Özet

Vergi Usul Kanunu'nun (VUK) uygulama açısından en fazla kullanılan hükümleri değerleme hükümleridir.

Hesap dönemi sonunda yapılacak değerleme işlemleri neticesinde mükellefin vergi yükünün hesaplanmasına esas olacak vergiye tabi kazancına ulaşılacaktır. Değerleme işlemlerinin önemli bir kısmını amortisman hesaplamaları oluşturmaktadır. Dolayısıyla, üzerinden amortisman ayrılacak tutarın (sabit kıymet maliyet bedellerinin) mevzuata uygun şekilde tespiti büyük önem arz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Atik alımı, kur farkı, faiz ve kur farkı gideri.

1. Giriş

Vergi Usul Kanunu'nun (VUK) uygulama açısından en fazla kullanılan hükümleri değerleme hükümleridir. VUK'nun 258. maddesine göre değerleme, vergi matrahlarının hesaplanmasıyla ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tespitidir. Uygulama açısından tanımlayacak olursak, envanter çalışması ile tespit edilen varlıkların para birimi cinsinden ifade edilmesine değerleme diyebiliriz. Hesap dönemi sonunda yapılacak değerleme işlemleri neticesinde mükellefin vergi yükünün hesaplanmasına esas olacak vergiye tabi kazancına ulaşılacaktır. Değerleme işlemlerinin önemli bir kısmını amortisman hesaplamaları oluşturmaktadır. Dolayısıyla, üzerinden amortisman ayrılacak tutarın (sabit kıymet maliyet bedellerinin) mevzuata uygun şekilde tespiti büyük önem arz etmektedir.

2. Yasal Mevzuat

Maliye Bakanlığı enflasyonist baskının çok yoğun yaşandığı ve kurların sürekli şekilde yükselme eğiliminde bulunduğu yıllarda yayınladığı 163 nolu VUKGT, sabit kıymet iktisabına bağlı olarak oluşan faiz ve kur farkı giderlerinin ilk hesap döneminde (sabit kıymetin alındığı ve bilançoya kaydedildiği ilk hesap dönemi sonuna kadar oluşan faiz ve kur farkı giderlerinin) aktifleştirilmesini zorunlu tutmuş, takip eden hesap dönemlerinde mükelleflere aktifleştirme ya da gider yazma yönünde seçimlik hak tanımıştır.

Maliye Bakanlığı gerek 27.01.1985 R.G. tarihli 163 nolu VUKGT'nde, gerek 13.12. 1988 tarihli 187 nolu GVKGT'nde ve gerekse 07.12.1994 tarihli 234 nolu VUKGT'nde aynı açıklamalara yer vermiştir. Fakat sabit kıymetin iktisap edildiği hesap dönemini takip eden ilk hesap döneminde seçilen yöntemin takip eden tüm hesap dönemlerince bağlayıcı olacağına dair herhangi bir açıklama yapmamıştır.

Ancak 2004 yılında, 334 nolu VUKGT'nde "Kur farkları" başlığı altında, 163 nolu VUKGT'ne kısaca değindikten sonra lehe oluşan kur farklarının gelir yazılmayıp maliyet bedelinden düşüleceği yönünde düzenleme yapılmış ve bölümün son cümlesinde ise "Ayrıca, daha sonraki dönemlerde, seçimlik olarak hangi hak kullanılmışsa o yönteme göre işlem yapılmasına devam edilecektir." ifadesine yer verilmiştir.

Bu ifadeye göre, iktisap dönemini takip eden ilk hesap döneminde kur farklarının aktifleştirilmesi yöntemi seçilmişse, kredinin kapanacağı tarihe kadar oluşan tüm kur farklarının maliyet bedeli ile ilişkilendirilmesi zorunlu olacaktır.

Çalışmamızda yer vereceğimiz 2014 tarihli özelgede, 334 Nolu Tebliğ'de kur farkları için yapılan düzenleme faiz giderleri açısından da genişletici bir yorum yapmak suretiyle benimsenmiş ve aktifleştirme dönemini takip eden ilk hesap döneminde seçilecek yöntemin takip eden tüm dönemler boyunca bağlayıcı olacağı yönünde açıklama yapılmıştır.

163 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile yatırımların finansmanında kullanılan kredilere ilişkin faiz giderleri ile yurt dışından döviz kredisi ile sabit kıymet ithal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının, aktifleştirme tarihine kadar olan kısmının maliyete intikal ettirilmesi, aktifleştirildikten sonraki döneme ilişkin olanların ise seçimlik hak olarak doğrudan gider yazılması veya maliyete intikal ettirilmek suretiyle amortismana tabi tutulması gerektiği açıklanmış bulunmaktadır.

Lehe oluşan kur farklarının da aktifleştirme işleminin gerçekleştiği dönemin sonuna kadar oluşan kısmının maliyetle ilişkilendirilmesi, aktifleştirildikten sonraki döneme ilişkin olanların ise kambiyo geliri olarak değerlendirilmesi veya maliyetten düşülmek suretiyle amortismana tabi tutulması gerekecektir. Ayrıca, daha sonraki dönemlerde, seçimlik olarak hangi hak kullanılmışsa o yönteme göre işlem yapılmasına devam edilecektir.

3. Konuya İlişkin Yargı Kararları

VUK'nun "Değerleme" başlıklı üçüncü kitabının "İktisadi Kıymet Değerleri" başlıklı birinci kısmında yer alan "Değerleme Esasları" başlıklı birinci bölümünde (madde 258 ilâ 268) ve "İktisadi İşletmelere Dahil Kıymetleri Değerleme" başlıklı ikinci bölümünde (madde 269 ilâ mükerrer madde 290) "Maliyet Bedeli" değerleme ölçeğinin tespitine dair düzenleme yapması hususunda Maliye Bakanlığı'na verilmiş bir yetki bulunmamaktadır.

Örneğin: Madde 263'de "Borsa rayici"nin tespiti, madde 280'de döviz kurlarının tespiti, mükerrer madde 290'da finansal kiralama işlemlerinde değerleme uygulamasına yönelik usul ve esaslar hakkında Maliye Bakanlığı'na yetki verilmiştir.

Ancak "maliyet bedeli" kavramının açıklanması, uygulamaya dair usul ve esasları belirleme konusunda Kanunda verilen bir yetki bulunmamaktadır. Aynı bölümlerde finansman giderlerinin sabit kıymet maliyetine dahil edilmesine yönelik de herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu yönden bakılınca 163 nolu tebliğ ve 334 nolu tebliğin yasallıkları tartışılabilir kanaatindeyiz.

Konuyla ilgili olarak Danıştay'ın farklı kararları olmakla birlikte, genel olarak duran varlık alımları için ödenen finansman giderlerinin ilgili varlığın işletmeye girip ilgili aktif hesaba kaydedildiği tarihe kadar olanların maliyete, bu tarihten sonra ödenenlerin doğrudan gider olarak yazılabileceği yönündedir. Bazı Danıştay Kararları şu şekildedir;

Danıştay 4. Dairesi'nin 13.04.1994 tarih ve E: 1994/602; K: 1994/2241 sayılı kararında, demirbaş eşyanın maliyet bedeline girecek giderlerin neler olduğunun Vergi Usul Kanunu'nun 262, 270 ve 273. maddelerinde açıklanmış olup, faiz giderleri anılan maddelerde belirtilen giderler arasında sayılmadığı gibi ne şekilde değerleneceği konusunda VUK'ta açık bir hüküm bulunmadığından doğrudan gider yazılması gerektiği belirtilmiştir.

Danıştay 3. Dairesi de, "sabit kıymetin iktisabı için kullanılan krediler dolayısı ile ödenen faizlerin sabit kıymetlerin maliyetine eklenmesini zorunlu kılan açık yasa hükmünün bulunmadığı" gerekçesiyle tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararını onamıştır (6.3.1996 tarih ve E:1995/1370; K:1996/614 sayılı Karar).

Danıştay 4. Dairesi'nin 27.11.1998 gün ve E: 1997/5413; K:1998/4652 sayılı kararında, "döviz cinsinden vadeli olarak satın alınan makinalar için ödenen kur farklarının maliyete intikal ettirilmesi yolunda kanunda bir hüküm bulunmadığı, malın aktife kaydedildiği tarihte belli olmayan kur farkı giderinin maliyete intikal ettirilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla sonradan ödenen bu tür giderlerin doğrudan genel gider olarak kaydında kanuna aykırılık bulunmadığı" belirtilmiştir.

Danıştay 11. Dairesinin 23.02.2000 tarihli ve E.1998/2178, K.2000/715 sayılı kararında;

"Anılan Kanun maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden, döviz cinsinden vadeli olarak satın alınan makinalar için ödenen kur farklarının maliyete intikal ettirilmesi gerektiği yolunda bir hüküm bulunmamaktadır. Esasen, malın aktife kaydedildiği tarihte belli olmayan kur farkı giderlerinin maliyete intikal ettirilmesi fiilen mümkün değildir. Dolayısıyla sonradan ödenen bu tür giderlerin doğrudan genel gider olarak kaydında kanuna aykırılık bulunmamaktadır."

ifadelerine yer verilmiştir.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun 27.12.2002 tarih ve E.2002/163, K.2002/ 542 sayılı kararında;

"Finansman giderleri anılan maddelerde belirtilen giderler arasında yer almamıştır. Bu giderlerin ne şekilde değerleneceğine ilişkin Vergi Usul Kanununda bir hüküm bulunmaması karşısında, davacı şirket tarafından banka kredisi ile alınan üç kamyona ait finansman giderinin doğrudan gider kaydında hukuka aykırılık bulunmadığından vergi mahkemesince davanın bu fark yönünden reddi yolundaki hüküm fıkrasında isabet görülmemiştir."

açıklamalarına yer verilmiştir.

Danıştay 3. Dairesi'nin 31.10.2000 tarihli ve E.1999/3044, K.2000/3464 sayılı kararında;

"213 sayılı VUK'un 262. maddesinde maliyet bedeli, iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi ve yahut değerinin artırılması münasebetiyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilumum giderlerin toplamı olarak tanımlanmış, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 13. maddesi ile atıfta bulunulan 193 sayılı GVK'nun ticari kazancın tespitinde indirilecek giderleri belirleyen 40. maddesinin 1. bendinde de, safi kazancın tespiti sırasında ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin gayrisafi kazançtan indirileceği kabul edilmiş olup, yurtdışından borçlanılarak satın alınan iktisadi kıymetlere ait borçların dönem sonunda değerlemesinden doğan kur farkının malın maliyetine ya da genel giderlere kaydedileceği konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığı gibi davacının faaliyetinin niteliği itibarıyla ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için gerekli olan dikiş makinalarına ait borçtan doğan kur farkının 193 sayılı GVK'nun 40. maddesi uyarınca genel giderler arasına dahil edilmesine engel bir yasa hükmü de bulunmamaktadır….Bu nedenle, söz konusu kur farkının 163 sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği uyarınca iktisadi kıymetin maliyetine dahil edilmesi gerektiğinden bahisle yapılan tarhiyatı hukuka uygun bulan mahkeme kararında yasal isabet görülmemiştir."

açıklamalarına yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere yukarıda yer verilen yargı kararları 163 no.lu tebliğin yayınlandığı tarihten (27.01.1985) sonrasına aittir.

Kaldı ki Danıştay 3. Dairesi 13.09.2011 tarihli ve E.2009/2169, K.2011/4680 sayılı kararında;

"Döviz karşılığı alınan amortismana tabi varlıklara ilişkin olarak aktifleştirme tarihinden önce yapılan ödeme ile aktifleştirme tarihi arasında oluşan kur farkının malın maliyetine kaydedileceği konusunda vergi usul kanununda açık bir hüküm bulunmadığı gibi genel giderler arasına dahil edilmesine engel bir hüküm de bulunmadığı" şeklindeki kararı ile "....satın alınan iktisadi kıymetlere ait borçlardan doğan kur farkının malın maliyetine kaydedileceği konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığı, kur farkının genel giderler arasına dahil edilmesine engel bir yasa hükmü de bulunmadığı...."

şeklinde hüküm veren Adana 1. Vergi Mahkemesi'nin 16.3.2009 gün ve E:2008/1311, K:2009/ 184 sayılı kararını onamıştır.

4. Faiz Giderleri ile Kur Farklarının Maliyete Ekleneceği Dönem

163 nolu Tebliğ'de "Kuruluş" ve "İşletme" dönemlerinden bahsedilmekte; ancak bu konuda herhangi bir açıklamaya yer verilmemektedir. Gelirler Genel Müdürlüğü'nce ve Maliye Bakanlığı'nca 30.08.1989 tarih ve GEL:VUK-2.24457/313-270 sayılı yazılarıyla uygunluk bildirilen Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu'nun 18.04.1988 gün ve 276/2 sayılı kararına göre;

"kuruluş dönemi amortismana tabi sabit kıymetlerin aktife alındıkları yıl sonuna kadarki dönemdir." Bu dönemden (31 Aralık'tan) sonraki dönemler ise işletme dönemidir. Yani sabit kıymet yıl içinde hangi tarihte aktife alınırsa alınsın yıl sonuna kadar oluşacak yatırım kredi faizinin yatırım maliyetine eklenmesi gerekir. 31 Aralık'tan (yıl sonundan) sonra oluşacak kredi faizlerinin ise maliyete atılma ve/veya gider yazılma konusunda serbestlik vardır.

163 nolu Tebliğ ile sabit kıymetin iktisap edildiği dönemin sonuna kadar doğan kur farkının maliyete eklenmesinin zorunlu olduğu, daha sonra doğacak kur farklarının ise ait oldukları yıllarda doğrudan gider yazılması ya da maliyete yansıtılması konusunda mükelleflerin seçimlik hakkı bulunduğu esasını kabul etmiştir.

Diğer taraftan Maliye Bakanlığı 02.03.1995 tarihinde yayınlanan 238 nolu VUKGT'nde mallara ilişkin kur farkları ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

"Bu hüküm uyarınca, giderin maliyet bedeline intikal ettirilebilmesi için iktisadi bir kıymetin edinilmesi veya değerinin artırılması için yapılan ödemeler ile bunlara benzer ek diğer giderlerden olması gerekmektedir.

Bu itibarla, "emtianın satın alınıp işletme stoklarına girdiği tarihe kadar oluşan kur farklarının maliyete intikal ettirilmesi zorunludur." Stokta kalan emtia ile ilgili olarak daha sonra ortaya çıkacak kur farklarının ise, ilgili bulundukları yıllarda gider yazılması veya maliyete intikal ettirilmesi mümkün bulunmaktadır.

İşletmelerin finansman temini maksadıyla bankalardan veya benzeri kredi müesseselerinden aldıkları krediler için ödedikleri faiz ve komisyon giderlerinden dönem sonu stoklarına pay verme zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna göre mükellefler söz konusu ödemelerini doğrudan gider olarak kaydedebilecekleri gibi, diledikleri takdirde stokta bulunan emtiaya isabet eden kısmı maliyete dahil edebileceklerdir."

Buradan şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Eğer bir sabit kıymet alımı söz konusu ise kıymetin aktife girdiği yılın sonuna kadar doğan kur farkları maliyet bedeline dahil edilecek, yok eğer mal alımı söz konusu ise malın işletme stoklarına girdiği tarihten sonra yıl sonuna kadar doğan kur farkları doğrudan gider yazılabilecektir. Bize göre emtia ile sabit kıymet arasında böyle bir ayrışmanın iktisadi ve yasal dayanağı yoktur.

238 nolu Tebliğ'de faizler için yapılan açıklama da 163 nolu Tebliğ 'de faizler için yapılan açıklamaya ters düşmektedir.

Bu çelişkiye bağlı olarak, ATİK iktisabı ile bağlantılı borçlanmaya dair faiz ve kur farklarının yıl sonuna kadar maliyet bedeli ilişkilendirilmesi, stok iktisabı ile bağlantılı borçlanmaya dair faiz ve kur farklarının ise sadece stok işletme deposuna girene kadar ki kısmının stok maliyetine alınması, aynı borca dair yıl sonuna kadar oluşacak faiz ve kur farkı giderlerinin ise doğrudan gider yazılabilecek olması ciddi bir çelişkidir.

Sabit kıymetlerin maliyet bedelinin tespitinde de yukarıda 238 nolu Tebliğ'de belirtilen anlayışın geçerli olması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile sabit kıymet hesabına kayıt yapıldıktan sonra doğan kur farkı ve faizlerin sabit kıymet maliyetiyle ilişkilendirmeden; ticari malların değerlemesinde olduğu gibi, doğrudan gider yazılabilmelidir.

Özetle, amortismana tabi iktisadi kıymetlerin kullanıma hazır hale getirildiği tarihe kadar geçen süreyi yatırım dönemi, hazır hale getirildikten sonraki süreyi işletme dönemi saymak gerekir.

5.Sabit Kıymet İktisabı İçin Verilen Döviz Cinsi Avansların Değerlemesi Sonucu Oluşan Kur Farkları

Bir mükellefin, tesis yatırımı yaptığı, yapılan yatırımların büyük ölçüde ithal girdi gerektirdiği, bu sebeple gerek doğrudan yapılacak ithalatlar için yurt dışındaki satıcılara, gerekse yurt içi tedarikler için yurt içindeki satıcılara döviz cinsinden avans verildiği belirtilerek, söz konusu dövizli avansların değerleme günü itibariyle değerlenip değerlenmeyeceği, değerlenecekse oluşan olumlu veya olumsuz kur farkının doğrudan gelir-gider mi yazılacağı yoksa 163 ve 334 sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri çerçevesinde yatırımın maliyetiyle mi ilişkilendirileceği konularında görüş istemesi üzerine, Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 24.07.2014 tarihli ve 64597866-105[280-2014]-122-37709 sayılı özelgede şu açıklamalar yapılmıştır:

"163 ve 334 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğlerinde yapılan açıklamalar yatırımların finansmanında kullanılan kredilere ilişkin faiz ve kur farkı giderlerine ilişkin olup, döviz cinsinden verilen avansların değerlemesi sonucu oluşan kur farkları bu kapsamda değerlendirilmemektedir.

Diğer taraftan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6'ncı maddesinde, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safî kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı ve safî kurum kazancının tespitinde de, Gelir Vergisi Kanununun ticarî kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40'ıncı maddesinde safi kazancın tespit edilmesinde indirilecek giderler sayılmış olup, maddenin birinci fıkrasının; (1) numaralı bendinde ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin safi kazancın tespitinde gider olarak indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Buna göre, şirketinizce yapılacak yatırımlar için döviz cinsinden verilen avanslar, döviz cinsinden alacak hükmünde olduğundan, dönem sonlarında Vergi Usul Kanununun yukarıdaki hükümlerinin de dikkate alınarak değerlemeye tabi tutulması, değerleme sonucu oluşan kur farklarının kurum kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir."

Bu özelgeye göre, bir varlık alımı için döviz cinsinden avans verilmesi halinde verilen avans hesabının değerlenmesi sonucu oluşan kur farkları (özelgeye göre verilen avans bir alacak hükmünde görülmesine rağmen) varlığın maliyet bedeli olarak değerlendirilmeyecek; doğrudan gider veya gelir yazılacaktır. Oysa İdarenin maliyet bedeli açısından genel yaklaşımı, sabit kıymetin iktisap edildiği dönem sonuna kadar bu sabit kıymet iktisabı için katlanılan her türlü giderin ve tabii ki finansman giderlerinin de sabit kıymetin maliyetine dahil edilmesi yönündedir. Ancak İdare'den avans değerlemesi için görüş istenmesi durumunda alacak hükmünde görülen avans hesabının değerlemesi sonucu oluşacak kur farklarının 163 ve 334 nolu tebliğlerin kapsamına girmeyeceği açıklanmıştır.

Görüş isteyen mükellef eğer banka kredisi kullandıysa, söz konusu yatırımı tamamlanıncaya kadar (hatta tamamlanıp faaliyete geçtiği hesap döneminin sonuna kadar) bu kredi nedeniyle oluşan faiz giderlerini ve kur farklarını 163 ve 334 nolu tebliğler gereği aktifleştirmek zorunda olacak; ama bu yatırım için verdiği avansların değerlemesi sonucu oluşan kur farklarını ise doğrudan gider veya gelir yazabilecektir. Burada ciddi bir çelişki olduğu kanaatindeyiz.

6.Geçici Vergi Dönemlerinin Uygulamaya Etkisi

Yukarıda yer verdiğimiz Tebliğ'lerde "dönem" kavramı "yıllık" hesap dönemi olarak zikredilmiştir. Bilindiği üzere geçici verginin üçer aylık dönem kazançları üzerinden tespit edilmesi uygulamasına 4369 sayılı Kanun ile 1999 yılında başlanmıştır.

GVK'nun mükerrer 120. maddesine göre, ticari kazanç sahipleri (basit usulde vergilendirilenler hariç) ile serbest meslek erbabı cari vergilendirme döneminin gelir vergisine mahsup edilmek üzere, bu Kanunu'n ticari veya mesleki kazancın tespitine ilişkin hükümlerine göre (indirim ve istisnalar ile Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ait hükümleri de dikkate alınarak) belirlenen ilgili hesap döneminin üçer aylık kazançları (42. madde kapsamına giren kazançlar ile noterlik görevini ifa ile mükellef olanların bu işlerden sağladıkları kazançlar hariç) üzerinden 103. maddede yer alan tarifenin ilk gelir dilimine uygulanan oranda geçici vergi öderler. Geçici vergi matrahının hesaplanmasında dönem sonu mal mevcutları, kayıtlar üzerinden tespit edilebilir.

Kurumlar vergisi mükellefleri de 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun "Kurumlar vergisi ve geçici vergi oranı" başlıklı 32. maddesinin 2. fıkrası gereği GVK'nun mükerrer 120. maddesine göre tespit edilen esaslar doğrultusunda câri vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere kurumlar vergisi oranında geçici vergi öderler.

Tebliğlerde sergilenen yaklaşım ATİK'in maliyet bedelinin nihai olarak 31 Aralık tarihinde belirlenmesi üzerinedir. Çünkü söz konusu tebliğlerin dayanağı olarak kabul edebileceğimiz 163 nolu Tebliğ 1985 yılında yayınlanmıştı ve o tarihte üçer aylık geçici vergi hesap dönemleri söz konusu değildi. Bu doğrultuda geçici vergi dönemlerinin kendi içinde bir sınırlamaya gidilmesinin mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Örneğin, ilk yılda maliyete eklenmiş bir faiz gideri için, ikinci yılın ilk geçici vergi dönemimde aktifleştirme tercihi yapılmışken ikinci geçici vergide bu uygulamadan vazgeçilerek (ve ilk geçici vergideki kayıtlar da düzeltilecek şekilde) doğrudan giderleştirme yoluna gidilebileceği kanaatindeyiz.

7. Sonuç

163 nolu VUKGT ile (27.01.1985 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır) sabit kıymet iktisabına bağlı olarak oluşan faiz ve kur farkı giderlerinin ilk hesap döneminde (sabit kıymetin alındığı ve bilançoya kaydedildiği ilk hesap dönemi sonuna kadar oluşan faiz ve kur farkı giderlerinin) aktifleştirilmesini zorunlu tutmuş, takip eden hesap dönemlerinde mükelleflere aktifleştirme ya da gider yazma yönünde seçimlik hak tanımıştır.

Tebliğ'de sergilenen yaklaşım ATİK'in maliyet bedelinin nihai olarak 31 Aralık tarihinde belirlenmesi üzerinedir. Çünkü söz konusu tebliğlerin dayanağı olarak kabul edebileceğimiz 163 nolu Tebliğ 1985 yılında yayınlanmıştı ve o tarihte üçer aylık geçici vergi hesap dönemleri söz konusu değildi. Mükellefler yılda sadece bir defa kazanç tespit etmekteydi. Dolayısıyla bu seçimlik hakkın her geçici vergi döneminde değiştirilebilir olacağı kanaatindeyiz.

Finansman giderleri ile kur farklarının maliyet bedeline hangi şartlarda, ne zaman ve ne kadar süre ile dahil edileceğinin yeniden düzenlenmesinin ve özelgeler ile tebliğlerin çelişen hükümlerinin ortadan kaldırılması için yeni bir düzenleme yapılmasının yerinde olacağı düşüncesindeyiz.

K. Nadir GÜLHAN

YMM / E. Hesap Uzmanı

Lebib Yalkı Dergisi / Aralık-2018

Kaynakça

-Beyanname Düzenleme Kılavuzu-2018, Hesap Uzmanları Derneği Yayınları

-ÖZYER, Mehmet Ali; Vergi Usul Kanunu Uygulaması; Hesap Uzmanları Derneği Yayınları; Aralık-2015

-YALÇIN, Hasan; Ticari Kazanç, Kurum Kazancı ve Serbest Meslek Kazancının Tespitinde Giderler, HSY; İstanbul.

Leave a comment

Make sure you enter all the required information, indicated by an asterisk (*). HTML code is not allowed.

Hakkımızda

 ö z d o ğ r u l a r, 18.08.1988 tarihinde kurularak, Mali Müşavirlik faaliyetine başlamıştır. 

Sektöründe en iyi olma duygusu ile personeline "Kalite" bilincini yerleştirmeyi, Kalite Yönetim Sistemini sürekli iyileştirmeyi, müşterilerine en iyi hizmeti sunmayı, amaç edinerek, 2003 Yılında, alanında Türkiye' de ilk olarak ISO 9001: 2000 Belgesi almıştır.

 

Mali Takvim

Öne Çıkanlar

  • Taşınmazları Bölünen Şirketler Enflasyon Düzeltmesinde Nelere Dikkat Etmeli? Taşınmazlarını kısmi bölünmeye konu etmiş ve sermaye azaltımı yapmış şirketlerin…
  • Enflasyon Düzeltmesinde ‘Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler’ Ve İstisnaların Nasıl Dikkate Alınacağına İlişkin Maliye Tebliği Kanuna Uygun Mu? Düzeltmeye tabi bilanço kalemleri 2023 ve 2024 düzeltilmiş değerleri üzerinden…
  • REEL OLMAYAN FİNANSMAN MALİYETİ AYRIŞTIRDIKTAN SONRA İKTİSADİ KIYMET İLE BİRİKMİŞ AMORTİSMANININ DÜZELTMESİNE DİKKAT! Bilindiği üzere, istisnai durumlar hariç, iktisadi kıymetin maliyetine ihtiyari veya…
Top