Mehmet Özdoğru

Mehmet Özdoğru

Email: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin yaptığı denetimde raporlu olan çalışanlarımızın 2 günlük ücretini ödemedik diye SGK bizden her ay için 2 günlük ek bildirge isteyip her ay için idari para cezası uygulamış. Ayrıca hem asgari ücret desteklerimizi geri almışlar, hem de prim teşvikleri için bir ay yasaklama yapmışlar, yapılan işlem doğru mudur? H.Selim Yıldız

Çalışma hayatına yön veren en önemli mihenk taşlarından biri hiç kuşkusuz 4857 sayılı İş Kanunu, diğeri 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunudur. Borçlar Kanunu, Deniz İş Kanunu ve Basın İş Kanunu da çalışma hayatını düzenleyen diğer kanunlardır.

Esasen İş Kanunu ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun birbirini tamamlayacak şekilde kurgulanmış olması, haliyle sosyal güvenlik mevzuatına göre yürütülen bir uygulamanın İş Kanunu’na aykırı olması veya İş Kanunu’na göre yürütülen bir uygulamanın sosyal güvenlik mevzuatına aykırı olması gibi bir manzarayla karşılaşılmaması gerekir.

Ne var ki Okurumuz Selim beyin karşılaştığı istirahatli sigortalılarla ilgili uygulamada olduğu gibi iki kanunun uygulama farklılığından dolayı kimi zaman telafisi çok güç yaptırımlarla karşılaşılabilmektedir.

Şöyle ki,

Sosyal güvenlik mevzuatında sigortalılara maktu ücret veya günlük ücret karşılığı çalıştıkları üzerinde durulmaksızın, istirahatli oldukları süreler zarfındaki ücretleri ile geçici iş göremezlik ödeneğinden karşılanmayan kısmı arasındaki fark işverenlerince ödenmemiş ise prim gün sayısı ve prime esas kazanç bildirimi yapılmayarak 01-İstirahat eksik gün nedeni seçilerek bildirim yapılmasına izin verilmiştir. Ayrıca sosyal güvenlik mevzuatında istirahatli sigortalıların maktu ücret veya günlük ücret karşılığı çalıştıklarına yönelik bir düzenleme yer almadığından maktu ücret karşılığı çalışan sigortalıların istirahatli oldukları süreler zarfındaki iki günlük ücretinin ödenip ödenmediği ve prime esas kazanca dahil edilip edilmediği noktasında SGK’nın denetim elemanlarınca bir inceleme de yürütülmemektedir.

İş Kanunu ve Borçlar Kanunu’nda yer alan hükümlere göre ise maktu ücret karşılığı çalışan sigortalıların hem hastalık nedeniyle istirahatli oldukları süreler zarfında geçici iş göremezlik ödeneği verilmeyen ilk iki günün ücretinin hem de istirahatli oldukları diğer günlerdeki ücretleri ile geçici iş göremezlik ödeneği arasındaki farkın işverenlerince ödeme zorunluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla Çalışma Bakanlığı İş Müfettişlerince yapılan denetimlerde maktu ücret karşılığı çalışan sigortalıların ücretleri ile geçici iş göremezlik ödeneğince karşılanmayan kısmının işverenlerince ödenmediği tespit edildiği takdirde Borçlar Kanunu ve İş Kanunu hükümleri doğrultusunda aradaki farkın geriye yönelik ödenmesi cihetine gidilmektedir.

Çalışma Bakanlığı iş müfettişlerince düzenlenen raporlarda sosyal güvenlik mevzuatını ilgilendiren bir husus varsa bu raporlar işyerinin bağlı bulunduğu SGK müdürlüğüne de gönderildiğinden SGK Müdürlüğünce raporda belirtilen hususlar doğrultusunda işlem yapılmaktadır. Bu durumda iş müfettişlerinin raporlarında maktu ücret karşılığı çalışan sigortalıların istirahatli oldukları sürelere ilişkin ücretlerinin ödenmediği veya eksik ödendiği hususunda bir kanaate yer verilmiş ise işverenlerden ilgili aylar için geriye yönelik ek beyanname verilmesi istenilmekte, sonrasında sigortalıların prim gün sayısının ve prime esas kazancının eksik bildirildiği gerekçesiyle sosyal güvenlik mevzuatında öngörülen yaptırımlar uygulanmaktadır.

Taşlar yerine oturmuyor!

Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 102.maddesinin onüçüncü fıkrasında,

“ Ay içinde otuz günden az çalışan veya eksik ücret ödenen sigortalılara ilişkin;

a)Kurumca elektronik ortamda alınabilenler hariç Kurumca yetkilendirilmiş sağlık hizmeti sunucularından veya işyeri hekimlerinden alınmış istirahatli olduğunu gösteren rapor,

***

eksik çalışmaya ilişkin belgelerdendir.” şeklindeki açıklamayla, maktu ücret veya günlük ücret karşılığı çalıştığı üzerinde durulmaksızın, sigortalıların istirahatli olduğu süreler zarfında işverenlerince eksik gün ve kazanç bildiriminde bulunulmasına imkân sağlanmıştır.

Haliyle Çalıma Bakanlığı Müfettişlerince İş Kanunu hükümleri doğrultusunda maktu ücret karşılığı çalışan sigortalıların istirahatli oldukları süreler zarfındaki geçici iş göremezlik ödeneğinden karşılanmayan fark ücretlerinin ödenmesi yönünde rapor düzenlendiği durumlarda, sosyal güvenlik mevzuatı yönünden mevcut yönetmelik hükümlerini yok sayıp, istirahatli sigortalıların raporlu olduğu süreler için işverenlerinden ek bildirge isteyip, her ay için idari para cezası uygulamanın, bir yıllık asgari ücret desteğini geri almanın ve prim teşviklerinden bir ay süreyle yasaklama yapmanın doğruluğunu kabul etmek mümkün değildir.

Sonuç olarak maktu ücret karşılığı çalışan sigortalılar yönünden sosyal güvenlik mevzuatında bir boşluk olduğu ortadadır. Bu bakımdan İş Kanunu’nda olduğu gibi sosyal güvenlik mevzuatında da maktu ücretli sigortalıların geçici iş göremezlik ödeneğinden karşılanmayan ücretlerinin hak kazandıkları ayın prime esas kazancına dahil edilme şartı getirilmelidir.

Şimdilerde 4857 sayılı İş Kanunu ile Basın İş Kanunu ve Deniz İş Kanunu’nun güncelleştirilerek birleştirilmesine yönelik bir çalışma yürütüldüğü dikkate alındığında, İş Kanunlarının yanı sıra sosyal güvenlik mevzuatının da bu çalışmalara dahil edilmesinin faydalı ve gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Eyüp Sabri Demirci

https://www.karar.com/yazarlar/eyup-sabri-demirci/istirahat-eksik-gun-nedeni-ise-bu-cezalar-neden-uygulanir-1599618

Son dakika!

Anayasa Mahkemesi Ek Vergi kararını açıkladı. Ek Vergi düzenlemesi Anayasaya uygun bulundu ve Anayasaya aykırılık iddiası kabul edilmedi.

Kanunla ilgili incelemenin sadece konuyu Anayasa Mahkemesi önüne getiren Mahkemenin baktığı somut olay çerçevesinde incelenebileceği,bir geriye yürüme olsa da olağanüstü durumlarda bu tür düzenlemelerin yapılabileceği sonucuna varıldı.

Anayasa Mahkemesi Ek MTV konusundaki düzenlemeyi de Anayasaya uygun bulmuş,iptal taleplerini reddetmişti. Bu karar mükellefler nezdinde ilave bir vergi yükü yaratmayacaktır.Çünkü bu vergiler beyan edildi ve ödendi.

Bilindiği üzere, 7440 sayılı Kanunla,2022 Kurumlar Vergisi beyanlarındaki indirim ve istisna tutarları üzerinden,bir kereye mahsus %10 Ek Vergi alınmıştı. Birçok mükellef yapılan düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu iddiası ile ihtirazi kayıtla beyanda bulunmuş ve ödenen tutarın faiziyle iadesi talebiyle dava açmıştı.Davaların büyük bölümü ilk derece mahkemelerince mükellef aleyhine karara bağlanmış,az sayıda davada da ilk derece mahkemesi yapılan düzenlemeye ilişkin Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi bularak konuyu değerlendirilmek üzere Anayasa Mahkemesine taşımıştı.

Anayasa Mahkemesi 14.3.2024 tarihli oturumunda ,vergi mahkemelerince önüne taşınan 09.03.2023 tarih ve 7440 sayılı Kanun’la getirilen Ek Verginin Anayasaya aykırılık iddiasını reddetti.Vergi Mahkemeleri karara uymak zorunda.

Anayasa Mahkemesi ile Vergi Yargısı Çatışması Olasılığı!

Emisyon primi konusunda daha farklı bir gelişme de yaşanmış ve bir vergi mahkemesinde konu Anayasaya Mahkemesine taşınmadan,mevcut yasal düzenlemeden hareketle, vergi mahkemesince mükellefin istemi doğrultusunda,fazladan ödenen verginin faizi ile iadesi şeklinde karara bağlanmıştı.

Daha sonra bu karar istinaf aşamasında da aynı şekilde kabul edildi. Bu kabul sırasında Danıştayın daha önce emisyon primleri konusunda,emisyon primlerinin gelir olmadığı,istisnanın açıklama mahiyetinde getirildiği yolunda verilen kararı da zikredildi.

Öte yandan Ek Vergi Tebliğinin yürütmesinin durdurulması ve iptaline ilişkin doğrudan Danıştay’da açılan davada emisyon primi konusu da dahil tüm talepler reddedilmişti.

Danıştayın Anayasa Mahkemesi kararından sonra emisyon primi konusunda konuyu nasıl sonuçlandıracağı önem kazandı. Kuvvetle muhtemel konu emisyon primi konusunda da Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda karara bağlanacaktır.

Aksi durumda bu kez Anayasa Mahkemesi ile Danıştayın karşı karşıya kaldığı bir durum oluşacaktır.

Mali İdare Ek Vergi Beyanlarını da Mercek Altına Aldı İnceliyor

Diğer yandan, Mali İdarece çok sayıda mükelleften beyan ettiği Ek Verginin olması gerekenden az olduğu iddiası ile izahat istenmiş, yapılan izahatların bildiğimiz kadarıyla hiç biri kabul edilmemiş, mükelleflere kendiliklerinden beyanlarını düzeltme ve ödeme için bir ay süre verilmişti. Süre verilen bu şirketler incelenmeye başlanacaklar. Zeki Gündüz

Anayasa Mahkemesi Ek Vergi kararını İçin Tıklayınız

T.C.

HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI

Gelir İdaresi Başkanlığı

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu Sirküleri /65

Konusu: Geçici Vergi Dönemlerinde Yeniden Değerleme Oranı

Tarihi: 29/03/2024

Sayısı: KVK-65 / 2024-1 / Yatırım İndirimi – 51

İlgili olduğu maddeler:

Vergi Usul Kanunu Mükerrer Madde 298

Kurumlar Vergisi Kanunu Madde 32/A

Gelir Vergisi Kanunu Geçici Madde 69

İlgili olduğu kazanç türleri: Ticari Kazanç, Zirai Kazanç

213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesinin (B) fıkrasına istinaden 2024 yılı birinci geçici vergi döneminde uygulanacak yeniden değerleme oranı % 7,55 (yüzde yedi virgül ellibeş) olarak tespit edilmiştir.

Duyurulur.

Bekir BAYRAKDAR

Gelir İdaresi Başkanı

T.C.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI

Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü

DUYURU

2024/ŞUBAT DÖNEMİ SGK PRİM BORÇLARININ KDV MAHSUBU İLE 26/04/2024 TARİHİNE KADAR ÖDENEBİLMESİ

Hazine ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığınca 2024 yılı Nisan ayının ikinci haftasına denk gelen Ramazan Bayramı tatili nedeniyle mükelleflerin KDV iade alacaklarının 2024/Şubat dönemi SGK prim borcuna 20/04/2024 tarihine kadar mahsubunda gecikmeler yaşanabileceğinin belirtilmesi üzerine, söz konusu mahsuplara yönelik vade tarihinin bir defaya mahsus olmak üzere 26/04/2024 tarihine kadar uzatılması karar altına alınmıştır.

Bu doğrultuda her ayın 1’i ila 30’u arasındaki çalışmaları karşılığı ücret ödenen 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine tabi sigortalı çalıştıran işverenler yönünden 2024/Şubat ayına ilişkin sigorta prim borcunun katma değer vergisi iade alacağından mahsubu suretiyle ödenmesi halinde vade tarihi 26/04/2024 olarak uygulanacaktır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Kaynak: SGK

Belirli ve Belirsiz süreli sözleşme olmak üzere işçi ve işveren arasında iki tür sözleşme yapılabilmektedir. Bu sözleşmelerin içerik ve özlük hakları bakımından da farklı sonuçları vardır.

İş mevzuatı uyarıca esas olan sözleşme türü belirsiz süreli iş sözleşmesidir.

Diğer bir anlatımla belirli süreli iş sözleşmesi istisnai bir sözleşmedir. Bu kapsamda belirli süreli iş sözleşmesinin kurulması esaslarının incelenmesi önem arz eder.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 11’inci maddesinde belirli süreli iş sözleşmesi hüküm altına alınmıştır:

“İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.”

Hüküm incelendiğinde belirli süreli iş sözleşmesinin kurulması objektif nedenlerin varlığına bağlıdır.

Objektif nedenler, işin süreli olması, işin tamamlanacak ve bir daha işi üstlenen işveren tarafından yapılmayacak olması, belirli bir olgunun ortaya çıkması olarak özetlenebilir.

Objektif nedenleri örnekle somutlaştırmak gerekirse, geri dönmek üzere izne çıkan çalışanın yarattığı istihdam açığının tamamlanması için belirli süreli iş sözleşmesi kurulabilir veya süreli olan ihale konusu işlerde de belirli süreli iş sözleşmesi kurulabilir.

Başka bir anlatımla, işin süreli olması genel anlamı ile ihale konusu işleri, işin tamamlanacak olması işveren tarafından bir daha yapılmayacak işleri, belirli bir olgunun ortaya çıkması ise kadın işçinin doğum iznine çıkması, erkek işçinin askere gitmesi gibi dönemsel ihtiyaçların varlığı hali olarak ifade edilebilir.

Belirli süreli iş sözleşmesinin en önemli sonuçlarından biri, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçinin kıdem süresi bir yıl ve üzeri olsa dahi kıdem tazminatı hakkının bulunmamasıdır. Bu nedenle belirli süreli iş sözleşmesinin kuruluş aşamasında objektif ve esaslı nedene dikkat edilmesi önemlidir.

Diğer yandan belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz.

Aksi halde kurulan iş sözleşmesi, başlangıçtan itibaren belirsiz süreli iş sözleşmesi olarak kabul edilecektir. Ek olarak esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini koruyacaklardır.

Son olarak, belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçi, iş güvencesi hükümlerinden yararlanamaz. Bu hususun en önemli sonucu ise belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçinin işe iade davası açma hakkının bulunmamasıdır.

Nihayetinde, belirli süreli iş sözleşmesi kurulurken objektif nedene dikkat edilmesi hem çalışanın işçilik haklarının korunması hem de çeşitli uyuşmazlıkların gündeme gelmemesi ve çalışma barışının bozulmaması açısından önem arz etmektedir. Resul KURT

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/belirli-sureli-is-sozlesmesinin-kurulma-esaslari/738865

Sosyal güvenlik sistemimizin temel finansman kaynağını sigorta primleri oluşturmaktadır. Sistemin sürdürebilirliği açısından sigorta primlerinin süresinde tahsili önem arz etmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) bütçe açıklarının artmasıyla bu husus günümüzde daha da önemli hale gelmiştir.

Bu çerçevede, gerek 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda, gerekse başka kanunlarda sigorta primlerinin yasal sürede ödenmesini sağlamaya yönelik çeşitli tedbirler öngörülmüştür.

Kural olarak 5510 sayılı Kanun’un 4/a (SSK) bendi kapsamında sigortalıları çalıştıran işverenlerin, bir ay içinde çalıştırdıkları sigortalıların prime esas kazançları üzerinden hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını sigortalıların ücretlerinden kesip, kendi hisselerine isabet eden prim tutarlarını da bu tutarlara ekleyerek en geç takip eden ayın sonuna kadar SGK’ya ödemesi gerekmektedir.

Ödeme süresinin son gününün resmi tatile rastlaması halinde ise sigorta prim tutarları, en geç resmi tatilin sona erdiği günü izleyen ilk iş günü içinde de kuruma ödenebilmektedir.

Primlerin yasal süresinde ödenmiş sayıldığı bazı durumlar

5510 sayılı Kanun’un 4/a (SSK) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar yönünden her aya ait sigorta primlerinin en geç takip eden ayın sonuna kadar ödenmesi gerekmekle birlikte, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 108’inci maddesinde belirtilen bazı durumlarda (toplu iş sözleşmesi, işe iade kararı, arabuluculuk anlaşması vd. kaynaklanan prim borçları) yönetmelikte belirtilen süreler içinde ödenmesi şartıyla süresinde ödenmiş sayılmaktadır.

Ayrıca, Libya’da iş yapan Türk işverenlerin çalıştırdıkları işçilerden 5510 sayılı Kanun’a göre her ay kesecekleri sigorta primlerini, kendilerine ait prim tutarlarını da ekleyerek en geç ilgili olduğu ayı takip eden üç ay içinde SGK’ya ödemeleri durumunda yasal sürede ödenmiş kabul edilmektedir.

Prim borçlarının KDV iade alacağından mahsup suretiyle ödenmesi

Sosyal güvenlik mevzuatına göre, prim borçlarının normal ödeme dışında KDV iade alacağından mahsup edilmesi suretiyle ödenmesi de mümkün bulunmaktadır.

Prim borçlarının KDV iade alacağından mahsup suretiyle ödenmesinin talep edilmesi durumunda, cari aylara ilişkin prim borçlarının ödeme süresinin sona erdiği tarihi takip eden 20 gün içinde KDV iade alacağından mahsup suretiyle ödenmesi halinde, primler yasal süresi içinde ödenmiş kabul edilmektedir.

Sigorta primlerinin süresinde ödenmemesi durumunda ortaya çıkan riskler

Sigorta primlerinin süresinde ödenmemesi durumunda işverenler aşağıda özet olarak belirttiğimiz risklerle karşı karşıya kalacaklardır.

Gecikme cezası ve gecikme zammı

Sigorta primlerinin yasal süresi içinde ödenmesini sağlamak ve SGK’ya ödenmesi gereken primlerin başka amaçlarla kullanılması önlemek için gecikme zammı/faizi uygulaması diğer kamu alacaklarından farklı düzenlenmiştir. 

Buna göre, SGK prim ödemelerinin 1 gün bile olsa geç ödenmesi durumunda öncelikle ödenmeyen kısmı sürenin bittiği tarihten itibaren ilk üç aylık sürede her bir ay için %3 oranında gecikme cezası uygulanarak artırılmakta, ayrıca, her ay için bulunan bu tutarlara ödeme süresinin bittiği tarihten başlamak üzere borç ödeninceye kadar her ay için ayrı ayrı Hazine Müsteşarlığınca açıklanan bir önceki aya ait Türk Lirası cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) aylık ortalama faizi bileşik bazda uygulanarak gecikme zammı hesaplanmaktadır.

Sigorta prim teşviklerinin kaybedilmesi

Sigorta primlerinin süresinde ödenmemesi durumunda ortaya çıkan bir diğer önemli risk cari ayda yararlanılacak olan istihdam teşviklerinin kaybedilmesidir.

İstihdamın artırılması ve kayıt dışı istihdamın engellenmesi gibi amaçlarla sosyal sigortalar alanında birçok teşvik getirilmiştir. En genel ifadesiyle bu teşviklerde, teşvikin kapsamındaki işverenlerin ödemesi gereken primlerin bir kısmı ya da tamamı çeşitli fonlardan ya da Hazine’den karşılanmaktadır. Ancak teşvikten yararlanabilmek için işverenlerin bazı yükümlülükleri yerine getirmesi aranmaktadır.

Bu yükümlülüklerden biri de teşviklerden (5510, 15510, 6111 vd.) yararlanmak isteyen işverenlerin ödeme vadesi geçmiş borcunun olmamasının yanı sıra cari ay primlerinin de yasal süresi içinde ödenmiş olmasıdır.

Dolayısıyla, SGK prim ödemelerinin 1 gün bile olsa geç ödenmesi cari ayda yararlanılacak istihdam teşviklerinin kaybedilmesine yol açacaktır ki, çalışan sayısı fazla olan işyeri için bu önemli bir mali risk oluşturmaktadır. 

Asgari ücret desteğinden yararlanamama

Asgari ücret artışlarına bağlı olarak ortaya çıkan işgücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesi amacıyla, 2016 yılından buyana belli şartlarla işverenlere İşsizlik Sigortası Fonu’ndan asgari ücret desteği sağlanmaktadır.

Bu çerçevede, gerekli şartların sağlanması durumunda işverenler 2024 yılı Ocak-Aralık döneminde işçi başına aylık 699,90 TL asgari ücret desteğinden yararlanmaktadırlar.

Ancak, asgari ücret desteğinden yararlanabilmek için aranılan şartlardan biri de cari ay sigorta primlerinin yasal süresinde ödenmesidir.

Dolayısıyla, SGK prim ödemesinin süresinde ödenmemesi durumunda o ay asgari ücret desteğinden de yararlanılamayacaktır.

Kamu ihalelerine katılamama

Kamu ihale mevzuatına göre, isteklilerin kamu ihalelerine katılabilmeleri için ihale tarihinde tüm Türkiye genelinde kesinleşmiş sosyal güvenlik borcu olmadığına dair işyerinin kayıtlı bulunduğu Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü/Sosyal Güvenlik Merkezi’nden “borcu yoktur” yazısı alması gerekmektedir.

Bu çerçevede, Kamu İhale Kurumu ve SGK tarafından belirlenmiş limiti aşan kesinleşmiş sosyal güvenlik borcu bulunan istekliler kamu ihalelerinden ihale dışı bırakılmaktadır.

Dolayısıyla, işverenlerin SGK primlerini süresinde ödenmemeleri ve ihale tarihinin de borcun olduğu döneme denk gelmesi durumunda ihale dışı bırakılma riski ile karşı karşıya kalacaklardır.

Sonuç olarak;

SGK primlerinin yasal süresinde ödenmemesi durumunda icra takip ve haciz işlemlerinin yanı sıra gecikme cezası, gecikme zammı, istihdam teşviklerinin ve asgari ücret desteğinin kaybedilmesi, kamu ihalelerine katılamama gibi büyük mali riskleri de gündeme getirdiğinden, işverenlerin SGK prim ödemelerini süresinde yapmaya dikkat etmeleri gerekmektedir.

Celal ÖZCAN

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/sgk-prim-odemesi-1-gun-gecikirse-ne-olur/738867

Sıra

Ülke Adı

Sözleşmenin

Yürürlük Tarihi

1

Almanya

01.11.1965

2

Arnavutluk

01.02.2005

3

Avusturya

01.12.2000

4

Azerbaycan

09.08.2001

5

Belçika (*)

(01.09.2018’den önce ilk defa Belçika’da çalışmaya başlayanlar için)

01.05.1968

Tadil: 01.09.2018

6

Bosna Hersek

01.09.2004

7

Çekya

01.01.2005

8

Fransa

01.08.1973

9

Gürcistan

20.11.2003

10

Hırvatistan

01.06.2012

11

Hollanda

01.02.1968

12

İsviçre

01.02.1972

13

İtalya

01.08.2015

14

Kanada

01.01.2005

15

Kebek

01.01.2005

16

K.K.T.C. (*)

(01.10.2020’den  önce  ilk  defa  K.K.T.C.’de

çalışmaya başlayanlar için)

01.01.2005

Tadil: 01.10.2020

17

Kuzey Makedonya

01.07.2000

18

Kore Cumhuriyeti

01.06.2015

19

Lüksemburg

01.06.2006

20

Slovakya

01.07.2013

21

Tunus

01.04.2018

22

İran

01.05.2023

Açıklama:

(*) 01.09.2018 tarihinde tadil edilen Türkiye Belçika Sosyal Güvenlik Anlaşmasında ve 01.10.2020 tarihinde tadil edilen K.K.T.C Sosyal Güvenlik Anlaşmasında bu ülkelerdeki çalışma/sigortalılık tarihinin Türkiye’de başlangıç alınacağına ilişkin düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle, Belçika’da 01.09.2018, K.K.T.C’ de 01.10.2020 tarihinden sonra ilk defa çalışmaya başlayanlar için bu ülkelerdeki çalışma başlangıcı, Türkiye’de ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmayacaktır. Ancak bu sözleşmelerin tadilden önceki hükümleri nedeniyle Belçika’daki çalışma/sigortalılık başlangıcı 30.09.2018 (dahil),

K.K.T.C. de ise 30.09.2020 (dahil) tarihinden önce olanlardan 3201 sayılı Kanuna göre bu ülkelerdeki çalışma/sigortalılık sürelerini borçlananların bu ülkelerdeki ilk işe giriş tarihi, Türkiye’de de ilk işe giriş tarihi olarak alınmaya devam edilecektir.

Yeni Türk Ticaret Kanunu kapsamında bağımsız denetime tabi olacak şirketlere ilişkin usul ve esasların belirlendiği 2012/4213 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında bağımsız denetime tabi olacak şirketler ve denetime tabi olmanın ölçütleri belirlenmişti. Daha sonra, 2014/5973, 2014/7149, 2016/8549, 2018/11597 sayılı Bakanlar Kurulu Kararları ve son olarak 6434 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile bağımsız denetime tabi olacak şirketler için ilgili yıllarda uygulanacak ölçütler yeniden belirlenmişti.

Bu kez 06 / 04 / 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 8313 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 01/01/2024 ve sonrasında başlayan hesap dönemlerinde uygulanmak üzere, anılan ölçütler yeniden belirlenmiştir.

Yapılan değişikliklere göre; 01.01.2024 tarihinden sonra başlayan hesap dönemlerinde bağımsız denetime tabi olmak için uygulanacak ölçütler ve halen uygulanmakta olan ölçütler (parantez içinde belirtilmiştir) aşağıdaki gibidir:

“A. Tek başına veya bağlı ortaklıkları ve iştirakleriyle birlikte aşağıdaki üç ölçütten en az ikisini art arda iki hesap döneminde aşan şirketler:

  1. Aktif toplamı 150 milyon (75 milyon) Türk Lirası,

  2. Yıllık net satış hasılatı 300 milyon (150 milyon) Türk Lirası,

  3. Çalışan sayısı 150 (150)

Ancak, aşağıdaki şirketler için bu değerler şöyledir:

1) Sermaye piyasası araçları bir borsada veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda işlem görmeyen ancak 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında halka açık sayılan şirketler için bu eşik değerler:

i) Aktif toplamı 30 milyon (30 milyon) Türk Lirası,

 

ii) Yıllık net satış hasılatı 40 milyon (40 milyon) Türk Lirası,

iii) Çalışan sayısı 50 (50) kişi,

2) Ekli (II) sayılı listede belirtilen şirketler için eşik değerler:

i) Aktif toplamı 60 milyon (60 milyon) Türk Lirası,

 

ii) Yıllık net satış hasılatı 80 milyon (80 milyon) Türk Lirası,

iii) Çalışan sayısı 100 (100) kişi,

  1. Ekli I sayılı listede yer alan şirketler. (Bu şirketler herhangi bir kritere tabi olmaksızın bağımsız denetime tabi tutulacaktır.)

Uygulamaya ilişkin esaslar

6434 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı’nda uygulama usul ve esaslarını belirlemeye Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (Kurum) yetkili kılınmış olup, anılan Kurum “Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Cumhurbaşkanı Kararına İlişkin Usul Ve Esaslar”ı belirlemiş ve bunlar 16.01.2023 tarihli ve 32075 sayılı (1. Mükerrer) Resmî Gazete’de yayımlanmıştı. Kurumun bu belirlemeleri de dikkate alındığında uygulama aşağıdaki gibi olacaktır:

 A grubunda belirtilen Şirketler yukarıda aktif toplamı, yıllık net satış hasılatı ve çalışan sayısı bakımından yeniden belirlenen üç ölçütten en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları durumunda 1.1.2024 tarihinden itibaren bağımsız denetime tabi olacaklardır. Birbirini takip eden yıllarda sınırları aşılan iki ölçütün aynı ölçüt olması şart değildir. Örneğin birinci yılda aktif toplamı ve çalışan sayısı ölçütü aşılmış, ikinci yıl ise net satış hasılatı ve çalışan sayısı ölçütü aşılmışsa müteakip dönemden itibaren bağımsız denetime tabi olunacaktır. Hesap dönemi takvim yılı olan şirketler açısından 2024 yılı hesap dönemi finansal tablolarının bağımsız denetime tabi olup olmadığının belirlenmesinde 31.12.2022 ve 31.12.2023 tarihli bilanço ve 2022 ve 2023 hesap dönemine ilişkin gelir tablosu kullanılacaktır. (Bu tablolarda yer alan aktif toplamının 150 milyon ve üstü Türk Lirasını net satış hasılatının ise 300 milyon ve üstü Türk Lirasını aşıp aşmadığına bakılacaktır.) Özel hesap dönemine tabi şirketler açısından ise; 2024 yılı içinde başlayıp 2025 yılı içinde sona erecek hesap dönemine ilişkin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi olup olmadığının belirlenmesinde 2023 yılı ve 2024 yılı içinde biten hesap dönemlerine (örneğin, 01.07.2022- 30.06.2023 ve 01.07.2023-30.06.2024 hesap dönemine) ilişkin bilanço ve gelir tabloları kullanılacaktır.

Öte yandan, 2023 hesap döneminde bağımsız denetime tabi olacak şirketler için, 6434 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı’nda belirlenen ve yukarıda parantez içinde belirtilen eşik değerler geçerlidir.

Eşik değerleri aştığı için bağımsız denetime tabi şirket, art arda iki hesap döneminde üç ölçütten en az ikisine ait eşik değerin altında kaldığı ya da bir hesap döneminde bu ölçütlerden en az ikisine ait eşik değerlerin %20 veya daha fazla oranda altında kaldığı takdirde müteakip hesap döneminden itibaren bağımsız denetim kapsamından çıkacaktır.

Bağımsız denetime tabi olunup olunmadığının belirlenmesinde, şirketler ile bağlı ortaklıkları ve iştiraklerinin aktif toplamı ve net satış hasılatı hesaplanırken şirketin tabi olduğu mevzuat uyarınca hazırlanmış olan son iki yıla ait finansal tablolar (öncesinde bağımsız denetime tabi değilse, vergi mevzuatı çerçevesinde kamu idarelerine sunmak üzere hazırlanan (Kurumlar Vergisi Beyannamesi ekinde Vergi Dairesi’ne verilen son iki yıla ilişkin bilanço(kanımızca, 2023 yılı enflasyon düzeltmesi öncesi bilanço) ve gelir tablosu) dikkate alınacaktır. Bağlı ortaklık ve iştirak tanımları ise yürürlükteki mevzuata göre (öncesinde bağımsız denetime tabi değilse, Tek Düzen Hesap Planı’ndaki tanıma göre) belirlenecektir. Tek Düzen Hesap Planına göre;

- İştirakler bir ortaklıktaki en fazla %50 oranında olan sermaye payları veya oy haklarının izlenmesinde kullanılır. İştirak edilen ortaklıklarda iştirak ilişkisinden bahsedebilmek için sermaye payı dikkate alınmaksızın sahip olunan oy hakkı veya yönetime katılma hakkının en az % 10 oranında bulunması gerekir.

-Bağlı ortaklıklar ise, işletmenin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde 50 oranından fazla sermaye ya da oy hakkına veya en az bu oranda yönetim çoğunluğunu seçme hakkına sahip olduğu iştiraklerin sermaye paylarının izlendiği hesaptır.

Şirketlerin bağımsız denetime tabi olması belirlenirken, varsa şirketin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri de birlikte dikkate alınacaktır. Bu durumda olanlarda “aktif toplamı” bulunurken; şirket kendi aktif toplamından bilançosundaki bağlı ortaklıklarının ve iştiraklerinin kayıtlı değerini çıkarmak suretiyle ulaştığı tutara, bağlı ortaklıklarının aktif toplamının tamamını ve iştiraklerinin aktif toplamından kendi iştirak hissesi payına düşen kısmını ekleyecektir. İlgili yıllara ilişkin “net satış hasılatı”nın hesaplanmasında ise; şirket kendi satış hasılatına, bağlı ortaklıklarının net satış hasılatının tamamını ve iştiraklerinin net satış hasılatından kendi iştirak hissesi payına düşen kısmını ekleyecektir. Ayrıca bu belirlemeler yapılırken; grup içi işlemlerden doğan varlık, borç, gelir ve giderlerden,

- Bağlı ortaklıklarla olanların tamamı,

- Şirketin ve bağlı ortaklıkların doğrudan iştirakleriyle olanlarının ise hisselerine düşen payı

elimine edilir. Grup içi işlemlerin kısmen veya tamamen elimine edilmesi ihtiyaridir.

Şirketin bağlı ortaklıkları aracılığıyla dolaylı olarak sahip oldukları bağlı ortaklıklar ve iştirakler de şirketin bağlı ortaklığı ve iştiraki olarak değerlendirilecektir. Örneğin; A Şirketinin B Şirketinde %70, B şirketinin ise C ve D şirketlerinde sırasıyla %60 ve %15 oranlarında oy hakkına sahip olduğu durumda, A Şirketi aktif toplamını ve yıllık net satış hasılatını hesaplarken, C şirketini bağlı ortaklığı, D şirketini de %15 oranında oy hakkına sahip olduğu iştiraki olarak değerlendirecektir.

Şirketlerin veya bağlı ortaklıkların iştiraklerinin sahip olduğu bağlı ortaklıklar ve iştirakler, ilgili iştirakin finansal tablolarındaki değerleri üzerinden dikkate alınır. Bu sebeple, şirketin veya bağlı ortaklıkların iştiraklerinin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri eliminasyon işlemlerine dahil edilmeyecektir.

Şirket aktif toplamı ve net satış hasılatı hesaplanırken, yurt dışında kurulmuş olan bağlı ortaklıklarının ve iştiraklerinin aktif toplamları ve net satış hasılatları da yukarıda açıklanan çerçevede hesaplamalara dahil edilecektir.

Şirketin “ortalama çalışan sayısı”nın belirlenmesinde, şirketin ilgili dönemler (son iki yıl) için verdiği muhtasar beyannamelerinde bildirdiği aylık çalışan sayıları toplamının yıllık ortalaması dikkate alınacaktır. Çıraklık ve mesleki eğitim sözleşmesi kapsamında şirkette mesleki eğitim gören çıraklar ve staj yapan öğrenciler çalışan sayısının hesabında dikkate alınmayacaktır. Ortalama çalışan sayısı belirlenirken, ana ortaklığın ve bağlı ortaklığın çalışan sayılarının toplamı dikkate alınacaktır. İştiraklerde çalışanlar ise, şirketin iştirakteki hissesi oranında dikkate alınacaktır. Keza, yurt dışında kurulmuş olan bağlı ortaklıklar ve iştiraklerde çalışanlar da bu çerçevede dikkate alınacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Kararı uyarınca denetime tabi olma şartlarını taşımayan bir şirket, sadece ana ortaklığının, bağlı ortaklığının veya iştirakinin Cumhurbaşkanlığı Kararı kapsamında denetime tabi olması nedeniyle denetime tabi olmaz. Ana şirketin bağımsız denetime tabi olması durumunda, bağlı ortaklıklarının ve/veya iştiraklerinin ayrıca bağımsız denetime tabi olup olmayacağı her bir bağlı ortaklık ya da iştirak şirketi için ayrı ayrı değerlendirilecektir. Bu durumdaki şirketlerin kendi bağlı ortaklıkları ve iştirakleri de dikkate alınarak yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde belirlenecek ölçütlerin aşılması halinde, bunlar için de münferiden bağımsız denetim yapılacaktır.

“Birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat ve onarma işleri” yapan şirketlerde aktif toplamının hesabında, Tekdüzen Hesap Planında yer alan “170-177 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Maliyetleri” dikkate alınmayacaktır. Bu şirketlerin yıllık net hasılatının hesabında ise, Tekdüzen Hesap Planında yer alan “350-358 Yıllara Yaygın İnşaat ve Onarım Hakediş Bedelleri” hesaplarına, sadece, ilgili dönemde kaydedilen tutar kısmı yıllık net satış hasılatına eklenecektir. Bu kapsamda yapılan işin bitimindeki hesap döneminde ise, 350-358 nolu hesaplardan dönem gelir tablosuna aktarılan kısım yıllık net hasılatın hesabında dikkate alınmayacaktır. 

Ek: I ve II Sayılı Listeler

  • Sayılı Liste

6434 sayılı Cumhurbaşkanı Kararına ekli (I) sayılı listede[3] yer alan ve aşağıda gösterilen şirketler, herhangi bir ölçüte bağlı olmaksızın bağımsız denetime tabi kılınmışlardır.

1) 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca Sermaye Piyasası Kurulunun düzenleme ve denetimine tabi şirketlerden;

a) Yatırım kuruluşları,

 

b) Kolektif yatırım kuruluşları,

 

e) Portföy yönetim şirketleri,

ç) İpotek finansmanı kuruluşları,

d) Varlık kiralama şirketleri,

 

e) Merkezi takas kuruluşları,

 

f) Merkezi saklama kuruluşları,

 

g) Veri depolama kuruluşları,

ğ) Derecelendirme kuruluşları,

h) Değerleme kuruluşları,

ı) Sermaye piyasası araçları bir borsada veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda işlem gören veya işlem görmeleri amacıyla Sermaye Piyasası Kurulu’nca onaylanmış geçerlilik süresi bulunan izahname veya ihraç belgesi bulunan anonim şirketler,

i) Bir borsada veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda işlem görmemekle birlikte halka arz edilmeksizin pay hariç sermaye piyasası aracı ihraç eden (ihraç ettikleri sermaye piyasası araçlarının itfa edildiği hesap döneminin sonuna kadar) veya bu amaçla Sermaye Piyasası Kurulunca onaylanmış geçerlilik süresi bulunan ihraç belgesi olan anonim şirketler.

2) 19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun düzenleme ve denetimine tabi şirketlerden;

a) Bankalar,

 

b) Derecelendirme kuruluşları,

 

c) Finansal holding şirketleri,

ç) Finansal kiralama şirketleri,

d) Faktoring şirketleri,

 

e) Finansman şirketleri,

 

f) Varlık yönetim şirketleri,

 

g) Finansal holding şirketlerinde ve bankalarda 5411 sayılı Kanun’da tanımlandığı şekliyle nitelikli paya sahip olan şirketler,

ğ) Tasarruf finansman şirketleri.

3) 03.06.2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ile 28.03.2001 tarihli ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu kapsamında faaliyet göstermekte olan sigorta, reasürans ve emeklilik şirketleri.

4) Borsa İstanbul piyasalarında faaliyet göstermesine izin verilen; yetkili müesseseler, kıymetli madenler aracı kurumlan, kıymetli maden üretimi veya ticaretiyle iştigal eden şirketler.

5) 10.02.2005 tarihli ve 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu’na göre kurulan lisanslı depo işletmeleri ile 11.08.1982 tarihli ve 2699 sayılı Umumi Mağazalar Kanunu’na göre kurulan umumi mağazalar.

6) 15.02.2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun uyarınca Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun düzenleme ve denetimine tabi şirketlerden;

a) Aşağıdaki hak veya lisanslardan en az ikisine sahip olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar:

– Karasal ortamdan ulusal televizyon yayını yapma hakkı.

– Uydu televizyon yayın lisansı.

– Birden fazla ile yönelik olarak kablolu televizyon yayın lisansı.

  1. b) İnternet ortamında isteğe bağlı yayın hakkına sahip olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar.

7) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan lisans, sertifika veya yetki belgesi alıp bu Kurum düzenlemelerine tabi olarak faaliyet gösteren ve söz konusu düzenlemeler uyarınca bağımsız denetim yükümlülüğü bulunan şirketler.

8) 20.06.2013 tarihli ve 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun uyarınca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın düzenleme ve denetimine tabi ödeme kuruluşları ve elektronik para kuruluşları.

9) 08.06.1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları.

  • Sayılı Liste

1) Çağrı merkezi şirketleri hariç olmak üzere, 15.01.2004 tarihli ve 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu, 05.11.2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu, 09.05.2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu ve 6102 sayılı Kanun’un 1525 inci maddesi kapsamında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu düzenleme ve denetimine tabi olan şirketler;

2) Gayri faal olan veya faaliyetleri geçici olarak durdurulan veya iptal edilmiş olan (gerekli ana sözleşme değişiklikleri ve benzeri prosedür işlemleri henüz gerçekleştirilmemiş olanlar dâhil) iştirak ve şirketler hariç olmak üzere, TMSF’nin[5] iştirakleri ile mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu ve 5411 sayılı Kanun kapsamında TMSF tarafından denetimi ve yönetimi devralınan şirketler,

3) Sermayesinin en az %50’si belediyelere ait olan şirketler,

Akif AKARCA  YMM/ Dr.Mehmet ŞAFAK YMM

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/2024-yilinda-bagimsiz-denetime-tabi-olacak-sirketlere-iliskin-esik-degerler/738689

Perşembe, 18 Nisan 2024 07:22

Emisyon Primleri İstisnası Ve Sorunları

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun (KVK) 5/1-ç bendi ile anonim şirketlerin kuruluşlarında veya sermayelerini artırdıklarında çıkardıkları payların bedelinin itibarî değeri aşan kısmı kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Bu istisna daha önce eski KVK’da da yer almaktaydı.

Anonim şirketler kuruluşunda veya sermaye artırımlarında hisselerini, ana sözleşmelerinde belirtilen itibari değerle (nominal bedelle) ihraç edilebileceği gibi, itibari değerlerinin üzerinde bir bedelle de ihraç edilebilirler. Hisselerin itibari değerinin üzerinde bir bedelle ihraç edilmesi halinde, ihraç değeri ile itibari değer arasında oluşan olumlu fark, Vergi Hukukunda emisyon primi (Ticaret Hukuku’nda agio, Tek Düzen Hesap Planı’nda ihraç primi) olarak adlandırılmaktadır. Emisyon primi, hisselerin ilk ihracında, bir başka anlatımla hukuk âleminde doğumunda oluşabilen bir primdir (kazançtır). Yoksa, hissedarların elinde bulunan hisse senetlerini veya kurumların iştiraklerine ait hisse senetlerini, maliyet bedelinin üzerinde bir bedelle satmaları halinde oluşan kazanç, emisyon primi olarak değerlendirilemez.

Bana göre, bu istisna olmasaydı da, bu kazanç yine vergiye tabi tutulamazdı. Çünkü kurumlar içinde geçerli olan Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesine göre ticari kazanç; teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerler arasındaki müspet farktır. Ancak kazanç hesaplanırken, dönem içinde işletmeye işletme sahiplerince ilave edilen değerler nazara alınmaz. Dolayısıyla emisyon primi de işletmeye ilave edilen bir değer olduğundan kazanç hesaplamasında dikkate alınmayacaktı. Kanunda bu istisnaya yer verilmesinin sebebinin, uygulamada tereddüdü ortadan kaldırmak ve konuyu açıklığa kavuşturmak amaçlı olduğunu düşünüyorum.

Anonim şirketlerin hisse senetlerini itibari kıymetlerinden yüksek bir bedelle ihraç edebilmeleri için, ana sözleşmelerinde bu konuda bir hüküm bulunması veya genel kurul tarafından bu yönde bir karar verilmesi gereklidir (TTK md. 347). Kayıtlı sermaye sistemini seçmiş bulunan şirketlerin de hisse senetlerini ihraç primi içerecek şekilde ihraç etmeleri mümkündür. İhraç primi, ticaret hukukunda eski veya mevcut hisse sahipleri ile yeni hisse alacaklar arasındaki mali adaleti sağlamaktır.

Ticaret Kanunumuza göre, emisyon primi yedek akçe niteliğindedir. Nitekim 519. maddede, "her yıl safi karın yüzde beşi, ödenmiş sermayenin yüzde yirmisine ulaşıncaya kadar genel kanuni yedek akçeye ayrılır" denildikten sonra, belirtilen sınıra ulaşılsa dahi bu yedek akçelere, "yeni payların çıkarılması dolayısıyla sağlanan primin çıkarılma giderleri, itfa karşılıkları, ve hayır amaçlı ödemeler için kullanılmamış kısmı"nın ekleneceği hükme bağlanmıştır.

KVK. 8/1-a maddesinin menkul kıymet ihraç giderlerinin kurum kazancının tespitinde gider unsuru olarak nazara alınacağını açıkça hükme bağlaması dolayısıyla, ihraç giderlerinin TTK md. 519 hükmüne rağmen, kurumlar vergisinin matrahının tespitinde gider olarak nazara alınması ve emisyon primi istisnasından yararlanacak tutarın tespitinde ise nazara alınmaması gerekmektedir. Ticari bilanço açısından böyle olmakla birlikte, burada KVK md. 5/3’de yer alan “vergiden istisna kazançları elde etmek için yapılan giderlerin istisna dışı kazançlardan indirilemeyeceği”ne ilişkin düzenleme uyarınca yeni payların ihraç giderlerinin, emisyon primine isabet eden kısmının, kurum kazancının tespitinde kanunen kabul edilmeyen gider olarak nazara alınması gerektiği söylenebilirse de burada, emisyon primi olmasaydı da, sermaye artırımı ve hisse senedi ihraç masraflarının yine aynen yapılacağı, emisyon primine özgü bir giderin söz konusu olmadığı, bu nedenle bu giderlerin tamamının gider yazılabileceğini rahatlıkla savunmak mümkündür.     

Bu konuda tereddüt yaratan konulardan biriside, emisyon priminin ve/veya kanuni yedek akçelerin kâr olarak dağıtılıp dağıtılamayacağı konusudur. Mevcut düzenlemeye göre istisna olan emisyon priminin, dağıtılması veya sermayeye eklenmesinin istisna uygulaması üzerinde bir etkisi yoktur.  Dolayısıyla emisyon primi istisnasından yararlandırılan (kayıtlarda genel kanuni yedek akçe statüsünde ihraç primi olarak gözüken) tutar, vergi mevzuatı açısından istenilirse sermayeye eklenebilir, istenirse dağıtılabilir. 

Dağıtım konusundaki sınırlamalar vergi hukukunun dışında, Ticaret Kanunu’ndadır. Ticaret Kanunu’na göre emisyon primi de bir tür kanuni yedek akçe olduğuna göre, emisyon priminin dağıtılıp dağıtılamayacağı sorusunu, kanuni yedek akçelerin rejimine göre cevaplamak gerekmektedir. Ticaret Kanunu’na göre, genel kanuni yedek akçelerin ödenmiş sermayenin yarısına kadar olan kısmı, sadece geçmiş yıl zararlarının kapatılmasında, işlerin iyi gitmediği zamanlarda işletmeyi devam ettirmeye veya işsizliğin önlenmesine yahut sonuçlarının hafifletilmesine elverişli önlemler alınmasında kullanılabilir. Şirket genel kurulu, kanuni yedek akçelerin ödenmiş sermayenin yarısını aşan kısmı üzerinde dilediği yönde tasarruf edebilir. Bir başka deyişle genel kurul bu aşan kısmın dağıtılmasına veya sermayeye eklenmesine karar verebilir. Bu nedenle emisyon priminin dağıtılıp dağıtılamayacağı sorusunun, kanuni yedek akçe tutarının ödenmiş sermaye ile karşılaştırılması sonucu oluşacak duruma göre yanıtlamak gerekmektedir. 

Ancak emisyon primi, kanuni yedek akçelerin ödenmiş veya çıkarılmış sermayenin yarısını aşması dolayısıyla dağıtılacak veya önce sermayeye eklenip daha sonra sermaye azaltılması yoluyla dağıtılacak olursa, bana göre, ortaklar tarafından işletmeye konulan değer iade edildiğinden, stopaja gerek yoktur. Ancak idari anlayış burada stopajın yapılması gerektiği yönündedir.

Bütün bu sorunlar yetmiyormuş gibi, bir de geçen yıl emisyon primleri, ek kurumlar vergisinin matrahına alındı. Kanaatimce bu da, yanlış oldu ve vergileme prensiplerine ters düştü. İstisna olmasaydı dahi, kanaatimce vergiye tabi tutulamayacak bir kazancı, bir yandan açıklığı sağlamak için istisna ile vergi dışı bırakırken, bu defa ek vergi ile vergilendirmenin olmaması gerekirdi. Bildiğim kadarı ile emisyon primi dolayısıyla ek vergi ödeyip, Anayasaya aykırılığı sebebiyle dava açanlar var. Bu durumda, son sözü Anayasa Mahkemesi söyleyecek.

Kurumlar vergisi beyan döneminde olmamız dolayısıyla bu bilgileri tekrar sunayım istedim. Bumin DOĞRUSÖZ

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/emisyon-primleri-istisnasi-ve-sorunlari/738691

Küreselleşen dünyada işletmeler global pazarda yer almak, vizyonlarını geliştirmek, rekabet gücünü artırmak, büyümek gibi bir çok gerekçe ile yabancı pazarlara yatırımlar yapmakta ve bu yatırımlar nedeniyle gelirler elde edilmektedir.

Elde edilen gelirler nedeniyle kârlılık oluşması halinde ise işletmeler vergi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ülkemizde tam mükellef kurumlar, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında elde ettikleri kazançların tamamı üzerinden vergilendirilirler. Böyle olunca da şirketler tarafından yurt dışında ödenen vergilerin Türkiye’de hesaplanan vergiden mahsubu gündeme gelmektedir.

Yurt dışında elde edilen kazançlar sonuç hesaplarına aktarılmalıdır

 Yabancı ülkelerde elde edilen kazançların mahsubu için yurtdışında ödenen verginin kurumlar vergisi ve benzeri bir vergi olması ve söz konusu kazançların Türkiye’de genel sonuç hesaplarına aktarılması gereklidir. Türkiye›de genel sonuç hesaplarına intikal ettirilen kazançlardan mahallinde ödenen kurumlar vergisi ve benzeri vergiler, Türkiye›de hesaplanacak kurumlar vergisinden mahsup edilecektir. Söz konusu vergilerin yabancı para cinsinden ödenmesi durumunda, Türkiye’de genel sonuç hesaplarına intikal ettirildiği tarihteki Merkez Bankası döviz alış kuru esas alınacaktır.

Mahsupta sınır var

 Yabancı ülkelerde ödenen vergilerin mahsup edilecek tutarı, yurt dışında elde edilen kazançlara ilgili dönem kurumlar vergisi kanununun 32. Maddesinde belirtilen kurumlar vergisi oranının uygulamasıyla bulunacak tutardan fazla olamaz. Ayrıca, yurt dışında ödenen vergilerin zarar ya da istisnalar nedeniyle Türkiye’de kurum kazancı oluşmadığından ilgili yılda indirilememesi halinde, mahsup hakkı izleyen üçüncü hesap dönemi sonuna kadar kullanılabilecektir.

Mahsup sırası

Yurt dışında ödenen vergiler, Kurumlar Vergisi Kanununa göre hesaplanan kurumlar vergisinden öncelikle mahsup edilecek, artan tutarın bulunması halinde yurt içinde kesinti suretiyle ödenen vergiler ve geçici vergi mahsup edilecektir.

İstisna kazançlar mahsup edilemez

 Yurt dışında elde edilen kazançların Türkiye’de kurumlar vergisinden istisna edilmiş bir kazanç olması halinde, bu kazançlar üzerinden yurt dışında ödenen vergilerin yurt içinde hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup edilmesi mümkün değildir.

Yurt dışında ödenen vergilerin tevsiki

Yabancı ülkelerde ödenen vergilerin, Türkiye’de hesaplanacak vergiden indirilebilmesi için; bu vergilerin ilgili ülkede ödendiğine dair tevsik edici belgelerin yetkili makamlardan alınarak mahallindeki Türk elçilik veya konsoloslukları, yoksa mahallinde Türk menfaatlerini koruyan ülkenin aynı nitelikteki temsilcileri tarafından tasdik edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Apostil (Apostılle) şerhi taşıyan belgeler de Lahey Konferansının tüm üye ve taraf ülkelerinde tevsik edici belge olarak kabul edilmektedir.

Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları

 Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları, aynı kazanç unsurunun her iki ülkede de vergilendirilmesini önleme anlaşmalarıdır. Vergi ödenen yabancı ülke ile Türkiye arasında Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının olup olmadığı dikkate alınarak anlaşma var ise anlaşma hükümlerine uyulması gerekmektedir. Türkiye’nin taraf olduğu bazı anlaşmalarda, bazı kazançların Türkiye’de vergiden istisna edildiği görülebilmektedir. Bu durumda, yurt dışında ödenen vergilerin Türkiye’de hesaplanacak kurumlar vergisinden mahsup edilmesi mümkün değildir.

Mahmut Bülent YILDIRIM YMM

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

https://www.dunya.com/kose-yazisi/sirketlerin-yurtdisinda-odedikleri-vergilerin-mahsubu/723368

Page 1 of 1189

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • İstirahat Eksik Gün Nedeni İse Bu Cezalar Neden Uygulanır? Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin yaptığı denetimde raporlu olan çalışanlarımızın 2 günlük…
  • Anayasa Mahkemesi Ek Vergiyi Anayasaya Uygun Buldu Son dakika! Anayasa Mahkemesi Ek Vergi kararını açıkladı. Ek Vergi…
  • 2024 Yılı Birinci Geçici Vergi Döneminde Uygulanacak Yeniden Değerleme Oranı T.C. HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı 5520 sayılı…
Top