılda SSK’lı ol oradan emekli olmalısın” genel kabulü çok yaygın ise de bu genel kanıya aldanıp emekliliklerini hatalı kurgulayanları mesleğimiz gereği çokça görüyoruz.(Ş.Tezel/23.09.2019)

Emekli Aylığı Simülasyonu yaptırmada büyük yarar var.(Ş.Tezel/23.09.2019)

EMEKLİ AYLIĞI PLANLAMASINDA PROJEKSİYON SİMÜLASYON YAPILMASI!

A.)SSK

B.)BAĞ-KUR

C.)EMEKLİ SANDIĞI-YENİ MEMUR

D.)MALULLÜK

E.)ENGELLİ İNDİRİMİ(4a-b-c)

F.)BORSA BANKA SANDIK

G.)TARIM SSK

H.)TARIM BAĞ-KUR

I.)BORÇLANMA

J.)TOPTAN ÖDEME/İHYA

Yukarıdaki konulara hakim olarak,2020-2021-20203 gibi dönemleri de en azından tahmin ederek,simülasyon yapmanız halinde soruların cevabını yaklaşık söyleyebilirsiniz.

“Emeklilik Planlaması”=’’Simülasyon’’

VEDAT İLKİ

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

05415161962 whatsapp

https://alitezel.com.tr/bag-kur-mu-ssk-mi-emekli-olmak-avantajlidir-9407/

KDV iade alacaklarının  temliki, KDV iade alacağı olan mükellef ile üçüncü şahıslar arasında ancak yapılabilmektedir.[1] Söz konusu  iade alacağının  temlik edilebilmesi için vergi idaresinin  bu konuda  muvafakatının  alınmasına ihtiyaç yoktur.[2] KDV iade alacaklarının  temlikinde 2 koşul bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, temlik işlemlerinin  noter üzerinden  yapılması   zorunludur. İkinci  koşul ise,  temlike konu  iade alacağının iade olunabilir safhaya gelmiş olması zorunludur. 

KDV iade alacaklarının temlikinin dışında  üçüncü şahıslar tarafından da haczedilmesi mümkündür.[3]

Son yıllarda,  mükelleflerin vergi dairesinden  KDV iade alacakları üzerine özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan alacaklar dolayısıyla, İcra İflas  Kanunu hükümlerine göre,   icrai işlemlerin yapıldığına tanık olmaktayız.  Bu icrai işlemler  kimi zaman ihtiyati haciz,  kimi zaman ise kesin haciz şeklinde de kendisini gösterebilmektedir.   

Diğer taraftan, ihracatçı mükelleflerin  doğmuş veya doğması muhtemel ihracat teşvik primi alacağı  veya vergi iadesi alacaklarının  üzerine  çeşitli özel hukuk münasebetlerinden kaynaklanan ihtiyati haciz ve  haciz  işlemlerinin de yürütüldüğünü görmekteyiz.  Bilindiği gibi, KDV iade alacakları  mükellefler tarafından yapılan ihracatla ilgili olup,  bu konuda  “iade miktarı” vergi dairesi tarafından düzenlenen ve vergi dairesi müdürünün imzası onayı ile düzeltme fişi kuralına göre ortaya çıkabilmektedir.[4]Düzeltme fişinin vergi dairesi işlem yönergesine göre,  memur, gelir uzmanı,  servis şefi, müdür yardımcısı ve müdür silsilesine göre imzalanarak VEDOP sistemi ile onaylanması halinde ancak iade alacağı doğmaktadır.  Aksi halde, vergi iadesi alacağının ortaya çıkması olanaksızdır.

İade alacağı,  mükellefin yapmış olduğu ihracata göre veya 3065 sayılı KDVK’nun 29. maddesine göre  çeşitli durumlarda ortaya çıkabilmektedir.[5]  Örneğin, mükellefi alış ve giderleri nedeniyle yüklenmiş olduğu KDV oranının %18 olduğunu kabul edelim. Bu mükellefin satışları dolayısıyla KDV oranı %1 ise bu durumda mükellefin sürekli “devreden KDV” ortaya çıkacaktır.   Başka bir ifade ile, aynı mükellefin yurtiçinden  %18 oranında  mal  ve hizmet yaptırıp daha sonra bunları yurtdışı yapması halinde sonuç  olarak  mal alış ve giderleri dolayısıyla  ödediği bu KDV’lerin mükellefe iadesi gerekmektedir.  İşte bu iade alacaklarının mükellefin kendisinin vergi borçlarına, sigorta borçlarına, Tedaş  borçlarına    mahsup edilebilmektedir.[6]

Çalışmamızın asıl konusu  mükellefler adına  kesinleşmiş ve iadesi gereken KDV iade alacaklarının mükelleflerin  vergi dairesine borçları bulunmaması durumunda, mükelleften özel hukuk ilişkilerine göre alacağı olan kişilerin bu alacakları üzerine icrai takipler yapıp, yapamayacakları tartışılmaktadır.[7]

Özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan İcra İflas Kanunu hükümlerine göre, çeşitli takip işlemlerinde  borçlu vergi mükellefinin  vergi dairesinden KDV iade alacağının tespiti halinde alacaklı tarafından  icra dairesine yapılacak başvuru sonucunda  alınacak kararlara dayalı olarak  ödeme emri ile  KDV iade alacağına haciz konulabilir.  Sonuçta işbu KDV iade alacağının düzeltme fişi müdür onayından geçtikten sonra  ödenebilir  safhada  öncelikle  mükellefin borcuna mahsup edilir.  Varsa işbu KDV iade alacağı ile ilgili mükelleflerin temlikleri de dikkate alınacaktır.  Bütün bu mahsuplar sonucunda ortaya bir alacak  çıkması halinde   bu  ödeme emirlerindeki alacaklı gözüken kimselere  ödeme yapılabilir. Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/vergi-dairesinden-kdv-iade-alacaklarinin-temliki/haber-29427

--------------------------------
[1] 84 nolu KDV GT, I/1.2.

[2] 23.09.2010 gün ve 374 sayılı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Özelgesi.

[3] 24.12.2009 gün ve 38670 sayılı  İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Özelgesi.

[4] Vergi Daireleri İşlem Yönergesi düzeltme hükümleri.

[5] KDV Genel Tebliği Seri No 43,61,81,83,86,99 ve 101.

[6] 84 Nolu KDV Genel Tebliği, 1,13,15,19,20 ve 37 nolu SM, SMMM ve YMM Tebliğleri gereği.

[7] İhracatçı mükelleflerin  yurtiçinden malzeme aldıkları  firmalar son zamanlarda  ihracatçı mükellefin bağlı olduğu vergi dairesindeki KDV iade alacaklarına icra dairesi marifeti ile ödeme emri yollamaktadırlar.

Perşembe, 26 Eylül 2019 14:25

Turizm Payı Uygulaması Başlıyor

ÖZET:

7183 sayılı Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanun ile Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı kurulmuştu.

Ajansın kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesi ve faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere “turizm payı” alınması uygulamasına 1 Ekim 2019 tarihinden itibaren başlanılacaktır.

Turizm payı; aşağıdaki işletmelerin yatırımcısı veya işletmecisi olan gerçek veya tüzel kişilerin bu işletmelerdeki faaliyetleri sonucunda elde ettikleri net satış ve kira gelirlerinin toplamı üzerinden

a) Bileşik tesisler ile konaklama tesislerinden binde yedi buçuk,

b) Bakanlıktan belgeli yeme-içme ve eğlence tesislerinden bindeyedi buçuk,

c) Deniz turizmi tesisleri ile Bakanlıktan belgeli deniz turizmi araçlarından binde yedi buçuk,

ç) Seyahat acentalarından (münferit uçak bileti satışları hariç) on binde yedi buçuk,

d) Havayolu işletmelerinden (ticari yolcu taşımacılığı faaliyetlerinden) on binde yedi buçuk,

e) Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından işletilenler hariç olmak üzere havalimanı ve terminal işletmelerinden binde iki,

oranında olmak üzere alınacaktır.

Kış, termal, sağlık, kırsal ve nitelikli spor turizmi gibi Bakanlık tarafından teşvik edilmesi uygun görülen turizm türlerinde faaliyet gösteren tesisler için bu oranlar yüzde elli indirimli olarak uygulanacaktır.

Turizm payı, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununa göre vergi mükellefinin tabi olduğu vergilendirme dönemini takip eden ayın yirmi dördüncü günü sonuna kadar ilgililerin gelir veya kurumlar vergisi yönünden bağlı olduğu vergi dairesine, gelir veya kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunmayanlar tarafından ise Gelir İdaresi Başkanlığınca belirlenecek vergi dairesine beyan edilerek aynı ayın yirmi altıncı günü akşamına kadar ödenecektir.

Ödenen turizm payı, kurumlar vergisi ve gelir vergisi mükellefleri tarafından matraha esas kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınır.

Turizm payına ilişkin beyannamelerin 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu kapsamında kalan meslek mensuplarına onaylatılmasına veya imzalatılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye Kültür ve Turizm Bakanlığını Bakanlığının görüşünü alarak Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir.

7183 sayılı Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanunun amacı; Türkiye’nin turizm hedeflerine ulaşmasını teminen; turizm imkân ve fırsatlarının dünyada tanıtılmasına, turizm potansiyelinin tüm yönleri ile değerlendirilerek ülke ekonomisine kazandırılmasına, turizm yatırımlarının, turizmin ülke ekonomisindeki payının ve turizm sektörünün hizmet kalitesinin artırılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak, destek ve kaynak sağlamak amacıyla Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansının kurulması, yönetimi, denetimi, gelirleri ve faaliyetlerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek olarak belirtilmişti.

Ajansın kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesi ve faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere turizm payı alınacaktır. Bu konuda Kanun ile getirilen düzenlemeler özetle aşağıdaki gibidir.

1) Turizm payı;

a) Bileşik tesisler ile konaklama tesislerinden binde yedi buçuk,

b) Bakanlıktan belgeli yeme-içme ve eğlence tesislerinden binde yedi buçuk,

c) Deniz turizmi tesisleri ile Bakanlıktan belgeli deniz turizmi araçlarından binde yedi buçuk,

ç) Seyahat acentalarından (münferit uçak bileti satışları hariç) on binde yedi buçuk,

d) Havayolu işletmelerinden (ticari yolcu taşımacılığı faaliyetlerinden) on binde yedi buçuk,

e) Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından işletilenler hariç olmak üzere havalimanı ve terminal işletmelerinden binde iki,

oranında olmak üzere bu ticari işletmelerin yatırımcısı veya işletmecisi olan gerçek veya tüzel kişilerin bu işletmelerdeki faaliyetleri sonucunda elde ettikleri net satış ve kira gelirlerinin toplamı üzerinden alınacaktır.

Kış, termal, sağlık, kırsal ve nitelikli spor turizmi gibi Bakanlık tarafından teşvik edilmesi uygun görülen turizm türlerinde faaliyet gösteren tesisler için bu oranlar yüzde elli indirimli olarak uygulanır.

2) Turizm payı, 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununa göre vergi mükellefinin tabi olduğu vergilendirme dönemini takip eden ayın yirmi dördüncü günü sonuna kadar ilgililerin gelir veya kurumlar vergisi yönünden bağlı olduğu vergi dairesine, gelir veya kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunmayanlar tarafından ise Gelir İdaresi Başkanlığınca belirlenecek vergi dairesine beyan edilerek aynı ayın yirmi altıncı günü akşamına kadar ödenecektir.

3) Vergi dairesi tarafından turizm payının beyan, tarh, tahakkuk ve tahsili ile red ve iadesinde; 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ve 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır, tahsil edilen turizm payının yüzde beşi, genel bütçe geliri olarak ayrıldıktan sonra kalan kısmı emanet hesabına alınır ve en geç takip eden ayın yirminci günü Ajansın banka hesabına aktarılır.

Haber Arası Reklam
4) Ödenen turizm payı, kurumlar vergisi ve gelir vergisi mükellefleri tarafından matraha esas kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınacaktır.

5) Ortaya çıkabilecek hukuki ihtilafların çözümünde vergi mahkemeleri

6) Turizm payına ilişkin beyannamelerin verilme sürelerini, kapsama girenlerin turizm türleri, vergi veya mükellefiyet türleri itibarıyla ayrı ayrı veya birlikte aylık veya üç aylık dönemler hâlinde tespit etmeye, beyannamelerin; şekil, içerik ve eklerini belirlemeye, elektronik ortamda gönderilmesine zorunluluk getirmeye, yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususunda izin vermeye, bu kişileri aracı kılmaya veya zorunlu tutmaya ve uygulamaya, 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu kapsamında kalan meslek mensuplarına onaylatılmasına veya imzalatılmasına ilişkin usul ve esaslar ile turizm payının beyan ve ödeme sürelerini kanuni süresinden itibaren bir ayı geçmeyecek şekilde yeniden belirlemeye, Bakanlığın görüşünü alarak Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir.

7) Ajans, Kanun kapsamındaki faaliyetleri nedeniyle düzenlenecek kâğıtlara ilişkin damga vergisinden muaftır.

8) Ajansın Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından yayımlanan Türkiye Finansal Raporlama Standartlarına uygun olarak hazırlanan yıllık finansal tabloları bağımsız denetime tabidir. Bağımsız denetim, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından kamu yararını ilgilendiren kuruluşların denetimini yapmak üzere yetkilendirilen bağımsız denetim kuruluşlarının en az üçünden teklif alınmak suretiyle İcra Kurulu tarafından yaptırılır.

Kanunun uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar; turizm payının beyanı ve ödenmesi ile ilgili olanlar hakkında Hazine ve Maliye Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenecektir.

Kanunun Turizm Payının beyan ve ödemesine ilişkin düzenlemeleri 1 Ekim 2019 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olup; diğer maddeleri yayımı tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

7183 Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı Hakkında Kanun İçin Tıklayınız

Kaynak: TÜRMOB

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 23.09.2019 tarihinde "İhracat Genelgesinde" yapmış olduğu değişikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yapılan ihracata ilişkin bedellerin, ithalatçıya ait ve Türkiye'deki bankaların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki şubelerinden alınan kredi kartları ile tahsil edilmesi mümkün hale gelmiştir.

İhracat Genelgesi 13. maddesi 4. bentte yapılan değişiklik kırmızı ile gösterilen gibidir;

"(4) İhracat bedelinin kredi kartıyla tahsil edildiği işlemlerde, kredi kartının yurt dışından verilmiş olduğunun tespiti şarttır. Bu işlemlerde, fiş (slip) bedelinin ihracatçıya ödendiği tarih itibarıyla talebe göre her bir fiş için ayrı ayrı ya da fiş bedellerinin tamamı için tek bir DAB düzenlenebilir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yapılan ihracata ilişkin bedellerin, ithalatçıya ait ve Türkiye'deki bankaların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki şubelerinden alınan kredi kartları ile tahsil edilmesi mümkündür.

İhracat Genelgesine ulaşmak için TIKLAYINIZ.

http://www.hukuknediyor.com

Özet:

Ticari olarak vergi mükellefiyetine sahip gerçek ve tüzel kişiler ile aktif vergi mükellefiyet kaydı olmayan gerçek kişiler, sahip oldukları arsaları üzerine yapılacak inşaatın, kendilerine finansman yükü yaratmamak veya inşaatın yapımı ile uğraşmamak gibi nedenlerle müteahhit firmalarla anlaşarak kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmaktadırlar.

Böylece arsa sahibi inşaat maliyetine katlanmamakta, müteahhit ise arsa maliyeti için peşinen büyük kaynaklara ihtiyaç duymamaktadır.

Kanun koyucu, 7104 Sayılı Kanun ile KDV Kanununda yaptığı değişiklikler sonucunda, kat karşılığı inşaat sözleşmeleri yoluyla edinilen ve elden çıkarılan konut ve iş yerlerinin vergilenmesinde, daha önce mevzuatta farklı yorumlar yapılmasına sebep olan ilgili hükümleri açıklığa kavuşturarak, uygulamadaki kafa karışıklığına son vermiştir.

Bu yazımızın konusunu vergi mevzuatında yapılan son değişiklikler çerçevesinde,  arsa sahiplerinin kat karşılığı inşaat sözleşmesi yoluyla edindikleri ve elden çıkardıkları gayrimenkulleri ile müteahhit firmaların kendi uhdesine kalan gayrimenkullerin elden çıkarılmasının KDV Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu açısından değerlendirilmesi oluşturmaktadır.

Öncelikle ticari mükellefiyete sahip gerçek ve tüzel kişilerin aktiflerine kayıtlı arsalarını, müteahhit firma ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalayıp anlaşmaları sonucunda, vergileme süreçlerinin nasıl olması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır.

Daha sonra ise aktif vergi mükellefiyeti olmayan gerçek kişilerin sahibi oldukları arsa paylarını, kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalayarak müteahhit firmaya vermeleri sonucunda, elde ettikleri ve elden çıkardıkları gayrimenkullerinin vergilemelerinin nasıl olacağı, son olarak ise müteahhit firmanın bu işlemlerle ilgili vergi mevzuatı karşısındaki durumuna yer verilecektir.

Genel Açıklama:

7104 Sayılı Kanun ile KDV Kanunun 2/5’nci maddesine; ‘‘Trampa iki ayrı teslim hükmündedir. Bu kanunun uygulanmasında arsa karşılığı inşaat işlerinde; arsa sahibi tarafından konut veya işyerine karşılık müteahhide arsa payı teslimi, müteahhit tarafından arsa payına karşılık arsa sahibine konut veya işyeri teslimi yapılmış sayılır.’’ ifadesi eklenmiştir.

Bu ifade ile kanun koyucu, Maliye Bakanlığı’nın bu değişiklikten önce savunduğu kat karşılığı inşaat sözleşmeleri yoluyla edinilen konut ve işyerlerinin teslimlerinin trampa hükmünde olduğu düşüncesini yasalaştırmış olmuştur.

Ancak, burada önemli bir hususu açıklamakta fayda vardır. Bunun için öncelikle, trampanın kavram olarak ne anlama geldiğini tanımlamak gerekir.

Trampa; belli bir malın mülkiyetinin başkasına ait bir malın mülkiyetiyle değiştirilmesine denir. Kanun metnindeki ifade aynen ‘‘Trampa iki ayrı teslim hükmündedir.’’ şeklindedir.

Örneğin bir kişi sahibi olduğu arsayı veriyor, karşılığından başkasının mülkiyetinde olan işyeri veya konut alıyor. Her iki tarafta hem alıcı hem de satıcı konumunda oluyor.

Peki, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinden kaynaklanan teslimlerde durum gerçekten böyle mi?

Çok basit olarak baktığımızda, bu sözleşme ile yapılmak istenen iş, bir taraftaki arsa sahibinin, diğer taraftaki müteahhit ile anlaşarak;  arsasının bir kısmını müteahhide verip verdiği bu arsa payı karşılığında, kendisine kalan arsa payının üzerine, müteahhidin konut ve işyeri inşa etmesini istemesidir.

Müteahhidin aldığı arsa payı karşılığında, arsa sahibine, inşa ettiği kendi mülkiyetinde olmayan konut ve işyerlerini teslim etmesi, yukarıdaki tanıma uymadığından, kanun metninde müteahhit tarafından arsa payına karşılık arsa sahibine konut ve işyeri teslimi yapılmış sayılır. İfadesi kullanılmıştır.

Aslında kanun koyucu, burada yapılan işin trampa tanımına uymadığından, (çünkü müteahhit kendi mülkiyetinde olan herhangi bir malı vermemektedir.) KDV Kanununda düzenleme yaparak, Maliye Bakanlığı’nın öteden beri savunduğu düşüncesini, kat karşılığı inşaat sözleşmelerini bu kanun açısından trampa saymıştır.

Peki, bu durum KDV Kanunu açısından bu şekilde çözülmüşken, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu açısından durum ne olacaktır?

Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu açısından kat karşılığı inşaat sözleşmelerini trampa sayan hükümler var mıdır? Yazımızın devamında bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

7104 Sayılı Kanun ile yapılan diğer düzenleme ise KDV Kanunu 27/6 maddesine eklenen ‘‘Arsa karşılığı inşaat işlerine ilişkin bedelin tespitinde, müteahhit tarafından arsa sahibine bırakılan konut veya işyerinin, Vergi Usul Kanununun 267’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ikinci sıradaki maliyet bedeli esasına göre belirlenen tutarı esas alınır.’’ ifadesidir.

Böylelikle müteahhit tarafından arsa sahibine, arsa payının karşılığı olarak inşa edilip teslim edilen konut veya işyerlerinin KDV Kanunu açısından maliyet bedelinin, nasıl belirleneceği yasa maddesiyle netleşmiş olmuştur.

1. KDV Kanunu Açısından Durum Değerlendirmesi

a. Gerçek ve Tüzel Kişilerin Aktiflerine Kayıtlı Arsa Payı Teslimleri

Arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımı ile sürekli olarak iştigal etmesi durumunda, konut veya işyeri karşılığı müteahhide yapılan arsa teslimi KDV’ye tabidir.

Soru 1: Vergiyi doğuran olay ne zaman gerçekleşir? Arsa faturası ne zaman kesilecektir?

Vergiyi doğuran olay, müteahhidin arsa payı karşılığı konut veya işyeri teslimleri ile gerçekleşmektedir. Taşınmazlarda teslim kural olarak tapuya tescil ile veya tapuya tescilden öncede konut veya işyerlerinin alıcının tasarrufuna bırakılması durumunda da yani fiili olarak kullanılmaya başlanması ile ya da yapı kullanma ruhsatının alınması sonucunda da vergiyi doğuran olay meydana gelmektedir.

Arsa faturası da vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihten itibaren 7 gün içinde kesilmelidir. Müteahhit tarafından arsa payına karşılık kesilecek konut veya iş yeri faturasıyla, arsa sahibi tarafından teslim aldığı konut veya işyerlerine karşılık kesilecek arsa faturası karşılıklı olarak eş zamanlı kesilecektir.

Örnek 1:

Müteahhit X, arsa sahibi Z Ltd.Şti.’nin teslim ettiği arsa payına karşılık, inşasını yaptığı konut ve işyerlerinin emsal bedellerini hesaplayıp 150.000 TL + KDV (KDV oranları teslim edilen konut ve iş yerlerinin tabi olduğu oranlara göre belirlenecektir.) fatura düzenlemiştir.

Z Ltd. Şti. de eş zamanlı olarak müteahhide 150.000,00TL+KDV fatura düzenleyecektir.

KDV Kanunu açısından kat karşılığı inşaat sözleşmeleri trampa sayıldığına göre, kurumlar vergisi mükelleflerinin KDV Kanunundaki istisna hükümlerinden faydalanıp faydalanamayacaklarını kontrol etmelerinde fayda vardır. (Kurumların aktifinde en az iki tam yıl süreyle bulunan taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler KDV’den istisnadır. İstisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz teslimleri istisna kapsamı dışındadır. KDV 17/4-r)

Bu konuyla ilgili olarak, İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 15.08.2012 Tarih ve 766 Sayılı Özelgesi aşağıdaki gibidir:

“Ana faaliyet konusu motorlu kara taşıtlarının parçalarının belirli bir mala tahsis edilmiş mağazalarda perakende ticareti olan şirketinizin 1986 ve 1999 yıllarında iktisap ettiği arsaların kat karşılığı inşaat sözleşmesine istinaden müteahhide tesliminde,  arsanın en az 2 tam yıl aktifinizde kayıtlı olması, faaliyet konusu ile ilişkilendirilecek şekilde iktisadi işletmeye dahil olmaması ve arsa alım satımının mutad ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürülmemesi şartlarının birlikte gerçekleşmesi kaydıyla KDV den istisna tutulması mümkün bulunmaktadır.”

b. Aktif Vergi Mükellefi Olmayan Gerçek Kişilerin Arsa Payı Teslimleri

Arsa sahibinin gerçek usulde vergi mükellefiyeti gerektirmeyecek şekilde, arızi olarak arsa payını konut veya işyeri karşılığında müteahhide teslim etmesi KDV’ye tabi değildir. Arsa sahibinin KDV Kanunu açısından herhangi bir vergisel sorumluluğu yoktur.

c. Müteahhidin Arsa Payı Karşılığı, Arsa Sahibine Teslim Ettiği Gayrimenkullerin, Maliyet Bedellerinin (KDV Matrahlarının) Tespiti

Müteahhit tarafından dikkat edilmesi gereken en önemli konu, inşaat maliyetlerinin tamamlandıktan sonra, arsa sahibine, arsa karşılığı konut ve işyerlerinin teslimi aşamasında yapılması gereken maliyet hesabıdır.

Bu hesap yapılırken aşağıdaki mevzuat hükümleri dikkate alınmalıdır.

7104 Sayılı Kanun ile KDV Kanunun 27’nci maddesine eklenen 6 numaralı fıkrada ‘‘Arsa karşılığı inşaat işlerine ilişkin bedelin tespitinde, müteahhit tarafından arsa sahibine bırakılan konut veya işyerinin, Vergi Usul Kanununun 267’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ikinci sıradaki maliyet bedeli esasına göre belirlenen tutarı esas alınır’’

KDV Kanunu 27/4 maddesine göre ‘‘Katma değer vergisi uygulaması bakımından emsal bedelin tayininde genel idare giderleri ve genel giderlerden mamule düşen hissenin bedele katılması mecburidir.’’

VUK 267/2 maddesinde ise; “Emsal bedeli belli edilecek malın, maliyet bedeli bilinir veya çıkarılması mümkün olursa, bu takdirde mükellef bu maliyet bedeline, toptan satışlar için %5, perakende satışlar için %10 ilave etmek suretiyle emsal bedelini bizzat belli eder.” ifadesi yer almaktadır.

Örnek 2:

Müteahhit firma 1.000 m2 arsa üzerine inşa edeceği 10 adet konut ve 2 adet işyerinin toplam inşaat alanı 1.200 m2’dir. Her bağımsız bölüm 100’er metrekaredir. 5 adet konut ve 1 adet işyeri arsa payı karşılığı arsa sahibine teslim edilecektir. Toplam inşaat maliyeti 1.200.000 TL’dir. Bu durumda inşaat birim metrekare maliyeti 1.000 TL’dir (1.200.000/1.200=1.000) arsa sahibine toplamda 600 metrekare yani 5 adet konut ve 1 adet işyeri teslimi yapıldığından inşaat maliyeti 600.000 TL. (600m2*1.000=600.000) olacaktır.

KDV Kanunu 27/4 maddesi ‘‘Katma değer vergisi uygulaması bakımından emsal bedelin tayininde genel idare giderleri ve genel giderlerden mamule düşen hissenin bedele katılması mecburidir.’’

Bu hükme göre, ilgili hesap döneminde müteahhit firmanın toplamda 60.000 TL genel giderlerinin olduğunu ve sadece bu inşaat işi ile iştigal etiğini düşünürsek genel giderlerin yarısının arsa sahibine teslim edilecek konut ve işyerlerinin maliyetine ilave edilmesi gerekir. Hesaplanan genel giderin 30.000 TL (60.000/2=30.000)’sini de ilave ettiğimizde toplam maliyet 630.000 TL olmaktadır. (600.000+30.000=630.000)

VUK’un 267/2 maddesi uyarınca toptan satışlar için %5 perakende satışlar için %10 ilave edilerek bağımsız bölümlerin emsal bedeli bulunmalıdır.

Maliye idaresi, KDV Kanununun 18 No.lu Tebliği ile arsanın ticari işletmeye dahil olmaması durumunda perakende işlem olarak değerlendirip %10 oranında, ticari işletmeye dahil olması durumunda toptan satış işlemi olarak değerlendirip %5 oranında ilave etmiştir.

Örneğimizde arsanın ticari işletmeye dahil olmadığını düşünürsek, perakende satışlar için maliyet bedeline %10 ilave ettiğimizde emsal bedelimiz 693.000 TL olacaktır. (630.000*10%=63.000)+600.000=693.000)

Birim metrekare maliyetimiz ise 1.155 TL/m2’dir. (693.000,00 TL/600 m2=1.155)

500 m2 konut teslimi için (500*1.155=577.500) + %1 KDV

100 m2 işyeri teslimi için (100*1.155=115.500) + %18 KDV

hesaplanıp arsa sahibine faturası kesilmelidir.

Kesilen faturadaki KDV, çoğunlukla arsa sahibinden tahsil edilememektedir. Maliye İdaresi’nin görüşü tahsil edilemeyen KDV’nin kanunen kabul edilmeyen gider olarak kayıtlara alınması gerektiği yönündedir.

Soru 2: Müteahhit, arsa sahibine teslim ettiği konut ve işyerleri için gider pusulası düzenlemeli mi?

Mersin Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 17.11.2016 Tarih ve 18008620-130 [ÖZG-2013-66]-67 Sayılı Özelgesinde şu açıklamayı yapmıştır:

Sahibi olduğunuz arsanın elden çıkarılması nedeniyle vergiyi doğuran olay, müteahhidin arsa karşılığı yapmış olduğu konutları tarafınıza teslim etmesi ile gerçekleşmektedir. Buna göre, söz konusu konutların tarafınıza teslimini müteakip azami yedi gün içinde bu konutların emsal bedelleri üzerinden müteahhit tarafından (mükellefiyetiniz olmadığından) adınıza arsa satışı için gider pusulası düzenlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, müteahhit tarafından şahsınıza teslim edilen konutlar için emsal bedelleri üzerinden fatura düzenlenmesi gerekmektedir.

Buna göre, gerek tarafınızdan müteahhide teslim edilen arsa için, gerekse müteahhit firma tarafından şahsınıza yapılan konut teslimlerinde, vergiyi doğuran olay karşılıklı olarak vuku bulduğundan, bu tarih itibariyle eş zamanlı olarak gider pusulası ve fatura düzenlenmiş olacaktır.

Müteahhit tarafından düzenlenen faturada emsal bedel 693.000 TL belirlendiği için, yine müteahhit tarafından arsa sahibi adına 693.000 TL bedel ile gider pusulası düzenlenmelidir.

2. Gelir Vergisi Kanunu Açısından Durum Değerlendirmesi

a. Gerçek Kişilerin Arsa Payı Teslimleri

Gelir Vergisi Kanununa baktığımızda, Kat karşılığı inşaat sözleşmeleri ile ilgili herhangi bir özel düzenleme yoktur.

Ancak, GVK Mükerrer 80/6 maddesinde; “İktisap şekli ne olursa olsun (ivazsız olarak iktisap edilenler hariç) 70’inci maddenin birinci fıkrasının (1), (2), (4) ve (7) numaralı bentlerinde yazılı mal (gerçek usulde vergiye tâbi çiftçilerin ziraî istihsalde kullandıkları gayrimenkuller dahil) ve hakların, iktisap tarihinden başlayarak (5615 sayılı kanunun 5 inci maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 1/1/2007 tarihinden geçerli olmak üzere 04.04.2007) beş yıl içinde(8) elden çıkarılmasından doğan kazançlar (Kooperatiflerin ortaklarına bu sıfatları dolayısıyla tahsis ettikleri gayrimenkulleri tahsis tarihinde ortak tarafından satın alınmış sayılır.”

Bu maddede geçen “elden çıkarma” deyimi, yukarıda yazılı mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade eder.

yukarıdaki madde okunduğunda, gerçek kişilerin sahibi oldukları arsaları, Kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalayarak, müteahhit firmaya vermeleri sonucunda elde ettikleri gayrimenkullerin, emsal bedelleri üzerinden kazanç sağlayarak (teslim alınan gayrimenkullerin emsal bedeli-müteahhide teslim edilen arsa payının maliyet bedeli) gelir vergisine tabi olacakları düşünülebilir. Kaldı ki bu yönde görüşü olanlarda vardır.

Fakat Gelir Vergisi Kanununda kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin trampa hükmünde olduğuna dair herhangi bir düzenleme yoktur. Dolayısı ile KDV Kanununda Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmelerini trampa sayan düzenlemenin yapılmış olması kıyas yoluyla gelir vergisi kanununda da uygulanacağı anlamına gelmez. Çünkü Vergi Kanunları arasında kıyas yapmak mümkün değildir.

Gelir Vergisi Kanunu açısından bakıldığında, arsa karşılığında teslim alınan konut ve işyerleri servetin biçim değiştirmesi olarak yorumlanmalıdır. Kaldı ki Danıştay’ın bu konuyla ilgili örnek kararları da mevcuttur. (Danıştay 3. Dairesinin 28.09.2010 tarih ve Esas No:2008/3855, Karar No:2010/2827)

Soru 3: Arsa sahibi gerçek kişilerin teslim aldığı konut ve işyerlerini satmak istediğinde vergileme nasıl yapılacaktır?

Arsa sahibinin konut ve işyerlerini iktisap ettiği tarih, ilgili gayrimenkullerin tapuya tescil edildiği tarih veya tapuya tescilden önce fiilen kullanılmaya başlandığı tarih ya da yapı kullanım ruhsatının alındığı tarihtir.

Arsa tapusu cins tashihi yapılarak konut veya işyeri tapusuna dönüştürülmektedir. Aktif vergi mükellefiyeti olmayan arsa sahiplerinin, aldıkları gayrimenkullerin iktisap(elde etme) tarihi ile satış tarihleri arasında 5 yıldan fazla süre geçer ise herhangi bir vergi ödenmeyecektir.

Ancak gayrimenkullerin iktisap tarihi ile satış tarihleri arasında 5 yıldan az bir süre var ise değer artış kazancı veya ticari kazanç kapsamında vergileme söz konusu olabilir.

Mersin Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 17.11.2016 tarih ve 18008620-130[ÖZG-2013-66]-67 sayılı özelgesinde hangi durumda yapılan daire satışlarının ticari kazanç kapsamında değerlendirileceğinin açıklamasını şu şekilde yapmıştır.

1.Aynı kişiye, farklı tarihlerde,

2.Farklı kişi veya tüzel kişilere aynı tarihte

3.Değişik kişi ve tüzel kişilere, değişik tarihlerde veya birbirini izleyen yıllarda,

4.Bir kısmının tapuya tescil edildiği takvim yılı içinde toplu olarak, diğer kısmının ise takip eden takvim yılı içinde toplu olarak, satılması durumunda, elde edilen kazanç ticari kazanç hükümlerine göre vergilendirilecektir.

Ayrıca Antalya Vergi Dairesi Başkanlığının 15.11.2011 Tarih ve 357 Sayılı özelgesinde topluca bir defada satılan dairelerin vergilendirilmesinin değer artış kazancı kapsamında yapılacağı açıklanmıştır.

Ticari kazanç kapsamında aktiflerine kayıtlı arsaların kat karşılığı inşaat sözleşmesi aracılığı ile müteahhide verilmesi sonucunda teslim alınan konut ve işyerlerinin maliyeti, arsanın ilk iktisabındaki ödenen bedel ile aynı olacaktır. Bu bedel değişmeyecektir.

Örnek 3:

Ticari kazanç kapsamında vergi mükellefiyeti olan Bay A, 15.08.2017 tarihinde 120.000 TL bedelle arsa satın almış ve işletme aktifine bu arsayı kayıt etmiştir.

01.05.2018 tarihinde Müteahhit firma Kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalamıştır. Müteahhit firma toplamda 10 adet konut ve 2 adet işyeri yapacaktır. Yapılan bu bağımsız bölümlerin yarısını yani 5 adet konut ve 1 adet işyerini arsa sahibine verecektir.

15.09.2019 tarihinde müteahhit inşaatı bitirmiş ve arsa sahibine hesapladığı 5 adet konut ve 1 adet işyerinin maliyeti üzerinden 250.000 TL + KDV fatura kesmiştir.

Arsa sahibi de müteahhit firmaya arsa bedeli olarak 250.000 TL + KDV faturayı eş zamanlı olarak kesip vermiştir.

Karşılıklı bu faturalaşma sonucunda arsa sahibinin teslim aldığı konut ve işyerlerinin maliyetinde herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Daha önce arsa maliyeti olan 120.000 TL konut ve işyerlerinin teslim alınması ile konut ve işyerlerinin maliyetine dönüşecektir.

Her bir bağımsız bölümün eşit metraja sahip olduğunu düşünürsek, bağımsız bölümlerin maliyeti 20.000 TL olacaktır.(120.000,00/6=20.000)

Bu aşamaya kadar kazanç oluşmadığından gelir vergisi açısından vergileme söz konusu olmayacaktır.

Ancak, her bir bağımsız bölüm satıldığında, ilgili kazanç hesaplanıp üzerinden ticari kazanç kapsamında gelir vergisi ödenecektir.

3. Kurumlar Vergisi Açısından Durum Değerlendirmesi

Kurumlar vergisinde de kat karşılığı inşaat sözleşmeleri ile ilgili özel bir düzenleme yoktur.

Dolayısı ile KDV Kanundaki düzenlemeyi baz alarak, arsa sahibinin arsa payı karşılığında teslim aldığı konut ve işyerlerinin emsal bedelleri üzerinden kazanç hesaplayıp Kurumlar Vergisi Kanunu açısından vergileme yapmayı düşünemeyiz.

Bu aşamadaki işlemin servetin niteliğinde değişim olarak yorumlamak gerekir. Çünkü yapılan işlem Kurumlar Vergisi açısından trampa değildir. Trampanın tanımına uymamaktadır.

Ancak, Kurumlar Vergisi mükelleflerinin arsa paylarına karşılık teslim aldıkları gayrimenkullerinin satılması halinde elde edilen kazancın vergilenmesinde herhangi bir tereddüt yoktur.

Örnek 3’ü kurumlar vergisi mükellefleri açısından uyarladığımızda da vergileme açısından sonucun aynı olduğunu söyleyebiliriz.

Soru 4: Kurumlar Vergisi Mükellefleri KVK 5/1-e Maddesindeki Taşınmaz Satışı İstisnasından Faydalanabilirler mi?

Kurular Vergisi Kanunu’nun 5/1-e maddesinde; Kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançların %75’lik kısmı ile aynı süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazların satışından doğan kazançların %50’lik kısmı.(*****)

Bu istisna, satışın yapıldığı dönemde uygulanır ve satış kazancının istisnadan yararlanan kısmı satışın yapıldığı yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar pasifte özel bir fon hesabında tutulur.

Ancak satış bedelinin, satışın yapıldığı yılı izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar tahsil edilmesi şarttır. Bu süre içinde tahsil edilmeyen satış bedeline isabet eden istisna nedeniyle zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler ziyaa uğramış sayılır. denilmektedir.

Kurumlar Vergisi Kanununun 1 No.lu Tebliğinde ise, istisna uygulanabilmesi için taşınmazlar ile iştirak hisselerinin satılması ve bu işlemden bir kazanç elde edilerek, satan kurumun mali yapısında bir iyileşmenin olması gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu aktif kalemlerin para karşılığı olmaksızın devir ve temliki, trampası gibi işlemler istisna kapsamına girmemektedir.

Kat karşılığında arsa devrinde olduğu gibi, bir mal veya hakkın başka bir mal veya hak ile değiştirilmesini ifade eden trampa işlemlerinde de söz konusu istisna hükmü uygulanmayacaktır.

Yukarıda açıklanan sebeplerle Kurumlar Vergisi mükelleflerinin KVK 5/1-e maddesindeki istisnadan yararlanmaları mümkün değildir.

Sonuç:

7104 Sayılı Kanun ile getirilen hükümler KDV Kanunu açısından uygulamadaki yorum farklarını ortadan kaldırmıştır. Özellikle inşaat işi ile uğraşan mükelleflerin herhangi bir incelemeye muhatap olduklarında veya KDV iade süreçlerinde problem yaşamamaları için yasal mevzuata ve belge düzenlerine dikkat etmelerinde fayda vardır.

Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi açısından bakıldığında, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinden kaynaklı kazançların vergilenmesinde, özellikle arsa payının teslim edilip karşılığında konut ve işyerlerinin alınması aşamasında, farklı yorumların yapıldığını görmekteyiz.

Her iki kanun açısından vergilemenin hangi aşamada ve nasıl yapılması ile ilgili kanun koyucunun düzenleme yapması, kafalardaki farklı yorumlara da son verecektir. (Hazırlayan: Coşkun Batan, YMM)

http://www.yontemymm.com.tr/kat-karsiligi-insaat-sozlesmeleri-yoluyla-edinilen-konut-veya-is-yerlerinin-elden-cikarilmasi-sonucunda-ortaya-cikacak-vergilerin-yeni-mevzuata-gore-degerlendirilmesi-ymm-coskun-batan/

Bir süredir işsizlik sigortası gündemde. Sendikalar, işsizlik maaşından daha çok kişinin yararlanabilmesi için şartlarının esnetilmesini istiyor. Son açıklanan rakamlara göre de bu yılın 7 ayında 1.2 milyon kişi başvurmuş, 632 bin kişiye maaş bağlanmış. Peki, işsizlik fonundan nasıl yararlanılır, maaş alabilmenin şartları nelerdir?

BİR süredir işsizlik sigortası gündemde ve başta sendikalar olmak üzere çalışanların işsizlik maaşından yararlanma konusunda talepleri var. Son olarak konuyu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da gündeme getirdi. Hisarcıklıoğlu, açıklamasında, “İş dünyasının ve çalışanların şikayetleri üç noktada odaklanıyor. İkale sözleşmesiyle işten ayrılanların da işsizlik ödeneğine başvurabilmesi lazım. İkinci olarak prim ödeme şartlarıyla ilgili ciddi talepler var. Özellikle son 3 yılda 600 gün prim ödeme koşulu oldukça sınırlayıcı. Maksimum ödemeyi asgari ücretin yüzde 80’i ile yani 2 bin 31 lira ile sınırlandırmışız. Asgari ücret kazanan biri için bu makul görünebilir ama deneyimli, yüksek ücret alan bir ustabaşı ya da mühendisi cezalandırmış oluyoruz” dedi.

600 GÜN PRİM ŞARTI

Bu vesile ile işsizlik sigortasından nasıl yararlanılır, şartları nelerdir, değineyim. İşsizlik sigortası, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren, devlet tarafından kurulan zorunlu bir sigorta sistemi. İşsizlik sigortasından yararlanabilmek için öncelikle çalışanın kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalması gerekiyor. Ayrıca çalışanın, iş sözleşmesinin iptalinden önceki 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olması, son 3 yıl içinde en az 600 gün işsizlik sigortası primi ödemiş olması da işsizlik maaşı alabilmenin şartları arasında. Çalışanın, iş sözleşmesinin iptalinden sonra 30 gün içinde İŞKUR’a başvurması gerekiyor. İŞKUR’a başvurması ile kişinin iş arayan kaydı yapılıyor ve böylece işsizlik sigortası fonundan yararlanması sağlanıyor.

İşsizlik maaşından ne kadar süreyle yararlanılıyor? Gerekli şartları taşıyanlardan; 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olanlar 180 gün (6 ay), 900 gün sigortalı çalışanlar 240 gün (8 ay), 1080 gün çalışanlar 300 gün (10 ay) süre ile işsizlik maaşından yararlanabiliyor. İşsizlik ödeneğinden yararlananlara maaş bağlanmasının dışında başka imkanlar da tanınıyor ve genel sağlık sigortası primleri de işsizlik sigortası fonundan ödeniyor. Böylece kişiler ve bakmakla yükümlü oldukları, devletin sunduğu sağlık hizmetinden işsizlik maaşı süresince yararlanabiliyor. Bir diğeri ise İŞKUR tarafından yeni iş bulma imkanı tanınması. Şöyle ki; işsizlik maaşından yararlanılabilmesi için kişilerin kanun gereği iş almaya hazır durumda olması gerekiyor. İşsizlik ödeneği başvurusu ile kişinin iş arayan kaydı yapılıyor. Böylece kişilerin danışmanlık, işe yerleştirme ve mesleki eğitim hizmetlerini alması sağlanıyor.

ESNEKLİK SAĞLANDI

İşte, bu şartların esnetilmesi isteniyor. Geçen senenin sonunda 120 gün şartı konusunda yeni düzenleme yapıldı. 120 gün içinde prim ödenerek, sürekli çalışılmış olma şartı nedeniyle bazı çalışanlar işsizlik maaşından yararlanamıyordu. Yeni düzenleme ile iş sözleşmesinin iptalinden önceki 120 gün içinde prim ödeyerek kesintisiz çalışmış olma şartı esnetildi. Sürekli çalışma şartı yerine, iş sözleşmesinin devam edip etmediğine bakılıyor.  Gelelim, işsizlik maaşının hangi hallerde son bulacağına. Kişi yeni bir iş bulduğunda ya da emekli aylığı bağlandığında işsizlik maaşı artık alamaz. Bir de eğer İŞKUR, kişiye, bir iş teklif eder de kişi bu iş kabul etmezse işsizlik maaşı yine kesilir. Tabi bir de kişi işsizlik ödeneği aldığı dönemde kayıt dışı çalışıyorsa ve bu da tespit edilirse maaşı tekrardan başlatılmamak üzere kesilir.

EN YÜKSEK MAAŞ 2.031 LİRA

- İşsizlik maaşı konusundaki taleplerden biri de ödenen maaşın düşük olması. İşsizlik maaşı, sigortalının son 4 aylık prime esas kazancı dikkate alınarak, günlük ortalama brüt kazancının yüzde 40’ı olarak hesaplanıyor. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin –ki, bugün için brüt asgari ücret 2.558,40 lira- brüt tutarının yüzde 80’ini geçemiyor. İşsizlik maaşından yüzde 0,759 damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesinti yapılmıyor. Bir örnek ile anlatayım: Son dört aydır asgari ücretle (2.558,40 lira) çalışan bir kişi asgari ücretin yüzde 40’ı oranında yani, 1.023,36 lira işsizlik maaşı alabiliyor. Bunun üzerinden de 7.77 lira damga vergisi kesiliyor ve kişiye aylık 1.015,59 lira ödeniyor. Bu kapsamda en düşük işsizlik maaşı 1.015,59 lira iken, kişi çalışırken ne kadar yüksek maaş alırsan alsın en yüksek ödenecek işsiz maaşı ise 2.031.19 lirayı geçemiyor. Yeri gelmişken çok merak edilen bir konuya da değineyim, işsizlik maaşı, nafaka borcu dışında herhangi bir şekilde haczedilemez.

İşsizlik fonundan nasıl yararlanılır

640 BİN KİŞİYE 689 BİN LİRA ÖDENDİ

- İşsizlik sigortası fonu için çalışanın brüt maaşından yüzde 1, işverenden yüzde 2 kesiliyor devlet de yüzde 1 katkı yapıyor. Fonun açıkları ise devlet tarafından karşılanıyor. Fonu İŞKUR yönetiyor. İşsizlik fonundan maaş almak için bu yılın ocak-temmuz döneminde toplam bir milyon 219 bin 800 kişi başvurdu, ancak 632 bin 58 kişiye maaş bağlandı. Fonun kuruluşundan bu 17 yılda 12.1 milyon kişi maaş alabilmek için başvuruda bulunmuş, 7.3 milyon kişi ödenek almaya hak kazanmış. 2018 yılında fondan 4.8 milyon lira maaş olarak ödenmiş. 2019’un ocak-ağustos döneminde ise 5.3 milyon lira ödenmiş. Bu yılın 8 ayında 640 bin 620 kişiye 689 bin 298 lira maaş ödemesi yapılmış. Noyan Doğan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/noyan-dogan/issizlik-fonundan-nasil-yararlanilir-41337295

Çarşamba, 25 Eylül 2019 13:48

EYT İçin Üç Teklif

Tüketici Başvuru Merkezi (TBM) Sosyal Güvenlik Komisyonu Başkanı Ali Duman, son bir bir yıl içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) yararına 20 dolayında yasa teklifi verildiğini ve tekliflerde üç farklı emeklilik yönteminin yer aldığına dikkat çekti.

DHA'nın EYT ile ilgili sorularını yanıtlayan Duman, konuyla ilgili gelişmelerin, "maç sırasında kural değiştirilmesini" andırdığına işaret ederek, şu değerlendirmeyi yaptı:

“1999 yılında 4447 sayılı yasa ile ansızın emeklilik yaş sınırı yasası getirildi. Daha sonra, dönemin bazı milletvekillerinin itirazıyla konu Anayasa Mahkemesi'ne kadar gitti. 2002 yılında yaş haddi yasası yeniden düzenlenerek 4759 sayılı yasayla şimdiki son şeklini aldı.

Tüm dünyada geçerli olan hukuk ilkesi gereğince aleyhte çıkan bir yasa geriye doğru işletilemez iken, maalesef bu yasa geriye doğru işletilerek, kadınlar için 08.09.1981’den, erkekler için ise 08.09.1976 tarihinden sonra ilk kez SGK’lı çalışmaya başlayan herkesi kapsamış oldu. Şayet yasa kabul edildiği tarihten itibaren geçerli olup geçmişi kapsamasaydı, bugün EYT olarak kabul edilen milyonlarca emekçi çalışan mağdur olmamış olacaktı.

Nitekim 2008 yılında da yeni kanunla yaş haddi şartları değiştirildi fakat geriye doğru işletilmediği için bu hususta bir mağduriyet söz konusu olmadı. Durum itibariyle, 20 yıldan beri yasanın geriye doğru işlemiş olması sebebiyle emekçi çalışanlar hak ettiği halde emekli olamıyor ve hak kaybına uğramış oluyorlar.“

TBMM’ye sunulan yasa teklifleri incelendiğinde üç farklı yöntemin belirginleştiğini belirten Duman hangi teklif yasalaşırsa, kimleri ne şekilde etkileyeceğini şöyle açıkladı:

“Birinci yönteme göre; kadın için 50, erkek için 55 yaşını doldurmuş ve en az 3,600 gün hizmeti bulunan çalışanları dikkate almaktadır. Şayet bu teklif 2019 yılı içinde kabul edilirse, 1969 yılı ve öncesinde doğan 3,600 günlük (10 yıl) hizmeti bulunan kadınlar ile 1964 yılı ve öncesinde doğmuş ve yine 3,600 gün hizmeti olan erkek çalışanları kapsamış olacak. Buna göre, SGK ilk giriş tarihleri 08.09.1999 ve öncesinde olsa dahi bu tarihlerden sonra doğanlar faydalanamamış olacaktır.

“İkinci yönteme göre ise, yaş haddi dışında kalan ancak diğer şartları yerine getirmiş çalışanların emeklilik koşulları şöyle olacak. 4447 sayılı yasaya göre emekli olabilmek için üç temel kural var;“- Çalışma Hizmetini tamamlamış olmak. Yani, SSK’da 5,000 gün ile 5,975 gün arası ilk girişe göre belirleniyor, Bağ Kur ve Emekli Sandığı’nda ise kadın çalışanlar için 7,200, erkek çalışanlar için 9,000 gün.

"- Çalışma Süresini tamamlamış olmak, yani ilk giriş tarihinin üzerinden kadınlarda 20 yıl, erkeklerde ise 25 yılın geçmiş olması.“- Yaş Haddini tamamlamış olmak yani kadınlarda 40-58 yaş, erkeklerde ise 44-60 yaş arasında bulunmak.

“Bu 3 şartı yerine getiren emekli olabiliyor. 2019 yılında bu teklif kabul edilirse, yaş haddi hariç dediği için diğer 2 şartı yerine getirmek açısından bakıldığında SSK için 5975 güne kadar hizmetin dolmuş olması, Bağ Kur ve Emekli Sandığı için ise kadınlarda 7,200 günün erkeklerde ise 9,000 günlük hizmetin tamamlanmış olması gerekecek. Ancak erkek çalışanlardan 1994 yılından sonra ilk defa çalışmaya başlayanlar çalışma süresi açısından faydalanamamış olacaktır.

“Üçüncü yöntemin tercih edilip, yasalaşması halinde ise; 08.09.1999 ve öncesinde ilk kez SGK kapsamında çalışmaya başlayan herkesin kadın ya da erkek çalışan ayrımı yapılmadan 5,000 günlük hizmet ile emekli olması gerçekleşebilecek, böylelikle EYT kabul edilen herkesi kapsamış olacaktır.

Fakat tekliflerin geçerlilik süresi incelendiğinde üç ay ya da atı ay yürürlükte kalmasının öngörüldüğü dikkat çekiyor. Oysa bu teklif kabul edilir ve yöntem benimsenirse, 4,447 sayılı yasaya göre hak kaybına uğramış herkesin yasadan faydalanabilmesi için kanunun 25 yıl Çalışma Süresi açısından 08.09.2024 tarihine kadar geçerli olması gerekecektir.”

Duman sözlerini şöyle tamamladı:“01 Ekim 2019 tarihinde TBMM yeni dönem yasama faaliyetine başlamış olacak. Bu yasa teklifleri görüşülmeye başlandığında hangi yöntemin dikkate alınacağını herkes, hepimiz merakla bekliyoruz. Yeni dönemde bilhassa Cumhurbaşkanlığı’mızın ve ilgili bakanlığın çalışmalarıyla daha farklı bir yasa teklifi oluşturulabilir. Gerek EYT gerekse diğer SGK konularıyla alakalı yeni yasa teklifleri gündeme gelebilir.”

http://www.milliyet.com.tr/ekonomi/son-dakika-emeklilikte-yasa-takilanlar-eyt-icin-uc-teklif-6040456?page=12

T.C.

Yargıtay

12. Hukuk Dairesi

Esas No: 2009/20792

Karar No: 2010/2431

Tarih: 08.02.2010

Mahkemesi: İstanbul 4. İcra Hukuk Mahkemesi

Tarihi: 31/03/2009

Numarası : 2009/1161-2009/851

ÖZET : İşçilerin aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemez, maaş üzerinde birden fazla haciz bulunması halinde dahi kesinti 1/4’ten fazla olamaz. Önceki dosya haczi sona ermeden sonraki haciz için kesinti yapılamaz. 

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, aylığı üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiş, mahkemece de borçlunun maaşı üzerindeki haczin tümüyle kaldırılmasına karar verilmiştir.

4857 Sayılı Kanunun 35. maddesine göre, işçilerin aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemez, maaş üzerinde birden fazla haciz bulunması halinde dahi kesinti ¼’ten fazla olamaz. Önceki dosya haczi sona ermeden sonraki haciz için kesinti yapılamaz. Görüldüğü üzere yasa, işçinin aylığının ¼ ünün haczine olanak vermektedir.

Somut olayda, İstanbul 12. İcra Müdürlüğünün 2007/8492 esas sayılı takip dosyasında 10.11.2008 tarihinde borçlunun maaşının 1/4’üne ve ikramiyelerinin tamamına haciz konulmuş olup, maaş üzerine konulan 1/4 oranındaki haciz, 4857 Sayılı yasaya uygun bulunmaktadır. O halde mahkemece şikayetin reddi gerekirken, gerekçe ile çelişecek şekilde maaş üzerindeki haczin tümden kaldırılması doğru olmadığı gibi, şikayet konusu yapılmayan borçlunun almakta olduğu ikramiyeler üzerinde 1/4 oranında haciz uygulanmasına yönelik olarak hüküm kurulması da isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 08.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Türkiye’de vergi mevzuatı  açısından  zamanaşımı 5 yıl olup,  213 sayılı VUK’nun 154. maddesinde   zamanaşımı  5 yıl olarak  belirlenmiştir.   Şu kadar ki, vergi dairesi tarafından  matrah takdiri için  takdir komisyonuna gidilmesi halinde zamanaşımı  durmaktadır.  Duran  zamanaşımı  takdir komisyonu tarafından  vergi dairesine  kararın  gelmesinden  sonra  işlemeye devam edecektir.[1] 

Tarh zamanaşımı dolduktan sonra  vergi müfettişleri   zamanaşımı  içinde olan  yılla ilgili  defter, kayıt ve belgeleri  isteyemez.   Tarh zamanaşımı içerisinde kalan yıllarla ilgili   sahte fatura kullanımı nedeniyle vergi suçuna konu bir fiil olsa bile  yine de  bu konuda defter ve belge talep edilemez.  Dolayısıyla  tarh zamanaşımı içerisinde  vergi suçu  nedeniyle bir fiil  işlense dahi   zamanaşımı nedeniyle  bu suç geçmişte  kalacaktır.   Mükelleflerin, yürürlüğe girmiş olan  6111 sayılı kanunun   7,8, ve 9. maddelerine göre matrah artırımında bulundukları yıllarla ilgili   artırdıkları vergi türleri nedeniyle  vergi incelemesi yapılmaz.[2]

Matrah  artırımı yapmayan  mükelleflerle ilgili  vergi incelemesi riski 5 yıl  devam edecektir.  Matrah artırımının  yapılmış olması  artırıma konu  yıllarla ilgili  tarhiyat riskini ortadan kaldırır ancak defter  kayıt  ve belgelerin ibraz yükümünü saklı  tutar.[3]

213 sayılı VUK’nun 113. maddesine göre, zamanaşımı, süre geçmesi nedeniyle vergi alacağının  ortadan kalkması olarak tanımlanabilir.  Zamanaşımı,  mükellefin  bu konuda bir  başvurusu olup olmadığına bakılmaksızın   hüküm ifade edecektir.[4]

Bazı hallerde, zamanaşımı  5 yılla sınırlı olmayan  işlemlerde tarhiyat  VUK 114. maddeye göre yapılır.   Koşula bağlı  istisna veya muafiyet  uygulamaları  sonucu  kısmen  veya tamamen  alınmayan vergilere ilişkin zamanaşımı  süresi, istisna veya muafiyet koşullarının ihlal edildiği  tarihi takip eden  takvim yılı  başından  itibaren  başlayacaktır.[5] 

213 sayılı  VUK’nun  256. maddesine göre  gerçek  ve tüzel kişiler ile mükerrer  257. madde de getirilen  zorunluluğa tabi olanlar saklama ve ibraz etme yükümü her türlü defter, belge ve karneler ile  vermek zorunda oldukları bilgilere ilişkin mikro fiş, mikro film, manyetik  teyp, disket vb. ortamlardaki kayıtlarını ve bu  kayıtlara erişim veya  kayıtları okunabilir duruma getirmek için gerekli tüm bilgi ve şifreleri   saklama ve ibraz süresi içerisinde yetkili  makam  ve müfettişlerin talebi üzerine ibraz ve inceleme için  sunmak  zorundadırlar.[6]

213 sayılı VUK’nun  253. maddesine göre, ilgili  defter ve belgeleri  bunların  ait oldukları takvim yılını izleyen yıldan  itibaren  5 yıl süre ile saklamak zorundadırlar.[7]    

Tutulması ve kullanılması  zorunlu olan  defter, kayıt ve belgelerin   bir kısmı veya tamamının  tasdik  ettirilmemiş olması  veya vergi incelemesine yetkili olan kimselere herhangi bir nedenle ibraz edilmemesi  resen  takdir nedenidir.[8]

Öte yandan, defter  kayıt ve belgelerin vergi incelemesine yetkili olanlara ibraz edilmemesi  fiili VUK md. 359  md hükmüne göre 18 aydan 3 yıla kadar  hapis cezasını  gerektirir.[9] Bu zorunluluk 5 yıllık  tarh zamanaşımı içerisindeki defter kayıt ve belgeler için  geçerlidir.  Örneğin, 2007 yılı defter kayıt ve belgeleri 31.12.2012 tarihinden sonra vergi incelemesi için  ibrazı talep edilemez.  Nazlı Gaye Alpaslan

https://www.hurses.com.tr/av-nazli-gaye-alpaslan/zamanasimi-dolduktan-sonra-defter-ve-belge-ibrazi/haber-29405

------------------------------------
[1] Örneğin, 1998 yılı   gelir vergisi beyannamesini vermeyen mükellef için zamanaşımı  31.12.2003 tarihinde dolmaktadır.   Vergi dairesi  25.12.2003 tarihinde takdir komisyonuna gitmiştir. Takdir komisyonu  gerekli takdiri yapmış. 1.2.2004  tarihinde kararı vergi dairesine göndermiştir. Burada, zamanaşımının  bitmesine 6 gün kalmıştır. 25.12.2003 tarihinden   31.12.2003 tarihine kadar  6 günlük süre  1.2.2004 tarihinden sonra devam eder. Yani, en son 7.2.2004 tarihinde zamanaşımı  bitecektir.

[2] 6111 sayılı torba yasa md. 7,8,9

[3] 6111 sayılı yasaya bağlı olarak yürürlüğe giren 1 seri nolu genel tebliğ VI/6. bu genel tebliğ 12.3.2011 gün ve ve 27872 sayılı mük. RG’de yayınlanmıştır.  Ayrıntılı açıklamalar için bkz.  ALPASLAN Mustafa – KAYA Eda,  “Sahte ve Muhteviyatı İtibariyle Yanıltıcı  Belge Düzenleyenler Ve Kullananlar Açısından 6111 Sayılı Yasa Hükümlerine Göre Matrah Artırımı Uygulamalarının  İrdelenmesi”, Vergi Dünyası Dergisi,  Nisan 2011, Sayı:356, s.190-194.

[4] ÜREL Gürol, Vergi Usul Kanunu Uygulaması, Maliye ve Hukuk Yayınları, Mart 2007, s.237

[5] Bkz. TUNCER Selahattin, Vergi Hukuku  ve Uygulaması, Yaklaşım Yayınları, Mart 2003, s.135.

[6] Bkz. GÜNDÜZ Fatih, Defter ve Belge İbraz Süresinde Özellikli Bir Durum, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Ekim 2012, s.78.

[7] Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 11.6.2011 gün ve E:2001/5999-K:2001/6685  sayılı kararı, Onur Temizyürek “Defter Ve Belge İbraz Etmeme Fiilinin  Kaçakçılık Suçu Olarak Değerlendirilebilmesi İçin  Gerekli Şartlar” Yaklaşım, Nisan 2009.

[8] Vergi dairesi müdür yardımcılarının  vergi incelemesi yoktur.  Bunlar,  ancak  vergi dairesi müdürü adına defter kayıt ve belge incelemesini talep edebilirler.  Sigorta müfettişlerinin vergi konusunda inceleme yetkileri yoktur.   İş müfettişlerinin   vergi inceleme yetkileri  bulunmadığı için  ancak  iş  ve sosyal güvenlik konuları ile ilgili defter ve kayıt talep edebilirler.  Vergi müfettişleri ve muavinlerinin   vergi inceleme yetkileri  her halükarda bulunmaktadır.

[9] Bkz. KIZILOT Şükrü – KIZILOT Zuhal, Vergi İhtilafları ve Çözüm  Yolları, Yaklaşım Yayıncılık,  2009, s.721

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Enflasyon Düzeltmesinde ‘Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler’ Ve İstisnaların Nasıl Dikkate Alınacağına İlişkin Maliye Tebliği Kanuna Uygun Mu? Düzeltmeye tabi bilanço kalemleri 2023 ve 2024 düzeltilmiş değerleri üzerinden…
  • REEL OLMAYAN FİNANSMAN MALİYETİ AYRIŞTIRDIKTAN SONRA İKTİSADİ KIYMET İLE BİRİKMİŞ AMORTİSMANININ DÜZELTMESİNE DİKKAT! Bilindiği üzere, istisnai durumlar hariç, iktisadi kıymetin maliyetine ihtiyari veya…
  • Alacak Ve Borç Senetleri Reeskontunda Uygulanacak Faiz Oranı Yeniden Belirlendi Bilindiği üzere, vergi yasaları açısından iktisadi işletmelerde kazanç tespit edilirken,…
Top