Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Pazartesi, 25 Nisan 2022 08:53

İş Güvencesi Ve Sonuçları

İş güvencesi, feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde işçinin çalışma ilişkisini sona erdirmenin zorlaştırıldığı, işçiyi korumaya yönelik bir anlayışla istihdamın sürekliliğini güvence altına almayı amaçlamaktadır. Hukukumuzda ilk kez, 4857 sayılı İş Kanunu ile iş güvencesi kavramı düzenleme altına alınmıştır.

Yasanın 18. maddesi uyarınca, işçinin iş güvencesi kapsamında iş mahkemesinde dava açabilmesi için, otuz ve daha fazla işçi çalıştıran bir iş yerinde, en az altı ay süre ile çalışmış olması ve iş sözleşmesinin haklı veya geçerli bir nedene dayanmaksınız feshedilmiş olması aranmaktadır. Fesih, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından kaynaklanan bir sebep olabileceği gibi işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan bir sebep de olabilecektir. Örneğin, işçinin performansının yeterli olmaması, işyerinin bazı bölümlerinin kapatılıyor olması sebebiyle işçinin istihdam edilme olasılığının bulunmaması gibi.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan düzenlemeye göre, iş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilecektir. Ancak İş Mahkemeleri Kanunu gereği, işçinin öncelikle dava şartı kapsamında arabulucuya başvurması gerekmektedir. Arabuluculuk aşamasında konuyla ilgili anlaşma sağlanamaması durumunda, işçi iş mahkemesinde dava açabileceği gibi, tarafların anlaşması durumunda uyuşmazlığın özel hakeme de götürülmesi mümkündür.

İşverence geçerli bir sebep bulunmaksızın iş akdinin feshedildiğinin, mahkeme veya özel hakem tarafından tespit edilerek iş sözleşmesinin feshinin geçersizliğine karar verilmesi durumunda, işveren işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. Yasa işçiye, işe iade yönünde kesinleşen kararın tebliğinden itibaren on işgünü içinde işyerinde başlamak için işverene başvuru yapma zorunluluğu getirmiştir. Bu süre zarfında başvuru yapılmaması durumunda, yapılan fesih usule uygun hale gelecek, işçi işe iade sürecinden elde ettiği haklarını talep edemeyecektir.

İşveren işçiyi önceki koşullarına uygun bir işte işe başlatmalıdır. İşçinin başvurusu üzerine, işverenin işçiyi bir aylık süre içinde işe başlatmaması durumunda, işçiye en az dört aylık, en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödeme yükümlülüğü altında kalacaktır. Bu tazminatın yanında işçiye iş sözleşmesinin feshedildiği tarihten, fesih sözleşmesinin geçersizliğinin tespit edildiği süre zarfında, işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer sosyal hakları da ayrıca ödenmelidir.

İşçinin işe başlatılması durumunda, iş sözleşmesinin feshi sırasında ödenmiş bir kıdem ve ihbar tazminatı bulunuyorsa, işçiye ödenmesi gereken dört aylık ücret ve diğer sosyal haklardan mahsup edilebilecektir. Av. Arb. Özden YAĞMUROĞLU

https://www.dunya.com/kose-yazisi/is-guvencesi-ve-sonuclari/656077

Nisan ayı hesap dönemi takvim yılı olan kurumlar vergisi mükellefleri için kurumlar vergisi beyan ayıdır. Bu seneki kurumlar vergisi beyannameleri önceki yıllara göre farklı bir önem arz etmektedir. Bu farklılığın nedeni ise 2021 yılı içerisinde yürürlüğe konulan bazı düzenlemeler nedeniyle mükelleflerin haklarının kısıtlanmasıdır. Söz konusu düzenlemeler nedeniyle fazla vergi ödeyen çok sayıda mükellefin bu sene ihtirazi kayıtla beyanname verip dava açacağını düşünüyorum. İhtilafa neden olan konular ağırlıklı olarak Maliye idaresinin düzenlemelerinden kaynaklanmakta olup daha önceki yazılarımda detaylıca incelediğim bu konuları beyannamelerin verilmesine kısa bir süre kala aşağıda tekrar özetlemek istiyorum. Elbette aşağıdaki konulardan başka hususların da dava konusu yapılması mümkündür.

1- Kur korumalı mevduat

2021 yılı sonunda döviz kurlarında yaşanan ani yükselişi durdurmak için devreye sokulan kur korumalı mevduatı (KKM) teşvik etmek için Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 14. madde ile döviz ve altın hesaplarından KKM’ye dönüştürülenler için vergi istisnası getirilmişti. Kapsamdaki istisnalardan bir tanesi de TL cinsinden KKM’ye dönüştürülen dövizler nedeniyle 2021 yılının son çeyreğinde oluşan kur farkı gelirlerinin kurumlar vergisinden istisna tutulmasıydı. Ancak bu istisnanın uygulamasına ilişkin olarak çıkarılan 19 seri numaralı Kurumlar Vergisi Genel Tebliği ile mükelleflerin yararlanabilecekleri istisna tutarını azaltacak yönde düzenlemeler yapılmıştır. Kanunda olmayıp idari düzenleme ile yapılan, İdareye de bu yönde düzenleme yapma konusunda kanunla yetki verilmeyen bu durumlar nedeniyle az istisnadan yararlananların dava açması mümkündür.

Tebliğdeki sorunlu konuların başında, aynı döviz cinsinden hesapların birleştirilerek tek hesap haline getirilip dönem sonunda (31 Aralık 2021) hesapta yer alan dövizin alış kuru belirlenirken FİFO yönteminin belirlenmiş olması gelmektedir. Kanunda belirtilmemiş olmasına rağmen Tebliğ ile böyle bir yöntemin dikte edilmiş olması, dönem sonunda hesapta olan dövizin sonradan alınan döviz olması sonucunu doğurmakta olup kurların seyri dikkate alındığında dönem sonunda değerlemeden kaynaklanan, dolayısıyla da istisna kapsamında girecek kur farkı gelirinin azalması sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca döviz hesaplarının birleştirilmesi Kanunda öngörülmeyen bir şarttır; dolayısıyla herbir hesap tekil olarak dikkate alınmalıdır.

Diğer bir tartışmalı konu özel hesap dönemi uygulayan mükellefleri ilgilendirmektedir. Kanunda “yabancı paraların dönem sonu değerlemesinden kaynaklanan kur farkı kazançlarının 1/10/2021 ila 31/12/2021 tarihleri arasındaki döneme isabet eden kısmı” için istisna uygulanacağı söylenmişken, Tebliğde “kendilerine özel hesap dönemi tayin edilmiş mükelleflerin tabi oldukları özel hesap dönemine bakılmaksızın, 31.12.2021 tarihine ilişkin olarak düzenlenen bilançolarında yer alan yabancı paralarını kanun kapsamında TL’ye dönüştürmeleri halinde, TL’ye dönüştürülen yabancı paraların 31.12.2021 tarihinin içinde bulunduğu geçici vergi döneminin sonu itibariyle değerlenmesinden doğan kur farkı kazançlarının istisnadan yararlanabileceği belirtildi. Dolayısıyla, özel hesap dönemi uygulayan mükellefler için istisna uygulanacak dönem Tebliğ ile Kanundan farklı olarak tanımlandı. Bu durum ise bazı özel hesap dönemi kullanan mükelleflerin yararlanabileceği istisna tutarını azaltmaktadır.

2- Yeniden değerleme yapılan varlıkların amortismanı

7326 sayılı Yapılandırma Kanunu ile yapılan düzenlemelerden birisi de Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) geçici 31. maddesine yapılan ekleme ile kanunun yürürlüğe girdiği 9 Haziran 2022 tarihi itibariyle aktifte kayıtlı bulunan taşınmaz ve amortismana tabi diğer varlıkların %2 oranında bir vergi yükü ile yeniden değerleme yapılarak bilançoda daha yüksek tutar üzerinden gösterilmesine imkan tanınmasıydı.

Konuya ilişkin olarak çıkarılan 530 sıra no.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde ise yeniden değerlemenin kapsamına giren iktisadi kıymetler ve varsa bunlara ait amortismanların VUK’da yer alan değerleme hükümlerine göre tespit edilen ve 9.6.2021 tarihi itibariyle yasal defter kayıtlarında yer alan değerlerinin değerleme işlemine tabi tutulacağını belirmiştir. Tebliğdeki düzenleme ve verilen örnekler dikkate alındığında 1 Ocak- 8 Haziran 2021 tarihleri arasına isabet eden dönem için ayrılan amortismanlar yeniden değerleme hesaplamasında dikkate alınacağından değerleme sonrası ayrılabilecek amortisman tutarı mükellefin aleyhine azalmaktadır. Bu durum yine mükelleflerin 2021 yılı kurum kazancından indirebilecekleri amortisman giderinin Tebliğ ile azaltılması sonucu doğurmaktadır.

3- Yapılandırmada Yİ-ÜFE endekslemesi

7326 sayılı Kanun ile kesinleşmiş veya kesinleşmemiş durumdaki kamu alacakları yapılandırılmış, yapılandırma yapılırken de alacağın durumuna göre gecikme faizi, gecikme zammı gibi fer’i alacaklar silinmiş, vergi aslı ise Yİ-ÜFE katsayısı ile artırılmıştır. Kanun lafzında her ne kadar Yİ-ÜFE’nin fer’i alacakların “yerine” getirildiği belirtilse de burada amaçlanan vergi aslında enflasyon nedeniyle oluşan kaybın telefisidir.

Yapılandırma nedeniyle yapılan Yİ-ÜFE ödemelerinin giderleştirilmesi konusunda Mali İdare önceki yapılandırma uygulamalarına ilişkin verdiği çeşitli özelgelerde bu ödemelerin kurum kazancından indirilemeyeceğini belirtmiştir. Yİ-ÜFE ödemelerinin gider yazılamayacağı konusunda herhangi bir kanunda hüküm olmamasına rağmen İdarenin bu görüşünün hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum. Söz konusu endeskleme fer’i alacaklar yerine getirilmiş olsa bile bu gerekçeyle indiriminin reddi vergide kıyas yasağını ihlal etmektedir. Çünkü kurum kazancından indirimi kabul edilmeyen giderler kanunlarda sınırlı olarak sayılmıştır ve sayılanlar arasında yapılandırma Yİ-ÜFE endekslemesi nedeniyle yapılan ödemeler bulunmamaktadır.

4- Finansman gider kısıtlaması

2021 yılında en fazla tartışma yaratan düzenleme zannediyorum finansman gider kısıtlaması olmuştur. Hem zamanlaması hem Tebliğ düzenlemesi nedeniyle ciddi eleştiriler alan bu uygulama bir çok açıdan hukuka aykırılık içermektedir. Detaylarını daha önce yazdığım için bu yazımda sadece ana hatlarını belirteceğim. İhtilafların tamamı Tebliğdeki düzenlemelerden kaynaklanmaktadır.

Tartışmalı konulardan ilki uygulamanın ilgili Cumhurbaşkanı Kararı’nın yayım (04.02.2021) tarihi öncesinde alınan borçları kapsamasıdır. Bu durum İdari düzenlemenin geriye yürütülmesi olup hukuki güvenlik ilkesini ihlal etmektedir. 2013 yılından beri uygulanmayan kanuni düzenleme mükellefler nezdinde en azından haklı bir beklenti oluşturmuştur. Bu nedenle, CB kararı öncesinde alınan borçlar nedeniyle oluşan finansman giderlerinin dikkate alınmaması gerekir. CB Kararının uygulamayı 1.1.2021 tarihinden başlatması da açıkça geriye yürüme olup hukuka aykırıdır.

Tebliğde yapılan yabancı kaynak tanımı tartışma doğuran diğer bir konudur. Kanunda yapılmayan yabancı kaynak tanımı Tebliğ ile muhasebesel olarak yapılmıştır. Kanun koyucunun ve uygulamanın amacı yabancı kaynakla finansmanın azaltılmasıdır. Burada kastedilen ise finansman giderine neden olan yabancı kaynaktır. Yoksa gerçekte bir finansman kaynağı olmayan vadesi gelmemiş ticari borçlar, devlete ödenecek vergiler (henüz tahakkuk etmemiş), yıllara sari inşaat işlerine ilişkin hakedişler, vergi mevzuatına göre ayrılamayan karşılıklar gibi birçok kalem bilançonun pasifinde yabancı kaynakta gösterildiğinden finansman gider kısıtlamasını etkilemektedir. Ayrıca Kanun uyarınca özkaynak addedilen örtülü sermayenin de finansman gider kısıtlamasında yabancı kaynak olarak işleme tutulması çelişkilidir. Tebliğ ile yabancı kaynak tanımının bu kadar geniş düzenlenmesinin hukuka aykırı olduğunu değerlendiriyorum.

Tebliğdeki diğer tartışmalı konu finansman gideri tanımına ilişkindir. Tebliğde finansman gideri, “yabancı kaynağın kullanım süresine bağlı olarak doğan her türlü faiz, komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı, faktoring kuruluşlarına verilen iskonto bedelleri ve benzeri adlar altında yapılmış olan gider ve maliyet unsurları” olarak tanımlanmış olmasına rağmen yabancı kaynağın kullanım süresine bağlı olmayan giderler de (örneğin kredi faizine ilişkin BSMV) kısıtlamaya tabi tutulmaktadır. Ayrıca, yukarıda yabancı kaynak tanımına girmemesi gereken kalemlerden doğan finansman giderlerinin (özellikle vadesi gelmemiş ticari borçlara ilişkin kur farkları) kısıtlamaya tabi tutulmaması gerekir.

Adi ortaklıklarda, adi ortaklık nezdinde finansman gider kısıtlaması yaptırılması kanunda böyle bir düzenleme olmadığı için yetki aşımıdır.

Görüldüğü üzere, finansman gider kısıtlaması için Tebliğ ile yapılan düzenlemeler birçok açıdan tartışmalı olup her işletme açısından detaylı çalışma yapılmasını gerektirmektedir.

5- Halka açık şirketlerde kurumlar vergisi oranı

Yukarıdaki konuları daha önceki yazılarımda detaylıca dile getirmiştim. Bu başlıktaki konuyu ise ilk kez gündeme getiriyorum.

7256 sayılı Kanun ile 1.1.2021 tarihinden itibaren elde edilen kazançlara uygulanmak üzere, Payları Borsa İstanbul Pay Piyasasında ilk defa işlem görmek üzere en az %20 oranında halka arz edilen kurumların paylarının ilk defa halka arz edildiği hesap döneminden başlamak üzere beş hesap dönemine ait kurum kazançlarına kurumlar vergisi oranı 2 puan indirimli olarak uygulanacağı düzenlendi. Bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri bu indirimden yararlanamayacaktır.

Söz konusu düzenlemenin kanun maddesinin yürürlüğe girdiği tarih olan 17.11.2020 tarihinden sonra ilk defa halka açılan şirketleri mi kapsadığı, yoksa bu tarihten önce halka açılmış olan şirketleri de kapsama alıp bu şirketlerin de halka arz tarihinden itibaren 5 yıldan kanunun yürürlüğe girdiği tarih sonrası kalan süreye indirimli orandan yararlanıp yararlanamayacakları konusu kanun lafzında yeterince açık değildir. Örneğin 2019 yılı içinde halka çılan bir şirket 2021, 2022 ve 2023 yılları için indirimli orandan yararlanabilecek midir? Kanun gerekçesi düzenlemenin halka açıklığı, kaydiliği ve kurumsallaşmayı teşvik etmek amacıyla yapıldığını belirtmekle birlikte bu konuda yeterince berraklıkta bir ifade içermemektedir. Eğer amaç halka açılmayı teşvik etmekse indirimli oranın 17.11.2020 tarihinden önce halka açılmış şirketlere de uygulanması gerekir.

Bununla birlikte konuya ilişkin 18 seri numaralı Kurumlar Vergisi Gene Tebliği’nde “indirimli oranlı kurumlar vergisi uygulamasından yararlanılabilmesi için, payların Borsa İstanbul Pay Piyasası’nda maddenin yürürlük (17/11/2020) tarihinden sonra ilk defa halka arz ediliyor olması ve en az %20 oranında halka arzın gerçekleştirilmesi” gerektiği belirtilerek Kanundaki boşluk İdari düzenleme ile giderilmiştir. Kanunda açıkça belirtilmeyen bu şartın Tebliğ ile getirilmiş olması tartışmalı olup müelleflerin hakkını kısıtladığından bu durumdaki şirketler yargıya başvurmayı değerlendirebilirler.

Yukarıda yer verdiğim konularda işlemleri olan şirketler 2021 yılına ilişkin kurumlar vergisi beyanlarını ihtirazi kayıtla verip 30 gün içinde dava açabilirler. Beyannameye ihtirazi kayıt koymayan şirketlerin beyanname verme süresi içerisinde ihtirazi kayda ilişkin dilekçeyi bağlı oldukları vergi dairesine vermeleri şarttır; aksi halde dava açma hakkını kaybederler. Oldukça teknik olan bu konularda dava açmayı düşünen şirketlerin vergi konusunda uzman hukukçulardan destek almalarını tavsiye ediyorum.

Sözün özü: Yanlış hesap Bağdat’tan döner. Numan Emre ERGİN

https://www.dunya.com/kose-yazisi/2021-yili-kurumlar-vergisi-icin-dava-konulari/656075

Pazartesi, 25 Nisan 2022 08:49

İmalatçı İhracatçıya KDV müjdesi!

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 6 Nisan 2018’de 7104 sayılı Kanun’la kendisine verilmiş yetkiyi 4 yıl sonra kullanarak, imal ettikleri ürünleri ihraç eden firmaların KDV iade işlemlerini kolaylaştıran ve iade miktarını artıran Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair 41 seri No.lu Tebliğin 21.04.2022 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanmasını sağlamıştır.

Esasında devreden KDV'nin firmalara iade edilebilmesi için, 2017 yılında eski T.C. Maliye Bakanı Sn. Naci Ağbal döneminde yapılan çalışmalar kamuoyuna "İngiliz Modeli" olarak yansımış ve zamanında geniş yankı uyandırmıştır.

7104 sayılı Kanun Tasarısı Meclis’te görüşülürken, "İngiliz Modeli" olarak adlandırılan devreden KDV'nin iade edilmesine ilişkin hükümler kanun metnin çıkartılmış ama 7104 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle KDV Kanunu’nun 32. maddesine "imalatçılar tarafından yapılan ihracat işlemlerinden kaynaklanan iadelerde, yüklenilen katma değer vergisi yerine sektörler itibarıyla ihracat bedelinin belli bir oranına kadar iade yaptırmaya yetkilidir” ifadesi eklenmiştir. 

150 milyar TL'yi aştığı tahmin edilen ve işletmeler üzerinde finansal yük olarak bekleyen devreden KDV sorunun çözülmesi için "İngiliz Modeli" kadar tüm sektörü kapsayıp, sorunu kökten çözmese de bu düzenlemenin özellikle imalatçı ihracatçıları rahatlatacağı kuşkusuzdur.

Bir işletmenin satın aldığı mal ve hizmetler için ödediği KDV, yaptığı satışlardan elde ettiği KDV'den yüksekse aradaki fark KDV beyannamesine Devreden KDV olarak yansır. Özellikle kuruluş ve büyüme aşamasında yapılan makina ve sabit yatırımlar, yüksek stoklar, zararına satışlar, mal ve hizmetlerde uygulanan farklı KDV oranları devreden KDV'nin oluşmasının başlıca sebepleridir. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın asıl tereddüt ettiği sebep ise sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge (kamuoyundaki karşılığı sahte fatura) kullanımında kaynaklı haksız KDV'dir. Bu sebeple tüm sektörü kapsamakla birlikte sadece imalatçı vasfına hazi firmaların ihraç ettiği ürünlerle sınırlı bir düzenleme yapılmıştır.

41 Seri no.lu Tebliğ’in yayımını izleyen ay başı olan 1 Mayıs tarihinden sonraki ihracatları kapsayacak şekilde, KDV uygulaması genel tebliğinin (II/A-8.3.) bölümünde belirtilen imalatçı belgesine sahip firmalar ürettikleri malları ihraç etmeleri koşuluyla yüklenilen KDV hazırlamadan, ihracat bedelinin %10'a kadar tutarı iade olarak talep edebilecekler.

Özellikle aşağıdaki sektörler için büyük bir imkân tanımaktadır;

- Hammadde girişlerinin büyük kısmı %1 KDV oranına tabi olan gıda,

- Hammadde, yardımcı malzeme ve aksesuar girişlerinin büyük kısmının %8 KDV oranına tabi olan tekstil ve hazır giyim sektörleri,

KDV'ye tabi olmaması sebebiyle yoğun işçilik maliyeti olan üretim sektörleri için önemli bir imkan tanımaktadır.

Bütün bu olumlu yönlerine rağmen uygulamanın başlıca şu eksikleri göze çarpmakta ve işletmelerin devreden KDV sorununa kalıcı ve kapsayıcı çözük oluşturmamaktadır.

- KDV sistemimizde 3 farklı (%1, %8 ve %18) oran uygulanmasına rağmen, yüklenimsiz KDV iadesinden tüm sektörler tek bir oran belirlenmesi (%10). Bu sebeple de genelde mal ve hizmet alımları %18 oranında KDV'ye tabi olan kimya, enerji, otomotiv, demir-çelik gibi sektörlere çözüm olamaması,

- Kolay iade almak için yola çıkan firmaların ihracat yapılan aydan önceki 24 ayın tamamının KDV yönünden incelenmesi sebebiyle iade süreçlerinin uzayabileceği,

- Yine yüksek oranda iade almak için yola çıkan firmaların, 2 yıl önceki alım yaptığı firmaların vergiyle ilgili yükümlülüklerine yerine getirmeme olasılığının artması sebebiyle iade talep edilen tutardan vergi dairesi tarafından kesintiler yapılabileceği,

- Hazine yönünden bakıldığında ise, %1 KDV oranına tabi bir malın ihracında bile ihraç bedelinin %10'unun iade edilmesinin, bütçe kaleminde yer almayan nakit çıkışına sebebiyet vereceği ve yüklenim listesi olmayan bir iade sisteminin haksız KDV iade tabini artıracağı,

tahmin edilmektedir.

Sonuç olarak, "İngiliz Modeli" çalışmasıyla başlayan, sağından solundan kırpılarak, imalatçı işletmeleri devreden KDV'sini hızla nakte döndürdüğü için sevindiren, bazı işletmeleri kapsam dışı bırakan ve bazı işletmelerin ise elini verip kolunu kaptırmasıyla sonuçlanacak bize özgü bir modelle karşı karşıyayız. Olcay ER Yeminli Mali Müşavir

https://www.dunya.com/kose-yazisi/imalatci-ihracatciya-kdv-mujdesi/656076

Mükerrer Madde 298 - A) Mali tablolarda yer alan parasal olmayan kıymetler aşağıdaki hükümlere göre enflasyon düzeltmesine tabi tutulur.

1) Kazançlarını bilanço esasına göre tespit eden gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri fiyat endeksindeki artışın, içinde bulunulan dönem dahil son üç hesap döneminde %100’den ve içinde bulunulan hesap döneminde %10’dan fazla olması halinde mali tablolarını enflasyon düzeltmesine tabi tutarlar. Enflasyon düzeltmesi uygulaması, her iki şartın birlikte gerçekleşmemesi halinde sona erer.

Kapsama giren mükellefler, geçici vergi dönemlerinin sonu itibarıyla mali tabloları düzenlemek ve enflasyon düzeltmesi yapmak zorundadırlar. Geçici vergi dönemlerinde yukarıda belirtilen oranların tespitinde, son üç hesap dönemi yerine üçer aylık dönemlerin son ayı dahil önceki otuz altı ay ve içinde bulunulan hesap dönemi yerine son on iki ay dikkate alınır. Bir hesap dönemi içindeki geçici vergi dönemlerinin herhangi birinde düzeltme yapılması halinde takip eden geçici vergi dönemlerinde ve içinde bulunulan hesap dönemi sonunda da düzeltme yapılır.

Cumhurbaşkanı; bu maddede yer alan %100 oranını %35’e kadar indirmeye veya tekrar kanuni seviyesine kadar yükseltmeye, %10 oranını ise %25’e kadar çıkarmaya veya tekrar kanuni seviyesine kadar indirmeye yetkilidir.

2) Bu maddenin uygulanmasında;

a) Parasal olmayan kıymetler; parasal kıymetler dışındaki kıymetleri,

b) Parasal kıymetler; Türk Lirasının değerindeki değişmeler karşısında nominal değerleri aynı kaldığı halde satın alma güçleri fiyat hareketlerine göre ters yönde değişen kıymetleri (Yabancı paralar da parasal kıymet olarak dikkate alınır.),

c) Enflasyon düzeltmesi; parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarlarının düzeltme katsayısı ile çarpılması suretiyle, mali tablonun ait olduğu tarihteki satın alma gücü cinsinden hesaplanmasını,

d) Düzeltme katsayısı; mali tabloların ait olduğu aya ilişkin fiyat endeksinin, düzeltmeye esas alınan tarihi içeren aya ait fiyat endeksine bölünmesiyle elde edilen katsayıyı,

e) Ortalama düzeltme katsayısı; mali tabloların ait olduğu aya ilişkin fiyat endeksinin, bu endeks ile bir önceki dönemin sonundaki fiyat endeksi toplamının ikiye bölünmesi sonucu bulunan endekse bölünmesiyle elde edilen katsayıyı,

f) Fiyat endeksi (ÜFE); Türkiye İstatistik Kurumunca Türkiye geneli için hesaplanan Üretici Fiyatları Genel Endeksini,

g) Reel olmayan finansman maliyeti; her türlü borçlanmada, borç tutarlarına (yabancı para üzerinden borçlanmalarda borcun alındığı tarihteki Türk Lirası karşılıklarına), borcun kullanıldığı döneme ait TEFE artış oranının uygulanması suretiyle hesaplanan tutarı,

h) Toplulaştırılmış yöntemler;

aa) Basit ortalama yöntemi; gelir tablosu kalemleri ile stokların düzeltmede esas alınacak tarihlere bağlı kalınmaksızın dönem ortalama düzeltme katsayısı ile çarpılması suretiyle enflasyon düzeltmesine tabi tutulmasını,

ab) Hareketli ağırlıklı ortalama yöntemi; dönem sonu stok ve dönem içinde satılan mal maliyetinin enflasyon düzeltmesine esas alınacak tutarlarının hareketli ağırlıklı ortalama düzeltme katsayısı ile çarpılması suretiyle enflasyon düzeltmesine tabi tutulmasını (Bir önceki döneme ait düzeltilmiş satılan mal maliyeti enflasyon düzeltmesi yapılan dönemin sonuna taşıma katsayısı uygulanarak taşınır. Bu hesaplamalarda amortisman ve reel finansman giderleri, endekslenmeden dikkate alınır.),

i) Hareketli ağırlıklı ortalama düzeltme katsayısı; enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş dönem başı stoğun ilgili dönemin sonuna taşınmış değeri ile dönem içi alış ve giderlerin enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş değerleri toplamının, dönem başı stok ile dönem içi alış ve giderlerin enflasyon düzeltmesine esas alınacak tutarlarının toplamına bölünmesi ile bulunan katsayıyı,

j) Taşıma; mali tablolardaki parasal ve parasal olmayan tutarların, taşıma katsayısı kullanılarak ilgili dönemin sonundaki yeni değerlerinin hesaplanması işlemini,

k) Taşıma katsayısı; mali tabloların ait olduğu aya ilişkin fiyat endeksinin, bir önceki dönemin sonundaki (yıl içinde işe başlayanlarda, işe başlanılan aya ilişkin) fiyat endeksine bölünmesiyle elde edilen katsayıyı,

l) Enflasyon fark hesapları; parasal olmayan kıymetlerin düzeltme işlemi sonrası değeri ile düzeltme öncesi değeri arasındaki farklarının kaydedildiği hesapları,

m) Enflasyon düzeltme hesabı; parasal olmayan kıymetlerin düzeltilmesi sonucu oluşan farkların kaydedildiği hesabı (Bu hesap enflasyon fark hesapları ile karşılıklı olarak çalışır. Parasal olmayan aktif kıymetlerin enflasyon düzeltmesine tabi tutulması sonucu oluşan farklar bu hesabın alacağına, parasal olmayan pasif kıymetlerin enflasyon düzeltmesine tabi tutulması sonucu oluşan farklar ise borcuna kaydedilir. Enflasyon düzeltme hesabının bakiyesi gelir tablosuna aktarılmak suretiyle kapatılır.),

n) Net parasal pozisyon; parasal varlıklarla parasal yükümlülükler arasındaki farkı ifade eder. Veysi Seviğ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/enflasyon-duzeltmesi-yeniden-degerleme-orani-ve-yeniden-degerleme/656080

Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Dr. Nureddin NEBATİ Bey’in açıkladığı “KDV’de sadeleştirme” çalışmaları kapsamında iş dünyası ve STK’larla yapılan görüşmeler sonrasında temel gıda maddeleri başta olmak üzere çok sayıda mal ve hizmetin KDV oranında indirime gidildi. Tabi konu KDV oran indirimi olunca biz de dahil olmak üzere hemen herkes bu indirimlerin fiyatlara yansıtılıp yansıtılamayacağı konusuna odaklandı.

İşin enteresan tarafı, kısa bir süre sonra olay sadece odaklanma ile kalmadı, Hazine ve Maliye ile Ticaret Bakanlıkları bu konu ile sınırlı olmak üzere belirlenen sektörlerde saha denetimlerine başladı. Şu an itibariyle Vergi Denetim Kurulu ve Gelir İdaresi Başkanlığı Vergi Dairesi Başkanlıkları hala sahada ve denetimlere yoğun bir şekilde devam ediyorlar.

Maliye’nin bu konuda saha denetimi yapması doğru mu?

Yapılan KDV indirimlerinin fiyatlara yansıtılıp yansıtılmadığı konusu oldukça önemli! Devlet bu indirimlerle ciddi tutarlarda KDV alacağından vazgeçiyor, haklı olarak da bu tutarların fiyatlarda yapılacak indirimlerle doğrudan vatandaşlara yansıtılmasını bekliyor. Dolayısıyla, bunun denetimini yapması da son derece doğal.

Peki, KDV oran indirimi hangi soruna neden oldu!

KDV oran indirimi, sattıkları ürünlerin KDV’si indirilen ancak girdi KDV’leri düşürülmeyen mükelleflerde devir KDV sorununa neden oluyor. Bunlar satışları üzerinden hesaplanan KDV’lerin indirilmesi nedeniyle devamlı olarak devir KDV sorunu ile karşı karşıya bulunuyorlar. Bu da günden güne artan devir KDV kaynaklı finansman sorununa (yüküne) neden oluyor ve önlem alınmazsa bundan sonra da olmaya devam edecek!

Devir KDV yeni değil, 37 yıllık bir sorun!

1985 yılından itibaren masum bir şekilde başlayan devir KDV sorunu, nakit ve mahsup şeklinde KDV iadeleri yapılmasına rağmen, günden güne artarak kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Yani, devir KDV yeni bir sorun değil, tutar bir kenara bırakıldığında yaklaşık 37 yıllık bir konu!

Devir KDV düzenlemesi, başlangıçta öngörülmemiş olmasına rağmen, şu an vergi mükelleflerinin devleti finanse ettiği bir yapıya dönüşmüş bulunuyor. Devir KDV’nin yarattığı finansman yükünü artık sektörler taşıyamıyor. Gerçekten taşınır gibi de değil, özellikle bazı mükellefler açısından kangren haline gelmiş durumda.

Çoğu işletmenin, işletme sermayesi olarak kullanacağı tutarlar, devir KDV’de bulunuyor.

Devir KDV sorunu “kartopu” gibi büyümeye devam ediyor!

2018 yılında yaklaşık 145 Milyar TL olan devir KDV tutarında, pandeminin yarattığı olumsuzluklar ve sonrasında yapılan KDV oran indirimlerinin de yarattığı etkiyle büyük bir artış oldu! Şu an itibariyle yaklaşık 350 Milyar TL civarında toplam devir KDV var. Yani, oldukça yüksek bir tutar. Hemen her dönem devir KDV tutarının çeşitli yöntemlerle tasfiye edilmesi gündeme geliyor, sektörler ve ilgili STK’lar devamlı olarak bunun iadesini talep ediyorlar. Bu talepler şu an için de geçerli, hemen herkes bu devir KDV sorununun çözümlenmesini istiyor ve bekliyor.

Mevcut ekonomik ortam ve hazinenin içinde bulunduğu durum dikkate alındığında, devir KDV sorunu kısa ve orta vadede pek çözülecek gibi de durmuyor.

Yıllık KDV iade düzenlemesi bu sorunu çözmüyor mu? 

Şimdi diyeceksiniz ki, KDV oranı indirilen mal ve hizmetlerle ilgili olarak yüklenilip indirilemeyen KDV’lerin, cari yılı içinde mahsuben, izleyen yılda ise hem nakden hem de mahsuben iadesi söz konusu (KDVK, Mad. 29/2).

Peki, bu iade düzenlemesi sorunu çözmüyor mu?

Hemen cevap verelim, hayır çözmüyor. Sattıkları mal ve hizmetlerin KDV oranı indirilen mükelleflerde günden güne artan bir devir KDV sorunu ortaya çıkıyor. Bunlar, yüklendikleri KDV’yi, KDV oran indiriminin bir sonucu olarak hesaplanan KDV’nin azlığı nedeniyle indirim konusu yapamıyorlar. Nakit olarak ödedikleri ancak indirim konusu yapamadıkları KDV’yi yine nakit olarak iade alabilmek için bir sonraki yılı beklemek zorunda kalıyorlar. Enflasyon oranı dikkate alındığında, bir sonraki yılda yapılan nakit iadenin de bir önemi kalmıyor.

Peki, bu konuda ne yapılmalı?

KDV oranı indirilen mal teslimleri ve hizmet ifaları nedeniyle yüklenilip indirim konusu yapılamayan KDV’lerin, cari yılda da mükelleflere nakden iadesine imkan sağlanmalı. Yani, KDV oranı indirilen mal ve hizmetlerle ilgili nakit KDV iadeleri, bir sonraki yıl beklenmeden, teslim ve hizmet işlemlerinin gerçekleştiği cari yılda da aylık vergilendirme dönemleri itibariyle yapılmalı!

Cari yılda aylık nakden KDV iadesi yapılabilir mi?

Evet, KDV oranı indirilen mal ve hizmetlerle ilgili yüklenilip indirim konusu yapılamayan KDV’ler, cari yılda aylık dönemler itibariyle nakden iade edilebilir.

Aylık nakden iade için Kanun değişikliği gerekir mi?

Hayır, bunun için bir Kanun değişikliği yapılmasına gerek bulunmuyor. KDV Kanununda yer alan bir düzenleme buna imkan veriyor!

Hazine ve Maliye Bakanlığı, KDV oranı indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup indirilemeyen ve tutarı Cumhurbaşkanı tarafından tespit edilen sınırı aşan mahsuben iade edilmeyen verginin cari yılı içinde nakden iadesiyle ilgili sektörler, mal ve hizmet grupları ve dönemleri belirlemeye yetkili bulunuyor (KDVK., Mad. 29/2).

Yani, cari yılda nakden KDV iadesi için Kanun değişikliği yapılmasına gerek bulunmuyor, bunun için Maliye’nin bir Tebliğ çıkarması ve yetkisini sektörler, mal ve hizmet grupları itibariyle kullanması yeterli bulunuyor!

Peki, Maliye bu yetkisini hiç kullandı mı?

Evet, Maliye bu yetkisini üç kez kullandı: Birincisi, indirimli orana tabi konut teslimleri, ikincisi ise, 2007/13033 sayılı Kararnamenin eki (II) sayılı listenin (B) bölümünün 28 ve 29.  sıraları kapsamındaki malların teslimi, üçüncüsü ise, yine 2007/13033 sayılı Kararnamenin eki (II) sayılı listenin (B) bölümünün 31. sırası kapsamındaki malların teslimi.

Maliye bu işlemlerden doğan KDV iadelerinin, yılı içinde vergilendirme dönemleri itibariyle talep edilmesi kaydıyla nakden yapılmasını uygun görmüş bulunuyor.

Özellikle temel gıda teslimlerinde cari yılda aylık nakit iade şart!

Tabi, KDV oranı indirilen tüm mal teslimi ve hizmet ifalarında cari yılda aylık dönemler halinde nakden KDV iadesi yapılmalı. Bunda hemen herkes hemfikir durumda. Ancak, buna merkezi bütçe imkanları gözönünde bulundurularak karar verilmeli.

Bize göre, bu konuda ilk öncelik, temel gıda maddesi teslimi ve satışında bulunan mükelleflere verilmeli, bu mükelleflerin söz konusu satışları nedeniyle yüklenip indirim konusu yapamadıkları KDV’ler, cari yılda aylık dönemler halinde nakden iade edilmeli.

Bu şekilde, KDV oran indirimlerinin, satış fiyatlarına daha kolay yansıyacağını düşünüyoruz. ABDULLAH TOLU

https://www.dunya.com/kose-yazisi/oran-indirimi-kdv-iade-sorununa-neden-oldu/656103

“Matrah veya vergi artırımında bulunulması, 213 sayılı Kanunun defter ve belgelerin muhafaza ve ibrazına ilişkin hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan maddenin (6) numaralı fıkrası uyarınca artırımda bulunulmayan yıllar veya dönemler için idarenin vergi inceleme yapma hakkı saklı tutulmuştur.

Mezkur maddenin (9) numaralı fıkrası uyarınca da 213 sayılı Kanunun 359 uncu maddesinin (b) fıkrasındaki “defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler” bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri ile sağlanan vergi incelemesine veya herhangi bir tarhiyata muhatap olmama şeklindeki haktan yararlanamayacaktır.

Yukarıdaki mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde defter ve belge ibraz yükümlülüğüne ilişkin aşağıdaki tespitlerde bulunmak mümkündür:

1- Matrah/vergi artırımında bulunulması, mükellefleri artırımda bulundukları vergi türleri ve dönemler itibariyle vergi incelemesinden kurtarmakta; ancak defter ve belge muhafaza ve ibraz yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Mükelleflerin VUK 253 ve 254 üncü maddelerinde düzenlenen muhafaza ve 256 ncı maddesinde düzenlenen ibraz yükümlülükleri aynen devam etmektedir.

2- Mükellefin defter ve belge ibraz yükümlülüğünün devam etmesine karşın, matrah/vergi artırımı yapılan bir döneme ilişkin olarak defter ve belge ibraz edilmesinin istenmesi ve mükellefin buna riayet etmemesi durumunda uygulanacak müeyyide aşağıdaki farklı durumlara göre değişmektedir:

Durum 1- Defter ve belge ibrazı herhangi bir durumun teyidi veya idari soruşturma veya kovuşturmalara bağlı olarak istenmiş ise bu talebe uyulmaması durumunda sadece özel usulsüzlük cezası kesilecek, “vergi incelemesi sırasında” bir defter ve belge ibraz talebi söz konusu olmadığı için VUK’un 359 uncu maddesinin (a) fıkrasında düzenlenen defter ve belge ibraz etmemekten kaynaklı “gizleme” suçu oluşmayacaktır. Mükellef hakkında kaçakçılık suçu raporu düzenlenmesi yoluna gidilemeyecektir.

Durum 2- Defter ve belge ibrazı sınırlı bir inceleme nedeniyle ve artırım yapılan vergi türü ve dönemine ilişkin ise, ilgili dönemlere ilişkin idarenin “inceleme yetkisi” kalmadığı için ibraz yükümlülüğü yerine getirilmediği gerekçesi ile VUK’un mükerrer 355 inci maddesi uyarınca özel usulsüzlük cezası kesilebilecek, ancak defter ve belge gizleme suçu oluşmayacaktır. Çünkü bu suçun oluşumu için defter ve belgenin inceleme sırasında talep edilmesi gerekir. Oysa matrah/vergi artırımı karşılığında idarenin bu yetkisi kaldırılmıştır. Ancak bu noktada, Matrah/vergi artırımına rağmen inceleme yetkisinin devamının kabul edildiği ve aşağıda Durum 5 ve Durum 6 olarak yer verilen özel hallerin göz önünde bulundurulması gerekir.

Durum 3- Artırım yapılmayan dönem ve vergi türleri ile Kanunda artırım yapılması öngörülmemiş olan vergi türlerine (örneğin özel tüketim vergisi gibi) ilişkin bir vergi incelemesi nedeniyle defter ve belge ibrazının talep edilmesi durumunda mükellefin bu talebi zamanında ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmesi icap eder. Aksi durumda hem özel usulsüzlük cezası hem de VUK 359/a kapsamında defter ve belgeleri gizleme suçunun müeyyidesi söz konusu olacaktır.

Durum 4- İdare karşıt inceleme amacıyla her durumda mükellefin defter ve belgesini ibraz etmesini isteyebilecektir. Artırım yapılmış olması idarenin bu yetkisini engellememektedir. Matrah/vergi artırımı nedeniyle vergi incelemesinden bağışıklık “mükelleflerin kendileri nezdindeki” incelemelere münhasırdır.[6] Matrah/vergi artırımında bulunulmuş olması, başka bir mükellefle ilgili yapılan inceleme nedeniyle mükellefin defter ve belgeleri üzerinde yapılması gerekli karşıt incelemelere engel teşkil etmemektedir. Karşıt inceleme için defter ve belge ibraz edilmesi talebine uyulmaması durumunda, sadece özel usulsüzlük cezası kesilebilecektir. Mükellef nezdinde bir vergi incelemesi sırasında bir ibraz talebi vaki olmadığından VUK’un 359/a maddesi uyarınca “gizleme” suçu oluşmayacağı değerlendirilmektedir. Karşıt incelemenin, bir vergi inceleme türü değil, yürütülmekte olan vergi incelemesi için başka mükellefler nezdinde yürütülen bir tür teyit işlemi olması bizi bu sonuca götürmektedir.

Durum 5- Vergi incelemesinin konusunun defter, kayıt ve belgeleri yok etme veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyma veya hiç yaprak koymama veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleme fiillerine ilişkin olması durumunda idarenin mükellefler hakkında vergi incelemesi yürütme ve tarhiyat yapma yetkisi devam etmektedir. Dolayısıyla, defter, kayıt ve belgeleri yok etme veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyma veya hiç yaprak koymama, sahte belge kullanma veya düzenleme fiillerinin söz konusu olduğu durumlarda vergi inceleme bağışıklığı söz konusu olmayacaktır. Buna karşılık, VUK’un 359/a maddesinde düzenlenen, hesap ve muhasebe hilesi, defter ve belgelerin tahrif edilmesi, gizlenmesi, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanılması veya düzenlenmesi fiillerinin bulunduğu durumlar vergi incelemesinden bağışık tutulmaya engel teşkil etmeyecektir. Dolayısıyla incelemenin konusunun VUK 359/b kapsamında bir konuya ilişkin olması durumunda defter ve belge ibraz yükümlülüğüne uyulmaması nedeniyle hem özel usulsüzlük cezası hem de hürriyeti tahdit edici cezaya ilişkin işlem tesisi gerekecektir.

Durum 6- Artırım talebinde bulunulan yılları izleyen dönemlerde yapılacak vergi incelemelerine ilişkin olarak artırım talebinde bulunulan dönemler için, sonraki döneme devreden katma değer vergisi yönünden ve artırım talebinde bulunulan dönemler için ihraç kaydıyla teslimlerden veya iade hakkı doğuran işlemlerden doğan terkin ve iade işlemleri ile ilgili olarak idarenin inceleme ve tarhiyat hakkı saklı tutulmuştur. Dolayısıyla, yukarıda sayılan durumlara ilişkin bir inceleme söz konusu olduğunda, defter ve belge ibraz taleplerinin karşılanmaması durumunda hem özel usulsüzlük cezasının kesilmesi, hem de VUK 359/a kapsamında gizleme suçuna yönelik vergi suçu raporu tanzimi söz konusu olabilecektir.

Mükellefin defter ve belge muhafaza ve ibraz yükümlülüğü önemli bir yükümlülüktür. Doğru bir vergi incelemesi ve gerçek durumun delillendirilmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. Ancak uygulamada, mükelleflerin kendilerinin veya bazen de çalışanlarının defter ve belgelerini muhafaza konusunda yeterli özeni göstermedikleri durumlar söz konusu olmaktadır. Arşiv temizliğinde veya dikkatsizlik sonucu defter ve belgeler kaybolabilmekte veya imha edilebilmektedir. Yargı ancak VUK’un 13 üncü maddesinde sayılan türden mücbir sebeplerin varlığı halinde defter belgelerin ibraz edilmemesini mücbir sebep hali olarak kabul etmektedir.[7] VUK’un 13 üncü maddesine uygun bir mücbir sebep halinin bulunmaması durumunda defter ve belgelerin inceleme sırasında incelemeye yetkililere ibraz edilmemesi VUK 359/a maddesi uyarınca “gizleme” suretiyle kaçakçılık suçunun konusunu teşkil etmektedir. Gerek Danıştay, gerekse Yargıtay bu yönde hüküm tesis etmektedir. Bu nedenle, matrah/vergi artırımı imkânı, herhangi bir sebeple kayıp veya imha edilmiş defter ve belgeler nedeniyle VUK 359/a hükmü kapsamında “gizleme” suretiyle vergi kaçakçılığına sebebiyet verme durumunu telafi etme açısından da önemli bir fırsat sunmaktadır. Mükelleflerin, matrah/vergi artırımı düzenlemesinden yararlanma kararlarında bu hususu da göz önünde bulundurmalarında fayda vardır.

Sonuç Olarak,
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunun mükellefe sağladığı pek çok önemli fırsatlardan birisi de matrah/vergi artırımı yapmak suretiyle vergi incelemesinden kurtulmaktır. Bu kapsamda, matrah/vergi artırımının mükelleflerin defter ve belge muhafaza ve ibraz yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı, ancak bazı durumlar için VUK’un 359 uncu maddesinin (a) fıkrasında düzenlenen “gizleme” suçunun oluşumunu engellediği sonucuna ulaşılmıştır. Dr. Hasan Aykın

Yararlanılan Kaynak,

[1] 25.02.2003 tarih ve 4811 sayılı Kanun, 27.02.2003 tarih ve 25033 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[2] 13.02.2011 tarih ve 6811 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 25.02.2011 tarih ve 27857 sayılı (mükerrer) Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[3] Özgür Biyan, “Türk Vergi Hukukunda Belge Düzeni ve İspat: Eleştiriler ve Öneriler”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Özel Sayı, 2010, ss. 27-55, (Basım yalı 2012), s. 27.

[4] Adil Nas, “Türk Vergi Hukukunda Vergi İncelemesi”, A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 61, Sayı4, 2012, ss.1307-1336, s. 1316.

[5] İki müeyyide dışında, defter ve belge ibraz edilmemesi nedeniyle VUK 359 uncu madde hükmünün uygulanması nedeniyle vergi ziyaı cezasının üç kat olarak uygulanması (VUK, md 344/2) ve Katma Değer Vergisi Kanununun 34 üncü maddesi uyarınca, KDV’nin indirim konusu yapılabilmesi için deftere kayıt şartının defter ibraz edilmemesi nedeniyle gerçekleşmemesinden hareketle indirim KDV tutarlarının reddi gibi mali nitelikte ağır yan etkiler de söz konusu olabilmektedir. Çalışmanın kapsamı açısından ortaya çıkabilecek bu tür yan etkilere ayrıca temas edilmemiştir.

[6] Bu husus 6736 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkrasında “Kendileri nezdinde” ifadesine ayrı ayrı yer vermek suretiyle vurgulanmıştır.

[7]  https://vergidosyasi.com/

[8] Bakınız;

  • -Yargıtay 11. Ceza Dairesinin, 27.04.2010 tarihli ve E. 2007/7847, K. 2010/4817 sayılı Kararı;

    -Yargıtay 11. Ceza Dairesinin, 15.03.2012 tarihli ve E. 2012/612, K. 2012/3585 sayılı Kararı.

    Danıştay 9. Dairenin 21.10.2010 tarih ve E:2010/4378, K:2010/5231 sayılı Kararı.

320, 323, 324, 332, 337 ve son olarak da 459 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri ile ticari işlemler ve finansal hareketlerin izlenmesi ve vergiyi doğuran olayların mali kurumların kayıt ve belgeleri yardımıyla tespit edilmesi ve böylece kayıt dışılığı önlemek amacı doğrultusunda, tahsilat ve ödemelerin finans kurumları aracıyla yapılmasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.

Maliye Bakanlığı’nın 320 sıra no’lu Vergi Usul Kanunu genel tebliği ile 5.000.-TL’yi aşan tahsilat ve ödemelerin 01/08/2003 tarihinden itibaren banka, özel finans kurumları veya PTT Müdürlüğü aracı kılınarak yapılması ve bu kurumlarca düzenlenen dekont veya hesap bildirim cetvelleri ile tevsiki zorunlu kılınmıştır.323 ve 324 sıra no’lu Vergi Usul Kanunu genel tebliği ile sınır 10.000.-TL’ye çıkarılmıştır. 332 sıra no’lu Vergi Usul Kanunu genel tebliği ile 8.000.-TL’ye düşürülmüştür. En son yapılan değişiklik kapsamında yasal sınır, 459 sıra no’lu Vergi Usul Kanunu genel tebliği ile 7.000.-TL’ye düşürülmüştür.

Bu çalışmamızda yukarıda kısaca açıklanan tevsik zorunluluğu hakkındaki bazı özellikli hususlar 10 soruda açıklanmaya çalışılacaktır.

Soru 1: Tevsik Zorunluluğunun Kapsamı ve Tutarı nedir?

459 Sıra no’lu VUK Genel Tebliğine göre, Vergi Usul Kanununun 232 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamında fatura almak zorunda olan birinci ve ikinci sınıf tüccarları, serbest meslek erbabını, kazançları basit usulde tespit olunan tüccarları, defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçileri, vergiden muaf esnaf bu zorunluluk kapsamındadır.

Yukarıda belirtilenlerin, kendi aralarında ve tevsik zorunluluğu kapsamında olmayanlarla yapacakları, 7.000 TL’yi (1/1/2016 tarihinden itibaren) aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini aracı finansal kurumlar kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ve ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunludur.

Bu kapsamda örneğin;

- Her türlü mal teslimi veya hizmet ifasına ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

- Avans, depozito, pey akçesi gibi suretlerle yapılacak tahsilat ve ödemelerin,

- İşletmelerin kendi ortakları ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle yaptığı her türlü tahsilat ve ödemelerin

belirlenen haddi aşması durumunda, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve bu işlemlerin söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.

Ayrıca, 480 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 459)'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğle 01/07/2017 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere, araç kiralama faaliyeti ile uğraşanların vermiş oldukları motorlu kara taşıtı ve motorlu kara aracı (kayıt ve tescili zorunlu olmayan taşıt ve araçlar hariç) kiralama hizmetlerine ilişkin tahsilat ve ödemelerin ise yukarıda belirtilen hadle sınırlı kalınmaksızın, aracı finansal kurumlar tarafından düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.

Örnek: Araç kiralama faaliyeti ile iştigal eden A firması, müşterisine bir adet x marka otomobili 3 gün için 1.500-TL karşılığında kiralamıştır. Bu tutar, 459 Sıra no’lu VUK Genel Tebliğinde belirtilen 7.000 TL’yi aşmamasına rağmen, aynı tebliğin 4.1. bölümünün son paragrafına göre aracı finansal kurum aracığıyla tevsik edilmesi zorunludur. Müşterinin Türkiye’de mukim olmayan yabancı olması durumunda da bu zorunluluk devam etmektedir.

Soru 2: Kapsamda Olmayan Tahsilat ve Ödemeler Nelerdir?

459 Sıra no’lu VUK Genel Tebliğinin 4.2. bölümüne göre,

- 5018 sayılı KMYK Kanununda yer alan merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile bunlara ait döner sermaye işletmelerinin işlemlerine,

-6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununda tanımlanan sermaye piyasası aracı kurumlarında yapılan işlemlere konu,

- Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararda tanımlanan yetkili döviz müesseselerinin yapacakları döviz alım - satım işlemlerine ilişkin,

- Tapu sicil müdürlüklerinde gerçekleştirilen işlemler karşılığında,

- Noterlerde gerçekleştirilen işlemler karşılığında yapılan,

- 5018 sayılı Kanunda yer alan merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, il özel idareleri, belediyeler ile bunların teşkil ettikleri birlikler, kanunla kurulan diğer kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları tarafından kurulan ve işletilen müesseseler ile döner sermayeli kuruluşlar veya bunlara ait veya tabi diğer müesseseler tarafından yapılan ihale işlemlerine ilişkin yatırılması gereken teminat tutarlarına ilişkin,

-  6362 sayılı Kanun uyarınca kurulan Borsa İstanbul A.Ş. bünyesinde yer alan Kıymetli Madenler Piyasasında işlem yapma yetkisi verilenlerin, faaliyet konuları kapsamında yapacakları işlemlere ilişkin,

- Gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçiler tarafından 5957 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş olan toptancı hallerinde faaliyet gösteren tüccar, üretici, üretici örgütleri ve komisyonculara yapılan bazı satışlar ile söz konusu yerler dışında yapılmakla birlikte anılan Kanunun 4 üncü maddesi kapsamında bildirime tabi tutulmuş satışlara ilişkin,

- Gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçilere ait ürünlerin, 5174 sayılı TOBB ile Odalar ve Borsalar Kanunu kapsamında kurulan ticaret borsalarına mezkûr Kanunun 46 ncı maddesinde belirtilen süreler dâhilinde tescil ettirilerek gerçekleşen satışlarına ilişkin,

tahsilat ve ödemelerin aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması zorunluluğu bulunmamaktadır.

Soru 3: Kısım Kısım Yapılan Tahsilat ve Ödemelerin Durumu Nedir?

Tahsilat ve ödemeye konu işlem tutarının tevsik zorunluluğu kapsamında 7.000 TL’yi aşması halinde, bedelin farklı tarihlerde kısım kısım ödenmesinde işlemin toplam tutarı dikkate alınacak ve her bir tahsilat ve ödeme, tevsik zorunluluğu kapsamında aracı finansal kurumlar kanalıyla gerçekleştirilecektir.

Örnek: Serbest meslek erbabı (C), (D) A.Ş.’ye bir yıl süreyle vereceği hizmet karşılığında 12.000 TL alacaktır. Aralarındaki anlaşma gereği (D) A.Ş., hizmet bedelini 1.000 TL’lik taksitler halinde ödeyecektir. Bu durumda serbest meslek makbuzunun, taksitlerin ödendiği tarihlerde 1.000 TL üzerinden düzenlenmesi tevsik zorunluluğunu ortadan kaldırmayacak, sözleşmenin toplam tutarı belirlenen haddi aştığından kısım kısım yapılan her bir tahsilat ve ödeme de aracı finansal kurumlar kanalıyla tevsik edilecektir.

Söz konusu tahsilat ve ödemelerde tevsik zorunluluğuna uyulmaması durumunda serbest meslek erbabı (C) ile (D) A.Ş.’ye ayrı ayrı ceza uygulanır.

Soru 4: Aynı Günde, Aynı Kişi veya Kurumlarla Yapılan İşlemler Durumu Nedir?

Aynı günde aynı kişi veya kurumlarla yapılan işlemlerin toplam tutarının 7.000 TL’yi aşması durumunda, işlemlerin her biri işlem bazında belirlenen haddin altında kalsa bile, aştığı işlemden itibaren işleme konu tahsilat ve ödemelerin de aracı finansal kurumlar aracılığıyla yapılması zorunludur.

Örnek: Tevsik zorunluluğu kapsamında olan (A) A.Ş., aynı gün içerisinde (B) Ltd. Şti.’nden sırasıyla 1.000 TL, 3.000 TL, 3.500 TL ve 500 TL tutarında ayrı ayrı mal alımları gerçekleştirmiştir. Tevsik zorunluluğu kapsamında olan (A) A.Ş.’nin (B) Ltd. Şti.’nden aynı günde yaptığı mal alımları toplamı 3.500 TL’lik alımla 7.000 TL’lik haddi aştığından, son iki işleme ait tahsilat ve ödemelerin tevsik zorunluluğu kapsamında aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması gerekmektedir.

Söz konusu tahsilat ve ödemelerde tevsik zorunluluğuna uyulmaması durumunda (A) A.Ş. ile (B) Ltd. Şti.’ne ayrı ayrı ceza uygulanır.

Soru 5: Aracı Finansal Kurumdan Kasıt Nedir?

Tahsilat ve ödemelere aracılık eden 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımlanan bankayı, 29/6/2013 tarihli ve 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun kapsamında yetkilendirilmiş ödeme kuruluşlarını ve 9/5/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanununa göre kurulan Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketini ifade eder.

Soru 6: Tevsik Zorunluluğuna Uyulmaması Halinde Yapılmış Olan Ödeme Gider Olarak Dikkate Alınabilir Mi?

Mükelleflerin üçüncü şahıslarla olan muamele ve münasebetlere ilişkin kayıtlarının fatura vb. belgelerle tevsik edilmesi zorunlu olduğundan alınan mal ve hizmetlerle ilgili olarak alış faturasının ibraz edilmesi o mal veya hizmetin gider veya maliyet olarak kayıtlara intikal ettirilebilmesi için yeterli olup ödemenin banka vb. kurumlar vasıtasıyla yapılmış olup olmaması gider/maliyet kaydı açısından önem arz etmez.

Ancak mükelleflerin 7.000 TL ve üzerindeki tahsilat ve ödemelerini banka vb. kurumlar aracı kılınarak yapılmaması halinde 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun ilgili maddesi uyarınca özel usulsüzlük cezasına muhatap olacaklardır.[1]

Soru 7: Ödeme veya Tahsilatın Vadeli/Taksitli Olarak Yapılması Durumu Nedir?

324 Sıra no’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 1-A Vadeli Satışlar Bölümünde, tevsik kapsamında olan mal ve hizmet bedelinin 8.000-TL'yi (459 sıra no’lu Genel tebliğ ile 1/1/2016 tarihinden itibaren 7.000-TL)  aşmasının yeterli olacağı, bir başka ifadeyle faturada gösterilen meblağın tevsik kapsamındaki tutarı aşmasının yeterli olduğu ve bu bedelin farklı tarihlerde ödenmesinde her bir ödemenin tahsilat ve ödemenin yapılacağı kurumlardan geçirilmesi gerektiği açıklanmıştır.

Örnek: Mükellef A, 30.000-TL bedelindeki bir malını satmış ve bunun faturasını düzenlemiştir. Ancak malın bedeli 5 taksit halinde ödenecektir. Fatura bedeli belirlenen limiti aştığından taksit tutarları banka, özel finans kurumları ve PTT aracılığıyla ödenecektir.

Buna göre, belirli bir malın teslimini veya belirli bir hizmetin yerine getirilmesini isteme hakkını temsil eden ve emtianın/hizmetin toplam bedelinden mahsup edilen avans ödemelerinin 7.000-TL'yi aşması halinde banka veya özel finans kurumları ile posta idaresi aracı kılınarak tevsik edilmesi gerekmektedir. 

Soru 8: İşletme Ortak ve Personeline Yapılan Ödemelerde Tevsik Zorunluluğu Var Mıdır?

459 Sıra no’lu VUK Genel Tebliğine göre, Vergi Usul Kanununun 232 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamında fatura almak zorunda olan birinci ve ikinci sınıf tüccarları, serbest meslek erbabını, kazançları basit usulde tespit olunan tüccarları, defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçileri, vergiden muaf esnaf bu zorunluluk kapsamındadır.

- İşletmelerin kendi ortakları ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle yaptığı her türlü tahsilat ve ödemelerin belirlenen haddi aşması durumunda, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve bu işlemlerin söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.

Buna göre, işletme ortağına 7.000-TL aşan bir işlem banka, özel finans kurumları veya PTT aracılığıyla yapılacaktır.

Ayrıca, personele yapılan ödenek, tazminat, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında 7.000 TL'yi aşan tutardaki ödemelerin aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve söz konusu kurumlarca düzenlenen belgelerle tevsik edilmesi zorunlu bulunmaktadır.

Soru 9: Türkiye'de Mukim Olmayan Yabancı Müşterilerden Yapılan Tahsilatların Tevsik Zorunluluğu Var Mıdır?

Otel ve benzeri konaklama tesisleri işletmeciliği faaliyetinde bulunan işletmeler Türkiye'de mukim olmayan yabancılara da hizmet vermekte ve bu yabancı müşterilerin bazen konaklama ve sair ücretlerini nakit olarak ödemek isteyebilmektedir.

459 Sıra no’lu tebliğin 4.1. Kapsam ve Tutar" bölümünde, “Tevsik zorunluluğu kapsamında olanların, kendi aralarında ve tevsik zorunluluğu kapsamında olmayanlarla yapacakları, 7.000 TL'yi aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini aracı finansal kurumlar kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ve ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunludur.

Bu kapsamda örneğin;

- Her türlü mal teslimi veya hizmet ifasına ilişkin tahsilat ve ödemelerin,

- Avans, depozito, pey akçesi gibi suretlerle yapılacak tahsilat ve ödemelerin,

- İşletmelerin kendi ortakları ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle yaptığı her türlü tahsilat ve ödemelerin belirlenen haddi aşması durumunda, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve bu işlemlerin söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunludur.”,

açıklamaları yer almaktadır.

Buna göre, Türkiye'de mukim olmayan yabancılara yapılan mal ve hizmet teslimlerine ilişkin olarak bu kişilerce bedelin Türkiye'de ödenmek istenilmesi durumunda söz konusu bedelin banka, benzeri finans kurumları veya posta idarelerince düzenlenen belgelerle tevsik edilmesi gerekmektedir.[2]

Soru 10: Tevsik Zorunluluğuna Uyulmaması Durumunda Uygulanacak Cezai Müeyyide Nedir?

Tahsilat ve ödemelerin aracı finans kurumları kanalıyla yapılması zorunluluğuna uyulmaması durumunda Vergi Usul Kanunu’nda yer alan aşağıdaki cezai müeyyide ile karşılaşılmaktadır.

Vergi Usul Kanunu 355’nci maddesine göre; “Tahsilat ve ödemelerini banka, benzeri finans kurumları veya posta idarelerince düzenlenen belgelerle tevsik etme zorunluluğuna uymayan mükelleflerden her birine, her bir işlem için bu maddeye göre uygulanan cezalardan az olmamak üzere işleme konu tutarın % 5'i nispetinde özel usulsüzlük cezası kesilir. Ancak, bu fıkra uyarınca bir takvim yılı içinde kesilecek özel usulsüzlük cezasının toplamı 2.500.000.-TL'yi (534 Sıra No.lu V.U.K Genel Tebliği ile 01.01.2022'dan itibaren) geçemez.

Öte yandan 213 sayılı VUK’nun Mükerrer 355/1.Maddesinde, aynı yasanın Mükerrer 257.Maddesi ile getirilen zorunluluklara uymayan birinci sınıf tüccarlar ile serbest meslek erbabı hakkında 3.400-TL, İkinci sınıf tüccarlar, defter tutan çiftçiler ile kazancı basit usulde tespit edilenler hakkında ise 1.700-TL özel usulsüzlük cezası uygulanacağı belirtilmiştir.

Örnek; 2022 hesap dönemi içerisinde birinci sınıf tüccar olan A firması tarafından tevsik kapsamında olan ikinci sınıf tüccar B firmasına 28.000.-TL’lik ödemenin banka kanalı ile gerçekleştirilmediği ve tevsik zorunluluğuna uyulmadığı tespit edilmiştir. 28.000*0,05=1.400-TL’lik tutar, 2022 hesap dönemi için belirlenen asgari ceza tutarı olan 3.400.-TL ve 1.700-TL’nin altında kalmıştır. Bu sebeple A firması için 3.400-TLve B firması için ise 1.700-TL tutarında özel usulsüzlük cezası kesilmesi gerekmektedir.

Faydalı olması dileğiyle.

İbrahim Çakır
Vergi Müfettişi
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Kaynakça

  • 213 sayılı Vergi usul Kanunu
  • 320, 323, 324, 332, 337 ve 459 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri
  • 15/07/2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-019.01-986 sayılı Özelge
  • 25/05/2016 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.18.02-105[Mük.257-2016-50]-100079 sayılı Özelge
  • 10.08.2017 tarih ve B.07.1.GİB.4.07.17.02-105-117763 sayılı Özelge
  • 28.09.2018 tarih ve B11395140-105[VUK-1-20954]-E.868784 sayılı Özelge

[1]15/07/2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-019.01-986 sayılı Özelge

[2]28.09.2018 tarih ve B11395140-105[VUK-1-20954]-E.868784 sayılı Özelge

22.04.2022

Kaynak: www.MuhasebeTR.com

I- GİRİŞ

İşverenler tarafından çalıştırılmak üzere yurt dışına götürülen işçilerin sigortalılığı ile ilgili düzenlemeler, 5510 sayılı Kanun, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ve Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği’nde detaylı olarak yapılmıştır.

Bu düzenlemelere göre, yurt dışına çalıştırılmak üzere götürülen işçilerin sigortalılıkları iki farklı şekilde yapılmaktadır. İşçilerin götürüldükleri ülke ile Ülkemiz arasında sosyal güvenlik sözleşmesinin olup olmadığına bağlı olarak, hangi sigorta kollarına tabi olarak bildirimlerinin yapılacağı belirlenmektedir. Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelere götürülen işçiler, kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası hükümlerine tabi,  Sosyal güvenlik sözleşmesi olan ülkelere götürülen işçiler için ise tüm sigorta kollarına tabi hükümler uygulanmakta ve iki durumdaki işçiler de, 5510 sayılı Kanun’un 4/a maddesi kapsamında sigortalı sayılmaktadır.      

İşverenler tarafından yurt dışında çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerinin sigortalıklılarının nasıl yapılacağı ve özellikle Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi akdedilmemiş ülkelere götürülen işçilerin yurt dışında çalışacakları sürelerin emeklilik hizmet sürelerine sayılması ve bu konuda hak kaybına uğramamaları için ne yapmaları gerektiği ile ilgili yanlış bilinen bazı bilgilerin açıklanması, bu makalenin konusu olacaktır.

II- İŞVERENLERİN YURT DIŞINDA ALDIKLARI İŞLER İÇİN TÜRKİYE’DE İŞYERİ AÇMALARI

1- İşverenlerin, yurt dışında aldıkları işleri, Türkiye’den götürecekleri işçilerle gerçekleştirecekler ise, bunun için işletme merkezinin bağlı bulunduğu SGK Müdürlüğü’nde bu iş için işyeri dosyasını tescil ettirerek, işçilerin bildirimlerini bu dosyaya yapmaları gerekir. İşyeri tescili için işyeri bildirgesi ekine, SSİY 27. maddesinde belirtilen belgelere ilaveten yurt dışında işin alındığını belgeleyen sözleşme örneği ile ilgili ülkedeki Türkiye Dış Temsilciliği yazısı veya Dış Ticaret Müsteşarlığı’nca düzenlenecek belge eklenmelidir.

2- SGK’da işyeri tescili yapıldıktan sonra, işyeri tescil numarası ile birlikte Türkiye İş Kurumu’na dosya açılması ve internet şifresi için başvuruda bulunulması gerekmektedir.

3- Yurt dışına gönderilecek işçilerin SGK’ya işe giriş bildirgeleri yapılıp bu işçilerin yurt dışına gönderilmesi için İş-Kur’a başvurulup daha önce işçilerle imzalanmış olan 3 nüsha iş sözleşmelerinin İş-Kurumu tarafından tasdik edilip kayda alınması sağlanacaktır.    

4- Eğer işverenin yurt dışında yapımını üstlendiği işe uygun SGK iş kolu kodu olan daimi mahiyette tescilli bulunan bir işyeri varsa, bu işyerinde çalışan sigortalıları geçici görevlendirme ile yurt dışına göndermek suretiyle de bu işi yapması mümkündür. 

III- İŞVERENLER TARAFINDAN GEÇİCİ GÖREVLE YURT DIŞINA GÖNDERİLEN İŞÇİLER

1- İşyerinde çalışan sigortalıların işverenleri tarafından geçici görevle yurt dışına gönderilmeleri, 5510 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre 4. maddenin (a) bendinde sayılan sigortalıların işverenleri tarafından geçici görev ile yurtdışına gönderilmeleri, (c) bendinde sayılan sigortalıların mevzuatlarında belirtilen usule uygun olarak yurt dışına gönderilmeleri veya (b) bendinde sayılanların sigortalılığa esas çalışması nedeniyle yurt dışında bulunmaları halinde, bu görevleri yaptıkları sürece,  sanki Türkiye’de çalışıyormuş gibi sigortalıların ve işverenlerin sosyal sigortaya ilişkin bütün hak ve yükümlülükleri aynen devam eder. Ancak mevzuatta geçici görev süresinin ne kadar olabileceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

2- Geçici görevle yurtdışına gönderilenler (sigorta primleri buradan yatırıldığı için) ve bunların bakmakla yükümlü olduğu aile üyeleri sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik ve diğer haklardan geçici görev süresince aynen yararlanmaya devam edecektir.

IV- ÜLKEMİZ İLE SOSYAL GÜVENLİK SÖZLEŞMESİ OLMAYAN ÜLKELERE İŞVERENLER TARAFINDAN GÖTÜRÜLEN İŞÇİLERİN SİGORTALILIĞI

Bilindiği üzere, Ülkemizin diğer ülkelerle imzaladığı ikili ya da çok taraflı sosyal güvenlik sözleşmelerinde iki ülke vatandaşlarının karşılıklı olarak diğer ülkede geçici görevli ya da geçici görevli olmaksızın çalışmaları halinde hangi ülkenin sosyal güvenlik mevzuatına tabi olacaklarına ilişkin hükümler bulunmaktadır.

Ülkemiz Türkiye ile 35 ülke arasında sosyal güvenlik sözleşmesi akdedilmiş olup, her ülke ile yapılan sosyal güvenlik sözleşmelerdeki hükümler farklıdır. Bu ülkelerin listesi ekte bulunmaktadır.

Eğer işverenler tarafından işçilerin götürüleceği yabancı ülke ile Ülkemiz arasında sosyal güvenlik sözleşmesi varsa bu sözleşme hükümlerine göre, yoksa bunlar hakkında 5510 sayılı Kanun’un 5. maddenin (g) bendi uyarınca kısa vadeli sigorta kolları ile genel Sağlık sigortası hükümleri uygulanacaktır.

5510 sayılı Kanuna göre, Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçileri hakkında 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılır ve bunlar hakkında kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası hükümleri uygulanır (% 14). Bu sigortalıların uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmak istemeleri halinde, 50. maddenin ikinci fıkrasındaki Türkiye'de yasal olarak ikamet etme şartı ile diğer şartlar aranmaksızın haklarında isteğe bağlı sigorta hükümleri uygulanır. Bu sigortalıların uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmak istemeleri halinde, bu kapsamda isteğe bağlı hükümlerinden yararlananlardan ayrıca genel sağlık sigortası primi alınmaz.

Bu bent kapsamında yurt dışındaki işyerlerinde çalışan sigortalıların, bu sürede ödedikleri isteğe bağlı sigorta primleri 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında (SSK) sigortalılık sayılacaktır.    

Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi, Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde çalıştırılmak üzere götürülen işçiler adına iş kazası primi ile genel sağlık sigortası primi ödenmektedir. Bu işçilerin istemesi halinde aldıkları ücretin % 20’si olan uzun vadeli sigorta kollarına ait primlerini, yurt dışında çalıştıkları sürece her ay ödeyebilirler. Ödenecek olan bu prim günleri 4/a (SSK) kapsamında emeklilik hizmet günlerine ilave edilecektir.

V- YURT DIŞINDA ÇALIŞAN TÜRK İŞÇİLERİNİN TEDAVİLERİ VE İSTİRAHAT RAPORLARI

5510 sayılı Kanun’un 4/a bendi kapsamında (SSK'lı) olup işverenleri tarafından yurt dışında görevlendirilen sigortalılar ile 5/(g) bendi kapsamındaki sigortalılara ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunmayan ülkelerdeki tedavi gördükleri sağlık tesislerinde verilen istirahat raporlarının ilgili ülke mevzuatına uygun olduğunun ülkemiz dış temsilciliklerince onanması hâlinde, SGK tarafından yetkilendirilen hekim ve sağlık kurullarının ayrıca tasdik edilme şartı aranmaz.

VI- İŞVERENLER TARAFINDAN YURT DIŞINA GÖTÜRÜLECEK İŞÇİLERE ÖDENECEK ÜCRETLER

Bilindiği gibi, 5510 sayılı Kanuna göre alınacak prim ve verilecek ödeneklerin hesabına esas tutulan günlük kazancın alt sınırı, asgarî ücretin otuzda biri, üst sınırı ise 16 yaşından büyük sigortalıların günlük kazanç alt sınırının 6,5 katıdır. Ancak 6552 sayılı Kanun ile 01.10.2014 tarihinden itibaren sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işlerde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerine ödenecek ücretin Sigorta Primine Tabi Esas Kazancın (SPEK) üst sınırı, asgari ücretin 3 katıdır. Bu miktar 2022 yılı Ocak ila Aralık aylarında 15.012,00 TL'dir. Bu miktarın üstünde yapılacak ücretler sigorta primine tabi olmadığından Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirim yapılmayacaktır.

VII- YURT DIŞINA İŞÇİ GÖTÜREN İŞVERENLERİN PRİM TEŞVİKİNDEN YARARLANMALARI

Özel sektör işverenlerinin yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere 5510 sayılı Kanun’un 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı olarak yurt içinden götürülen sigortalılar için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanır. İşveren hissesine ait primlerin Hazinece karşılanabilmesi için, işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak aylık prim ve hizmet belgelerini yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu’na vermeleri ve herhangi bir borcunun bulunmaması gerekir.

VIII- YURT DIŞINA İŞÇİ GÖTÜREN İŞVERENLERİN YASAL YÜKÜMLÜLÜKLERİ

1- Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde işçi çalıştıran işverenlerce Yabancı ülkelerde meydana gelen iş kazası, yerel kolluk kuvvetlerine derhal, SGK’ya ise üç iş günü içinde, meslek hastalığı olayları ise meslek hastalığının işveren tarafından öğrenilmesinden itibaren üç iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmesi gerekmektedir. Belirtilen üç günlük bildirim süresi, iş kazasının işverenin kontrolü dışındaki yerlerde meydana gelmesi halinde iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren başlar.

2- İşveren, geçici veya sürekli görevle yurt dışına görevlendirdiği ya da yurt dışına götürdüğü sigortalının, iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hâllerinde, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından işe el konuluncaya kadar, 5510 sayılı Kanuna göre hak kazandığı geçici iş göremezlik ödeneğini ödemekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesindeki gecikmeden dolayı işveren, gerek Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gerekse sigortalının uğrayacağı her türlü zarardan sorumludur. İşveren tarafından kanuna uygun olarak yapılan ve belgelere dayanan geçici iş göremezlik ödeneklerinin tutarı daha sonra Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından işverene ödenir.

IX- SONUÇ OLARAK

1- Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde çalıştırılmak üzere işverenler tarafından götürülen işçiler, kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası primine tabi olup, bu işçilerin istemeleri halinde, isteğe bağlı olarak aldıkları ücretin % 20’si olan uzun vadeli sigorta kollarına ait primlerini, yurt dışında çalıştıkları sürece her ay ödeyebilirler. Bu işçilerden ayrıca genel sağlık sigortası primi alınmaz. Ödenecek olan bu prim günleri 4/a (SSK) kapsamında emeklilik hizmet süresine ilave edilecektir.

2- 5510 sayılı Kanuna göre, sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işlerde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerine ödenecek ücretin Sigorta Primine Tabi Esas Kazancın (SPEK) üst sınırı, asgari ücretin 3 katıdır. Bu miktar 2022 yılı Ocak ila Aralık dönemi içi aylık 15.012,00 TL'dir. Bu miktarın üstünde yapılacak ücretler sigorta primine tabi olmadığından Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirim yapılmayacaktır.

3- Özel sektör işverenlerinin yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere 5510 sayılı Kanun’un 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı olarak yurt içinden götürülen sigortalılar için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanacaktır.

Sosyal Güvenlik Sözleşmesi İmzalanmış Ülkeler:

ÜLKELER

İmza Tarihi

Yürürlük Tarihi

Revizyon Tarihi

Yürürlük Tarihi

01. İNGİLTERE

09.09.1959

01.06.1961

20.12.1999

02. ALMANYA

30.04.1964

01.11.1965

02.11.1984

01.04.1987

03. HOLLANDA

05.04.1966

01.02.1968

04.09.1980

01.05.1983

04. BELÇİKA

04.07.1966

01.05.1968

11.04.2014

01.09.2018

05. AVUSTURYA

12.10.1966

01.10.1969

28.10.1999

01.12.2000

06. İSVİÇRE

01.05.1969

01.01.1972

07. FRANSA

20.01.1972

01.08.1973

08. DANİMARKA

22.01.1976

01.02.1978

13.12.1999

01.12.2003

09. LİBYA

20.03.1976

01.10.1976

13.09.1984

01.09.1985

10. İSVEÇ

30.06.1978

01.05.1981

26.08.2004

01.08.2012

11. NORVEÇ

20.07.1978

01.06.1981

12. K.K.T.C

09.03.1987

01.12.1988

23.02.2017

13. KANADA

19.06.1998

01.01.2005

14. MAKEDONYA

06.07.1998

01.07.2000

15. ARNAVUTLUK

15.07.1998

01.02.2005

16. AZERBAYCAN

17.07.1998

09.08.2001

17. GÜRCİSTAN

11.12.1998

20.11.2003

18. ROMANYA

06.07.1999

01.03.2003

19. KEBEK

21.11.2000

01.01.2005

20.BOSNA-HERSEK

27.05.2003

01.09.2004

21.ÇEK CUMH.

02.10.2003

01.01.2005

22. LÜKSEMBURG

20.11.2003

01.06.2006

23. HIRVATİSTAN

12.06.2006

01.06.2012

24. SLOVAKYA

25.01.2007

01.07.2013

25. SIRBİSTAN

26.10.2009

01.12.2013

26. İTALYA

08.05.2012

01.08.2015

27. KORE

01.08.2012

01.06.2015

28. KARADAĞ

15.03.2012

01.12.2015

29. TUNUS

28.05.2013

01.04.2018

30. MACARİSTAN

24.02.2015

01.04.2018

31. MOLDOVA

05.05.2017

01.06.2020

32. KIRGIZİSTAN

09.04.2018

01.11.2020

33. MOĞOLİSTAN

07.03.2018

01.03.2021

34. POLONYA

17.10.2017

01.06.2021

35. İRAN

16.04.2016

Onay aşamasında

Ahmet AĞAR*

E-Yaklaşım / Nisan 2022 / Sayı: 352

TTK’nın 636. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, limited şirket ortaklarından her biri “haklı sebeplerin varlığında” mahkemeden şirketin feshini isteyebilir. Mahkeme, ortağın talebi üzerine şirketin feshine karar verebileceği gibi, fesih yerine, davacı ortağa payının gerçek değerinin ödenmesine ve şirketten çıkarılmasına ya da duruma uygun düşen makul diğer bir çözüme hükmedebilir.

Şirketin feshini talep hakkı, yasa ile limited şirket ortaklarının tümüne tanımıştır. Buna karşılık, TTK’nın 636. maddesinin üçüncü fıkrasında “haklı sebep tanımlanmamış, örnek olarak da gösterilmemiştir. Düzenlemenin gerekçesinden, haklı sebeplerin niteliklerinin gösterilmesi ve tanımlanmasının yargı kararları ile öğretiye bırakıldığı anlaşılmaktadır(4). Öğretide şirketin feshine ilişkin haklı sebeplere örnek olarak;

- Şirketin, çoğunluk paya sahip olan ortak tarafından kötü yönetilmesi nedeni ile mali sıkıntı içinde bulunması,

- Şirketin kasasının sistematik bir şekilde boşaltılması, 

- Mali açıdan hiçbir geçerli sebep bulunmamasına rağmen en az 3-4 yıl boyunca kâr payı dağıtılmaması,

- Azınlık paylara sahip ortakların haklarının sistematik bir şekilde ve sürekli olarak kısıtlanması.

- Genel kurulun sürekli olarak toplantıya çağrılmaması,

- Şirketin amacı ile bağdaşmayan faaliyetlerde bulunulması,

- Şirket organlarının çalışamayacak şekilde bloke edilmesi (toplanmasının ve/veya karar almasının engellenmesi)

sayılmıştır(5).

Yargıtay 11. HD’nin 01.05.1995 tarihli ve E.2880, K.3152 sayılı kararında da, uzun süredir ortaklık faaliyetinin bulunmaması haklı sebep olarak kabul edilmiştir. Bir diğer yargı kararı uyarınca, haklı nedenlerle fesih davasının açılabilmesi için, haklı nedenlerin ortaya çıkmasında davacı ortağın kendi eylem ve işlemlerinin katkısının bulunmaması, diğer bir anlatımla feshe dayanak gösterilen haklı nedenlerin diğer ortaklardan kaynaklandığının kanıtlanması gerekir(6).

Şirketin genel kurulunun uzun süreden beri toplanmadığı, şirketin ticaret siciline yansıyan son işlem tarihinden dava tarihine kadar başkaca bir işleminin bulunmadığı, önceki işlemlerin de yine temsile ilişkin olup bu hususun bile ortaklar arasında ihtarname ve uyuşmazlıklara konu edildiği, şirketin bulunduğu mecurun kira borcu ve tahliye istemleri ile karşı karşıya kaldığı, şirketin ciddi oranlarda vergi ve sosyal güvenlik borcunun olduğu ve ticari faaliyette bulunmadığı, kâr edemediği, şirketin ödenmiş sermayesini tamamen yitirdiği, borca batık olduğu gibi gerekçelerle açılan fesih davasında da mahkemece şirketin feshine karar verilmiş olmasına karşılık, temyiz aşamasında Yargıtay 11. HD. 22.02.2014 tarihli, E.2013/11801, K.2014/1374 sayılı Kararı ile mahkemece 6102 sayılı TTK’nın 636/3 maddesinde belirtilen tedbir ya da çözümlerden birine hükmedebilme olgusunun düşünülüp, tartışılıp, değerlendirilerek sonucuna göre hüküm tesisi gerekirken anılan husus gözetilmeksizin fesih kararı verilmesini doğru görmemiş ve mahkeme kararının bozulmasına hükmetmiştir.

Diğer yandan, İsviçre öğretisinde genel kurulun birçok kez kanuna aykırı bir şekilde toplantıya çağrılmış olması, azlık hakları ile bireysel hakların devamlı ihlalî, özellikle bilgi alma ve inceleme haklarının engellenmesi, şirketin sürekli zarar etmesi, dağıtılan kâr payının düzenli azalması, haklı sebep sayılmıştır. Buna karşılık varsayımlar ve olumsuz beklentiler haklı sebep sayılmamıştır.

Doğal olarak haklı nedenler sayılanlar ile sınırlı değildir. Haklı sebep olarak kabul edilebilecek her husus şirkete karşı ileri sürülebilir. Neticede, ileri sürülen sebep veya sebeplerin haklı olup olmadığına karar verecek olan mahkemedir. Ancak, mahkeme sebepleri haklı bulsa bile fesih kararı vermek zorunda değildir. Böylece, hem ortakların menfaatlerinin korunması hem de şirketin fesih sonucundan kurtarılması için hakime davayı kabul veya red dışında seçenekler de tanınmıştır. Mahkeme fesih talebini kabul veya reddetmek dışında, davacı ortağa paylarının gerçek değerinin ödenmesi ve ortaklıktan çıkarılmasına da karar verebilir. Bu bağlamda, haklı nedenle şirketin feshini istemenin bir sonucu, ortak açısından ortaklıktan çıkma, şirket açısından ise ortaklıktan çıkarma olarak gerçekleşir(7).

Bu durumda, şirketin feshini haklı kılan sebeplerin varlığına rağmen, yaşatılmasının ekonomik ve rasyonel açıdan daha doğru olacağına kanaat getiren mahkeme; şirketi feshetmek yerine, fesih talebinde bulunan ortağın payının gerçek değerinin ödenmesine ve kendisinin şirketten çıkarılmasına karar verebilir. Düzenlemenin gerekçesinde, davacı ortağa ödemenin kimin tarafından ve nasıl yapılacağı, payların geçici olarak şirket tarafından iktisap edilip edilemeyeceği gibi hususların yargı kararlarına ve öğretideki görüşlere göre belirleneceği belirtilmiştir(8).

TTK’nın 641. maddesinin birinci fıkrasında “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” denilmek suretiyle, şirketten ayrılan ortağın ayrılma akçesi talep edebileceği hükme bağlanmıştır. Bu itibarla, istemi üzerine, fesih davası açan ortağa paylarının gerçek değerinin, yani ayrılma akçesinin ödenmesi gerekir. “Gerçek değerine uyan” ibaresi TTK’da tanımlanmamış; buna karşılık, düzenlemenin gerekçesinde, bu ibarenin yorumu öğreti ve yargı kararlarına bırakılmış, ancak ibarenin en azından “bilanço değeri”ni ifade ettiğinde şüphe bulunmadığı belirtilmiştir.

Ayrılma akçesi kural olarak nakden ödenir. Ancak taraflar dilerse bunun aksini, örneğin ayni olarak ödemeyi kararlaştırabilirler(9). Ayrılma akçesi; şirket kullanılabilir bir özkaynak üzerinde tasarruf ediyorsa, ayrılma ile muaccel olur. Ayrılma akçesinin ödenemeyen kısmı, şirkete karşı, bütün alacaklılardan sonra gelen bir alacak oluşturur. Bu husus yıllık raporda kullanılabilir özkaynak tutarının tespiti ile muaccel hâle gelir.

Soner ALTAŞ*

Yaklaşım / Nisan 2022 / Sayı: 352

Cumartesi, 23 Nisan 2022 23:40

Vergisel Açıdan Zayi Belgesi

Zayi belgesi talebinin, zayi olma halinin gerçekleştiğinin, bir başka deyişle zayi olma sonucunu doğuran olayın öğrenilmesinden itibaren 15 gün içerisinde yapılması gerekir. Bu süre, bazen olay tarihine göre 15 günden fazla da olabilmektedir. Bu nedenle buradaki hak düşürücü sürenin her durumda, olay tarihine göre hesaplanması mümkün değildir.

Mükellefler, defter ve belgelerinin, yangın, deprem, sel felaketi gibi doğal afetler ile sahibinin iradesi dışında meydana gelen hırsızlık, kaybolma vb. sebeplerle zayi olması halinde Türk Ticaret Kanunu’na göre 15 gün içerisinde ticari işletmesinin bulunduğu yerin salahiyetli mahkemesine başvurarak kendilerine Zayi Belgesi verilmesini talep etmelidirler. Doğal afet durumlarında idare tarafından mücbir sebep hali ilan edilmekte, ayrıca zayi durumunu ispat etmeye gerek bulunmamaktadır. Ancak, mücbir sebebin malum olmadığı durumlarda, defter ve belgelerin zayi olduklarına dair ispat külfeti mükellefe ait olduğundan, mükellefler bu durumu ilgili birimlerden alacakları bilirki­şi raporu, itfaiye raporu, emniyet raporu gibi belgelerle ispat ederek, bu belgeleri mahkemeye ibraz etmeleri gerekmektedir. Mahkeme kararı olmaksızın bu belgeler tek başlarına hüküm ifade etmezler.

Mahkemeden alınacak zayi belgesi mükellefin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 359 ve 373. maddeleri gereğince kaçakçılık ve vergi cezalarına muhatap olmaktan kurtaracak ancak ilgili dönemlerde indirime konu belgeleri inceleme elemanına ibraz etme zorunluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Mücbir sebebin ispat edilmesi halinde ve zayi belgesi alınması durumunda indirim KDV’lerin diğer mükelleflerden yapılacak karşıt inceleme veya diğer yollarla elde edilecek fatura, serbest meslek makbuzu vb. belgelerle tespit edilmesi halinde indirim reddi yapılmaması gerekmektedir.

Zayi belgesi alınmış olsun veya olmasın defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi halinde, mükelleflerin dönem matrahlarının re’sen takdir edilir.

Fırat İNSEL*

Yaklaşım / Nisan 2022 / Sayı: 352

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • 3568 Sayılı SMMM ve YMM Kanunun da Maliye Bakanlığının Uygun Görüşü Alındıktan Sonra…” İbaresinin Kaldırılması İle İlgili Anayasa Mahkemesi Kararı Esas Sayısı : 2024/63 Karar Sayısı : 2024/75 Karar Tarihi…
  • PRİMLİ PAY ve MUHASEBE UYGULAMA Anonim şirketlerde kuruluş veya sermaye artırımı sırasında, pay senedinin üzerinde…
  • Kooperatif ve Üst Kuruluşları Ana Sözleşme İntibakı 26/10/2024 Son Tarih 7339 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair…
Top